@buzlarkralicesi
|
-37- Odada kimse konuşmuyordu. Artık ne düşmanlık vardı, ne kavga... Azad Galip'e karşı hiçbir tavır takınmıyordu. Onu görmezden gelmeyi tercih etmişti. Ortada yeterince büyük bir sorunu vardı. Asmin eve dönecek miydi, onu bile bilmiyordu. Daha da kötüsü, cam kenarında sabırsızca beklemekten başka çaresi yoktu. Aranması gereken her yer aranmış, artık sıra beklemeye gelmişti. Aslında yapılması en zor şeye... Bir defasında sevdiği kadın sessizce uzanıp yanağını öpmüştü. Aşkla bakmıştı hayatının kadınına. Gözleri yağmurlu bir bahar sabahı gibi yaslı ve hüzünlüydü. Endişeleri yine gün yüzüne çıkmıştı. Artık endişeden fazlası saklıydı o gözlerde; teslimiyet gibi, pes ediş gibi... Ve ölmeden önce son arzusunu bildirir gibi kulağına uzanıp manası derin cümlelerini dile getirmişti. "Yaşarken birçok şeyden zevk aldım. Hayatın tadına vardım. Martıların sesi, sonbaharda sararmış kuru yaprakların ağacına veda etmesi, dalgaların sahile vurup kaçışı, bulutların şekilden şekle girişi... Çiçeklerin, en çok da hanımeli kokusunu, bir de deniz kokusunu içime çektim. Ama öldüğümde tek bir şeyi özleyeceğim; senin bana şiir okumanı..." Yıllar önce de, şimdi de hep birbirilerine şiir okurlardı. Satır aralarına saklarlardı aşklarını. Azad'a kalsa dünyanın tepesine çıkıp bağıracak, herkese duyuracaktı o büyük aşkı. Ama Asmin'in dur, sus deyişleri ancak satır aralarına aşklarını kazımasına müsaade edebiliyordu. O şiirler bir haykırış, ümitsiz bir yakarıştı. Tehlikeli bakışlarını bir an olsun Galip'e dikti. Eğer sevdiği kadının kılına zarar gelirse, işte o zaman başı ciddi anlamda belaya girecekti. Öyle bir durumda ne yapacağını kendi bile bilmiyordu. Tek bildiği şey, hareketlerini kontrol altına alamayacağıydı. Çalan kapının sesiyle herkes olduğu yerde tedirginlikle kıpırdandı. Herkes kapının ardındaki kişinin Asmin olması için dua ederken hiç kimse ayağa kalkıp kapıyı açamıyordu. Çünkü kapının ardındaki kişinin Asmin olmama ihtimali hepsinin içine korku salıyordu. 3 SAAT ÖNCE Gözlerini araladığında karanlık çökmek üzereydi. Tüm vücudu ağrıyordu. Üzerinden kamyon geçmiş gibi halsiz ve bitkindi. Kılını kıpırdatacak mecali yoktu. Sadece nefes almaya çalıştı. Olanı biteni unutup ayağa kalkmalıydı. Bu şekilde eve gidemezdi, ama gidecek başka yeri de yoktu. Önce Merve'ye gitmek geldi aklına, fakat bu fikrinden anında vazgeçti. Merve evdekilerden daha evhamlı davranır, polisi bile aramaya kalkabilirdi. Böyle bir şey herkesin hayatını çıkmaza sürükleyebilirdi. Derin bir nefes aldı. Daha yerinden doğrulacak bile kendinde bulamazken o ayağa kalkınca gideceği yerin hesabını yapıyordu. Yarım saat bulunduğu yerde hareketsiz kaldı. Ne gelen vardı ne giden... Buradan hiç araç geçmez miydi? Ne olursa olsun buradan bir şekilde kurtulmalıydı. Bluzunun üzerindeki kan lekelerine baktıkça midesi bulanıyor, içinde öğürme isteği oluşuyordu. Ağzı kan doluydu, tükürdü. Çok geçmeden ani bir biçimde olduğu yerde doğrulup çalılıkların ardına doğru kusmaya başladı. Ağır safra kokusu daha çok midesini bulandırdı. Kusmuğunda azar azar kan vardı. Sonrasına bakışlarını gökyüzüne çevirip gözlerini kapadı ve derin derin nefesler almaya çalıştı. Buradan araç geçmesi için dualar mırıldanıyordu. On beş dakika sonra bir araba geçerken yalnızca el kaldırıp salladı. Böyle gizemli bir eli görüp duracak kadar aptal biri yoktu herhalde, dedi içinden. Elinden yalnızca bunu yapmak geldiği için kendine kızdı. Ama o an hiç beklemediği bir şey oldu ve o araba tam önünde durdu. Beyaz bir otomobildi ve sürücü koltuğunda bir adam oturuyordu. Araçtan inip kendisine doğru yürüyen orta boylu adama baktığında Allah'a şükretti. Ona durumu anlattı ve yardım istedi. Normalde kimse böyle bir işe bulaşmak, başını belaya sokmak istemezdi ama Asmin şansı yaver gittiği için ne kadar sevinse azdı. Ve şimdi buradaydı işte, yuvasında. Kapının önünde gergin bir biçimde duruyordu. İki büklümdü, halâ midesine yediği tekmelerle içi öğürme hissiyle doluyordu ama artık daha iyiydi. En azından güvendeydi, bir süreliğine... Kapıyı atik bir biçimde açan Azad'la yüz yüze gelmeyi beklemediği için anlık bir şaşkınlık yaşadı. Ancak ne kadar şaşırırsa şaşırsın adam kadar şaşkın olamazdı. Karşısında aşkını görmenin mutluluğunu yaşamaya bile fırsat bulamadan olduğu yerde kaskatı kesildi. "Asmin..." diye fısıldadı istemsiz bir biçimde. Sesinde şaşkınlık, korku ve endişe vardı. Öfke! O da vardı elbette. Özellikle kendine çok kızıyordu. Sevdiği kadın bu hale gelirken o eli kolu bağlı oturuyordu. "Ne oldu sana böyle?" Eli genç kadının yüzündeki yaralara gitti ama titremekten dokunamadı bile. Sağ gözünün altındaki morluk, kaşındaki yara, burun direğindeki derin görünmeyen sıyrık, sol elmacık kemiğindeki kızarıklık... Tek kelimeyle dehşet vericiydi. "Ben iyiyim." Halâ kendisine şaşkınlıkla bakan adama güven veren bir ses tonuyla "İyiyim, gerçekten." dedi. En azından halâ nefes alabiliyordu. "Buradayım." Kendisine korkuyla sarılan adamın "Ne yapmışlar sana böyle?" diye söylenmesiyle ve sinirden titreyişlerini hissetmesiyle "Her şey yolunda, sakinleş biraz." dedi. Onu sakinleştirmesi, yanlış bir şey yapmasını engellemesi gerekiyordu. Salona geçtiklerinde diğer herkesin Azad'dan farkı yoktu. Bilal Ağa ne diyeceğini bilemeyen bir ifadeyle kıza yaklaşıp yüzüne baktı. Bu onun eseriydi. Kendini suçlamakla her şey çözülecek olsaydı daha fazla suçlamaktan çekinmezdi. Ama daha fazlasını yapmaya ihtiyacı vardı. "Kızım... Ne yapmışlar sana böyle?" Yarım saat durumu anlatıp Azad'ı sakinleştirmekle geçmişti. Asmin artık bitap düşmüş durumdaydı. "Bana yardım edenin kim olduğunu sordu ama yemin ederim hiçbir şey söylemedim." Alt dudağı küçük bir çocuk gibi titreyen yaşlı adam "Biliyorum, söylemezsin. Canını da alsalar demezsin sen bir şey. Küçüklüğünden beri böyle inattın işte." diye mırıldandı. "Keşke söyleseydin be kızım! İncilerin mi dökülürdü? Seni bu kadar hırpalamalarına nasıl izin verirsin?" "Biz bu yola birlikte girdik, tüm zorlukları beraber göğüsledik. Bunun inatla alakası yok, seni satmam ben. Siz de bir şey söylemeyin, oyuna gelmeyin diye anlatıyorum bunları." Kendisine endişeyle bakan adamlara güvenle "Ben iyiyim, inanın artık buna." dedi. Üzgün bakışları Asmin'den Galip'e doğru döndüğünde kızgın ve yırtıcı bir hâl almıştı. "Hepsi senin yüzünden." diye hırladı. Başını önüne eğip "Evet. Her şey için özür dilerim Asmin. Özür dilerim..." diyen adamın üstüne atlamamak için kendini çok zor tutuyordu Azad. "Şuan bunları mı konuşacağız gerçekten?" Ortalığı yatıştırmak istercesine "Burada konuşulanlar burada kalacak. Ayrıca yaşananlar kimsenin suçu değil." diyerek kısa kesti. Başka türlü bu işin üstünü örtemeyecekti. Azad'ın öfkesi tazeydi, taptaze. Galip'i bir kaşık suda boğmak için fırsat kolluyordu. Yalnızca genç kadın müdahale ederse bunun önüne geçebilirdi. Mahcup bir ifadeyle "Biz artık gitsek iyi olacak." dedi Galip. Kalıp yardımcı olmayı çok istiyordu ama orada durdukça Azad'ı sinirlendirip Asmin'i zor durumda bırakmak dışında hiçbir işe yaramayacağını biliyordu. Caner'e döndü, yeğeninin hayal kırıklığı ve kızgınlıkla dolu bakışlarına hedef oldu. Haklıydı, ne kadar kızsa haklıydı o. Dayısının gerçek yüzünü böyle bir kriz anında öğrendiği için de şanssızdı üstelik. Bakışlarını yabancılaştığı dayısından Asmin'e çevirdi adam. "Sen iyi misin? Bak eğer değilsen ben burada kalabilirim." "Gerçekten iyiyim Caner, eve gidip biraz dinlenin artık. Rahatlayın, yuvamdayım artık. Güvendeyim." "Peki, ama eğer bir şey olursa beni arıyorsun anladın mı?" "Anladım Caner, salak değilim. Hadi, gidin de biraz rahat verin artık. Ben iyiyim demekten dilimde tüy bitti." "Beni terslediğine göre epey iyisin belli ki." Biraz yaşadığı şoku atlatıp eski haline dönmeye çalıştı. "Söylesene, sen bu haldeysen onlar ne durumdadır kim bilir..." "Gülmekten öldürdün Caner, hadi." Baygın bakışlarını genç adamın yüzünde gezdirirken uykulu hissediyordu. Sanki her an gözleri kapanacakmış gibiydi. Galip ve Caner gittikten sonra derin bir sessizlik hâkim oldu. Kimse konuşmuyordu. Azad, elleriyle kadının sırtını kendi göğsüne yasladığında "İyi misin?" diye sordu. Tüm bu olanlar aslında ne Galip'in, ne de başkasının suçuydu. Hepsi kendisinin suçuydu. Hiçbir zaman yeterince koruyamamıştı Asmin'ini. Şimdiyse sonuç ortadaydı işte. Odada kendini suçlayan tek kişi Azad da değildi üstelik. Bilal Ağa en büyük suçlu olarak görüyordu kendini. Asmin sırf onun adını söylememek adına bayılana kadar dövülmüştü. Ortamdaki sessizliği fırsat bilerek "Ben gidip her şeyi anlatacağım." dedi aniden. Şaşkınlıkla "Ne? Sakın!" diye itiraz etti Asmin. "Bunu yaparsan yaşadıklarımın bir anlamı kalmaz. Seni kaybetmeye dayanamam Bilal baba, unut bunu!" "Kızım, böylesi daha kötü olacak. Adam seninle mesaj göndermiş bana, eğer gitmezsem daha kötülerini yapacak. Buna dayanabilir miyim sanıyorsun?" "Daha kötüleri falan olmayacak, izin vermeyeceğiz buna. Hem öyle kolay mı sanıyorsun? Onlar senin böyle vicdan yapacağını bildiği için blöf yapıyorlar. Aptallar, bilmiyorlar ki ben böyle bir şeye asla izin vermem." "Kızım-" "Konu burada kapandı Bilal baba, kimse hiçbir yere gitmiyor." Başıyla onaylayarak "Asmin haklı baba, bu bir çözüm olmayacak." dedi Azad. "Aksine, çözümden çok sorunun ta kendisi olacak. Gidersen sen de ben de Asmin'i koruyamayız. Onu yalnız bırakmaya hakkın yok." Bir süre genç kadının saçlarını okşayarak sakinleşmeye çalıştı. Aradan on dakika geçtikten sonra "Hadi, gel de yaralarına pansuman yapalım. Sonra da biraz uyursun. Çok yorgunsun." diyerek Asmin'i kucakladı ve yatak odasına götürdü. "Ayaklarım var, kendim gidebilirim." "Belki onu da kırmışlardır diye düşündüm(!)" Gülerek "Ayaklarım da, çenem de gayet iyi durumda merak etme. Sana istediğini vermeyeceğim(!)" dedi Asmin. Adamın kinayeli ses tonundaki isyanı hissedebiliyordu. Onu dinlemediği için iğneliyordu. "Beni dinleyip hastaneye gitmeseydin, evde otursaydın-" "Yine bulurlardı bir yolunu." "Seninle laf yarıştırılmayacağını unutmuşum." Kadını yatağa oturttu ve gerekli malzemeleri aldıktan sonra odaya geri döndü. Olanlara bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Haşim'in ne mal olduğunu bu yaşa kadar anlamıştı çok şükür, ama öz amcasının bunu yaptığına inanamıyordu. Sebebin ağalık olmasıysa ayrı bir trajikomik konuydu. Nazik dokunuşlarla pansuman yaparken genç kadının düşünceli hali gözünden kaçmamıştı. "Ne oldu?" Aklındaki soru işaretlerini, bu işin nereye varacağıyla ilgili endişesini daha fazla dışa vurmak istemiyordu. Azad'ı bu durumdayken bile dizginlemek yeterince zordu. Bu yüzden lafı değiştirmekte buldu çözümü. "Şşşt... Bak, dinle." "Neyi?" Duru bir sesle "Sessizliği..." diye yanıtladı Asmin. "Sessizliğin sesini duyabiliyorum. Bu ürkütücü bir şey. Herkes yok sansa da, yanılıyorlar. Var gücünle sonsuzluğa çığlık atmak gibi. Onu iliklerime kadar hissedebiliyorum." Her şeyin ayrımında olan adamsa "Ne yapmaya çalıştığının farkındayım." diyebildi yalnızca. Kendisine soru dolu gözlerle bakan aşkına gülümsedi. "Ne düşündüğünü, neler hissettiğini, nasıl endişelendiğini... Bunların hepsinin farkındayım bebeğim, inan bana. Ama bu hep böyle sürmeyecek. Her karanlığın bir aydınlığı vardır, her tünelin sonunda bir ışık olduğu gibi..." "Sence biz bu tünelin sonunu görebilecek miyiz?" Başını umutla salladı Azad. İnandığı tek şeydi bu, tutunduğu tek daldı. O ışığı görmek... Şuan istediği yalnızca ve yalnızca buydu. Pansuman bittikten sonra dolaptan Asmin'in pijamalarını çıkardı ve yatağa tekrar oturdu. "Giyinmene yardımcı olayım." Kaçın kurası olduğunu vurgularcasına "Ve tabi bir de soyunmama..." diyerek göz kırptı kadın. "Çok çakalsın, fark etmedim sanma." Güldü adam. Onun her şartta ve durumda güçlü kalabilmesi inanılmazdı ama gerçekti işte. Kendisi bile bazı durumlarda zıvanadan çıkabiliyordu, ancak Asmin onu hemen hemen her soruna karşı dizginliyor, sakinleştiriyordu. Genç kadının bluzunun düğmelerini çözdükten sonra nazikçe kollarından sıyırdı. Karnında ve sırtında kaburgalarının göründüğü yerlerdeki ufak tefek yara izlerini gördükçe dolan gözlerine mani olamıyordu. Buna daha ne kadar dayanabileceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Aklından geçenleri anlarcasına bakan kadının gülümseyişine daha fazla dayanamadı ve ona sarıldı. Başını onun göğsüne yasladı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Bu dünyada hiçbir şey üzemezdi onu, sevdiğinin acı çekişini gözleriyle görmesi dışında. Allah da onu en çok zorlandığı şeyle sınıyordu işte. Azad gibi güçlü bir adamın kollarında ağlıyor olmasına üzüldü kadın. Kahroldu. Çünkü tüm bunların sebebi kendisiydi. "Hayır, yapma. Bunu yapma... Ben iyiyim." "Ama ben iyi değilim." "Nedenmiş o, sen mi bir araba dayak yedin?" "Çünkü seni... Böyle görmeye dayanamıyorum Asmin. Seni korumaya söz verdiğim her saniye yanıldığımı hepimiz görüyoruz. Koruyamıyorum işte seni, koruyamıyorum..." "Hiç de bile. Bu defa ben kaşındım, seni dinleseydim bunlar başıma gelmezdi. Sen haklıydın." Âşık olduğu adamın gözlerinin önünde üzüntüden yitip gitmesine dayanamıyordu. "Azad, her şeyden kendini suçlama huyundan vazgeç artık. Tüm bunların olması gerekiyordu ve oldu, işte bu kadar basit. Sen Mardin'e gitmeseydin de olacaktı zaten. Onlar kafalarına koymuş, planlarını yapmıştı." "Her şeyi düzelteceğime daha çok berbat ediyorum." "Ben düzelmek istemiyorum Azad, bozulacaksa da seninle bozulsun." Yaşlı gözlerini çocukluk aşkına çevirdi. Onun kendisine cesurca güç vermesini izliyordu sessizce. Asmin'in konuşması bittiğinde derin bir nefes alıp ortamdaki sessizliğe bir son verdi. "Düşüyorum. Düşüyorum ve beni kanatlandıracak bir şeye ihtiyacım var. Sen... Sen benim kanatlarımsın, hep beni yükselten kanatlarım oldun." "Hayır, yanlış cevap." Sağ elini adamın kalbine götürdü. "Ben senin kalbinim. Onun gümbür gümbür atmasının sebebiyim ama asla seni ayakta tutan şey değilim. Ben olmasam da yaparsın sen. Neden biliyor musun?" "Neden?" "Çünkü ben olmasam da kalbinde bana olan aşkın var, o ayakta tutar seni." Aldığı derin nefesi bıraktı ve "Bir tanem..." diye mırıldanarak Asmin'e sarıldı. O bir melekti, hem de tüm zorluklara göğüs gerebilecek kadar sınırsız gücü olan bir melek... "Söylediğin gibi sevgilim, her karanlığın sonunda bir aydınlık vardır. Ve inan bana ikimizden biri bu aydınlığı görecek..." Onun kollarındayken hissettiği huzuru hiçbir şeye değişemezdi. Tabi içinde susmak bilmeyen gerçekler o an "O tünelin sonunu gören Azad olacak, sen bu mutluluk tablosunda yoksun." diye acımasızca fısıldamasaydı huzuru sonsuzluk kazanabilirdi. Buna rağmen nefes almak, sevdiği adamın kollarında olmak güzeldi. Asıl olan çok yaşamak yerine mutlu yaşamak değil miydi zaten? ... |
0% |