@buzlarkralicesi
|
-23- İçinde bulunduğum yeri tarif etmem gerekseydi, altın kafes derdim. Tam anlamıyla bir altın kafese kapatıldığımı ilk kez o an hissettim. Kral'ın beni kocaman malikânesine getirip üst kattaki odama çıkardığında. Odam. Garipti. Sadece gizemli bir ses tarafından kutuya hapsedilmekten yırtıcı kuş maskeli adamın beni kraliçelere layık kendi odama getirmesine... İçeri girdiğimde buraya kaçırılmadan önceki evim kadar bir oda karşıladı beni. Abartmıyorum, gerçekten bir ev büyüklüğündeydi. Kendi loş ışığının haricinde spot ışıklara benzer esrarengiz bir ışıkla da aydınlatılmış bir odaydı. Kocaman yatağı, makyaj masası, ebeveyn banyosu hatta giyinme odası bile vardı. Hiç çıkmayacak olsam ev gibi yaşayabileceğim türden bir odaydı burası. Odanın içinde gezinirken arkamdan içeri giren Kral takip mesafesindeydi. Beklentiyle yüzüme baktı. "Nasıl, beğendin mi odanı?" Herhangi bir yanıt vermesem de ağzım açık odayı incelediğimi görebiliyordu. Beğenmek, içinde bulunduğum durumu tarif etmek için az kalırdı, itiraf etmeliydim. "Burası yeni odan. Artık burada kalacaksın. O yüzden konforun benim için önemli." Her şey iyiydi, güzeldi ama bu koca odayı görünce aklımda tek soru belirmişti. Onu da dillendirmeye biraz çekiniyordum açıkçası. "Peki, bu oda, yani... Bu kadar büyük oda-" "Evet, bu odada yalnız kalacaksın." Duvara yaslanan maskeli adam bana bakıyordu. "Daha önce de söyledim, senin istemediğin hiçbir şey olmayacak. Ve bu oda yalnızca senin." "Ne zamana kadar?" "Ne ne zamana kadar?" Cesaretimi korumaya çalışarak yumruk yaptığım ellerimle sakinliğimi korudum. "Ne zamana kadar istemediğim hiçbir şey olmayacak?" Ne sormaya çalıştığımı anlamak ister gibi baktığında sorunun ölçütünü daralttım. "Sonsuza dek istemezsem ne olacak?" Buna bir yanıt vermedi. Sanki eninde sonunda isteyeceğime adı gibi emindi. Ya da diğer türlüsünü düşünmek istemiyordu, bilemiyordum. Duraksadıktan sonra devam etti. "Sadece senin hizmetini görecek özel bir yardımcın olacak." Uyarıcı bir ses tonuyla ekledi. "Elbette sınırların var." Tabii ya, sınırlar. Kurallar, şartlar... Ve şimdi de sınırlar. Şaşmamak gerekti doğrusu. Bu kadar iyi şartlar insana hiçbir karşılık istemeden gelmezdi. "Nedir sınırlarım?" Benim de ağzımdan imayla çıkmıştı sınırlarım kelimesi. "Elbette gezmek, hava almak hakkın. Bu haklarından seni yoksun kılacak değilim." Sanki öncesinde yoksun kılmamış gibi. "Ama bu evin ve bahçesinin sınırlarından yanında ben olmadan çıkmamalısın. Zaten çıkmak istesen de izin verilmez. Her yer kameralarla izleniyor ve sınırları çizen, koruyan nöbet görevlileri var. Tek görevleri bu. Sınırları çizip korumak." Her şeyi düşünmüştü maşallah. Aksini düşünmek benim aptallığım olabilirdi ancak. Onu gibi biri her detayı düşünecekti tabii ne yapacaktı başka? Oysa ben hâlâ tam olarak benden ne istediğini bilmiyordum. Bu da beni korkutuyordu. "Sorumun cevabını alamadım." "Hangi sorunun cevabını?" Ya anlamazdan geliyordu ya da az önceki sorumu gerçekten unutmuştu. Üzerine sünger çekmiş gibi bakıyordu çünkü. Bense öylece unutulup gitmesine izin vermek istemedim. Kararlılığımı korudum. "Ya sonuna kadar sana kendimi teslim etmezsem diye sormuştum." Bunu sorarken gözlerinin içine bakıyordum. Yanıtı almak için kararlı olduğumu ve geri adım atmadığımı göstermek istyordum. O ise bir süre bana dikkatle baktıktan sonra yaslandığı duvardan doğruldu ve odada yavaş adımlarla volta atmaya başladı. "Bu soruların yanıtı için henüz erken. Birbirimizi tanımıyoruz bile. Önce zamana ihtiyacımız var." "Ne için?" "Birbirimizi tanımak için zaman vermeliyiz." "Buna masken de dâhil mi?" Bunu sorarken tek kaşım havalandı. Onu köşeye sıkıştırıyordum. Gerçi bu onun için işten bile değildi ama en azından kolay lokma olmadığımı anlamıştı. Her söylediğine tamam diyen biri olmadığımı. Bu da bir şeydi. Yine kaçamak tavırlar sergileyen Kral çıkışa doğru yürüyüp kapının yanında durdu. "Öncelikle dinlen, bir duş al. Akşam yemeğinde konuşuruz." "Akşam yemeği?" "Evet, burada dakik bir hayatım var. Akşam yemeğim tam saatinde hazırlanır. Bana akşam yemeğinde eşlik etmeni istiyorum bundan sonra." "Bundan önce nasıldı?" İlk defa arkadan dolanmadan net bir yanıt verdi. "Senden önce yalnız yiyordum." Seçili konularda da olsa dürüst davranması hoşuma gidiyordu. En azından içimi rahatlatıyordu. Oysa en tehlikelisi bu değil miydi? Menfaatine göre dürüst olup yine menfaatine göre yalan söylemek. Böylece ne zaman doğruyu söylüyor ya da ne zaman doğrularla süslediği yalanını söylüyor anlayamazdınız. Nedense bunu bildiğim hâlde göz ardı edip rahatlamıştım. Benimki biraz kaderine razı gelmekti. Ya da bazı şeyleri istemsiz de olsa kabul etmek. Belki de boyun eğmek. Sırf içim rahatlasın diye kendi kendimi kandırıyordum. Yaptığım şey tam olarak buydu. Karşımda kadınların aklıyla, psikolojisiyle ve hafızalarıyla oynayan acımasız biri dururken ben onda etkilenebileceğim ya da iyimser yaklaşabileceğim bir şeyler arıyordum. Tam anlamıyla kendini kandırmaktı bu. Hatta büyük ölçüde salağa yatmak. Herhangi bir yanıt vermediğimi gören adam "Seni yeni odanla yalnız bırakıyorum, yerleşmene bak. Saat tam sekizde, akşam yemeğinde görüşürüz." dedikten sonra kapımı kapattı. Odada yalnız kaldığımda tek düşündüğüm internet, iletişim olmuştu. Herhangi bir iletişim kanalı. Ancak kendi adası olan ve bunu kendi kurallarına göre düzenleyen bir adamın tüm bunları da planlamış olabileceğini tahmin etmek zor değildi. Duvardaki saate takılı kaldı gözüm. Akşam yediydi. Artık saati tahmin etmeme gerek yoktu, görebiliyordum. İçinde bulunduğum durumu tarif edecek yeni bir kelime: konfor. Önce banyoya girdim. Yine geniş ve büyük bir banyoydu. Arayabileceğim her şey vardı. İkiye ayrılıyordu. Bir kısmı sade, duşakabin olan geniş ve ferah bir yerdi. Siyah ve gri renklerin hâkim olduğu bir yerdi. Diğer yanı daha çok beyaz ve su yeşili tonları ağır basıyordu. Küvet, çeşit çeşit şampuan, kremler, kokulu mumlar, adını bile bilmediğim birçok şey... Duşakabinde suyu açtım. Sıcacık, kadife gibi akıyordu. Yaşadığım zorlu şartların ardından burası cennet gibiydi benim için. Zar zor duş alabilirken birdenbire bu şartlara sahip olmak. Üzerimden akan kir pas beni tüm yüklerimden arındırmış gibiydi. Bir anda kuş gibi hafifledim, pamuk gibi yumuşadım. Sarındığım kaşmir bornoz, üflediği ılık rüzgârla saçlarımı kuruladığım kurutma makinası, dolapta envai çeşit kıyafet... Hayat buydu diyebilirdim eğer burada zorla tutuluyor olmasaydım. Ama gerçekleri ben biliyordum. Dünyanın en lüks şartlarına sahip olsan da isteğin dışındaysa neye yarar... Uzun, mavi bir elbise giydim. Sadeydi. Ama kumaşı kadife gibiydi, şıktı. Bel bölgesinde büzgüyü andıran küçük bir numarası vardı, onun dışında tamamıyla sadeliği andırıyordu. Aynanın karşısında hafif bir makyaj yaptım. Kendimi böyle görmeyi özlemişim. En son ne zaman süslenip dışarı çıktığımı hatırlamıyordum. Ne zaman güzel giyindiğimi, sıcacık yumuşak sularda duş aldığımı. Sahi, kuş tüyü konforlu yataklarda en son ne zaman yatmıştım? Bunları düşünürken zamanın yaklaştığını fark ettim. Ne demişti Kral? Dakik bir hayatım var. Biz de bu dakikliğe uyalım bakalım ne yapalım? Odadan çıktığımda ne yöne gideceğimi bilemeyeceğimi tahmin ettim ama hem yerdeki kırmızı halılarda yer işareti gibi siyah şeritler vardı hem de kapının önünde beni bekleyen bir kadın. Son derece resmi giyinmişti. Hani şu filmlerdeki yardımcılar gibi. Beni görür görmez "Melisa Hanım..." dedi ve sol tarafı işaret etti. "Sizi yemek masasında bekliyorlar." Melisa Hanım. Kaç yıllık Melisa, olmuştu Melisa Hanım. Ayrıca bekliyorlar kelimesine de takılmış durumdaydım. Kaç kişi bekliyorlardı? Başkaları da mı vardı? Kral yalnız yediğini söylememiş miydi? Bu ne naziklikten kırılmaktı böyle? Hiçbir şey söylemeden kadını takip ettim. Acaba Kral'ın kişisel yardımcım dediği kadın bu muydu? Bilmiyordum ama sormadım. Sadece arkasından onu takip ettim. Yine bir asansörle kaç kat olduğunu bilmeden aşağı indik. Kapı açıldığında beni kocaman, balo salonu gibi bir yemek odası bekliyordu. İki kişi için bu oda biraz fazla değil miydi? Biraz. Uzun bir masa. Yemek masası. Üzerinde envai çeşit yemek, bir kuş sütü eksikti. O an bunun ne kadar iştah kabartıcı olduğunu düşündüm ama çok geçmeden iki kişi için bu kadar şeyin müsriflik olduğuna karar verdim. Yine de zil çalan karnım için geçerli olan şey elbette ilk düşündüğümdü. Beni görünce ayağa kalkan Kral bana doğru tek bir adım atmadan "Hoş geldin Melisa." dedi. Masada kendisininki dışında tek bir sandalye olmasına rağmen karşısındaki sandalyeyi işaret etmekten imtina etmedi. "Buyur lütfen." Önündeki tabak boştu. Yemek için beni beklemişti. Uysal bir baş işaretiyle söyleneni yaptım ve gösterdiği yere ilerleyip oturdum. Koca masanın bir köşesinde o, bir köşesinde ben vardım. İkimiz de yerimize oturduğumuzda eliyle masayı gösteren adam "Afiyet olsun, başlayalım." dedi ve yemeğe başladık. Başta muhabbet açar, konuşmak ister, beni bir şekilde sohbetin içine çekip etkilemeye çalışır diye düşünsem de yemek yerken sessizliğini koruyordu. Bana attığı kaçamak bakışları dışında herhangi bir girişimi yoktu. Belki de artık nasıl olsa her an onun karşısında, yanında, yakınında olacağımı bildiği için rahattı, acele etmiyordu. Ben zaten kurt gibi açtım. Hiç konuşma gibi bir gayem yoktu. Uzun zamandır böyle ziyafet çekmediğim için abartmıştım ve kibar kibar yemekle ilgilenmiyordum. Yavaş yavaş karnım doymaya başladığında Kral'ın sessizliği beni rahatsız etmeye başlamıştı. Daha doğrusu bu sessizliğin hayra alamet olmadığını düşünüp şüpheleniyor, tedirgin oluyordum. Yine o bilgisayar gibi çalışan beyninde ne hin fikirler, ne şeytani planlar kuruyordu kim bilir. "Ne yalan söyleyeyim, ilk akşam yemeğimizde bu kadar sessiz olacağını düşünmemiştim." Dürüstçe kaşlarımı kaldırarak söylediğim bu cümle, yemek yerken bile maskesini tamamen indirmeyen adamın ilgisini çekmişe benziyordu. Bu şekilde nasıl beslendiğini düşünmeme sebep olan maskesi gizemliydi. Ve dikkat etmiştim ki masada tabağına bir şeyler alıyor, onu parçalara ayırıyor ama bir türlü yemiyordu. Arada bir sadece çene kısmından araladığı maskesinden ince dudaklarının arasından midesine gönderdiği parçaları saymazsak tabii. Onunla ilgili herhangi bir şeyle ilgilenmem hoşuna gitmiş olmalıydı ki ince dudaklarında kıvrık bir gülüş gördüm. Masada birbirimizden uzak olduğumuz için dudaklarının kenarındaki izleri detaylı olarak göremiyordum ama sanırım bir deri hastalığı olduğu konusunda yalan söylemiyordu. "Sadece ortama alışmanı bekliyorum. Ve aç olduğun için karnını doyurmanı istedim. Nasıl olsa-" "Nasıl olsa zamanımız bol değil mi?" Tabağımdaki yemeği parçalara ayırırken kaşlarım alayla havalandı. Beni burada, kendi adasında ne kadar süre hapsedeceği belli olmayan adamın rahatlığı sinirlerimi hoplatsa da kontrolü elden bırakmamam gerekiyordu. Sözüm üzerine sakinliğinden ödün vermeyen Kral sadece "Senin için zor bir durum olduğunun farkındayım. Ama alışacaksın." dedi. Neye alışacaktım? Bir fare deliğine alıştığım gibi şimdi de altın kafesine hapsettiği bir süs köpeği olmaya mı? Onun her cümlesi sinirlerimi yıpratmaya başlamıştı. Aniden. Kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatsam da tam anlamıyla başarılı olamıyordum. "Yarın bana burayı gezdirebilir misin?" diye sordum aniden. İçimde kopan fırtınalar, öfke patlamalarına rağmen sıradan bir biçimde sormuştum bu soruyu. En sıradan hâlimle. Soruma karşılık şaşıran adam memnuniyetini gizlemedi. İkilemde kalmış gibi "El-bette..." diyerek heceli çıktı kelimesi. "Olur." "Teşekkür ederim." Kucağımdaki peçeteyi toplarken "Ben kalkabilir miyim?" diye sordum. "Bugün çok yorucu bir gündü. Dinlensem iyi olacak." Anlayışlı bir biçimde "Tabii, nasıl istersen." dedi Kral. "Dinlenmene bak." Gidişimi seyreden adama kısa bir bakış attıktan sonra geldiğim asansöre geri döndüm. Asansör kapıları aralandığında beni buraya getiren kadın orada bekliyordu. İçeri girdim ve onunla birlikte yukarı çıktım. Odama döndüğümde yatağa uzanmak için kendimle savaşıyordum. Öyle yorgundum ki. Üzerimi değiştirmeyi düşünürken kapı çalındı. Sessizce içeri giren adam, Kral'ınkinden farklı olmak üzere siyah, yüz kabartmalı bir maskeye sahipti. Ellerini önünde birleştirdi ve "Merhaba, Melisa Hanım. Ben bundan sonraki yardımcınız, Şah. Artık tamamen sizin emrinizdeyim." diyerek konuşmaya başladığında sesi zihnimde yankılandı. Bu ses, bu isim... Şah. O an Şah olduğunu söyleyen kişinin sesini ilk duyduğumda bana söyledikleri ve aramızda geçen küçük konuşma kesitleri doldu zihnime. Satrançtaki şah gibi mi Belki de hayat satrançtan ibaretti ve ben ilk defa satranç tahtasında ait olduğum karedeydim. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bugün yeni bölümü biraz geç yayınladığım için üzgünüm. Umarım bölümü beğenirsiniz. Yine Şah ile karşılaştık, bu kez neredeyse yüz yüze. Bakalım neler olacak? Bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Şah hakkında ne düşünüyorsunuz? Ya da Melisa'nın bir sonraki adımı ne olacak sizce? Tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Gitgide finale yaklaşıyoruz. Açıkçası bu kitapta farklı bir şey denediğim için kitabı da finali de nasıl bulacağınızı heyecanla bekliyorum diyebilirim. Her neyse, şimdilik bana müsaade. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA Bölüm : 18.12.2024 10:07 tarihinde eklendi |