@buzlarkralicesi
|
-30/2- Azad o gün bambaşka hayal kırıklıklarıyla boğuşuyor, sevdiği kadının yokluğuyla başa çıkmaya çalışıyordu. İç hatlara varır varmaz hazırlatılmış aracına binip şirkete geçti. O kadar çok şey olup bitmişti ki, aklı karmakarışıktı. Önce yıllardır büyük bir yalanın içinde olduğunu, büyük aşkının aslında yaşadığını öğrenmişti. Bununla birlikte hem tarifsiz sevinmiş, hem de çok kızmıştı. Hatta işin içinde kırgınlık da vardı. En güvendiğim insanlar nasıl olur da bana yalan söyler, diye düşünüp kendini kahretmişti. Şimdiyse bulduğu çocukluk aşkını yeniden kaybetmişti. Üstelik bu defa yaşıyorken... Bunun eksikliğiyle nasıl yaşayacaktı, o boşluk nasıl dolacaktı hiçbir fikri yoktu. Nitekim o boşluğun dolacağına da inanmıyordu. Bir insanın bıraktığı boşluğu dünyanın geri kalanı toplansa da dolduramazdı. Bu çok acıydı, ancak bununla yaşamak zorundaydı. Koltuğunun arkasından boydan boya şehir manzarası görünüyordu. Ayağa kalkıp manzaranın eşiğinde dururken telefonda kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan Aydın'ı dinliyormuş gibi davranıyordu. Aklının nerede olduğu belliydi. Belirgin olmayan tek şey, bu yoksunluk kriziyle nasıl başa çıkacağıydı. Birkaç gün sonrasında neler yaşayacağını çok iyi biliyordu. Asmin'in ölümüyle ilk hafta konak tamamen ölüm sessizliğine bürünmüştü. Sonraki hafta Azad odasında bile duramaz hale gelmişti. Yorgunluktan uykuya daldığı her saniye onun kan revan olmuş hali hayallerini meşgul ediyor, onu bir türlü uyutmuyordu. Soğuk soğuk terler döküyor, bir titreme esir alıyordu bedenini. Sonrasında bu şok etkisinin biraz olsun azalmasını beklerken, içine sızan acı katlanarak büyüyordu. O günlere tekrar dönmek demek, her şeye sıfırdan başlayıp ölüme yalınayak yürümek demekti. Azad bir daha aynı acıları yaşamaya dayanamazdı. Öte yandan Asmin'in aniden fikir değiştirme sebebine de anlam verebilmiş değildi. Tamam, zaman zaman kaygılarını gözlerinde görebiliyordu ama başa çıkılamayacak sorunlar değildi. Ya da belki bu ilişkide hep daha çok seven kişi olduğu için gözleri kördü ve kendilerine doğru son sürat gelen belaları göremiyordu. "Azad! Azad diyorum!" Arkadaşının telefondan taşan sesiyle kendine geldi adam. "Efendim, ne demiştin?" "Valla ben birçok şey demiştim aslında ama senin kafan gene başka yerlerde anlaşılan. Bu iş konusunu daha sonra konuşalım, sen kafanı toparladığında mesela." Hiç itiraz edecek hali yoktu. Bu daha çok işine gelirdi. "İyi olur Aydın, şuan pek de iyi olduğum söylenemez." Telefonu kapattığında kendini ortalıkta boş gezen bir hayalet gibi hissediyordu. Söylenen her şeyi duyuyor fakat algılayamıyordu. Her şeyi görüyor ama hiçbir şey hissetmiyordu. Elindeki telefonu masaya bırakırken tekrar çaldı. Bezgin bir ifadeyle numaraya bile bakmadan aramayı cevapladı. "Efendim." "Merhaba, Azad Balkan'la mı görüşüyorum?" Çok farklı ve tanıdık olmayan bir sesle karşılaşınca şaşırmıştı adam. "Merhaba. Evet, buyurun." "Yüz yüze tanıştırılmadık hiç, ama seni tanıyorum. Seninle bu konuyu daha uzun uzadıya konuşmak isterdim ama inan vaktimiz yok. Beni araştırmakla vaktini harcama, çünkü hedefin ben değilim. Ve inan sandığından çok şey biliyorum. Seni aramamın sebebiyse, başka çaremin olmaması." "Neden bahsediyorsunuz, anlamıyorum. Bilmece gibi konuş-" "Azad, Asmin'in başı büyük belada. Sana her şeyi detaylı olarak anlatamam ama ailenden birileri Asmin'le ilgili büyük sırrı biliyor. Aradığın gizemli şantajcı da o kişi zaten. Ancak dediğim gibi, asla isim veremem, vermem. Sana söylemek istediğim tek şey, her nereye gittiysen bir an önce dön ve Asmin'i yalnız bırakma. Onun başı sandığınızdan da büyük bir belada." Daha "Bir dakika, siz kimsiniz-" demesine bile kalmadan telefonun suratına kapanmasıyla neye uğradığını şaşırdı Azad. Neler oluyordu? Bu arayan da kimdi böyle? Neler söylemişti? Deli gibi her yerde aradığı şantajcı ailesinin içinde miydi şimdi? İyi de nasıl? Bunun bir eşek şakası olmasını diledi. Onunla birileri dalga geçiyor olmalıydı. Öte yandan tüm bu varsayımlar gerçek olmasa içinde bulundukları büyük sırrın varlığını nereden bilebilirdi bu adam? Kafası iyiden iyiye karışmıştı. Hemen adamlarından Mesut'u arayıp bu numarayı araştırmasını istedi. Eğer aileden biri olsaydı, şimdiye kadar çoktan Asmin'in işini bitirmişti. Ne tür kirli hesaplar dönüyordu burada? Kaşlarını çattı ve sinirle ceketini alıp şirketten çıktı. Henüz 4 saat önce Mardin'e ayak basmıştı ve akşamı bile evde geçiremeden tekrar dönmek zorundaydı. Üstelik Asmin'in başının belada olduğunu düşündükçe nefesi kesiliyordu. "Umarım... Umarım bu çirkin bir şakadır." Aksi takdirde çok canların yanacağı kesindi. Normalde, kimliği belirsiz bir adamın söylediklerine inanacak değildi. Ama söz konusu sevdiği kadın olduğunda her söze inanır, her şeyi fazlasıyla umursardı. Derin bir iç çekti. Ona tekrar bir şey olmasına dayanamazdı. Bundan sonra o git dese de, kendisini sürekli itse de hiçbir yere kımıldamazdı Azad. Canı pahasına onu korur kollar, yalnız bırakmazdı. ●●● Yorucu bir ameliyattan çıkmıştı. Bu defaki hastası ülke için oldukça mühim bir insan olduğundan ötürü kapının önündeki medyanın varlığı daha da germişti onu. Şöhreti yabancı ülkelere kadar yayılmış önemli bir aktörün beyin kanamasını tedavi etmişti ve operasyonun nasıl geçtiğiyle alakalı bilgi vermesi şarttı. Ameliyathaneden beri kendisini takip eden asistanına dönüp "Operasyonun iyi geçtiğini benim söylemem gerekiyor." dedi memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle. Çok ortalıkta görünmek ya da tanınmak istemiyordu. Bu yüzden bilgi verirken veya bir röportaja konuk olduğunda katiyen fotoğraf vermiyordu. "Gazetecilere fotoğraf vermeyeceğimi söyle, hazırlıklarını ona göre yapsınlar." "Peki, Asmin Hanım." Yaklaşık 20 dakika sonra hazır bir biçimde hastane kapısının önüne gelmiş, gelişmelerden haberdar olmak için merakla bekleşen gazetecilere iyi haberi vermeye hazırlanıyordu. "Hastamız Barış Gürel'i 4 saat önce beyin kanaması teşhisiyle ameliyata aldık. Endişe edilecek bir şey yok. Gerekli müdahaleleri yaptık, operasyon sırasında hiçbir sorun yaşanmadı. Şuan için her şey yolunda." Gerekli bilgileri verdikten sonra güler yüzlülükle konuşmasını noktalayıp tekrar içeri girerken, bilgi verdiği esnada işgüzar bir gazetecinin gizlice fotoğrafını çektiğinden habersizdi. İçten içe her şeyin yolunda olmasından memnundu ama tadını tuzunu kaçıran bir yalnızlık vardı. Tüm kalabalık üzerine toplansa bile giderilemeyecek bir yalnızlık... Azad'ın yokluğu onu derinden etkiliyordu. Onsuzluk bir çığ gibi büyüyor, onu eli kolu bağlı, çaresiz bırakıyordu. Odasına vardığında oldukça yorgun bir biçimde koltuğuna yayılıp sessizliğin ve bunca yoğunluğun içinde kendisine bahşedilen boş vaktin tadını çıkardı. Keşke şimdi Azad burada olsaydı, diye geçirdi içinden. Şimdi kapı açılsa, içeri Azad girse... Oysa sevdiği adamı kendi elleriyle itmişti, buna hakkı yoktu. Nasıl bu kadar bencilce ve şımarıkça düşünebiliyordu? Başını çevirip kitaplığında duran şiir kitabına yorgun gözlerle baktı. Bazı geceler uyuyamadığında şiirler okurdu, kendini bulurdu çoğunda. Şimdiyse uyanık kalmak için okumaya ihtiyaç duydu. Uzanıp kitabı aldı ve rastgele bir sayfada durdu. Gittin Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? (Murathan Mungan – Yalnız Bir Opera) Göz kapakları ağır ağır süzülen yaşları yolculadı yanaklarına. Azad'la boşlukta kalan iki yalnız yıldız falan olmak istemiyordu! Bazı şeylerin zorunluluğu onları ayırsa da buna boyun eğmek, istediği son şeydi. Ancak bazı sebepler ve engeller vardı ki, elini kolunu sıkı sıkı bağlıyordu. Kapının açılmasıyla gözlerini kitaptan ayırmadan "Sende kapı çalma âdeti yok mu Uğur?" diye söylendi. Gelenin Uğur veya Merve olduğuna emindi, bu yüzden sessizlik onu tedirgin edene kadar bakışlarını kitaptan ayırmadı. Birkaç saniye sonra kapıda dikilen adama kaydı gözleri. Onu karşısında görmeyi beklemiyordu. Neden gelmişti? Git dememiş miydi, o da bunu kabul etmemiş miydi? Şimdi neden karşısında kendisine aşkla bakıyordu? Bir an hayal görüyor olabileceğini düşündü. Ayağa kalkıp kapıya doğru yaklaştı ve kanlı canlı karşısında duran adamın yanaklarına dokundu. Sıcacıktı, gerçekti. Hatta daha önce hiçbir şey Asmin'e bu kadar gerçek hissettirmemişti. Şaşkınlıkla "Azad..." diye mırıldandı. Dik duruşuyla kendisine bakan kararlı bakışlar mest etti kadını. "Sen gerçeksin." Parıltılı yeşilliklerini Asmin'in dudaklarında buluşturdu. Az önce adını öyle güzel telaffuz etmişti ki, hayranlık duymuştu. "Evet, gerçeğim." Ona bir şey olma ihtimali nasıl da kalbinin gümbür gümbür atmasına sebep olmuştu böyle. Korkudan deli çıkacaktı buraya gelmeseydi. Ateşe dokunmuş gibi çekti ellerini onun yanaklarından. "Sana git demiştim." "Ama döndüm." "Dönme Azad, ne olur git. Acınla baş başa bırak beni, ne olur. Kalma yanımda." Yalvaran ses tonuyla "Benim yüzümden sana bir şey olmasına dayanamam. Buna katlanamam..." diye fısıldadı. Onun bir an olsun bu dünyadan yok olup gittiğini varsaydı. Bunun düşüncesi bile ürpermesine sebep olmuşken nasıl onsuz kalabilirdi? "Şimdi buradan gidersen, en azından bir yerlerde yaşadığını bilerek rahat nefes alacağım. Ama yanımda olursan, her saniye sana bir zarar gelecek korkusuyla yaşayamam, deliririm. Azap çekmemi mi istiyorsun, söyle!" Cesur bakışlarla "Eğer ben sana kavuşamayacaksam, yansın bu şehir!" diye mırıldandı. Kararlı ve kendinden emindi. Artık onu yıkabilecek, fikrini değiştirebilecek hiçbir söz kalmamıştı Asmin'in lügatinde, buna emindi adam. Onun endişelerini anlıyordu. Ama gidecek değildi. Artık olmaz, dedi kendi kendine. Gitmeyi o da denemişti. Lakin olmuyordu işte. Aşk, tüm kararları bir kalemde silip attırıyordu insana. Sarıldı sıkı sıkı, onun benliğinde buldu huzuru. Kokusunu defalarca içine çekerek teninde can buldu. Yapabileceği en iyi şeyi yaptı, onu tekrar sevdi. Tekrar, tekrar ve tekrar... Bitmek tükenmek bilmeyen arsız bir sevgiyle sevdi. Defalarca yaptı bunu, hiç yorulmadı. Onsuzluğu sildi hafızasından. "Artık gidemem Asmin, anla beni. Gidemem senden... Olmaz, yapamam. Senden başka gidecek yerim yok. Sana her şey güzel olacak diyemem, ama kötü olacaksa bile ben hep yanında olacağım. Bundan sonra her şeye birlikte göğüs gereceğiz. Öleceksek birlikte öleceğiz, yaşayacaksak da bu birlikte olacak. Çoktan gözümü kararttım ben. Sen yanımdayken her şeyle savaşabilirim. Sen kollarımdayken hiçbir korkum olmaz. Yaşamak da ölmek de hayata dair, bundan korkacak değilim. Senden istediğim tek şey, artık itme beni ne olur. Kendinden uzaklaştırma, çünkü bu hiçbir işe yaramayacak. Ben hep yanında olacağım." Sarılarak büyük aşkının şefkatli kollarına karşılık verdi. Ne diyebilirdi ki? Kendi içindeki savaşı bile kaybederken Azad'a ne söyleyebilirdi? Bu aşk ölüme bile bir başkaldırıydı. Artık korkacak bir şeyi var mıydı? ... |
0% |