@buzlarkralicesi
|
-8- Yüzyıllar boyu kötü insanlar hep olmuştur. İyilik ve kötülük hep savaş hâlindedir. Belki de hayatı devam ettiren en temel taştır bu. İki taraftan biri yok olursa ne olur diye düşündünüz mü hiç? Muhtemelen kötüler yok olsaydı tamamen iyilerden oluşan bir dünyanın mükemmel olacağını düşünürdünüz. Ancak kötünün olmadığı yerde iyinin özelliği kalır mıydı? Her hikâyede olduğu gibi antikahraman, esas kahramanımızı engellediği takdirde vardır. Önemlidir, tek olmasa da özeldir. Antikahraman olmasa belki de kahraman kendini ve içindeki gücü keşfedemeyecektir, kim bilir. Peki, bu hikâyenin antikahramanı Kral olduğuna göre kahraman kimdi, ben miydim? Şuan bu yatakta hiçbir işe yaramaz bir biçimde yarı uzanır vaziyette otururken kahraman olduğuma dair bir kanıya varmak güçtü benim için. Ben sadece Kral'ın izin verdiği kadar vardım burada. Onun olmadığı takdirde belki de burada ölüme terk edilmiş olacaktım. Beni buraya hapseden de en nihayetinde ölümlü bir kul değil miydi? Ne yapıp edip bir an önce buradan çıkmalıydım. Kendimi kimsenin varlığına ve merhametine bırakamazdım. Onun güvenini kazanmakla harcayacağım zamana bile acıdım. O tıpkı satranç hamlelerini düşünür gibi düşünüyordu her hareketini. Duygularıyla değil mantığıyla davranıyordu hep. Onun algısını dağıtmaya çalışmak, güvenini kazanmak hiçbir şey kazandırmayacaktı belki bana. Sadece zaman kaybı olacaktı. Hem belki de Kral, benim gözümde büyüttüğüm kadar güçlü biri değildi. Sonuçta bu kapının ardında ne olduğunu bilmiyordum. Sadece zekice hazırlanmş bu odanın varlığıyla varmıştım onun güçlü ve zeki olduğu kanısına. Beni burada bırakıp giden birini günlerce, haftalarca bekleyecek insan değildim ben. Henüz haftalar geçmemiş olsa da kendimi onun merhametine bırakamazdım. Bir şeyler yapmalıydım. Bir yolunu bulmalıydım. Kaçış planımı incelikleriyle düşünmeye çalışırken beni durduran öncelikli engel bu kapıdan nasıl çıkabileceğimdi. İyi bir şekilde kilitli ve korunaklı bir kapıydı ve dışarıda beni neyin beklediğini bilemiyordum. Eğer kısa süreliğine de olsa çıkabilseydim, etrafa şöyle bir göz atabilseydim... Kral buna hayatta izin vermezdi. Günlerdir orada duran sayılara baktım. Duvara kazılı sayının yerinde artık dijital bir gösterge vardı. Yine sayıların olduğu djital bir gösterge. İlk gün gördüğüm gibi #271 yazmıyordu bu kez. #186 yazıyordu. #186. Bu ne anlama geliyordu? En başta o sayıların burada kilitli kaldığım zamana dair bir geri sayım olduğunu düşünsem de şuan o kadar da uzun bir süre geçmediğini, dolayısıyla benim kaldığım zamanın bir geri sayımı olmadığını anlamıştım. Bu başka bir şeyi sembolize ediyor olmalıydı. Ama neyi? Günlük rutinlerimi uygulayıp sporla kendimi yatıştırmaya çalıştım. Zaman burada geçmek bilmiyordu. Dışarıda olsa insan koşuşturmacadan nasıl akşam olduğunu anlamıyordu bile. Ama burada... Burada zaman kavramı bile yoktu. Penceresiz bir hapishanede kapana kısılmış gibiydim. Her gün olduğu gibi düzenli saatinde kapıdaki yemek bölmesinden takırtılar gelmeye başladı. Hızlı adımlarla oraya kadar gittim ve bana yemek bırakılmasını bekledikten sonra girdiği yerden geri çıkan boş elin bileğini kavradım. Heyecandan nefesimi tutmuş durumdaydım. Tuttuğum o siyah eldivenli el onun eli miydi? Bilmiyordum bile. Onun bir şey söylemesine fırsat kalmadan "Kimsin sen?" diye sordum. Kısa bir an sessiz kalan adam "Bu bilgiyle ne yapacaksın?" dediğinde tok sesini tanımlamaya çalıştım. İstesem de o söylemeden Kral olup olmadığını bilemezdim ki. O benimle konuşurken her zaman sesini değiştiriyor, robotik bir tonda konuşuyordu. O olsa bile nasıl anlayacaktım ki? Öte yandan sanki onun gibi konuşuyordu. Soruya soruyla cevap vermesi, algımı dağıtmaya çalışan zekice çıkışlarını andırmıştı bu kısacık cevabı. "Kral sen misin?" Kısa ve tek hecelik bir gülüş sesinden sonra benimle alay ettiğini düşündüm. Ancak sonrasında istediğim cevabı bana verdi. "Hayır, ben yardımcılarından sadece biriyim." Duraksadı. "Sen de o meraklı kızsın galiba." "Hangi meraklı kız?" "Korku filmlerinde merakı yüzünden başına türlü türlü işler gelen o kız." Alaycı ve biraz da üstünlük kurmaya çalışan aşağılayıcı sesi sinirimi bozmuştu ama kısa süre sonra tüm havası değişti. Uyarıcı bir ses tonuyla ekledi. Kolunu elimden kurtarırken ekledi. "Sana tek bir tavsiyem olabilir, sakın Kral'ı kızdıracak herhangi bir şey yapmayı düşünme bile. O gerçekten korkulması gereken biri. Öfkesi de şefkati de saman alevi gibidir." Saniye süren bir sessizlikten sonra yeniden duydum sesini. "Ve kolumu bırakırsan..." Tam elini geri çekmişken telefon zil sesine benzer bir şey çaldı. Telefonda konuşan adam kısa süre sonra "Hemen geliyorum." derken sesi telaşlı çıkmıştı. İki iyi haber, giderken arka cebinden olduğun tahmin ettiğim bir yerden şangırdayan bir şey yere düştü. Görüş açım yetersiz geldiği için yerimde öne doğru kaykıldım. Bu bir anahtardı. Diğer iyi haber ise aldığı emir neydi bilmiyordum ama öyle aceleyle gitmişti ki yemek bölmemi kilitlemeyi unutmuştu. O an durup düşündüm. Bu bana karşı kurulmuş bir plan mıydı yoksa gerçekten şanslı günümde miydim? Kral beni deniyor olabilir miydi? Denese de denemese de saniyeler içinde bölmeyi açık tutmaya çalışan elim karıncalanırken karar verdim. Ben kaçırılan taraftım, elbette kaçmaya çalışacaktım. Ne sanıyordu ki bu adam, ona deli gibi âşık olduğumu ve buradan asla kaçmayacağımı mı? Öyleyse bile bu onun salaklığıydı. Ben kaçırılandım ve görevim de her daim kaçıp kurtulmaya çalışmaktı. Önce küçücük delikten etrafı kolaçan etmeye çalıştım. Neyime güvendiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Belki koridor da kameralarla izleniyordu, belki bu benimle alay eden Kral'ın bir oyunuydu ama denemekten başka çarem olmadığı için zekâma hakaret etme ihtimallerine göz yumdum. Temkinli bir biçimde yemek bölmesinden dışarıya çıkardığım elimi anahtara doğru uzatmaya çalıştım ama yetişemiyordum. Kahretsin. Sadece küçücük bir farkla. Kendimi zorlamaya çalıştım. Bunu yapabilirdim. Küçük yemek bölmesi omzumu keser gibi acıtsa da aldırmadım, dayanmaya çalıştım ve anahtara uzanabildiğim kadar uzandım. İşaret parmağımın ucu anahtarın halkasına yetişmeye çalışırken resmen mücadele veriyordum. Dilim dışarı çıkmış bir şekilde biraz daha zorlayarak halkayı işaret parmağıma takmayı başardım. İşte bu kızım be, işte bu! Şangırtı sesini çıkarmamaya çalışarak anahtarı avcuma hapsettim ve elimi yemek bölmesinden içeri geri soktum. Sadece avcumda küçük bir sürpriz farkıyla. Anahtar. Odaya elimi geri soksam da etrafta, her yerde kameralar olduğu için her an beni izlemesi ve yaptığım şeyi görme ihtimalinin korkusuyla ayağa kalktım ve kameraların olmadığı tek yere koştum. Orada anahtarları daha fazla inceleme fırsatım olacaktı. Elimde salladığım anahtarlığa baktım. Ne çok anahtar vardı. Hepsinin buraya ait olması mümkün değildi. Acaba başkaları da mı vardı? Başka kadınlar. Bu düşünce beni rahatsız etmişti ama anlamını çözemedim. Neden rahatsız edecek, Melisa? Senin gibi başkalarının da zor durumda olduğunu bilmek elbette rahatsız edici. Odaya dönmeden önce planımı iyi yaptım. Bu aptalca bir oyun olabilirdi. Ancak belki de büyük bir fırsattı. Buradan çıkış biletim olabilirdi. O yüzden iyi değerlendirmeliydim. Kilitli olduğu kapıya en uygun görünen üç anahtarı seçip anahtarlığı avcuma hapsetmeden önce parmaklarımla o anahtarları işaretledim. Renk vermeden odaya döndüğümde ise önce Kral'ın orada, kontrol panelinin başında beni izleyip izlemediğinden emin olmak istedim. "Hey, orada mısın?" Ses yok. "Kral! Orada mısın diyorum! Yardıma ihtiyacım var! Zor durumdayım!" Yine ses yok. Demek gerçekten yardıma ihtiyacım olan zor bir durumda olsam beni burada göt gibi bırakacaktın. Pislik herif. Temkinli bir biçimde orada olmadığına emin hissettiğim an işaretlediğim anahtarlardan birini denedim. Açmadı kapıyı. Diğerini denedim. Yine olmadı. Üçüncüyü denedim. Olmadı. Bu kez başka ihtimalleri denemem gerekiyordu ama bu kadar zamanım var mıydı emin değildim. Belki de bunlardan hiçbiri benim kapımı açmıyordu. Boşuna uğraşıyordum. Heyecandan kalbim küt küt atıyordu. Nefes almayı unutmuştu sanki. Tüm anahlar birbirine benziyor gibiydi. Rastgele birkaç tane daha denedim hızlı bir şekilde. Fark edilme korkusu damarlarımdaki kanı coşturuyordu sanki. Nefesimi tutmuş bir biçimde yedinci anahtar denememde başarılı oldum. Kapı serbest kalıp açıldı. O sesi duydum. Kapının açılma sesini. Belki de buradan çıkış biletimin sesini. Usulca kapıdan çıkarken beni hapisten kurtulmuşum gibi açık bir havanın beklemediğini biliyordum. Ama rutubet dolu bir koridor beklerken son derece muntazam, temiz bir koridor karşılamıştı beni. Bunu beklemiyordum. Etrafıma bakındığımda görünürde kamera falan yoktu. Gizli kamera varsa bilemezdim tabii ama biraz iyi hissettim. İki tarafı da upuzun koridorda ne tarafa doğru bile koşacağımı bilemez hâldeydim. Usulca yürümeye başladığımda ileride başka kapılar gördüm. Odaların duvarlarında numaralar vardı. Kendi odamın önüne baktım. #71. Ben 71 numaraydım. Zihnimde kör edici bir şimşek çaktı. O an anladım. Başkaları da vardı. Ben yalnız değildim. Tahminlerimden biri doğru çıkmıştı ve büyük ihtimalle benim gibi hapsedilmiş başkaları da vardı. Ama neden? Aklıma çok garip senaryolar geliyordu ama hiçbirini düşünmeden son hız kaçmaya çalıştım. Tam önüme dönüp hızlı adımlarla yürümeye hazırlanırken sırtımda kuvvetli bir elektriklenmeyle olduğum yerde kalıp kendimi kaybettim. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💞 Bu bölümü Devilgirl99psycho , _planetmars_ , NurayRstem , gizemyeniklerr okurlarıma armağan ediyorum. 🎁 Evet, hikâyemiz ağır ağır da olsa ilerliyor ve yavaş yavaş açılıyor. Sizce neler oluyor? Bu numaralı odaların anlamı neydi? Melisa buradan kurtulabilecek mi? Kral'ın amacı ne olabilir? Tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Açıkçası bu hikâyeye devam etmek istiyorum, umut da vaat ediyor okunma ve yorumlar ama tabii yine de beklediğim ivmeyi kazanabilmiş değil. O yüzden tam olarak emin değilim. Her neyse, birkaç bölüm daha şansımızı deneyelim diyorum. ✨ Yorum ve votelelerinizi bekliyorum, düşüncelerinizi merak ediyorum. Şimdilik hoşça kalın! Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA |
0% |