@buzlarkralicesi
|
-15/2- ❝Valentino❞ Lâl'i güvenli bir şekilde eve bırakıp uslu durduğuna emin olduktan sonra -ki bu pek mümkün olmuyordu- Manrico ile bahçeye çıktık. Asi küçük bir kız çocuğu gibi davranıyordu. Bir kızımız olur da ona çok benzerse Tanrı yardımcım olsun. Onun bu başına buyruk hareketlerine alışıktım hatta zaman zaman hoşuma bile gidiyordu ancak şu durumda gözümün önünden ayrılmaması gerekiyordu. Özellikle son zamanlarda. Bizim gibi adamların hayatı her zaman tehlike içindeydi, bu doğruydu ancak Zita'yla ayrılığımızın ardından hem onun ailesini karşıma almıştım hem de onlara yakın aileleri. Zita hep bir gün ona döneceğimi, yeniden başlayacağımızı düşünmüştü, ailesini durduran şey de bu küçük umut kırıntısıydı. Ancak bunun olmayacağını, ona asla dönmeyeceğimi anlayınca ailesi de bana savaş açmaktan geri durmamıştı. Bu yüzden şimdi diğer zamanlardan daha tedbirli davranmalıydım. Lâl'in seçtiği zaman yaramazlık yapmak için doğru bir zaman değildi. Manrico elindeki mendille alnını silerken "Bu asi Türk kızıyla işin var. Luigi'nin anlattığı kadar varmış. Tam bir baş belası." diye Lâl hakkındaki ilk düşüncelerini söylemekten çekinmemişti. Alaycı ve rahat bir ifadeyle ellerim ceplerimde "Bu kadar milliyetçi olduğunu bilmiyordum." diye yanıt verirken dudağım kıvrıldı ve güldüm. Manrico açık yüreklilikle "Aslında, inatçılık konusunda bizden çok da farklı sayılmaz." diye itirafta bulunduğunda memnuniyetimi gizlemedim. Luigi'den daha politik davrandığı açıktı. Kısa bir an birbirimize bakıp kendimizi gülmemek için zor tuttuğumuzda Lâl'de en sevdiğim şeylerden birinin de bu olduğunu yeniden hatırlamıştım. İnatçılık. Başına buyrukluk. İlişkimizin başlarında en nefret ettiğim bu şeyleri bile bana sevdiren bu kadına âşıktım işte. Ne diyebilirdim ki? ❝Lâl❞ Yaramazlık yaptıktan sonra annesinden zılgıtı yiyip kollarını kavuşturarak oturmuş küskün bir çocuk gibi cam kenarından somurtarak bakarken arkamdaki koltukta oturan Wendy yine kafa ütülüyordu. "Kızım yalnız başına kaçmak ne? Beni bırakıp nereye kaçıyorsun? İnsan bir bana da haber verir." "Aynen, haber vereyim de git enişte, enişte diye Valent'in kuyruğuna koşup beni gammazla değil mi?" Kaşlarını kaldırarak "Valla yapmazdım diyemiyorum." yanıtını verdi dürüstçe. "Ama bak, yine yakalanmışsın. Allah aşkına sanki yakalanmayacağını bilmiyor muydun Lâl?" "Ne bileyim, daha önce bir iki kere fırsatını yakalayıp kaçtım diye yine kaçabilirim sandım." "Her defasında yakalanıp yine kendini burada bulduğun detayını atlıyorsun ama." Duraksadı ve merakla sordu Wendy. "Lâl, niye kaçmaya çalışıyorsun ki? Hem de her şey bu kadar yoluna girmeye meyilliyken." "Sorun da bu zaten, Wendy. Her şeyin yoluna girmesini istemiyorum artık. Çünkü her seferinde ona daha çok bağlanıyorum, o ne derse inanacak kadar aptallaşıyorum ama akabinde daha kötü bir şey olup suratıma bir tokat gibi çarpıyor. Artık bunlar olsun istemiyorum, ondan uzak durmak istiyorum." İmalı bakışlarını karnıma çevirerek "Bunun için bir tık geç kalmadın mı sence de?" diye sorarken sözleriyle telefonda beni sürekli bozan Wendy'nin yanımda olduğuna şüphe yoktu. "Neden bir şeyleri kontrol altına alıp yönlendirmeye çalışıyorsun ki? Akışa bıraksan ölür müsün?" Çaresizce omuz silkerken durgundum. "Bilmem, belki de ölürüm. Bu aşk belki de beni öldürür." "Arabeskleşme." Bilge bir ifadeyle "Aşktan ölen kimseyi tanımıyorum." diye eklerken kendinden emin görünüyordu. "Tekrar kaçmaya çalışayım falan deme. Zaten yakalanacağını biliyorsun. Ben şimdi mutfağa iniyorum, Nina özel menünü hazırlamıştır." "Yemekten sonra bahçeye çıkıp biraz yürüyelim mi?" Bana şüpheyle bakan arkadaşıma karşı tüm şirinliğimi takındım. "Söz veriyorum uslu duracağım." "Uslu durmaya birazdan gelecek olan yemeğini bitirmekle başlarsan düşünürüz." Göz kırparak odadan çıktı Wendy. Tebessüm ettim. Belki de Wendy haklıydı. Akışa bırakmak daha az yorucu olan yoldu belki. Bu zamana kadar dümeni biriyle paylaşmak, kontrolü ele almak içindi tüm savaş. Ve sonucunda yorulmuştuk. Gücü ve kontrolü paylaşmak yerine aşkı ve sevgiyi paylaşsaydık her şey daha farklı olabilir miydi gerçekten? Peki, yaşananları unutabilmem mümkün müydü? Azize yüzünden başımıza gelenleri bir kenara itip yaşayabilir miydik? Denemeden bilemezdik. Bense denemeye çalışmak için fazlasıyla yaralıydım. Kaçmak ve yeni bir düzen kurmak için Haldun abiden aldığım borç gelmişti aklıma. Ne doğru düzgün kaçabilmiştim ne de yeni bir hayat kurabilmiştim ama borcum duruyordu. Bunu bir şekilde halletmeliydim. Neler yapabileceğime bir bakmalıydım. O an düşünmeye başladım ve aklıma bir çözüm geldi. Telefonuma sarılıp Fuat eniştemi aradım. Telefonu hışımla açan eniştem sanki benim sesimi duymayı bekliyormuş gibi nefes verdikten sonra "Lâl?" diyebildi yalnızca. "Evet, benim enişte." "İyi misin? Neredesin?" "İyiyim, merak etme." Sağ elimle önüme gelen saç tutamını alıp kulağımın arkasına atarken "İtalya'dayım, Valent'in yanında." dedim. Rahatlamış bir biçimde nefes verirken "Şükürler olsun." diye mırıldandı. "Sen, bebek... İyisiniz." "İyiyim, merak etme." "Nasıl kaçtın Vural'ın elinden?" "Hallettim bir şekilde enişte, merak etme." "Bana neden gelmedin?" "Gelemezdim, senin de başını belaya sokamazdım. Zaten seni aradığım için başını belaya sokmak üzereydim. Kendi başıma hallettim bir şekilde. Her şeyi bir ara detaylı olarak anlatacağım ama şimdi başka bir konu var." "Söyle, dinliyorum." "Enişte ben menajerim Haldun abiden bir miktar borç almak durumunda kaldım. Şimdi o borcu geri ödemem gerekiyor." "Sen ne kadar borcun olduğunu söyle, ben hesabımdan aktarırım hemen. Dert ettiğin şey bu olsun." "Yok, yok hayır öyle bir şey değil senden istediğim." Birine olan borcumu başka birine borçlanarak ödeyecek değildim elbette. Gerçi Fuat'tan borç alsam da geri ödememe müsaade etmeyeceğini çok iyi biliyordum, geri ödeyemeyeceğim bir parayı da alamazdım. "Kasada annemin doğum günümde hediye ettiği kol saati var ya hani, o borcumu karşılar diye düşünüyorum. Onu nakte çevirip Haldun abiye borcumu öder misin? Kendisi istemedi ama benim yüzümden mağdur kalsın istemiyorum." "Merak etme, Lâl. Ben bu borç meselesini hallederim. Sen asıl her şey yolunda mı, gerçekten iyi misin onu söyle. Valentino ile her şeyi yoluna sokabildiniz mi?" "Ben de bebek de iyiyiz. Birtakım şeyler yaşandı, bu yüzden riskli bir hamilelik dönemindeyim. Ama iyi olacağım merak etme." Düşünceli bir ifadeyle devam ettim. "Valent'le her şey yoluna girdi mi... O tam olarak belli değil. Yani aramız limoni. Sadece sana söylemem gereken tek şey..." "Ne? Korkutma beni de söyle." "Enişte, Azize ölmedi. O yaşıyor." "Ne?" Telefonun diğer ucundaki adamın şok olduğuna emindim, sesinden de anlaşılıyordu zaten. "Nasıl?" Daha detaylı anlatacaktım ama şuan pek vaktim olmadığı için genel hatlarıyla buraya gelip yerime geçtiğiyle ilgili bazı şeyleri anlatabilmiştim yalnızca. "Sana söyleyebileceğim tek şey, Azize geçen bu süre boyunca sandığımız kadar masum kalmamış. Yaşadıklarını anlayabiliyorum ama başına gelen her şeyden dolayı öz ailesinden çok beni suçluyor, benden nefret ediyor. Yerine geçtiğim için benden nefret ediyor. Hayatımı mahvetmeye çalıştı, onun yüzünden ölümlerden dönmeme bile aldıracak durumda değildi. Çok öfkeliydi." "Delirmiş mi bu kadın? Sen onun yerine geçtiğinde küçük bir çocuktun. Ayrıca onun hayatını yaşarken başına gelmeyen kalmadı, aslında sana bir teşekkür ve özür borcu var." "Ama o bunların hiçbirini bilmiyor enişte. Aksine, beni bitirmek için intikam yeminleri etmişti." "Şimdi nerede peki?" "Valent kendisine oyun oynadığını anlayınca onu yakalatmış bildiğim kadarıyla. Şuan onu hiç kimsenin bilmediği bir yerde tutuyor." "Allah'ım, inanamıyorum. Neler olmuş böyle?" "Daha birçok şey oldu ama şuan hepsini anlatacak kadar uzun uzadıya konuşamayacağım enişte. Zaten çok yorgunum. Son zamanlarda olanlar o kadar yıpratıcıydı ki anlatamam. Ama daha sonra detaylı bir şekilde anlatacağım merak etme." "Tamam." Sonra durup bir an "Lâl." dedi Fuat ciddi bir ses tonuyla. "Dikkatli ol. Bebeğe de kendine de dikkat et. Azize'nin hayatta olması sandığımız kadar iyi bir şey olmayabilir. Hele ki sana bu kadar bilenmişken." "Biliyorum." Sanki hattın diğer ucundaki adam beni görüyormuş gibi başımı salladım. "Elimden geleni yaparım. Sen de Vural'a karşı kendini kollasan iyi edersin. Bana olan yakınlığından dolayı başını belaya sokmasından korkuyorum." "Sen onu merak etme, ateş olsa cürmü kadar yer yakar. Şimdi kapatmalıyım, adliyedeyim, bir davam var. Görüşürüz." Telefonu kapattığımda rahatlamıştım. Konuşmanın bu kadar uzayıp son dönemdeki derin mevzulara kadar ineceğini düşünmemiştim ama en azından borç meselesini hallettiğim için biraz daha iyi hissediyordum kendimi. Odama gelen yemeği uslu bir şekilde bitirdikten sonra Wendy'nin bana söz verdiği bahçe yürüyüşüne gitmeye hak kazanmıştım. Evin koruluklarında gezinip Wendy'yle sohbet etmek, ona hayatımla ilgili anlatmadığım ya da unuttuğum her şeyi anlatmak, güzel şeylerden konuşmak en az temiz hava kadar rahatlatıcıydı benim için. Wendy'nin beklenmedik sorusuyla afalladım. "Ya Valent seni aldatmadıysa? Yine de onu affetmeyecek misin?" Nereden çıkmıştı ki şimdi bu? Güzel güzel konular konuşurken. Beni aldatmadıysa. Onu affedecek miydim? Bilmiyordum ki. Luigi ve Pietro'nun söylediklerine göre beni aldatmamıştı. Tabii aldatmak tam olarak biriyle aynı yatağa girmek miydi? Tartışılırdı. Sonuçta o beni ilk etapta kısa bir anlığına bile olsa tanıyamamıştı. Kafası karışmıştı. Bu affedilebilir bir şey miydi? Bilemiyordum. Böyle bir durumda ne karar vermem gerektiğini bile bilemiyordum. Kalbimin sesini dinlesem affetmeye hazırdım çünkü Valent beni bu hayatta tanıdığım herkesten çok sevdiğini hissettirmişti. Bunun bir anlamı olmalıydı, değil mi? Öte yandan masallarda, kitaplarda, filmlerde izlediğimiz ve okuduğumuz aşkların aksine Valent beni kötü kopyamdan ayırt edememişti. Sanırım bu gerçek dünyaya beni uyandıran ve taşıyan bir kapıydı. Demek ki gerçek hayat masallardaki gibi olmuyormuş. Prens her zaman ayakkabısının teki uyan kadını prensesi yapmıyormuş. Bakar mısınız, masallarda bile prensler geri zekâlıymış. Sanırım erkekler hakkında değişmeyen tek şey buydu. Benim kararsız ve sessiz kalışım Wendy'yi cesaretlendirmiş gibi "Onu hâlâ seviyorsun değil mi?" sorusuyla kafamı karıştırması da cabası. Ne diyecektim ki? Birini sevdikten sonra onu unutmak, sevmekten vazgeçmek kolay mıydı? Artık sevmiyorum deseydim bu ne kadar inandırıcı olabilirdi ki? Karşımdakini kandırdım diyelim, kendimi kandırabilir miydim? Biri kalbinizi fena hâlde kırdığı hâlde onu sevmeye devam etmek kontrolsüzceydi, korkutucuydu. Yanlış hissettirse de vazgeçemiyordunuz. Ben onun ağlarına takılmış bir balık gibi bir o yana bir bu yana savrulurken bile onun sıcaklığında güven duyuyordum. Bu duyguyu karşımdaki kıza nasıl açıklayabilirdim ki? "Bayanlar?" O anki kurtarıcım, genel olarak ise tüm bunların sebebi olan adamın sesiyle az önceki soruyu yanıtlamaktan kurtulmuştum. Şimdilik. Sesin olduğu yöne döndüğümüzde Valentino arkamızdan elleri ceplerinde sakin adımlarla bize doğru geliyordu. "Umarım keyifli vakit geçiriyorsunuzdur." Bunun üzerine Wendy de durur mu, atladı tabii lafa. "Valla ne yalan söyleyeyim, çok iyi vakit geçiriyoruz eniş-" Cümlesinin devamını getiremeden dirseğimi böğrüne geçirerek susmasını sağladım. Ben adama mesafeli durmaya çalışırken en yakın arkadaşımın enişte diyerek onu daha da cesaretlendirip havaya sokması mantıklı mıydı Allah aşkına? Ne yapmaya çalışıyordu bu? Yediği dirseğin ardından bana gözlerini devirdi ama küçük bir öksürükten sonra hiçbir şey olmamış gibi keyifle devam etti Wendy. "Temiz havada yürüyüş gibisi yok." Valentino ise Wendy'nin tamamlanmamış kelimesini anlamayacak kadar aptal değildi, anlamıştı. Yüzünde bundan duyduğu memnuniyeti ve keyfi saklamıyordu. "Keyfinizi bölmek istemem ama Lâl'i biraz çalmak zorundayım çünkü kendisine göstermek istediğim önemli bir şey var." "Lafı bile olmaz." İkisi arasındaki ittifaktan çok da memnun sayılmazdım hatta sevgili dostum Wendy'nin ben dururken Valent'i tutmasına hafif bozuluyor da olabilirdim ama Valent'in bana göstermek istediği şeyi merak etmekten de geri duramıyordum. "Ne göstereceksin, anlamadım." "Gözlerinle görmeni tercih ederim." Peşine takılmam için beni bekleyen bakışlar attıktan sonra çok fazla tercih hakkım yoktu. Bir yandan ne göstereceğini merak da ediyordum. Arabaya bindiğimizde içimdeki merak git gide büyüyordu. Bir süre daha bekledikten sonra onunla konuşmaya çok meraklı olmamama rağmen ilk konuşan ben olmuştum. "Nereye gidiyoruz?" "Jet apronuna. Kısa bir seyahatimiz olacak." Konuşmama fırsat vermeden ekledi. "Merak etme, doktoruna danışılarak düzenlenmiş bir yolculuk planı bu." "Tamam da nereye gidiyoruz soruma hâlâ cevap alamadım." Hafif devirdiği gözlerinde tatlı bir sitem dolaşıyordu. "Biraz sabırlı olamaz mısın?" "Hayır, olamam." Ondan bir yanıt gelmeyince daha barışmadığım hâlde üst üste ikinci kez küstüm kollarımı kavuşturarak. Kendisiyse buna keyifli bir biçimde gülmekten fazlasını yapmadı. Küsme hamlem bir işe yaramamıştı. Jette küçük bir şekerlemenin ardından bir yere iniş sağlamak üzere olduğumuzu fark ettim. Burası tanıdık geliyordu ama nereye geldiğimize emin değildim. Bildiğim tek şey yolculuğumuzun kısa sürdüğüydü. Uykulu gözlerle "Nereye geldik, söylemeyecek misin?" diye sordum bıkkın bir ifadeyle. "Az kaldı." Asla açıklayıcı olmayan, beni oyalamaktan öteye gitmeyen cümlelerdi Valent'in kurduğu cümleler. Sabırlı ol. Az kaldı. Tamam da ne kadar az kaldı yani? Çatlayacaktım orta yerimden. Kısa bir araba yolculuğundan sonra nereye geldiğimizi kendi gözlerimle görmüştüm sonunda. Burası Sicilya'daki evdi. İyi de neden gelmiştik buraya şimdi durduk yere? Anlamak güçtü. Yanımda oturan adama dönüp "Niye geldik buraya?" diye sordum. "Sürprizim buydu." "Ne sürprizi?" Arabadan indiğimizde elimden tutup beni bahçeye soktu usulca. Elimi geri çeksem de bakışlarımı ondan ayırmadan yanıtını bekledim. O da elimi çekmemle ilgilenmekten çok uzaktı. "Bundan sonra burada yaşayacağız." "Ne?" "Pietro'ya o evde mutsuz anıların olduğunu, orada kalmak istemediğini söylemişsin." Bana döndü ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Seni temin ederim o evde, o odada, o yatakta düşündüğün hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey." Ses tonu kesin ve netti. Bakışları da öyle. "Ama onun dışında Napoli'deki ev sana yaşanan üzücü şeyleri hatırlatıyorsa orada yaşamak zorunda değiliz." Akıl tutulması yaşıyordum sanki. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Benim tek bir sözümle tüm düzeni buraya taşıması... Öfkemin büyük bir kısmının yerini şaşkınlık almıştı. Kafamı karıştırmıştı. "Niye yaptın ki bunu şimdi?" Dudaklarımdan plansız bir mırıltı çıkıvermişti. "Bu sorunun yanıtı çok basit değil mi?" Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi yüzümü ellerinin arasına almış adam gözlerimin içine bakarak yanıt verdi. "Seni seviyorum, Lâl." Benim için yaptıkları onu unutmaya çalışma çabamı bir anda çöpe atıyordu. Çünkü kalbim, ruhum onun olmaya dünden razıydı. Kendimle bile savaşırken onu nasıl unutabilirdim? Hem onunla hem de kendimle savaşırken. Çaresizce ağlarken buldum kendimi. "Bense seni sevmek istemiyorum." Yutkundum. "Çünkü bu bana çok acı veriyor artık." Kendimden utanmasam mızmız bir çocuk gibi oturup ağlayacaktım ve sesim de buna uygun bir mızıltıyla çıkmıştı. "Lâl, böyle olmak zorunda değil. Sen de biliyorsun." Cebinden çıkardığı kağıdı bana uzattı. "Bu Luigi ve Pietro'yla o gece Venedik'e uçtuğumuzun kanıtı, biletler." Kararlı bir yüz ifadesiyle ekledi. "Bu da yeterli gelmezse Azize'yle yüzleşmeni sağlarım." Yüzünde ona güvenmememin vermiş olduğu gücenme hissini sezsem de beni anladığını görebiliyordum. Güvenmemek için geçerli sebeplerim olduğunu o da biliyordu. Ama ilişkimiz çok fazla sınavdan geçmişti. Onun da bana güvenemeyeceği durumlara düşmüştüm. Hem de işin kötüsü bu durumlara kendimi sokan yine bendim. Islanmış gözlerimi kapayıp "Biliyorum." dediğimde rahatladığını ancak kısa sürede meraka kapıldığını anlamak zor değildi. "O hâlde sorun ne Lâl?" "Valent sen beni tanımadın, ben sana inanmadım. Sence de ilişkimizde temelden sarsıcı sorunlar değil mi bunlar? Meğer bunca zaman birbirimizi hiç tanıyamamışız, birbirimize hiç güvenmemişiz." "Böyle düşünmen ve hissetmen çok normal, Lâl. Ama bu, ilişkimizin şansı hak etmediğini göstermez. Yaşadıklarımız kolay şeyler değildi." Elleriyle yüzümü okşarken "Üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok, inan bana." diye mırıldandı ve burnunu burnuma sürttü. "Sadece bize biraz zaman ver." Onu dinlemeye karar verdim. Zaten şu durumda başka çarem var mıydı? Zaman vermekten başka ne yapabilirdim ki? Gitsem gidemiyordum. Kendimle bile savaşmak zorunda kalıyordum onu unutmaya çabalarken. Onunla ve kendimle olan kavgamda yorgun düşmüştüm. Ona olan sevgimi söküp atamıyordum öylece. Gurursuzca ve onursuzca geliyordu ama elimden gelmiyordu onu kalbimden çıkarmak. Kendimi unutmak pahasına da olsa onu sevmekten vazgeçemiyordum işte. Burun burunaydık, ciğerlerim onun kokusuyla dolarken başım dönecek kadar çok nefes almak istiyordum. Kokusunu özlemiştim. Herhangi bir yanıt vermedim, bir süre öylece sessiz kaldım. Onun da benden bir yanıt beklediği yoktu zaten. Elimi tutup "Gel benimle." dedi Valentino. Tekrar arabaya bindik. Sağ elimle gözyaşlarımı silerken burnumu çektim. "Yine nereye gidiyoruz?" "Soru sormaktan ne zaman vazgeçeceksin?" "Sen sormadan söyleyene kadar." "Hiç vazgeçmeyeceksin demek." İç geçirdi sakince. Sonra yüzüme dönüp baş parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. "Ağlamana dayanamıyorum." Bense "Ağlatmana dayanamıyorum." diye düzelttim sakin ve mesafeli bir tonda. "Nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?" Başını iki yana sallayarak "Hayır." yanıtını verdi. Kısa bir süre sonra sahilin önünde durduk. İndiğimiz yer sahilin kalabalıktan uzak, tenha bir köşesiydi. Neler olduğunu hâlâ anlayamayan bir ifadeyle elimden tutup beni sahile götüren adamı takip ediyordum. Sahilin ortasına geldiğimizde "Neden geldik buraya Valentino?" diye sordum hem meraklı hem de sıkılmış bir hâlde. "Yollarımızın kesiştiği zamanı hatırlıyor musun? Sana bir söz vermiştim." Merakla onu dinlemeye devam ediyordum. "Ölmeden önce yapılacaklar listesi tutuyordun." İç geçirerek ve biraz da sitemle ekledi. "Hepsi de birbirinden riskli maddelerden oluşan bir liste." Gözlerime baktığında "Yanımda kalman karşılığında ölmeden önce yapılacaklar listesindeki maddelerini gerçekleştirmene yardımcı olacağımı söylemiştim. Ama yaşananlar üst üste gelince doğru düzgün vakit bulamamıştık tüm bunlara." dedi ve başını hafif yan yatırdı. "Ben de gerçekleştirmek için bir yerden başlamamız gerektiğini düşündüm. Listedeki en risksiz maddeleri seçmeye çalıştım. Burada olmamızın sebebi de bu." Hangi maddeyi seçtiğini anlamaya çalışırken aklımı okumuş gibi ezberindeki maddeyi hatırlattı. "Madde 5 - Bir not yaz, şişeye koy ve denize at." Anlamış gibi başımı salladım. Ben uyurken çantam karıştırılıp listem bulunmuştu belli ki. "Sen benim eşyalarımı mı karıştırdın yine?" "Aynı odada olmamıza rağmen doğru düzgün yanına yaklaştırmadığın için bu kez Wendy'den yardım aldım." Evet, eşyalarım karıştırılmıştı ve bunu da Valent değil bizzat onun ajanı Wendy yapmış olmalıydı. Tabii ya, başka kim olabilirdi ki zaten? Ah Wendy. Ben sana sormaz mıyım? Sahilde bağdaş kurup oturmuş elimdeki not kağıdına içimden gelenleri yazarken istemsizce tebessüm ettim. Benim bile unuttuğum bu listeyi hatırlamıştı, beni mutlu etmek için, hayallerimi gerçekleştirmek için çaba gösteriyordu. Ona öfkeli olmama rağmen bu yaptığı içimi ısıtmıştı. Not kâğıdına "Hayata ve aşka bir şans daha ver!" yazıp dörde katladım ve şişeye koydum. Valent'in de ne yazdığını deli gibi merak ediyordum ama yiğitliğe bok sürdürmemek için soramıyordum. Birkaç kez çaktırmadan bakmaya çalışsam da hiçbir şey görememiştim ne yazık ki. Notu koyup kapattığımız şişelerimiz hazır olduğunda ayağa kalktık. Valentino "Hazır mısın?" diye sorduğunda evet manasında başımı salladım. "Aynı anda." diyen adamı takip edip onunla birlikte şişeyi atabildiğim kadar uzağa attım. İkimiz de şişeleri attıktan sonra birbirimize bakıp istemsizce güldük. O an tüm küskünlüklerden ve kırgınlıklardan uzakta eğlenen iki küçük çocuk gibiydik sanki. Dönüş yolunda yorgun ama mutluydum. Uzun zamandır ilk defa kafam bu kadar rahattı. Akışa bırakmış olmanın verdiği hafiflik öyle iyi hissettiriyordu ki anlatamam. Meğer her şeyin kontrolümüzde olması için uğraştığımız zamanlar ne kadar yorucu ve yıpratıcı oluyormuş, bunu bazı şeyleri rahat bıraktığımda daha iyi anlamıştım. Eve döndüğümüzde Luigi, Pietro ve Wendy'nin de geldiğini görünce yine sıcak ve kalabalık aile atmosferine kavuştuğum için memnundum aslında. Tabii insanları böyle başıbozuk bir biçimde peşimizde sürüklemeseydik daha iyiydi ama... Neyse. Kimsenin şikâyeti yok gibi görünüyordu. Odaya çıkıp bir duş aldığımda rahatlamış hissediyordum. Akşam yemeğine az bir zaman kalmışken telefonum çaldı, aşağıya inmek için hazırlanıyordum ama arayanın eniştem olduğunu görünce yatağa oturup telefonu açtım. "Alo, enişte." "Merhaba Lâl, nasılsın?" "İyiyim, teşekkürler. Sen nasılsın?" "Ben de iyiyim." Eniştemin durduk yere aramayacağını düşündüğüm için Haldun abiye ödenmesi gereken borçla ilgili bir şey söyleyeceğini tahmin ediyordum. Acaba bir aksilik mi çıkmıştı? Kasadan saati alırken yakalanmış mıydı ya da bir şey olmuştu da borcu ödeyememiş miydi? Tüm sorularımın yanıtını gecikmeden vermek için hevesliydi hattın diğer ucundaki adam. "Bugün borcunu ödemek için Haldun Bey'e gittim, Lâl. Saatini satmaya gönlüm razı gelmediği için banka hesabımdan havale çıkaracaktım ama Haldun Bey kabul etmedi." "Nasıl yani? Neden?" "Haldun Bey borcun ödendiğini söyledi." "Ne?" Kaşlarımı çatmış durumu anlamaya çalışıyordum. Borcum nasıl ödenmiş olabilirdi ki ? Kim yapabilirdi bunu? Bu ben, Haldun abi ve eniştem arasında bir konuydu, kimse bilmiyor sayılırdı. Kim yapmış olabilirdi? "Nasıl ya?" "Basbayağı." "Kim ödemiş peki söyledi mi?" "Söyleyeceğim ama kızıp saçma sapan bir şey yapma." "Enişte söyler misin?" "Valentino ödemiş." Tabii ya. Tahmin etmeliydim. "Tamam enişte, kapatıyorum şimdi. Konuşuruz sonra." Telefonu kapattığımda ne hissedeceğimi pek bilemiyordum. Valent'in bunu kötü niyetle yapmayacağını anlayacak kadar onu tanıyordum ama beni ilgilendiren ve benim halletmem gereken konulara böyle teklifsizce dalıp karar vermesi, benden habersiz ve beni ezip geçerek hayatım hakkında bir şeyler yapması sinirimi bozmuştu. Tam aramız biraz düzelir gibi olmuşken elbette gidip kavga çıkarmayacaktım ama gidip üslubunca bunu bir daha yapmaması için uyaracaktım. Ya kimi kandırıyordum ki ben? Basbayağı az sonra gidip kavga çıkaracaktım işte. Odadan çıkıp yardımcı kadına Valent'in nerede olduğunu sordum ve çalışma odasında olduğunu öğrenince de önümüze gelene bin tekme pozisyonunda gidip kapıyı çaldım, üstüne üstlük cevap beklemeden şafak operasyonu yapar gibi cart diye odaya giriverdim. Valent çalışma masasında oturmuş bana bakıyordu. "Merhaba." "Konuşmamız gerekiyor." "Bir sorun mu var?" "Evet, büyük bir sorun var." Sakinleşmeye çalışarak nefes aldım. "Valent sen ne yaptığını sanıyorsun? Tam aramız düzeliyor gibi oluyor, tam Valent beni anlamaya başlıyor diye düşünürken sen gidip hoşuma gitmeyen yeni bir şey yapıyorsun. Beni sinirlendiriyorsun." "Seni öfkelendirecek ne yapmışım, söyler misin artık?" "Sen ne hakla bana sormadan Haldun abiye olan borcumu ödeyebiliyorsun? Üstelik bunu beni ezip geçerek yapıyorsun!" "Ha, şu mesele." Elleri ceplerinde odada volta atarken başını salladı adam. "Lâl, bunda abartılacak ne var anlamıyorum." "Valent, bu evden gitmek için aldığım borcu sen ne hakla bana haber vermeden ödeyebiliyorsun? Ben birinden borç alırken sana mı güveniyorum sanıyorsun?" "Lâl, tabii ki böyle düşünmüyorum. Ama aşırı tepki veriyorsun ve bunu da hormonlarına bağlıyorum, üstelemek istemiyorum." Çalışma odasından çıkıp yatak odamıza doğru yürürken elbette kavgayı devam ettirmekten geri durmayan ben peşinden gitmiştim. "Hiçbir şeyime bağlama, Valentino! Böyle davranınca daha çok öfkeleniyorum. Bunun benim yapımla alakası var anlıyor musun? Benim sana ihtiyacım yok, bunu o kalın kafana sok!" "Bunu biliyorum!" Bu kez adam burnundan soluyarak bana bakıyordu. "Her seferinde kavga etmek için nasıl ustalıkla bir sebep bulabiliyorsun şaşıyorum doğrusu." Kavgamızı Valent'in çalan telefonu böldüğünde "Bu telefona bakmam gerekiyor." diyerek odanın ortasından geçen sürgülü kapıdan diğer tarafa geçti. İtalyanca bir şeyler konuştuğunu hayal meyal duysam da tam olarak ne konuştuğunu anlayamıyordum. Konuşma hararetli bir hâl aldığında az önceki öfkemden eser kalmamıştı. Yerini merak ve şaşkınlık almıştı. Yolunda gitmeyen bir şeyler mi vardı? Dikkatinizi çekerim, bir sorun mu vardı demiyorum çünkü sorunun âlâsı adamın evindeydi zaten. Bizzat kendimden bahsediyordum. Neler olduğunu merak ettiğim için sürgülü kapıyı aralayıp çaktırmadan bakıyordum ama konuştuklarından hiçbir şey anlayamıyordum. Henüz o kadar İtalyanca'm yoktu. Anladığım tek şey telefonla konuşurken Valent'in çok sinirlendiğiydi. Telefonu kapattıktan sonra öfkeyle duvarı yumrukladı. Daha sonra benim onu gözetlediğimi fark edince saklanmanın bir çözüm olmayacağını düşünüp dürüstçe sordum. Biraz da korkmuştum. "Valent, neler oluyor?" Yutkundu adam. Soğukkanlılığını koruyarak "Yok bir şey bebeğim, sen git yat. Dinlenmene bak." dedi yalnızca. Az önce delirdiğini görmemiştim sanki. Bir de çocuk avutur gibi yok bir şey falan diyordu. Vardı işte bir şey, söylese ölür müydü? Bu kez de ben az önce ona kızdığım şeyi yapıyordum, onun özel alanına girmemek için daha fazla bir şey sormadım. Ama içim içimi yiyordu. Neler oluyordu? ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Nasılsınız bakalım? YKS sınavına giren canlarım, sınavınız nasıl geçti ve nasıl hissediyorsunuz? Ve işte ben de yeni bölümle karşınızdayım! 💞 Neredeyse 30 Bin okunmaya ulaşmışız ve bu da benim inanılmaz mutlu ediyor, emeğinize sağlık! Bu bölümü gizemyeniklerr , asilaaaa88 , ozgemrm , Daphnedefne01 , rabiaolgun1 , yazyazidefo , darkisdark_ , NazanKabak5 , zehraakar158 , ccrawlingback2u , aysekl01 okurlarıma ithaf ediyorum. ✨ Bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Sizce Valent'i öfkelendiren şey ne, neler oluyor? Bununla ilgili tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Ve son olarak buraya geleneksel hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini, herhangi bir istek sahnenizi yazabilirsiniz. Sizleri aşırı aşırı çok seviyorum, sevgiler ve de bol kokulu öpçükler! ❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |