Yeni Üyelik
11.
Bölüm

❅ Kırılmış Kum Saati | 9

@buzlarkralicesi

-9-

İSTANBUL

"Bir el, yumuşak dokunuşlarla saçlarını okşuyordu. Yaklaştı ve saçlarının kokusunu içine çekip sevgiyle öptü. Başının üzerine koydu başını. Gözlerini araladığında karşısında sevgi dolu bakışlarıyla Azad duruyordu. 'Azad...' Gördüğüne inanmakta güçlük çekiyordu, bu gerçek olamazdı. 'Sen... Gerçek misin?'

'Ben gerçeğim Asmin. Sevgim, aşkım gerçek... Ya sen? Sen gerçek misin, sevgin gerçek mi?' O sevgi dolu bakışlar birdenbire öfke ve kin doldu. Adamın bakışlarında kabına sığamayan bir canavar yatıyordu."

Gözleri halâ kapalıydı, uzandığı koltukta sağa döndü. Zor bir ameliyattan çıkmıştı ve çok yorulmuştu. Odasındaki koltuğa biraz kıvrılıp dinlenmek isterken tembellik yapıp uykuya daldığının farkında değildi. Rüyasının kâbusa dönüştüğü an irkilerek uyandı. "Gerçek değilmiş..." diye fısıldadı yutkunarak. Nemlenen saç diplerine dokundu sıkıntıyla. Mümkün olmayacağını bildiği halde onun geldiğini sanmıştı bir an. Saçlarını okşayan, öpen oymuş gibi gelmişti. Bu onun hasta, ölü ruhunu anlık da olsa iyileştirip canlandırmıştı. Sonra bakışlarının kırgın, kızgın ve kinli bir hal alması... Bu ölümden de beter gelmişti. "Sen gerçek misin?" diye sormuştu adam. Ve öyle gerçekti ki... Asmin soluk soluğa kalmıştı.

"Yine onu mu gördün rüyanda?"

Çalışma masasını karıştıran arkadaşını ancak ses verdiğinde fark etmişti ve tekrar korktu. "Ödümü kopardın Merve!" Derin nefesler almaya çalıştı. "Ne işin var orada? Sinsi sinsi gelmeden iş yapamıyor musun sen?"

"Dün incelemen için sana verdiğim dosyayı geri almaya gelmiştim. Kapıyı çaldım, ses vermedin. Ben de daldım içeri."

"İyi halt ettin." Koltukta doğrulup toparlandı. Her şey öyle gerçekti ki, bir an o rüyanın büyüsüne kaptırmıştı kendini. O şefkatli bakışların suçlayıcı ve kızgın hale dönüşünü unutamıyordu. Kendini öyle aptal hissediyordu ki... Her şeyi tek bir hareketiyle mahvetmiş, yerle bir etmişti. Kendi hayatıyla birlikte başkalarınınkini de sonsuza dek karanlığa boğmuştu. Bunun vicdan azabıyla ve kalp sancısıyla sonsuza dek nasıl yaşayacaktı?

"Madem onsuz yapamıyorsun, o zaman ne halt etmeye halâ saklanıyorsun? Çık karşısına 'Ben yaşıyorum.' de."

Gözlerini devirerek arkadaşına baktı. "Aradan 14 yıl geçsin ve ben hiçbir şey olmamış gibi Azad'ın karşısına çıkıp 'Ce eee, ben yaşıyorum!' diyeyim öyle mi? Sen bu söylediğine inanıyor musun Merve?" Arkadaşı ne yazık ki her şeyi biraz fazla basite alıyordu. Hiçbir şey göründüğü kadar kolay değildi. Yıllar sonra onun karşısına geçip ben geldim, diyemezdi. Nitekim buna hakkı da yoktu. Onun bir yuvası, ailesi vardı. Her şeyden önce o artık Mardin sınırları içerisinde ölüydü.

"Ya, tamam kulağa biraz saçma gelebilir ama sonuçta o da seni unutamamış. Kendi ağzınla söylemiştin. Seni halâ seviyor..."

"Olabilir. Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Onun bir ailesi var artık, kendinden önce düşünmesi gereken çocukları var." Sonra birden bakışları boşluğa daldı, dolan gözleri içler acısı bakıyordu. Bildiği şeyleri tekrar hatırlamak hiç iyi gelmemişti. Solgun yeşil gözlerinden süzülüp çıkık elmacık kemiklerini istila eden yaşlara hakim olamadı. "Eğer kaçıp gitmeseydim onun karısı, çocuklarının annesi ben olabilirdim. Şimdiyse o şansımı kaybettim... Artık onun karşısına çıkıp hayatını alt üst etmeye hakkım yok. Yıllar önce bir seçim yaptım ve konu kapandı."

"Aferin Asmin, iyi bok yedin! Sonunda bana da söylettin ya bunu, helal olsun valla! Tamam, kabul ediyorum ki insanın kendi ayakları üzerinde durması çok önemli. Ama hastalandığında, başına bir şey geldiğinde kariyerin elini tutup seni sakinleştiren bir erkeğin yerini tutamaz. Seni gerçekten seven, önemseyen bir erkeğin-"

"Kes Merve ya, yeter artık. Sen de bir öylesin bir böyle! Daha geçen gün ekonomik özgürlük şöyle iyi, böyle önemli diye atıp tutuyordun ama!" Sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. "Her seferinde anlatmaya çalışıyorum, anlamıyorsun. Anlamanı beklemiyorum zaten, yeter ki artık üstüme gelme."

"Ne halin varsa gör ya. Vallahi, ne yaparsan yap. Sonunda yine üzülen sen oluyorsun nasılsa." Başını iki yana sallayarak kapıya doğru yürüyüp duraksadı. "Sen var ya sen... Çok pişman olacaksın Asmin. Hatta olmaya başladın bile bence, bu yüzden etrafına karşı böylesine kızgınsın."

"Merve, herkes kendi hayatına bakarsa hayat daha yaşanılır bir yere döner." Arkadaşı çıkıp gittikten sonra açık saçlarının arasından geçirdi titreyen elini. Bileğindeki mavi saç lastiğiyle tepeden topladı çikolata kahvesi saçlarını. Kızgındı; hayata, etrafındakilere, aşirete, doğup büyüdüğü adaletsiz dünyaya... En çok da kendine kızgındı aslında. Tekrar uzandı koltuğa, tavana sabitledi bakışlarını. "Azad... Ben sensiz çok mutsuzum." Sızlanmak için çok geçti, pişman olmak için de öyle. Artık önüne bakmalı, güçlü durmalıydı.

GEÇMİŞ

Zil çaldığında irkildi. Önce eli ayağına dolandı, sonra Bilal Ağa'nın tembihlediği gibi kapı dürbününden baktı ve yaşlı adamı görünce rahatladı. Kapıyı açtığında aylardır görmediği manevi babasının boynuna sarıldı. "Bilal Baba..." Burada çok yalnız kalmıştı. Onun gelişi mutluluk vericiydi Asmin için.

"Canım kızım... Nasılsın?"

"İyiyim, hadi içeri geçelim." Salona geçtiklerinde "Ben bir çay koyayım." deyip mutfağa gidecekken yaşlı adamın engellemesiyle olduğu yerde kaldı.

"Yok kızım, bırak şimdi çayı kahveyi falan. Gel otur, konuşalım biraz seninle." Durumu nasıl izah edeceğini ya da Asmin'i üzmeden, daha az acıyla atlatmasını sağlayarak nasıl bitireceğini bilmiyordu. Onun o masum, melül melül bakışlarını gördükçe içi sızlıyordu. Böyle bir şey nasıl söylenirdi ki?

Bir şeyler olduğunu sezmiş gibi endişelendi kız. Ellerini birbirine kavuşturarak titremelerini durdurmaya çalıştı. Sakinleşmeye çalışarak adamın yanındaki boş yere oturdu. "Bilal Baba... Bir şey mi var?" Endişeden büyüyen gözleri korku dolu bakmaya başlamıştı artık. "Yoksa Azad'a mı bir şey oldu? Hani şu kan davası..." Elleriyle ağzını kapadı. "Vuruldu mu yoksa?"

"Kızım yok öyle bir şey! Felaket tellalı gibi kendi kendini endişelendiriyorsun. O dava bağlandı, sorun kalmadı." Salonun duvarlarıyla bakıştı adam, bunu nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. "Dava bağlandı, çünkü aileden bir kız aldık. Kan durdu artık, akmıyor."

"Ne güzel... Azad'ın amca oğlu Akif ağabeye mi aldınız kızı? Annesi evlenmesini pek bir istiyordu." Kanın durmasına çok sevinmişti. Daha fazla insanın katledilmemesi elbette ki içini rahatlatmıştı.

"Hayır, Azad'ı evlendirdik." Bunu alıştıra alıştıra söylemenin bir faydası olmayacağını bildiğinden fazla uzatmadı yaşlı adam. Hiçbir tepki vermeden donakalan kızın dolmuş gözlerine baktı. Bunu ona söyleyen kişi olmak istemezdi fakat gerçekleri bilmesi daha iyiydi. Böylece zamanı geldiğinde kendine yeni bir hayat kurması daha kolay olurdu. Çünkü halâ bu çocuksu yüzde Azad'ı bekleyen bakışlar görebiliyordu. Ta ki evlilik haberini verene kadar... İşte o an, o umut dolu gözlere ölüm perdesi inmişti.

Ne diyeceğini bilemedi Asmin. Bunun eninde sonunda olacağını biliyordu, ama... Sürekli kendini kandırmıştı, itiraf ediyordu. Bugünün hiçbir zaman gelmeyeceğini düşünmüştü çocuk aklıyla. Azad'ın hep ona sadık kalacağını, hep onu seveceğini, başka bir tene asla dokunmayacağını... Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı ki, bu da hiçbir şeyin Azad'ın elinde olmadığıydı. Şaşkınlıktan kekeleyerek "Ö-Öyle mi... Hayırlı olur inşallah." diye mırıldandı. Başını öne eğip kabullendi, başka çaresinin olmadığını biliyordu. "Onun adına sevindim."

"Asmin..."

Yaşlı adamın dudaklarının arasından acınası bir biçimde çıkan ismiyle ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Lütfen, bir şey söyleme baba... Bu kadarı kâfi." Hıçkırıkları boğazını düğümlüyordu. Görünmez bir el boğazını sıkıyormuş, nefes almasına olanak vermiyormuş gibi hissediyordu.

"İçine atarsan daha kötü olur. Ben seni bilmez miyim? Bir şey yapmazsın ama yalnız kalınca krizlere girersin. Sen şimdi kahroldun ama emin ol başka çaresi olmadığından... Bak eğer içini rahatlatacaksa söyleyeyim güzel kızım, Azad halâ seni seviyor. Ama sen de çok iyi biliyorsun ki bu eninde sonunda olacaktı, Azad bekâr kalmayı tercih edemezdi. O, yerimi alacak tek varis, geleceğin ağası. Normalde de evlenip bize bir oğul vermek zorunda... Nitekim bu normal bir durum da değil. Kanın durması için bunu yapmalıydı. Ve yaptı..." Kızın üzüntüden çökmüş sırtını okşadı. "Canım kızım, sizinki çok büyük bir sevgiydi. Kimse senin yerini tutamayacak. Ama sizin kavuşmanızın imkânı-"

"Ben bir çay koyayım." Doğrulup ayağa kalktı. Mutfağa girip hiçbir şey olmamış gibi tüpü yaktı ve çaydanlığı koydu. Suyun kaynamasını beklerken ellerini tezgâha dayadı ve gözyaşlarını içine akıtmayı öğrendi. Azad bir ağa oğluydu, elbette evlenecekti. Hatta çocukları bile olacaktı. Sonsuza dek onun yasını tutamazdı. Hüznün derin denizlerinde boğulurken "Bunu hak ettim." diye fısıldadı. Hak etmişti. Aptal kafam, diye bağırıyordu iç sesi. Şuan ölmek bile bu kadar canını acıtamazdı. Sevdiği adamı sonsuza dek kaybetmişti. Sonsuza dek...

Ve onsuz yaşamayı öğrenmek zorundaydı.


GÜNÜMÜZ

Acile doğru yürürken telefonda Bilal Ağayla konuşuyordu genç kız. " Kalp çarpıntıların halâ devam ediyor mu?"

"Çok fazla değil kızım, sen beni düşünme."

Kadın "Düşünme demesi kolay. Bak bu sefer geldiğinde bakalım kalbine, yolda bırakır maazallah." dedi alaycı bir biçimle gülerek.

"Deli kız! Geç dalganı sen, geç! Bugün neredeyse Azad'a yakalanıyorduk."

Azad'ın adını duyunca kalbi göğüs kafesine sığmaz olmuştu, son hız atıyordu. "A-Azad mı..." diye fısıldadı. Tüm vücudu titremişti, onun kokusu dolmuştu burnuna. Meğer ne çok özlemişti, gitmekle ne büyük aptallık etmişti... Yaşlı adama "Anlamadı inşallah." derken bile içinden "Ne olur öğren, bana gel..." diyordu. Bencillik yapıyordu, biliyordu. Yaptığı şey düşüncesizlikten başka şey değildi. Onun bir ailesi, çocukları vardı. Artık girdikleri yolun geri dönüşü yoktu.

"Anlamadı. Daha doğrusu yanlış anladı. İstanbul'da sakladığım bir karım, çocuklarım falan olduğunu düşünmüş inanabiliyor musun?"

"Ne?" diye kıkırdarken az önce yaşadığı dramı yutmaya çalışıyordu. Artık ağlamak istemiyordu, onun adını duyduğunda güçlü durabilmeyi istiyordu. Üstesinden gelmek zorunda olduğunu biliyordu. "Böyle bir şeyi nasıl düşünebilir? Seni hiç tanımıyor sanki..."

"Hayır, işin komiği, böyle bir şeyi yapsam gizlemek zorundaymışım gibi davranması. İsteyen istediği gibi karısının üzerine kuma getirirken ben niye saklayayım?"

"Hadi ama böyle bir şeyi asla yapmayacağını çok iyi biliyoruz Bilal Ağa, sen karını seviyorsun."

"Orası öyle. Neyse, ben seni işinden alıkoymayayım. Eve geçince beni çaldırırsın, müsait olursam ararım e mi kızım? Kendine dikkat et..."

"Tamam, babam, sen de kendine iyi bak." Telefonu kapattığında acil kapısında yolunu kesen hemşireyle çarpışmanın eşiğinden döndü. "Ne oluyor Allah aşkına?"

"Asmin Hocam, ben de sizin yanınıza geliyordum!"

"Niye?"

"Bir hastanız gelmiş, sizden başkasına tedavi olmak istemiyor."

"Kimmiş?"

"Söylemedi. Ama sanırım kavga falan olmuş, başı yaralı."

"Hay Allah'ım..." İçeri girdi ve plastik eldivenlerini takıp sedyeye doğru yürüdü. Perdeyi açtığında gördüğü yüzü beklemediği belliydi. "Caner Bey?"

Adam bulunduğu duruma rağmen "Caner desen yeter." dedi rahat ve havalı bir tavırla. Başından sızan kanı umursamaksızın elini uzattı. "Nasılsınız görüşmeyeli?"

"Ben iyiyim de, sen pek iyi değilsin anlaşılan."

Havalı, sakin ve rahat tavrından ödün vermiyordu. Umursamaz bir biçimde "Ufak bir kaza." diye geçiştirdi.

"Belli." Genç adamın havada kalan elini umursamadan yaklaşıp başını kontrol etti. "Nasıl bu hale geldiğini sormamda bir sakınca var mı?"

"Barda, kavga çıktı. Aslında iki kız benim için kavga ediyordu da, ne ara şişe kafamda patladı onu anlamadım."

"Şu işi çarpıtmadan anlatsan?"

"Ne yani, iki kadının benim için kavga ettiğine inanmıyor musun?"

Kaşlarını kaldırarak "Komik geliyor diyelim." cevabını verdi. En az Caner kadar etkileyiciydi tavırları. Hemşirenin uzattığı ekipmanları alıp kenara koyarken göz ucuyla adama baktı ve onun da kendisine baktığını fark etti. "Ne bakıyorsun?"

"Güzele bakmak sevaptır."

"Onun doğrusu 'Güzel bakmak sevaptır.' yalnız."

"Kahretsin, bana çok güzel haddimi bildiriyorsun." Tek kaşını kaldırarak "Biliyor musun, aslında seni görebilmek için bahanem olsun diye kavgaya karışmış olabilirim." dedi.

"Bayat numaralar." diyerek dudak büktü. "Üstelik benden küçüksün."

Duraksadı ve "Hadi ya, bir kıza söylersem etkilenmez yani." dedi.

"Eh, yani. Daha yaratıcı şeyler bulmalısın. Biz kadınlar sandığınızdan daha zeki yaratıklarız, sadece kanıyormuş gibi yapmak ve karşımızdaki odunun mutlu olduğunu izlemek zevkli geliyor hepsi bu."

Yere bakarak o karizmatik gülüşünü fırlattı. Kadınlar hakkında kendisine ders veren bu kızın arkadaşlığını çok sevmişti. "Bir şey söyleyeyim mi? Seninle çok iyi arkadaş olabiliriz. Hatta kanka bile olabiliriz, ne dersin?"

"Yeterince vaktim yok ama teklifin için teşekkür ederim."

"Hadi ama çıkma teklifi etmedim, altı üstü kankalık teklifi ettim. Zaten tipim değilsin, korkma."

"Tehlikenin geçmesine sevindim. Bir ara gerçekten koparana kadar asılacaksın sanmıştım." Göz ucuyla baktıktan sonra güldü. "Kankalık teklifini gözden geçireceğim." Adamın başındaki yarayı temizledikten sonra yarasına bandaj yapıştırdı. "Dayın bu halde olduğunu biliyor mu?"

"Bilmese daha iyi olur bence."

"Turp gibisin zaten, kalkabilirsin."

"Ne? Beni müşahede altında tutmayacak mısın? İyi bir doktor olduğunu sanmıştım."

"Ayağıma yatırıp pışpışlayacak değilim Caner, yaranı bandajladım ya daha ne yapayım? Dizime yatırıp masal mı anlatayım? Patlamış mısır eşliğinde film izlememizi de ister misin?"

"Aslında fena olmazdı ama neyse..." Ayağa kalktı ve tam gidecekken tekrar dönüp şansını denemeye karar verdi. "Bari birkaç saatliğine bir odaya koysaydın, eve gidersem uyurum ben. Uyursam da ölürüm bence. Başıma darbe aldım sonuçta, uyumamam lazım."

Adamı ceketinin ensesinden tutup sürükledi. "Gel başımın belası, geç şöyle..." Onu odasına getirdiğinde asistanını çağırdı ve "Bize iki kahve getir." dedi. Asistanı gittikten sonra müsaade bile beklemeden karşısına oturan adama döndü. "Fazla yayılmasan iyi edersin, sadece bir saat."

"Yemedim koltuğunu."

Her zaman uzandığı koltuğuna oturdu. Adamın "Hiç misafirperver değilsin." sözüyle ters ters baktı. "Ah, kusura bakma. Sen gelirsin diye şuraya birkaç şarap şişesi daha koymalıydım, böylece sarhoş olup yine kafanda patlatırdın."

"Oha, sen nereden biliyorsun ya?"

"Sadece aptal değilim. İki kadının senin için kavga ettiği yalanına da inanmadım."

Gülerek "Sen var ya sen, kaçın kurasısın." dedi. Zeki kadınlardan her zaman korkmuştu. Fakat bu kız zekânın da ötesindeydi, ciddi duruşu onu daha eğlenceli hale getiriyordu. Gerçekten iyi arkadaş olabileceklerinin farkına vardı o an. Hatta bir ara içinden "Dayımla ne de yakışırlar." diye geçirmeden de edememişti.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Bu bölümü NuranCoskun , yulaleyla , rabiaolgun1 , agapimeni0 okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Yeni bölümümüz hakkında yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%