Yeni Üyelik
17.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 12/2

@buzlarkralicesi

-12/2-

❝Azize❞

Valent beni dışarı çıkarıp Lâl ile baş başa kalmak istediğinde içime büyük bir korku düşmüştü. Gerçekleri anlamış mıydı? Aklım darmadumandı. Ne düşüneceğimi bilmiyordum ancak herhangi bir hamle yapmamam gerektiğinin de farkındaydım. Yeni bir hamle yaparsam dikkat çekebilirdim.

Lâl'in odasından çıkan adam benimle konuşmadan evden çıktığında içimdeki korku duygusu her saniye daha da arttı. Bana bir açıklama bile yapmadan çıkıp gitmişti. Bundan ne gibi bir anlam çıkarmam gerekiyordu? Cevabını bilmediğim bir soru daha.

Bu belirsizliklerle dolu saatler beni öldürecekti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de telefonum çaldı, o arıyordu. Dokuz. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım ve aramasını yanıtladım. Bekletilmekten hiç hoşlanmazdı. "Ne diyeceğini biliyorum." diye söze girdim beni fırçalayacağından emin bir biçimde.

Her zamanki gibi sakin ve robotik ses tonuyla yanıt verdi. "Sandığımdan daha beceriksiz çıktın."

"Deniyorum, Dokuz. Ama Valent'i kandırmak sandığın kadar kolay değil. Adam cin gibi, bir şekilde hissediyor. Ne yapabilirim ki? Hislerini de yönetemem ki."

"Yöneteceksin, Azize. Seni oraya evcilik oyna diye sokmadım. Valentino'nun ne kadar zeki biri olduğunu biliyorum. Anlaşma sırasında bu seni durdurabilecek bir detay değildi. Ama şimdi görüyorum ki gözün korkmuş, geri adım atıyorsun."

"Geri adım atmıyorum. Lâl karnında bebekle çıkıp gelmeseydi her şey tamamdı. Hallediyordum. Valentino zamanla yeni Lâl'e alışacaktı. Ama beklenmedik bir anda o çıkıp geldi işte."

"Sana bunun kolay olmayacağını söylemiştim. Lâl olmak sandığın kadar kolay değil. Saçlarını boyatıp ona tıpatıp benzemek kadar basit değil bu."

"O benim yerime kolayca geçti ama!" İçimdeki kine ve nefrete engel olamamıştım, sesim nefretimi kusar gibi çıkmıştı.

"Bu durum medyayı ve alelade insanları kandırmakla eş değer değil. O kadın Valentino'nun yatağına girdi. Valentino onda nelere âşık oldu, bunlar hep bir sır perdesi. Lâl gibi düşünüp Lâl gibi davranmalısın. Ama sen şimdiden hırslarının önüne set çekmesine engel olamıyorsun." Bilge bir sesle resmen azarladı beni. "Öfke sana hata yaptırır."

Haklıydı. Ancak içimdeki öfke ve intikam duygusuna engel olamıyordum. Dokuz'un "Valent nerede şimdi?" sorusuna tedirgin bir biçimde "Dışarıda. Lâl ile konuştuktan sonra benimle konuşmadan odadan çıkıp gitti." yanıtını verdim. "Korkmalı mıyım?"

"Kendini kollasan iyi edersin. Amatörce davranıp arkanda iz bırakma."

"Lâl'in gelişi her şeyi mahvetti, her şeyi! Biraz daha geç gelseydi ölürdü sanki. Bir de karnında bebekle geldi, Valent'in kafası iyice karıştı." Sağ elimi saçlarımdan geçirip ofladım. Çıkmazdaydım. "Ne yapacağım şimdi?"

"Bana mı soruyorsun? Üflesen düşecek hamile bir kadınla bile başa çıkamadın." Hattın diğer ucundan adamın derin iç çekişini duyduğumda sinirlendiğini hissedebiliyordum. "İçimden bir ses, işine duygularını karıştırdığını söylüyor."

"Ne?" Afalladım. "Hayır."

"Valentino'ya âşık mı oldun?"

"Saçmalama." Yalan söyledim. Ona kim âşık olmazdı ki? Dışarıda lanse ettiği karakterinin aksine tam bir aşk adamıydı. Zekiydi. Ulaşılmazdı. Ne istediğini iyi bilen, âşık olduğu kadına ölümcül bir tutkuyla bağlı tehlikeli bir âşıktı. Hissettiğim şey aşk mıydı bilemiyordum ama telefonun diğer ucundaki adama yalan söylediğimi hissedebiliyordum. Ama zararsız bir yalandı. Sonuçta bu benim işimdi, Lâl olmak. Ve Lâl olduğumda sonsuza dek Valent'in yanında kalacaktım, ona âşık olmamın ne gibi bir tehlikesi olabilirdi ki? Bana da Lâl'e baktığı gibi bakacak, ona dokunduğu gibi dokunacaktı. O olduğumu sanacaktı. Sonsuza dek. Saçmalayan bendim anlaşılan. Ben bu odadayken bu yatakta benimle uyumak şöyle dursun, buraya bile girmeyen adamdan bahsediyordum. Lânet olsun. "Bak, ben her şeyi halledeceğim tamam mı? Bana güven. Lâl'in başına öyle bir çorap ördüm ki kendini aklaması mümkün olmayacak."

"Umarım öyledir, Azize. Seninle çıkarlarımız çakıştığı için anlaşmaya oturduk. Beklemeye tahammülüm kalmadı."

"Tamam diyorum, Dokuz. Sadece bana güven."

"Ben kimseye güvenmem. Bunu o küçük beynine sok." Telefonu suratıma kapattığında hattın diğer ucundaki boşlukla kalakaldım birkaç saniye boyunca. Soru işaretleriyle yaşamak beni her geçen saniye öldürüyordu.

Akşam üzeri kafamdaki soru işaretlerini çözen yine Lâl olmuştu. Yatak odasında kollarımı kavuşturmuş camdan dışarı bakarken Valent'i bekliyordum. Ne gelen vardı ne giden. Ta ki Lâl elinde çantasıyla dışarı çıkana kadar. Gidiyordu. Onu Valent göndermiş olmalıydı. Zafer naraları atmak için erken miydi? Sanmıyorum. Gidiyordu işte. Hayatımızdan çıkıp gidiyordu. Ben kazanmıştım.

Hemen bir vaktini kollayıp Dokuz'u aradım. Bu habere çok sevinecekti. Telefonu ikinci çalışta açtı. "Ben aramadan bana ulaşmamanı söylemiştim."

"Bu haberi öğrenmek isteyeceğini biliyorum."

"Nedir?"

"Lâl evden gitti. Valent onu gönderdi galiba."

"Galiba?"

"Ne konuştular bilmiyorum ama az önce Lâl eşyalarını da alıp gitti. Belki de Valent konuşurken ben eve dönene kadar burayı terk et falan dedi, bilemiyorum. Ama Allah aşkına bu kimin umurunda? Lâl gitti."

"Yine çabuk seviniyorsun."

Bu adamı anlamıyordum. Gerçekten anlamıyordum. "İstediğimiz bu değil miydi?"

Sesimdeki heyecanı kaçırmayan adam "Ses tonundan hiç hoşlanmadım." dedi sakin ve sorgulayıcı bir tonda. "Duygularını karıştırmaman konusunda seni son kez uyarmak istiyorum."

"Merak etme. Bizi en korkutan şey Lâl değil miydi? Çıktı gitti işte hayatımızdan. Niye korkuyoruz bu kadar?"

"Valent bu kadar kolay ikna olmamış olabilir. Kendini kolla. Ve gözünü açık tut."

"Tamam."

"Söylediklerimi tekrar ettirmenden hoşlanmıyorum. Bu işe duygularını karıştırma."

"Tamam dedim, Dokuz." Hattın diğer ucundaki sessizliği hissedince "Alo?" dedim yanıt beklercesine. Cevabımı bile beklemeden yine telefonu suratıma kapatmıştı. Uyuz. Ama bir konuda haklıydı. Mutluluğumun gözlerimi kör etmesine izin vermemeliydim. Lâl gibi davranmaya devam etmeliydim. Nina'ya gerekli talimatları verip mükellef bir sofra hazırlattım. Kıyafet dolabımdan siyah, göğüs dekolteli bir elbise seçtim. Aynanın karşısında parfümümü sıkarken saate baktım. Ne zaman geleceğini söylememişti ancak Pietro'yu arayıp yolda olduğunu öğrenmiştim.

Aşağı indiğimde her şey hazırdı. Mum ışığında romantik bir yemek masası bizim için hazırdı. Bu gece farklı olacaktı. Her şeyin başladığı gece, bu gece olacaktı.

Masanın başında hazırlıkları son kez kontrol ettiğimde Valent gelmişti. Ona yaklaşıp boynuna sarıldım. "Hoş geldin hayatım." Hayatımızdaki tüm yüklerden kurtulduğumuza inanamıyordum ama o yoktu artık. Gitmişti işte. Hem ondan intikamımı almıştım hem de kimsenin hayal dâhi edemeyeceği bu adamı kazanmıştım. Bir kadın daha ne isterdi ki?

"Hoş buldum." Masayı süzdükten sonra "Ne güzel bir masa." diye yorumladı gördüğü sofrayı. Beğenmesi hoşuma gitmişti.

"Hepsi senin için." İç geçirdim rahatlamış bir ifadeyle. "Tüm yüklerimizden ve ayak bağlarından kurtulduğumuz bu gecenin özel olmasını istedim." Bu gece özeldi. Bizim ilk gecemizdi.

Masaya oturduk ve Nina kısa sürede servise başladı. Spagetti çok iştah açıcı görünüyordu. Uzun zamandır soru işaretleriyle yaşadığım için bu kadar rahat ve mutlu bir biçimde yemek yememiştim. Masadaki karabibere uzanıp makarnama septim. Benimle ilgili konulara merak duyan adam "Karabiberi çok seviyorsun anladığım kadarıyla. Bu kadar kullandığına göre." dediğinde bu hoşuma gitti çünkü artık benimle ilgileniyordu. En azından eskisine nazaran aramızda bir diyalog geçiyordu. Düne kadar yüzüme bakmadığını varsayarsak.

"Evet, baharatlarla aram iyidir. Yağ yakmaya da yardımcı oluyor."

Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Kendinden emin, keyifli görünüyordu. Masaya bakarak gözleri daldığında "Bu masayı görünce aklıma tanıştığımız gece geldi." diye söze girdi. "Halikarnas'ta bir restoranda tanışmıştık. Ben seni dudaklarından öpmüştüm." Bana kışkırtıcı bir yüz ifadesiyle bakıyordu. O da benim gibi düşünüyordu. Bu gece özel olacaktı.

Lâl ile tanışma hikâyelerini elbette bilmiyordum çünkü takdir edersiniz ki Valent bilmese de ben Lâl değildim. Tanıştığı kişi de ben değildim. Ancak bunu bozuntuya verecek hâlim de yoktu. Valent tam kendini bana açmaya başlamışken hem de. Dudağımın kenarıyla gülümseyerek "Evet, benim için unutulmaz bir geceydi. Seni bana getiren gece." derken bu geceyi en az onun kadar istediğimi gizlemedim.

Alaycı bir gülüşle "Desene, senin için o kadar da unutulmaz bir gece değilmiş." yanıtını verdiğinde ne olduğunu anlayamadım. Kafa karışıklığımı çözmek için açıklama yapan adam "Çünkü biz Halikarnas'ta bir restoranda değil, barda tanıştık. Ayrıca seni öpen ben değildim, şarkın bittiğinde sahneden inip dudaklarıma yapışan sendin." derken olduğum yere mıhlanmıştım sanki. Şimdi faka basmıştım.

Bu bir tuzaktı. Ve az önce kendi ayağıma sıkmıştım.

Anlayamadığım, Valent bana inanmıyorsa neden Lâl'i göndermişti? Artık bunun bir önemi yoktu çünkü bana kurduğu tuzağa düşmüş, kapana kısılmıştım. Buradan geri dönüş yoktu. Masadan kalkmaya çalıştığımda adamın sakin sesi beni durdurdu. "Nereye gidiyorsun, Lâl? Yoksa Azize mi demeliydim?" Arkasına yaslanmış, kuyruğundan tutup incelediği bir fareyle oynar gibi sakin ve keyifli bakıyordu bana. Gözlerinde alev alev yanan öfkeyi ise görebiliyordum. "Yerinde olsaydım tek bir adım dahi atmazdım."

"Valent, ben..."

İşaret parmağımı sallayıp cıkcıkladı. "Bana yalnızca yakınımdakiler Valent der. Mesela Lâl. Ama sen... Lâl değilsin."

"Bak, ne düşündüğünü biliyorum. Ama..."

"Sen Lâl'in yerine geçmiş bir sahtekârsın. Ve bu oyunu düzenlerken bedelini ödeyeceğini bilerek çıkmış olmalısın yola." Sakinliğinden ödün vermeden adamlarına seslendiğinde çaresizdim. Maskeli bir balodaydık ve sonunda maskem düşmüştü. "Montrel!"

Adamları kollarımdan tutarken Valentino Riccardo'nun acımasız yanıyla tanışmak üzereydim. Onun şerrinden kurtulamayacağım ortadaydı. Adamlarına "Onu nereye götüreceğinizi biliyorsunuz. Cezasını çekeceği zamana kadar bekleyin." diye talimat verdiğinde yalvarmaktan başka çarem kalmamıştı.

"Valentino yapma! En azından beni bir dinle! Lütfen dinle beni!"

Arkasına dönüp bakmadı bile. Valentino Riccardo. Nefreti de en az sevgisi ve aşkı kadar cömertti, bunu biliyordum. Benimse cehennemim yeni başlıyordu.

❝Valentino❞

Gözlerinin içine baktığımda onun gerçek Lâl olduğunu söylüyordu içimde bir yerler. Geldiğinden beri onunla konuşmak istiyordum, bunun için yanıp tutuşuyordum ama bir türlü normale dönüp iyileşememişti. Güçsüz düşmüştü. Konuşmamız gereken o kadar çok şey vardı ki. Ona inanmak istiyordum. Söyleyeceği en ufak şeye tutunmak istiyordum. Bir açıklama ya da beni inandıracak bir cümle beklerken karşımdaki kadın kırgınlıkla "Biliyor musun Valentino, artık neye inandığın umurumda bile değil. Ben çok yoruldum." dedi aniden. Afalladım. "Her şey bitti artık. Gidiyorum."

Hiçbir şey anlayamıyordum. Şaşkındım. Kapıdan çıkmak için ilerlediğinden kolundan tutup engelledim. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Onu böyle bırakamazdım. Hem konuşmamız gerekiyordu hem de iyi görünmüyordu. Az önce olanların ona oynanan bir oyun olduğuna inanıyordum. Gerçekten bir ajan olsaydı bu kadar göstere göstere yapacak hâli yoktu. Bunu planlayan her kimse -ki kim olduğu açıktı- benim buna inanacak kadar aptal bir adam olmadığımı göz ardı etmiş olmalıydı.

"Benim ve bebeğimin sana ihtiyacı yok. Kimseye ihtiyacımız yok bizim." Onun bu sözü tokat gibi çarptı suratıma. Kalbinin ne kadar yaralandığını görebiliyordum.

Gitmesine izin veremezdim. "Ne saçmalıyorsun sen? Gerçek açığa çıkmadan hiçbir yere gidemezsin."

"Sen gerçeğini bulmuşsun Valentino, bir yenisini daha aramana gerek yok. Ben artık savaşamayacak kadar yorgunum. Neye inanmak istiyorsan ona inan. Size mutluluklar." Kararlı bir biçimde odadan çıkarken onu takip ettim. Vazgeçtiğini görmek içimde öyle tuhaf duygular uyandırıyordu ki kelimelerle tarifi zordu.

Merdivenlere yürürken sendeliyor gibiydi, tekrar kolundan tutup onu kendime doğru çektim. "Gitmeni istemiyorum." İlk defa bu kadar yakındık. İlk defa baş başa. Gözlerine ilk defa bu kadar yakından bakabiliyordum. Kolundan tutan elim incecik bileğine kayarken ilk defa tenine değmişti. Ona dokunduğum an yanmıştı tenim. Tıpkı... Tıpkı Halikarnas'ta geçirdiğimiz ilk gecede olduğu gibi. Bu oydu. Gerçek Lâl tam karşımdaydı. O âşık olduğum kadındı. Benim bir bebeğim olacaktı. Baba olacaktım.

"Ama ben gitmek istiyorum." Gözlerindeki üzgünlüğü ve kırgınlığı görmek içimde bir yerlere zarar veriyordu. Tarif edemiyordum. "Bu iğrençliklerin içinde daha fazla kalmak istemiyorum." Bana iğrendiği bir böcek gibi bakıyordu. "Başkasına dokunan bir adam tekrar bana dokunamaz."

Söylediklerinin tek kelimesini bile anlamıyordum. Ne demek başkasına dokunmak? Vurulduğumuz o günden beri, onu kaybettiğimden beri kimseye dokunmamıştım. Gerçeği tam anlamıyla kanıtlayana kadar da bunu yapmaya hiç niyetim yoktu. "Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Böyle bir şey yok." O anki konumuzun odağı farklı olduğu için uzatmadan "Ayrıca konumuz bu değil. Ben izin vermeden buradan gidemezsin. Bugün burada her şey açığa çıkacak." diyerek onu durdurdum.

"Yalancı olan benim, tamam mı? Oldu mu? Tatmin oldun mu sonunda? İstediğin cevapları aldın, şimdi bırak beni de gideyim. Daha fazla ruhuma işkence etme." Bunları içtenlikle söylemediğini biliyordum. Sırf gitmesine izin vermem için beni geçiştiriyordu. Bakışlarında, tavırlarında her şeyden vazgeçmiş gibi bir ifade vardı.

Sendelemeleri artan kadının eli karnına gittiğinde bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Başı dönüyor gibiydi, düşmek üzere olan kadını tuttum. "Lâl, iyi misin?" Bana yanıt veremeden kollarıma bayıldı. Sararmış yüzüne baktığımda ona bunu benim yaptığım aklıma geldi. İçimdeki karmaşık duygular, Lâl'in son bakışı, sözleri... Hepsi tek tek beni yaralıyordu. "Benim ve bebeğimin sana ihtiyacı yok." demişti bana. "Kimseye ihtiyacımız yok bizim." Bu daha önce vücuduma giren tüm kurşunlardan daha acı vericiydi. O olduğunu anlamıştım. Peki, neden anlamam bu kadar sürmüştü? Kendime kızıyordum. Kendimden nefret ediyordum.

Onu odasına götürüp yatırdığımda doktor gelmişti. Günlerdir yemek yiyemediğini, yediklerini kustuğunu, güçsüz düştüğünü anlattım. Gerekli kontrolleri yaptıktan sonra serum taktı. Merakla doktorun açıklamasını beklerken bakışlarım hâlâ kendinde olmayan, yatağında uyuyan Lâl'e çevrilmişti. "O nasıl, iyi mi?" diye sordum.

"Pek değil, Bay Riccardo. Sorunlu bir hamilelik süreci geçiriyor. Vücudu hamileliği hastalık olarak algılıyor. Son zamanlarda stresli bir dönemden geçiyor olması da onu zorluyor. Yediklerini kusmasının sebebi bu. Bu devam edeceği için bir süre serumla beslenmesi gerekecek."

Usulca kendine gelen kadın, beni görünce başını tam tersi yöne çevirdi. Doktorun "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" sorusuna cılız bir "İyiyim." kelimesiyle yanıt verdi. Yataktan hafifçe doğrulduğunda doktorun uyarısıyla duraksadı.

"Serumunuz bitene kadar kalkmamalısınız, bayan."

Yataktaki hareketiyle yüzünü buruşturup eski pozisyonuna döndü ve yatmak zorunda kaldı. Hâlâ bana, yüzüme bakmıyordu. Doktora "Yolculuk yapabilecek durumda mıyım?" diye sordu.

Başını iki yana sallayan doktor "Şu durumda seyahat etmeniz ne yazık ki mümkün değil." yanıtını verdi. "Mümkünse yataktan bile kalkmamalısınız."

"Burada kalmak istemiyorum. Ne kadar sürecek bu durum? Ne zaman gidebilirim?"

Daha fazla dayanamayıp araya girdim. "Lâl, saçmalama lütfen." Onun herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden doktora döndüm. "Her şey için teşekkürler, reçeteyi bırakıp çıkabilirsiniz."

Doktoru gönderdikten sonra baş başa kaldık. Başını yana çevirmiş hafif aralık gözleriyle uyuklar gibi duruyordu. "Nereye gittiğini sanıyorsun?"

"Valentino, seninle konuşmuyorum. Lütfen dışarı çıkar mısın?"

"Doktoru duydun, yataktan kalkmamalısın."

"Boşuna heveslenme, iyileşir iyileşmez gideceğim. Şimdi çık dışarı, yüzünü görmek istemiyorum."

Yeterince hassas bir dönemde olduğu için üzerine gitmemeye çalıştım. Dinlenmesi gerekiyordu, benimle tartışması değil. Üstelik yüzümü görmek istememekte haklıydı. "Yorgun olduğun için üzerine gelmiyorum ama bu konu kapanmadı. Dinlen. Daha sonra konuşacağız." Sakince odadan çıktığımda emin olduğum duygularımı kanıtlamam gerekiyordu.

Birkaç saatliğine dışarıdaki işlerimi hallettikten sonra eve döndüm. Akşam yemeği hazırdı. Ev sessizdi. Salonda devasa bir yemek masası hazırlanmıştı. Başında ise o duruyordu. Azize. Evet, artık o olduğuna inanıyordum çünkü aklımdaki bulutlar yavaş yavaş dağılıyor, bazı şeyler netlik kazanıyordu. Bir süredir vurulup yaralanmam, aile içindeki işler ve düşmanların saldırıları gibi sorunlar sağlıklı düşünmeme olumsuz etki etmişti ama artık emindim. Karmaşık bir biçimde saçılmış tüm parçalar usulca yerine yerleşiyordu. Onun sahte gözyaşları, dünya yanıyor olmasına rağmen umursamaz tavırları, ısrarla benimle birlikte olmak istemesi, manipülatif tavırları. Her şey beni yanıltmak için düzenlenmiş sistemli bir oyundan ibaretti. Bu düzeneği geç de olsa bozacaktım. Bu gece aslında bir hesaplaşma gecesiydi. Masanın başında derin göğüs dekolteli siyah elbisesiyle mumları yakan kadın artık bazı cevapları verip sınavdan kalacaktı. İçimden bir ses bu sınavı geçemeyeceğini, çünkü başından beri yalan söyleyenin o olduğunu söylüyordu.

Yanıma gelip belki de son defa boynuma sarılabilen kadını umursamadım ama davranışlarını da bozuntuya vermedim. "Hoş geldin hayatım."

"Hoş buldum." Sakin ve soğukkanlı bir sesle "Ne güzel bir masa." dedim yalnızca.

"Hepsi senin için." Zafer kazanmış bir tavırla iç geçirdi. "Tüm yüklerimizden ve ayak bağlarından kurtulduğumuz bu gecenin özel olmasını istedim."

Lâl'in sahte olduğunu sanıp onu gönderdiğimi düşünüyor olmalıydı. Ayak bağı diye bahsettiği şey ise bebeğimdi. Bebeğimiz. Yüzündeki rahatlama ifadesi midemi bulandırdı. Hiçbir şey söylemeden masaya oturdum. Bir süre daha kazandığını sanmasına izin verdim. Yemeklerimizi yemeye başladık. Spagetti'ye karabiberi serptiğinde ilk potu kırdığının farkında değildi. Birini taklit edebilirdiniz ama o olamazdınız. İnsanları kandırabilirdiniz de. Ama sonsuza kadar değil. "Karabiberi çok seviyorsun anladığım kadarıyla. Bu kadar kullandığına göre."

"Evet, baharatlarla aram iyidir. Yağ yakmaya da yardımcı oluyor."

Onun keyifli hâli, yüzündeki şeytani ifade... Her şey belki de ilk kez bu kadar yüzüme çarpıyordu. "Bu masayı görünce aklıma tanıştığımız gece geldi."

Masanın diğer ucunda oturan kadın ise başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Herhangi bir yorumda bulunmadı.

Fırsattan yararlanarak devam ettim. "Halikarnas'ta bir restoranda tanışmıştık. Ben seni dudaklarından öpmüştüm." Ayartıcı bir ifadeyle yüzüne baktığımda ona tamamen inandığımı ve bu geceyi onunla yatağımda geçireceğimi düşünüyordu. Sandığı kadar zeki bir kadın değildi. Çünkü düşmanını küçümseme hatasına düşmüştü.

"Evet, benim için unutulmaz bir geceydi. Seni bana getiren gece."

Süslü cümleleri dudağımın kenarıyla ona alaycı bir gülüş sunmama sebep oldu. "Desene, senin için o kadar da unutulmaz bir gece değilmiş." Ne dediğimi anlamaya çalışarak yüzüme bakıyordu. Yüzümdeki alaycı tebessümün yerini soğukkanlı bir ciddiyet almıştı. "Çünkü biz Halikarnas'ta bir restoranda değil, barda tanıştık. Ayrıca seni öpen ben değildim, şarkın bittiğinde sahneden inip dudaklarıma yapışan sendin." Söylediklerimin ardından yüzünün rengi atmış, donup kalmıştı. Buradan bir çıkış yolu olmadığını anlamıştı. Çıkmaz sokaktaydı.

Panikle masadan kalkmak için hamlede bulunan kadına sakince "Nereye gidiyorsun, Lâl? Yoksa Azize mi demeliydim?" derken arkama yaslanmıştım. Onun aksine son derece rahattım. "Yerinde olsaydım tek bir adım dahi atmazdım."

"Valent, ben..."

İşaret parmağımı sallayarak dilimi damağıma çarparak cık cık cık sesi çıkardım. "Bana yalnızca yakınımdakiler Valent der. Mesela Lâl. Ama sen... Lâl değilsin."

"Bak, ne düşündüğünü biliyorum. Ama..."

"Sen Lâl'in yerine geçmiş bir sahtekârsın. Ve bu oyunu düzenlerken bedelini ödeyeceğini bilerek çıkmış olmalısın yola." Sakince adamlarıma seslendim. "Montrel!"

Montrel daha önce verdiğim talimat üzerine yanında iki adamımla geldi. Yanındaki iki adam bu sahtekâr kadını iki kolundan tuttuğunda Montrel'e döndüm. "Onu nereye götüreceğinizi biliyorsunuz. Cezasını çekeceği zamana kadar bekleyin."

Adamların kollarından kurtulmaya çalışan kadın götürülürken bağırmaya devam ediyordu. "Valentino yapma! En azından beni bir dinle! Lütfen dinle beni!"

O sahtekârın gidişini izlerken masanın önünde duruyordum. Mumları iki parmağımın arasına alıp söndürdükten sonra karanlığın içinde birkaç dakika kendimle kaldım. Kendimden nefret ediyordum. Yaşadıklarımız yüzünden aklımın karıştığına, âşık olduğum kadına haksızlık ettiğime inanamıyordum. Hâlbuki ilk andan beri onu gördüğümde farklı hissetmiştim, bilinçaltım onun gerçek olduğunu bildiği hâlde bebek fikrinin etkisi altında kaldığımı düşünüp yanılgıya düşmüştüm. Ona kendimi nasıl affettirecektim, bilmiyordum. Kalbini ne kadar çok kırdığımı tahmin bile edemiyordum.

Usulca merdivenleri çıkarken onunla yapacağım konuşmayı hazırlamamıştım bile. Spontane bir biçimde söze girip duygularımı anlatacaktım. Beni affetmeyeceğini biliyordum ama vazgeçmeyecektim. Beni affedene kadar ne gerekiyorsa yapacaktım. Her şey benim yüzümden olmuştu. Kim bilir neler yaşanmıştı. Başından geçen her şeyi öğrenmek için yanıp tutuşuyordum. Tüm bu olanların sorumlusu kim veya kimlerse hepsine bedelini ödetecektim. Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım ve içeri girdim. Oda karanlıktı. Uyuyor olmalıydı. Uyandırmak istemesem de onu merak ediyordum. Işığı açtığımda duraksadım. Yoktu. Eşyaları da. Ona dair hiçbir şey kalmamıştı, yoktu. Gitmişti.

Tanrım.

Siktir.

❝Lâl❞

Yavaş yavaş zihnim berraklaşırken başımdaki konuşmaları hayal meyal duyuyordum. Hastalık. Serum. Bazı kelimeler duysam da net değildi. Kendime geldiğimde odadaki iki adamın da bakışları bana dönmüştü. Doktor "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" diye sorduğunda yavaşça "İyiyim." cevabını verdim. Kapı aralığından Pietro da yorum yapmadan sessiz bir biçimde bizi izliyordu.

Yatakta doğrulmaya çalıştığımda "Serumunuz bitene kadar kalkmamalısınız, hanımefendi." diye uyardı doktor.

Zaten uyarısına gerek kalmadan belime saplanan acıyla canım yandı ve yeniden uzandım. Karşımda merakla bana baktığını hissettiğim adamla göz göze dahi gelmek istemiyordum. Hemen buradan gitmek istiyordum. Şimdi. "Yolculuk yapabilecek durumda mıyım?" Nereye gidebileceğimi bile planlamadan sormuştum bu soruyu. Burası dışında her yere gidebilirdim. Evet, belki burası güvenliydi, burada Başkan ve Vural bana zarar veremezdi ama bu evde kaldığım her saniye benim için işkence gibiydi. Azize'yle bir saniye daha aynı evde kalamazdım. Yorulmuştum artık, savaşamayacaktım. Türkiye'ye dönerdim. Orada da beni bulamayacakları bir yere saklanırdım. Nasıl olsa artık tek başımaydım. Onlarla tek başıma mücadele edecektim, buna alışmam gerekiyordu.

Soruma olumsuz bir baş işaretiyle "Şu durumda seyahat etmeniz ne yazık ki mümkün değil." diye karşılık verdiğinde yüzüm düştü. Canım sıkıldı bu duruma. "Mümkünse yataktan bile kalkmamalısınız."

"Burada kalmak istemiyorum. Ne kadar sürecek bu durum? Ne zaman gidebilirim?" Sonsuza dek sürecek değildi ya bu durum. Bir hafta, iki hafta? Ne kadar sürecekti?

O ana kadar sessizliğini koruyan Valentino "Lâl, saçmalama lütfen." dedikten sonra doktora döndü. "Her şey için teşekkürler, reçeteyi bırakıp çıkabilirsiniz."

Pietro'yla birlikte doktoru gönderdikten sonra Valent odaya döndü. Kendimi hafif uyuşmuş gibi hissettiğim için uyuklar gibiydim. Onun "Nereye gittiğini sanıyorsun?" sorusuna yanıt dahi vermek gelmiyordu içimden. Yüzüne bile bakmak istemiyordum.

"Valentino, seninle konuşmuyorum. Lütfen dışarı çıkar mısın?"

"Doktoru duydun, yataktan kalkmamalısın."

"Boşuna heveslenme, iyileşir iyileşmez gideceğim. Şimdi çık dışarı, yüzünü görmek istemiyorum." Ona her baktığımda ihaneti geliyordu aklıma. Yaşadığımız her şeyin yalan oluşu. Dönüşü olmayan bir yolda gibiydik. Artık aynı yolları yürüyecek hevesim yoktu, kalmamıştı. Kendimi güçsüz, değersiz hissediyordum. Yok olmuş gibi. Ancak güçlü durmak zorunda olduğumu da biliyordum. Bebeğim için. Başka çarem yoktu. Bu aşk hikâyesi bitmişti ama geriye kalan tek şeyi korumak zorundaydım. Bebeğimi.

"Yorgun olduğun için üzerine gelmiyorum ama bu konu kapanmadı. Dinlen. Daha sonra konuşacağız." Onun odadan çıkışı üzerine yan dönüp biraz uyumaya çalıştım ama beceremedim. Kapı tıklatıldığında yerimden biraz doğruldum ve o sırada içeri Pietro girdi. Hâlâ biraz kasılmalarım olduğu için yüzümü buruşturdum.

İlgili bir biçimde yanıma gelen Pietro "Doktoru gönderdim. İyi misin?" diye sorarken yüzündeki ifadeyi acıma duygusuna benzettim. İçim acıdı.

Evet, aslına bakılırsa acınacak hâldeydim. Ben bile kendime acıyordum, başkaları nasıl acımasın? İstenmiyordum ve istenmediğim yerde sıkışıp kalmıştım. Gönlüm gitmek istiyordu çünkü son derece kırılmıştı. Buruktu. Ancak öte yandan gidemiyordum, doktorun sözlerine kulak vermeliydim. Gidecek yerim de yoktu. "İyiyim. Doktor uçak yolculuğunu kaldıramayacağımı söyledi. Bu yüzden senden bana bir otel ayarlamanı rica edebilir miyim?"

"Lâl, acele karar veriyorsun. Her şey henüz çok yeni."

"Hayır, Pietro. Acele karar verdiğim yok. Burada daha fazla kalamam. Valentino'nun yüzünü dahi görmek istemiyorum. Tehlike kalkar kalkmaz da Türkiye'ye geri döneceğim. Artık ne olacaksa olsun." Her şeyi göze almıştım. Tüm gemileri yakacak kadar gözümü karartmıştım.

"Valent buradan çıkmana izin vermez."

"Pietro, ondan izin isteyen yok. Böyle konuşup benim canımı daha çok sıkma."

"Valentino seni seviyor." Söylediği yalana kendi de inanmaya çalışıyordu. İnsan sevdiği kişiyi bir ordunun içinde bile tanırdı. Sesinden, kokusundan, duruşundan, bakışından. Oysa bizimki hiçbir zaman gerçek bir aşk olmamış ki. O nefret ettiğim başkan bile haklıymış. O beni yalnızca Andrea'ya benzediğim için seviyordu. Bana benzeyen herhangi biri de olsa yeterdi. Şimdi dönüp baktığımda Azize'nin gelişi, yerime geçişi... Her şey birbirinden saçma ve absürt geliyordu. Valentino ise o kadına inanıyor olmalıydı. Onun etkisinde kalmış, manipüle olmuştu. "Sadece kafası karışık, Lâl. Gerçeği görmesi an meselesi. Lütfen iyi düşün."

"Düşünecek bir şey yok, Pietro. Bundan sonra ben ve bebeğim, yalnızız. Valentino'yu hayatımın ya da bebeğimin etrafına yaklaştırmayacağım." Sesim titreyecek gibi olduğunda yutkunup alt dudağımı hafifçe dişlerimin arasında ezdim. Artık kimseye karşı güçsüz görünmeye niyetim yoktu. "Bebeğim de alışacak. Benim gibi... Biliyorum, zor ama o da benim gibi alışacak. O benden daha şanslı, annesi hep yanında olacak. Bir babaya ihtiyacı olmayacak."

"Şuan çok öfkelisin, o yüzden böyle konuşuyorsun. Elbette sen de biliyorsun ki Valentino ne seni ne de bebeğini asla bırakmaz."

"O bizi değil, biz onu bırakıyoruz Pietro. Bu iş burada bitti. Bir daha yüzümüzü bile göremeyecek." Yutkundum. "Yalnızca tehlikenin kalkmasını bekliyorum."

Üstelemedi Pietro. Beni onaylamadığı belliydi ama tartışmaya girmedi. Başını aşağı yukarı sallayarak "Sen şimdi iyice dinlen, nasıl olsa bunları daha sonra konuşuruz." dedi ve dışarı çıktı.

Yalnız kaldığımda düşünecek çok zamanım oldu. Ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Burada kalamazdım. Nereye gidecektim? Tek başıma nasıl yapacaktım? Yolumu kaybetmiş gibiydim. Şimdiye dek sadece İtalya'ya gelene kadarını planlamıştım. Valentino nasılsa bizi korur, kol kanat gerer, beni gördüğünde aklını kaybedecek kadar mutlu olur diye düşünmüştüm. Aptal Lâl. Bak, düşündüğün gibi mi oldu bakalım. Sürünüyorsun. Hangi günahın bedeliydi bu bilmiyordum ama üzerimdeki yük bana ağır geliyordu artık. Yalnız ve bekâr bir anne olmak çok zor olacaktı, biliyordum. Ama ben bu yola Valent'e güvenerek çıkmamıştım ki zaten. Onun takıntılı bir manyak olduğunu düşünürken bile bu bebeği doğurmak istiyordum, bu şartlar altında kabul etmiştim bebeğimi. Şimdi ne ona ne de onun vereceği imkânlara ihtiyacım yoktu. Gereken neyse ben yapabilirdim. Ne yazık ki tüm hesaplarım başkan tarafından bloke edildiği için bankadaki paralarıma ulaşamazdım. Ne param vardı, ne pulum ne de kalacak bir yerim. Dımdızlak ortada kalmıştım öyle.

Bir şeyler düşünmeliydim. Telefonu elime alıp Wendy'yi aradım. Durumu anlatıp akıl danıştım. Duruma o da en az benim kadar üzülmüştü. Azize konusunu kısmen biliyordu, eksik kalan kısımlarını da ben anlatmıştım. "Şimdi ne yapacağımı hiç bilmiyorum, Wendy. Bildiğim tek şey burada kalamayacağım."

"İyi de bebek tehlikede, Lâl. Nereye gideceksin?"

"Dikkat ederim. Ona bir şey olmasına izin vermem." Başımı iki yana salladım. "Ama burada da kalamam. Ruhum yaralandıkça zaten iyileşemiyorum burada, daha kötü oluyorum onları gördükçe. Biraz kendimle kalmam lazım. Düşünüp taşınmam, kendime yeni bir düzen kurmam lazım. Sadece ben ve bebeğimle bir düzen."

"Emin misin, Lâl? Bunun ne kadar zor olabileceğini biliyorsun değil mi? Babasız çocuk büyütmek çok zor."

"Biliyorum. Ben de hayatımın büyük bir kısmında kimsesizdim. Bunu en iyi ben bilirim. Ama ben bu bebeği doğurmaya karar verirken kimseye güvenmedim, şimdi de güvenecek değilim."

Aramızda bir sessizlik sürdükten sonra Wendy aniden "Bak aklıma ne geldi..." diye söze girdiğinde bir çözüm bulduğunu hissedip ümitlendim. "Benim kuzenim Bodrum'da yakın zamanda bir pansiyon açtı biliyor musun? Yakında ben de onu görmeye gideceğim, işlerinde yardıma ihtiyacı var. Pansiyonu görsen çok güzel, nezih bir yer. Sen atla oraya git. Ben de kuzenime durumu anlatırım, seninle yakından ilgilenir. Çok iyi insandır, ondan zarar gelmez asla. Hem seni orada kimse de bulamaz. Orada olabileceğin kimsenin aklına gelmez, ne dersin?"

Bodrum. Orada öyle anılarım vardı ki. Her şeyin başladığı yerde bitecekti hikâyem. Ya da her şeyin başladığı yerde yeniden başlayacaktı, bilemiyordum. Ancak şuan daha parlak bir fikrim olmadığı için düşünmeden kabul ettim. "Olur, tamam. Sen haber ver. Ben para meselesini halledip sana dönerim."

"Lâl, paraya ihtiyacın varsa eğer ben sana-"

"Saçmalama Wendy, sen zaten bana yeterince yardımcı oldun. Ben o işi hallederim sen merak etme. Hadi kapatıyorum şimdi."

"Bak halledemezsen bana söyleyeceksin ama söz ver."

Tebessüm ederek "Tamam, söz." dedim ve telefonu kapattım. Hayatımda iyi insanların olmasına müteşekkirdim. Çünkü bu benim için az görülen bir şeydi. Şimdi halletmem gereken son bir işim kalmıştı. Para. Param olmadan şuradan şuraya gidemezdim. Pansiyondan para almasalar bile oraya gitmek için paraya ihtiyacım olacaktı. Buraya bile Serhat abiye borçlanarak gelmiştim. Ama şimdi onu arayıp yeniden para isteyemezdim çünkü zavallım Serhat abi sevdiğim adama kavuşup çok iyi ve mutlu olduğumu düşünüyordu. Keşke her şey o kadar basit olabilseydi. Ancak değildi maalesef. Onun da hayallerini yıkmak istemedim, varsın beni şimdilik mutlu bilsin. Kimse benim yüzümden üzülmesin. Arayabileceğim başka kim var diye düşündüm... Tanju abiyi aramaya karar verdim ancak bir iki kere arasam da ulaşamadım. Turneye çıktıysa ulaşmam pek mümkün olmayabilirdi. Hem belki de hayırlısı buydu çünkü eğer ondan borç istersem Valent'e haber uçurabilirdi. Ağzı gevşekti biraz. Sır çıkmayacak birine ihtiyacım vardı. O an aklıma Haldun abi geldi. Albüm ödememi yapmıştı ama banka hesabıma ulaşamadığım için borç para istemem gerekiyordu. Onu aradım. Önce bir "Deli kız, nerelere kayboldun yine? Bir arayıp hâl hatır sorduğun bile yok." dese de sitemi çok sürmedi. Bir bilseydi başıma gelenleri. Arayabileceğim bir durumda olmadığımı. Tabii ki ona başıma gelenleri anlatacak hâlim yoktu. Daha önce uzak çevremden pek borç para istemediğim için utana sıkıla derdimi anlatmaya çalıştım. "Haldun abi, benim biraz... Borç paraya ihtiyacım var. Nakit." O kadar utanmıştım ki. Düştüğüm duruma inanamıyordum. Telaşla "En kısa sürede öderim, söz veriyorum." diye ekledim. Bebekten, hamile olduğumdan falan asla bahsetmedim çünkü ona bahsedersem anında tüm magazin programlarında haberlerimi görebilirdik.

"Kızım, saçmalama. Lafı bile olmaz. Ben senin abin, baban sayılırım. Sen yeter ki ne kadar istediğini söyle, hemen hesabına havale edeyim."

"Yok, hayır. Ben başka bir hesap açacağım, oraya gönderirsin olur mu?"

"Sen nasıl istersen." Kuşkulu bir ses tonuyla "Bir sorun yok değil mi Lâl? Başın belada falan değildir umarım." diye sorarken başımdaki belaları bilse dudağı uçuklardı herhâlde. Hâliyle şaşkın olmalıydı, koskoca trilyoner zengin sevgilisi varken benden niye borç para istiyor diye içinden geçirdiğine emindim. Ayrıca albüm ödememi de ne yaptığımı içten içe merak ettiği kesindi.

"Bir sorun yok, biraz nakite sıkıştım sadece, merak etme öderim."

"Tamam, sen öyle diyorsan... O zaman ben senden haber bekliyorum, hesap numaranı atarsın."

"Çok teşekkür ederim Haldun abi, bu iyiliğini asla unutmayacağım."

"Saçmalama, sen benim biricik starımsın. Bizim aramızda bunların lafı olmaz."

"Şey... Bir de bu durum aramızda kalır değil mi?"

"Tabii ki, merak etme sen."

"Sağ ol Haldun abi."

Telefonu kapattığımda bir nebze rahattım. Para ve konaklama işini kısmen halletmiştim. Kısa süreliğine de olsa. Kendimi Türkiye'ye atabilecektim ama borçlandığım insanlara borcumu nasıl ödeyecektim, hamile bir kadına kim iş verirdi bilemiyordum. Kendi işimi yapabilirdim ama o zaman Başkan ya da Vural beni eliyle koymuş gibi bulurdu. Ne yiyip ne içecektim, hayatımı nasıl sürdürecekti? Bu soruların yanıtlarını henüz ben de bilemediğim için askıya almıştım. Her şey benim için çok zor olacaktı, bunun farkındaydım ama şuan düşünmem gereken son şeylerdi bunlar. Öncelik bebeğimin sağlığı ve Türkiye'ye dönmemdi. Ve bir an önce harekete geçmem gerektiğinin farkındaydım. Şuan Valentino tehlikede olduğumdan dolayı elim kolum bağlı sanıyor olmalıydı. Bir yere kımıldayamayacağımı düşündüğü için buradan çıkıp gitmem için bir önlem almamış olabilirdi. Böyle bir fırsat varsa değerlendirmeliydim. Ona tehlike geçtiğinde gideceğimi söylemiştim ama vakit kaybetmeye niyetim yoktu.

Yavaşça yatağımdan kalktım. Hâlâ biraz ağrım vardı ama hareket edemeyeceğim kadar değildi. Etrafı kolaçan ettikten sonra sakince iki parça olan eşyalarımı da toplayıp aşağı indim. Mutfakta yemeklerle ilgilenen Nina dışında etrafta kimse görünmüyordu. Valent ve diğerleri dışarı çıkmış olmalıydı. Dışarıdaki adamları atlatma konusunda daha önce tecrübeli olduğum için endişelenmiyordum. Zaten beklediğim gibi sıkı bir güvenlik önlemi de yoktu. Son kez arkama baktım. Acı tatlı hatıralarımın olduğu bu eve. Artık buraya ait değildim. Nereye ait olduğumu ben de bilmiyordum. Valentino'ya kırgındım ve onu silmeye kararlıydım ama ona kırgın olduğum kadar kendime de kızgındım. Bu duruma gelmemizin en büyük sebeplerinden biri benim gelgitlerim ve güvensizliğimdi. Burayı öylece terk edip gitmeseydim başıma bunlar gelmeyecekti. Bebeğim tehlikeye girmeyecekti. Belki de aptallıklarımın bedelini ödüyordum. Aslında galiba Azize tek bir konuda haklıydı, bazı bedeller ödenmeden yola devam edebilmek mümkün değildi. Gözümden süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. Gönül isterdi ki güvensizliklerimde ve şüphelerimde haklı çıkmayayım. Ancak görüldüğü üzere Andrea konusunda haksız çıkmamıştım. Şimdi ait olmadığım ve istenmediğim bu yerden sessizce kapıyı çekip çıkıyordum. Her ne kadar kendime dahi itiraf edemesem de sevilmediğim hâlde köpek gibi gurursuz bir biçimde sevdiğim o adamı terk ediyordum. Çünkü artık bir geleceğimiz yoktu. Bir başkasına inanmış, ona dokunmuş, aşkımızı kirletmişti. Hangi birini affedebilirdim ki? Hiçbirini. Beni tanıyamamasını zamanla affedebilirdim belki ama başkasına dokunmasını... Bunu affedemezdim. Ömrüm boyunca bir yere aidiyet hissetmek istemiştim. Kimsesiz doğduğum için önce beni evlat edinen aileye, o eve ait olmak için kendimi paralamıştım. Olmadığını anlayınca da Batur'a âşık olduğumu sanıp ona ait olmaya çalışmıştım. Beni bu aileden ve hayattan kurtarır diye düşünmüştüm belki de. Çocukluk işte. Oysa birine ait olmaya çalışmak çok güçsüzce ve hastalıklı bir duyguydu. Geç de olsa acı bir ihanet hikâyesiyle akıllanmıştım. Aldığım tüm bu dersler sonucunda kendi yoluma giderken karşılaştığım bu yabancıya, Valentino Riccardo'ya ilk kez kimseye hissetmediğim duyguları hissettiğim için önce ondan kaçmaya çalışmıştım. Ne yazık ki ağlarına takılıp bir balık gibi çırpınmıştım ancak kurtulamamıştım. Ona ait hissetmiştim kendimi. Birbirimiz için yaratıldığımızı falan. Aptallık. Şimdiyse kendimi hiçbir yere ait olamayacak kadar yorgun hissediyordum. Kimsesizdim ve yalnızdım. Yüzüme sert bir tokat gibi çarpan bu gerçeği kabullenmiştim artık.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Nasılsınız bakalım? Yeni bölümle karşınızdayım yine! Bu arada 19 Bin okunmaya ulaştık, sizlerin sayesinde! İyi ki varsınız! 🎊😍 Sonunda beklediğiniz bölüm geldi, Valent'in her şeyi öğrendiği bölüm. Ne hissediyorsunuz? Burada benimle paylaşın. ❤️ Valentino her şeyi öğrendi ama Lâl gitti, şimdi neler olacak sizce? Buraya yeni bölüm tahminlerinizi de yazarsanız çok sevinirim. Bu bölümü oznuryapa01 , havvaalis , acemiyim63 , Daphnedefne01 , NilgnErtrk3 , darkisdark_ , HuriyeGrglAydn , Rose_Rain26 , tuzlu_0413 ve Masumkedicik01 okurlarıma armağan ediyorum. 🎁

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%