@buzlarkralicesi
|
-14- Koca bir mayın tarlasının üstüne bastığımın farkındaydım. Ve belki de sonunda patlayan mayının parçalarımızı her yere saçabileceğinin de. Ama bir noktada Kral'ı tanımak için yüzleşmem gereken şeyler vardı. Çocukluğu hakkında öğrenmek istediklerim de onlardan yalnızca biriydi. Ne derler bilirsiniz, korkunun ecele faydası yoktur. "Pekâlâ..." İç geçirdi robotik sesli adam. Kaçak dövüşeceğini sanmıştım ama öyle yapmamıştı. Görünen o ki dürüst olacaktı. Kral'ın aile hayatını gerçekten merak ediyordum çünkü bir yanım bir aptal gibi tüm suçu geçmişte yaşadıklarına atmak istiyordu. Vardı ya öyle geri zekâlılıklar, adam onlarca insanı vahşice katletmiştir ama geçmişte yaşadığı korkunç çocukluğu yüzünden ay yazık falan denir. Ben uyuz olurdum böyle şeylere. Kötü çocukluk yaşayanlar için üzgündüm ama bu her kötü şey yaşayan insanın herkese bok gibi davranma hakkına sahip olduğu anlamına gelmiyordu. Ben bunun ardına sığınılmasına kızgınken şimdi Kral'ı kendi zihnimde temize çıkarmaya çalışır gibiydim. Onun ne farkı vardı ki diğer vahşi insanlardan? Tabii Kral'ın çocukluğunu anlatma konusundaki isteksizliği de böyle hissetmemde yardımcı olmuştu. Sanki bana acıma der gibiydi. Belki ısrarla şöyle bir aileden geldim, böyle bir geçmişim vardı dese bu kadar takılmazdım. Kendini acındırıyor, benimle ortak bir frekans yakalamaya çalışıyor, beni etkilemeye çalışıyor sanırdım. Ama öyle yapmıyordu. Belki de ters psikoloji uyguluyordu. Sorularımın cevaplarını düşündüğüm o kısa sessizlik geçip gittiğinde iç geçirdiğini duydum. "Çocukluğumun bir kısmı şiddet ve işkenceyle geçti." Benim gözlerim irileşirken donup kaldığımı fark etmiş olacaktı ki sıradan bir sesle devam etti. "Ama abartılacak bir şey olduğunu sanmıyorum." Sanki bunun normal olduğuna daha çok küçük yaşlarda inandırmıştı kendini. Şiddetin abartısı mı olurdu canım? Şiddet şiddettir. Sözlü ve psikolojik şiddet bile ağırdır, kötüdür diğer küçümseyenlerin aksine. Kral benimle açık konuşmaya başladıkça merakım daha da artıyordu. O an yüzünü bile görmediğim bu adamın küçüklüğü canlandı gözümde. Küçük Kral'ın bir köşeye sinmiş korkak yüzü oluşuyordu zihnimin vicdanlı derinliklerinde. "Kim yapıyordu bunu sana?" "Babam." Kısa cevaplar vermesine alıştığım Kral ilk defa beni şaşırttı ve devam etti. "O zeki ve başarılı bir kimyagerdi. Sinirli biriydi. Ondan korktuğum kadar ona, zekâsına hayrandım." "Peki, annen?" "Annem..." Bu konuyu pek açmayı düşünmüyordu. "Annem, annemdi işte." dedi sadece anlamsız bir biçimde. Oysa en çok küçümsediklerimiz en büyük yaralarımız olurdu çoğu zaman. Annesi kapalı bir kutuydu sanki onun için. Onun hakkında ne iyi ne kötü bir şey söylemiyordu. Eğer söylediklerinde bir gram öfke ya da nefret hissetseydim belki onun içindeki duygulara daha yakından hâkim olabilirdim. İçimde bir yerler onun annesine öfkeli olduğunu düşünüyordu ama buna dair en ufak bir kanıt yoktu Kral'ın sözlerinde. Ama içimdeki o küçücük yer, Kral babasının şiddetine maruz kaldığında annesinin ne yaptığını merak ediyordu. Susuyor muydu? Yok mu sayıyordu? Engel olmaya çalışıp başaramıyor muydu? Gücü yetmediği için mi engel olamıyordu yoksa sessizliğini korumak işine mi geliyordu? Bir insanın çocukken annesiyle ilişkisi birçok şeyi belirler, çoğu sorunun yanıtlarını verir. Ben de bu yüzden içinde buluduğum durumda en çok bu sorunun cevabını merak ediyordum. Belki de kritik bir noktaydı bu. Kral annesini sever miydi mesela? Yoksa yaşadıklarına sessiz kaldığı için içten içe kin ve nefret mi beslerdi? Ona her soru sorduğumda içim garip bir gerginlikle doluyordu. Öfkelenmesi ya da içine kapanması işime gelmezdi. Hele öfkelenmesi korktuğum bir şeydi. Güzel güzel sohbet ederken benden uzaklaşmasını istemezdim. İyi kötü bir frekans yakalamıştık. Konuşarak anlaşıyorduk ya da anlaşmaya çalışıyorduk. Bu kasvetli ortamda belki tek meşgalem onunla yaptığım sohbetlerdi. Hem zaman geçiyordu hem de onu tanımama yardımcı oluyordu bu konuşmalar. Belki de buradan çıkışımın anahtarıydı. Beni itmesinden korkuyordum. İçimde merak ettiğim soruları ona yönelttiğimde gelecek cevaplardan korkuyordum belki de. Sadece tepkisi değil, tepkisinden sonraki uzaklaşma ihtimali endişelendiriyordu ancak yine de bu kezo riski aldım. "Anneni sever miydin, Kral?" "Beni görmediğin için şu anki hâlimi tarif ediyorum, sana dudağımın kenarıyla gülüyorum." Garip bir yüz ifadesiyle yumuşadım. "Neden?" "Bilmiyorum, belki de benim hakkımda bir şeyleri merak etmen, merak ettiklerini cesurca sorman hoşuma gitti." "Açıkçası kızmandan korkmuştum." "Yo, hayır. Buna kızmam. Ancak hoşuma gidebilir." Öncesinde annesi hakkında bir varsayımda bulunduğumda bana kızıp konuşmayı terk ettiği o zamanı hatırlatmak geldi içimden ama bu güzel sohbetimizi dilimle zehirlemek iyi bir fikir gibi gelmedi o an. "Eee, soruyu kaynatmayı düşünmüyorsun herhâlde. Merak ettiğim şeyleri kolay kolay unutmam." "Annemle mesafeli bir ilişkimiz vardı." Yeni bir soru sormama fırsat vermeden "Bu kadarını bilmen yeterli." dedi yalnızca. Konuyu kibarca kapatmak ister gibiydi. Kızmadığını bilsem de "Kızdın mı?" diye sordum. Yumuşak bir iç geçirme sesiyle yanıt verme konusunda aceleci davranmadı. Ama sesi şefkati andırıyordu. "Sana kızmak pek mümkün olmuyor. Deniyorum ama... Henüz tam anlamıyla başarılı olduğum söylenemez." Bu sözleriyle hem şaşırdım hem de ne yanıt vereceğimi bilemedim. Bir karşılık vermem gerekiyormuş gibi hissediyordum ama yapamıyordum. Dilim tutulmuştu sanki. Ona karşı bir şeyler hissetme ihtimalinden korktum. İlk kez o an bundan korktum. Nefesimi tuttum çaresizce. Ben bu olamazdım. Böyle birine karşı şefkat ya da herhangi bir his besleyemezdim. O an kendimi aciz biri gibi hissetmiştim. Acizdim çünkü. Buraya hapsedilmiştim ve beni hapseden kişiye merhamet, şefkat... Adına ne denirse densin bir duygu besliyordum. Hem de nefret, öfke gibi bir şey değildi bu. Sıcak bir duyguydu. Onu anlamaya çalışırken çıktığım bu yolda kendi iç dünyamla tanışmak, kendime yenilmek ve kendi değer yargılarıma ters düşmek hiç de beklediğim bir şey değildi. Bu beni kendime karşı mahcup etmiş, yenilmez kalkanlarımın inmesine sebep olmuştu. Kendime saygımı yitirmiştim. Çaresizce yaşlar hucüm etti yanaklarıma. Sessiz ve yumuşak bir soru cümlesiyle "Neden ağlıyorsun?" derken şaşırmışa benziyordu. Düz bir sesle "Bir sebebi yok." desem de bunun inandırıcı olmadığının farkındaydım. "Burada, bu kadar olaydan sonra en azından birbirimize karşı dürüst olmayı öğrendik sanıyordum. Bu konuşma boyunca sana tek bir yalan söylemedim ama sen... Benden duygularını gizliyorsun." "Belki de duygularımı gizlediğim kişi sen değilsindir." Küçük, güçsüz bir mırıltı gibi çıkmıştı sesim. Nefes dahi alamadım. Anlamasından korktum. Onun gözünde güçsüz düşmekten. Beni kullanabileceğine dair o yeşil ışığın yanmasından. Bu kez üzerimdeki baskısını artıracağına emin olduğum şeyi gizlemek için daha ateşli bir istekle doluydum. İlk kez gitmesini ben istedim. "Cevapların için teşekkür ederim. Ama sanırım yalnız kalıp dinlenmeye ihtiyacım var." Bir sessizliğin ardından "Emin misin?" diye soran adamın robotik sesinden şaşırdığını anlamak zor değildi. İlk defa yalnız kalmak istemiştim. Buradaki vaktinin onda dokuzu yalnız geçen biri olarak fazla cesurca bir karardı sanırım. Kendimi onun gözünde daha kolay bir yem gibi göstermek istemediğim için duygularımı ıssızlara gömdüm. Ve sessizce verdiğimiz dürüstlük anlaşmasını ilk bozan ben oldum. "Peki, kararına saygı duyuyorum ve seni yalnız bırakıyorum." Uçsuz bucaksız bir sessizliğe sarılırken onun gerçekten sözünü tutup da gidip gitmediğini bilemezdim. Bu yüzden içimdeki ağlama hissini serbest bırakmadan önce derin bir nefes aldım. Yerimden kalkıp burada kamera olmayan tek yere gittim. Banyoya. Duvara tutunup yaslandığım banyonun zeminine kapandım ve sessizce ağlamaya başladım. Bunu yapamazdım. Kendimi buraya hapsedecek o aptalca duygulara esir düşemezdim. Sonucu ne olursa olsun buradan çıkmalıydım. Amacım buydu ve bu amaca hizmet eden her şeyi yapardım. Her şeyi. Ağlamaktan yorgun düşmüş bir hâlde banyonun zemininde ne kadar öyle kaldığımı hatırlamıyordum. Gözlerimi araladığımda umutsuzca uyuyakaldığımı anlamıştım. Metal seslerini duyunca zor da olsa yerimden kalktım. Yavaş adımlarım odaya geri dönerken tıkırtıların kapıdan geldiğini anladım. Yemek geliyordu. İçimden bir lokma bile yemek gelmezken karnımın gurultuları benim isteklerimi bastırıyordu. Hiç istekli olmasam da sessizce yere doğru uzandım. Kapının altındaki bölmeden uzatılan yemek tabağını almak için elimi uzattım. Yemeklerin lezzetli kokusu iştahımı uyandırırken tabağı kavrayan elimi bir el tutup yakaladı ve beni durdurdu. Sesinde tanıdık bir tını bulamadığım kişi "Kral'a güvenme." dedi yalnızca. Çok kısa ve gizemlerle dolu bir cümleydi. Kral'a güvenme. Duraksadım. Öylece bakakaldım. "Ne?" Bunu söyleyen kimdi? Burada herkes Kral'a çalışırken bunu söyleyen kişinin amacı neydi? Bu da mı psikolojik bir sınavdı? Kral üzerimde deney mi yapıyordu? Çıldırma noktasındayken sorabildiğim tek şey "Bu da oyunlarından biri mi Kral?" olmuştu. Karşımda kimin olduğunu bilmediğim adamsa -sesinden adam olduğunu tahmin edebiliyordum yalnızca- soruma yanıt vermek yerine uyarısını tekrarladı. "Ona güvenme. Sana tek söyleyebileceğim bu." Kral'a güvenmiyordum zaten. Karmaşık ve değişken duygularımın yanı sıra beni kaçıran adama elbette güvenecek değildim. Bu uyarıya gerek bile yoktu. Ancak asıl merak ettiğim şey, burada, Kral'ın karargâhında çalışırken onu kötüleme cesareti gösteren kişi kimdi? Sahte kaçışıma yardım eden kişiyle aynı kişi miydi yoksa başkası mıydı? Kral'la bir derdi mi vardı yoksa Kral'ın emriyle mi bunu bana söylüyordu? Amacı neydi? Öyle uçsuz bucaksız sorular sarmaşık gibi sarmıştı ki beynimin çeperlerini, ne düşüneceğimi bilemez hâldeydim. "Sen kimsin peki?" Kimin Kral'a çalışırken yine onu kötüleyebiliyordu? Aradığım sorunun cevabını açıklayıcı olmasa da "Şah." diyerek yanıtladı. "Adım bu." İster istemez alay eder gibi sordum. "Satrançtaki gibi mi?" Sesindeki değişimden dudaklarının kıvrıldığını sezdiğim adam "Satrançtaki gibi." diye tekrarlayarak karşılık verdi. "Peki, sen neden hem ona çalışıp hem de bana onu kötülüyorsun?" "Kötülemiyorum. Doğruları söylüyorum. Gardını al diye yapıyorum bunu." Onu anlamaya çalışsam da pek mantıklı gelmiyordu. Hâlâ bunun bir oyun olabileceği ihtimali tırmalıyordu zihnimi. Ancak adının yalan değilse Şah olduğunu öğrendiğim adam tepkimle ya da düşüncelerimle ilgilenmedi. "Kral her şeyi yapabilecek potansiyelde biri. Asla ona tam anlamıyla güvenme." Kral'a zaten güvenmiyordum. Ancak asıl merak ettiğim şey hiç tanımadığım bu adamın bana neden yardım ettiğiydi. "Sen bana neden bunları söylüyorsun? Sen de Kral'a çalışmıyor musun? Aksi hâlde burada ne işin var?" Sorgulamalarıma karşılık bir cevap alamadım. Duyduğum tek ses kapının yemek bölmesinin kilitlenerek kapanma sesi olmuştu. "Hey! Hey, sana diyorum! Sana diyorum! Nereye gidiyorsun?" Sorularımın tamamı havada kaldı. Beni uyaran ve adının Şah olduğunu öğrendiğim gizemli adam bir anda tüymüştü. Belki de sessizce kapının dibinde beni dinliyordu, bilemezdim. Bildiğim tek şey Kral'ın gidişindeki gibi yeni bir sessizliğe boğulduğumdu. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu akşam bir ekstra bölüm getireyim dedim, iyi yapmış mıyım? Pazartesi yine yeni bölümümüz gelecek elbette. Eğer yoğun ilgi olursa yine ekstra bölüm getirebilirim. 😍 Açıkçası bu kitabımın biraz daha gündemde olmasını isterim. Çok uzun sürecek bir kitap değil. Lafını açmışken KUTU hakkında kısa bir konuşmak isterim. Bazı okurlar kitabın türü hakkında kararsız kalmış. Tek mekânda geçen psikolojik gerilim diyebiliriz. Ve kitabın final bölümü de eğer bir aksilik çıkmazsa 35. Bölümde final olacağını bildirmek isterim. Umarım sizi tatmin eden akıcı, güzel bir kitap olur. Şah hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl biri? Amacı ne olabilir sizce? Buraya yazabilirsiniz. Dilerseniz buraya KUTU hikâyesi ve yeni bölüm hakkında duygu ve düşüncelerinizi yazabilirsiniz. Bol yorumlarınızı bekliyorum. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |