@buzlarkralicesi
|
-41- "Aşk, bencillik ile fedakârlık arasındaki o ince çizgide saklanır hep." Aracını park etti ve aşağı indi. Kol saatine baktığında 40 dakika geciktiğini görse de umursamadı. Bilal Ağa gitmezdi, beklerdi. Onu bekletmek istememişti ama Merve'nin çenesinden kurtulabilmesi zaman almıştı. Kalbi heyecanla atarken böyle bir şeyi ona nasıl söyleyeceğini düşünüp duruyordu. Ne tepki verecekti acaba? Kızacak mıydı, küsecek miydi? Yoksa sadece sevinecek miydi? Böyle bir durumda nasıl bir tepki verilirdi ki? Restorandan içeri girdiğinde ileride, köşede oturuyordu yaşlı adam. Yavaş ve sakin adımlarla ilerledi, usulca karşısına oturdu. "Merhaba Bilal baba." "Kızım, iyisin değil mi? Beni alelacele çağırdın buraya, yüreğim ağzıma geldi vallahi. Kötü bir şey yok inşallah." "İyiyim baba. Sadece... Bir haberim var ama iyi mi yoksa kötü mü, bilemiyorum. Kafam çok karışık." Merakla kaşlarını çatarak "Nedir kızım?" diye sorarken fikir yürütmeye çalışıyordu. Yine Asmin'i huzursuz eden neydi? Ne vardı da bu kadar söylemeye çekiniyordu? "Kafanı karıştıran bir şey varsa söyle de çözelim." "Baba... Aslında normal şartlarda bu iyi bir haber ama biz hiç o normal şartları göremedik. Tek sorun bu işte." "Asmin, bilmece gibi konuşmasana kızım. Söylesene ne olduğunu! Kızacağım ama artık ha!" Hafifçe öksürdü, biraz cesaretlenmeye çalıştı. "Şey... Ben..." Ağır aksak kelimeler dudaklarında gevelenirken bunun böyle olmayacağına kanaat getirdi. Eninde sonunda öğrenecekti. Ha en önce öğrenmiş ha en sonra, ne fark ederdi ki? "Bir bebeğim olacak baba." Doğru kelimeleri bulmak, cümleyi kurmak çok zordu. Ağzından bunun çıktığına bile şükretti. Karşısında duran ihtiyarın ne tepki vereceğini gözlemlemeye çalışıyordu. Bakışlarını ondan ayırmadan bekledi. İlk sözü ne olacaktı, ne söyleyecekti, yalnızca onu bekledi. Yaşlı adam önce hayretle kaşlarını kaldırdı, gözleri şaşkınlıkla büyüdü, büyüdü... Bir süre hiçbir şey söylemedi ve o süre ne kadar kısa olursa olsun Asmin'e yüzyıllar kadar uzun geldi. "Ne düşündüğünü biliyorum. Bunun doğru olmadığını da... Ama sevdik ve sevildik. Yaptığımız şey yüzünden sen de dâhil kimseden özür dilemeyeceğim. Herkese, her şeye rağmen sevgimize sahip çıktık biz, bu bir erdemdir. Bir şey söylemeden önce içinde bulunduğumuz durumla birlikte bu söylediklerimi de düşün olur mu?" Duyduklarına karşılık şaşkındı elbet, ama hiçbir zaman iki taraftan birini suçlamak gelmemişti aklına. O yaşadığı yere göre daha hoşgörülü bir adamdı. Bu yaşına kadar kanla yazılan bir törenin mecburi uygulayıcısı olarak birçok şey görmüş, tecrübe etmişti. Yaşadığı topraklara adını kanla kazımış çaresiz insanlara sığınak olmuştu aynı zamanda. Asmin ve Azad da o çaresizlikle kavrulan insanlardandı. Ve bulundukları durumda işaretleyecekleri doğru bir şık yoktu, cevabı olmayan bir sınav sorusunun içinde debeleniyorlardı. Azad karısından boşanamaz, Asmin'le evlenemezdi. Oğlunun bunun için canını vereceğini biliyordu ama yapamazdı. Asmin de böyle bir şeyi istemezdi, usul ve kaideleri biliyordu çünkü. Bunları bile bile sonuçlarına katlanacakları bir yola yürümüşlerdi, Bilal Ağa buna ne söyleyebilirdi ki? Saygı duyup tebrik etmekten başka, bir baba olarak sevinmekten ve destek olmaktan başka ne gelirdi elinden? Sevgiyle tebessüm etti ve "Çok sevindim kızım, Allah analı babalı büyütsün." demekle yetindi. Bir torunu oluyordu, bundan mutluluk duyduğunu gizleyecek değildi. Ama içindeki endişeler, mantık çerçevesinde düşündüğü detaylar kafasını kurcalamıyor değildi. "Azad'ın haberi var mı?" Masanın üzerinde duran ellerini sıkı sıkı kenetledi ve "Yok." cevabını verdi kısaca. Bilal Ağa'nın sakin ve mutlu karşılamasıyla rahatlamıştı. Ama en az ihtiyar adam kadar Asmin de onları bekleyen tehditlerin farkındaydı. "Sana danışmadan bir şey yapmak istemedim. Önce sen bil, bana bir akıl ver, yol göster istedim." "İyi yapmışsın kızım. Her zaman başkalarına danışmakta fayda var. Ama bu yolun bir geri dönüşü yok, yapılacaklar belli. Bu bebek doğacak ve Azad ona babalık edecek. İkimiz de bunu yapmaktan büyük mutluluk duyacağını biliyoruz, ama..." Derin bir nefes alıp sözlerine farklı bir gidişatla devam etti. "Bir baba olarak mı, yoksa bir ağa olarak mı konuşmamı istersin?" "Benimle istediğin kadar açık konuşabileceğini biliyorsun baba. Sana hiçbir söylediğinde kırılmam, darılmam. Öğütlerinin başımın üstünde yeri vardır, bunu en iyi sen bilirsin. Bu yüzden benimle rahat konuş lütfen." "Kızım, bu çocuk haberine çok sevindim. Hele Azad duyduğunda havalara uçacak. Seni kızım kadar severim, çocuğunuzu da torunum bilirim. Bugün benim en mutlu günlerimden biri. Ama kendi ağzınla söyledin ya normal şartlar altında değiliz diye, işte beni huzursuz eden nokta da bu. Daha ortada bebek haberi yokken bile Azad ikiye bölündü, iki evi oldu. İki şehir arasında mekik dokuyup duruyor. Hele bebek doğduktan sonra iyice el ayağı buraya bağlanmış olacak. Bu durumda da şüpheleri hep üzerimize çekeceğiz. Herkes kuşkulanacak, bu adam gidip de dönmez oldu, neler oluyor diyecek. Elbet araştıran bir işgüzar olacak. Sonra seni öğrenirlerse, tam da Abdülhan'la Haşim'den yeni kurtulmuşken... Tövbe estağfurullah, ölülerin arkasından öyle konuşmak... Ne kadar doğru bilmiyorum ama sen benim ne demek istediğimi anladın kızım. Sakın bana gönül falan koyma, ben yine senin için endişeleniyorum. Bu zamana kadar hem Azad'ın ailesiyle aranda denge kurmaya çalıştın, çabaladığını görebiliyorum. Ama bundan sonra Azad'ı sen bile durduramazsın. Çocuğunuza çok bağlanır, ister istemez o dengeyi kuramaz. O zaman ne yapmayı planlıyorsun?" Oturduğu sandalyede doğruldu ne birkaç saniyeliğine duraksadı. Bu süre içerisinde aklından bin bir düşünce geçti. Bilal Ağa öyle haklıydı ki, bunların hepsini kendi de düşünmüştü. Ama işin duygusal yanına o kadar bağlı kalmıştı ki, gerçeklere çözüm üretecek zamanı olmamıştı. "Sana gönül koymam baba, bilirsin. Öz babamdan daha çok babalık ettin bana, senin sözün emirdir her zaman. Ama inan bana bu bebek benim canımdan bile daha önemli. Ben her zaman bu anın hayalini kurdum, bedeli ne olursa da ödemeye hazırım. Başkalarının beni öğrenmesi, vesaire... Bunlar benim umurumda bile olmaz. Ama Azad'ın ailesi, çocukları dediğin zaman orada dur. Ben hiçbir zaman o çocuklara haksızlık ettirmem, bunu bilecek kadar tanıdın beni. Şunu asla unutma ki, terazinin sağ yanını sol yanından şaşırtmam. Bana ve sözüme güven... Olur mu?" Başını onaylarcasına sallayarak "Ben sana ne zaman güvensem hiç yarı yolda kalmadım kızım, bir gün olsun güvenimi boşa çıkarmadın." dedi. "Geçmişe dönsek, yine bu kız için bunca şey yap deseler yaparım inan. Ama canını yok saydığını duymayacağım bir daha. Biz bu can için neleri göze aldık. Beni, Azad'ı, kendini düşünmüyorsan artık bebeğini düşün. O annesiz ne yapar, ne eder? Onun için yaşamalısın." "Haklısın baba..." "Bu kadar tatsız konuştuğumuz yeter, hadi eve git de bu güzel haberi Azad'a vermek için hazırlık yap! Sevinçten delirecek eşek sıpası, eve dama sığamayacak. Onu o haliyle görmeyi ne çok isterdim." Asmin "E sen de gel baba." diyerek güldü. O anı aklında canlandırdıkça heyecanlanıyordu. Kesin sevinçten çıldıracaktı. Akşamki yemeği eve taşımak için aklında planlamalara başlamıştı bile. "Yok kızım, benim ne işim var orada." "Olur mu öyle şey?" "Hayır, gelmem. Sen bana anlatırsın sonra nasıl karşıladığını. En doğrusu bu haberi ona baş başa vermen." Ayağa kalktı ve "Bana artık müsaade." deyiverdi ihtiyar adam. "Ben her zaman arkanızdayım, destekçinizim. Ama sen de sözlerini unutmayacaksın anlaşıldı mı? Özellikle kendine iyi bakma konusunda verdiğin sözü sakın çiğneyeyim deme, valla hamile falan demem alırım ayağımın altına ha! Bundan sonra o sabahlara kadar çalışmalar falan hepsi bitti!" Onaylarcasına başını salladı ve "Tamam, merak etme sen." diyerek güldü kadın. Onun mutluluğunu gözlerinden okuyabiliyordu. Ne yazık, gözlerinden okuyabildiği tek duygu sevinç değildi. Korku ve endişe de vardı o gözlerde. Dışarı çıktıklarında yaşlı adam yanına kadar gelip arabasının kapısını açtı, Asmin'in binmesini bekledi. Böyle bir ilgiye alışık olmadığı için ne yapacağını bilemeyen genç kadınsa gülümsedi. "Şımartıyorsunuz beni Bilal Ağa." Babacan bir gülümsemeyle "Sen zaten şımarıktın, artık iyice tepemize çıkarsın valla!" diye cevap verdi adam. "Valla çıkarım." Koltuğuna yerleştikten sonra Bilal Ağa'nın "Torunuma iyi bak." sözüyle gülümsedi. Bu ilgiyle içi ısınmıştı. Yıllardır kış gibi soğuk yaşayan yüreğine bahar gelmişti; o kalbe çiçekler açmış, kuşlar konmuştu. Gözlerini usulca kırparak "Olur, bakarım." dedi. "Dikkatli sür." "Tamam baba, abartma." "Nasıl abartma, iki canlısın kızım sen. İstersen çocuklardan birini katayım yanına?" "Abartma dedikçe abartacaksın değil mi? İki adımlık yol, giderim ben. Hadi kendine iyi bak babam, görüşürüz..." "Görüşürüz güzel kızım." Yola çıkıp kendiyle baş başa kaldığında rahat bir nefes aldı. Hiç de korktuğu gibi olmamıştı. Her şeyin yolunda gitmesine öyle sevinmişti ki, onun için güzel başlayan bir gün olarak saymıştı bugünü. Azad'ın numarasını tuşlayarak telefonu hoparlöre aldı. Gözünü yoldan ayırmıyordu, direksiyonu tutuşu bile değişmişti artık. Daha çok kasıyordu kendini, yalnız olmadığını öğrenmiş olmasına bağlıyordu bu garip tavırları. Aramasını cevaplayan Azad'ın sesiyle biraz rahatladı, yüzünde güller açtı. "Alo, canım..." "Azad, nasılsın?" "İyiyim, sen?" "İyiyim ben de." "Ne o, özlemime dayanamadın da ondan mı böyle her dakika arıyorsun?" Yalandan bozguna uğrar gibi "Rahatsız olduysanız aramam beyefendi." dedi Asmin. Gülmemek veya ağzından bir şeyler kaçırmamak için kendini zor tutuyordu. Bu haberi yeni aldığını varsayarsa, onun için de zordu suspus olmak. Kendini dizginleyemiyordu. "Daha neler... Sadece alışık değilim böyle ilgiye, şımardım. Sen her gün ara, ben başka bir şey istemem." "Bak ne diyeceğim, akşamki yemeği evde mi yesek? Ben sana yemekler yaparım. Hem çok büyük bir sürprizim var, biz bizeyken daha rahat ederiz." "Ne sürpriziymiş bu?" "Sürpriz zamanı gelene kadar söylenmeyen şeye denir Azad, biraz sabırlı ol." "İyi bakalım, akşama kadar sabredeceğiz ne yapalım..." İçi içini kemirmişti meraktan, ama çok ısrarcı olmak istemedi. Bu yüzden kestirip atmayı tercih etti. Sonra aklına düşmüş gibi aniden "İyi bir sürpriz ama değil mi?" diye sordu. "Bomba gibi hem de. Sen sadece akşamı bekle. Özel bir yemek istiyor musun?" "Aslında ben eve girer girmez Asmin diye bir tatlının tadına bakmak istiyorum, ama o sayılmıyor galiba. Sen ana yemeklerden bahsediyor olmalısın." Telefonun ardından gelen manalı sesle kıkırdamaya başladı genç kadın. "Terbiyesiz! Söylesene, ailen sana hiç terbiye vermedi mi? Böyle şeyler ulu orta konuşulmaz, söylemediler mi sana? Baban Bilal baba olmasa daha neler neler derdim de, neyse..." "Niye utanayım canım. Hem... Sürprizi olan yalnızca sen değilsin, benim de sürprizim var bugün." "Aaa, neymiş o?" "Sürpriz zamanı gelene kadar söylenmeyen şeye denir Asmin Hanım, unuttunuz mu?" Gülerek "Tamam, ağzımın payını verdin. Zaten anca çenesin, icraata gelince yoksun." diye söylendi. "Hadi şimdi kapat, çok işim var. Daha akşam için alışveriş yapacağım, evde eksikler var." "Tamam güzelim, akşama görüşürüz..." Telefonu kapattığında aynadan yüzünde güller açtığını gördü ve kendi yansımasına "Şapşal!" dedi. Sağ eli direksiyondayken sol elini karnına götürdü ve sıcacık gülümsedi genç kadın. "Sen geldin, bahar geldi bak... Her şey yoluna giriyor yavaş yavaş. Hele bu akşam baban seni öğrenince nasıl mutlu olacak..." ●●● Telefon kapanır kapanmaz tekrar çalınca arayanın tekrar Asmin olduğunu sanıp bakmadan cevapladı. "Alo..." "Alo, baba! Nasılsın?" Ferhat'ın sesini duyunca mutlu bir gülümsemeyle "Oğlum... İyiyim, sen nasılsın?" diye sordu. "Ben de iyiyim. Bugün için teşekkür ederim, çok güzeldi. Çok kalamadın, ama ona rağmen bizimle çok ilgilendin. Asmin de ben de çok mutlu olduk... Özellikle hediyelerin için çok teşekkür ederiz." "Ne demek oğlum, daha iyilerine layıksınız. Sizi ihmal ettiğimin farkındayım ama telafi edeceğiz inşallah. Asmin nasıl, iyi mi?" "İyi, uyuyor şuan. Arkadaşının doğum günü partisinde yorulmuş. O da bugün çok mutluydu, bir ara teşekkür etmek için arar seni." "Olur güzel oğlum. Annenizi üzmüyorsunuz değil mi? Külahları değişiriz bak, unutma." "Hayır baba, üzmüyoruz. Şimdi kapatıyorum, sonra yine ararım. Seni çok seviyoruz baba..." "Ben de sizi çok seviyorum oğlum. Kendinize iyi bakın olur mu?" "Tamam..." Oğluyla telefon görüşmesi bittiğinde rahattı adam. Bir kere eskisi kadar suçlu hissetmiyordu kendini. Çok uzun kalamamasına rağmen sık sık uğruyordu Mardin'e ve o süre boyunca çocuklarıyla eskisinden daha fazla ilgileniyordu. Bu da onları mutlu etmeye yetiyordu da artıyordu bile. İçinde bir yerlerde onları da İstanbul'a getirmek vardı, ama bunu Zühre'ye yapmaya hakkı olmadığının farkındaydı. Onu doğduğu, büyüdüğü topraklardan koparıp daha önce hiç yaşamadığı, düzenine alışık olmadığı bir yere sürüklemeye hiç hakkı yoktu. Üstelik kendi bencilliği yüzünden... Yo, bunu yapamazdı. Daha önce defalarca düşünse de bunun adil olmayacağının farkındaydı. Hadi çocuklar küçüktü, girdiği her ortama bir süre sonra adapte olur, uyum sağlardı. Ama Zühre... Bu yaşına kadar Mardin dışında hiçbir yerde yaşamamış bir kadındı o, buralarda barınamazdı. Üstelik burada olduğu her gün, her gece kendisinin Asmin'le olduğunu bilerek nasıl yastığa başını koyardı? Bu kadarı da fazlaydı. Uzun lafın kısası, bu düşündüğü kötü bir fikirdi. Herkes olduğu yerden memnundu, düzen bozmaksa gereksizdi. Şirkette uzun bir toplantıya daha katıldıktan sonra yorgunlukla kol saatine baktı. Neredeyse akşam olmuştu, artık eve geçmenin zamanı gelmişti. Elinde tuttuğu kâğıdı çantasına koymadan önce tekrar baktı. Artık tamamıyla bekâr bir erkekti. Genç yaşta evlenip çoluk çocuk sahibi olan bir adam için inanması güçtü ama gerçekti işte. Asmin bunu öğrendiğinde önce kendisine çok kızacak, sonrasındaysa bir hayli sevinecekti. Araca bindiğinde halâ bu durumu düşünüyordu. İçinde bulundukları örümcek ağına benzer bu durum hiç de kolay değildi. Yalnızca ikisi için değil, kimse için değildi. Hiç kimse için. Kader ağlarını ördüğü için herkes isteği dışında oluşan bu hayatı yaşamak zorunda kalmıştı. Eğer her şey bu kadar sarpa sarmasaydı o istemediği bir evliliği yapıp sevdiği kadından ayrı kalmamış olacaktı. Asmin'le evli ve mutluydu şimdi, bir sürü çocukları olmuştu. Zühre'yse kendisini seven, ona gerçekten değer veren biriyle mesuttu belki. Asmin'in ailesi şuan olanlardan kendini suçluyor olmayacaktı, kimse için durum bu kadar zor gelişmeyecekti. Tüm bunları düşünmek için ne kadar geç kaldığını biliyordu, ancak yine de olaylar daha farklı gelişseydi nasıl bir hayat yaşayacağını hayal etmeden bir günü dahi geçmiyordu. Araçtan indiğinde Asmin'in evinin önündeydi. Apartman dairesinin tüm ışıkları şenlik yeri gibi yanıyordu. Asansörden inip kapıya yaklaştığında zili çalmadan önce derin bir nefes aldı. Tam zile basacakken kapı ardına kadar açıldı. Karşısında Asmin vardı, ancak bambaşka bir Asmin... Fuşya rengi, kolları dirsek boyunda, etekleriyse diz hizasında bir elbise vardı üzerinde. Saçları bukle bukle, makyajı da oldukça sade ama özenliydi. Yüzünde güller açıyordu. Sanki bugünün bir kutlama günü olduğunu tüm dünyaya haykırır gibiydi ışıldayan gözleri. "Çok güzel olmuşsun..." Nefesi kesilmişti, fısıldayışından bile belliydi bu. "Teşekkür ederim." "Aracı arka otoparka park ettim. Daha zili bile çalmadım, nasıl anladın geldiğimi?" Asmin sıradan bir sesle "Hissettim." diye yanıtlayarak omuz silkti. Sevdiği adamın ışıltılı yüzüne uzun uzun baktıktan sonra gülümsedi. "E hadi, içeri gelsene. Davetiye mi bekliyorsun?" "Öyle güzel olmuşsun ki, hangimiz içerde hangimiz dışarıda unutmuşum. Neredeyse ben seni içeri davet edecektim." Kıkırdayarak "Şapşal!" dedi genç kadın. "Hadi içeri geç." Adamın ceketini soyup askıya astıktan sonra adamı salona buyur etti. "Önce güzel bir duş almak istersen temiz havlu var banyoda. Çok yorgun görünüyorsun. Yatağın üzerine yeni takımını koydum. Sen rahatına bak, ben de son hazırlıklarla ilgileneyim." "Bakıyorum da her şey düşünülmüş." Salona bakındıktan sonra "Eee, yemekler nerede?" diye sordu. Kurt gibi acıkmıştı. Güzel yemek kokuları alıyordu ama ortada ne bir masa vardı, ne de bir sofra. "Yemek odasında tabi ki. Sen görüp benden önce didikleme diye..." "Çok yamansın sen!" "Hadi, yukarı çık da duş alıp giyin. Sonra salona gelip dinlenebilirsin ya da hemen yemeğe geçebiliriz, sen nasıl istersen." Kadını ince belinden yakalayıp sardı sarmaladı. "Bugün her şeye fazlasıyla özenmişsin. Bakalım bu işim içinden ne çıkacak..." Dudakları onun pürüzsüz çene kıvrımlarında gezindi. "Kapıda görünür görünmez başımı döndürdün. Yer ayaklarımın altından kayıyor sandım, önce bayılacağımı düşünüp bir yerlere tutunayım dedim. Sonra hatırladım ve dedim ki; 'Neyse ki yine Asmin'i gördüğüm için başım dönüyor.' Sonuçta bu doğal bir şey, alışmam lazım." "Geveze... Sırnaşma, bir sürü işim var daha! Hadi, hazırlan da in aşağı." Gülümseyerek adamın merdivenlerden yukarı çıkışını seyretti. Sonra mutfağa gidip her şeyi tekrar kontrol etti. Başlangıç olarak Ezogelin Çorbası yapmıştı, onları kâselere doldururken Azad çoktan duşunu alıp giyinmişti bile. Gri takımının içinde gerçekten müthiş duruyordu. Ama onu şımartmamak adına "İyi görünüyorsun." sözünden ileri gitmedi. "Hepsi bu kadar mı? 'İyi görünüyorsun.' Sadece bu mu?" Adamın yalandan bozulmuş gibi görünmesine güldü kadın. Onun kırılmış özgüvenini onarmak yine kendisine düşmüştü. "Tamam, belki biraz fazla harika göründüğün için kıskanmış olabilirim. Eğer her gittiğin yere bu kadar özenmezsen sıkıntı yok." "Bu kıyafeti dışarıda giymeyeceğine söz verirsen neden olmasın." Tek kaşını kaldırarak "Sıkı pazarlık ediyorsun." diye mırıldandı ve adamın yeni tıraş olmuş yanağına tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. "Hadi, sofraya oturalım." "Ne yemekler yaptın bakalım?" "Gördüğün gibi Ezogelin Çorbası var. Onun dışında Pirinç Pilavı ve Karnıyarık..." "Neden bu kadar yoruldun ki? Ben ne yapsan yerdim zaten. Hastanede ayrı çalışıyorsun, burada gelip ayrı..." "Her zaman yapmıyorum bunu, biliyorsun. Hem ben sana yemek yapmaktan daha fazla neden zevk alıyor olabilirim bir düşünsene. Hoşuma gittiği için yapıyorum ben." Yemeğe oturduklarında çorbanın güzel kokusunu içine çekmeden duramadı. Bir kaşık aldıktan sonra "Ellerine sağlık bir tanem, çok güzel olmuş." dedi. Bütün gün dışarıda bir sürü sorunla uğraşıyordu ama sevdiği kadınının yanına geldiğinde hiçbir şeyin önemi kalmıyordu. O hiçbir şey yapmadan yanı başında otursa bile huzur veriyordu Azad'a. Bu anı bozmak istemese de sormak zorunda hissetti kendini. "Yaren nasıl?" "Durumunda bir değişiklik yok. Bugün hastaneden biraz erken çıktım ama saat başı arayıp durumuyla alâkalı bilgi aldım. Merak etme, çok yakından takip ediyorum. Onun yaşaması belki de bana..." Boğazında kalan yemeklere rağmen sözünün devamını getirecekti. Yutkunmaya çalıştı ama çok zordu. "Benim ölü bedenime umut verecek gibi hissediyorum." "Sevgilim, lütfen böyle söyleme. Benim cennetime böyle şeyler söylemek hiç yakışmıyor. Sen yaşayacaksın. Ne olursa olsun..." Bu akşamın çaresizliğe akıtacak gözyaşı yoktu. Kızarmış burnunu çekerek gülümsedi. "Sürprizin neydi?" Yan gözle sinsice bakarak "Bütün gün merak ettin değil mi?" diye sordu Azad. "Evet, tabi ki." "Önce sen söyle." "Hayır, benim sürprizim daha büyük. Bunu duyunca hiçbir şeyin önemi kalmayacak. O yüzden bence, sürprizin elinde patlamadan söyle aşkım." Kaşlarını kaldırdı adam. "İddialıyız bakıyorum." Asmin'in gerçekten ne söyleyeceğini şimdi daha çok merak etmişti. "Pekâlâ o zaman..." Sandalyenin yanında duran çantasından kâğıdı çıkarıp genç kadına uzattı. "Öncesinde kızacağını biliyorum ama lütfen o faslı fazla uzatmayalım, es geçelim. Bu akşam ağzımızın tadı bozulmasın olur mu?" Başını onaylarcasına salladı ve kâğıdı eline alıp okumaya başladı. Burada yazılanlara göre Zühre ve Azad dün resmi olarak anlaşmalı boşanmışlardı. Her ikisinin de imzası vardı kâğıtta. Formaliteleri saymazsa Azad artık bekâr bir erkekti. "Azad..." Bir an ne söyleyeceğini, nasıl tepki vereceğini bilemeden donakalmıştı. Kendine geldiğindeyse hem mutlu hem de kızgındı kendi içinde. "Azad... Bunu neden yaptın?" "Yemin ediyorum bu benim fikrim değildi. Her ne kadar istesem de bunu söyleyen ben olmadım, Zühre boşanmak istedi. İtiraz eder gibi oldum, izin vermedi. Bunun daha doğru olacağına inanıyordu, onu vazgeçiremedim. Belki de vazgeçirmek istemedim, bilmiyorum... Bu zamana kadar her şey benim istediğim gibi olmuştu ve Zühre tek bir kez bile bana itiraz etmemişti. Bu defa da ben itiraz etmedim. Bir kez olsun onun istediğini yaptım." Bir süre adamın mutlu yüzünde gezdirdi bakışlarını ve ayağa kalkıp ona sıkı sıkı sarıldı. Aşkla. Yerine oturduğundaysa kontrolü elden bırakmamaya çalışıyordu. "Buna mutlu olmadım desem yalan. Ama Azad, o senin çocuklarının annesi. Bunu biliyorsun değil mi? Eğer aileden biri bunu öğrenirse Zühre çok zor duruma düşer. Dikkatli ol, onu sakın mağdur bırakma." "Tamam, sen merak etme. Her şeyi büyük bir gizlilikle yaptık. Sen sadece bu anın keyfini çıkar bir tanem." Kadının masanın üzerinde duran elini tutup okşadı. "Sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun. Çok güzel bir düğün yapacağız." "Oldu olacak gazeteye ilân ver Azad. İyice saçmaladığının farkındasın değil mi? Eğer böyle bir şey yaparsan medya denen bir şey var, herkese duyurur. Ben böyle bir şey istemiyorum, hayır. Kesinlikle istemiyorum." "Ya kimsenin bizi tanımadığı bir yere gider, orada evlenirsek?" "Güney Antartika mesela?" "Bana uyar." İkisi de kahkahalara boğulurken Asmin içten içe cesaretini toplamaya çalışıyordu. Öyle heyecanlıydı ki, kalbinin atış sesleri kulaklarının dibinde çınlıyordu. Beklediği o an gelip Azad "Senin sürprizin neydi peki?" diye sorduğunda elini kolunu nereye koyacağını şaşırmış durumdaydı. "Umarım benim sürprizimi gölgeleyecek bir şeydir. Yoksa sürprizimi erken söylettirdiğin için cezalandırılırsın, bilmiş ol." "Emin ol, en az bunun kadar mutlu bir haber. Ama... Bana birkaç dakika ver lütfen, kafamı toparlamalıyım. Çünkü çok heyecanlıyım ve sen gelmeden önce yaptığım tüm provaları unuttum." "O kadar büyük bir sürpriz mi ya? Bak şimdi daha çok merak ettim." Birkaç dakika durup sakinleşti. Kendini hazır hissettiğinde rahatlamaya çalışırcasına nefesler alıp verdi. "Evet, tamam. Hazırım..." "Hadi söyle, meraklandım." Işıl ışıl gözlerini sevdiği adama dikti ve "Bir bebek var." dedi. Söze nasıl başlayacağını bilmediği için gizemli cümlelere sığındı. "Ne bebeği?" "Annesi olarak beni, babası olarak da seni seçmiş bir bebek var Azad." Donup kalmış bir biçimde hiçbir tepki vermeyen sevgilisine "Halâ anlamadın mı? Bir bebeğimiz olacak." diyerek güldü. Birkaç dakika heykel gibi duran adamı seyretti. "Keşke şu halini videoya alsaydım, Bilal baba gülmekten ölürdü." "B-Bebek mi?" Önce delirdiğini, duyduklarının kendi düşüncelerinde oluşmuş bir hayal ürünü olduğunu sandı adam. Ne tepki vereceğine dair hiçbir fikri yoktu. "Şimdi, ben... Baba mı oluyorum Asmin?" "Evet." "Bak, bu işin dönüşü olmaz. Emin misin? Kesin baba oluyorum değil mi?" Kıkırdayarak "Tabi ki eminim Azad. Unuttun mu, ben doktorum. Nasıl emin olmam?" diye söylense de onun bu tepkisini şaşkınlığına ve mutluluğuna verdi. "Hamileyim." "Aman Allah'ım... Ne zaman öğrendin bunu?" "Daha bugün öğrendim." "Başka kimse biliyor mu?" "Bilal baba dışında, hayır." Bir an durup düşündü ve "Allah'ım ne saçmalıyorum ben? Ne zaman öğrendiysen öğrendin, kim biliyorsa biliyor bana ne! Baba oluyorum ben, baba oluyorum!" diye haykırdı Azad. Uzanıp sevdiği kadını oturduğu yerden kaldırdı ve onu kollarına aldı. Odanın her köşesinde onunla dans etti. Her on saniyede bir bu bilgiyi güncelliyormuş gibi "Baba oluyorum, bebeğimiz oluyor..." diye tekrar edip duruyordu. Sanki buna inanamıyor gibiydi. Sürekli kötülüklerle savaştığı için iyi bir şeyin varlığına bünyesi tuhaf tepkiler veriyordu. En sonunda yorulup koltuklara yığıldıklarında nefes nefeseydi adam. Koltuğa bitkince uzanmış meleğine baktı. "Seni de yordum değil mi?" "Mutlusun, yerinde duramıyorsun. Tıpkı benim gibi..." "Asmin inan bana çok mutluyum. Bu dünya üzerinde benim kadar mutlu biri olamaz şuan." Parıltılı gözlerini tavana dikti. "Şu hayatın bana böylesine güzel armağanlar vereceğine inanmazdım. Benden bir bebek istediğini söylediğinde sanki bunu hak etmiyormuşum gibi hissettim. Hiçbir zaman annesi senin olduğun bir bebeğe babalık etmeyi hak etmeyecekmişim gibi..." Kadın uzandığı koltuktan kalkıp Azad'ın yanına yürüdü. Onun kollarına bıraktı yorgun bedenini. "Böyle söyleme... Neler hissettiğini çok iyi biliyorum, aynı şeyleri ben de hissettim hep. Seni hiçbir zaman hak edemeyeceğimi, asla benim olamayacağını... Bırakıp gitmiştim seni, bu hakkı kaybetmiştim. Ama bak, hayat karşımıza ne güzel sürprizler çıkardı görüyor musun?" "Evet aşkım, görüyorum. En büyük sürpriz de sensin zaten. Ha, tabi bir de bebeğimiz... Artık ikinizden daha büyük bir sürpriz olamaz." Kollarını genç kadının bedenine sardı. Öyle mutluydu ki, sıkı sıkı sarıldı meleğine. "Bugün beni dünyanın en mutlu erkeği yaptın Asmin. Çok teşekkür ederim aşkım... Çok teşekkür ederim..." "Yalnız başıma yapmadım herhalde, senin de katkın oldu." Durup düşündü ve kıkırdamaya başladı. Adamın gülüşlerine karıştı mutlu kahkahaları. "Hayat, kural tanımayan bir düzenden ibaretti. Her zaman kendi kuralını koyar, diğer hiçbir kaideyi umursamazdı. Tüm yeminleri bozardı şu hayat. Kimi zaman kötü anılarla üzerken, kimi zaman iyi sürprizlerle mutlu ederdi kahır dolu yürekleri." ... |
0% |