Yeni Üyelik
4.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 2

@buzlarkralicesi

-2-

"Kimileri hayat bir oyun der, kimileri film. Lakin hayat ne bir filmdir ne de oyun. Hayat bir masaldır, herkes için değişkenlik gösteren bir masal... Benim hayatım Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalından farksızdı. Yıllar önce peşime düşen bir avcının insafına bırakıldım ve biçilen zoraki bir kader beni hayata bağladı. Yaşamın değeri ancak elinden alınırken anlaşılırmış, bunu gördüm."

-Asmin


14 YIL SONRA • İSTANBUL

Aceleci adımlarla kapıdan içeri girerken resepsiyonda çene çalan asistanının onu beklediğini fark etti. İstifini bozmadan koridorda yürürken "Ooo Uğur Bey, sabah sabah bu ne rahatlık, ne gevezelik." diye laf atmayı da ihmal etmedi. Geldiğini fark eden adam peşine takılınca arkasını dönmeden elini uzattı ve asistanının eline tutuşturduğu dosyaya baktı. "Hastanın durumunda değişiklik var mı?"

"Maalesef, sabaha karşı beyin ölümü gerçekleşmiş."

Hışımla arkasına döndü. "Peki, sen neden bana haber vermedin?"

"Siz demiştiniz ya... Çok önemli bir şey olmadıkça, mesela birinin kafası kopmadıkça beni akşamları şey etmeyin diye, ben de ondan şey-"

"Bundan sonra, böyle önemli konularda şey et Uğur, olur mu?"

"Tabi Asmin Hanım, şey ederim."

Yürümeye devam ederken aklına tekrar bir şey takıldı ve duraksadı. "Telefonda Zafer Hoca bir vakadan bahsetti. Küçük bir çocuk hakkındaydı sanırım, doğru mu hatırlıyorum?"

"Ha evet, bir Serebral Palsi vakası. Çocukta doğum sırasında gelişen bir felç diyorlar ama bilmiyorum. Yani elimizde fazla bir bilgi yok şuan. Zafer Hoca sizin ilgilenmenizi söyledi."

"Tamam, hasta hangi odada?"

"Evindeki herhangi bir odadadır herhalde."

"Ne?" Kaşlarını çattı merakla. Aldığı cevapla şaşkına dönmüş gibiydi. "Hasta burada değil mi yani?"

"Yok, hayır. Siz gidecekmişsiniz evlerine."

En nefret ettiği şey, birilerinin ayağına çağırılmaktı. Buna rağmen sabırla derin bir nefes alıp sinirlerine hâkim olmaya çalıştı. "Bugün yoğunum ve bir sürü hastam var. Onları nasıl bırakıp gideceğimi de söyledi mi? Ayrıca böyle bir durumda evde muayene edilmez ki, bunu Zafer Hoca da çok iyi biliyor."

"Yok, zaten muayene için değil, çocukla ve ailesiyle tanışmak için gitmenizi rica etti. Duyduğuma göre çok önemli biriymiş. Bir tekstil devi!" Kendini bu duruma fazla kaptırdığını fark eden adam öksürerek toparlandı. "Zafer Bey dedi ki, doktor olmak böyle bir şey dedi. Hastalar nereye-"

"Tamam, kes." Kolundaki saate baktıktan sonra gözlerini kapattı ve sabırla nefes alıp verdi. "Adresi beş dakika içinde bana mesaj atıyorsun." Asistanından dosyayı aldıktan sonra asansörle aşağı indi. Hastaneden çıkana kadar tırsak asistanı adresi mesaj atmıştı bile. Çocuğun ailesi kesin ensesi kalın adamlardı. Tekstil devi olması dışında bir özelliği var mıydı, merak ediyordu doğrusu. En nefret ettiği şey insanlar arası ayrım yapmaktı, bu yüzdendi anlık siniri. Ama bazen üstleri yüzünden kimi zaman ayrımcılık yapmak zorunda bırakılıyordu ve bu da canını çok sıkıyordu, tıpkı şuan olduğu gibi... Arabasının ön koltuğuna çantasını ve dosyayı bıraktıktan sonra sürücü koltuğuna yerleşti. Adres doğrultusunda ilerlemeye başladığında "Çattık belaya ya," diye söylenmeye başladı. Biraz göz gezdirdiği dosyada adamakıllı bilgiler görememenin öfkesini taşırken, araba geçtiği bir dağ yolunda tekleyince iyice çileden çıkmıştı Asmin. Arabadan aşağı indi ve ön kaputu açtı. "Allah'ım neden ben ya? Samimiyetle soruyorum, neden ben?" Yüzü gözü motor yağına bulanınca daha da sinirle kaputu kapattı. Bugün her şey ona karşı gibiydi. "Hayır, bir kere bu evin dağ başında ne işi var?" Arabaya yaslanıp sinirle telefonunu tuşlamaya başladı. "Bir de telefon çekmezse sen o zaman gör şenliği." Kendi kendine söylenirken telefonun çektiğini fark edince sevinçten ne yapacağını bilemedi. "Alo! Ya usta ben yolda kaldım, hani sorun çıkarmayacaktı bu bana? Ne? Ya çok uzaktayım ben şimdi, nasıl geleyim? Üstelik bir hastama da yetişmem lazım. E ne olacak şimdi? Tamam, tamam usta ben akşama bırakırım o zaman ne yapalım." Sıkıntıyla oflayarak telefonu kapattı. "Anladım Allah'ım, anladım. Hani yıllar önce kefeni yırtmıştım ya, onun diyeti bu. Anladım." Bıkkınlıkla telefonunu tuşlamaya başladı fakat o sırada bir araba gelip tam arkasında durdu. Ezilmenin kıyısından geçmişti, hızla kenara çekildi. "Yuh! Ezseydin bari niye durdun ki?"

Arabadan inen adam güneş gözlüğünü çıkardı ve dikkatle kızı incelemeye başladı. Kendisi hakkında sarf edilen o kaba kelimeleri duymuştu. Böylesine güzel, alımlı ve kibar görünümlü bir kıza yakıştıramamıştı doğrusu. Bozulduğunu saklamadı. "Yuh falan, ayıp olmuyor mu hanımefendi? Ben size yardım etmek için durdum ama..." Yüzü gözü motor yağına bulanmış kıza bakarken gülmemek için kendini zor tuttu. "Anlaşılan sizin yardıma falan ihtiyacınız yok."

"Ama siz de eziyordunuz beni ve halâ özür dilediğinizi duymadım."

Sıkıntıyla ofladı Caner. "Peki, özür dilerim. Konu kapandı mı?"

Başını yana eğdi ve çaresizlikle "Kapanmak zorunda." dedi. "Benim bir yere yetişmem lazım, hastam var. Bana yardımcı olabilir misiniz?"

Tek kaşını iddialı bir biçimde kaldırdı ve çapkın çapkın kızı süzmeyi de ihmal etmedi. Oldukça güzeldi. Onu havalı ve aksi gösteren kavisli kaşları, gür kirpikleri büyüleyiciydi. "Tabi, elimden geleni yaparım. Ama önce tanışalım isterseniz." Elini uzatarak "Ben Caner." diye kendini tanıttı.

Temkinli bir biçimde el sıkıştı ve "Asmin." dedi. Tanımadığı birine karşı fazla sıcaktı genç adam. Üstelik yaşça kendisinden küçük olduğu da Asmin'in dikkatinden kaçmamıştı. Kendisine aracın kapısını açan adama baktı. "Arabamdan dosyamı ve çantamı alayım." Dosyasını ve çantasını kaptığı gibi Caner'in arabasına yerleşti. Adamın aniden gaza yüklenmesiyle olduğu yerde sarsılıp emniyet kemerine sarılması bir oldu. "Çüş! Hastamız var dedik de yolda öldür demedik efendi."

Gözlerini kısarak "Ya sen hep böyle kaba mısındır?" diye sordu. Mani olamamıştı kendine. O meraklı adam çıkıvermişti yine içinden.

"Neysem oyum ben, içim dışım bir."

Genç adam gülümseyerek "Onu anladım zaten." derken hafif kahkahalar atıyordu. Kızın aksice "Ne gülüyorsun be gevrek gevrek?" diye söylenmesiyle daha da gülmeye başladı. Normalde sinirlenmesi gerekirdi fakat çok içten, samimi ve dürüst gelmişti bu sözler. Gözünü yoldan ayırmadan aklındaki soruyu sordu. "Nereye gidecektin sen?"

"Hastamın evine."

Yeni anlamış gibi "Ha sen doktorsun. Ben hastamız var deyince bir yakınına yetişiyorsun sandım." dedi. "Peki, kim bu hasta?"

"Galip..." Dosyasına tekrar baktıktan sonra "Galip Tekinoğlu'nun evi. Artık evi mi yoksa sarayı mı demem daha doğru olur bilemedim."

"Neden öyle dedin ki? Yani o da normal bir insan olamaz mı bizim gibi?"

Asmin saatlerdir biriktirdiği öfkeyi ve kini dökercesine "Olamaz efendim!" dedi hiddetle. "Doktorları ayağına çağıran bir küstahtan hiçbir şey olamaz!"

"Ooo... Daha tanışmadan fitil etmiş seni anlaşılan." derken gevrek gevrek gülmeye devam ediyordu.

"Etti ya, etti tabi! Ben bir günde kaç hastayla ilgileniyorum beyimizin haberi yok bundan tabi, emir eri gibi evine çağırıyor. Kaç hastanın hakkına girdi kim bilir... Neyse, Allah affetsin ne diyeyim."

Alay eder gibi baktıktan sonra "Sen böyle bayağı sofi falansın herhalde." diyerek güldü.

"Dalga geçme, bir bakmışsın Allah çarpmış seni. O zaman iyi gülersin sonra."

Başını iki yana sallayarak yola odaklandı. Kahkahalarını durduramıyordu. "Bugünlük bu kadar komedi bana yetti. Zaten eve de geldik." Büyük parmaklıklı kapıların açılmasıyla içeri girdi ve garaja park etti arabasını.

Bunu görünce şaşıran Asmin neye uğradığını şaşırdı. "Ne? Bana Galip Tekinoğlu olduğunu söylemeyeceksin değil mi?" Ama bu mümkün değildi, karşısındaki adam Galip Tekinoğlu olabilecek kadar büyük göstermiyordu. Şimdiden utanmaya başlamıştı bile. Yerin dibine geçmek istiyordu fakat onun bile kaç katlı olduğunu unutmuş durumdaydı.

Arabadan inerlerken tüm kozun kendisinde olduğunun farkında olan adam havalı havalı yürürken "Hayır canım, ben yeğeniyim onun." dedi ve elini uzattı. "Caner Dağhan."

Kendisine uzatılan eli sıkarken yutkundu kadın. Neden çenesini tutamazdı ki? İçindeki o sert, ciddi, herkese karşı mesafeli ve suskun Asmin'e ne olmuştu? Tabi, sinirlenince gözü hiçbir şey görmüyordu, unutmuştu. Bozuntuya vermemeye çalışsa da kulaklarına kadar kızarmıştı.

MARDİN

Gözlerini araladığında telefonunun sesi kulaklarını tırmalamaya başladı. Uyanmasıyla eş zamanlı çalan telefonunu komodinin üzerinde el yordamıyla bulup açtı. Daha kulağına götürmeden arkasında uyuyan karısı Zühre "Kimmiş?" diye sordu uykulu bir sesle. "Bilmiyorum, daha açmadım." Telefonun diğer ucunda "Azad neredesin oğlum ya?" diye söylenen arkadaşı Aydın'ın sesiyle neye uğradığını şaşırdı. "Aydın? Saatin kaç olduğunun farkında mısın sen?"

"Aydın ya, Aydın! Nerelerdesin hayırsız?"

"Ben evdeyim de... Sen neredesin? Sakın bana-"

"Evet, Mardin'deyim oğlum! Hadi atla gel, şirkette bekliyorum."

"İnsan bir önceden haber verir değil mi? Tamam kapat, geliyorum." Telefonu kapatıp aceleyle yataktan kalktı. "Ben duşa giriyorum." dedi kısa ve öz bir biçimde.

"Kahvaltı etmeyeceksin?"

"Hayır."

"Ama babam-"

"Zühre, kahvaltı etmeyeceğim cümlesinin neresini anlamadın?" Cevap dahi beklemeden duşa girdi. Genellikle karısına karşı gayet iyi biri olabildiği halde kimi zaman ona yersiz çıkışlar sergilediğinin farkındaydı. Ama engel olamıyordu işte, yılların nefretini ondan çıkarıyormuş gibi hissetmek kendisinden tiksinmesine sebep oluyordu. Zamanla bu acı yüreğini çürütmüştü ve o hiçbir şey yapamıyordu. Her şeye rağmen Zühre, onun iki çocuğunun annesiydi. Ona karşı biraz daha ılımlı yaklaşabilirdi. Duştan çıktıktan sonra yeni kıyafetlerini giydi ve sırtına ceketini geçirerek odadan çıktı. Zühre ortalarda yoktu, onun yerine kızı yapıştı bacaklarına. Asmin... Asmin'i... Onunla mutlu bir aile kuramamıştı belki ama onun adını taşıyan bir kızı vardı. Evlenmek mecburiydi onun gibi biri için, bir erkek evlat sahibi olabilmek ve soyunu devam ettirebilmek için şarttı bu. Fakat ilk çocuğu kız olunca... Hani bir ortamda sessizlik olunca "Kız oldu zağar." denirdi ya, tüm konak sessizliğe bürünmüştü. Ailesi daha fazla sıkıştırmaya başlamış hatta karısının üzerine kuma getirmesi konusunda baskı bile yapmıştı. Ama şimdi düşündüğünde, kızı bu hayatta yaptığı en güzel şeydi. Sırma saçlı güzel kızı, Asmin'i... Onun bir "Baba!" deyişine bile ölürken tatlı kızının coşkuyla "Babacığım, günaydın!" diye bağırması mutluluktan uçurmuştu onu. Kucaklayıp havaya kaldırdı güzeller güzeli kızını. "Asmin'im! Nur tanem, günaydın..."

"Nasılsın baba? İşe mi gidiyorsun?"

"İyiyim kızım. Evet, işe gidiyorum." Saatine baktı ve "Sen de okuluna geç kalıyorsun. Hadi hazırlan, seni de bırakayım." dedi.

"Tamam."

"Hadi bakalım..." Kızı gittikten sonra derin düşüncelere daldı. Bu hayat, onun için sandığından zor ve acımasızdı. Sevdiği kadının yasını sonsuza dek tutmasına bile izin yoktu. Bir başka kadının tenine dokunmak ellerini nasıl yakmıştı ilk zamanlar... Şimdiyse bir erkek evlatları olduğu için artık dokunmak zorunda değildi Zühre'ye. Bir şey söylemese de onun bu duruma ne kadar üzüldüğünü biliyor, içten içe Azad da üzülüyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu! O hayata gözlerini açtığından beri tek bir kadına âşık olmuştu, Asmin'i... Onu da öpüp koklayamadan soğuk mezara teslim etmişti zaten.

Genç adam için yaşam, 14 yıl önce sevdiği kadının ölüm haberinin geldiği gece bitmişti. Şimdiyse ailesi ve bu feodal sistem için yaşayan bir cenazeydi, hepsi bu.

...

Loading...
0%