@buzlarkralicesi
|
-24- "Martıların sesi tırmalıyor kulaklarımı, uyanıyorum. Gözlerimi araladığımda onun kollarının aciz bedenimi sardığını görüyorum. Onsuz bir hiçim, onunla tamamlanıyorum. Asmin, Azad olmadan tamamlanamazdı ki! Denizin dalgaları kıyıyı yalayıp kaçıyor, sesi huzur veriyor. Güneşin batışı, dalgaların ve martıların sesi, onun kollarında duyduğum güven... Uyanıyorum. Soğuk bir odadayım. Ne kulaklarımda dalgaların sesi, ne de üzerimde onun sahiplenici kolları var. Üşüyorum, titriyorum, özlüyorum, ağlıyorum. Susuyorum sonra. Tekrar gözlerim doluyor, yine ağlarken buluyorum kendimi. Bu acı yiyip bitiriyor tüm bedenimi." Gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarını yalıyordu pencereden sızan o soğuk rüzgâr. Gözleri kapalıyken bile bunu en derinden hissedebiliyordu. Üşüyordu. Gözlerini araladığında tüm bedeni ürperdi. İyi başlayıp kötü biten rüyalarından biriydi uyandığı bu rüya. Uyku sersemi ayağa kalkıp aralık kalan pencereyi kapattı. Yarın Bilal babasının ameliyatı vardı ve bu durum onu yeterince geriyordu. Bu düşünceler sabaha kadar uyutmadı, gözlerini araladığında bedeni halâ yorgundu. Vücudu kaskatı kesilmişti, sırtı soğuktan tutulmuş gibiydi. Pencereden dışarı baktığında veda eden kış onlara son karını armağan ediyor gibiydi. Birkaç dakika hafif atıştıran kar tanelerini seyrettikten sonra kıyafet dolabından füme rengi kalın kumaşlı pantolonunu seçti. Üzerine açık lila bir kazak geçirdikten sonra çantasını hazırlayıp telefonunun şarjına baktı. Her şey yolunda görünüyordu. Aynı durumun, günün ilerleyen saatlerde de devam etmesi için dualarını eksik etmedi Asmin. Açık kahverengi botunu giydikten sonra üzerine siyah kabanını geçirdi ve hardal rengi atkısını boynuna doladı. Evden dışarı çıktığında bu mucizevi havaya keyifsiz bir biçimde tebessüm etti. Şubat'ın son günlerini yaşıyordu İstanbul. Gökyüzünün beyazlığına inanamadı. Aracına bindiğinde karın ulaşımı etkilememesini ve trafiğin fazla olmamasını diledi. Aslında uzun zamandır düşündüğü tek şey, hiç kuşkusuz Azad'dı. İnsanlar onun hayatına girip çıkıyordu ve kadın bundan hiç etkilenmiyordu. "Hayat..." deyip geçiyordu. Fakat Azad... Onun için aynı şey elbette geçerli değildi, olamazdı da. O, bu dünyada ona verilmiş en değerli şeydi. Bunu yıllar geçtikçe daha iyi anladı. Onun değerini bilememiş olmak, sevdiği adamı yarı yolda bırakmak kalbinde büyük çapta oluşan bir ağrıya sebebiyet veriyordu. Bu kalp onundu ve hep onun kalacaktı. Onun için atacak, onun için ağrıyacak ve sonunda onun için duracaktı. Ancak şimdi tüm bu sözler genç adamın duyduğu sınırsız öfke karşısında koca bir hiçti. Hastaneye vardığında ayakları titriyordu. Bunun soğuktan değil de heyecan ve korkudan olduğunu bilmek onu yeterince sarsıyordu. Her sabah kapıdan içeri girer girmez onu karşılayan asistanı bugün yoktu. Resepsiyonist kıza sorduğunda "Bilmiyorum." cevabından ötesini alamadı. Boynundaki atkıyı sıkıntıyla çözdüğünde soyunma odasına girmek üzereydi. Bugün ne lanet bir gündü böyle. Hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğini anlaması uzun sürmedi. Asistanı Uğur'un dolaba yaslanmış bir biçimde üzgünce oturduğunu görünce nasıl yaklaşacağını bilemedi. Sağ elinin baş ve orta parmağı burun direğinde dolaştıktan sonra otoriter tavrından ödün vermedi ve "Ne oluyor burada? Senin işin yok mu?" diye sordu kadın. "Niye burada tembellik ediyorsun?" Onu fark eden genç çocuk oturduğu yerden aniden kalkıp "Affedersiniz..." diye mırıldandı. Tam yanından geçip gidecekken hocasının onu kolundan tutup durdurmasıyla olduğu yerde kaldı. "Neyin var senin?" Genç çocuğun yanaklarındaki ıslaklığı gördü fakat belli etmedi. Hem onun gururunu kırmak hem de şımartmak istemediğinden ötürü sıradan bir tavırla yaklaşmayı tercih etti. "Bir şeyim yok." İmalı bir ses tonuyla "O yüzden bu haldesin. Anladım." diyerek başını aşağı yukarı salladı. "Hocam, izninizle ben işime döneyim. Sizi sorunlarımla meşgul etmek-" "Meşgul ettin bile." Umursamazca ceketini çıkardı ve "Sorun ne?" diye sordu. Bugün kendini her zamankinden daha yorgun ve bitkin hissediyordu. Hem dün geceki kâbus, hem de bugünkü kritik ameliyat onun üzerinde büyük bir etkiye sebep olmuştu. Bir de şimdi asistanının sorunu vardı tabi. Bir süredir yanında çalışan bu çocuk, ona hiçbir zaman saygıda kusur etmemiş, kaytarmak için bahane bulmamıştı. Şimdiyse yüzünden düşen bin parçaydı. "Kız arkadaşım... Beni sebepsizce terk etti." Yapmacık bir şaşkınlıkla "Ve sen de oturmuş burada ağlıyorsun." dedi ve yüzündeki ifadesiz alaycılığı saklama gereksinimi bile duymadı. "Anladım..." Bu ayrılıktan dolayı yeterince üzgün olan Uğur, karşısındaki kadının durumu küçümsemesine karşılık "Bildiğiniz gibi değil Asmin Hanım." diye karşı çıktı. "Biz çok küçük yaşlardan beri birlikteydik. Birbirimizden saklımız gizlimiz olmazdı. Sebepsizce her şeyi bitirdi, ne olduğunu bile anlayamadım. O benim için çok değerliydi, bunu anlayamazsınız." "Anlayamaz mıyım? Sen bunları sadece kendinin yaşadığını mı sanıyorsun?" "Hayır, ama-" "Bak, bu durumda iki seçenek var. Ya aranızda bir yanlış anlaşılma vardır, ya da artık seni dostu olarak görüyordur. Ve iki seçenekte de oturup ağlamak çözüm değil. Savaşmalısın ya da onu kafanda bitirmelisin." Odadan çıkmak için arkasını döndü ve umursamaz bir ses tonuyla "On dakika içinde ikisinden birini yapmaya karar vermiş ol ve odama gel. Daha çok işimiz var." dedi. Tam kapıdan çıkarken kendisine bakan asistanına döndü. Bakışları güçlü, kendinden emindi. "Bana bak; hayat zordur, alışsan iyi edersin." Odadan çıkıp giderken söylediklerinin doğruluğuna takıldı. Hayat zordu, evet ama kaç kişi buna alışabilmişti ki? En yakın örnek olarak kendisi alışabilmiş miydi bu duruma? Azad'ın ona olan nefretine, ailesinden ve sevdiği adamdan uzakta bir ölü olarak yaşamaya... Koridorda yürürken kendisine doğru gelen adamın Azad olduğuna inanamadı. Utanmasa gözlerini ovalayıp bu durumun gerçekliğini sorgulayacaktı. Hızlı adımlarla ona doğru yürüdü ve yüz yüze geldiklerinde "Azad..." diye mırıldandı. Soğuk ve ciddi bir ses tonuyla "Merhaba." dedi adam. Aslında içinden ona sıkı sıkı sarılıp her zerresini özlemle öpmek geliyordu ama affedemiyordu. Böyle bir hatayı kim hemen affedip hayatına devam edebilirdi ki? İnsanı en çok sevdiğinin yaptığı hatalar yaralıyordu işte, bu hiç sekmeyen bir gerçekti. Ona bir hasta yakını gibi yaklaşan adamın buz gibi bakan gözlerine döndü buruk bakışları. Yutkunarak "Merhaba." diye karşılık verdi. Yutkundukça hayal kırıklıkları boğazını yırtıyor gibiydi. "Babamla ilgili bilgi almak istiyorum." "Tamam, odama geçelim istersen." "Fazla vaktim yok." "Lütfen Azad, bana bu şekilde davranmana dayanamıyorum." Sessizliğinde boğdu sevdiği kadını. Ona cevap verme tenezzülünde bile bulunmadan eliyle işaret etti. "Önden buyur." Sesindeki sevgisizlik, nefret, öfke, soğukluk ve ciddiyet... Bu karşısındaki kadını yaralıyordu, biliyordu ama elinden daha iyisi gelmiyordu. Kalbini sıkıştıran ve onu huzursuzluğa sürükleyen bir his belirmişti içinde. O sevgi dolu, ona ölesiye âşık adam şimdi bambaşka biriydi. Bir yabancı gibi. En kötüsü de, bunun sebebi kendisiydi. Bunu bilerek yaşamak sanıldığından daha zor ve sancılıydı. Odasına vardığında kabanını ve atkısını astı, beyaz önlüğünü giydi ve masasına oturdu. Ellerini birbirine kenetlerken karşısındaki adamın ona karşı davranışlarını yok saydı. "Benden tam olarak ne öğrenmek istiyorsun? Doktoru ben değilim, Bora. Biliyorsun." "Biliyorum, ama bu karar doğru bir karar mı emin değilim." "Hangi karar?" "O doktor yeterince iyi mi? Bunu bilmiyorum mesela. Neden ameliyatı onun yapması için bu kadar bekledik? İyi bir sonuç alabilecek miyiz?" "Bak, endişelerini anlıyorum. Bilal baba benim için de çok önemli." "Herkesten gizli işler çevirmenizden anlaşılıyor." diye mırıldandı Azad. "Yapma, lütfen. Bunun böyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Biz birbirimize güvenmek zorundaydık. Ayrıca konumuz da bu değil." "Aslına bakarsan konumuz ne biliyor musun? Senin ihanetin. Bana bunu yapabildiğine halâ inanamıyorum." "Bak, ben her saniye seni arayıp her şeyi anlatmak istedim ama-" "Biliyorum, biliyorum. Babam durdurdu değil mi? Peki, sen hiç bana haksızlık yapıyor olabileceğini düşünmedin mi ha, söylesene?" Başını çaresizlikle iki yana salladı ve "Her saniye..." cevabını verdi. Pişmanlığı gözlerinden okunuyordu. "Bunu her saniye düşündüm ama başka çarem yoktu Azad. Sen doğal olarak bir aile kurmuştun, bu senin en doğal hakkındı. Ve ben gittiğim yere seni sürükleyemezdim. Üstelik gittiğim yolda neyle karşılaşacağımı bile bilmezken, yolumun nereye gittiğini bile bilmezken... Buna hakkım yoktu, anla beni." Başını önüne eğip birkaç saniye sakinleşmeye çalıştı. Bunun için gelmemişti buraya. Asıl amacını hatırlayarak "Peki, babamın bu ameliyattan kurtulma ihtimali ne?" diye sordu. Onun için endişeleniyordu. Babasına bir şey olursa ne yapardı, bilemiyordu. "Elimizden geleni yapacağız Azad. Ben bu ameliyat için Bora'yı bekledim, çünkü o kardiyoloji alanında ölüm oranı en düşük cerrahlardan biri. Ona güvenebiliriz. Ben her şeyi en iyi şekilde düşündüm, planladım. Her şey güzel olacak, sadece biraz zaman gerekiyor. Zaman ve sabır... Bana güven, en azından bu konuda." Başını iyi yana sallayarak "Sana güvenmeyi öyle çok istiyorum ki... Maalesef tüm güvenimi yıktığın için bunu başaramıyorum." cevabını verdi adam. Halâ kalbi kırıktı ve bunu kimin veya neyin iyileştireceğini bilemez haldeydi. Belki kalbini iyileştirecek tek deva, yine kalbini kıran bu kadındı. Ayağa kalkıp Azad'ın yanına yürüdü. Onun karşısına geçtiğinde yere çöktü ve sevdiği adamın yüzünü ellerinin arasına aldı. "Bunu telafi etmek için canımı bile veririm Azad, yeter ki bana ilk ve son bir şans ver." Yüzünü sevdiği kadının ellerinden kurtarırken alev alev yanıyordu. Onun titreyen dudakları, içindeki bir şeyleri öldürüyordu. Fazla mı tepki veriyordu acaba? Tamam, bu yaptığı gerçekten affedilemezdi ama sebebini bile bile üstüne bu kadar gitmek doğru muydu? Bilmiyordu, kafası öyle karışıktı ki... Ayağa kalkıp elleri ceplerinde kapıya doğru yürüdü. "Beni babamın yanına götür." Başını önüne eğip çaresiz kabullenmekten başka bir şey yapamadı. Sonsuza dek affetmeseydi de haklıydı, Asmin ağzını açıp tek kelime edemezdi. Koridora çıkıp yaşlı adamın odasına doğru yürüdüklerinde aralarında herhangi bir konuşma geçmedi. Kapıyı açıp Azad'ı içeri buyur ettiğinde mahzun bir bakışla "Siz baş başa rahat rahat konuşun. Ben sonra uğrarım." dedi ve usulca arkasını döndü. İçinden delirmiş gibi ağlamak geliyordu ama her nedense bir güç bunu yapmasına engel oluyordu. Hissizleşmiş, umursamaz bir hal almıştı sanki. Yüreğine keskin bir bıçak batırılsa hissetmeyecek gibiydi. Onu girdiği bu ruhsuz duygulardan koridorun başındaki tanıdık yüz soyutladı. Abdülhan Ağayı karşısında görünce neye uğradığını şaşırmış, anlık bir şoka girmişti. Ardından yeğeni Haşim'in geldiğini görünce hemen arkasını dönüp hızlı adımlarla tam tersi istikamette yürümeye başladı fakat arkasındaki o tanıdık ses tonunun "Asmin!" diye seslenmesi kalbinin hızla atmasına sebep oldu. Nefesini tuttu ve durup durmama konusunda ikileme düştü. Durursa, herkes yaşadığını öğrenecek ve kendisi de bu savaşı mücadelesiz kaybedecekti. Durmasa... İşte o zaman ne olurdu, bilmiyordu. ... * ••• SOSYAL MEDYA |
0% |