@buzlarkralicesi
|
-33/2- Dönüp dolaşıp geldikleri yer aynıydı. Ve hep böyle olacağını Azad dudaklarının üzerinde hâkimiyet kurduğunda daha iyi anlamıştı. Bir kez daha gerçekleşmeyecek bir rüyanın sarhoşu olmuştu. Bu rüyaya çok kaptırmak istemiyordu kendini. Yine de engel olamıyordu. Azad'la mutlu bir aile kurma isteğinin önüne geçemiyordu. Arsız gönlüne söz dinletememesine zaman zaman lânet etse de vazgeçemiyordu işte böylesine sevmekten ve sevilmekten. Yine masayı eşsiz lezzetlerle donattı. Ona mutluymuş gibi görünmeye çalışmaktı amacı. Yapmak istediği tek şey, onun yanındayken mutlu ve huzurlu olduğunu Azad'a gösterebilmekti. Ve tabi gün boyunca düşündüğü o çılgınca fikri paylaşmak için de sabırsızlanıyordu. Azad'ın bu fikri nasıl karşılayacağını, ne tür bir tepki vereceğini kestiremese de az çok tahmin edebiliyordu. Belki o hoş karşılardı ama kendi içinde düşündüğünde bile kendine deli gözüyle bakıyordu. Böyle bir şeyi nasıl isterdi? Hem de bu şartlar altındayken... İşler bu kadar karışmışken nasıl böyle bir şey düşünebilmişti, hayret ediyordu doğrusu. Bir an söylemekten vazgeçti. Bu iyi bir fikir değildi. Azad'ın başı onun yüzünden beladayken, onlar bin bir dertle uğraşırken Asmin'in bunu düşünmesi bile doğru değildi. Zaten böyle bir şeyin olması imkânsız gibi bir şeydi. En iyisi bu düşünceyi zihninin ücra köşelerinden sonsuza dek atmaktı. Sofraya iştahla baktıktan sonra bir sandalye çekip oturdu adam. "Yemeklerini özlemişim." Gülerek "2 haftada mı?" diye sordu Asmin. Onun bakışlarındaki aç kurdu görünce kahkahalara boğuldu. "Daha önce hiç bu kadar aç görmemiştim seni." "Bugün sabah erken çıkmıştım evden, kahvaltı bile yapmadım. Dışarıda da bir şey yemedim. Şirketteki işleri halleder halletmez soluğu yanında aldım." Bir yandan gün boyunca yaptıklarını anlatırken diğer yandan çatalını salataya daldırıp yedi. Tam istediği gibiydi, bol limonlu. İştahla yemeğini yerken tabağındakileri karıştırmaktan öteye gitmeyen düşünceli kadına takıldı gözü. "Sen neden yemiyorsun?" "Yiyorum." Omuz silkerek "Sadece senin kadar aç değilim." dedi ve güldü. Aklındaki deli saçması şeylerden kurtulmaya çalışırken nasıl yemek yiyebilirdi ki? Bu mümkün müydü? "Var sende bir şeyler." Pirinç pilavından bir kaşık aldıktan sonra kendinden emin bir tavırla "Evet, dinliyorum." diyerek Asmin'in cevabını bekledi. Genç kadının bakışlarındaki karmaşa, kararsızlık ve aşırı istek şaşırtsa da fark ettirmedi. Onu avucunun içi gibi bilirdi; ne zaman kızgın, kırgın, korkak, üzgün veya sevinçli olsa anlardı. Her duygusunu ezbere bilirdi onun. Aklından geçenlerin tercümanıydı. Şu anda karşısında çekinircesine duran sevgilisine "Hadi, söyle. Bana söylemeyeceksin de kime söyleyeceksin derdini?" diyerek onu cesaretlendirse de, bu defa başlarındaki belanın ne olduğunu düşünmeden edemiyordu. Yine niçin endişeliydi? Halâ o düşünceleri atamıyor muydu aklından? Bilmiyor muydu o yanında olduğu sürece Azad'ın her şeye göğüs gerebileceğini? Aklındaki düşünceleri kovmaya çalıştıkça sevdiği adam onu yüreklendiriyordu. Daha karmaşık bir durum olamazdı herhalde. Dilinin ucuna kadar gelmişti artık, yutamazdı. Yutsa da kalbinden atamazdı bu delice isteği. "Ben senden bir bebek istiyorum Azad. Senden ve benden, ikimizden... Yalnızca ikimize ait." Son sözleri dudaklarından şefkatle ve tarifi imkânsız bir arzuyla, istekle çıkmıştı. Bunu her türlü tehlikeye karşı istiyordu. Canı pahasına. Ne olursa olsun. Bir süre karşısındaki adamın tepkisini ölçtü. Bunu duyar duymaz tatlı bir gülümseme kondurmuştu dudaklarına, onun da hasretle istediği tek şeydi belki. Sonra birden yüzü solmuş ve çaresiz bir adama dönüşmüştü Azad. Genç kadın "Neden öyle baktın?" diye sordu üzgün bir ses tonuyla. "Nedenini biliyorsun." Masanın üzerinde birleştirdi ellerini. "Asmin, meleğim... Seni çok seviyorum. Öyle ki, senin için ölümlere bile atlarım ben. Ve en az senin kadar çok isterim çocuklarımızın olmasını." Ümitle parıldayan gözleri ve gülümseyerek kıvrılan dudakları mutluluğa yelken açtı. "Ben bir taneye de razıydım oysaki." "Ama ben evliyim." Sağ yüzük parmağındaki küçük esaret kelepçesine baktı. Sabırsızlıkla oynadı yüzüğüyle, parmağından çıkarıp masaya koydu sonra. "Bu esaret halkası benim elimi kolumu bağlıyor Asmin. Tüm dengeleri değiştiriyor, bozuyor. Bu haksızlık... Sana bunu yapamam." Doldu gözleri, ağlamaklı oldu. Sevdiği adamın endişelerini, onun anlatmaya çalıştıklarını anlayabiliyordu. Bunları söylemekteki niyetini de biliyordu. Bu yüzden ona asla kırılmadı. Aksine, başlarındaki bunca belaya lânet okuyup derin bir nefes aldı. "Bu bana yapacağın en güzel haksızlık olur, inan bana." Sandalyeden kalkıp yanına gelen, önünde diz çöken adamın acı dolu gözlerine odaklandı. Söyleyeceklerini sabırsızlıkla bekliyordu. O gözler bir çok şeyi anlatsa da, sevdiği adamın ağzından duymak istiyordu. "Sana evlenme teklifi ettim, reddettin. Benden çocuk istediğini söyledin, reddettim. Bizim hayatımız mecburiyetlerden ret kararlarıyla mı geçecek Asmin?" Hasretle iç geçirerek kadının ellerini öptü. "Bakışlarına hasret kaldığım kadın... Aldığım her nefessin sen, kalbimde atan her ritimsin." Dudaklarını adamın yanaklarından boynuna doğru gezdirirken kokusunu içine çekti. Gözlerini kapamış, sarhoş gibiydi o an. "Seni nasıl bırakıp gittim, hangi akılla... Oysaki sensiz ben, ben değildim. Ama artık bitti. Seni mutlu etmek istiyorum. Ne olur izin ver buna." Sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Cevap bile beklemeden Azad'ın gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Dudakları kadının sinesinde gezinirken "Beni mutlu eden tek kişi ol..." diye mırıldandı. Onu kucağına alıp yatağa taşırken düşündüğü tek şey, artık hiç kimse için birbirilerini üzmeyecekleriydi. Bu dünyaya bir daha asla gelmeyeceklerdi. Bu an bir daha asla geri gelmeyecekti. Ve onlar belki de öyle bir saklanacaklardı ki, bir daha asla birbirilerini bulamayacaklardı. ●●● Sabahın erken saatlerinde kış bahçesinde, sehpanın üzerindeki dosyaları incelerken aklı ve kalbi başka düşüncelerle meşguldü. Aslında düşünmesi, endişelenmesi gereken bir sürü pürüz vardı ama o yalnızca tek bir şeyle ilgileniyordu; Asmin... Kendi için birçok şeye endişe duyabilirdi. Abdülhan Ağa'nın, onun başına ne çoraplar öreceğini düşünüp her daim tetikte durabilirdi. Ama Galip, Asmin'i ve onun Azad'la mutlu olduğunu düşünerek kendine eziyet etmekte karar kılmıştı. Günlerce kendini dış dünyaya kapatmış, etrafında kimse yokmuş gibi davranmıştı. İçine kapanmak ona bir şey katmasa bile, en azından Asmin'e olan duyguları yüzünden kendinde gördüğü değişimleri diğer insanların da fark etmesine engel olabiliyordu. Asmin mutluysa sorun yoktu. O yıllardır mutlu olmayı hak etmek için sırada beklemiş bir insandı. Tıpkı kendisi gibi töre ve bu ad altında oluşan yozlaşmış sistemin bir kurbanıydı. Baş kaldırmıştı ve cezalandırılmayı hak etmişti Abdülhan Ağa gibilerine göre. Çünkü orada doğup büyüyen bir insanın kendi hayatı hakkında bir planı, isteği, arzusu veya hedefi olamazdı. Onlar bu yozlaşmanın içinde kuruyup solmaya alışmak zorundaydılar, boyun eğmeliydiler. Kendi haklarını savunmak ne hadlerine! İtiraz edecek gibi olanın başı ezilmeliydi ki, bir daha küçük bir boşluktan yararlanan insanlar türemeyiversin. İşte Asmin böyle bir dünyaya gözlerini açmıştı. Savaş ve karmaşa dolu bir dünya... Ve yoluna taş koymak isteyenlere karşı çıkmış, hakkını kimseye yedirmemiş, güçlü duruşuyla herkese büyük bir ders vermişti. Tabi her yapılanın bir bedeli olduğu gibi töre kitabında bunun da bir cezası vardı; ölüm... Asmin'in ölümden falan korktuğu yoktu. Onun gibi bir kadının ölümden korkması veya bu tarz bir tehditle karşı karşıya getirilmesi komikti gerçekten. Hayata, yaşamaya değer veren, ölmekten korkan ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanlara göre fazla cesurdu bu kadın. Diğerleri gibi yaşama gereğinden fazla anlam yüklemediği için zekiydi de. Canı pahasına da olsa istediğini alabilecek karaktere sahipti. Belki de Galip'i en çok dehşete düşürüp aynı zamanda hayran bırakan özelliği de buydu. Onun korkutucu derecede cesur ve gözü kara olması... Bu kulağa büyüleyici gelse de, tehlike çanları çaldığında herkesi dehşete düşürebilecek nitelikteydi. Karşı verandada dikilmiş adam, dayısının düşünceli bakışlarının önündeki fotoğrafta bitiştiğini görebiliyordu. Onun ne düşündüğünün, ne hissettiğinin farkındaydı. En kötüsü de, bu girdabı ters çevirip kendi istediği yöne getiremeyecek kadar çaresiz olmasıydı. Yapmak istediği, doğanın dengesini bozmak gibi bir şeydi aslında. Başkasını seven birinin kalbini söküp almak, başka bir kalp takmak gibiydi. Farkındaydı, mümkün olmayacaktı böyle bir şey. Ama dayısının gözlerinin önünde eriyip bitmesine, içine kapanmasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi davranmasına da dayanamıyordu. Bu katlanabileceğinin fazlasıydı. Her daim güçlü ve dimdik duran o adam artık yoktu, ölmüştü. Ve bir ölüyü diriltmek içinse artık çok geçti. Bahçenin dış kısmında kendisini izleyen Caner'le göz göze geldiğinde sehpadaki tüm dosyaları kucaklayıp odasına döndü. Onun kendisine her şeyi biliyormuş gibi bakması rahatsız ediciydi. Daha fazla burada kalırsa mutlaka gelecek, bilgiçlik taslayıp öğütler verecekti. Kapıyı kapatıp odasında kendiyle baş başa kalınca biraz olsun rahat nefes aldı. Asmin'in mutlu olması istediği tek şeydi. Peki, o zaman neden kalbi acıyordu? Niçin hiç durmak, bitmek bilmiyordu bu sancı? Caner'se kış bahçesinden içeri girdiğinde sehpa ayağının kenarına düşmüş fotoğrafı fark etti. Eline alıp uzun uzun baktı fotoğrafa. "Herkes için yanıyor bu ateş. Sen ölümle mücadele ediyorsun, dayım sensizlikle..." ●●● Hastaneden içeri girdiğinde kendini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Başlarından bela eksik olmadıysa bile dinmişti. Önündeki tüm sisler dağılmış gibiydi. Azad'ın kollarındayken hiçbirinin önemi olmamıştı. Nedense onun bu olaya er ya da geç bir çözüm getirebileceğine öylesine inanıyordu ki, bu düşünce onu umuda boğuyor, neşelendiriyordu. Umarım çok geç olmaz, dedi kendi kendine. Bunun bir çözümü olmadığını bile bile umut ediyordu. Sevdiği adamın dün geceki aşk dolu şefkatli dokunuşları gözünün önüne geldiğinde bir kez daha gülümsedi Asmin. Onsuz yaşaması mümkün değildi, bunu anlamıştı. Fakat anlamadığı şey nasıl bu kadar bencil olabildiğiydi. Sırf anne olmak için çocuk istiyormuş gibi hissetti o an. Veya Azad'dan bir parçayı taşımak için... Neyse ne, bu çocuk dünyaya geldiğinde onu içinde bulunduğu kirli dünyadan, törelerden nasıl korurdu? Bunları hiç düşünmemişti. Onu endişelendiren tek şey, şuan olmayan bebeği için elinden gelmeyenlerin toplamıydı. Koridorda yürürken her zamanki gibi peşine takılan Uğur sırasıyla bir şeyler zırvalıyordu. Önce günaydınlar, sonra bugünkü program ve ameliyatlar vesaire... Hepsini duymuştu ama dinlememişti işte. Yalnızca "Size bir paket geldi, odanıza bıraktım." dediğinde dikkat kesilmişti kadın. Merakla asistanına baktı ve "Kimden gelmiş?" diye sordu. Uğur olumsuzca başını salladığında gönderenin belli olmadığını anlayıp daha fazla telaşa kapılmıştı. Korka korka girdi odaya. Kendisine bir kutu geldiğini öğrendiğinde dizlerinin bağı çözülmüştü. Ne yapacağını bilememişti Asmin. Gizemli şantajcısı onu unutmamıştı belli ki. Unutacağa da benzemiyordu. Hem kim böyle bir koz bulduktan sonra unuturdu ki? Bu defa kutudan ne çıkacaktı, merak ediyordu doğrusu. Kutuya yaklaştı, elleri titreye titreye açtı kapağını. Saman kâğıdın üzerindeki notu okudu. "Umarım hayallerindeki gelinliktir." Bunun bir şantajcıdan gelip gelmediğini anlayamamıştı doğrusu. Hem bir şantajcı neden gelinlik göndersin ki, diye düşündü o an. Gelinliği biraz kaldırıp bel kısmındaki işlemelere baktı. Acaba Azad yollamış olabilir miydi? Sabah konuştuklarında evlilik konusunu bile açmamıştı. Sürpriz mi yapmak istemişti? Telefonda sevdiği adamın numarasını tuşladı ve tek çalışta açan adama "İnanamıyorum, sen ne yere bakan yürek yakan bir adamsın böyle." dedi yumuşacık bir sesle. "Ne oldu ki hayatım?" "Gelinliği diyorum." Asmin'in söylediklerinden hiçbir şey anlamayan Azad kaşlarını çattı ve önündeki dosyaları Aydın'a uzattı. "Ne gelinliği?" Güldü ve "Halâ mı rol yapıyorsun?" diyerek gelinliği biraz daha çekiştirdi. Bel kısmındaki inceli kalınlı, büyüklü küçüklü taşlara bayıldığını itiraf etmeliydi. Ama başka bir şey itiraf etmek gerekirse gelinliğin askılı olmasına şaşırmıştı. Hâlbuki yıllar önce evlilik hayali kurarken bile Azad'a straplez gelinlik giymek istediğinden bahsetmişti. Hatta bir keresinde bir kusur işlemiş gibi alt dudağını ısırıp "Acaba ayıp mı olur? Aşiret düğünü olacak sonuçta." demişti. Azad'sa "Ben evet dedikten sonra kimseye laf düşmez. Hiçbir şey içinde kalmayacak. Her şey istediğin gibi olacak." dediğinde romantik bir biçimde sarılmışlardı. Geçmişten ayrılıp gerçek zamana döndüğünde şaşkındı. Azad'ın böyle bir detayı unutmasına anlam veremese de "Bana gönderdiğin gelinlikten bahsediyorum. Saklama artık ya, geçti elime." dedi ve telefonu kulağıyla omzu arasında sıkıştırıp gelinliği kutudan tamamen çıkardı. Bembeyaz gelinlik yere doğru sürünmeye başladığında eteklerinin tamamının kanla bulanmış olduğunu gördü kadın. Etek uçlarından yere kanlar damlıyordu. Bir çığlık attığında telefon ayrı bir yere uçmuştu, gelinlik ayrı bir yere. Uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı, korkuyla duvara dayandı kadın. Saniyeler içinde gözleri kan çanağına dönüşmüş, dudakları ve elleri titriyordu. Telefondaki Azad'ın "Asmin! Asmin, iyi misin? Neler oluyor? Cevap ver, ne olur korkutma beni!" diye kendisine seslenmesine şok içinde kayıtsız kaldı. Duvardan ayrılıp birkaç adım ileri gittiğinde notu eline almaya çalıştı. Kapının arkasında saklanmış olan adam silueti ona doğru yaklaşıp elleriyle kadının gözlerini kapadı. "Nasıl, hayalindeki gelinlik mi?" diye sordu kinayeli bir ses tonuyla. Sesi belirsiz bir fısıltı gibi çıkmıştı dudaklarından. Nefesi genç kadının kulak arkasına üflüyor gibiydi. Gözleri kapanmış olan kadın artık konuşamayacak kadar korkmuştu. Duyduğu ses tonu o an o şokla hiç de tanıdık gelmemişti. "K-Kimsin sen..." diye fısıldayabildi sadece. Alayla "Bir dost..." deyiverdi adam. "Sakın arkana bakmaya kalkma. Çünkü beni göremeyeceksin." diye fısıldadı. Sağ eliyle cebindeki şırıngayı çıkarırken sol eliyle kadını ahtapot gibi sarmış, mengene gibi sıkıyordu. Şırıngayı boynuna batırdıktan birkaç saniye sonra kendinden geçen kadını yavaşça yere bıraktı ve hiçbir şey olmamış gibi odadan çıkıp gitti. Etrafına bakındığında kimsenin kendisine dikkat etmediğinin farkına vardı ve bundan memnuniyet duydu. ... |
0% |