@buzlarkralicesi
|
-15- Ben şuan neye benziyordum biliyor musunuz? Kendi kuyruğunu kovalayan bir kediye. Ne için çabaladığını bilmeyen, sezgisel olarak bir döngüye girmiş eli kolu bağlı çaresiz biriydim. Ve bu durumun içinden nasıl çıkacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Fikrimin olmamasından daha kötüsü de şuydu ki, ben kaçıp kurtulmak için planlar kurmam gerekirken aklımdaki kitabı nasıl yazacağımı düşünüyordum. Yani Kral beni neye yönlendirmek istiyorsa tıpkı onun istediği yöne doğru dönüyordum. Kendime ait bir fikrim yoktu sanki. Yine önüne lazer tutulmuş bir kedi gibiydim. O beni bir kukla gibi kullanıp ipimi nereye doğru çekiyorsa, nasıl düşünmemi istiyorsa öyle düşünüyordum. Yönlendirildiğimin, manipüle edildiğimin farkında olmama rağmen hâlâ kendimi hiçbir şey yapamayacak kadar çaresiz hissediyordum. Garip bir biçimde. Oysa bize her zaman ilk kuralın manipülasyonun farkına varmak olduğu, döngüyü kırmak gerektiği öğütlenmişti. Bildiğim tüm doğrular yanlış mıydı? Günlük yaşamda görüştüğümüz herkes olumlu veya olumsuz düşünceleriyle bizi besler. Tanıştığımız kişilerin bize hissettirdiklerine ve düşündürdüklerine göre onun gibi olmak isteyip istemediğimize karar veririz. Ya da en basit şekilde iyi biriyle karşılaşıp iyilik yaptığını gördüğümüzde bu bizi teşvik eder. Ama çevremizde kendinden alt düzeyde olan insanları aşağılayan biri olduğunda hele ki aşağılanan taraf biz olduğumuzda ben asla böyle biri olmamalıyım düşüncesi yerleşir zihnimize. Hani en çok vakit geçirdiğin beş kişinin ortalamasısın derler ya, tam olarak böyle bir şeyden bahsediyordum. Oysa ben buradayken Kral dışında kimseyle görüşmüyordum. Hemen hemen kimseyle. Onu da görmüyordum ama Kral dışında kimseyle aktif bir iletişimim yoktu. Ne kadar ondan etkilenmemeye çalışsam da bu kaçınılmaz bir döngü gibiydi. Kaderdi sanki. Kendi içimde çatışırken onun sesini duydum. "Yalnız kalmak iyi gelmiştir umarım." Yeniden onunla iletişim hâline geçtiğimde konuşmaya nasıl başlayacağımı ya da ne cevap vereceğimi pek bilemedim. Her şeyden önce Şah meselesi kafamı kurcaladı. Kendini bana Şah diye tanıtan adamla konuştuğumdan Kral'a bahsetmeli miydim? Bunu söyleyip söylememem gerektiğinden emin değildim. Daha bu bir tuzak ya da psikolojik bir sınav mıydı yoksa öylesine, basit bir uyarı mıydı onu bile bilmiyordum. Amacını çözemediğim bir şeyden nasıl bahsedeceğimi bilemedim. Belki de bir sınavdı ve ben Kral'a bu konuşmadan bahsetmediğim için kaybedecektim. Umurumda değildi. Umurumda olan şeylerin listesi her geçen gün azalıyordu. Çünkü buradan çıkacağıma dair umudum da tükenmekteydi. Miadını doldurmuş sorusuna yavan bir "Eh, fena değildi." cevabı verdim. "Peki, kitabın hakkında bir gelişme kaydedebildin mi?" Burada yazacağım kitabımla ilgili neden benden daha heyecanlı ve meraklı olduğuna anlam veremesem de sözümü sakınmadım. "Bir kutuya hapsolmuşken, baskı altındayken bu pek yardımcı olmuyor." Garip bir biçimde kavgadan uzak söylemiştim bunu. Sanki durum tespiti yapar gibi çıkmıştı dudaklarımdan. Beni çıkarmasını değil de bu soruna bir çözüm getirmesini istemişim gibi. O ise dersine mi çalışmıştı yoksa bu cevapları uzun zamandır düşünüyor muydu bilmiyordum ama karşılık verdi. "Aksine, bence bu seni daha yaratıcı kılabilir. Süreci nasıl yönettiğine bağlı." Takındığı bilge ifadeden nefret ediyordum. Ve bu sanırım onun benden daha yaratıcı ve başarılı bir yazar olabileceği ihtimalini burnuma soktuğu için sinir bozucuydu. Onun benden daha yetenekli olabilme potansiyelini kıskanıyordum. İyice kafayı yediğimin bir işareti daha. "Nasıl yani?" Süreci yönetmekten bahsettiğinde ilk defa ilgimi çekmişti bu konu. Tavsiyelerinin boş olmadığını hissettiren, baştan savmaktan uzak, içi dolu yanıtlar veriyordu. "Burada dış dünyadan izolesin. Şehrin gürültüsü, insanlar, sorumluluklar ve işler uzakta. Kitabını yazmak dışında hiçbir şey düşünmek zorunda değilsin. Yalnızsın. Buradan çıkıp çıkmayacağın da belirsiz, bu yüzden yazdıklarını birinin göreceği de belirsiz. İnsanlarda nasıl intiba bırakacağını ve onların fikrini önemsemediğin bir noktadasın." Söylediklerinin büyük bir kısmı doğruydu. Benden daha farklı bir açıdan baktığı da açıktı. Ben az önce iletişimsizlikten ve insansızlıktan şikâyet ederken Kral bu durumu lehime çevirebileceğimi söylüyordu. İnsanların okuyup okumayacağını bilmediğim için cesurca yazabileceğimi ifade ediyordu. Öte yandan buradan çıkıp çıkmayacağımın belirsiz olduğu detayına vurgu yaptığını fark edince yutkundum. Acı bir yutkunmaydı bu. "Buradan çıkıp çıkmayacağım belirsiz..." dedim sayıklarcasına. Belki de benimle oyun oynuyordu. Beni buradan hiç çıkarmayacaktı ve burada ölecektim. Yazdıklarımın da bir önemi yoktu. Yazıp yazmamamı da önemsemiyordu belki. Sadece benimle iletişim kurmak için kullanıyordu bunu. İhtimaller dâhilindeydi ama tarafımca kanıtlanamazdı. Sonra içime garip bir biçimde ferahlık getiren "Durumu senin düşünce yapınla ifade ettim. Herhangi bir anlam çıkarma." yanıtıyla sakinleşmeme katkıda bulundu Kral. Allah razı olsun. "O kısma çok takılma. Asıl konuya odaklan. Burası özgürce yazabilmen için tasarlanmış bir mabed gibi. Bulunmaz bir yer, bulunmaz bir fırsat." Kısmen haklı olduğunu görebiliyordum. Çıt bile çıkmıyordu burada. Bazen delirtici bir sessizlik olsa da televizyon çıldırmamı engelliyordu. Onun söylediği gibi süreci yönetebilir, sessizliği ve yalnızlığı kullanarak daha özgürce yazabilirdim. Sessizlik demişken, aramızda oluşan sessizlik boyunca düşünceli bir ifadeyle yere bakıyordum. Onun da düşünüp düşünmediğini merak ediyordum. Yoksa öylece bana mı bakıyordu? Düşünmesi gerekmiyor olabilirdi. Ne de olsa kurtulması gereken, hapsedildiği bir yerde değildi. Gidip gitmediğini düşündüğüm bir sırada "Koku kitabını okumuş muydun?" sorusunu yöneltti Kral. Öyle aniden. Alakasızca. Beklenmedik bir soruya maruz kaldığım için kısa bir düşünme anından sonra "Çok eskiden." diye cevapladım nereye varmayı düşündüğünü bilmediğim sorusunu. Gerçekten öyle eski bir dönemde okumuştum ki temel konu haricinde detayları pek hatırlayamıyordum doğrusu. Kitap hakkında kilit bir soru soracak olsaydı bilemezdim herhâlde. Bunu anlamış olacak ki kitabın konusundan bahsetti Kral. "Kadınları kokuları için öldüren bir katili anlatıyor kısaca." Sanki kitabı karakterin adından hatırlayacakmışım gibi usulca ekledi. "Jean Babtiste Grenouille." Bense "Evet." dedim sadece. Detaylar önemsizdi benim için. Hatırladığım kadarıyla konusu yeterliydi benim adıma kitabı konuşmak için. "Nasıl bulmuştun kitabı?" Beklediğim gibi kitap hakkında karakteristik sorular sormadığı için minnettardım. Genel bir soruydu bu. Bir kitabı ya da konusunu üzerinden uzun zaman geçerse unutabilirdiniz ama onu beğenip beğenmediğini unutmanız zordu. Bu yüzden benim için kolay bir soruydu bu. Dudak büktüm. "Çok eskiden okuduğum için aklımda detaylı bir tahlil oluşmuyor ama... Adamın salt bir psikopat olduğunu düşünüyorum." Kısa bir an sonra "Çok iki boyutlu bir yorum oldu." diye karşılık verdi Kral. Düşüncelerimden ya da kitap hakkındaki analizimden tatmin olmuş gibi görünmüyordu. "İki boyutlu derken?" "Sence de düşünülmemiş, analiz edilmemiş ve özenilmemiş hatta öylesine bir yafta yapıştırılmış gibi olmadı mı?" "Katili anlamamız mı gerekiyor? Anlamadım." En uyuz olduğum şeylerden biriydi bu. Belki de ben empati olayını yanlış anladığım içindi bu, bilmiyordum. Ama en sonunda katille empati kurduğumuz için bizi sanki ona yakın hissettiğimiz hatta hak verdiğimiz bir noktaya taşıyacakmış gibi hissettiriyordu ve bu rahatsız ediciydi. Kral hakkında düşündüğüm zaman bile büyük rahatsızlık vermişti ruhuma. O ise farklı bir şeyden bahsediyor gibi yineledi. "Kendini onun yerine koymadan ve düşünmeden cevap vermenden bahsediyorum." Anladığım kadarıyla yine zihnimde farklı bir pencere açmaya çalışıyordu. "Kadınları bir esans yaratmak ya da kokuları için öldürmem." "Öldürmen gerekmiyor. Sadece yazarlık empati gerektirir. En olmadık kişilerle, karakterlerle empati kurmak farklı düşünmeni sağlar. Sana farklı bir bakış açısı kazandırır. Örneğin hep baş karakterleri iyi insan olan kitaplardansa kötü baş karakterli kitapları okumak gibi. Senin hikâyenin kötü karakterinin kendi hikâyesinde baş karakter olduğu gerçeğini inkâr edemezsin." Onu öyle konuşurken hayal ettiğimde sanki kaşlarını kaldırarak bana had bildirmenin verdiği o havayı atıyormuş gibi hissettim. Bilgeliğiyle gurur duyuyor gibi. Gerçek olup olmadığını asla bilemezdim. "Sen Jean'in nasıl biri olduğunu düşünüyorsun ki?" "Hımm... Bence özgüveni toplumun ona bakışı dolayısıyla zedelenmiş, eksik özgüvenine rağmen farklı bir kafa yapısı olan ilginç biri. Sonuçta kadınları kokuları için öldürmek kimin aklına gelirdi ki?" "Bir de madalya takalım istersen." "Anlamadım?" "Sen de onlardan mısın?" Hani şu kendine yandaş arayan, kendisi kötü olduğu için kötülere karşı daha yakın duygular besleyip onlara empati duyan kişilerden bahsediyordum. "Kimlerden?" Açıklama gereği duymadım biraz öfkelendiğim için. "Sen de kötülerle empati mi kuruyorsun?" "Hayır." dedi Kral net bir ifadeyle. "Kötüler kötüdür. Hepsi bu." Az önceki yanıtının aksine bıçak gibi keskin bir sözdü bu. O yüzden tam olarak neyi savunduğunu anlayamadım bile. "Bazen ne demek istediğini anlamıyorum." "Kötülüğün bir açıklaması ya da bahanesi olmaz. Ancak nedenleri vardır. Kabul etsek de etmesek de. Onları haklı kılmayan nedenlerdir bunlar ama nedendir işte. Ve gerçektir." "Kendin hakkında da böyle mi düşünüyorsun?" "Kötü biri miyim sence?" Alay eder gibi baktım. "Sence?" Kavuşturduğum kollarımı iki yana açtım aniden. Beni buraya hapsedenin kendisi olduğunu hatırlatır gibiydim. "İyi biri misin?" Bu, cevabını bildiğim bir soruydu. Ve bence onun da cevabını bildiği bir soru. Her ne kadar yüzleşmek istemese de gerçek buydu. Kral kötü biriydi. Birini kaçırıp bu kutuya hapseden birinin iyi olması beklenemezdi. Onu kendi kafamda farklı bir yere oturtsam da ikimizin de kabullenmesi gereken gerçek buydu. Kral'a güvenme. Kral her şeyi yapabilecek potansiyelde biri. Asla ona tam anlamıyla güvenme. Uzun zamandır baskıladığım o gerçek Şah'ın da söyledikleriyle günyüzüne çıkıyordu. Karşımda benimle medenice konuşan bu adama güvenmemeliydim. Adam olduğunu bile kendisi söylüyordu. Belki de buna inanmamı istiyordu. Belki erkek bile değildi. Yine aptalca düşüncelerin içinde boğulma saati. Kendimi deliliğe sürüklemek yerine Kral'a zihin jimnastiği yaptırmayı tercih ettim. Gözlerimi kısarak "O hâlde senin de nedenlerin vardır." diye sordum. "Herkesin nedenleri vardır." Bunu öyle dalgın bir ses tonuyla söylemişti ki kendini savunmasız hissettiğini iliklerime kadar duyumsadım. Herkesin nedenleri vardır. Onun nedenleri neydi acaba? ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Yine bir yeni bölümle karşınızdayım! 🌟 Bu arada müjde, KUTU'yu ana hatlarıyla bitirmiş bulunuyorum, sadece size yayınlarken baştan okuyup kısa kısa düzenleyeceğim minik yerler olacak. Onun dışında 35. Bölümünde bitirmiş olduğum bir kitap artık. ❤️ Bu yüzden sizinle daha çok KUTU bölümü paylaşmak istiyorum ancak bunun için ilginizi görmem gerek. Haftanın Pazartesi günleri sizlerle olacağız ama bu ikimiz için de yeterli değil, bu yüzden yorumlarınızı ve ilginizi eksik etmezseniz çok daha sık bölüm atabilirim, artık tamamıyla size bağlı. Eveeet, gelelim kitaba... Kral'ın nedenleri olduğu konuşuldu. Sizce Kral'ın sebebi veya sebepleri ne olabilir? Buraya yazabilirsiniz. Bu kitapta bizi nasıl bir son bekliyor olabilir? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |