@buzlarkralicesi
|
-40- Hastaneye vardığında arka koltuktan dosyalarını alıp aracından indi. Yol boyunca bugün başına gelen tüm tuhaflıkları düşünmekle meşgul olmuştu. Aldığı ölüm haberleriyle rahatlaması gerekirken şüpheci yaklaşıyordu. Haksız da sayılmazdı, hiçbir zaman tesadüflere fazla inanmamıştı ve bu yaşadıkları da tesadüf olamazdı. Başına bela olan iki adamın birdenbire ortadan kaybolup ölmesi bir tesadüften ibaret değilse, korkmalı mıydı? Hiç kimse durduk yere birine iyilik yapmazdı. Eğer biri kendisine iyilik olsun diye Abdülhan Ağa'yı ve Haşim'i öldürdüyse mutlak surette bir gün ortaya çıkıp bu iyiliğin karşılığını alırdı. Şayet tüm bu yaşanan saçmalıklar tesadüften başka bir şey değilse rahatlayacaktı. Sırrının yalnızca ölen adamların arasında kalmış olması için de dua edecekti. Bunun bir trafik kazası değil de kaza süsü verilmiş bir cinayet olduğunu kanıtlayamazsa yapacak başka bir şeyi yoktu çünkü. Odasına girdiğinde tüm dosyaları masasına bıraktı ve yoldan almış olduğu gazeteyi kolunun altına sıkıştırarak koltuğuna oturdu. Kapı çaldığı an "Gir..." dedi usulca. Gelenin Uğur'dan başkası olmadığını biliyordu. Zırvalayıp kafasını şişirmesine müsaade etmeden "Bana bir kahve getirir misin?" diye sordu. Ancak bugün diğer zamanlardan farklı bir şekilde asistanı ne gevezeydi, ne de meraklı... Bu duruma hayret etse de sıradan bir ses tonuyla yalnızca "Senin neyin var böyle?" diye sormakla yetindi. "Hocam... Gerçekten özür dilerim." Alt dudağını ısırarak kendisine mahcup bakışlar yollayan genç adama "Ne için?" sorusunu yöneltti. "Ne oluyor Allah aşkına?" Asistanı korkuyla gözlerini kapatarak işaret parmağıyla elindeki gazeteyi işaret ediyordu. Bir şeyler olduğunu sezen genç kadın, gazeteyi kurcalamaya başladığında Uğur suçlu bir ses tonuyla "6. Sayfa." diye ekledi. Anlık bir biçimde kafasını gazeteden kaldırıp ona ters bir bakış fırlattıktan sonra "6. Sayfaymış..." diye söylenerek gazeteyi incelemeye başladı. Uğur'un söylediği sayfaya geldiğinde neredeyse 2 ay önceki ameliyatla ilgili verdiği röportajı ve daha da kötüsü kaçamak çekilmiş fotoğrafıyla karşılaştığında şaşkına döndü. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Bir süre o şokla hiç konuşmadı ve korku dolu gözlerini o fotoğrafta sabitledi. Fotoğrafta çok net görünmüyordu, çeken kişi sağ profilden yakalayabilmişti. Ama onu tanıyan herkes o olduğunu anlayabilirdi. O anki hışımla sadece "Allah kahretsin!" diye haykırdığını hatırlıyordu. Neredeyse aklını yitirecekti. Gazeteyi sinirle buruşturarak asistanının ayaklarının dibine fırlattı. "Bu nasıl olur Uğur? Nasıl olur? Sana söylemedim mi, fotoğraf olmayacak demedim mi! Uzun süredir benimle çalışıyorsun, böyle bir şeyin olmaması gerektiğini bilmiyor musun? Cevap ver!" "Hocam... Gerçekten, ben... Ne söyleyeceğimi bilemiyorum." "Hemen gazeteyi arıyorsun, o fotoğrafı kaldırıyorlar. Gazeteleri toplatıyorlar." Dirseklerini çaresizce masaya yaslayıp başını ellerinin arasına aldığında "Allah kahretsin..." diye inledi. Artık hiçbir şey yapılamazdı. O gazeteler çoktan dağıtıma çıkmıştı ve şu anda herkes tarafından okunuyordu. Başı şiddetli bir baskıyla ağrımaya başladığında "Bana bir ağrı kesici getir." diyebildi. Normal zamanlarda uyuduğu zaman kendini dinlenmiş ve dinç hissederdi. Yeniden doğmuş bir biçimde kalkardı yataktan. Son zamanlarda yaşananlardan mıdır bilmiyordu ama ne uykusu uyku, ne de dinlenmesi dinlenmeydi. Hiçbiri ona iyi hissettirmiyordu artık. Ya geçen sabah Azad kahvaltıda mantarlı omlet yaptığında kendisinin verdiği tepkiye ne demeliydi? Adamın bir suratına öğürmediği kalmıştı. Tiksinmiş bir ifadeyle bakıp aç olmadığını söylemişti. Mantarlı omlet en sevdiği şeylerden biriydi hâlbuki. Hatta o an hamile olabileceğini bile düşünmüştü. Öyle olsaydı çok sevinirdi, ama sevincini kursağında bırakacak bir çuval dolusu dert varken böylesine güzel bir habere bile sevinemezdi herhalde. Ona ne oluyordu bilmiyordu ama şuan tüm bunlardan daha önemli bir sorunu vardı ki, bu da tam bir beladan kurtuldum derken diğerine atlamasıydı. Üstelik bu bir beladan diğerine atlama süresi o kadar kısaydı ki, o kısacık aralıkta bir türlü dinlenip enerji toplayacak fırsat bulamıyordu. Şikâyet edemezdi, çünkü Azad ondan da zor durumdaydı. Sürekli Mardin'le İstanbul arasında mekik dokuyup duruyordu ve onun ağzından tek bir isyan sözü bile duymamıştı. Mesela bu sabah da alelacele nefret ettiği amcası ve kuzeni yüzünden Mardin'e gitmek zorunda kalmıştı. Her ne kadar sevmese de o cenaze töreninde bulunması şarttı. Onlar maalesef bir aileydi ve herkes birbirini seviyor, birbirine saygı duyuyormuş gibi görünmek mecburiyetindeydi. Telefonuna sarılıp az önce yaşadığı şoku Azad'la paylaşmak üzere numarasını tuşladı. Böyle bir şeyi ondan saklayamazdı. Genç adam onun kadar panikle yaklaşmamıştı ve bu da Asmin'i ister istemez rahatlattı. Fakat ikisi de bu esrarengiz ölümün ardından oldukça şaşkındı. Tek fark, Azad bu olayın kaza süsü verilmiş bir cinayet olduğunu düşünmüyordu. O da Galip gibi, kasten yapılsaydı infaz şeklinde olacağını söyleyip duruyordu. Belki de onlar haklıydı, kadın çok fazla tepki veriyordu. Zira yaşananlardan sonra bu kadar şüpheci ve korkak yaklaşması çok normaldi. Sürekli birileri tarafından tehdit edilmek, kaçırılmak, diken üstünde yaşamak... Bunlar normal insanların yaşadığı şeyler veya günlük yaşantının bir parçası değildi. Olanı biteni unutup acile inmeye, biraz işiyle ilgilenip bu dertleri yok saymaya karar verdi. Daha çok düşününce yok olmuyordu ki şu lânet sorunlar, buna rağmen kendini mahvetmesi niyeydi? Acil servise geldiğinde arkadaşı Merve, hastalardan biriyle ilgileniyordu. Kızcağız başından vurulmuştu, bilinci kapalıydı ve Merve kendisini görünce su bulmuş bedevi gibi sevindi. "Hah, iyi ki geldin Asmin! Ne kadar şanslıyım, başka şey isteseymişim olacakmış." "Ne oldu?" "Hastayı acilen ameliyata almamız gerekiyor. Başından vurulmuş, çok kan kaybediyor. İlgilenebilir misin?" Hastanın dosyasını alıp incelemeye başladı. İsmi de yüzü de oldukça tanıdıktı. Biraz hafızasını yoklayınca kızın aslında Mardin'deki yan komşularının kızı olduğunu hatırlayıp anlık bir hayrete kapıldı. Hatta gözlerine inanamayıp kızın yüzünü inceledi ve dosyadaki isme tekrar baktı. Yaren Kıratlı... Başkası olamazdı. Asmin başkası olmasını dilerdi ama değildi. Tam 2 ay önce Azad'la yemekte konuşurken onun başına gelenleri öğrenmiş ve çok üzülmüştü. Yaren, kendisini saplantı haline getirmiş psikopat bir çocuğun cinsel saldırısına maruz kalmış, ailesinin bunu öğrenmesiyle birlikte babasının baskısı ve tehdidi üzerine o çocukla evlendirilmeye zorlandığı için evden kaçmıştı. Orada herkesin kaçıp gitmesi için sağlam bir sebebi oluyordu. Oysa belki kalıp hep birlikte savaşmak daha doğru olabilirdi. Böyle radikal bir karar için geç kalınmışa benziyordu, onca kayıp toprağa verildikten sonra... Acilen ameliyathaneye alındığında elinden geleni yaptı Asmin. Zavallı Yaren'i yoğun bakıma aldılar. Camdan onu seyrederken eskileri hatırladı. Kapının önünde onunla ip atlayıp birlikte okula gittikleri gün artık çok geride kalmıştı. Geçmişe öyle bir dalmıştı ki, Merve'nin yanına geldiğini anca omzunda hissettiği elle fark etmişti. Usulca "Sen miydin..." diye mırıldandı. "Mutlu olman gerekmiyor mu? O lânet herifler cehennemi boylamış. Anlattığına göre yaşadığını başka bilen de yok gibi. Bence artık biraz huzura kavuşmalısın." "Huzur mu?" Acı acı güldü kadın. Tırnak altlarında ölümün kokusunu saklayan, her adımda hayatın sonunu hatırlayan biri için huzur yoktu, olamazdı. "O beni terk edeli çok oldu." "Bu kız için fazla üzülmüşe benziyorsun. Tanıdığın falan herhalde." "Evet, sayılır. Küçükken yan komşumuzun kızıydı. Aramız iyiydi, birlikte oyunlar oynar okula giderdik. Güzel vakit geçirirdik. Birbirimize hep hayallerimizden bahsederdik. Ben doktor olmak istediğimi anlatır dururdum, oysa öğretmek olmak istiyordu." Belli belirsiz yorgun bir tebessüm belirdi sükût-u hayale uğramış dudaklarında. "Çok klasik değil mi... Ama bizim için yaşama tutunma sebebiydi bu hayaller. Şimdi geldiğimiz noktayı görüyorsun işte." Üzüntüyle iç geçirerek "En azından biriniz hayallerine kavuşmuş." deyiverdi Merve. "Öyle bir yerde yaşayan insanlar için bunun anlamı çok büyük." "Ben böyle hayal etmemiştim." Sağ elini cama koydu ve yaşam mücadelesi veren kızı çaresizce seyretti. "O da hayal etmemiştir..." "Neden vurulduğunu biliyor musun?" Alayla güldü. "Ah, bunu bana mı soruyorsun?" Nefreti dalga dalga kalbinin derinlerinde hissediyordu. Böyle bir duygunun izleri dalgalar halinde gelirdi. Yaşananları hayalinde canlandırdığında orada kadın olmanın ne kadar zor geldiğini hatırladı. Lânet etti adaletsizliğe. "Elbette töre cinayeti. Daha dün Azad'la bu kızı konuşuyorduk, Yaren'i... Annesi her zaman onun için güzel hayaller kurardı, her sabah saçlarını özenle örer de öyle yollardı okuluna. Bu savaşın bir kazananı olacağını hayal eden nice analar umutla bekledi. Yaren'in annesi de onlardan biriydi. Ailede bir gün onun öğretmen olacağına inanan tek kişiydi o kadın. Bir ananın daha hayalleri un ufak oldu." "İnanamıyorum... Neden yaptılar bunu peki?" "Duyduğuma göre biri tarafından tecavüze uğramış. Ve ailesi de bunu öğrenince güya namuslarını temizlemek için onu tecavüzcüsüyle evlendirmeye kalmış. Kız da ne yapsın, kaçmış. Öyle olunca da... Vardığımız nokta bu." Hayrete düşmüş bir edayla "Kulaklarıma inanamıyorum!" diye söylendi. Şehirde büyümüş bir kızdı Merve, İzmirli bir ailenin tek kızıydı. Annesinin ikinci evliliğinden doğmuş, gayet özgür yetiştirilmiş, istediği her şey ayağına kadar getirilmiş bir kızdı. Mutlu bir çocukluk geçirmişti. Onun böyle bir trajediyi ha deyince anlaması mümkün görünmüyordu. "Ve onu vurdular öyle mi?" "Evet, ne yazık ki." "Kimse görmemiş mi, engellememiş mi? Nasıl olur böyle bir şey?" "Söz konusu töre cinayetiyse kimse görmez, duymaz Merve. Görenler görmezden, duyanlar duymazdan, bilenler de bilmezden gelir. Aile meselelerine karışılmaz ya, o mesele. Bir çift yolda sarıldığında terbiyesiz diyen ama bir adam karısını yolda dövdüğünde karı koca arasına girilmez diyerek müdahale etmeyen insanlar bunlar. Sen bu tarz insanlardan ne bekliyorsun?" Başını iki yana sallayarak "Çok yazık..." diye mırıldandı ve Asmin'in peşi sıra dinlenme odasına yürüdü. Onun aceleci tavırlarla "Hemen tuvalete gitmeliyim." demesi üzerine kıs kıs güldü kadın. "Kızım bu kaçıncı ya, kıçına bez mi bağlayalım? Bu kadar sıkışacak kadar niye bekliyorsun ki?" "On beş dakika öncesine kadar hiçbir şeyim yoktu, birden geldi işte. Sen dinlenme odasını boş ver, direkt benim odama geç. İki de kahve söyle, ben hemen geliyorum." Hızla tuvalete doğru yürürken şüphe dolu gözleri etrafa daldı. Acaba, geçiştirdiği ihtimal... Olabilir miydi? Tuvaletten çıktığında ellerini yıkarken uzun uzun aynaya baktı. Eğer böyle bir şey varsa çok sevineceği kesindi. Azad da sevinçten deliye dönerdi. Fakat ikisinden birinin mantıklı düşünmesi gerekiyordu. Bu ilişkiyse mantıktan yoksundu. Zaten çocuk isteyen kendisiydi, ortaya böyle bir fikir atmıştı ve Azad her ne kadar kederle reddetmek zorunda kalsa da bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda en çok sevinecek kişi olacaktı. İkisi de delirmiş olmalıydı. Asmin ani bir kararla tuvaletten çıktı ve dosdoğru ultrason odasına doğru yürüdü. İçi kıpır kıpırdı, heyecanlıydı. Hayallerine hiç bu kadar yaklaştığını hatırlamıyordu. İçinde bazı çekinceler olmasına rağmen bu ihtimalin gerçekleşmesini öyle istiyordu ki... Çıldırmıştı. Evet, evet bu tam anlamıyla çılgınlıktı! Ama Asmin bu çılgınlığın bir parçası olmak istiyordu. Etrafına bakınarak ultrason odasına girdiğinde etrafta kimse görünmüyordu. Kapıyı kapatıp kilitledi ve ayarlamaları yaptıktan sonra koltuğa uzandı. Aslında bunu tek başına yapmak zorunda değildi, Merve kendisine seve seve yardımcı olurdu ama böyle bir haberi ilk kendisi öğrenmek istiyordu. Üstelik Merve'nin zevzekliklerine de katlanabileceğini hiç sanmıyordu. Jelin soğukluğunu çıplak teninde hissettiği an ürperdi, fakat sonrası onun için daha kolaydı. Ultrason cihazını sağa sola kaydırarak ekranı gözlemliyordu. Ne aradığını biliyordu, ama bunun gerçekleşmesi durumunda ne olacağından emin değildi. Harika bir haber olurdu, ama farkında olmadan Azad'ı köşeye sıkıştıracak bir olay haline gelebilirdi. Sonuçta yaşadığı bile bilinmezken ölü bir kadından gelen bir bebek fikri fantastik bir kurgu gibi geliyordu. Tüm bunları bir kenara bırakarak ekrana odaklandı. Gördüğü küçük karartıyla kalbi yerinden çıkacakmış gibi hissetti. Vücudunu bir ateş sardı, kocaman gülümseyen dudaklarını sağ eliyle kapayıp "Aman Allah'ım..." diye mırıldandı. Sevinçle o anı ölümsüzleştirmek için bir düğmeye bastı ve ultrason görüntüsünü kayıt alıp çıkarttı. Halâ "İnanamıyorum... Allah'ım, çok teşekkürler! İnanamıyorum..." diye fısıldıyordu. Başını arkaya yaslayarak bakışlarını tavana dikti. Gözleri dolmuştu. Daha önce hiç böyle mucizevi bir duyguyu iliklerine kadar hissetmemişti. Gözyaşları ilk defa mutluluktan akıyordu belki de. Daha önce hiç bu kadar ağlayacak kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Kapı tıklatıldığında derin bir nefes alıp doğruldu. Peçeteyle karnındaki jel kalıntılarını silerek ayağa kalktı. Hemşirelerden biri olduğunu düşünerek "Önemli bir görüşme yapıyordum, birazdan çıkıyorum." diye açıkladı. Peçeteyi çöpe attı ve ultrason cihazını kapatıp üstüne başına çeki düzen verdi. Kapıyı açmadan önce gözyaşlarını sildi. Bugün onun için en mutlu gün olabilirdi. Bu yüzden sakin kalmakta zorlanıyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktığında kendisine merakla bakan hemşireye "Kusura bakma, buyur." dedi. "Önemli değil Asmin Hanım, ben kapı kilitli olunca bir şey oldu sandım." "Yok, her şey yolunda. Sadece biraz özel bir telefon görüşmesiydi, bulduğum ilk kapıdan içeri girdim. Her neyse, kolay gelsin..." Hemşirenin yanından ayrıldığında kelebekler gibi kanat çırpıyordu sanki. Öyle mutluydu ki içi içine sığmıyordu. Ama biraz düşününce bunu hemen söyleyemeyeceği için durgun ve düşünceli bir psikolojiye bürünmüştü. Önce bu durumu Bilal Ağa'ya danışmalıydı. Onu çiğneyip geçmek olmazdı. Çalan telefonun ekranında sevdiği adamın ismini gördüğüne memnun olmuştu. Bir yandan eli ayağı birbirine girmişken diğer yandan onu esir almış çılgın bir mutluluk vardı içinde. Sakinliğini korumaya çalışarak aramasını cevapladı. "Alo..." "Sevgilim, nasılsın?" "İyiyim canım, iş güç işte. Sen nasılsın, neler yaptın? Bugün dönebilecek misin?" "Yengemler çok ısrar etti ama dönmek zorunda olduğumu söyledim. Biraz ayıp oldu ama kimin umurunda... Abdülhan Ağa'ya bu kadarı fazla bile." Onun erken gelmesi iyi bir fikir değildi. Yanında asla normal davranamazdı ki, mutlaka bir pot kırardı. "Hemen gelmeseydin keşke. Yani, günübirlik gidiyorsun diye ailen bozuluyor biliyorsun." "Umurumda bile değil, seni şimdiden çok özledim." "Daha sabah birlikteydik, bu kadar acele etme bence." Tek kaşını kaldırarak "Ne o, gelmemi istemiyor musun? Yoksa benden sıkıldın mı?" diye sorarken yalandan bozulmuş bir ifadeyle güldü. "Tabi ki hayır." "Bebeğim, sende bir durgunluk var. İyisin değil mi?" "İyiyim Azad, merak etme. Aklın bende kalmasın, çok iyiyim ben. Aslında bakarsan... Her neyse, Bilal baba ne zaman döner?" "O Mardin'e gelmedi ki. Sanırım haberin yok, Yaren'i yakalamışlar. Onunla ilgilenmek için İstanbul'da kaldı. Aslında Yaren'le ilgilenme konusunda ısrar ettim ama bu cenaze törenine katılmazsam çok ayıp olacağını, kızla kendisinin ilgilenebileceğini söyledi." "Halâ İstanbul'da yani." "Evet, neden ısrarla sordun ki?" "Yo, yok bir şey... Yaren burada, sabah acile getirdiler." "Ne?" "Evet, başından vurulmuştu. Durumu çok kritikti. 45 dakika önce onun ameliyatından çıktım." "Allah kahretsin!" Öfke doluydu Azad. O insanların tek ümidiydi ve onları koruyamamıştı. Karanlıktan çıkış için görünen tek ışık huzmesiydi, hayatında gün yüzü görmemiş bu insanlar onun sözüne inanmıştı ve bir kez daha hayal kırıklığına uğramışlardı. Şimdi o umut dolu insanlardan biri daha ellerinden kayıp gidiyordu, onu kaybediyordu. "Peki, durumu nasıl?" "Halâ umut var ama... Uzman görüşümü almak istersen olumlu düşünmüyorum. Kurşun çok riskli bir bölgeden girip çıkmış. Ama belki de ben yanılırım, kim bilir... Bekleyip göreceğiz." "Anladım." "Hey, bak ne diyeceğim... Sen Bilal babaya bir şey söyleme. Ben az sonra onu arayacağım ve müsaitse görüşeceğim. Anlatırım ona olanları." "Tamam bir tanem. Sen de kendine dikkat et. Her ne kadar tehlikeyi bertaraf ettiğimizi düşünsem de tedbiri elden bırakma. İnatçılık etme, bırak her yere Mesut götürsün seni. Akşam gelip alırım, yemeğe çıkarız." Gülerek "Peki, inatçılık etmem." diye onayladı. "Azad..." "Efendim hayatım." "Seni seviyorum." Duyduğu cümleyle yüzü ışıltılı bir güneş gibi aydınlandı. "Ben de seni... Hem de çok..." Söylemek istedikleri dilinin ucuna kadar gelse de telefonu kapattı. Şuan hiç sırası değildi. Önce Bilal babaya danışmalı, bu konuda onun fikrini almalıydı. Onun numarasını tuşladığında kalbi yerinde çıkacak gibiydi. Bu habere nasıl bir tepki verecekti kim bilir. Yaşlı adam aramayı ikinci çalışta cevaplayınca ne diyeceğini bilemedi, adeta dili tutulmuştu. "Asmin, kızım... Asmin... İyi misin? Bir şey söylesene." "Merhaba Bilal baba, nasılsın?" "İyiyim de, neredeyse kalbime iniyordu. Sen bir türlü cevap vermeyince başın yine belada sandım." "Hayır, çok şükür ben gayet iyiyim. Yaren için aramıştım ben." "Yaren mi? Sen nereden biliyorsun, bir haber mi çalındı kulağına?" "Baba, Yaren bu sabah acil servise getirildi. Başından vurulmuştu, durumu çok kritikti. Ameliyata aldık, şuan yoğun bakımda. Şükür ki halâ bizimle, ameliyatta onu kaybetmenin eşiğinden döndük." "Allah'ım çok şükür sana... Peki, şimdi genel durumu nasıl?" "Vallahi ne yalan söyleyeyim Bilal baba, pek umudum yok. Umarım bizimle kalır." "Tamam, bekle. Ben hemen geliyorum oraya." "Yo, hayır baba gelme. Zaten gelsen de Yaren'i göstermezler sana. Dinlenip kendini toparlaması gerekiyor. Sırası değil belki ama ben başka bir haber için seninle görüşmek istiyorum, müsait misin?" "Tabi müsaidim kızım, sana her zaman vaktim var biliyorsun." Merakla kaşlarını çatarak "İnşallah kötü bir şey yoktur." dedi. Ağabeyinin başına açtığı belalardan henüz yeni kurtulmuşken yeni bir bela olmamalıydı, şimdi sırası değildi. "Bir görüşelim de, nasıl bir haber olduğuna o zaman karar veririz." "Beni korkutuyorsun Asmin." "Korkulacak bir şey yok baba, 2 saat sonra hastanenin arkasındaki restoranda buluşalım." "Tamam kızım, görüşürüz." "Görüşürüz Bilal baba..." Telefonu kapadığında bugün içinde gelen iyi ve kötü haberleri düşündü. Önce Abdülhan Ağa ve Haşim'in ölümü, sonra gazetede çıkan haber, Yaren'in koma hali, hamile olduğunu öğrenmesi... Aslında ufacık bir umut ışığına tutunmaya öylesine hazırdı ki, sırrının açığa çıkmamasına ve onu âşık olduğu adamla ortak paydada birleştiren bu minik yardım eline sıkı sıkı sarıldı. Belki de artık her şey yavaş yavaş yoluna giriyordu, mutsuz ve kötü günler geride kalıyordu. Bu bir işaret olamaz mıydı? Olabilirdi. Daha fazla bekletmeden Merve'nin yanına dönmeliydi, yoksa işkillenip onu soru yağmuruna tutabilirdi. ... |
0% |