@buzlarkralicesi
|
-33/1- "Mevlana der ki; 'Aşk, ateşten bir denizi mumdan kayıkla geçmektir. Yanıp kül olmadan asla geçemezsin.' Ateşten bir denizde kavrulalı 14 yıl oluyor. Yıllar sonra sevdiğim adamı bulduğum halde ben halâ o mumdan kayıktayım. Bu aşk sınavını verebilecek miyiz, şüphedeyim. Ancak tereddütsüz bildiğim tek bir şey var, o da aşkımızın ve sevgimizin gerçek olduğu ve her engeli aşabileceği..." Yaşanan hiçbir ana geri dönülmez, bunun farkındaydı Asmin. Ve bunun farkında olmak ona öylesine acı veriyordu ki... Bu acının hissiyatı dalgalar halinde gelirdi. Bu masalın sonu mutlu da bitse -ki bitmeyeceğinden bir o kadar emindi- bu ana tekrar dönemeyeceğini bilmek onu derinden etkiliyordu. Sevdiği adamın kollarındayken gözleri tavanda bakakaldı. Aniden "Ne düşünüyorsun?" diye soran adama döndü. Ne düşündüğünü söylemesi faydadan çok zarar sağlayacaktı. Onu tekrar üzmekten başka işe yaramayacağını iyi biliyordu. "Hiç..." diye geçiştirdi kadın. Şuan mutluydu, düşünmesi gereken de buydu. Hani bir söz vermişti, ne çabuk unutmuştu? Azad yanındayken kötü şeyler düşünmek yoktu. Felaket senaryolarını sonraya saklaması gerektiğinin farkına vardı. Onun kollarındayken düşünmesi gereken tek şey, sevdiği adama olan sonsuz aşkı olmalıydı. "Her zaman kötü bir yalancı oldun." "Peki, doğrusunu söylemek gerekirse şuan seninle geçen mutlu dakikalarımı kötü düşüncelerle kirletmek istemiyorum. Düşünmek istediğim tek şey sensin." O gün dünyanın en mutlu adamıydı Azad. Hayatın acımasızlıklarına rağmen hak ettiği mutluluk yanında sere serpe uzanmış kendisini izliyordu. Onun parlak yeşil gözlerine bakıp gülümsedi. Genellikle soluk duran yeşilliklerini ilk defa böylesine ışıltılı görüyordu. "Benim için de senden başkası yok bu dünyada." Hiçbir şeyden etkilenmiyormuş gibi davranmak zordu. Güçlü durmak, yıkılmadığını göstermek... Bunlar güzel olduğu kadar yorucuydu da. En az Asmin kadar o da endişeleniyordu. Kendisine veya bulunduğu statüye bir şey olmasından değil, sevdiği kadına zarar gelmesinden ölesiye korkuyordu. Bunu düşünmek bile midesine kramp girmesine sebep oluyordu. Sabah kahvaltısında patates ve biber kızartması, tost, krep ve omlet vardı. Adam her şeyi afiyetle yedikten sonra dudaklarını peçeteyle hafifçe sildi. "Ziyade olsun." Telefonundaki cevapsız çağrılara göz gezdirdi. Zühre'den ne arama vardı ne başka bir haber... Gülümseyerek "Ellerine sağlık hayatım." dedi ve sofradan kalkıp babasının numarasını tuşladı. "Efendim oğlum." "Nasılsın baba?" "İyiyim, sen? Demek bir baban olduğu aklına geldi ha? Güzel, güzel bu da bir gelişme." Sözlerini gülerek bitiren babasına sırıttı adam. "Benimle uğraşmadan yapamıyorsun değil mi?" Onu arama sebebi aklına düştüğünde ciddileşti. "Aslında ben seni evdekiler için aramıştım. Nasıllar, iyiler mi?" "Gayet iyiler." "Buna çok sevindim. Ferhat okulu aksatmıyor değil mi?" "Hayır, hususi olarak ilgileniyorum onunla." Bilal Ağa, sevdiği kadını yeni bulan oğlunun sesindeki mutluluk pırıltılarının farkındaydı. Ve tabi hasret gidermenin kısa sürmeyeceğinin de. Lakin o bir babaydı. Zühre'yle evliliklerinin hiçbir zaman gerçek olmadığını biliyordu, ama çocuklar son derece gerçekti. Üstelik çocuk aileyi birbirine bağlayan en önemli unsurken arkasını dönüp gitmesi söz konusu bile olamazdı. Zaten Azad da bunu biliyordu. Yalnızca aşk sarhoşu oğluna bunu hatırlatması gerekiyordu. "Ama çocuklar seni çok özlüyorlar Azad." "Biliyorum." Temkinli bir biçimde arkasına, masayı toparlayan Asmin'e bakarak ensesini kaşıdı. Balkona çıktığında daha rahat konuşmaya başlamıştı. "Ve şuan hakkımda ne düşündüğünü de biliyorum baba. Ben sorumsuz bir insan değilim. Yıllardır çocuklarımı ne kadar çok sevdiğime, sahiplendiğime şahit oldun. Ben, ben olmaktan çıktım. Pişman mıyım? Hayır. Çünkü bu zoraki evlilik bana pırlanta gibi iki çocuk kazandırdı. Ben onları seviyorum, özlüyorum. Ama Asmin'den de vazgeçemem. Bunu biliyorsun değil mi?" "Biliyorum oğlum." "Tamamen gitmiş değilim oralardan. Elbette döneceğim, çocuklarımla eskisi gibi ilgilenmeye devam edeceğim. Ama ben her ne kadar bunun için uğraşsam da hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, bunu sen de biliyorsun. Asmin hayatıma yeniden girdi, artık ister istemez hayatımı ona göre düzenlemem gerekiyor." "Bak, her şeye eyvallah. Ama senin bu aşırı sevgin Asmin'e zarar verirse, işte o zaman benden çekeceğin var anladın mı beni? Senin yüzünden kızın izini bulurlarsa yılların emeği boşa gider. Azıcık aklını başına al oğlum, ne olursun." "Tamam baba, dikkat edeceğim." Telefonu kapattığında tüm düşünceler beynine doluşmuş gibi yorgun ve bitkin hissetti kendini. Yok saymaya çalıştığı gerçekler üstüne üstüne geliyordu ve onun kaçacak yeri yoktu. Tek sığınağı Asmin'di, ona da zarar vermekten korkuyordu. Kadının mutlu ve cıvıltılı sesi yaklaştıkça, yüzündeki karmaşık yüz ifadesini silip gülümsemek daha da zorlaşmıştı. Meleği yanına geldiğinde yorgun bir tebessüm kondurdu dudaklarına. "Azad... Hazır değilsin halâ. E hadi!" "Nereye gidiyoruz ki?" "Biz bir yere gitmiyoruz, sen gidiyorsun." "Nereye?" "Mardin'e tabi ki." "Nereden çıktı şimdi bu?" "Unuttun mu, bana söz vermiştin." Cıvıltılı gülümsemesini yüzünde tutmak göründüğü kadar kolay değildi işte. Adam her ne kadar fark ettirmese de her şeyin farkındaydı Asmin. Olması gerekeni çok iyi biliyordu ve bunu bilmek çok üzücüydü. Keşke hiçbir şeyi bilmeseydim, dediği bile oluyordu. Yarım saat sonra Azad'ın eline bavulunu tutuşturdu ve havaalanında gözlerini ondan ayıramadığını fark etti. Bu kadar hüzünlü ve özlem yüklü olmamalıydı. Her ayrılık acıyı barındırmamalıydı bünyesinde. Bu olmamalıydı. Bakışlarında kaybolurken sevdiği adamı kovarcasına ailesinin yanına göndermek zorunda kalmamalıydı. Acıların en büyüğü, özlemlerin en başa çıkılmazıydı. Azad'ın tüm karşı çıkışlarını bastırmanın gururunu yaşarken, onsuzluğun ezikliği şimdiden yüreğine oturmuştu. Yol boyunca hiç konuşmamışlardı, şimdiyse yalnızca birbirilerine bakıyorlardı. Baktıkça özlem bitecekmiş gibi... Kollarını sardı aşkından kavrulduğu kadına. Onunla olmak tüm dünyaya meydan okumak gibiydi; insanı güçlü ve yenilmez hissettiriyordu. Ondan gitmekse kararların en zoruydu. Buradan gitse de aska sevdiği kadından gidemezdi. Ondan vazgeçmesi için kalbine esaslı bir kurşun yemesi gerekiyordu. "Yine geleceğim." "Biliyorum." "Beni özleme." Acı acı güldü ve "Mümkünmüş gibi." diyerek omuz silkti Asmin. Özlemeyeceğine söz veremezdi, ama bu özlemle başa çıkabileceğine garanti verebilirdi. Yıllardır onsuz yaşamış olması bunun en büyük kanıtıydı. İki kelimeden fazlasını geçmeyen cümlelerin içinde kayboldular. Azad "Seni seviyorum." dedi. Kadınsa kalbinden geçen tüm cümle birikimlerini yutup yalnızca "Ben de..." cevabını verdi. Aralarındaki bu sessiz anlaşma ikisini de yiyip bitiriyordu. İçten içe. Sinsice. İkisi de bunun farkındaydı ama yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadığını biliyorlardı. Dudaklarını birbirilerine değdirdiklerinde hiç ayrılamayacaklarını sandılar. O andan sonra ayrılmak ikisi için de çok zordu. Azad hiç gitmek istemedi, kadınsa adeta onu itti. Kovmasa gideceği yoktu. Olması gereken olmuştu, Azad gitmişti. Yalnızlığa bu kadar alışık olmasa ağlardı kadın, ama ağlamadı. Aradan geçen 2 hafta boyunca da aynı duyguları hissetti. Sık sık ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı kendine. Onsuz da yapabilmesi gerektiğini öğütledi arsız yüreğine. Ne dese dinlemiyordu çünkü. Sürekli zor durumda bırakıyordu onu. Çıktığı ameliyattan sonra oldukça yorgundu. Çizelgeye dönüp baktı, hiç ameliyatı yoktu. Gitmek istedi, ama gidemedi. Azad'ın olmadığı bir evde ne yapacaktı ki? En azından burada kafası dağılıyordu. Evde yalnız kalsa onu düşünmekten delirirdi herhalde. Odasına giderken koridorda karşılaştığı Uğur'a "Bir kahve getirir misin?" dedi ve cevabı beklemeden odasına girdi. Öyle yorgun ve bitkindi ki, kendini koltuğa bıraksa uyuyacaktı. Hâlbuki sevdiği adamın yanındayken gözlerini kapamak bile içinden gelmiyordu. Her saniye onu izlemek, onu dinlemek ve onu hissetmek istiyordu. Şimdiyse hissettiği tek şey ucu bucağı belli olmayan bir belirsizlik ve hissizlikti. Pencerenin önünde durmuş dışarıya bakıyordu. Karşıdaki bankta iki sevgili oturmuş gülümsüyordu. Kadın adamın omzuna yaslamıştı başını, elindeki gülü kokluyordu. Başını kaldırıp sevdiği adama bir şeyler söyleyerek daha parıltılı bir gülümseme yolladı. O an durdu ve düşündü. Acaba o da Azad'layken dışarıdan böyle mi görünüyordu? Gülümseyen aptal âşıklar gibi... Kapıyı çalmadan içeri girme rahatlığını bu hastanede tek bir kişi gösterebilirdi, o da Merve'ydi. Bu yüzden içeri kimin girdiğini merak edip arkasını dönmedi bile. "Hoş geldin Merve." "Aaa, üstüme iyilik sağlık! Arkana bakmadan benim olduğumu nasıl anladın?" "Kapı çalma âdeti olmayan tek arkadaşımsın sanırım." "Yine lafımı sokarım diyorsun." Bulduğu ilk koltuğa oturdu ve "Nasılsın?" diye sordu dostuna. Aslında nasıl olduğunu az çok görebiliyordu ve bu durum onu üzmüyor değildi. Ama Asmin seçmişti bunu. Acı çekmek için özel bir çaba sarf eder gibiydi. Kim sevdiği adamı karısının kollarına iterdi ki? Bu medeni cesaret miydi, yoksa sadece aptallık mı? Bilmiyordu Merve. Bildiği tek şey, arkadaşının melek gibi bir kalbe sahip olduğuydu. Hatta fazlasıyla iyi kalpliydi. Bazen huysuz ve çekilmez olsa da onun gerçek yüzünü biliyordu. Herkesi düşünen, hassas ve kırılgan biri saklıyordu içinde. Fakat sırrını çözemediği bir güç de vardı gözlerinde. Bin defa düşse de bin birinci kez ayağa kalkmasını sağlayan bir güç... Ve imreniyordu, gerçekten. "İyiyim Merve, sen nasılsın?" Ağzından laf almaya çalışan arkadaşına "Kaçın kurasıyım!" bakışı fırlattıktan sonra camdan dışarıya bakmaya devam etti. "Azad mı geliyordu bugün?" "Yo, hayır. Sabah aradı, gelmemesini söyledim." "Koskoca adamı da istediğin şekle sokuyorsun ya, helal olsun sana valla!" "İstediğim şekle değil, olması gerektiği şekle." "Niye böyle yapıyorsun anlamıyorum. Tamam, çocuklar falan eyvallah da... Bu adam seni seviyor Asmin. Daha ne kadar böyle gidecek bu durum? Senin de mutlu bir aile kurmaya hakkın yok mu?" "Ha, Azad'a 'Karını boşa, beni al.' diyeyim. Öyle diyorsun..." Biraz düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra "Sen bana akıl verecek kadar ne yaşadın Allah aşkına?" diye sordu kadın. En yakın arkadaşının bile onu anlayamamasına şaşıyordu doğrusu. Yaptıklarının sebebi açık ve net değil miydi? Ne Zühre için ne de kendi için... Yalnızca çocuklar için yapıyordu bu fedakârlığı. Bencillik etme lüksü yoktu. "Ben senin iyiliğini istiyorum." "İyiliğimi istiyorsan bu konuda üzerimde baskı kurma Merve, rica ederim." "Peki, Asmin. Bu ne kadar sürecek bari onu söyle. Arkadaşımı her gün yaşayan bir ölü gibi görmek... Bunu daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsun?" "Gittiği yere kadar. Bak Merve, bu hayatta herkes verdiği doğru veya yanlış kararların sonuçlarına katlanır. Hiç kimse başkasının hatalarının bedelini çekmez, herkes kendininkini... Anlıyor musun? Ben de verdiğim hatalı kararın sonuçlarına katlanıyorum, bundan daha doğal bir şey olamaz." "Peki ben neye katlanıyorum Asmin, söylesene! Ben seni böyle görmeyi hak edecek ne yaptım? Karşımda ölüyorsun ya? Acı çekiyorsun ve yavaş yavaş silinip yok oluyorsun. Ve en korkuncu da, bu duruma 'Demek ki hak etmişim.' zihniyetiyle yaklaşıyorsun. Kimse bunu hak etmez!" "Sevdiği adamı bir korkak gibi bırakıp kaçan biri hak eder!" Bir süre arkadaşına baktı ve gözlerindeki acıyı gördü Merve. Çırpındıkça battığının o da farkındaydı ama belli ki elinden bir şey gelmediğini düşünüyordu. Yanıldığını daha kaç defa yüzüne çarpmalıydı? Aslında yapabileceği çok şey vardı. Sevdiği adama sahip çıkmak gibi, peşindeki belalarla savaşmak gibi... Onun gibi güçlü bir kadına da böylesi yakışırdı. Normal zamanlarda başkalarının derdine üzülen biri değildi. Ama Asmin onun için çok farklıydı, diğerlerinden çok daha farklı. Onun canının yanması Merve için çok şey ifade ediyordu. Beklenmedik bir anda dostuna sarıldı. Sıkı sıkı, her şeyi unutturmaya çalışırcasına sarıldı sadece. Elinden başka türlüsü gelmiyordu ki. Keşke daha fazlası gelse, diye geçirdi içinden. Genç kadınsa arkadaşının bu ani hamlesiyle neye uğradığını şaşırmıştı. Bir an gözleri doldu. Gerçek dostluklar edindiği için mutluydu ama onu bu karanlık tünelden kurtarabilecek kadar güçlü bir dostluk yoktu. Kendi savaşmalıydı. Onunsa savaşacak gücü kalmamıştı. Kapının çalmasıyla birbirilerinden ayrıldılar ve Asmin dolmuş gözlerini hızla sildi. Kimsenin onu güçsüz ve duygusal bir halde görmesini istemiyordu. Güçsüz ve zaafları olan biri gibi görünmek, istediği en son şeydi. İçeri giren Uğur, odada farklı bir havanın estiğini fark etmişti fakat sessiz kalmayı tercih etti. Asmin Hanımın gazabına uğramak tabi ki istediği bir şey değildi. "Kahveniz..." Elindeki kahveyi masasına bıraktı ve Merve Hanıma döndü. "Siz de ister misiniz hocam?" "Yok, ben gideceğim birazdan. Sağ ol." Onaylarcasına başını salladı ve Asmin Hanıma döndü. "Hocam, bir misafiriniz var kapıda. Alayım mı içeri?" "Kimmiş?" "Hani şu tedavisine destek olduğunuz çocuğun babası. Galip Bey." Duyduğu isimle elleri buz kesse de "Gelsin." dedi. Merve ve Uğur odadan çıktıktan iki dakika sonra içeri girdi adam. Onu tekrar görmeye hazırlıklı değildi. Uzun zamandır ortalarda görünmediği için varlığını bile unutmuştu. Belki de varlığını unutmayı tercih etmişti, bu da bir seçenekti onun için. Kafasına silah dayayan bir adam hakkında ne kadar iyimser düşünebilirdi ki? Onunla karşılaşmak farklı bir his uyandırmıştı zihninde. Korku ya da nefret değil, farklı bir his... Sanki yaptıklarının mantıklı bir açıklaması varmış gibi bakıyordu çünkü. Hem mahcup, hem de mecbur gibiydi. "Merhaba Asmin." Kapıdan içeri girdiğinden beri dakikalarca tek bir kelime dahi söyleyememişti. Zaten söyleyecek ne kalmıştı ki? Ne söylese Asmin'in gözünde yeri belliydi artık. Eli kanlı bir katilden başkası değildi onun nazarında. "Ne işin var burada?" "Bilmediğin çok şey var." "Bilmek istediğimi kim söyledi?" "Asmin, böyle kestirip atamazsın. Seni uyarmaya geldim." "Ne uyarmasından bahsediyorsun sen?" O an her şeyi söyleyebilirdi. Onu tehdit eden kişilerin kim olduğunu, niçin yaptıklarını... Her şeyi. Ama yapamazdı. Bu, Asmin'i daha büyük bir tehlikenin altına sokmaktan başka işe yaramazdı. "Seninle hiçbir sorunum yokken neden kafana silah dayamak gibi bir canilik yaptım, hiç düşündün mü?" "Düşünmedim, düşünmek de istemiyorum. Sebebi açık değil mi? Sen nüfuslu kimliğinin ardına gizlenmiş bir katilsin! Üstelik de korkaksın." "Korkak değilim. Beni en iyi sen anlarsın, çünkü ben de bu sistemin kurbanlarından biriyim. Ve biliyor musun, daha ardımızda ne kurbanlar var. Hiçbirine el uzatamadığımız..." "Neden bahsediyorsun sen?" "Sana daha fazla detay veremem. Ama bil ki bu işin ardında karanlık kişiler var. Çok düşmanın var Asmin, eğer bu işin ardını eşelersen de başın çok belaya girer. Buraya özür dilemeye ve seni uyarmaya geldim." Derin bir nefes aldı ve "Evine hırsız gibi girip sana saldıran da bendim." diye itiraf etti. "İnanamıyorum..." Duyduklarına inanamayan kadın içinde bulunduğu bu durumun tamamıyla bir kâbus olmasını diledi. Uyanınca geçeceğini düşünmek daha umut vericiydi. "Aslında o gece seni öldürmem gerekiyordu, ama yapamadım. Sen benim oğlumu kurtarmaya çalışırken ben seni-" "Bari oğlumu iyileştirsin de, sonra öldüreyim mi dedin yani?" "Hiçbir şeyi isteyerek yapmadığımı bilmelisin. Eğer isteyerek yapsaydım burada olmazdım zaten. Yaptıklarım için çok özür dilerim. Bunu sana yapanları biliyorum, ama söyleyemem. Halim gibi seni de ortadan kaldırırlar. Gözlerini kırpmadan bunu yaparlar, inan! Sırf sen sıkılıp her şeyi itiraf etme diye öldürdüler Halim'i. Planları başkaydı çünkü. Seninle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak istiyorlar. Kirli hesaplar peşindeler. Bana inan... Ve dikkatli ol. Bundan sonra ben de ne olursa olsun seni koruyacağım. Sadece bunları söylemek için gelmiştim, tekrar sana zarar vermek için değil..." "Peki, sana nasıl güveneyim ha? Evime girip beni boğmaya çalışan, hastaneye gelip başıma silah dayayan bir adama neden güveneyim? Sana inanmam için bir sebep söyle!" "Kendin için... Azad için... İnanmasan da sen bilirsin. Sadece dikkatli olmanı istiyorum, anladın mı? O adamlar her şeyi yapabilirler. İnan bana, ne olduğunu bile anlamazsın. Öyle kötü kalpli, öyle acımasız insanlar ki... İstediklerini alana kadar durmayacaklar." Gözlerini sabırla kapadı ve "Bana güvenmemekte haklısın. Bak inanıp inanmaman umurumda bile değil. Sadece bundan sonra atacağın adımları bir kez daha düşünmeden atma. Ve kimseye güvenme." dedi. Kinayeli bir ses tonuyla "Kimseye güvenmemem gerektiğini çok iyi öğrettin, merak etme." diyerek karşılık verdi Asmin. Suçlu ve mahcup bakışlarla odadan çıkan adamın ardından bakakaldı. Belki de onu zorlayıp peşindekilerin kim olduklarını öğrenmeliydi. Ama galiba bu konuda Galip'e güvenmek daha akıllıca bir davranış olurdu. Eğer öğrenirse, yalnızca kendi canını değil Azad'ınkini de tehlikeye atmış olacaktı. Öğrenmek istemeden önce düşünmesi gereken başka bir can vardı. Sevdiği adamın onun yüzünden zarar görmesini asla istemezdi. Koltuğuna oturup arkasına yaslandı ve elini sıkıntıyla alnında gezdirdi. Bu işe bulaşan herkesin başı beladaydı. Başta kendisi olmak üzere Azad, Bilal Ağa, Galip... Tabi bu da Galip denen o adamın bir oyunu değilse, diye düşündü. Üstelik bu yalandan onun bir kazancı olmadığının da farkındaydı. İşler öyle karışıktı ki, düşündükçe içinden çıkamıyordu. Akşam karanlığı çöktüğünde hazırlanıp hastane kapısına çıktı. Bugün Mesut almaya gelecekti onu, biliyordu. Bilal Ağa her gün arar, kendisini kimin alacağını Asmin'e söylerdi. Herhangi bir sürpriz olmaması için de çok titiz çalışırdı. Bugün de öğleden önce hastaneye yeni girdiğinde kendisini aramış, bu akşam Mesut'un geleceğini söylemişti. Fakat daha şimdiden on beş dakika gecikmişti. Hâlbuki hiç böyle yapmazdı, dedi kendi kendine. Başına bir işin gelmiş olabileceğini düşünüp ürktü. Önce kolundaki saate baktı. Sonra da temkinli bir biçimde etrafını izlemeye başladı. Çaprazındaki yolda bir araba farlarını yakıp söndürüyordu, kendisine sinyal verir gibiydi. Farlar öyle ışıltılıydı ki, yanına gidene kadar arabanın nasıl bir şey olduğunu göremedi. Arabanın camından içeri baktığında karşısında Azad'ı gördüğüne inanamadı. "Azad!" Onu gördüğünde anlık bir heyecan hissetti. Sonra bu aptal âşık imajını üzerinden atmak için ciddi bir ifadeye büründü. "Senin ne işin var burada?" "Sevdiğim kadını bekliyorum, onu eve bırakacağım." "Mesut?" "Mesut'u ben yolladım." Aceleyle kapıyı açıp ön koltuğa oturduğunda "Bunu yapmamalıydın." diye söylendi. "Buralarda fazla birlikte görünmemiz tehlikeli! Ayrıca ben sana daha sabah demedim mi gelme diye?" "Sana kalsa hiç gel demeyecektin zaten." Sağ eliyle adamın yanağına dokundu. Çaresiz bakışlarla "Bunu yapma Azad. Gidip gelip her şeyi daha da zorlaştırma. Ben buna alışamam." dedi. Sesinde can çekişircesine bir tını vardı. "Alışma o zaman!" "Yapma. Bunun böyle olmayacağını sen de biliyorsun." Gayet rahat bir tavırla "Seni özledim ve geldim. Bunun için kimseye hesap vermeyeceğim. Sen de dâhil." diyerek kestirip attı Azad. Onun yokluğuna dayanmak kolay mı sanıyordu? Bakışlarını ve dudaklarını kadına yaklaştırdı ve "Ağalara karşı gelinmez." diye mırıldandı. Sesi aşk sarhoşu çıkıyordu. Özlemle âşık olduğu kadının dudaklarını esir aldı. Diplerine kadar sinsice yaklaşan, onları izleyip fotoğraflarını çeken adamın varlığını dahi hissetmediler. Felaketin soğuk nefesi enselerine üflüyordu. ... |
0% |