Yeni Üyelik
41.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 36

@buzlarkralicesi

-36-

Elinde altıncı duyusu haline gelmiş telefonuyla hastaneden içeri girdi adam. Bu saatte nerede olabilirdi ki? Elbette hastanedeydi. Yalnızca merak ettiği tek şey, niçin aramalarını gördüğü halde dönmüyordu? Bu saate kadar mutlaka görmüş ve dönüş yapmış olması gerekirdi. Onu merakta bırakan da buydu zaten, Asmin hiçbir zaman bu kadar sorumsuzca davranmazdı. Resepsiyon görevlisiyle konuşan Uğur'la karşılaştığında nimet bulmuşçasına sevindi. "Uğur!" Aciliyet belirten ses tonuyla "Merhaba..." demeyi başarmıştı.

"Merhaba Caner Bey, hoş geldiniz."

"Hoş bulduk. Asmin buralarda mı acaba? Kendisine geldiğimi haber verir misin? Delirmek üzereyim şuan."

"Asmin Hanım yok. Niçin delirmek üzeresiniz ki?"

"Çünkü Asmin yok! Burada da yok, hiçbir yerde yok!"

"Tam olarak anlayamadım, bir planınız mı vardı birlikte?"

"Hayır, ama defalarca aradığım halde o lanet telefonunu açmıyor!" Sinirlerine hâkim olamadığı için sesi biraz yüksek çıkmıştı. Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. "Bak, Uğur... En son Asmin'i ne zaman gördüğün önemli. Çünkü o benim aramalarıma mutlaka dönerdi. Kesin başına bir iş geldi!"

"Sabah gördüm en son. Hatta gelişine şaşırmıştım. Ama... Şimdi hatırladım, sonra bir daha gördüm. Daha önce yanında görmediğim bir adamla çıkıverdi odasından. Yüzünde endişeli bir ifade vardı ama çok dikkatimi çekmedi. Adam uzun boylu, esmer tenli ve takım elbiseliydi."

Hiçbir şeye anlam veremeyen Caner dişlerinin arasından "Neler oluyor ya?" diye söylendi. Bu işte bir tuhaflık vardı. Ve daha da kötüsü artık tek tuhaflık Asmin'in aramalarına cevap vermemesi değildi. Daha önce kimsenin görmediği bir adamla gidişi de neyin nesiydi böyle? İyimser ve rahat yanı onun belki de arkadaşı olduğunu, yemeğe falan çıktıklarını söylüyordu ama diğer yanı... O endişe ve şüphesi dinmeyen diğer yanı bin bir komplo teorisi üretiyordu. Sağ elini ensesine götürdü ve Uğur'dan en azından işe yarayabilecek bir şeyler öğrenmeye çalıştı. "Peki, Bilal Beyin telefon numarası var mı sende? Hani sürekli Asmin'le oldukları için belki nerede olduğunu biliyordur."

"Aslında... Bende yok ama Asmin Hanımın telefon rehberinde olması lazım. Gerçi kendisi yokken odasına girilmesinden hiç hazzetmiyor ama-"

"Hadi gidip alalım şu numarayı."

"Ya Asmin Hanım kızarsa?"

"Ben zorla girip aldım derim, oldu mu? Hadi!" Sabrı taşmanın eşiğindeydi artık. Bir şeyler ters gidiyordu. Asmin'in anlattıkları aklına geldiğinde gözleri büyüdü, dehşete düştü. Ya yaşadığını birileri öğrendiyse ve şuan hayatı tehlikedeyse? Panikle koridoru adımlıyordu, Asmin'in odasına ulaşana kadar yıllar geçmiş gibi hissetti. Sabırsız bir biçimde Uğur'un ardından odaya girdi. Masadaki vizon rengi kalın kaplı defteri aralayan çocuk numarayı söylediğinde parmakları hızlı hamlelerle telefona tuşladı. Uğur'a teşekkür edip yanından ayrıldı, bahçeye indi. Çalıyordu. Kısa süre sonra Bilal Bey olduğunu tahmin ettiği yaşlı bir adam aramayı cevapladı. "Alo..."

"Alo, Bilal Balkan'la mı görüşüyorum?"

"Evet, benim de sizi tanıyamadım."

"Ben Caner. Asmin'in arkadaşıyım, birkaç kez karşılaşmıştık hatırlarsanız."

"Ah, evet. Hatırladım evladım, Asmin'le konuşurken sözün geçmişti." Kendisini kısmen tanıyan bir çocuğun onu neden aradığını merak etmişti ve bu çok doğaldı. "Kabalık etmek istemem ama niçin aramıştın?"

"Bilal Bey, bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama... Bütün gün Asmin'e ulaşamadım ve şuan gerçekten çok merak ediyorum. Acaba sizin bir bilginiz var mı? Nerede olduğuyla ilgili..."

"Ulaşamıyor musun? Hastanede değil mi? Belki ameliyattadır, meşguldür."

Herkesin ağız birliği etmesi canını sıksa da sabırlı davranmayı tercih etti genç adam. "Evet, biliyorum ama şuan hastanedeyim. Asistanı Uğur'a da sordum, sabah buradaymış ancak şuan yok. İşin tuhaf yanı, daha önce yanında hiç görülmemiş yabancı bir adamla alelacele hastaneden çıkmış olması. Uğur'un söylediğine göre de yüzünde endişeli, tuhaf bir ifade varmış. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?"

Oturduğu koltuktan aniden kalktı ve "Adresi veriyorum, buraya gel." dedi. Sesinde endişe, heyecan ve merak gizliydi. Caner'in söyledikleriyle kafası iyiden iyiye karışmıştı. Bu yabancı adam da neyin nesiydi böyle? Gizli şantajcıyla hastaneden esrarengiz bir biçimde çıkıp gitme ihtimali yüzde kaçtı? Bilemiyordu ama bu olayı biran önce çözmezse Azad geldiğinde taş üstünde taş bırakmayacağı kesindi.

●●●

Yüzüne bir kova soğuk suyun boca edilmesiyle gözkapaklarını araladı. Çığlık atmak istiyordu fakat ağzındaki küçük siyah bez parçası anlamsız sesler çıkarmak dışında hiçbir şey söylemesine izin vermiyordu. Sağında ve solunda duran adamları gördüğünde nasıl bir şeyin içine düştüğünü az çok anlamıştı. Usul adımlarla kendisine yaklaşıp tam karşısında duran ihtiyar adama baktığında dişlerinin arasından lânet okudu. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerekti. Abdülhan Balkan'ı karşısında gördüğüne çok da şaşırmamıştı. Bir beladan diğerine atlamak onda bir gelenek haline geldiğinden, artık korkmuyordu. Öfke kusan bakışlarını adamda dikti ve hiçbir şey söylemeden yaşlı adamı izlemeye devam etti.

Bir o yana bir bu yana volta atan ihtiyar önce karşısında derdest edilmiş kadına bakıp sinsice güldü. Asmin elinde olduğu sürece Azad'dan her şeyi isteyebilirdi. Dahası, yıllardır bu kıza yardım eden her kimse, onu bulmasına ramak kalmıştı. Bunun keyfini çıkarırcasına sırıttı. "Umarım bizim çocuklar çok hırpalamamışlardır seni."

Yanaklarına sapışa ıslak saçlarını kenara çekmek istercesine başını hırçın bir biçimde iki yana salladı. "Ne istiyorsun benden?"

"Sakin ol, birbirimize yabancı sayılmayız. Hemşeriyiz sonuçta, anlaşabiliriz. Benim niyetim seninle anlaşmak. Sana gayet uygun bir teklif sunacağım."

Alay edercesine sırıtarak "Neymiş o?" diye sordu. Sesindeki umursamazlık ve o alaycılık öfkesini gölgelemeye yetmiyordu. Şuan korkması gerekiyordu. Hiç öğrenmemesi gereken iki kişi yaşadığını öğrenmişti; Haşim ve Abdülhan... Ama o kendinden çok Azad için korkuyordu. Çünkü bu iki yaratık, sevdiği adamın ayağını kaydırmaktan bir saniye bile şüpheye düşmeyecekti. Burada olmasının sebebini gayet iyi kavramıştı ve karşısındaki adamı da çok iyi tanıyordu.

"Yıllardır töreye karşı geldin, bağlı oldukları inançları uğruna evlatlarını kurban vermekten çekinmeyen bu insanları hep salak yerine koydun. Asırlardır süregelen yazılı kaderi bozdun. Asilik ettin, kaderine karşı geldin!"

"Kader, yazıldığı şekilde işler. Kimse yazılan kaderi silip yenisini kurgulayamaz. Ben kaderime karşı gelmedim! Sadece, bir seçim hakkım vardı ve ben de kaderimi istediğim şekilde değiştirebilmeyi seçtim." Karşısında duran ihtiyarı aşağılayıcı bakışlarla süzdükten sonra "Pişman değilim!" diye tısladı. Zeki bakışları adamın üzerinde dolaştı. "Ne hissettiğini görebiliyorum. Korku dolusun, paniğe kapıldın. Asırlardır siz ve sizin gibilerin kirli menfaatlerini besleyen bu yozlaşmış sisteme kafa tuttum ve bu kadar uzun süre direnç gösterebilen ilk kişiyim. Ama seni korkutan ne biliyor musun? SON OLMAYACAĞIM! Benim savaştığımı duyan herkes, tüm kadınlar başkaldıracak. Öleceksem bile onlara mücadele etmenin ne anlama geldiğini öğreterek öleceğim. Bu, ölümlerin en onurlusu Abdülhan Balkan."

Tıslamaya benzer bir gülme sesi çıktı dudaklarının arasından. "Kendini ne sanıyorsun, bir amazon savaşçısı mı?"

"Hayır, sisteminizi çökerten bir eksik eteğim..." Ardından hemen bastıra bastıra "...size göre." diyerek tamamladı. "Hem de bunu daha küçük yaştayken yaptım. Sistem açığınızı yakaladığım için de bana bayağı kin beslemiş görünüyorsun." Havadan sudan konuşuyormuş gibi bir tavır takındı. "Ne zamandır biliyorsun yaşadığımı?"

"1 yıldan fazla oldu."

"Söylesene, neden hemen öldürmedin beni?"

Tek kaşını kaldırarak "Sence?" diye sordu Abdülhan Ağa. Aslında karşısındaki kadın bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu. Sadece emin olmak için sorduğuna kalıbını basardı.

"Tabi ya." Başını aşağı yukarı sallayarak "Elbette Azad'a daha büyük bir ıstırap vermek istiyorsun. Önceki ölümümden daha büyük bir ıstırap..." cevabını verdi. Kendi sorduğu sorunun cevabını bulmak tuhaftı. Kendi kendine konuşuyormuş gibi hissetmesine sebep oluyordu.

"O da var. Ama büyük ölçüde sana yardım eden birinin olduğunu düşünüyorum hatta buna adımdan bile daha çok eminim. Ve onu öğrenmek için sabırsızlanıyorum."

Tüm vücudunun buz kestiğini hissetti o an. Yüzüne çarpmış olan soğuk su yüzünden değildi bu üşüme. Bilal babasının hayatı tehlikedeydi. Ketum bir ifadeyle "Ben tektim." diye cevapladı.

Karşısında duran kadın kendinden emin ve cesurdu. Ser verip sır vermeyecekti, belli. Ama cesur olmak aynı zamanda korkusuz olmak anlamına gelmiyordu. Onun bir zaafı vardı, o da Azad'dı. İşler sarpa sararsa yeğenini yem olarak kullanmaktan çekinmeyecekti Abdülhan Balkan. Aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini kıstı. "Bak ne diyeceğim, bir anlaşma yapalım. Sana çok cazip bir teklifte bulunacağım. Ve bu teklifi kabul edersen hem sen kazanacaksın, hem de ben." Kendisine soru dolu gözlerle bakan kadının yüzünde gezdirdi sahte ılımlı bakışlarını. Asmin teklifini pek de umursuyormuş gibi durmuyordu. "Eğer bana yıllardır arkanı kollayan ismi verirsen, canını bağışlarım. Azad'la mutlu bir yuvanız olur."

"Beni Allah dışında kimse yargılayamaz. Sen Allah değilsin, hiçbir şey değilsin. Senin bağışlamana ihtiyacım yok benim."

"Canını bağışlayacağımı söylüyorum, aptal! Bu şansı geri mi tepeceksin?"

Uzun uzun ihtiyar adama baktı Asmin. Onun yalan söylediğine adı gibi emindi, yem attığı o kadar barizdi ki... Zira doğruyu söyleseydi bile canı için Bilal babasını satmazdı. Asla yapmazdı bunu. Ölürdü, yine de ele vermezdi Bilal babasını. Onun üzerinde emeği büyüktü. Yalnızca canını kurtarmakla kalmamış, onu hep koruyup kollamıştı, babalık etmişti. Ona ihanet edeceğime ölürüm daha iyi, diye geçirdi içinden. Bakışlarındaki kararlılığı koruyarak "Ben hep tektim." dedi kısaca. Rahat, sakin ve kendinden emin görünüyordu. Bunun karşısındaki adamı içten içe çıldırttığını biliyordu ve bundan keyif alıyordu.

●●●

Şiddetli bir biçimde kornaya bastı. Trafik felç olmuş durumdaydı ve bu durum adamı çıldırtıyordu. Caner'den gelen telefonla olayın ciddiyetine vardı. İlk başlarda Asmin'in ortalardan kaybolmasını Azad'la baş başa kalma isteğiyle açıklayabiliyordu, bu yüzden gönlü de vicdanı da rahattı. Ama aldığı son haberle Asmin'in kimsenin tanımadığı, daha önce görmediği biriyle çıkıp gittikten sonra kayıplara karışmasına bir türlü anlam verememişti. Ve korkuyordu. Son derece korkuyor, endişeleniyordu. Nefes almayı unutmuş gibiydi Galip. Eğer her şey düşündüğü gibi gerçekleşiyorsa, Abdülhan Ağa ilk Asmin'e saldırmayı planlamıştı. Uzun süren sessizliğinin nedeni de buydu. Galip Asmin'i öldürmekle alakalı verdiği kararla istemsizce herkesi tehlike altına sokmuştu. Kendisini, Caner'i, Berk'i, Asmin'i... Kendi canı umurunda bile değildi ama sevdiklerinin kılına zarar gelirse o bunağı elleriyle öldürürdü. Ne pahasına olursa olsun Bilal Ağa'nın yanına gitmeye karar verdi. Her şeyi anlatacaktı. Daha da önemlisi, Asmin'in şuan onların elinde olabileceğini söylemeliydi. Susma zamanı değildi artık, her şeyi anlatma zamanıydı.

Trafik biraz normale döndüğünde hiçbir ışıkta durmadı, tam gaz sürdü arabayı. Asmin'in oturduğu apartmanın önünde durduğunda direksiyonda duran ellerine bakıp derin nefesler aldı. Gerçekleri anlattığında nasıl bir tepkiyle karşı karşıya kalacağını biliyordu. Hiçbir şey umurunda değildi o an, Asmin'in sağ salim dönmesi dışında hiçbir şeyi önemsemiyordu. Bilal Ağa veya Azad silahını çekip onu vurabilirdi, bu da umurunda değildi. Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu artık. Yıllar önce altına girdiği borç da dâhil hiçbir şeyin değeri kalmamıştı gözünde. İçine çöreklenmiş duygular ona tüm dünyevi endişeleri unutturmuştu.

Araçtan inip apartmandan içeri girdi. Asansör düğmesine basıp bekledi. O bekleyiş dakikalar değil de saatler hatta yıllar gibi gelmişti Galip'e. Büyük hesaplaşmaya bir adım kala durdu ve düşündü. Biraz mantıklı düşünmeye çalıştı. Abdülhan Ağa şimdiye kadar Asmin'e zarar vermiş olamazdı. En azından onu asla öldürmeyeceğini biliyordu ve bu onu kısmen rahatlatıyordu. Çünkü Asmin'i ölü değil diri istiyordu. Asansörden içeri girdi. Bu düşünce onu biraz rahatlatmıştı fakat genç kadının canı halâ tehlikedeydi. Sonuçta bir menfaatleri olsa da bu onu sonsuza dek yaşatacakları anlamına gelmiyordu. Galip bunları düşündükçe deliye dönüyordu, "Allah'ım..." diye mırıldandı acıyla. Aklını yitirmiş gibiydi. Kapının önüne geldiğinde ve zili çaldığında kalbi atmayı bırakmış gibiydi. Kapıyı heyecanla Caner açtı. Nefes nefeseydi. Belli ki Asmin halâ bulunamamıştı, yoksa yeğeni bu kadar endişeli ve üzgün görünmezdi. Ve Galip konuşmadan da bulunacağa benzemiyordu. Usulca içeri girip pencerenin önünde tartışan baba oğula doğru yürüdü. Azad delirmiş gibi bir o yana bir bu yana yürüyordu. Kan beynine sıçramış gibi davranıyor, bağırıp çağırıyordu.

"Ben onu size emanet etmedim mi giderken? Mesut ve sen dikkat ederiz demediniz mi? Çıldırtmayın beni! Nerede şimdi Asmin? Ona evden çıkmamasını söylemiştim!"

"Belli ki dayanamamış oğlum, çıkmış işte dışarı. Hastaneye gitmiş, Caner'e de asistanı söylemiş. Biraz sakin ol."

"Nasıl sakin olabilirim söylesene! Asmin ortalıkta yok diyorsunuz ve benden sakin olmamı mı bekliyorsunuz?" Gözlerini kısarak "Ya siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" diye kükredi. Sinirden nereye saldıracağını şaşırmış durumdaydı. Sadece sinir değil, çaresizlik de onu delirten güçlü faktörlerden biriydi.

Galip'se bu tartışmalı konunun üzerine geldiği için lânet etti. Her şeyi berbat eden kendisiydi, şimdi yine her şeyi düzelten o olacaktı. Yani öyle umuyordu. "Bilal Bey..."

Dikkatini yeni gelmiş olan adama verdiğinde bacaklarında derman kalmamıştı. Birkaç adımın sonunda kendini koltuğa bıraktı. "Hoş geldiniz."

Caner "Bahsettiğim gibi, dayım Galip Tekinoğlu." diyerek salonun ortasında dut yemiş bülbül gibi duran adamı herkese tanıttı.

"Evet, kendisini daha önce görmüştüm yanında." Bilal Ağa misafir ağırlayacak durumda değildi. Daha da kötüsü, eğer Asmin'in başına bir şey gelirse oğlunu nasıl dizginleyeceğini bilmiyordu. İçinde bulundukları durum yeterince karışık ve zor çözümlenen türden bir durumdu. Bu aşınmış ve her an kopabilecek bir halatın üzerinde cambazlık yapmak gibi bir şeydi.

Azad'sa bu adamın sesini öyle tanıdık bulmuştu ki, aklındaki tanıdık sesle eşleştirmek için hafızasını zorladı fakat başaramadı. Kısılmış gözlerini Galip denen bu adama dikti.

Fazla uzatmadan konuya girdi Galip. Bekleyecek zamanları yoktu artık, zaman acımasızla işliyordu. "Sizinle Asmin'i kaçıran kişi hakkında konuşmaya geldim."

Şaşkın ve öfkeli bir ses tonuyla "Kaçırmak mı?" diye gürledi genç adam. Odadaki herkes şaşkınlıkla Galip'e bakarken o daha fazlasını yaptı. Galip'in yakalarına yapışıp "Ne kaçırması ulan? Bildiğin bir şey mi var!" diye bağırmaya başladı. Sinirlerine hâkim olmak gibi bir kaygısı yoktu ancak aralarına girmeye çalışan Bilal Ağa ve Caner'e göz ucuyla baktığında durumun ciddiyetinin farkına vardı.

"Ne yapıyorsun oğlum? Biraz sakinleş artık! Kendine gel!" Oğlunun dizginlerini eline almaya çalıştıysa da olaylar rayından çıkmış görünüyordu. Galip'e dönerek "Ne kaçırması, sen ne biliyorsun bu konuda?" diye sordu sakince. Yaşlı adam da son derece endişeliydi, ama kontrolü kaybetme gibi bir lüksü yoktu. Azad yeterince deliye dönmüş durumdaydı, onu sakinleştirmekse hiç kolay değildi. Bu yüzden sakin olmalı ve ellerindeki her bilgiyi iyi analiz etmeliydi.

"Asmin'in hayatı hakkında sandığınızdan çok şey biliyorum. Ve..." Sakinliğinden ödün vermeyen ifadesiyle cümlesini tamamlamaya çalıştı. Böyle bir şey nasıl söylenirdi? Hiçbir fikri yoktu. En iyisi dosdoğru söyleyip kurtulmaktı. "Bilal Bey, kardeşiniz Abdülhan Balkan... O uzun bir süredir Asmin'in yaşadığını biliyordu. Sadece harekete geçmek için uygun zamanı kolluyordu. Amacının ne olduğunu ise siz benden iyi bilirsiniz. Ağalığın kardeşiniz Faysal Beyin çocuklarından birine geçmesini istiyorlar. Dahası, Azad'ın acı çekmesi de onların umurunda değil hatta bu durumun Abdülhan Ağaya özel olarak keyif verdiğini bile söyleyebilirim."

Saniyeler içinde tüm vücut fonksiyonlarının durduğunu anbean hissetti yaşlı adam. Duyduklarını hazmetmeye çalışıyordu ve bu hiç kolay değildi. Ortamı oldukça sessiz ve soğuk bir atmosfer sarıp sarmalamıştı. Bunca yıllık emeği boşa mı gitmişti yani? Elleri, ayakları ve diğer tüm uzuvları tir tir titriyordu. Abdülhan her şeyi biliyordu. Bunun ne demek olduğunu herkesten daha iyi anlamıştı. Eğer bu bilgi gerçekse, her şeyin sonu gelmişti. Harcanan tüm emekler, verilen tüm savaşlar, kurban edilen tüm insanlar boşa gitmişti.

●●●

Gözlerini bir korna sesiyle araladığında neye uğradığını şaşırmış gibiydi. Başını oluk oluk kana bulanmış direksiyondan kaldırdığında boynu ve tüm vücudu tarifsiz bir biçimde ağrıyordu. Yıllardır hareketsiz uyuyor gibiydi. Birkaç saniye gözlerini kısarak etrafa bakındıktan sonra her şeyi hatırladı. Kar maskeli adamların onu nasıl hırpaladıklarını, Asmin'i elinden nasıl aldıklarını... Her şeyi. Ve hatırladığı her şey onu dehşete düşürmüştü. Çünkü bunu kimin yaptığını öyle iyi biliyordu ki, hemen telefona sarıldı. Çok öfkeliydi, Abdülhan Ağa bunun hesabını verecekti. Vermek zorundaydı! Telefon birkaç kez çaldıktan sonra amcası tarafından yanıtlandı.

"Alo."

"Amca bunu nasıl yaparsın? Delirmek üzereyim, sen Asmin'i nasıl alırsın benden?"

"Önce bir sakinleş bakalım Haşim. Amcanla nasıl konuşman gerektiğini hatırla, öyle anlat derdini." Gayet sakin bir tavır takınarak "Adamlarımın verdiği hasardan dolayı kusura bakma, ama eğer sen onların yoluna taş koymasaydın tüm bunlar olmazdı." dedi.

"Benimle sakın oynamaya kalkma amca! Sakın! Asmin'in bir kez daha ellerimden kayıp gitmesine izin vermem, anladın mı beni?"

"Orada dur bakalım! Ben bu yola senin gönül maceraların için girmedim. Asmin'e halâ âşıksın, biliyorum. Zaten görünüşe göre inkâr ettiğin de yok. Ama bu aptal duygularının bir çuval inciri berbat etmesine izin veremem. Bu defa olmaz! O yüzden sen artık bu işin dışında kalıyorsun."

Kanayan bağına dokunduktan sonra sinirle kaşlarını çattı Haşim. Söyleyecek çok şeyi vardı ancak zamanı yoktu. Asmin'i biran önce bulmalıydı. "Amca-"

"Onu saklayanı bulacağım ve Asmin'le birlikte cehennemin dibine göndereceğim. Benden sana ufak bir amca tavsiyesi, bu Asmin sevdasından vazgeç artık. Yoksa ömrün Azad'la birlikte onun mezarına çiçek bırakmakla geçer. Bu saatten sonra beni yolumdan kimse döndüremez, ne öz yeğenlerim ne de öz kardeşim!"

"Buna sen karar veremezsin, anladın mı? Her durumda senin yanındaydım ben! Alo! Alo!" Telefonun yüzüne kapandığını anlayınca delirmiş gibi bağırdı ve telefonu yere fırlattı. Öfkeyle "Bu iş burada bitmedi Abdülhan Ağa, bitmedi..." diye tıslarken buldu kendini. Amcasının ona danışmadan bir şey yapmaması gerekiyordu. Anlaşmalarında bu yoktu! Çok fena oyuna getirilmişti. Şimdi bunun bedelini ödetecekti. Sadece biraz mantık yürütmeliydi, acaba Abdülhan Ağa Asmin'i nereye saklamış olabilir diye düşünmeye başladı. O ihtiyar bunak gibi düşünmeye gayret etmeliydi. Öte yandan halâ tüm vücudu acılar içerisindeydi ve başı şiddetli bir biçimde zonkluyordu. Amcasının ona zarar vermeye yeltenmesine ve onu oyuna getirmiş olmasına inanamıyordu.

●●●

Bakışları karşısında duran öfkeli, cesur ve kararlı kadının yeşil gözlerinde duraksadı. Etkileyici bir ses tonuyla "Unutma Asmin, bu hayatta kalmak için son şansın." diye uyardı. Her insanın zayıf noktası yaşamdı Abdülhan Ağa'ya göre. Kimse hayatının bağışlanmasına karşılık başkasını ele verme fırsatını elinin tersiyle itemezdi. "Bir kez daha düşün, sana kimin yardım ettiğini söyle ve buradan çık. Eskisi gibi harika hayatına devam et."

"Beni aptal mı sanıyorsun sen? Benden aradığın gibi bir cevap bekleme. Kaç defa sorarsan sor, bu sorunun cevabı 'Ben tektim.' olacak. Farklı bir şey duymayacaksın benden."

"Demek bu kadar kararlısın." Tek bir el hareketiyle seferber oldu adamları. Biri Asmin'in sandalyesini devirirken kadının korku dolu çığlığı kulaklarına doldu. Diğer adamlar kadını zalimce tekmelemekten hiç kaçınmadılar. Asmin'i dövdürüyordu, çünkü bu kıza yardım eden her kimse onu bu halde gördüğünde ortaya çıkmak zorunda kalacaktı. Ortaya çıkmasa bile elbet mantık dışı bir hamle yapıp dikkat çekecek, kendini ele verecekti. Adamların Asmin'le işleri bittiğinde ellerini ve ayaklarını çözdürdü yaşlı adam. Mecali kalmamış kadının yüzüne kadar eğilip "Bu, seni saklayan haine olan ilk ve son mesajım. Git söyle, eğer ortaya çıkmazsa daha kötüleri de olacak." dedi. Sonra yine tek bir el hareketiyle herkes senkronize bir biçimde görevine koyuldu.

Siyah takım elbiseli üç adam, Asmin'i arabaya bindirip şehir dışında bir dağ yoluna götürdüler. Etraf oldukça ıssız görünüyordu. Şoför aracı durdurdu ve diğer iki adam Asmin'i yuvarlayıp yol kenarına attılar. Araç bir saniye bile duraksamadan hızla oradan uzaklaştı.

Her şeyi yarı baygın bir şekilde izleyen genç kadın, işinin bittiğini düşündü. Yalnızca kendisinin değil, Bilal Ağa'nın da işi bitmişti. Abdülhan denen bu adam durmayacaktı, işin sonuna kadar gidecek kendisine yardım edeni bulacaktı. Şuan bunları düşünemeyecek kadar halsiz ve bitkin hissediyordu. Gözleri yavaşça kayıp gitti, kendini rüyalar âlemine bırakırken düşündüğü tek şey bu kâbusun biran önce bitip gitmesiydi.

"Yalnızlık sürekli aynı notaya vurmak gibiydi. Parmakların hep aynı piyano tuşunda dolaşıp durması gibi... Bir yere varacağından değil, sadece çabalamadan yenilmenin pes sayıldığındandı. Ben pes etmem, edemem. Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok, Azad'dan başka..."

...

Loading...
0%