@buzlarkralicesi
|
-4- MARDİN Çiçekçi dükkânının sahibi, "Azad Ağa" yazdığı küçük kâğıdı asmin çiçekleriyle dolu büyük sepetin içine koydu. İçeri giren müşteriye "Hoş geldiniz." derken üst üste gelmiş çiçekleri düzenliyordu. "Merhaba, çiçek bakıyordum ben." "Tabi, buyurun. Nasıl bir şey arıyorsunuz?" Kırmızı gül gibi genelleşmiş bir çiçek almak istemiyordu adam. Değişik, özel ve bir o kadar da doğal bir şeye bakınıyordu. Bir süre farklı ve salaş şeyler görebilme umuduyla göz gezdirdikten sonra sepetin içindeki çiçeklere takıldı bakışları. "Şu çiçeklerden bir buket alabilir miyim?" "Onlar satılık değil." "Nasıl yani?" "Satılık değil kardeşim." "Neden?" "Ayırtıldı da ondan. Azad Ağa için..." Başını iki yana salladı adam. Buralarda yaşamıyordu, karısıyla iş seyahati için gelmişti. İşlerinin yanı sıra güzel vakit geçirmekti amacı. Böyle bir cevabı hiç beklemediğinden şaşırdı. "Bu çiçekçi onun mu?" "Hayır, ama bugün eski yavuklusunun ölüm yıldönümü. Her sene bugün, buradan koca bir sepet Asmin çiçeği satın alır. Uzun süredir bu böyle olduğu için ben de alıştım ayırmaya, sormuyorum. O da bir şey söylemiyor, çiçekleri alıp gidiyor. İyisi mi sen başka çiçek bak kardeşim." Pantolonunun arka cebinden cüzdanını çıkarırken biraz bozulmuştu. "İyi o zaman, papatya var mı?" İçinden "Böyle şeyi de ilk defa görüyorum." diye söylense de etkilendiği çok açıktı. Tüm çiçeklerin bir adama ayrılmasına mı, yoksa bu durumun âdete dönüşmesine mi şaşırsa bilemedi. Kapıdan içeri girdiğinde saate bakmak aklına bile gelmedi. Gerekirse arkadaşı biraz daha bekleyebilirdi. Çiçekçi onu görünce saygıyla eğildi. "Ağam, hoş gelmişsin." "Hoş bulduk Mehmet. Benim Asminlerim hazır mı?" "Hazır olmaz mı, hazır tabi. Gitmeden bir kahvemizi iç ağam?" "Başka zaman, sağ olasın." Çiçeklerini aldıktan sonra uzattığı parayı "Aman ağam, ne yaptın?" diyerek kabul etmeyen adamın gömlek cebine zorla sıkıştırdı. "Al şunu, çiğneme sözümü." dedi kısaca. Çalan telefonunu meşgule aldı ve "Kolay gelsin." diyerek dükkândan çıktı. Çiçeklere baktı bir süre. Gözleri dolar gibi olmuştu. Saniyeler içinde kendini toparlayıp arabasının arka koltuğuna bıraktı çiçek sepetini. Ön koltuğa yerleşirken çalan telefonunu açtı. "Alo." "Oğlum neredesin ya? İyi ki geldiğimi haber ettim, yoksa seneye gelirdin herhalde! Ağaç ettin beni burada!" "Bir yere uğramam gerekiyor." "Neredesin sen şuan?" "Çiçekçiden çıktım." "Bekle, yakınlardayım ben de." Bezgince telefonu kapatıp beklemeye koyuldu. Aydın'ın ayak bağı olması pek hoşuna gitmemişti fakat o an hayır diyemedi. Dikiz aynasından arka koltukta tüm güzelliğiyle duran Asmin çiçeklerine baktı. O çiçeklere baktığında yalnızca sevdiğinin adını değil, güzel suretini de hatırlıyordu. O pürüzsüz beyaz teni ve masumiyet kokan bakışları... "Her zerrem sensin..." diye mırıldandı. Her yanında bulunduruyordu onun anılarını. Onsuz bir hayat düşünemiyor, onu anmadığı tek bir günü bile geçmiyordu. Önündeki aynayı açtı ve arasına sıkıştırdığı fotoğrafı çıkarıp bir süre dalıp gitti o gözlere. "Neden yaptın? Beni sensiz bıraktın, yaşayan bir ölüye çevirdin. Neden?" Artık pişmanlıklar için çok geçti. Yapılan hataları düzeltmek için de öyle... Nasıl olduğunu anlamadan hızlı bir biçimde ön koltuğu açıp yanına oturan adama baktı. Öyle dalıp gitmişti ki o grimsi gözlere, arkadaşını birden karşısında görünce ister istemez irkilmişti. "Ne zaman geldin sen?" "Daha yeni işte!" Arkadaşının elindeki fotoğrafa baktı. Azad'ı anlayamıyordu. Yas denilen şey en fazla 1 sene tutulur, sonra herkes kendi hayatına bakardı. Bu adam bıkmadan usanmadan, 14 yıldır ölü bir kadının hayaletini kovalıyordu. "Halâ mı abicim ya, gerçekten bıktım!" "Aydın... İşimize bakalım istersen." "Ben de onu diyorum be oğlum! Artık işimize bakalım, bu ne ya? Sürekli Asmin, Asmin... Yeter artık şu kızı sayıkladığın. Ölmüş gitmiş! Hem karın oradan buradan çıkan fotoğrafları görüp bozulmuyor mu?" "Umurumda gibi mi görünüyor?" Bakışları dalıp giderken "Ben kimseyi kandırmadım. Her şeyi bilerek evlendi benimle." diye ekledi. Oflarken arka koltuktaki çiçekler dikkatini çekti. "Bu çiçekler de neyin nesi? Ne çiçeği bu?" "Asmin çiçeği. Bugün onun ölüm yıldönümü, mezarını ziyaret edeceğim. Sen gelmeseydin-" "İki dakikada ruhumu daralttın abi ya, bıkmadın mı artık? Şu kızcağızın da ruhunu rahat bırak artık! İşkence edip durma ölüsüne." "Aydın yeter! Böyle konuşacaksan in. Kimseden akıl alacak değilim bu yaştan sonra." "İyi, tamam. Hadi sür arabayı." Başını iki yana sallayarak sabır diledi. Arkadaşının bazı davranışlarını hastalıklı buluyordu. Çünkü hiçbir erkek 14 yıl sadece bir kadını düşünecek kadar sadık kalamazdı, erkeğin doğasına aykırıydı bu. İçten içe Azad'ın psikolojik destek alması gerektiğini düşünüyordu. ●●● Sedire oturmuş kuşkulu gözlerle kardeşine bakıyordu Abdülhan Ağa. Onun kendisinden bir şey sakladığını düşünüyordu hatta neredeyse buna emindi. Tek sorun, sakladığı sırrın ne olduğuydu. Aslında aralarında o kadar fazla sır vardı ki... Mesela kendisi de kardeşinden çok mühim bir sırrı gizliyordu. Fakat o ağabeydi, saklayabilirdi. Ama Bilal... Katiyen saklayamazdı! Karşısındaki yaşlı adamın tuhaf bakışlarıyla bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. "Bir derdin mi var ağabey?" "Yok, ben de sana aynı şeyi soracaktım." Her şeyden habersiz bakışlarla "Yok vallahi, benim bir derdim yoktur." cevabını verdi. Kendinden emin tavırlarıyla ağabeyini savuşturmaya çalışsa da temkinli davranıyordu. İçine bir korku düşmüştü. Bir yerde açık mı verdim, diye düşünmeye başladı ister istemez. Telefonu çalınca ayağa kalkıp biraz uzağa yürüdü Abdülhan Ağa. Aramayı cevapladı ve ilk cümlesi "Ne yaptın?" oldu. Bilal Ağa'ysa kendinden yaklaşan ağabeyinin konuşmasını duymuyor, bu durum onu daha da tedirgin ediyordu. Korkmuştu. Uzun zaman önce ağabeyiyle arası açıktı. Abdülhan Ağa'nın hiç erkek çocuğu olmamıştı, yalnızca 3 kızı vardı. Bu sebeptendir ki ağalık onlardan Bilal Ağa'ya geçmişti. Değişen dengeler yüzünden aralarındaki kardeşlik bağları zarar görmüş hatta parçalanmıştı. Bir ailenin ağalığı elinde tutması hayat memat meselesiydi. Aşiret karşısında söz hakkı olması için aileler, hizmet ettikleri aşirete en az bir erkek evlat vermek zorundaydı. Aksi halde herhangi bir konuda fikir alışverişi yaparken sözlerinin pek de değeri olmuyordu. Bu durumdan ötürü yıllardır aralarında bir soğukluk, ucu bucağı görünmeyen bir mesafe vardı. Bu durum ağabeyini daha fazla harekete geçirmişti, Bilal Bey'in attığı her adımı mercek altına alır olmuştu. Yaptığı veya yapacağı en ufak bir hatada ağabeyi tepesinde dikiliyordu. Bu korkutucu olduğu kadar tedirginlik vericiydi de. Daha dikkatli olmalıydı. Çok daha dikkatli... ●●● Yarım saattir arabada beklemekten sıkılmıştı doğrusu. Azad'a arabadan inmeyeceğine dair söz vermiş olsa da merakına yenildi ve sessizce arabadan inip ağaçların arkasına saklanarak arkadaşını izlemeye koyuldu. Adam sabırla çiçekleri mezarın üzerine örtü gibi örtüyor, üst üste gelen veyahut birbirine yapışan çiçekleri ayırıp düzene sokuyordu. Diğer yandan da ölü bir kadınla konuşuyordu. "Ben geldim Asmin'im... Canımın tamamı, ben geldim..." Sevdiği kadının mezarına eğilip toprağını okşadı. Sanki elleri ellerindeydi, okşadığı kuru bir toprak değil de sevdiğinin elleriydi. "Sensiz nefes almayı bırakalı 14 yıl oldu biliyor musun? 14 yıldır ben ne yediğimi, ne içtiğimi bilmiyorum. Her an yüzün düşüyor aklıma. Seni içimden çıkarsalar benden bir şey kalmaz, bunu anlamıyorlar Asmin. Yaşamayan insanlara bunu anlatamıyorum. Hepsi robot gibi, sevginin ne olduğunu anlatamıyorum onlara. Delirdim sanıyorlar. Oysa ben sadece âşığım, bilmiyorlar." Omuz silkerek gülümsedi. "Olsun, bilmesinler. Onlara ihtiyacım yok benim. İhtiyacım olan tek şey sensin... Asmin'im... Çok yakında, hissediyorum çok yakında kavuşacağız. Allah'ın biçtiği ömrü yaşıyorum ama çok yakında yanına geleceğim. Bunu hissediyorum." Gözlerinden süzülen yaşları silmeye bile yeltenmedi. "Beni neden bıraktın? Neden bırakıp gittin?" Biraz sakinleştikten sonra "Hayır, tamam... Sana kızmıyorum." dedi. "İnsan sevdiğine kızar mıymış? Kızmıyorum sana. Ama keşke ne istediğini önce gelip bana söyleseydin Asmin, ben dinlerdim seni. Senin sorunun benim sorunumdu." Derin bir nefes alıp iç çekti. "Bunları tartışmak için çok geç, biliyorum. Bu da benim suçum. Senin bir derdin olduğunu bilmeliydim. Seven insan hisseder! Ben... Ben hissedemedim. Aşkım... Sen rahat uyu, ben seni hep kalbimin en derinlerinde taşıyacağım. Ömrüm..." Ayağa kalkıp pantolonunu silkelerken "Artık veda vakti geldi. Ama yine geleceğim, hep geleceğim. Ölene kadar, her gün geleceğim." dedikten sonra mezardan çıkıp arabasına doğru yürüdü. Sürücü koltuğuna oturunca ön koltuğun boş olduğunu fark etti. Birkaç saniye sonra Aydın'ın gelişiyle bakışları tuhaflaştı. "Neredeydin sen?" "Tuvalet arıyordum, altıma mı yapsaydım? Kaç saattir orada ne yaptığın belli değil, sıkıştım valla." Yan gözle baktıktan sonra arabayı çalıştırdı. Bu yalana inanmasa da üzerinde durmadı Azad. Yüreği ferahlamıştı sevdiği kadını ziyarete gelince, tarifsiz bir rahatlama çökmüştü üzerine. Akşamın karanlığı bulutların üzerine çöktüğündeyse gökyüzü adeta kapkara bir çarşaf gibi gerilmişti. Aydın'ı misafir odasına yerleştirdikten sonra çalışma odasına çekildi. Bu evde rahatça kendi sesini dinleyebildiği tek yerdi burası, kendi mabediydi. Asmin'i sevmek onun için kutsal bir ibadet gibiydi. Bazen koca bir çığlık takılı kalıyordu boğazında. Bağırmak, sesini duyurmak istiyordu. "Ben de bir insanım!" demek istiyordu etrafındakilere, ama yapamıyordu. İşte o zamanlarda buraya saklanmak, iç sesini dinlemek çok iyi geliyordu. Nostaljik radyo görünümlü müzik çalarından her zaman dinlediklerinden birini açtı. Bülbülüm altın kafeste aman Ötme bülbül yarim hasta aman Ben sana aldanamam yarim, ben sana dayanamam Sevdiği kadın bir melekti ve hayatından rüzgâr gibi geçip gitmişti. Hiç böyle bir sonu beklemezken çekip gitmişti. Sevilmek güzeldi, fakat sevmeye tek başına devam etmek... Bu güzel ve erdemli olduğu kadar yorucuydu. Sevdiği insanın dünya üzerinden uçup gitmiş olmasıysa daha acıydı. "Sen benim meleğimdin." Şimdi burada olsa, ona sarılsa... Daha ne isterdi ki? Oturduğu koltuğa uzandı. Gelmeden önce içmiş olduğu birkaç kadeh onu ısıtmış, uykusunu getirmişti. Avucunun içinde tuttuğu fotoğrafta gezdirdi sağ işaret parmağını. Onun ipeksi saçlarında, buğulu gözlerinde... "Sarıl bana meleğim, sarıl ve hiç bırakma..." Merdivenlerden yukarı çıktı usulca. Geldiğinden beri çalışma odasından çıkmayan kocasını akşam yemeğine çağırmalıydı. Rahatsız edilmekten hiç hazzetmediğini biliyordu fakat eğer yemeğe katılmazsa Bilal Ağa çok kızacaktı. Kapıyı birkaç kez tıklattı fakat cevap alamadı. Odadan dışarı yüksek sesli müzik taşıyordu, belli ki Azad içerideydi. Bazen bu odaya kapanır, saatlerce bunu dinlerdi. Bıkmadan, usanmadan... Kocasının kalbinde saklı kalan acılı bir aşk hikâyesi olduğunu biliyordu. 8 yıldır sabırla bekliyordu. Bir şeylerin değişmesini, düzelmesini ya da başka bir deyişle talihin ona gülmesini. Ama değişen hiçbir şey yoktu. Kapıdan içeri girdiğinde kocasını koltukta uyuyakalmış bir biçimde buldu ve gramofondaki plağı çıkardı. Koltuğa yaklaşıp eğildi, adamın gür saçlarında korkuyla gezdirdi ellerini. Kendi kocasına dokunurken korkuyordu. Kimi zaman barut gibi sinirli ve bir o kadar uzaktı. Sevmeyi, sevilmeyi unutalı çok olmuştu Zühre için. Çok önceleri sevdiği bir çocuk vardı, Azad'la evlilikleri kesinleşince ondan da ayrı düşmüştü. Geleceği belirsiz bir evlilik için sevdiği adamı bırakıp gelmiş, onu sevmeyen bir adamla evlenmişti. Zamanla kocasını sevmiş miydi yoksa sevmeye mi zorlanmıştı bilmiyordu. Kalp bu kadar kolay mı değiştirirdi seveceği kişiyi? Onu da bilmiyordu. Fakat içinde bulunduğu bu durum, işte bunu hak etmediğini çok iyi biliyordu. Bir hayaletin kırıp döktüklerini toparlamaya çalışmak... Bu çok zordu. Kocasının saçlarını özlemle okşarken kalbine yaklaştırdığı eli arasında bir şeyi tuttuğunu fark etti. Koca avcunu açtığında hayatını esir almış o kadının fotoğrafıyla karşılaştı yine. Yine diyordu, çünkü yıllar boyu bu hep böyle olmuştu. Azad'ın yastığının altından, çalışma masasının etrafından, cüzdanından, çekmecesinden... Kısacası her yerden o kızın hayaleti çıkıyordu. Ölmeden önce başına sardığı yemen hep başucu çekmecesinde dururdu mesela. Yastığının altında hep bir fotoğrafı vardı. Her yerde ama her yerde o vardı! Bunu neden yapıyordu? Ona da kendisine de bu acıyı neden çektiriyordu, bilmiyordu. Anlamak zordu. Belki hiç bu kadar çok sevmediğindendi anlamayışı, belki de sevginin de ötesinde bir şeydi bu. Kocasının üzerine battaniyeyi örttükten sonra sessizce kapıyı çekip çıktı. Merdivenlere yönelecekti ki, vazgeçti. Kapının arkasına yaslanıp yumruk yaptığı elini ağzına kapadı. Huzursuzdu, kederli ve silikti. Yok gibiydi. O ölü kız bile Zühre'den daha çok vardı bu konakta. Nereye dönse onun anılarıyla boğuşuyordu. Ölmüş biri ne kadar tehlikeli olabilirdi ki? Kâbuslarında bile o vardı, uykuları haramdı. Her an onun geride bıraktığı kırgınlıkları toparlamak için hazır ol vaziyetinde bekliyordu. "Yoruldum." diye mırıldandı. Toparlamaya çalışırken dağılmaktan yorulmuştu. Hırıltılı bir nefes aldıktan sonra toparladı kendini. O ne yapacaktı? Evlendiği günden beri ölü olan kocası için nasıl yas tutacaktı? "Azad... Keşke o kadını unutsan, hayatına dönebilsen..." ... * YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Bu bölümü kafayiyedimdegeldim , Kemelha , Basakgclm , birisiokuyoo , Enatvsr , NigarSzade , Zeynepiba , ceydayzgn , zcordduk , okuryazar_s , Kalbedair okurlarıma armağan ediyorum. 💖 Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bölümleri daha sık almak ister misiniz? Onunla ilgili düşüncelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |