Yeni Üyelik
44.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 39

@buzlarkralicesi

-39-

Tencerede kaynayan domatesli erişteyi karıştırırken aklı halâ dün gecedeydi. Öyle mutluydu ki... Dün geceden sonra izinli olduğu için hastaneye gitmemişti, evde kalmayı tercih etmişti ve Azad da onunla daha fazla vakit geçirebilmek için şirkete gitmemişti. Bu gece de her şey harikaydı. Tahta kaşıkla eriştenin tadına baktı. Bol tereyağlıydı ve harika kokuyordu. Yanındaki tezgâha yaslanmış kendisini izleyen adama baktı. "Immm... Tam istediğin gibi oldu valla." Kollarını beline sararak çenesini onun sağ omuzuna yaslayan sevgilisinin "Immm... Bence de tam benim istediğim gibi." sözüyle sinsice güldü. Onun sesindeki manadan anlamıştı, söylediklerinin pişmek üzere olan erişteyle alakası yoktu. "Sesindeki imadan neyi kastettiğini anlamadım sanma."

"Ya, öyle mi?" Kadının ten kokusunu içine çektikten sonra derin bir nefes aldı. "Peki, bunu saklamaya çalışır gibi bir halim var mı?"

"Tabi ki yok, çünkü sen tam anlamıyla bir edepsizsin."

Sinsice sırıttı ve "Beni çok iyi tanıyorsun." derken başını yasladığı narin omuzdan kaldırıp kenara çekildi. Asmin her zamanki gibi sevgiyle yaptığı yemeğine baktı ve keyifle gülümsedi. Üst dolaptan tabakları çıkarıp erişteleri doldurdu. Üzerlerine rendelenmiş kaşar serpince ikisi de yemeğin kokusundan cezp olmuştu. Asmin zaten her zaman çok güzel yemek yapardı. Konaktaki yemekleri yaparken annesine yardımcı olurdu ve akşam yemeklerini bunu bilerek yemek Azad için harika bir lütuftu.

Birlikte yemeğe oturdular. Eriştenin yanında yayık ayranı da vardı, Asmin köpüklerini höpürdeterek içmeyi çok severdi hep. İştahla ayranı içerken genç kadının dudaklarına bulaştığını görünce keyifle güldü Azad.

Adamın neye güldüğünü anlayamayan Asmin merakla "Ne?" diye sordu. "Ne oldu?"

"Bıyıkların çıkmış."

Dilini dudaklarında gezdirirken güldü. "Geçti mi?" Azad'ın keyifli gülüşleri içini ısıtmıştı, mutlu etmişti onu eğlendirmek.

Genç adam "Öyle geçmez." dedi imalı bir ses tonuyla. Dudaklarını meleğinin dudakları üzerine kapadı. Aşkla örttü o biçimli dudakların üzerini. Usta bir ressamın elinden çıkmış gibiydi o dudaklar, özenle çizilmişti sanki. "İşte, böyle..."

Elmacık kemiklerinin alev aldığını hissedebiliyordu. Gözlerini sevdiği adamdan kaçırarak "Sen de öpmek için bahane arıyordun zaten, oh iyi oldu." dedi. Kahkaha atarak kollarını kendisine saran Azad'a uzun uzun baktı, başını onun göğsüne yasladığında huzurun başkentindeydi.

Birlikte eski günleri yâd ettiler. Çocukluk anılarından bahsedip güldüler, eğlendiler. Anılarını tazeledikleri için mutlu ve huzurluydular. Hep mazide kalmak istediler, çünkü orası hayatlarının en temiz kalmış alanıydı. Eskiyi konuştukça dünya üzerinde yalnızca onlar varmış gibi güvende hissediyorlardı.

Asmin, tüm bu olanların ardından toparlanmaya çalışırken yanında sevdiği adamın varlığıyla huzur buluyordu. Felâketlerin tekrarlanacağını biliyordu, ancak şuan bunları düşünmek için fazla mutluydu. Artık gelecekten fazlasıyla umutluydu. En azından öyle olmaya, hep iyi hissetmeye çalışıyordu. Çünkü umutlu düşüncelerin hayatına mutluluk ve huzur getireceğine inanıyordu. Umutsuzluksa insanın içini çürütmekten başka işe yaramıyordu. Eskisi gibi yaşayacağı kötü anları düşünerek hayatı kendine zindan etmiyordu. En kötü ihtimalle Azad her zaman yanında olacaktı, onunla tüm zorlukları aşabileceğinin farkındaydı artık.

Azad'sa dün aldığı güzel haberle birlikte hayattan umudunu kesmemesi gerektiğine ikna olmuş durumdaydı. Sevginin gücü her türlü felâketle savaşabilecek kadar tesirliydi, bunu görebiliyordu. Yıllar sonra sevdiği kadını bulabildiyse, ona halâ ilk günkü kadar âşık kalabildiyse, hiçbir zorluk onları ayıramadıysa kalplerindeki sonsuz sevinin payı büyüktü.

Yemekten sonra televizyonun altındaki dolaba heyecanla çöküp oradan fotoğraf albümünü çıkardı. Kendisine merak dolu bakışlarla bakarak "O nedir?" sorusunu yönelten genç kadına döndü. "Aşkımızın başladığı yer, çocukluğumuz..."

Şaşkınlıkla kahkaha attı Asmin, "İnanmıyorum!" diye haykırdı. "Halâ saklıyor musun onları?"

"Ne o, çöpe mi atacaktım? Tabi ki saklıyorum!"

"Ben... Çoktan kaybolmuşlardır diye düşünmüştüm."

"Kendimi kaybederim, onları etmem. Geçen sene buraya geldiğimde fotoğrafları yerinde bulamayınca deliye dönmüştüm. Mesut da, onun evi temizlemesi için getirttiği kadın da elimden zor kurtulmuştu. Kendilerini nasıl dışarı atacaklarını şaşırmışlardı." Elindeki albümü alıp sevgilisinin yanındaki puf koltuğa yayıldı. İç geçirerek "Ahh... Bakalım çirkin ördek yavrusu ne kadar değişmiş..." diye söylendi. Kafasına yediği yastıkla güçlü kahkahalar atarken ilk karede duran Asmin'in bebeklik fotoğrafına bakıyordu.

"Çirkin ördek yavrusu mu? Ben çocukken de çok güzeldim bir kere! Ne kadar güzel olduğumu sen daha iyi bilirsin de, kızdırmak için yapıyorsun işte. Fark etmedim sanma."

Alaycı bir ses tonu takınarak "Gerçekten cin gibisin hayatım, nasıl anladın öyle hemen?" dediğinde kafasına bir yastık daha yemeyi göze alamayıp başını kenara çekti. Atışı ıskalayan Asmin'in çatık kaşlarını izlerken öyle eğleniyordu ki... İlk karedeki fotoğrafa uzun uzun baktı adam. "Sen doğduktan 1 hafta sonra..."

"Bana o günü anlat. Nasıl doğduğumu anlat..."

"Baban kapının önünde sabırsızca dolanıyordu. Bir yandan halâ seni dışarı çıkartıp göstermedikleri için bir terslik olduğunu sanıp endişeleniyordu. Babam onu sakinleştirmeye çalışsa da Hasan Efendi bir şey olduğuna emin gibiydi. Öte yandan ben de volta atan Hasan Efendiyi taklit ederek bir o yana bir bu yana yürüyüp babamı sinirlendirmekle meşguldüm. Sen getirilince herkes sakinleşti, her şey yoluna girdi. Bakmalara doyamadılar, kar beyazıydın. Tabi ben yine yırtık dondan çıkar gibi seni görmeye çalışıyordum. Babanı o küçücük boyumla tehdit ediyordum. 'Ben ağayım! Şöyle yaparım, böyle yaparım!' diye..." İkisi de kahkaha attıktan sonra başını omzuna yaslayan kadın merakla gülümsedi. Onun "Eee?" diye sormasıyla iç geçirdi Azad. "Çok ağlıyordun, ben kucağıma alınca sustun. Gözlerin mavi gibiydi, ama doğduktan sonra değiştiğini bilmiyordum o zamanlar. Sonra değişti işte." Derin düşüncelere dalmıştı. Usul usul iç çektikten sonra "Günler, haftalar, aylar geçti. Mevsimler döndü. Sen gözlerimin önünde büyüdün, serpildin. Ama sana olan sevgim hiçbir zaman değişmedi. O andan itibaren... Kaderim olduğunu biliyordum Asmin. Birbirimizin kaderiyiz."

"Ya hiç o konakta, o şehirde doğmasaydım? Başka, bambaşka bir yerde, Mardin'den çok uzakta yaşasaydım... O zaman da beni bulur muydun?"

Tereddüt dahi etmeden başını salladı adam. "Bulurdum." Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyordu, kendisi bile şaşkındı. Ama kalbi tüm soruları olgun bir tecrübeyle yanıtlıyordu. Hiçbir şey için bu kadar emin olmamıştı, Asmin'e olan büyük aşkıyla ilgili şeyler hariç...

Halının kenarında duran şarap kadehini aldı ve "Ya, demek öyle... Birbirimizin kaderiyiz." diye mırıldandı. Kırmızı şarabından bir yudum aldıktan sonra kadehi tekrar yerine bıraktı. Aniden başına giren şiddetli ağrıyla gözlerini sıkı sıkı kapadı.

Bunu fark eden Azad endişeyle "İyi misin canım?" diye sordu. "Asmin?"

"İyiyim, sadece başıma ağrı girdi. Anlıktı, şimdi geçti."

"Emin misin?"

Alay eden bir ses tonuyla "Tabi ki eminim! Sen beni ne sanıyorsun? Hey, bak bu evde doktor olan biri varsa o da benim. Sözlerine dikkat et." diyerek Azad'ı payladı. Birkaç gündür bu ağrılar zaman zaman geliyor, fakat anlık olduğu için sorun yokmuş gibi hissettiriyordu.

Gülerek uyarıcı bir ses tonuyla "Pekâlâ, sonra bana ağlama. Çünkü bundan böyle hastayım, ölüyorum dediğinde 'Sen doktorsun, sana bir şey olmaz.' diyeceğim." dedi adam.

"Çok korktum!" Yapmacık bir korkuyla tepki veren kadın ciddileşerek "Şarap çarpmış olabilir." diye mırıldandı. Kendini öyle yorgun ve bitkin hissediyordu ki... Üstelik bugün hiçbir şey yapmamıştı. Bütün gün evde öylece oturup televizyon izlemişti. "Öyle uykum var ki... Omzunda uyuyabilir miyim?"

Başını omzuna yaslayan kadının yanağını öpüp saçlarını okşamaya başladı. "Tabi..." Yere uzanıp kollarını kadının vücuduna sardı. "Masal da anlatayım mı?"

"Dalga geçme."

"Bildiğim çok güzel bir masal var ama."

"Neymiş o?" Dudaklarının arasından çıkan cümleler uyku sersemi saçmalıklar gibi mırıltı halindeydi. Başını göğsüne yasladığı adamın sesiyle çok uzaktan geliyor gibiydi.

"Kırmızı Başlıklı Asmin ve Kurt Azad."

"Hadi oradan! Arakçı." Gözleri kapalıydı, adamın gülme sesiyle birlikte kendi de huzurla gülümsedi. Eğer şuan başka bir yerde olmak için dilek hakkı olsaydı yine burayı, Azad'ın kollarında olmayı seçerdi. Çünkü en rahat yataklardan bile daha huzurluydu onun kollarında. "Neredeyim?", "Ne yapıyorum?", "Nasılım?", "Şimdi ne olacak?" gibi soruları aklından bile geçirmiyordu. Çünkü o şuan sevdiği adamın kollarındaydı ve gayet mutluydu. Bilmesi gereken tek şey buydu.

Koca 1 ay geçip giderken, adeta olayların üzerine sünger çekilmişti. Geçmişe dair hiçbir sorun yokmuş gibi rahat ve huzurluydu herkes. Ne Abdülhan Ağa, ne de Haşim bir daha ortaya çıkmamıştı. Bu durum en çok Asmin'i rahatlatıyordu hiç kuşkusuz. Öte yandan bunların Abdülhan Ağa tarafından unutulmayacağını, elbet bir gün su yüzüne çıkacağını bilmek ürpertiyordu. Korktuğu tek nokta, bu işin içine Azad'ın isminin de karışacağıydı. Öyle bir durumda sevdiği adamın aklanması için her şeyi yapardı.

Titreyen kirpiklerini araladığında eli yatağın diğer tarafında dolaşıyordu. Yastığa dokundu, soğuktu. Azad erken uyanmıştı anlaşılan. Halâ gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Dün çok erken uyumasına rağmen halâ uyku ihtiyacı karşılanmamış gibiydi. Zoraki bir biçimde gözlerini araladığında Azad'ın odada olmadığını fark etti. Komodinin üzerindeki saate baktı, henüz 7'ydi. Bu saatte nereye giderdi ki? Diğer odadan duyduğu sesle onun telefon görüşmesi yaptığına kanaat getirdi. Kalkıp hazırlanması gerekiyordu ama kendini öyle yorgun ve bitkin hissediyordu ki, başını usulca yastığa bırakıp biraz kestirmeye karar verdi.

On beş dakika sonra telefon görüşmesi bittiğinde odaya dönen adamsa Asmin'in halâ uyanmamış olmasına şaşırdı. O her sabah 6.30'da kalkar, hazırlanıp çıkardı. Bunun için alarm bile kurmazdı. O alarmın ta kendisiydi. Acaba hasta mı, diye düşündü. Yatağın kenarına oturup yüzüne yayılmış saç tutamlarını kenara çekerek genç kadının yanağını okşadı. "Sevgilim... Uyan hadi, işe geç kalıyorsun." Alnına dokundu, ateşi yok gibiydi. Yine de endişelenmişti. Her gün erken kalkan kadına ne olmuştu böyle? "Tatlım... Hadi kalk."

Gözlerini ovuşturarak "Saat kaç?" diye sordu Asmin. Yataktan doğruldu, kollarını iki yana uzatıp esnedi. Azad'ın "7'yi çeyrek geçiyor."

"Ne?" Aniden yataktan kalkıp hazırlanmaya koyuldu. Başını tutarak "İnanamıyorum..." diye söylendi. "Nasıl bu kadar geç kalabildim ben?"

"Uyandırmaya çalıştım ama... Son birkaç gündür yorgunsun, ondan olmalı."

Soru dolu bakışlarla başını kaşırken içinde bulunduğu duruma anlam veremiyordu. "Aslında daha yoğun çalıştığım zamanlar da olmuştu ama... Daha önce iş günlerinde hiç bu kadar uyuduğumu hatırlamıyorum."

"Hasta olabilir misin? İstersen izin al, biraz dinlen."

"Olmaz, olamaz. Bugün çok önemli bir ameliyatım var."

Endişeyle baştan aşağı süzdü Asmin'i. "Ama iyi görünmüyorsun, üzerinden kamyon geçmiş gibi." Dağılmış saçları ve küçülmüş göz bebekleriyle oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu.

Sevgilisinin sözleriyle üstüne başına bakındı ve saçlarını kaşıyarak ofladı. "Nasıl kendime geleceğim bilmiyorum."

"Belki biraz evde-" Sözlerini çalan telefonu kestiğinde "Pardon hayatım." diyerek kendisine gelen aramayı yanıtladı. Arayanın babası olduğunu gördüğünde kötü bir şey olmaması için dua etti. "Alo, baba..."

Kıyafet dolabından fıstık yeşili V yaka ince bir süveter ile İspanyol paça lacivert bir kot pantolon çıkardı. "Bilal baba mı? Selam söyle."

"Asmin'in selamı var baba." Kıyafetlerini çıkarırken dolaptaki birkaç parça kıyafeti yere düşürünce toplaması için eğilip kadına yardım etti. "Onun da sana selamı var canım." Selam faslını atlattıktan sonra "Bir sorun mu var baba?" diye sordu. Tehlikeyi gelişinden tanırdı o. Kesin yine bir bela vardı başlarında. Zaten geç bile kalmışlardı, bu kadar zamandır neredeler diye düşünmeye başlamıştı Azad. Odadan çıkıp merdivenlerden aşağı indi. Mutfağa ulaşıp buzdolabından su şişesini çıkarmaya çalışırken babasının sessizliğinden rahatsız olmuşa benziyordu. "Konuşacak mısın baba? Ne varsa benimle rahat konuşabilirsin, biliyorsun."

Fıstık yeşili süveteri üzerine geçirdikten sonra saatine tekrar baktı, 7.43'tü. Geç kalacağı kadar kalmıştı zaten, daha fazla acele etmenin anlamı yoktu. Çantasını toparladıktan sonra merdivenlerden aşağı alelacele inmeye başladı. Mutfakta şaşkın ve hararetli bir ses tonuyla konuşan adamın Bilal Ağa'dan neler öğrendiğini ister istemez merak etmişti. Usulca kapının kenarına geçti ve birkaç saniye bekledikten sonra içeri girdi. Adama telefonu kapattığı sırada fırsattan istifade ederek "Ne olmuş?" diye sormayı başardı. Bir gözü halâ saatteydi. Aslında çıkması gerekiyordu ancak diğer yandan neler döndüğünü de merak ediyordu. Merakla "Azad, ne olmuş?" sorusunu tekrarladı. "Kötü bir şey mi oldu?"

"Abdülhan Ağa ve Haşim dün gece trafik kazası geçirmiş."

Hayretle "Ne? Nasıl olmuş bu?" diye haykırdı. Çok karmaşık duygular hissediyordu. Üzüldüğünü söyleyemezdi ama şaşırmış, çok şaşırmıştı. Fazlasıyla da şüphelenmişti.

Başını iki yana salladı ve "Bilemiyorum." dedi. En az Asmin kadar şaşkındı adam. Ama içinde bir yerler huzura kavuşmuş gibiydi. "Abdülhan Ağa olay yerinde ölmüş, Haşim de bu sabaha karşı yoğun bakımdayken..."

Şaşkınlıkla "Ölmüşler..." diye mırıldandı kadın. Dakikalarca ikisi de konuşmadı, durgunlaştı. Asmin'inse aklında tek bir düşünce vardı, bu ölüm gerçekten bir kaza mıydı? Öylesine bir tesadüf müydü yani? "Peki, ne olacak şimdi?"

"Dua edelim de yaşadığını ondan başka kimse bilmiyor olsun. Bu sır sonsuza dek gömülsün, biz de şantajcı hayaletlerden kurtulmuş olalım."

"Umarım öyle olur..." Aklı halâ bu işin sıradan bir kaza olup olmadığındaydı. Açıkçası şüphelendiği tek bir isim vardı, o da Galip'ten başkası değildi. Onun sürekli sessiz duruşu, üstelik geçen gün oğlunun tedavisi için konuşmaya geldiğinde söyledikleri... Öyle kafası karışmıştı ki, en düşüneceğini bilemez haldeydi. Galip ona "Sana zarar vermeye çalışan her kimse, fazla yaşamaz." demişti. Sesinde kararlı ve tehditkâr bir ton vardı ve tam anlamıyla gözü kararmıştı. O insanlara her türlü şeyi yapabilecekmiş gibi konuşmuştu. Önce Halim, sonra Abdülhan Ağa ve yeğeni... Hadi Halim'i Abdülhan Ağa'nın öldürttüğü açıklığa kavuşmuştu, peki ya bu esrarengiz trafik kazasına ne demeliydi? Açıkçası 14 yıl önceki bu ölümcül sırrın tekrar derinliklere gömülmesinden memnundu ama genç kadının kafası karışmıştı bir kere, bunun geri dönüşü yoktu. Yoluna çıkan herkesin teker teker ortadan kaldırılması bir tesadüften ibaret olamazdı. Belki de fazlasıyla abartıyordu ancak denemeden bilemezdi. En azından gerçekleri öğrenirse daha çok rahatlayacağını düşündü. Azad'ı öperek vedalaştı ve evden çıkıp aracına bindi. Uğur'u arayıp biraz daha gecikeceğini haber verdi. Hastaneye gitmeyecekti, öncesinde çözüme kavuşturması gereken bir gariplik vardı.

●●●

Bahçeye, çimlerin üzerine sermiş oldukları hasır şiltenin üzerinde oğluyla oturuyordu Galip. Uzun zamandan beri ilk kez bu kadar huzurlu hissediyordu. Berk'in tedavisi düşündüğünden daha iyi sonuç veriyordu ve bu durum onu mutlu etmek için yeterli bir sebepti. Az ileride mangal yapmaya çalışan fakat etleri ziyan etmekten başka bir şey beceremeyen yeğenine gülüp geçti. Ayağa kalktı, oğluna döndü ve "Eğer yardım etmezsem bugün aç kalacağız." diyerek Caner'in yanına doğru yürüdü.

Uzun zamandır konuşmamışlardı, Caner'in ona kırgın olduğunu biliyordu. Bu yüzden onun üzerine hiç gitmemişti, içinde bulundukları süre içinde bir kez bile yanına yaklaşıp kendini anlatmaya çalışmamıştı. Çünkü o da anlatılacak bir şey olmadığının farkındaydı. Bu öyle kendini savunabileceği bir durum değildi. Masum bir insanın canına kast etmeye kalkışmıştı, bu hareketiyle o nefret ettiği Abdülhan Ağa'dan bir farkı yoktu. Ama buna rağmen iki gece önce Caner'le aralarındaki buzları eritmişlerdi. Ona pişman olduğundan, Asmin'e gerçekten değer verdiğinden bahsetmişti.

Dayısının samimiyetine inanan Caner de onu affetmiş, her şeyi unutmaya karar vermişti. Asmin bile tüm bu olanları uzatmazken onun uzatmaya hiç hakkı yoktu. Üstelik dayısının Asmin'e olan duygularını görüyor, onun acıdan kıvranışlarına, can çekişlerine şahit oluyordu. Bu Galip Tekinoğlu'na en büyük cezaydı genç adama göre. Kendisine doğru yaklaşan adama "Etler pişmek üzere, az önce çevirdim." dedi heyecanla.

"Yakmadıysan pişmiştir tabi." Ağzı doluyken dudaklarından anlamsız sözcükler çıkan yeğenine bakıp güldü. "1 kilo et pişiremedin ama yarım kilosunu mideye indirdin, bravo sana!"

Ağzındaki et parçalarını yutmaya çalışarak "Abartmıyor musun acaba?" diye söylendi Caner. "Ben etler bitmiş mi diye tadına bakıyorum sadece!"

"Eminim öyledir."

Yalandan da olsa tebessüm eden adamın yorgun yüzüne baktı. Dayısı dış dünyaya karşı çok iyi bir insan olmayabilirdi, ama mutlu olmayı hak ediyordu. Yaptığı hataların bedelini en ağır şekilde ödemişti, ödemeye de devam ediyordu. Gözlerindeki hareleri halâ umutsuz bir aşkın kırıntıları sarıyordu. Acı çekişleri yüzünün her zerresinden okunuyor fakat o her zamanki gibi gayet iyiymiş gibi davranıyordu ama Caner'i bu mutlu pozlarıyla kandıramazdı. Onun en yakınıydı, ne zaman üzüldüğünü, ne zaman kızdığını hatta ne zaman sevindiğini bile anlardı. Şimdi üzgündü işte. Toparlanmaya çalışsa da bu durum üzgün ve yalnız olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Sevdiği kadının karşısında duran koca bir hayal kırıklığından başkası değildi. "Dayı."

"Efendim."

"İyi misin?"

Genç adamın sorusuyla afalladı Galip. "İyiyim tabi, bu ne biçim soru şimdi?" Söyledikleri koca bir yalandı. Ayakta duruyordu ama iyi değildi. Huzurluydu ama mutlu değildi. Çünkü mutluluğu hiçbir zaman hak etmemişti. Onu hak edebilmek için hiçbir şey yapmamıştı. Hayatı boyunca yakıp yıkmıştı hep. Sebebini bile anlayamadığı bir intikamın peşinden koşmuştu, kendisine bile ait olmayan bir intikam... Üstelik sırf saçma sapan bir borcu ödemek için yapmıştı bunu. Şimdi ortada mutluluğu hak etmesi için bir sebep var mıydı?

"Herkese karşı güçlü görünmeye çalışabilirsin ama bana yapma lütfen. Seni çok iyi tanıyorum. Dağılmış durumdasın ve toparlanmaya ihtiyacın var."

İki elini de ceplerine geçirdi ve "Ben iyiyim." dedi kısaca. Karşısında duran meraklı yeğenini ikna etmesi için yeterli sözcükler değildi bunlar. Biraz daha açıklamalı, konuşmalarını süslemeliydi. Ama ona bile mecali yoktu ki. "Toparlanmaya çalışıyorum. Oğlumun günden güne iyileşmesi beni toparlıyor. Belki tamamıyla iyileşmeyecek ama birçok şeyi kendi başına-"

"Ondan bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun dayı."

"Neden bahsediyorsun Caner?"

"Asmin'den tabi ki. Bu duruma ne kadar üzüldüğünü görmüyor muyum sanıyorsun? Aptal mıyım ben?"

Derin bir nefes alıp iç geçirdi. "Ben..." Uzun süre durdu ve düşündü. İnkâr etmek hiçbir zaman işine yaramamıştı. En azından dürüstçe konuşup her şeyi Caner'e açıklayabilir, sonrasında da usulünce bu konuyu kapatabilirdi. "Bak, bu hayatta herkes yaptığı hataların bedelini öder. Ben de bundan farklı bir şey yaşamıyorum. Hayatımı ve duygularımı didikleyeceğine yaşananlardan bir ders çıkar. Benim gibi büyük hatalar yaparsan bedelini ödemek zorunda kalırsın. Evet, itiraf etmem seni rahatlatacaksa Asmin'e çok fazla değer veriyorum. Bu zamana kadar hiçbir kadına bu kadar değer vermedim. Ama şimdi her şey değişti. Hatalarımın bedelini yalnızca ben değil, o da ödedi. Şu saatten sonra onun karşısına çıkmaya yüzüm de yok hakkım da."

"Peki, sevdiğin kadının bir başka kollarda olduğunu bilmek incitmiyor mu seni?"

"Herkesi incitir. Her zaman incinirsin. Ama bazı durumlarda elinden bir şey gelmez, yalnızca izlersin. Benim durumum gibi..."

Bahçenin diğer yanından gelen Asmin'i görünce "Ben serap görmüyorum değil mi? Asmin geliyor, hem de buraya..." diye mırıldandı Caner. Hızlı adımlarla kadının yanına yürüyüp yetişti. "Hayırdır doktor hanım, bu saatte ne işin var buralarda?"

"Galip Beyle önemli bir hususu konuşmaya geldim Caner, bir süreliğine kaybolursan sevinirim. Yalnız konuşmamız gerekiyor."

Genç kadın, gizli tutmaya çalıştığı telaşesiyle dayısına doğru yürürken Caner söyleneni yaptı ve Berk'in yanına gidip oturdu. Kaçamak bakışlarla onları izliyor, ne konuştuklarını çözmeye çalışıyordu. Berk heyecanla ayağa kalkmaya çalışıp "Asmin Abla!" diye bağırınca Caner onu engellemek zorunda kaldı. "Babanla önemli bir şey konuşmaları gerekiyor dostum, yalnız bırakmamız gerek." Surat asarak kabullenen Berk, kendisine el sallayan Asmin'e gülümserken genç adam halâ ne konuştuklarını anlamaya çalışıyordu. "Keşke dudak okuyabilseydim, şimdi her şeyi şıp diye öğrenirdim."

"Dudak okumak nasıl oluyor ki?"

"Birileri uzaktan konuşurken sen onları duymasan bile dudak hareketlerinden ne dediklerini anlayabiliyorsun."

"Süpermiş!"

"Her zaman süper değil. Bazen anlamak istemediklerini bile görüp anlıyorsun. Ama şuan öyle bir yeteneğim olsaydı hiç fena olmazdı." Merakla Galip ve Asmin'in konuşmalarını dinlerken Berk'in kendisine bakıp kıkırdadığını görebiliyor, ancak umursamıyordu.

Öte yanda buraya gelip gelmeme konusunda kararsızlığa düşse de, başka çaresi olmadığını düşünen Asmin, kendisine merakla bakan adamı gözlemledi. Konuya nereden gireceğini bilemiyordu.

"Hoş geldin Asmin. Doğrusu, seni burada beklemiyordum."

"Açıkçası ben de sabahın erken saatlerinde buraya geleceğimi düşünmezdim. Ama geldim işte.

"Sorun nedir?"

"Galip, seninle açık konuşacağım. Bu yüzden sorduğum sorulara lütfen doğru yanıt ver."

Konuşmanın seyri oldukça tuhaf ilerliyordu. Merakla kaşlarını çatarak "Dinliyorum." dedi adam. Elleri halâ ceplerindeydi ve bu duruş ona rahat bir hava katıyordu.

"Abdülhan Ağa ve Haşim dün trafik kazası geçirmiş. Ölmüşler." Karşısındaki yüzünde tek kas oynamayan adam hiç de şaşırmışa benzemiyordu. "Bunu biliyor muydun?" diye sordu.

"Evet. Bilirsin, bazı haberler çabuk yayılır." Soru dolu bakışları ve sakin ses tonuyla oldukça tutarlı görünmeye çalışıyordu Galip. "Yalnız anlamadığım, benden öğrenmek istediğin tam olarak nedir?"

"Bu ölümlerle bir alakan olup olmadığı." Merak ettiği şeyi gayet dürüstçe, lafı dolandırmadan sormuştu ve pişman değildi. "Galip, tüm bu olanlarda bir bağlantın var mı?"

"Bunu sana düşündüren ne?"

"Geçen gün hastaneye geldiğinde bana söylediğin sözler... Onlar yeterince açık değil miydi? Gözü kararmış bir katil gibi konuşmanın anlamı ne peki? Önce sen benim sorumu yanıtla."

"Ben yaptığım hiçbir şeyi gizleme gereksinimi duymam Asmin. Beni tanımadıysan şimdi tanı. Bu olayla ilgim olsaydı evet, var derdim. Ama yok."

"Bunu beni arkamdan vurmaya çalışan adam mı söylüyor?" Sahte bir kahkaha attıktan sonra "Güleyim de boşa gitmesin." dedi. Karşısındaki adam gayet ciddi, sakin ve kendinden emin duruyordu. "Son sözün bu mu?"

"Evet, bu." Onu her gördüğünde içinde kasırga, kıyamet kopmasına rağmen nasıl böyle sakin durabildiğini kendi de anlamıyordu. "Sana yaptıklarımın bedelini ödüyorum Asmin, emin ol. O sözlerin hepsi de gerçekti, seni her şeye karşı korumaya hazırım. Ama stratejim böyle olmaz. Bana kalırsa, bu gerçekten bir trafik kazası. Çünkü eğer Abdülhan Ağa'nın düşmanlarından biri olsaydı kaza süsü vermezdi. İnfaz gerçekleştirir gibi insanların gözüne sokarlardı. Sonra küçük yaşta bir çocuğu hapse attırır, ona para yedirirlerdi. Sen yaşadığın yerin adetlerini unutmuş olabilirsin ama benim unuttuğum söylenemez."

Başını onaylarcasına sallarken bile ifadesi meydan okur gibiydi. "Peki," dedi kısaca. Söyleyecek söz kalmamıştı. Lakin ilerleyen zamanlarda Galip'in adı bu kazaya karışırsa, işte o zaman bu işin altında onun olduğuna tereddüt bile etmeyecekti. Bahçeden çıkarken Berk'in seslenişiyle tekrar arkasına döndü ve kocaman gülümsedi.

"Asmin Abla, gelsene!"

"Hastaneye yetişmem lazım yakışıklı. Ama ben Caner abinle seni hastaneye beklerim." Işıltılı bir biçimde gülümseyerek el salladı ve bahçeden çıkarken son kez kendisine bakan adama döndü.

Galip Tekinoğlu.

Bir poker surattan farksızdı; bir katil kadar gaddar, ama oldukça şefkatli bir baba...

Peki, hangi yüzü gerçekti?

...

Loading...
0%