Yeni Üyelik
17.
Bölüm

♅ KUTU | 16

@buzlarkralicesi

-16-

GEÇMİŞ

❝Kral❞

Çocukluk bir yaradır. Elbette mutlu bir çocukluk geçirmiş insanların ben ve benim gibileri anlamasını beklemiyordum. Sonuçta herkes kendi cehennemini yaşar. Kimse karşısındakinin cehennemi ne kadar yakıcıdır bilmez. Ancak benim gibi çocukluk geçirmiş insanların, bazılarımızın çocukluğu en derin yarasıdır.

Herkesin nedenleri vardır derken laf olsun diye söylemiyordum. Benim nedenlerim de kendime göreydi. Biliyordum, anlatırsam anlaşılmazdı ama kimse nedensiz yere bir yola girmez. Hayatımızda olan her şey bizi bir noktaya sürükler.

Beni bulunduğum noktaya sürükleyen en büyük etken de babamdı. İnsan, birey olmayı ailesinden öğrenir. Eğer ailesi onu her şartta ve koşulda desteklerse, hatalarına rağmen bağrına basarsa o kişi sağlıklı bir birey olabilirdi. Ancak karşınızda sizi gözetleyen, hatanızı kollayan, en ufak bir hatanızda ise sizi cezalandırmayı ellerini ovuşturarak bekleyen biri varsa sağlıksız olmanız kaçınılmazdır.

Babam iyi bir firmada çalışan başarılı bir kimyagerdi. Maddelerle, karışımlarla arası iyiydi. Ben küçükken her zaman onu çalışırken iksirlerin başında duran bir büyücü gibi hayal ederdim. Büyülü ve maharetli biri gibi.

Uzun boylu, geniş omuzlu, güçlü ve yakışıklı bir adamdı benim babam. Heybetliydi. Arkaya doğru taranmış koyu kahve saçları her zaman düzenliydi. İnce bir gözlüğü vardı bazen taktığı. İşine değer veren, sürekli sessizce bir koltukta oturup düşünen öfkeli biriydi. Çok sık öfkelenirdi. Ve ne zaman öfkelendiğini anlamazdınız. Bir an sizinle şakalaştığını sanırdınız, sonra bir bakmışsınız olmadık bir şeye öfkelenmiş. Siz anlamazdınız bile neye sinirlendiğini. Sağı solu belli olmazdı. Gizemli biriydi.

Evde bile işleriyle ilgilenen, sürekli çalışan biriydi. Bu yüzden evde okul laboratuvarlarına benzeyen bir odası vardı. Kahverengi tonlarının hâkim olduğu odada formüllerini ve notlarını yazdığı küçük bir masa ve siyah deri sandalye, bir koltuk, oda boyunca enine geniş bir masa ve üzerinde birtakım düzenekler, tüpler, sıvılar, deterjan kokulu şeyler vardı. O odaya girmek pek mümkün değildi, bazen kapı aralık kaldığında görürdüm, bir kere de o yokken girme gafletinde bulunmuştum. Sonra da olanlar olmuştu.

O odayı gördüğümde babamı çizgi filmlerde iksir hazırlayan gizemli bilim adamlarına benzetirdim hep. Babam hakkında konuşmam gerekse annemden önce o oda gelirdi aklıma. Çok büyük şeyler yapmazdı, evrenin sırrını bulmuşluğu da yoktur ama basit karışımlar hazırlamayı severdi. Mesela deterjan, sıvı sabun, bazı kozmetik malzemeleri üretmek gibi şeyler. Günlük hayatta kullanılan türden. Zaten orada ne ürettiğinin de bir önemi yoktu, babam orada mutluydu. O odayla aşk yaşıyordu. İşine âşıktı o adam.

Aşk demişken... Annemle babam aşk evliliği yapmıştı. Eğer annem bana bunu anlatmamış olsaydı hayatta inanmazdım çünkü aralarında tutkulu bir aşk olduğunu düşünmüyordum. Babamın hayatında sadece işi vardı da biz ayak bağıydık sanki onun için. Annemle bile yakın ilişkilerini pek görmezdim. Sevgi gösterisi, saçını okşama, sarılma, öpme gibi şeyler ne anneme ne de bana karşı hiç göstermezdi. Her zaman meşgul ve düşünceliydi.

Ona yaklaşmaya korkardım. Soru sormaya. Çünkü ne zaman neye öfkeleneceğini bilmediğiniz biriyle iletişime geçmek, pimi çekilmiş bir bombanın patlamasını izlemeye benzer. Babamla ilişkimiz de böyle bir yüksek gerilim hattına bağlıydı.

Olanlar oldu dediğim güne gelirsek... Meraklı bir çocuktum küçükken. Babam yokken bir kereliğine odasına girmiştim. Uzun saatler geçirdiği o odada ne var diye düşünür dururdum hep. Bizi, karısını ve çocuğunu bile görmediği kadar içine kapandığı o odada ne olabilirdi? Daha aklımın eremeyeceği kadar küçükken o odada ikinci bir ailesini sakladığını bile düşündüğüm olmuştur. Saçma bir düşünce. Ama orada geçirdiği kutsal saatlerin başka bir açıklamasını bulmak zordu.

Babamın evde olmadığı o gün odaya girdiğimde kilitli olmasını beklemiştim ama değildi. Normal odalar gibi tokmağı çevirip girebilmiştim. Sanırım ondan korktuğumuz, çekindiğimiz için izinsiz girmeyeceğimizi düşünüyordu ve yanılmıyordu. Normalde girmezdik. Ama ben, küçük meraklı velet, o gün merak edesim tutmuştu. Arı kovanına çomak sokmak için güzel bir gün.

Oda hakkındaki görsel bilgilerim de ilk ve son kez girdiğim o güne aitti. En az salonumuz kadar geniş, havadar bir oda. Kahverengi ve koyu ahşap renklerinden oluşan duvarlar, mobilyalar -mobilyadan kastım masa, sandalye ve tek kişilik koltuk- ve uzunca bir masa veya tezgâh. Tam hatırlamıyordum. Hatırladığım tek şey o şişelerin büyülü bir iksiri anımsattığı ve küçük bir çocuk olan benim fazlasıyla ilgisini çektiği.

İlk hatayı o odaya girerek yapmıştım zaten. Kuralı çiğnemiştim. İkinci hataysa şişelerden birini merak edip içindeki sıvıyı koklamak için elime almamdı. Daha ne olduğunu anlayamadan elimden kayıp düşen şişenin kırılma sesi, başımı korkuyla çevirdiğimde ise kaşları çatılmış babamın kapının eşiğinde bana bakıyor oluşu.

Bir canavar gibiydi. Kaşları her daim çatıkken daha ciddi veya korkutucu olduğunu düşünmezdim ama o gün diğer günlerden daha korkunç bakmayı başarabilmişti. Zihnimde sadece o bakış. Babamı hatırladığımda aklıma gelen yalnızca o bakış. Büyüdüğümde, artık yanımda olmadığında onun hoşlanmayacağı bir şeyi yaptığımda bile zihnime kazınmış o bakış. O bakış benim polisimdi sanki. Bir şey yaptığımda ve bunun yanlış olduğunu bildiğimde hesap veremediğim tek şeydi o.

Dilim tutuldu ve hiçbir şey söyleyemedim. Sadece adımlarım geri geri gidiyordu usulca. Ondan uzak durmak içindi ama faydasız.

Bağırmaktan uzak ama sessiz bir korkunçlukla "Buraya gel." dedi sadece. O an geri geri gitmeyi bıraktım. Normal şartlarda onun sözünü ikiletmenin bedeli ağır olurdu, bilirdim ama donup kalmıştım sanki. Bu onu daha fazla öfkelendirmiş olacaktı ki dişlerinin arasından bir köpek hırlaması gibi tane tane tekrarladı. "Sana, buraya gel, dedim."

Küçük bacaklarım beni tutmasa da zorlayıp ona doğru yürümeye başladım. Ecelime doğru yürüyordum. O küçük yaşımda bile farkındaydım. Bunun bir bedeli olacaktı. Bir cezası. Belki de beni bir temiz dövecekti. Diğer yaramazlık yaptığım zamanlardaki gibi.

Düşündüğüm gibi yapmadı. Beni annemin öte berileri koyduğu odaya götürdü. İçeri girdiğimizi son anda görüp bize doğru koşan kadını umursamadan kapıyı onun suratına kapatıp kilitledi. Yarısı buzlu camdan oluşan kapının önünde annemin korkulu ve çaresiz bekleyişini görebiliyordum. Endişeyle ardı ardına kapıyı çalışını ama hiçbir faydasının olmayışını.

Karşıma dikildi babam. "Başkalarının odasına girmenin ayıp olduğunu biliyor musun?"

Dümdüz baktıktan sonra korkulu bakışlarımı diktiğim yüzüne karşı evet der gibi salladım başımı. Ama bu onun için yeterli gelmedi.

"Cevap ver!"

"Evet."

"Evet, ne?"

"Evet, biliyorum."

Tam karşımda bir o yana bir bu yana yavaş adımlarla yürüyen adam ellerini belinde birleştirmiş düşünüyordu. "Peki, başkalarının eşyalarına dokunmanın ne kadar saygısızca ve yanlış olduğunu biliyor musun?"

"Evet."

"Güzel. O zaman bunun bir bedeli olduğunu da biliyorsun."

"Özür dilerim, baba."

Yüzünü bana döndü. Gözlerini gözlerime dikti. "Tek başına özür dilemek, hatanı kamufle etmektir. Ve bir işe yaramaz." Merakla benden başka ne isteyeceğini bekliyordum. Arkama uzandı, kapağı silindir şeklinde olan, çok büyük olmasa da derin sandığın kilidini açtı. Kapağını kaldırdı. "İçeri gir."

Sandığı gösterdiğinde anlamıştım zaten. Bir şey söylemesine gerek bile yoktu. Onu kızdıracak bir şey yaptığımda oda cezası, dolaba kilitlemek onun favori cezalarındandı. Ama sandık... İlk defa.

"Yaptığın hataları düşünüp tartman için zaman veriyorum sana. Aklın başına gelene kadar buradasın. Bu sandıkta." Tekrar gösterdi sandığı. "İçeri gir."

Daha önce kemerle dövdüğü olmuştu. Birkaç kez tokatladığı. Ben yine döver, canımı acıtır sanmıştım ama bu kez daha kolay sandığım ama daha beterini yapmıştı. Söylediğini uygulamaktan başka çarem olmadığı için usulca yatar vaziyette girdim sandığa. Kapağını kapattığında zifiri karanlık oldu sandık. Ucu bucağı görünmeyen bir mağara gibi. En ufak bir ışık huzmesi bile yoktu. İçini görmemiş olsaydım bir sandıkta değil de ucu bucağı görünmeyen bir zindandayım sanırdım. Öyle karanlık. Eski bir koku vardı içinde. Ve nefes almakta zorlanıyordum.

Hiç göstermese de babamın beni sevdiğini düşünüyordum. Beni sevdiği için terbiye etmeye çalışıyordu. Benim iyiliğim için. Babalar çocuklarının iyiliğini düşünür her zaman. Ben yanlış bir şey yapmıştım ve o da benim iyiliğim için beni bu sandığa kilitliyordu.

Ondan korktuğum kadar ona hayrandım da ben. Zeki adamdı, maharetliydi. Ve bana hep bu yüzden kızıyormuş gibi hissediyordum. Onun kadar zeki olmadığım için. Onun gurur duyabileceği niteliklere sahip bir çocuk olmadığım için. Ona layık olmadığım için. Kendimden utanıyor, kendimi suçluyordum. Onu kızdırmamak için ne söylüyorsa hemen yapıyordum. Onun kızması cehennem azabından beterdi.

O sandıktan nasıl çıktığımı hatırlamıyordum. Annemin söylediğine göre baygınmışım. Kendime geldiğimde annemin kucağındaydım. Annem ağlamaktan helâk olmuştu. Öldüğümü sanmış, ağlamış. Bense ne olup bittiğinde habersiz, etrafa bakıyordum. Babamın yüzünde ise hiçbir suçluluk, üzüntü emaresi yoktu. O bir asker yetiştirmenin verdiği gururu taşıyordu sanki yüzünde.

Evet, bir asker yetiştirmişti belki de.

Hissiz bir asker.

Belki de ruhsuz bir kral.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu bölümü rabiaolgun1 , zehraakar158 , Larisa194814 , senfoniyazar , egegks , inciyazarr , EcrinBerrak5 okurlarıma armağan ediyorum. 💝 Bu bölüm biraz Kral'ın geçmişine indik. Neler hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bu hikâyede hiçbir antikahramanı aklama gayem olmadığını bilmenizi isterim. Sadece kötü de olsa karakterlerin iç dünyasını yazmayı seviyorum. Sırf bu yüzden yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemem. Kötüler kötüdür. ⚡ Her neyse. Şimdilik benden bu kadar. Bol yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
Ek Instagram: iambuzlarkralicesi
YouTube: Gülay Sena Dündar

Loading...
0%