Yeni Üyelik
31.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 29

@buzlarkralicesi

-29-

Kalbi öyle hızlı atıyordu ki, hoyrat sesi kulaklarında çınlıyordu. "Sen..." Bir şeyler söylemek istedi fakat gevelemekten öteye gidemedi. Tüm vücudu felç olmuş gibiydi.

"Buraya nasıl geldim, seni nasıl buldum değil mi?"

Kadının sesinde kinayeli bir ton hâkim değildi. Aksine, aldatıldığını öğrenen bir kadına göre fazla sakin ve anlayışlıydı. Asmin'i korkutan da buydu ya zaten. "Hiçbir şey sandığın gibi değil. Biz Azad'la sandığın tarzda bir ilişki yaşamadık."

"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin Asmin. Kocam da sen de kötü insanlar değilsiniz, bunu biliyorum. Azad'la da her şeyi bile bile evlendim ben. Sandığın gibi buraya pislik çıkarmaya da gelmedim."

"Hayır, ben öyle düşünmedim." Üzerindeki şoku biraz olsun atlatmıştı, artık sakince konuşabiliyordu. "Bak Zühre, seni çok tanımam. Ama pislik çıkaracak birine benzemiyorsun. Şuan beni burada görmek seni çok üzdü, bunun da farkındayım ama biz-"

"Ben her şeyi biliyorum Asmin, boşuna kendini yorma. Kadın bilir, hisseder her zaman. Nitekim Azad saklamadı da hiçbir zaman. Hep seni sevdi, evlendiğimiz ilk günden beri bu böyle oldu. Ama buraya gelişim... Yani seninle karşılaşmayı ummuyordum ama..." Biran cümlelerinin devamını getiremez olmuştu. Konuşamayacağını hissetse de tüm gücünü toplayıp devam etmeye karar verdi. "Buraya sana yalvarmaya geldim. Bak, neredeyse 8 yıl Azad'a kadınlık ettim. Ona adadım kendimi. Her şeyden önce bizim çocuklarımız var. Kendimi düşünüyorsam ne olayım. Ama onun peşini bırak Asmin, zar zor toparladığım yuvamı yıkma. Çünkü biliyorum ki, Azad seni görünce her şeyi unutur. Çocuklarını..."

"Zühre, buna izin vermem. Biliyorsun. Konuşmanın başında da dediğim gibi, senin için bir tehlike teşkil etmiyorum."

"Lütfen, sözümü kesme." diye durdurdu Asmin'i. Şuan ne kadar saçma bir durumun içinde olduğunu fark etti ve buna gülmemek için kendini zor tuttu. Kocasının çocukluk aşkını karşısına almış kırk yıllık ahbap gibi konuşuyordu. Başka çaresi var mıydı? Elbette yoktu. İyilikle olmazsa hiç olacağı yoktu çünkü. Asmin'in yaşıyor olduğu gerçeği onu yeterince şaşırtmışken ağzından çıkanları kontrol edebilmesi güçtü. "Senin yoluna taş koyacak değilim. Söyleyeceklerimi tehdit olarak da algılama ama bunu söylemek zorundayım. Ailemin dağılmasını istemiyorum Asmin, beni anlamanı bekliyorum. Eğer sen Azad'ı yuvasına, çocuklarına geri gönderirsen, onu bize bağışlarsan seni gördüğümü unuturum. Adını dahi unuturum, inan bana! Sadece bir cümle duymak istiyorum senden."

Karşısında konuşan kadın ne kadar kibar olursa olsun, bu öyle onur kırıcı bir durumdu ki... Kendini yuva bozan kadın pozisyonunda hissetmesine sebep olmuştu. Öte yandan Zühre'ye de kızamıyordu. O yalnızca ailesini bir araya toplamaya çalışan bir kadındı. Bugün dışında hayatı boyunca Mardin toprakları dışında hiçbir yere ayak basmamış, oraya ait bir kadındı. "Buraya kadar boşuna zahmet etmişsin." dedi soğuk bir sesle. "Benim niyetim sizi ayırmak olmadı hiç. Birbirimize dürüst olalım, eğer isteseydim bunu yapardım ama aklımdan dahi geçmedi. Azad'ın yeri çocuklarının yanı Zühre, sen gelmeseydin de bu böyle olacaktı zaten. İçin rahat olsun."

Sessizce ayağa kalktı kadın. Minnet dolu gözlerle "Allah senden razı olsun." dedi ve usulca odadan çıkıp gitti. Her şeyin yoluna girmesi için uğraşıyorsa bu kesinlikle kendisi için değil, yalnızca çocuklarının iyiliği içindi. Kendini düşünmeyi unutalı çok olmuştu. Artık kendi için yaşamıyordu ki. Düşündüğü, endişelendiği tek şey çocuklarının mutluluğu ve geleceğiydi. Birbirine âşık olmayan iki insanın evliliğiyle bu ne kadar mümkün olurdu bilmiyordu. Ama o bir anneydi, çocukları için gerekirse herkese yalvarabilirdi.

Asmin'se yoktu artık. Adeta yıkılmıştı. Bildiği, unutmaya çalıştığı şeylerin yüzüne vurulmasıyla ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Serseme dönmüştü. Bir saatten fazla olmuştu o koltukta oturalı. Ne savaşacak gücü kalmıştı, ne de sebebi.

Kimseye hesap vermeden hastane kapısından dışarı çıktı. Garajdan aracını çıkarttı, ilerlemeye niyetliyken Mesut kesti yolunu.

"Hanımım, durun Allah aşkına." Bir şeyleri saklamak ister gibi bir hali vardı. Öte yandan ısrarcı bir ifadeyle "Lütfen, arabayı ben kullanayım. Bilal Ağa sizi katiyen yalnız bırakmamamı emretti. Vallahi canımı yakar." dedi. Utanmasa yalvaracaktı. Karşıdaki manzarayı görmemesi için Allah'a dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu.

Sürücü koltuğundan inip yan koltuğa geçti kadın, hiçbir şey söylemedi. Her seferinde Mesut'a en az bir kez takılırdı. Bugün yapmadı. Adam da bunu fark etmişti lakin şaşıracak zaman yoktu. Hızlı bir biçimde bu yoldan çıkmaya çabaladı. Fakat gecikmişti.

Tam karşılarındaki ağaçlık alanda Zühre ve Azad'ı gördü kadın. "Dur Mesut." dediğinde her şey bitmişti. Ne Mesut'un saklayacak bir şeyi kalmıştı, ne de Asmin'in içinden kopanların tamiri olabilmişti. Uzun uzun baktı onlara. Yanlarında çocukları vardı. Onların burada ne işleri olduğunu düşünecek durumda değildi. Sevdiği adam, tam karşısındaydı. Karısı ve çocuklarıyla, ailesiyle... Azad'ın şaşkın ve kızgın bakışlarını Zühre'ye dikmiş olduğunu fark etmedi bile. Öyle üzgün, öyle kırılmış, öyle hırpalanmış ve örselenmiş hissediyordu ki... Sadece susmak istedi. Kırgın ve cılız sesiyle, "Gidelim..." dedi sadece.

Asmin'in yaşadığı yıkımı gözlerinde ve davranışlarında gören Mesut'sa en az onun kadar üzülmüştü. Yapılan tek bir hata herkesin hayatını değiştirmişti. Bu da yetmezmiş gibi her iki tarafın da canını yakıyordu. Ağasına mı üzülseydi, yoksa yıllardır onun yolunu gözleyen bir garip Asmin Hanıma mı? Şaşırmış kalmıştı doğrusu.

Genç kadınsa başını arkaya yaslayıp gözlerini kapamıştı. Tüm bu olanları unutmak istiyordu fakat az önce küçük kızının Azad'ın kucağına atlayışı gözlerinin önünden gitmiyordu. Gözlerini kapadığında bile değişmiyordu bu. Çalan telefonuyla biraz olsun kendine gelmeye çalıştı. Arayanın Caner olduğunu fark edince kendine çekidüzen vermeye çalışarak açtı telefonu. "Efendim."

"Nasılsınız prenses?"

"İyiyim, sen?"

"İyiyim. Müsaitsen görüşelim mi?"

Öyle yorgun ve bitkindi ki... İtiraz etmek istedi. Ancak sanki telefonun diğer ucundaki adam bunu hissetmiş gibi "Sakın hayır deme bak, yeter kasıntılık yaptığın." deyiverdi.

Zoraki bir biçimde "Tamam." cevabını verdi Asmin.

"Hastaneye mi geleyim?"

"Ben çıktım. Café Leton'a gel."

Bir terslik olduğunu sezen adam "Bir sorun mu var?" diye sordu ciddiyetle. Karşılığında "Kapatıyorum." cevabını alınca bir tersliğin varlığından emin olmuştu.

Asmin'se telefonu kapatır kapatmaz Mesut'a "Café Leton'a gidiyoruz." dedi ve başını tekrar arkaya yasladı. Camdan dışarısına baktı dalgın ve bitkin bir ifadeyle. Yine başa dönmüştü. Aslında hiç, bir adım öteye gittiği olmamıştı, bunu fark etti birden. Meğer ne aptalmışım, dedi içinden. Pembe aşk masallarına inanmaz sanmıştı, ama ilk fırsatta tekrar inanmıştı işte. Onun doğasında vardı mutlu sonlara inanmak. Oysa biliyordu, içinde bulunduğu yaşamın sonu mutlu bitemezdi. Bu hikâyenin mutlu sonu yoktu, olamazdı.

●●●

Bir balık lokantasında yer ayırtmıştı adam. Asmin'i almak için hastaneye geldiğinde Mardin'deki adamlarından birinin aracını görünce şaşırdı. Hastaneden çıkan Zühre'nin arabaya doğru yürüdüğünü görünce donup kalmakla kalmadı, sinirden kaskatı kesildi. Kendisinden izinsiz değil şehir dışına, konaktan bile çıkmayan karısı İstanbul'daydı. Üstelik şuan karşılaşmasalardı belki de bundan hiç haberi olmayacaktı. Hızlı adımlarla yürürken arabadan kızı Asmin ve oğlu Ferhat'ın indiğini görünce kendini frenledi. Yanlarına ulaştığında çocuklara sezdirmemeye çalışsa da karısına öfkeyle bakıyordu. Onun ne işi vardı burada? Kendisinden izinsiz kapıdan dışarı bile çıkmayan karısı, haberi olmadan buralara kadar gelmişti. Bu da yetmezmiş gibi çocukları da getirmişti. Onun "Ooo çocuklar, hoş geldiniz." demesiyle birlikte küçük kızı "Babacığım!" diye coşkuyla bağırarak kollarına atılmıştı. Sıkı sıkı sarıldı kızına, sonra oğlunun başını okşadı şefkatle. Bakışları tekrar karısıyla buluştuğunda dişlerini sıkarak "Hayırdır Zühre?" diye sormakla yetindi. Aslında öfkesi büyüktü ama sesinin sakin çıkabilmesi için elinden geleni yapmıştı. Şoför koltuğundan kalkıp kapıyı açan adamına "Çocukları bindirin, biz biraz Zühre'yle konuşacağız." dedi. Sesinde buz gibi soğuk bir hava esiyordu. Çocuklar araca bindirildiğinde kendisine ürkek bakışlarla bakan karısıyla kesişti gözleri. "Evet, Zühre, seni dinliyorum." Bağırmamak, sesini yükseltmemek için dudağının kenarını ısırıyordu.

Kocasının öfkeli bakışları ve kontrollü çıkmaya çalışan sesiyle başını önüne eğdi. "Ağam, ben..."

Çocuklarının bakışları kendisine kayınca "Her neyse, bunu akşam konuşacağız. Çocukların olmadığı bir zamanda..." dedi. Sesindeki tehditkâr tona bir türlü engel olamıyordu. Kızmıştı ve bir o kadar da şaşırmıştı. Asmin'i zor durumda bırakmak, isteyeceği en son şeydi. Buraya kadar gelen karısının Asmin'i görmüş olma ihtimaliyle korkuya kapılmıştı. Adamına döndü ve "Bizimkileri çiftlik evine götür." dedi.

"Tabi ağam."

Araca bir suçlu gibi binen Zühre'ye baktı bir süre. Bakışları çocuklarına döndüğünde yumuşadı, şefkatli bir hal aldı. El salladı arkalarından. Onların gidişiyle kendini hastanenin içine attı. Asmin'in asistanı Uğur'la resepsiyonda karşılaştığına memnun kaldı.

"Azad Bey, hoş geldiniz."

"Hoş bulduk. Asmin odasında mı?"

"Hayır, kendisi burada yok."

Anormal bir şey duymuş gibi kaşlarını çattı. "Nerede peki?" diye sordu merakla. Gün ortası nereye gitmiş olabilirdi ki? Bir yandan Zühre geldiğinde onun burada olmamasına sevinirken, diğer yandan nereye gittiğini düşünüp durdu.

"Hiçbir fikrim yok. Kendisini çıkarken bile görmedim. Genellikle bu saatlerde odasından ve ameliyathaneden başka yerde olmaz. Ama..."

"Tamam, anladım. Ben ararım onu şimdi. Sağ ol." Uğur'un yanından ayrıldığında ister istemez endişelenmişti. Asmin'in ortadan kayboluşunun Zühre'nin buraya gelişiyle bir ilgisi olabilir miydi?

●●●

Kafenin önünde araçtan indi ve Mesut'a "Sen git, ben Caner'le döneceğim." dedi kadın. Yüzünden düşen bin parçaydı. Duydukları, gördükleri, yaşadıkları... Tüm bunlar ağır geliyordu artık.

"Ama Asmin Hanımım, Bilal Ağaya-"

"Ben haber veririm. Hadi, şimdi kaybol." Mesut'u gönderdikten hemen sonra girmedi kafeden içeri. Akciğerleri kaynıyor gibiydi. Nefes alamıyordu sanki. Yağmurdan sonraki toprak kokusunu iyice çekti içine. Tam içeri girecekken diğer taraftan girmeye çalışan Caner çıktı önüne. Çarpışmak üzerelerken "Hop, hop! Neredeyse ezecektin beni." dedi adam. Cevap dahi vermedi Asmin, sorgusuz sualsiz yanında duraksayan adama dolu dolu gözlerle baktı. Sonra usulca "İçeri girelim mi?" diye sordu.

Bunu fark eden adam içeri giren kadını takip ederken ciddileşti. "Ne oldu?" Sesinde heyecan, merak ve biraz da korku vardı. "Kim üzdü seni böyle?"

Masalardan birine oturdu ve başını yere eğdi. Bir süre yere baktı hiçbir şey söylemeden. Sonra içini çeke çeke "Ben." cevabını verdi. "Bu defa ben kendi kendimi üzdüm Caner." Hiçbir şey anlamadan kendisine bakan meraklı adama bu sabah başından geçenleri anlattı. Ağzı açık dinliyordu Caner. Her şeyi anlattıktan sonra elleriyle kollarını ovaladı. Üşüyor gibiydi, ama dışı değil de içiydi üşüyen... Sağanak yağmura yakalanmış gibiydi yanakları, akan yaşların yerine yenileri geliyordu. "Kendimi ne kadar kötü hissettiğimi bilemezsin Caner."

"İyi de, nasıl öğrenmiş senin yaşadığını?"

"Soramadım. O kadar şaşırmıştım ki..." Hırıltılı bir nefes alarak dışarıdaki manzaraya baktı. Ağaçlardan dökülen sarı, turuncu yapraklar rüzgârın etkisiyle asfalta gecikmeli inişler yapıyordu. Oradan oraya savruluyorlardı, tıpkı Asmin gibi... "O an ne anladım biliyor musun?" Kendisine soru dolu gözlerle bakan adama döndü gözleri. "Asla mutlu olamayacağım. Asla bir yere ait olamayacağım. Ve... Zamanla bu "Asla"ların içinde benliğimi yitireceğim. İki cihan bir araya gelse, Azad'la bir ailem olmayacak mesela."

Mutsuzluktan bitkin düşmüş arkadaşının omuzlarına dokundu. "Hadi ama yapma. Böyle melankolik sözler sana yakışmıyor. Benim tanıştığım o sert kaya nerede? Hani toslamıştım, kafamı yarmıştım falan." diyerek güldü. Asmin'i de bir parça güldürmek istemişti ama başaramamıştı. "Sen mutluluğu en çok hak edenlerdensin."

"Öyle mi dersin?" İnanmaz bakışları adamın suratında geziniyordu. Arkadaşı buna sonsuz bir inanç duyarken kendi neden inanamıyordu? "Hak ediyorsam neden mutlu olamıyorum Caner?" Bakışları bu sorunun cevabını merak etmiyor gibiydi. Çünkü biliyordu yanıtı; mutluluğu hak etmek için çok geçti.

"Peki, şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?"

Omuz silkti cansız bakışlarla. "Her şeyi eski haline getirmeyi." Bunu yapmaktan kastının ne olduğunu masadaki iki kişi de biliyordu. Yine de açıklama gereksinimi duydu. "Azad'la aramızdaki tüm bağları koparacağım ve eski, yalnız hayatıma geri döneceğim." Onu teselli edebilmek için kendini paralayan adamın bileğine dokundu. "Eski güçlü Asmin olacağım." dedi. Buna inanmak istedi. Fakat bu olamazdı ki! Yıllardır Caner'in tabiriyle bir kaya misali sertliğini korurken birdenbire Azad çıkagelmişti. Tüm duvarlarını yıkmış, koruma kalkanlarını zayıflatmıştı Onun kurulan tüm düzenini alt üst etmiş, dengesini bozmuştu. Eski Asmin gibi davranamaz olmuştu artık. O güçlü Asmin yerini en ufak rüzgârda savrulabilecek yaprak misali titreyen, hassas bir kadına bırakmıştı. Telefonunun çalmasıyla gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Ekranda Azad'ın adını gördüğünde bile kalbi hızlı atmaya başlamıştı. Kim bilir yanına gitse, ona sarılsa... Bir daha ayrılabilir miydi? Kayıtsız bir biçimde cevapladı aramayı. "Alo."

"Asmin, nerelerdesin Allah aşkına? Hastaneye geldim, yoktun. Deliye döndüm! Başına bir şey geldi sandım. İyi misin?"

"İyiyim... Azad..."

"Efendim bir tanem?"

Dilinin ucuna gelen onca söz varken hepsini geri itti. Telefonda konuşulacak meseleler değildi bunlar. "Yarım saat içinde sahilde olur musun? Konuşmamız gereken şeyler var."

Kadının buz gibi sesiyle neye uğradığını şaşıran Azad, "Olur..." dedi şaşkınlıkla. Telefonun kapanmasıyla da ne düşüneceğini bilemedi. Nesi vardı Asmin'in? Bir anlam verebilseydi...

Telefonu büyük bir ölüm sessizliğinde kapatan kadın, Caner'in bakışlarıyla son gözyaşlarını da onun kollarında döktü. Kendisine sarılan adamın teselli veren kollarına sığındı.

Ayrıldıklarında samimiyetle kızın gözlerinin içine baktı. "Bak Asmin, senin için doğru karar ne bilmiyorum. Ama mutlu ol tamam mı? Kararın ne olursa olsun ben hep senin yanında olacağım."

Anladığını belli edercesine başını salladı kadın. "Beni sahile bırakır mısın?"

"Tabi, istediğin zaman kalkalım." Sohbet arasında içilen kahvelerin ücretini ödedikten sonra Asmin'i de alıp dışarı çıktı. Araca bindiklerinde sessizlik çökmüştü. Caner ağzını açsa, Asmin'i ağlatacak duygusal, vefakâr sözler edecekti.

Asmin konuşmaya çalışsa, gözlerindeki yaşlara yenileri eklenecekti. Sahilin önüne vardıklarında araçtan indi kadın. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim." diyebildi yalnızca.

"Arkadaşlar bugünler içindir." Bakışları sahilde kadını bekleyen Azad'a kilitlendiğinde "Bekleyeyim mi seni?" diye sordu.

"Yo, sen git."

"Emin misin?"

"Eminim Caner, hadi git." Sahile inerken son kez arkasına dönüp Caner'e el salladı. Güçlü durmaya çalıştıkça kendini kasıyordu. Artık güçlü durmak, eskisinden daha zordu. İç sesi bir sürü şey söylüyordu.

Sus...

Bırak...

Git...

Vazgeç...

Unut...

O senin değil...

Ama çok zor...

İmkânsız...

En çok "O senin değil..." sözü yakıyordu işte. İç sesi o sözü kulağına fısıldarken öldüğünü umursamıyordu. Azad yokken tek başına yürümeyi öğrenmişti. Şimdiyse kökünden koparılmış bir ağaç gibiydi, kökleri acıyordu. Onsuz adım dahi atamayacak duruma gelmişti. Kalbi kanıyordu belki de, bu kadar acı çekmesini açıklayan başka bir durum söz konusu değildi. Adımları sevdiği adama yaklaştıkça titriyordu. Düşüp bayılacakmış gibi hissediyordu kendini.

Kendisine doğru yürüyen kadını görür görmez iki adımda yanına yetişti. Hiçbir şey sormadan sıkı sıkı sarıldı ona. Ağız dolusu bir "Ömrüm..." dedi doya doya. Ayrıldıklarında yüzünü ellerinin arasına alıp saçlarını okşadı. "Telefonda sesin öyle kötü geliyordu ki, kötü bir şey oldu sandım."

"Kötü bir şey oldu zaten Azad." Sesi bir ceset kadar cansız ve bitkin çıkmıştı. O bile inanamamıştı konuşanın kendisi olduğuna. "Çok kötü bir şey oldu."

"Asmin, ne oldu? Endişelendiriyorsun beni." Genç kadından bir süre cevap gelmeyince merakı ve endişesi katlanarak büyüdü. "Ne olduğunu söylemeyecek misin? Bak, böyle susarak beni daha çok korkutuyorsun."

"Çok kötü bir şey oldu Azad." Sevdiği adamın elini tuttu, dudaklarına götürdü ve öptü. "Ben sana âşık oldum. Ve bu benim sonum oldu..." Yıllar önce bir ağanın oğluna âşık olmuş, kaderiyle tezat oluşturan bir işe imza atmıştı. Hâlbuki nereden bilebilirdi ki, onların törelerine baş kaldıran bir asi olacağını? Kaderin onu bu çıkmaz yola sürükleyeceğini nereden bilebilirdi?

"Asmin... Neler söylüyorsun güzelim, iyi misin? Biri canını mı sıktı?"

Adamın söylediklerini duymazdan gelerek devam etti. "Daha kötü bir şey oldu sonra." Ölüm kokan bakışlarını adamın gözlerine dikti. "Tozpembe rüyamdan uyandım bu sabah."

Ciddileşerek "Konuştuklarından hiçbir şey anlamıyorum." diye yalan söyledi adam. Oysaki her şey ortadaydı, bal gibi de anlamıştı. Anlamazdan gelmek daha kolay gelmişti sadece.

"Bugün, buraya seni tüm bağlarımızı koparmak için çağırdım Azad. Biz artık yokuz." Derin bir nefes aldı, denizin kokusunu çekti içine. "Olamayacağımız belliydi. Biz sadece bataklıkta çırpındık. Sonu yoktu, biliyorduk. Ama sen bu rüyadan uyanmak istemedin Azad. Bunu birinin yapması gerekiyor."

"Saçmalıyorsun Asmin."

"Ailene, yuvana dön. Ben yalnızlığa alıştım, sensiz de yaparım! Ama onlar... Onlar sensiz yapamaz."

Bir süre akıp giden, sonra büyüyerek geri gelen dalgalara baktı ve sevdiği kadına döndü. İfadesiz bakışları gerçeği kabullenir cinsten değildi. Asi, başkaldıran türdendi hırçın dalgalı bakışlar. Acı acı gülerek "Öyle mi?" diye sordu alaycı bir ses tonuyla. Kadının elini kavradığı gibi kendi eline kenetledi. "AĞALIĞIN DA, TÖRENİN DE ALLAH BELASINI VERSİN!" diye haykırdı. "Madem kavuşamıyoruz, o zaman bu deniz bize kucak açacak Asmin. Dalgalar alıp götürecek bizi. Bu dalgalarda kaybolup gideceğiz. El ele son vereceğiz hayatlarımıza. Birlikte öleceğiz. Anladın mı? Sensiz ben, bensiz sen diye bir şey yok artık! Ya hep, ya hiç!"

Çocukluk aşkının yüzünde gezdirdi sağ elini. Eskisi gibi değildi hiçbir şey. Yüzünde bile değişiklikler vardı, eski toy delikanlıdaki saf ve duru bakışlar yoktu. Sert ve ifadesiz bakıyordu artık. Yüzünde yer yer olgunluk çizgileri belirmişti. Şefkatle sağ yanağını okşadı. "Benim kaybedecek bir şeyim yok Azad, seninle ölüme bile giderim. Ama senin... Senin kaybedecek çok şeyin var. Yuvan, ailen, çocukların..." Adam tam ağzını açmaya hazırlanacakken sağ eliyle nazikçe kapattı dudaklarını. "Sakın bir şey söyleme. Her şeyi daha da zorlaştırma. Eğer beni seviyorsan, bugün buradan ayrılmış olarak döneriz gerçek dünyaya."

Başını son kez kadının omzuna yasladığında çaresizliğin hiç görmediği bir yüzüyle karşı karşıyaydı. "Beni bırakma Asmin, lütfen..." diye yalvardı. "Ne olur..."

Onun omzuna yatmış yanağını okşadı. "Birbirimizin kalbinde yaşayacağız. Tıpkı 14 yıl boyunca olduğu gibi..." Kendini aşkının kollarından kurtarıp usulca yürüdü. Ardına bakmadan yürümek çok zordu, çünkü arkasında bıraktıkları az buz şeyler değildi. Çocukluğunu bırakmıştı arkada, gençliğini, hayatını, ömrünü, geçmişini bırakmıştı. Ardında aşkla ve acıyla, kanaya kanaya atan bir kalp bırakarak gitti. O gidiş, gidiş değildi. Aslında tamamıyla adamın kalbine taşınma haliydi. İkisi de bunu anlamakta geç kalmıştı.

...

Loading...
0%