@buzlarkralicesi
|
-13/2- ❝Valentino❞ Kapının önünde beni gördüğü an şok olmuştu Lâl. Sanki benim onu her yerde bulabileceğimi bilmiyormuş gibi. Onsuz yaşayabilirmişim gibi. "Senin ne işin var burada?" Kapıyı üzerime kapatmaya çalışsa da engel oldum. "Git buradan Valentino." "Seni dünyanın diğer ucuna gitsen bile bulacağımı biliyorsun." Onu evde bulamayınca ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilememiştim. Aklım karışıkken bile Azize'yi kaybetme korkusu hissetmediğim hâlde Lâl'e karşı çok daha farklı duygularım vardı. Bunların sebebinin bebek olabileceğini düşünüp kendi içimde ikileme düşmüştüm. İçten içe bildiğim hâlde kendi duygularımı baltalamıştım. Ancak onu evde bulamadığımda deliye dönmüştüm, öfkeden evi darmaduman etmiştim. Aslında öfkem kendimeydi. Benim yüzümden gitmişti. Kararsızlığım yüzünden. Onu kaybettiğimi düşünüp üzüntüden sağa sola saldırmıştım. Şimdiyse karşımdaydı. Tanrıya şükür ki ikisi de iyiydi. "Ve seni almadan buradan gitmeyeceğimi de." Kaç gündür onun nerede olduğunu, iyi olup olmadığını bilmeden gözüme uyku girmemişti, nasıl olduğunu düşünmediğim tek bir anım bile olmamıştı. Şimdiyse karşımdaydı ve iyiydi. Ona doğru yürüdüğümde elleriyle beni engelledi. "Dokunma bana." Kendisine dokunmamı istemiyordu, bana öfkeliydi ve çok haklıydı. Şartlar ne olursa olsun istemeden de olsa onu kırmıştım, paramparça etmiştim. Ve onu kaybedebilirdim. Bunu düşündükçe nefes alamıyordum. İyi tarafı şuydu, en azından öfke de olsa bir duygu hissediyordu. Hiçbir şey hissetmemesi daha kötü olurdu. "Lâl." "Valentino, seni görmek istemiyorum." Daha fazla öfkelenmesine sebep olmamak için ona daha fazla yaklaşmadım. Benim için zor olsa da. "Ne kadar öfkeli ve kırgın olduğunu görebiliyorum. Sonuna kadar haklı olduğunu da biliyorum." Onu üzmek sanki kendi kalbime bıçaklar saplamak gibiydi. İstemsizce ona zarar verirken bile aslında kendime zarar veriyordum. Tüm düşmanlarımdan daha tehlikeli bir düşmandım kendime. Sonuçta hiçbir düşmanım benim kendime yaptığımı yapamazdı. Ne olursa olsun onu geri kazanmalıydım. Açtığım yaraları özenle sarmalıydım. Elbette bu asla kolay olmayacaktı. Onun ne kadar zor biri olduğunu biliyordum, bu konuda ne kadar haklı olduğunu da. Tabii önce onu gelmesi için ikna etmem gerekecekti. "Ama en azından konuşalım. Sana kendimi affettirmeme izin ver." "Sen ve ben... Biz diye bir şey artık olamaz Valentino. Seni affetmem gibi bir durum söz konusu bile değil." Yüzüme bile bakmıyordu. Tüm ipleri koparmıştı. Beni o güzel yüzünden, büyülü gözlerinden mahrum bırakıyordu. Tamamen hayatından çıkarmıştı beni, bunu görebiliyordum. Ve kahretsin ki içim acıyordu. "Lâl, hatalı olduğumun farkındayım. Ama herkes hata yapar." Yüzüne bakmaya çalışarak ekledim. "Lâl, yüzüme bakar mısın?" "Bakamam, yüzüne baktıkça midem bulanıyor." Kapıyı gösterdi. "Git lütfen. Yüzünü görmek istemiyorum." Söylediği her söz beni daha da darmadağın ediyordu. Buna nasıl katlanacaktım bilmiyordum. Benim cezam da buydu belki. "Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum, Lâl." "Lâl, bir sorun mu var?" Açık kapıdan içeri bir kadınla giren sesin sahibi adam henüz tanımadan sebepsiz yere öfkelenmeme sebep olmuştu. "Bu bey seni rahatsız mı ediyor?" Lâl bu adamı nereden tanıyordu? Kimdi bu adam? Ne cüretle daha birkaç gündür burada kalan Lâl'e böyle hitap edebiliyordu? Bu bey diye hitap ettiği kişi bendim. Lâl'in sevdiği adam, bebeğinin babası. O kim oluyordu? Daha önceden tanışmış olabilecekleri ihtimali üzerinde dursam da karşımdaki adama olan öfkemin önüne geçmesi için yeterli değildi. Bakışlarımı ondan ayırmaya çalışarak "Montrel eşyalarını toplasın, gidiyoruz Lâl." dedim. Sakin kalmaya çalışıyordum. Ve konuyu uzatmamaya. Buraya bir şeyleri tamir etmeye gelmişken daha fazla bozmak istemiyordum. Tabii tanımadığım bu cüretkâr adam şansını zorlamazsa. "Ben bir yere gelmiyorum, Valentino." Yabancı adamın yanındaki genç kız "Biz çıkalım." derken onu dışarı çıkarmaya çalıştı ancak çıkmaya, bizi yalnız bırakmaya niyeti yok gibi görünüyordu. Onu ilgilendirmeyen bu konuya ısrarla dâhil olmaya çalışıyordu. Pekâlâ, artık sinirlenmeye başlıyordum sanırım. Vazgeçmeyeceğimi iyi bilen kadının gözlerine bakarak tane tane "Sen gelene kadar hiçbir yere gitmiyorum, Lâl." dedim kararlılıkla. "Seni burada bırakmayacağımı iyi biliyorsun." Ne yani, sırf bana kızgın diye âşık olduğum kadını ve bebeğimi burada mı bırakacaktım? Bu mümkün değildi. Onlardan uzak kalmam söz konusu dahi değildi. Benimle eve gelecekti, öfkeliyse ve küskünse bile buna evde devam edecekti. Hâlâ konuşmalarımızı dinleyen ve cesaretine şaşırdığım yabancı "Sana gitmeni söyledi." diyerek Lâl ile aramızdaki konuşmaya bir kez daha dalma cüretinde bulundu. Beni tanımadığı o kadar belliydi ki. Üstelik Lâl'e bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Bu beni daha da tahrik etti. Sakin kalmaktan gittikçe uzaklaşan öfkeli bakışlarımı adama diktim. "Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum." Vazgeçeceğe benzemiyordu ve onun her sözü beni biraz daha öfkelendiriyordu. Sabrımı taşıran adamın yüzüne bir yumruk salladım. Kim oluyordu da Lâl ile benim arama girebiliyordu? Nasıl cüret edebiliyordu buna? Beni engelleyen Lâl'in çığlığıyla kendime geldim. "Valentino!" Onu korkuttuğumu fark ettiğimde duraksadım ve az önce adama salladığım yumruğumu sıkarken öfkeme hâkim olmaya çalışarak geriledim. "Lütfen gidelim, bu bizi ilgilendiren bir konu değil." Tanımadığım genç kız az önce yumruk yediği hâlde bana meydan okumaya çalışan adamı sürükleyerek dışarı çıkardığında Lâl bana öfkeyle bakıyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun Valentino? Buraya kadar gelip insanların huzurunu bozduğun yetmiyormuş gibi bir de adamı kendi otelinde nasıl yumruklayabiliyorsun?" "Onu ilgilendirmeyen bir konuya karışma cüretinde bulunmasaydı başına bunlar gelmezdi." Bu olayın üzerinde durmadan asıl konumuza döndüm. Amacım bir şeyleri düzeltmekti, bozmak değil. O meraklı ve yabancı adamın aramızdaki uçurumu daha da derinleştirmesine izin vermeyecektim. Lâl'i benimle gelmeye ikna etmeliydim. Bunun çok zor olduğunu görebiliyordum, onun ne kadar inatçı biri olduğunu da çok iyi biliyordum. Ama vazgeçmeye niyetim yoktu. "Öyle ya da böyle konuşmamız gerektiğini biliyorsun. Sana kendimi anlatmama izin ver." Kadının yüzündeki hayal kırıklıklarını gördükçe kendimi güçsüz ve savunmasız hissediyordum. Hiçbir düşmanıma karşı bu kadar zayıf ve çaresiz hissetmemiştim. Bu kadın benim gardımı düşünüyordu. Âşık olduğum kadını nasıl bu kadar üzebilmiştim? Anlamak güçtü. Aptal bir adam değildim ancak bir aptal gibi davranmıştım. Sanırım işin içine aşk ve duygular girince akıl ve mantık çıkıyordu. Bana hiç tanıdık olmayan davranışlarda bulunmuş olmamın sebebi bundan başkası olamazdı. "Benim bilmediğim, her şeyin seyrini değiştirecek ne söyleyebilirsin ki Valentino?" Hâlâ yorgun ve bitkin görünüyordu. Üstelik gözleri ıslanmıştı. Kötü haber, hepsinin sebebi bendim. "Her şey bitti, anlamıyor musun?" Onu ağlatmıştım. İçimden bir ses, aramızda sandığımdan daha güçlü duvarlar olduğunu söylüyordu. "Ne saçmalıyorsun, Lâl? Bizim bir bebeğimiz olacak." Onun bana karşı bu katı duruşu her ne kadar korkutsa da sonuna kadar bununla savaşabilirdim. Onsuz yapamazdım. Bu mümkün değildi. Geç de olsa onun yerini kimsenin tutamayacağını bir kez daha anlamıştım. Tüm aptallıklarımı telafi edecektim. Ayrıca bebeğimizin varlığı da bana yardımcı olacaktı, biliyordum. Kalbime ok gibi saplanan o sözleri söylemesi çok sürmedi. "Ne benim ne bebeğimin... Bizim sana ihtiyacımız yok. Seni hayatımdan çıkardım ben." İşte bu... Bu çok acı vericiydi. Bir kadını hem de âşık olduğum kadını böylesine kırmak en az onun kadar benim de canımı yakıyordu. "Lâl, böyle söyleme. Hâlâ beni sevdiğini biliyorum. Tüm bunları beni cezalandırmak için söylediğini de." Yanıt vermeye çalışsa da dudaklarına dokundum ve zehir gibi sözlerinin daha fazla dudaklarından dökülmesine izin vermedim. "Şşşt... Tek bir kelime daha etme. Hepsini hak ettiğimi biliyorum ama sana kendimi affettireceğim. Sadece tüm kapıları kapatma, çabalamama izin ver. Bebeğimiz için..." Dokunsam düşecekmiş gibi duran Lâl "Valentino, bitti artık. Anla bunu. Seninle tartışacak hâlim yok. Beni rahat bırak." derken gayet netti. Sanki saatlerce konuşsam da ikna olmayacak gibi sertti tavrı. Beni göndermek için kapıya yürüyen kadın yalpaladığında kollarından tuttum ancak tam da o sırada kucağıma bayıldı. Endişeyle beyazlamış yüzüne dokunduğumda cansız ve bitkin görünüyordu. Bir kuş gibi hafifti. "Lâl... Lâl, iyi misin?" Onu kaybetme korkusu bir kez daha yüzleştiğim en tehlikeli düşmanımdı. Belki de beni bitirebilecek en acımasız düşman. Benim hatam yüzünden Lâl'i ya da bebeği kaybedersem bununla başa çıkamazdım. ❝Lâl❞ Kendimi Uyuyan Güzel misali yüzyıllardır uyuyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi araladığımda neredeydim onu bile bilmiyordum. Bir anlık uyku sersemliğim geçtiğinde etrafa bakındım. Burası İtalya'daki evdi, Valent'in yatak odasındaydım. Başımda Wendy duruyordu. Kendime geldikten kısa bir an sonra odaya Valentino girdi. Beti benzi atmıştı sanki. Bir sorun olduğunu düşündüm. Wendy'nin "Doktoru gönderdin mi?" sorusuyla evet anlamında başını salladı. Ben hâlâ olanlara anlam veremiyordum. İtalya'daki evde ne işim vardı? Eğer İtalya'daysam Wendy'nin burada ne işi vardı? Geceleri popom açıktayken gördüğüm anlamsız rüyalar gibiydi her şey. Ayrıca Valentino istemediğimi bildiği hâlde beni nasıl İtalya'ya getirirdi, bu adam kendini ne sanıyordu? Vücudumun kaskatı kesildiğini hissetmemle aniden yatakta doğruldum. "Benim burada ne işim var?" Her zamanki hırçın tavrımdan vazgeçmiş sayılmazdım. Sadece bitkin olduğum için bunu yansıtabildiğimden emin değildim. Wendy kalkmamı engelleyerek "Sakın kalkayım falan deme!" dediğinde sesinde despot bir ifade vardı. Uyaran bir ses tonuyla işaret parmağını sallıyordu. Çocuğunu azarlamaya hazır bir anne gibi duruyordu. Valent'le bir olmuş, ciddiyetini koruyordu. "Neler oluyor Wendy?" Ondan bir açıklama beklerken Wendy Valentino'yla bakıştıktan sonra kapıya doğru yürüyüp "Ben sizi yalnız bırakayım, konuşacaklarınız vardır. Zaten Valentino sana her şeyi anlatır. Biz de seninle sonra konuşuruz, iyi dinlen." diyerek aniden odadan çıktı. Arkasından sessizce "Wendy, nereye gidiyorsun? Gitme! Wendy!" diye seslensem de beni öylece bırakıp dışarı çıktı. Hain. Soytarı. Sen bana sordun mu bakalım ben bu adamla baş başa kalmak istiyor muyum diye? Delirtecekler beni ya. Gerçekten delirtecekler. Valent'le baş başa kaldığımızda yüzüne bile bakmak istemiyordum. Fikrimi sormadan beni buraya getirdiği için ona çok öfkeliydim. Bencil pislik. Üstelik bir de buraya getirmişti beni. Bu eve. Bu odaya. Azize'yle birlikte kaldıkları yatağın olduğu bu lânet odaya. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye cırladım. "Ne hakla fikrimi bile sormadan beni buraya getirirsin?" Gerçi öfkelenmek için yeterince sebebim vardı ama... Bu da onlardan biriydi işte. Yorganı kaldırıp doğrulduğumda "Burada kalacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Beni burada zorla tutamazsın." diye söylendim. Yerimden kımıldamamı engelleyen adam "Kalkmayı deneme bile." dedi kesin ve emredici bir ifadeyle. Ilımlı olmaktan çok uzaktı. Ses tonundan bir şeylerin ters gittiği anlaşılıyordu. "Bu kez durum çok ciddi." Onu böyle endişeliyken çok az görmüştüm. Bu yüzden aklıma direkt bebeğe bir şey olma ihtimali gelmişti. Korkuyla karnıma dokundum. "Ona bir şey mi oldu?" "Hayır." Beni sakinleştirmeye çalışırken durumun ciddiyetini de belirtmekten geri durmadı. "Ama doktor riskli bir hamilelik döneminde olduğunu ve yataktan bile kalkmaman gerektiğini söyledi." Gözlerini azarlar gibi bana diktiğinde sesi buna tezat bir biçimde yumuşak çıktı. Korkmuş görünüyordu. Ve endişeli. "Daha önceki gibi kaçmaya çalışırsan bu işin şakası yok, Lâl. Düşük tehlikesi var." Karşımdaki adamla göz göze geldiğimde içim ürperdi. Kısa bir an sessiz kaldıktan sonra daha önce kaçmaya çalıştığım için suçluluk hissettim. Ne biçim anneydim ben? Ya benim yüzümden bebeğe bir şey olsaydı? Düşünmek bile istemiyordum. Hâlâ bebeğe alışamadığım için yalnızım zannedip özgür kız gibi kendimi yollara vuruyordum. Valentino bunu hak ediyordu ama bebeğin suçu neydi? O an kendimi çok kötü hissettim. "Peki, o iyi mi?" "Merak etme, şimdilik iyi." Elimi tuttuğunda "Şimdilik." diye tekrarladı ve devam etti. "Ama Lâl, bir süre gerekmedikçe yataktan dahi kalkmaman gerektiğini söyledi doktor. Bu konu çok ciddi. Beslenmene de dikkat etmen gerekiyor. Birazdan hemşire gelip serum takacak. Bir şeye ihtiyacın olursa bana ya da Nina'ya seslen. Wendy de yanında olacak. Sakın ayağa kalkma." "Altıma işeyecek hâlim yok ya Valentino, eninde sonunda kalkmam gerekecek!" Karşımdaki adamı terslerken öfkemin önüne geçen korkum ona saldırmamı engelliyordu. Bebeğin iyi olduğunu öğrenmiştim ya, ölsem de gam yemezdim artık. Başımı yastığa koyduğumda tuttuğum nefesi bıraktım. Rahatlamıştım. Elimi adamın elinden kurtardığımda kırgınlıkla başımı çevirdim. Yüzüne bakmamaya çalıştım. Utanmadan elimi tutabiliyordu hâlâ. "Wendy buraya nasıl geldi?" "Seni İtalya'ya götüreceğimi öğrenince Lâl'i asla yalnız bırakmam diye ısrar etti. Kendini zorla buraya getirtti." İtirafta bulunur gibi ekledi. "Japon yapıştırıcısı gibi yapıştı dersem daha doğru olur." İçten içe güldüm. Wendy işte. Telefondaki kızdan bir farkı yoktu. Ancak bunları düşünene kadar aklımda milyonlarca soru vardı. Azize neredeydi? Neler olmuştu? Valent onun sahte olduğunu nasıl anlamıştı? Peki şimdi neler olacaktı? Bebeğimle ilgili tehlike ne zaman geçecekti? Tüm soruların yanıtını deli gibi merak ederken karşımdaki adamın ilgili tavırlarına kayıtsız kaldım. Valent yatağın kenarına oturup şefkatle saçımı okşarken "İyi misin?" diye sordu. "Benden istediğin bir şey var mı?" Bense kendimi geri çektiğimde "Dokunma bana." dedim pasif agresif bir tavırla. Sorusuna hemen "Odamı değiştirmek istiyorum." yanıtıyla karşılık verdim sakince. "Hatta mümkünse bu evde bile kalmak istemiyorum, bunu yapabilir misin?" Sesim öfkeli ve azarlayıcı bir biçimde çıkmıştı. Şuan mecburiyetten bile olsa bu odada, bu yatakta yattığım için midem bulanıyordu. Onun burada Azize'yle yattığını düşündükçe kötü hissetmekten kendimi alamıyordum. Çarşafları değiştirmişler midir acaba? Düşündüğün şeylere bak, Lâl. Merakla bana bakan adam utanmadan bir de açıklama bekliyor gibiydi. "Ne? O kadınla yattığın odada kalmamı beklemiyordun herhâlde değil mi? Bana kalsa bu evde bile durmazdım ama geçici bir süreç için maalesef bir yere kımıldayamıyorum." "Ne saçmalıyorsun Lâl?" Kaşlarını çatmış her şeyden habersiz gibi bana bakıyordu. Olanları bilmesem, kulaklarımla duymasam masum zannedebilirdim ama değildi. "Söyleyeceklerin bittiyse beni yalnız bırakır mısın? Dinlenmek istiyorum." Duraksayıp anlamaya çalışan bakışlarla donup kalan adama arkamı döndüm ve uyumaya çalıştım. Birkaç saniye sonra Valentino "Şuan üstüne gelmiyorum ama her şeyi konuşacağız, Lâl. Kaçmaya çalışıp bebeği tehlikeye atmayacağını biliyorum ama bunu denesen de dışarıdaki barikatı aşamayacağını bilmelisin. Şimdi dinlen." dedikten sonra kapının kapanma sesini duyduğumda sırtüstü yattım. Burada olduğuma inanamıyordum. O gece kapının dışındayken burada olanları kulaklarımla duyup yıkıldığım odaydı burası. Şimdiyse hiçbir şey olmamış gibi beni buraya getirmişti. Burada nefes alamıyordum. Akşam üzeri kapım çalındığında gelenin yine Valentino olduğunu düşünüp gözlerimi devirerek "Gir!" demekle yetindim. Onunla yüz yüze gelmek istemesem de onun evine tıkılıp kaldığım için kaçacak yerim olmadığının farkındaydım. İçeri sandığımın aksine Pietro girdiğinde rahat bir nefes aldım. "Pietro..." "Lâl, merhaba. Seni yeniden burada görmek güzel." Bakışları karnıma indiğinde "Üstelik getirdiğin küçük sürprizinle." diye ekledi hafif bir neşeyle. Belli ki içinde bulunduğum durumda moralimi düzeltmeye, beni neşelendirmeye çalışıyor gibiydi. "Nasılsın?" "İyiyim demek adet olmuş." Çaresiz yanımı gizleme gereği bile duymuyordum artık. Çok yorgundum. Güçlü duramayacak kadar yorgun. Savaşamayacak kadar bitik. Elleri ceplerinde adam gerginliğimin farkında olduğunu gizlemeksizin "Duygularını anlıyorum." diye mırıldandı. Nereden anlayacaktı? Başına bu akıl almaz olaylar gelmeden beni nasıl anlayabilirdi ki, mümkün müydü bu? "Pietro kötü bir ikizin çıkıp intikam yeminleri ettiğinde yeniden konuşalım olur mu? Çünkü bu şartlarda beni anlaman pek mümkün değil." "Senin için yapabileceğim bir şey var mı?" Aramızdaki sessizliğin ardından sağ elim boynumda gezinirken burada boğulduğumu hissettim. "Aslında ben burada kalmak istemiyorum, Pietro. Burada nefes alamıyorum." "Neden böyle düşünüyorsun?" "Nasılını niyesini boş ver." Beni anlamaya çalışan adamın sorusunu geçiştirirken aklıma gelen çözümü onunla da paylaşmak istedim. Bana yardımcı olmasını umuyordum ama Valent'e rağmen yardım edeceğini daha doğrusu edebileceğini sanmıyordum. "Aslında sizin için sorun olmayacaksa bir süre Paola halayla kalabilir miyim? Düşük tehlikesi geçtiğinde bir otele yerleşirim, kendime yeni bir düzen kurana kadar." Pietro merakla kaşlarını çatarken şaşkın görünüyordu. "Lâl, sana böyle keskin şeyler düşündüren ne? Bu kadar olay oldu ama sen hiç böyle şeyler söylemedin." Kuşkuyla gözlerini kıstı. "Başka bir şey olmadığına emin misin?" Ona anlatsam ne değişecekti ki? Kuzenini, liderini atıp beni tutacak hâli yoktu ya. Valentino dokunulmazdı. Mutlak iradenin kendisiydi. O istediği her şeyi yapardı. İstediği kadınla yatardı. İstediğini öldürürdü. Onun verdiği bir kararı, söylediği bir şeyi sorgulamak kimsenin haddi değildi. Gerçekleri söylemem hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. "Bunların bir önemi yok artık, Pietro." Sağ eli düşünceli bir biçimde ensesinde gezinirken ofladı adam. "Annem seni misafir etmekten büyük zevk duyar ancak..." Söylemeye cesaret edemediği şeyi ben dillendirdim. "Ama Valentino buna izin vermez." O zorba pislik veni bu lânet olası deliğe tıkmıştı işte. Normal şartlarda bir saniye burada durmazdım ama söz konusu bebeğimin sağlığı olunca pısıp oturmuştum elim kolum bağlı. Bu zamana kadar hiç böyle çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Anneliğin fedakârlık gerektirdiğini ve hiç de kolay bir şey olmadığını ilk defa lafta değil de gerçek anlamda hissetmiştim. Bir kez daha beni bir çöp gibi bırakan biyolojik anneme kinlendim. Büyürken sürekli kızdığım üvey anneme ise tuhaf bir biçimde saygı duydum. Yetiştirme tarzı yanlış olabilirdi, ruh sağlığı bozuk da olabilirdi ama öz çocuğu olmadığım hâlde beni kendi evladı gibi bağrına basmıştı. Bunu herkes yapamazdı. Anneliğin ne kadar kutsal bir şey olduğunu iliklerime kadar hissederken tüylerim ürpermişti. Bana arkasını dönen öz anneme karşılık yanlış davranışlarına rağmen benden vazgeçmeyen üvey annem ağır basıyordu. Ne olursa olsun benden vazgeçmemişti. Beni kendi kızı gibi sevmişti. Belki sağlıklı olsaydı daha iyi bir anne olabilirdi ama şu şartlarda elinden gelen buydu. Öz kızının kendi yüzünden öldüğünü düşünerek deliren bir kadın, bana kendi çocuğu gibi kucak açmıştı. Annelik... Ne yüce şeydi. Çarpık kurallara meydan okuyan, kendi düzenini kuran bir şey. Bana yaptıklarına rağmen ona kızamıyordum bile. Öz annem bile beni bir çöp gibi atıp arkasına bakmamışken onun hasta hâliyle benim için elinden geleni yapması ister istemez ona saygı duymama sebep oluyordu. Yaptığı yanlışlara rağmen. Pietro'nun "Valentino'yu karşıma alamayacağımı tahmin ediyorsun, Lâl. O izin vermeden burada kuş bile uçamaz." sözüyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. "Yine de istersen kendisiyle konuşurum." Ümidimi yitirmiş bir hâlde "Bırak, boş ver." diye geçiştirdim. Bu evde kalmak bana acı verse de en azından bu oda dışında bir yerde kalmak acılarımı hafifletecekti. "Üzgünüm, Lâl. Yardımcı olamadım." "Boş ver, üzülme. Zaten ne yapabilirsin ki?" Pietro'nun izin isteyip odadan çıkması üzerine doğrulduğum yatağa yeniden gömüldüm. Tüm bu lânet olası şeyleri düşünmekten kurtulma umuduyla gözlerimi kapayıp zorla da olsa uyumaya çalıştım. Elimden gelen başka bir şey de yoktu zaten. Göz kapaklarım sanki üzerinde tonlarca ağırlık varmış gibi zorlukla aralanırken yatağın kenarında oturmuş saçlarımı okşayan adam görüş alanıma girdi. Valentino elimi tutmuş saçlarımı okşarken beni izliyordu. Kendime geldiğimde elimi geri çektim. Başımı başka yöne çevirdim. Yüzüne bakmak istemiyordum. Kendime itiraf edemediğim bazı gerçekler vardı. Onu hâlâ seviyordum. Lânet olsun ki onu hâlâ çok seviyordum. Ama içimde gram heves yoktu. İçim öyle kırgındı ki bunun sanki bir tedavisi yoktu. İyileşmesi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmış gibi hissediyordum. Benim tavrıma karşılık geri çekilse de oturduğu yerden kalkmadı. "Kendini nasıl hissediyorsun?" Soğuk ama bilgilendiren bir ses tonuyla "İyiyim." dedim kısaca. Yüzyıllardır uyumuyor gibi ilk defa biraz huzurlu uyumuştum ancak diğer yandan onun nerede olduğunu da merak etmekten kendimi alamıyordum. Azize. Neredeydi? Ya yine gelirse? Bunları düşünmemeye çalıştım. "Konuşabilecek durumda mısın?" "Evet." Dürüstçe ekledim. "Ama konuşmak istemiyorum." Uzun zamandır ilk kez gözlerimi onunkilere cesur bir biçimde diktim. "Çünkü konuşulacak bir şey kalmadı." "Lâl, konuşmadan aramızdaki sorunları nasıl çözebiliriz söyler misin?" "Şunu anla artık, bizim seninle konuşacak bir şeyimiz kalmadı Valentino. Biz diye bir şey kalmadı. Sen her şeyi bitirdin." Gözlerimin sulandığını hissetsem de dişlerimi sıktım. "Burada kalıyorum çünkü bebeğimin sağlığı tehlikede. Tehlike geçtiğinde burada kalmayacağım. Burada kalışıma başka anlamlar yükleme." Söylediklerim üzerine üzgün bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Hatalı olduğumun farkındayım, Lâl. Ve telafi etmek için çabalıyorum. Neden buna izin vermiyorsun? Sen hiç hata yapmadın mı?" "Yaptım, Valentino. Elbette ben çok hata yaptım sen de çoğunu biliyorsun. Ama sana hiç ihanet etmedim." Islak gözlerimi onun gözlerine sabitlediğimde kesin bir dille "Hiçbir zaman." diye tekrarladım. "Ne?" Yeniden uzanıp elimi tutan adam "Lâl, ihanet falan yok. Neden anlamak istemiyorsun?" diye söylendi. Kendi kulaklarımla duymasaydım inanabilirdim belki. Bebeği de alıp gitmemem için yalan söylüyordu, hatası yüzünden bebeğini kaybetmek istemiyordu. O an için aklıma başka bir ihtimal gelmiyordu. Yeterince karışıktı zaten kafam, bunları detaylı düşünemeyecek kadar yorgundum üstelik. Buraya gelirken yaşadıklarımı düşününce gözlerim doldu. Meğer ne büyük hayal kırıklıkları yoldaymış, beni bekliyormuş. Buraya ayak bastığımda anlamıştım. "Buraya, sana gelmek için çok savaştım Valentino. Türlü zorluklardan geçtim. Beni delirtmek istediler, senin olmadığına inandırmak istediler. İnanmadım. Senin bir yalan olduğuna, hayal olduğuna inanmak istemedim. Seninle yaşadığım hiçbir duygunun sahte olamayacağını düşündüm, buna inandım. Ben sana hep inandım. Aç kaldım, hırpalandım. Ateşlerin arasından ölümlerden dönüp de geldim. Ben tüm bunları yaşarken, bebeğimizi hayatta tutmaya çalışırken, mücadele ederken meğer sen burada gününü gün ediyormuşsun. Valent beni arıyordur, kurtarmak için her şeyini seferber ediyordur derken sen..." Hıçkırığım boğazıma düğümlendiğinde kendime gelmem saniyelerimi aldı. "Sen beni bu savaşın ortasında yalnız bıraktın." "Lâl..." "Herkes bunun hastalıklı bir şey olduğunu düşünürken ben aramızdakilerin gerçek bir şey olduğunu düşünmek istemiştim. Kendimle savaştım. Sana güvenmek istedim. Ama sen herkesi haklı çıkardın. Karşımızda duran herkesi haklı çıkardın. Meğer senin için ben veya bir başkası fark etmiyormuş, rüyalarındaki kadına, Andrea'ya benzeyen herhangi bir kadın olması yeterliymiş." "Lâl, bu doğru değil." Yutkundu. "Eğer öyle olsaydı seni bulmak için kendimle çatışmazdım, savaşmazdım. Gerçeğin peşine düşmezdim. Bana gösterilene inanır, hayatıma devam ederdim. Ama sen... Sen farklıydın her zaman benim için. Evet, kafamın karıştığını kabul ediyorum. Ben de insanım, hatalı davrandım. Ancak yaptığım hiçbir hata seni sevdiğim gerçeğini değiştirmiyor, Lâl. Sevdiğim kadının sen olduğun gerçeğini değiştirmiyor." Sağ eli yüzüme dokunduğunda büyülenmiş gözlerle bana bakıyordu. Şefkatliydi. "Senin bakışın, gözlerin, dudakların... Sana ait olan her şey çok farklı. Ayırt edememek benim hatam, doğru. Ama bu seni sevmediğim ya da senin yerine herhangi birini koyabileceğimi göstermiyor. Ben kafam karışıkken bile içten içe aradığım şeyin sen olduğunu biliyordum, hissediyordum. Sadece emin olmak için zamana ihtiyacım vardı. Bu zamanın seni yıpratacağını hesaba katmadım." Yüzümdeki eli önce boynumdan inip kolumda gezinirken "Beni cezalandır. Bana kız, bağır, kırgınlığını çıkar benden." dediğinde en sonunda karnıma ulaştı. "Ama bebeğimizi cezalandırma. Bizi cezalandırma. Aşkımızı cezalandırma. Her şeyi silip atma." İçim acıyordu. Beni gerçekten sevdiğine inanmak istiyordum. Buna öyle hazırdım ki. Yaşadıklarımdan sonra onun kollarına kendimi bırakıp yaralarımı sarmasını istiyordum yüzsüzce. İçimde en derin yaraları açan yine o olmasına rağmen hem de. Hiç gurur yok mu sende, diye bağırıyordu bana iç sesim. Yaptıklarına rağmen nasıl hâlâ böyle düşünebiliyordum? Hâlâ bana bakışları kalbimin hızla atmasına sebep oluyordu. "Her şeyi mahveden, silip atan sensin Valentino. Karnımda bebekle beni çaresiz bırakan da sensin. Şimdi olanlar yüzünden sakın beni suçlama." Söylediklerimin kırıcılığına rağmen vazgeçmeyen adam "Bunu bir yanıt olarak kabul etmiyorum." dedi yutkunduktan sonra. "Zamana ihtiyacımız var. Bunu atlatabiliriz. Birlikte aşabiliriz. Gerçek aşkın aşamadığı hiçbir şey olamaz. Ben aramızdakilerin, aşkımızın gerçek olduğuna eminim. Bunu sana zaman gösterecek." Daha kararlı ve güçlü bir tavırla ekledi. "Benim vazgeçmeye hiç niyetim yok, yeniden kalbini kazanmak için savaşacağım." Ayağa kalktı ve kapıya yönelmeden önce "Şimdi iyi dinlen. Birazdan Nina'nın getireceği tüm yemekleri bitirmeni istiyorum. Kontrol edeceğim." dedi yalnızca. O odadan çıktığında inadı beni sinirlendirse de içten içe vazgeçmemesi yüzsüz bir mutluluk veriyordu. Aptal gibi önüme serdiği sevgi kırıntılarına seviniyordum. Kendimden bile gizlediğim bir sevinç gururumu ayaklar altına alışımı yüzüme vuruyordu. Aşkta gurur olmaz gerçeği... Meğer ne sert bir tokatmış yüze vuran. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Görüşmeyeli nasılsınız? Sizi çok özledim, siz de beni ve hikâyeyi özlediniz mi? 😍 Bu bölümü cukurcunuuz , violetbluegreenred3 , sarejahja , kelebekgibiydiruhu , best_love12 okurlarıma hediye ediyorum! ✨ Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Valentino Lâl'e kendini affettirmek için neler yapacak? Onunla ilgili tahmin ve fikirlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Bu konudaki fikir ve düşüncelerinizi bekliyorum çünkü Valentino tahmin ettiğiniz üzere öyle vıcık vıcık romantik biri değil, bu yüzden Lâl'e kendini nasıl affettireceği de merak konusu, bu konuda beyin fırtınası yapabiliriz bence. 💋 Ve buraya da kesinlikle geleneksel hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini yazarsanız çok çok çok sevinirim. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |