@buzlarkralicesi
|
-17/2- ❝Lâl❞ Sabah uyandığımda saat neredeyse öğlene geliyordu ve Valentino yatakta yoktu. Usulca yataktan kalktım, duşa girdim. Suyun altındayken hâlâ dün gece olanları düşünüyordum. Valent'in beni istemeyişini, reddedişini. Bir yanım büyüttüğümü düşünse de bu belki de önemli bir işaretti. Valent'in kafası karışmıştı belki. Yine. Günün sonunda kendimi bir erkeğin kafa karışıklığına anlam vermeye çalışırken bulacağım hiç aklıma gelmezdi. Duştan çıkıp bornozumu giydiğimde iç geçirdim. Aynadaki buğuyu silip yansımama baktığımda kendime güvenimin yerinde yeller esiyordu. Gerçi en son ne zaman kendime güvendiğimi, kendimi güzel ve sevilmeye layık gördüğümü hatırlamıyordum. Beni terk eden öz ailem ve beni istedikleri kalıba sokmaya çalışan üvey ailemin bende bıraktığı en belirgin iz de buydu belki. Kurban rolü oynamayı, sürekli kendime acımayı sevmiyordum ama elimde değildi, yaptığım tam anlamıyla buydu işte. Zaman zaman boşluğa düşüyordum. Mutlu ailelerin sıcak yuvalarında büyüyen çocukların çoğu, ailesinin karşılıksız sevgisiyle kendine güvenmeyi, kendini sevmeyi öğrenir. Ben bunu kazanamamıştım. Bundan sonra kazanabilir miydim, o da muammaydı. Odaya döndüğümde nar çiçeği rengi sade bir elbise giydim. Aynada umutsuzca kendime bakarken kapı çaldı ve yanıtımla içeri Wendy girdi. "Günaydın!" Benim aksime neşeli ve enerjik görünüyordu. Benimse cılız bir "Günaydın." çıktı dudaklarımın arasından. Saçlarımı topladım ve ellerim elbisemdeki kırışıklıkları düzeltmeye gitti. Gözlerim büyümüş karnıma ve aldığım kilolara takılı kalmıştı. Hadi biraz gerçekleri konuşalım, eskisi kadar güzel ve çekici değildim. O kadar esnek, tutku duyulacak kadın yoktu aynada. Sıkıntıyla "Kilo aldım." diye mırıldandım çaresiz bir derdi dile getirir gibi. Sürpriz bir haberi paylaşırcasına gözleri parlayan Wendy ise "Çünkü hamilesin." yanıtını verdi. "Lâl, sence de bu normal değil mi? Ne güzel işte, yavaş yavaş kilo alıyorsun. Sağlıklı, hamile bir kadın gibi." Aynanın önünde sessiz birkaç saniye geçirdikten sonra içimdeki melankoliyi geri itmeye çalıştım. Her gün bu insanlar benim dertlerimle mi ilgilenecekti Allah aşkına? İnsanların kendi hayatları var, Lâl. Kendi sorunlarınla insanları boğmaktan vazgeç. Şımarık bir kız çocuğu gibi davranmayı kes. Onaylar gibi başımı salladım. "Evet." dedim yalnızca. İkna olmamış gibi görünen Wendy kapıyı kapatıp içeri girdi. "Sorun ne?" "Erkekler eşlerini en çok ne zaman aldatırlarmış biliyor musun?" Wendy merakla yanıtı beklerken herhangi bir şey söylemesine fırsat vermeden kendi soruma kendim yanıt verdim. "Eşleri hamileyken." "Ne demek istiyorsun, Lâl? Anlamıyorum. Bir kullanma kılavuzun da yok ki okuyup derdini anlayayım." Az önceki sorusunu tekrarladı. "Lâl, sorun ne?" Bunu içimde daha fazla tutamayacağımı anladığımda çaresizce nefesimi bıraktım. "Valentino..." Yatağa oturduğumda yorgun hissediyordum. "Galiba artık beni eskisi gibi güzel bulmuyor Wendy. Beni istemiyor." "Bu da nereden çıktı şimdi?" "Dün akşam... İşte..." Ne kadar kıvransam da benim için bunu ifade etmek zordu. "Anla işte ya. Olmadı yani." Omuz silktim. "Ona yaklaşmaya çalıştım ama... Kibarca reddetti." "Lâl, bak kendimi tekrarladığım için bu cümleyi kurmak hiç hoşuma gitmiyor ama abartıyorsun." "Wendy birini seversen ona dokunmak istersin. Ona dokunmadan duramazsın. Bak belki de haklısın, abartıyorum ama o yüzde sıfır nokta birlik ihtimal bile beni öyle korkutuyor ki anlatamam. Valent'in artık beni istemediğini anlarsam dayanamam ben buna. Yeterince kuruntulu biri olduğumu biliyorum ama onu kaybetmekten çok korkuyorum." Sağ elimin tersiyle alnımı ovaladım. "Uzun zamandır birbirimizden uzaktık, beni özlemiş olması gerekirdi. Ama..." Wendy yatağın yanına oturdu ve bana sarıldı. "Saçmalıyorsun ama bir yandan da haklısın. Hamilelik hormonların, duygusallığın, sevilme ihtiyacın, yaşadıkların... Hepsi sana baskı yapıyor şuan. Kendini yıpratma, daha fazla kötü şey düşünme ve akışa bırak." Ayağa kalktı. "Hadi şimdi toparlan ve aşağı inip kahvaltı edelim." Başımı salladım. Zaten şuan yapabileceğim başka bir şey yoktu. Sakince kahvaltıya indik ve kız kıza kahvaltı ettik. Valent bütün öğleden sonra ortalarda yoktu. Onu merak etmekten kendimi alamasam da aramadım. Akışa bırakmaya buradan başlamalıydım sanırım. Normal şartlarda öfkelenir, kuruntularımı takıntı hâline getirir kavga ederdim. Ancak bu kez sakin ve dingin duruşuma ben bile şaşırmıştım. Ayrıca ortalığı kırıp döksem, kavga etsem ne değişecekti ki? Bugüne kadar neyi değiştirmişti? Kış bahçesinde ayaklarımı uzatıp biraz kitap okudum, etrafı seyrettim. Evin ücra bir köşesinde unutulmayı bekleyen eski ve sessiz bir eşya gibi öylece duruyordum. Öyle ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Önümdeki bahçenin tüm çiçeklerini, dizilimini ezberlemiştim sanki. Merdivenden çıkan ayak seslerini duysam da kimin geldiğini merak edip bakmadım. Öyle sessizce etrafı seyretmeye devam ettim. Sesin sahibi bana doğru yaklaşıp omzuma dokunduğunda göz ucuyla dönüp baktım. Valentino. "Burada tek başına ne yapıyorsun?" Sakince yanıtladım. "Hiç." "Sen iyi misin?" Bende bir tuhaflık olduğunu anlamıştı. Yanıma oturup bir cevap vermemi bekledi sakince. Ben de ona duymak istediği cevabı verdim gülümsemeye çalışarak. "İyiyim." Cevabıma karşı duraksadı. Elini alnıma götürdü. "Ateşin yok, hasta değilsin." Düşünceli bir biçimde bana bakmaya devam etti. Bir süre yanımda sessizce durduktan sonra emin olduğu bir şeyi dile getirdi ve bunu yaparken netti. "Lâl, iyi değilsin." Omzumu ovaladıktan sonra gözlerime baktı. "Neyin var anlat." Sesinde hem otoriter hem de arkadaşça bir ifade vardı. Ultra zihin okuma gücü olduğunu unutmuşum. Ağız tadıyla yalan dahi söyleyemiyordum. Onun sağlam ve ne istediğini bilen duruşuna karşı durmak zordu. Bu yüzden dürüst olmayı seçtim çünkü bu zamana kadar başımıza ne geldiyse yalanlar ve yanlış anlamalar yüzünden gelmişti. "Beni artık istemiyor musun, Valentino?" Dosdoğru sorduğum bu soru karşısında önce afalladı, sonra alayla güldü. "Seni artık istemiyor muyum? Ulu Tanrım, bu da nereden çıktı böyle?" Duraksadı. Şok olmuş görünüyordu. "Sen şaka yapmıyorsun." Yüzü duyduklarına inanamayan bir şaşkınlığı taşırken her şeyden habersizdi. "Sana bunu ben mi yaptım?" Sağ elim alnıma gittiğinde yorgunca iç geçirdim. "Valent, beni eskisi gibi sevmiyor olabilirsin. Eğer öyleyse lütfen bana söyle, olur mu? Sırf çocuğumuz olacak diye-" "Sırf çocuğumuz olacak diye mi?" Eliyle beni durdurdu. "Hey hey hey, biraz yavaş gidebilir miyiz? Sorunu tam olarak anlamalıyım." Sakin kalmaya çalışarak aniden ayağa kalktı. "Lâl, tüm bunlar bir günde mi oluyor? Hiçbir şey anlamıyorum, dün böyle bir konu bile yoktu. Nereden çıktı bu kuruntular?" "Valentino, bir yerden çıkmadı. Sadece his." Ilımlı yaklaşmaya çalıştım. Normal yırtıcı ve hırçın hâlimin tam aksine. "Belki de kuruyorum, olabilir. Ama sırf beni eskisi gibi sevmiyorsun diye çocuğunla arana girecek değilim. Sadece bana karşı dürüst ol. Şuan ya da ilerisi için söylüyorum bunu. Belki şimdi değil ama gelecekte beni sevmekten vazgeçersen ya da başkasını seversen bunu bana dürüstçe söyle." Anlayışlı bir ifadeyle ekledim. "Ben bunu anlayabilirim." Bunu söylesem de onun bir başkasını sevme ihtimali bile kalbime kramplar girmesine sebep oluyordu. Sanki o gün ölürmüşüm gibi hissediyordum. "Dün gece yüzünden, değil mi?" Bir yanıt vermediğimi gören adam her şeyi anlamış bir biçimde başını salladı. "Tabii, tam tahmin ettiğim gibi." Yeniden yanıma oturdu ve yanağımı okşadı. "Lâl, seni seviyorum. Seni tahmin edemeyeceğin kadar çok seviyorum. Bu duyguyu, bu aşkı bitirmeye hiç kimsenin, hiçbir şeyin gücü yetmez. Diğer kadınların? Hiç." Gözlerime bakarak net bir ifadeyle söylemişti bunları. "Anlıyor musun?" Ona inanıyordum. Gözler yalan söylemezdi. Söylememeliydi. Başımı salladım ama kekeleyerek söze girdim. "Ama ben tanıdığın o kız değilim artık. O güzel, zayıf, çekici kadın değilim. Bu sabah aynada kendime baktığımda anladım." Kucağımdaki parmaklarımla oynuyordum. "Belki de bu yüzden istemedin diye düşündüm. Beni artık arzulamıyordun." "Bu doğru değil." ❝Valentino❞ Lâl 'den duyduklarım beni şoka uğratmıştı. Onu istememek mi? Ah, Tanrım... Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? "Bu doğru değil." dedim dürüstlükle. "Lâl, senden uzak duruyorum ve inan bana bu benim için hiç kolay olmuyor. Hem de hiç." "Ben de seni isterken neden uzak duruyorsun o zaman Valentino? Anlamıyorum." "Çok zor şeyler yaşadın, Lâl. Doktor tehlikeli bir hamilelik döneminde olduğunu söyledi. Sence bu yüzden olabilir mi?" Bunu hiç düşünmemişti sanki. Yüzü aydınlanmış görünüyordu. Başını göğsüme yaslarken iç geçirdim. "Ah, seninle ne yapacağımı bilmiyorum. Gerçekten. Tam bir baş belasısın." "Biliyorum." "Ama vazgeçemediğim tatlı ve güzel bir baş belası." Şakayla karışık "Eğer bir kızımız olacaksa Tanrı yardımcım olsun, ikinizle birden baş edemem. Bu evden kaçmam gerekebilir." dedim. Güldü. "Valent." "Hayır, sakın cinsiyetçi olduğumu düşünme. Senin gibi biriyle daha baş edemem." Elleri yanaklarımı kavrayıp eskisi gibi ışıldayan gözleriyle bana baktı. "Tüm kalbimle biliyorum ki bir kızımız olursa ona da benim gibi âşık olursun." Gülümsedim. Haklıydı. Kendimi kız babası olarak düşünemiyordum. Uzattığım elimi tuttu ve alt salona indik. ❝Lâl❞ Duyduklarımla rahatlamıştım. Sorgulama gereksinimi bile duymadan inanmıştım Valent'in söylediklerine. Çünkü mantıklı gelmişti ve o bu konularda yalan söyleyen biri değildi. Her şeyi açık açık konuştuğumuz hâlde kuruntu yapmaya gerek yoktu. Aşağı indiğimizde Wendy ve Nina yemek hazırlıklarıyla ilgileniyordu. Pardon, Nina yemek hazırlıklarıyla ilgilenirken başında onu izleyen Wendy salatalık kemiriyordu. Bizi yan yana gören Wendy oh, Allah bereket versin bakışını atmıştı. Yemek hazır olduğunda Luigi ve Pietro da bize katılmıştı. Akşam yemeği güzel sohbetlerle sürüp giderken bir anda yarınki işle ilgili konular açılmıştı ve Valentino bana dönüp "Yarın Moskova'ya gidiyoruz." diyerek bilgilendirdi beni. "Ne?" Tam her şeyi yoluna koymuşken gitmek de neydi? Hem de Moskova'ya. Allah'ım, delirmem için hususi mi yapıyorlardı? İçimde anlamsız bir kıskançlık büyümeye başlamıştı bile. "Bazı iş toplantılarımız olacak ama çok sürmez, bir ya da iki gün." "Gitmek zorunda mısın, Valent?" Evet der gibi başını salladı. Ancak huzursuz olduğumun farkına varınca "Bir sorun mu var?" diye sordu hâliyle. E ben de aslında takıntılı manyağın tekiyim, sürekli sorun çıkaran biri olarak seni kıskandım ve şuan delirmek üzereyim diyecek değildim tabii. "Bir sorun yok çünkü ben de seninle geliyorum." "Ne?" Soru dolu bakışlarla "Neden?" diyerek benden yanıt bekledi. Buna gerek olmadığını düşünüyordu muhtemelen. Haklı da olabilirdi ama aklım orada kalsın istemiyordum. Rus kızları kaynayan bir otelde manyak bir kızın teki kafayı ona takarsa, odasına şampanya söyleyip sonra kötü emellerine alet ederse. Aman ya Rabbi! Durdum ve sadece iki saniye mantıklı düşündüm. Ne saçmalıyorsun Lâl Allah aşkına? Bir dur gözünü seveyim ya. Kendime güvenen bir yüz ifadesiyle "Doktor seyahat etmemle ilgili şimdilik bir sorun olmadığını söylemişti hatırlarsan." derken bunun yeterli bir cevap olmadığını ima edercesine bana bakan adama dürüstçe duygularımı dile getirmekten çekinmedim. "Seni Slav ırkı kadınlarıyla yalnız bırakamam Valentino, kusura bakma." Sanki bu dönemde çok mantıklı kararlar verebiliyormuşum gibi bir de Wendy "Helâl sana, yürü be!" diyerek gazlıyordu beni. Valent ise Slav ırkı kadınlarıyla ilgili söylediğim şeye başını öne eğerek hafif bir biçimde tebessüm etti. "Tanrım, Lâl... Saçmalama." "Ben de geliyorum, işte o kadar!" Israrım üzerine teslim olmuş gibi ellerini havaya kaldırarak durumu kabullendi. Kimse de kusura bakmasın, Rus kızlarının ne kadar güzel ve kışkırtıcı vücut kıvrımlarına sahip olduğu düşünülürse endişelerimin yersiz olduğu söylenemezdi. Yemek sonrası herkes odasına çekildiğinde biz de odamıza çıkmıştık. Ben aynada saçlarımı tarayıp toplarken Valentino üzerini soyup kolundaki saati çıkardı. Aynadan yansımasına uzun uzun bakarken ona yakalandım aniden. Bu kez geri adım atmadım, çenemi mağrur bir ifadeyle kaldırıp gözlerine bakmaya devam ettim, ona meydan okudum. Çarpık bir gülümsemeyle başını öne eğerken "Nina sana yarın için küçük bir bavul hazırladı." dediğinde sesinde imalı bir ton hissetmiştim. "Evet, ben kıskanç bir kadınım." Benden beklediği itirafı yapmıştım işte. Kıskanıyorum, duydunuz sayın Valentino Riccardo, şimdi mutlu musunuz acaba çok merak ediyorum. "Ama kimse haksız olduğumu söyleyemez, değil mi?" Yaklaşıp arkamdan sarıldı ve çenesini sağ omzuma koyuverdi. "Seni küçük kıskanç şey. Hâlâ anlamadın mı? Benim için dünyanın en güzel kadını sensin." Kollarını vücuduma sardı. "Senden başkasını gözümün görebileceğini nasıl düşünebiliyorsun anlamıyorum." Vücuduma sarılan ellerinin üzerine koydum ellerimi. Ona doğru dönüp dudaklarından öptüm. Nazikçe karşılık verdi. Dudaklarım dudaklarından boynuna doğru inerken merakla bana baktı. Bir an durup "Ne?" diye sordum. "Beni kışkırtmaya mı çalışıyorsun?" "Hayır." İddialı bakışlarla "Hiçbir zaman daha azıyla yetinmedim." yanıtını verdim. Ellerim çıplak göğsünde ve sırtında mekik dokurken dudaklarımla köprücük kemiklerine küçük öpücükler kondurmaya devam ettim. "Bana dokunmanı istiyorum." İçinde bulunduğumuz durum gereği benim onu yönlendirmem gerekiyordu çünkü ikimizin de iyiliğini düşündüğü için bana yaklaşmamak için çaba gösteriyor, hep geri duruyordu. Onun da beni istediğini biliyordum, bunu anlamak zor değildi. Soru dolu bakışlarına açıklama getirdim. "Merak etme, hiçbir tehlike yok." Bununla ve seyahat etmem gibi küçük konularda doktorumdan bilgi almıştım. Söylediklerimi onaylarcasına başımı salladım. "Yoksa beni istemiyor musun?" diye cevabını bildiğim bir soru sordum. Başka herhangi bir yanıt beklemeksizin dudaklarını boynumda gezdirirken kıyafetimin askılarına gitti elleri. İç geçirdi. "Ah, mia bella... Seni nasıl istediğimi tahmin bile edemezsin." Bunu kasıklarımın hemen üzerindeki ereksiyonundan anlamam hiç zor değildi. Askılarını indirdiğinde kıyafetim hızla yere süzüldü ve iç çamaşırlarımla kaldım. Elleri nazikçe sırtımı destekleyerek beni yatağa yatırdığında sabırsızdım. Ona hasrettim. En az beni özlediği kadar özlemiştim onu. Dili köprücük kemiklerimden göğüs arama kadar indiğinde heyecanla nefes aldım. "Hâlâ seni istemediğimi mi sanıyorsun?" O da tıpkı benim gibi yanıtını bildiği bir soru yöneltmişti bana. Ah, onu istiyordum. Onu tüm hücrelerimde istiyordum. Hemen. Şimdi. Elleri sütyenimin kopçasını çözüp kollarımdan çıkarırken ürperdim. Çıplak göğüslerim havayla buluşunca belirginleşmeye uçlarından başladı. Onun için hazırdım. Avuçları göğüslerimi bulduğunda başımı geriye attım. Bir heykeltıraşın heykeli, bir aşçının hamuru şekillendirmesi gibi yoğuruyordu göğüslerimi. Usta elleri masaj yapar gibi geziniyordu vücudumun her zerresinde. Bense yeniden hayat buluyordum sanki. Eğilip bacaklarıma öpücükler kondurdu ve dilini iç bacaklarımda usulca gezdirirken inlememe engel olamadım. Uzun zamandır ondan uzak olmanın sonucu olarak en ufak dokunuşunda onun için ıslanıyor, hazır oluyordum. Elleri küloduma uzandı, iç çamaşırımı yavaşça aşağı indirdi ve bacaklarımdan kurtardı. Bacaklarımın içinde gezinen dudaklarım sonunda durağını buldu ve bacaklarımın arasına konuşlandı. Ellerim saçlarına uzanırken vücudum bu gerilime dayanamıyordu. Bedenim tetikteydi. Bana her şeyi yapabilirdi. Benim, bedenimin ne istediğini çok iyi biliyordu. Bu çok tehlikeliydi ve bir o kadar büyülü. Sadece derin bir nefes çektiğini hatırlıyorum. Neredeyse bilincimi kaybetmiştim. Sarhoş gibiydim. Dili klitorisimin etrafında daireler çizerek ustaca gezinirken hassas noktama kadar geldiğinde titriyordum. Kontrolsüz inleyişlerimi koy vereli ise çok olmuştu. Ellerim adamın saçlarını çekiştirdiğinde "Ah, Valentino..." diye inledim. O ise hâlinden son derece memnun bir hâldeydi ancak başımı kaldırıp ona bakamıyordum. Bu hâliyle fazla erotikti. Uyarıcı bir ses tonuyla "Biraz daha inlemeye devam edersen kontrolü kaybedeceğim." diye mırıldandı. Belim zevkle kıvrılırken hâlâ kontrolü kaybetmediğine şaşkındım. Çünkü ben o dediği şeyi kaybedeli çok olmuştu. Diliyle hassas bölgemde daireler çizmeye devam ederken benimle kedi fare oyunu oynuyor gibiydi. Nasıl kıvrandığımı görmüyor muydu? İşini bitirmesini beklerken içim dışım, her yanım yangınlar içerisinde kalmış gibiydi. Bir damla suya hasret gibi bekliyordum. Sabırsızdım. Üzerime ağırlığını vermeden çıktığında dudakları göbeğimden göğüs boşluğuma doğru diliyle harita çizercesine ilerlerken boş bir anını yakalayıp ellerini tuttum ve yavaşça pozisyon değiştirip onu altıma aldım. O izin vermeseydi ve yardım etmeseydi yapabileceğim bir şey değildi ancak dikkatini dağıtarak bunu yaptığım için başka çaresi kalmamış görünüyordu. Üzerine çıktığımda kontrolü elime almıştım. Gözlerine baktım. Kulağına eğildim ve "Bu gece kontrol yok." diye fısıldadım. Işıl ışıl gözleriyle bana bakarken pantolonunun kemerini çözüp düğmelerini açmaya hazırlanıyordu. Usulca pantolonunu indirmeye başladığımda elim bu kez onun hassas noktasında durdu. Bu hamlem onun sesli bir biçimde nefes vermesine ve biraz da inlemesine sebep olmuştu. "Beni çıldırtmak mı istiyorsun?" Onaylarcasına başımı salladım gülerek. "Tıpkı senin de beni çıldırttığın gibi." İç çamaşırını da çıkardığımda serbest kalmıştı. Avcumun içinde ileri geri hareket ettirdiğimde nefesini tuttu. Onu yavaşça içime ittiğimde ikimizin de dudaklarından bir inleyiş kopmuştu. Sanki uzun zamandır kavuşmasını bekler gibi bedenlerimiz birleştiğinde benim soluğum kesilmişti, o ise iç geçirirken rahatlamış bir yüz ifadesiyle kısa bir an gözlerini kapadı. Hazır hissettiğimde kalçamı hareket ettirip içimde dolanmasına yardımcı oldum ancak dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi, kısa süre içinde vücudum uyuşmuştu sanki. Bunu anlayan adam elleriyle önce belimi kavrayıp hareket etmem için kalçamı ileri geri yoğururken yönlendiriyordu. Parmaklarım göbeğindeki ince tüylerde dolanırken hafifçe eğilip göbeğinden göğüslerinin sertliğine kadar dudaklarımı dolaştırdım. Dilim çenesini boylu boyunca karışlarken bu hamleye tutkuyla büzülmüş dudaklarım da eşlik ediyordu. Valent'in içimdeki hareketleri hızlandığında ona tutundum. Nefesim kesiliyordu ancak bir o kadar zevk doluydum. Soluk almaya çalışırken tarifsiz bir hisle gözlerimi kapadım ve inleyişlerimin bir sonu olsun diye alt dudağımı ısırdım ancak bir faydası olmadı. Valentino da benden farksız değildi. Yükselen sesiyle henüz kendi kontrolümü bile sağlayamamışken sesimizi dışarıya duyurmamak için sağ elimi ağzına kapadım. Nefes nefese "Ah... Yavaş ol, birileri duyacak." diyebildim yalnızca. Ağzına kapanmış elimi kenara çekip dudaklarıyla öptükten sonra yanıtı gecikmedi. "Onu beni baştan çıkarmadan önce düşünecektin, küçük baş belası." Bir süre daha içimde gidip geldiğinde ikimiz için de tarifsiz bir doyumla nefeslerimiz birbirine karıştı. Zevkle adamın gövdesine yığıldığımda iç geçirdim. Ellerim adamın göğsünde birleşirken "Bana neler yapıyorsun..." diye mırıldandım. Nefesini kontrol altına almaya çalışan adam "Ben de size aynı şeyi sormak üzereydim, Bayan Kıskanç." dedi tembel bir sesle. Yorgunca omuz silktim. "Evet, kıskancım. Ve haklıyım da. Hele ki senin gibi her milletten kadınla olmuş biriyle başım dertteyken." Güldü. "Evet, bu doğru. Ama bu milletler arasında son durağım bir Türk oldu, görüyorsun." Yenilmekten hiç de rahatsız gibi çıkmıyordu sesi. Bana yenilmeyi zevkli bile buluyor olabilirdi. İşaret parmağıyla burnuma dokundu. "İnatçı ve isyankâr bir Türk." Bense bu kadar açık konuştuğunu fırsat bilerek o an aklıma gelen soruyu sordum. "Peki, Rusya'da var mı birileri?" "Birileri?" "Bilmezden gelme Valentino!" Çıkışır gibi karşılık verdim. "Canım işte Rus bir eski sevgilin falan." Başımı kaldırıp yüzüne bakıyordum merakla yanıtını beklerken. Kaşlarını havaya kaldırarak rahat bir ifadeyle "Evet." dedi yalnızca. Olmasa şaşardım zaten. Herhangi bir detay vermedi. Belli ki ben sormadıkça bir yanıt vereceğe de benzemiyordu. Bense hayıflanmakla iğnelemek arasında bir ses tonuyla "Tabii ya, bu kadar kadınla olurken Rusları es geçer misin hiç?" diye söylendim. "Kimmiş bu kadın? Adı neydi?" "Lâl, gerçekten mi?" Hayretle bana baktıktan sonra hafif yargılar gibi başını iki yana salladı. "Detayları hatırlamıyorum." derken beni başından savmak ister gibiydi. Bense zehir hafiye gibi işin peşindeydim. "Adını hatırlıyorsunuzdur herhâlde, Don Valentino Riccardo." Onun adını vurgulayarak söylerken kendisini rahat bırakmayacağımı anlamış olmalıydı. "Katerina." "Ciddi bir şey miydi peki?" "Hayır, değildi." "Ne kadar sürdü?" "1-2 ay kadar." "Maşallah, detayları bilmemiş hâlin buysa bilen hâlini düşünmek bile istemiyorum." Sesimde şikâyetçi ve laf sokan bir hava vardı. "Öğrenmek istediklerini söyleyince neden suçlu oluyorum?" Memnuniyetsiz bir biçimde "Tamam, tamam. Suçlusun falan demedik sana, olmuş bitmiş bir şey sonuçta." diye söylendim. Kafamı kurcalayan son soruyu merakla dile getirdim. "Nerede peki şimdi, haber aldın mı hiç ondan?" Başını yorgunca yastıkta kımıldatan adam sıradan bir ses tonuyla yanıtladı. "Bilmem. En son Polonyalı bir adamla evlendiğini duydum. Varşova'ya taşınmışlar. Dmitri bahsetmişti, ona da Irina söylemiş." Normalde sorularımı kısa kısa yanıtlayıp başından atmaya çalışan adam son soruma detaylı cevapları verince içim rahatlamıştı. Benden bir şey saklamaması hoşuma gidiyordu. "Irina da tanıyordu demek." "Bizi o tanıştırmıştı." Alacağın olsun Irina, sen de mi Brutus? Aldığım yanıtlardan tatmin olduğumu düşünmüş olacak ki -yanılmış sayılmazdı- şansını denercesine "Tüm detayları öğrendiğine göre benimle Moskova'ya gelmekte ısrarcı mısın merak ettim." diye sordu. "Elbette geleceğim, Valentino. Sonuçta bir Katerina gider başka bir Katerina bela olur başımıza. Sanki başımızda başka belalar yokmuş gibi." Zita'yı kastettiğimi anlayan adam onaylarcasına başını salladı. "Beni sevdiğini biliyorum. Aldatmayacağını da. En azından bu kadarını öğrendim." Biraz daha sırnaşıp sağ elimi çenesinde gezdirdim. "Ama burada yalnız kalmak istemiyorum. Seni yeterince özlüyorum. Yakın zamanda seni kaybetme korkusuyla sarsıldım ve bu beni mahvetti. Olabildiğimiz kadar bir arada olalım istiyorum. O kadar ayrı kaldık ki, o kadar özledim ki seni, bir arada olmanın bokunu çıkaralım istiyorum." Son sözümle gözlerini kapatarak güldü adam. İşaret parmağıyla burnuma dokunduktan sonra "Eğer benimle gelmek istiyorsanız, gelirsiniz Donna." dedi yalnızca. Garipseyerek gülümsedim. "Donna?" Soru dolu çıkmıştı sesim. "Don Valentino Riccardo'nun müstakbel eşi olmanın bir ağırlığı vardır." Sesi her ne kadar ciddi olsa da şakayla karışık bana takıldığını hissettiriyordu. Kollarımı omuzlarına sararak gerindim ve adamın üstünde doğruldum. "Ne yapalım, onu da evlenince düşünürüz artık." Boynuna küçük tatlı öpücükler kondurduğumda iç geçirdim. "Bir daha istiyorum." "Öyle mi küçük hanım?" Gözlerini kısarak baktıktan sonra yumuşak hareketlerle beni altına aldı ve bileklerimi tutarak beni yumuşak esareti altına aldı. Kollarımı hareket ettirme kabiliyetim kısıtlıyken beni önce boynumdan öpücüklere boğarken daha sonra kollarımın içini hem dudakları hem de diliyle çizgiler hâlinde öpmeye başladı. Dudaklarını köprücük kemiklerimde bir yol gibi dolandırırken dili bir ülkenin sınırlarını hoyrat bir biçimde çizer gibiydi. Ürperdim ve kıpırdandım ama ağırlığını üstüme vermeyen adam otoriter bir kaş çatışla birlikte uyardı. "Hareket etme." Göğüslerime öpücükler kondururken dili beni kendimden geçirmeye yetecek kadar hafif dokunuşlarla oluklarımın etrafında daireler çizmeye başlamıştı. Diliyle göğüslerimin etrafında çizdiği daireler daralmaya başlayıp göğüs uçlarıma geldiğinde devreye dişleri girmişti. Diliyle ve dişleriyle kavradığı göğüs uçlarım öpülmekten pembeleştiği yetmiyormuş gibi bir de beni bir yerden elektrik alıyormuşum gibi titretiyor ve zirvede tutuyordu. Başımı yastığa iyice gömerken tatlı bir çaresizlikle kıvranıyordum. "Valentino..." İnledim. Elimden gelen tek şey buydu. Bacaklarımı bükmüş ve baştan aşağı vücudumu saran zevk dalgasına karşı koymaya çalışıyordum. "Ah..." Gittikçe sertleşen öpüşleri göğüslerimi yeterince sömürüp beni çileden çıkardığına emin olduktan sonra göğüs boşluğuma doğru inerken bakışları beni kontrol ediyordu. "Immm..." İç geçirirken benim zevk dalgasına kapılıp kendimden geçmem ve inlemelerime karışan yalvarışlarım umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Göbeğimden bel oluğuma kadar yumuşak geçişli öpücükleri ilerlerken kalçama küçük tatlı bir ısırık bıraktı. Bundan inanılmaz farklı bir zevk aldığımı hissettiğimde inanamamamıştım. Kalçam benden bağımsız havalanmıştı bile. Bundan fırsat bulan adam kalçalarımı avuçlayıp havalanmasını sağladı ve beni kendine çektiğinde iç bacaklarım ereksiyonuyla baş başa kalmıştı. Biraz eğildi ve hâlâ havada tuttuğu kalçalarıma yaklaştı. Dudakları bacaklarımın arasına eğildiğinde "Çok güzel kokuyorsun." diye fısıldadı. "Seni tatmak için sabırsızlanıyorum." Sanki daha az önce tatmamış gibi. Şaşkınlıkla mırıldandım. "Daha az önce tadıma bakmıştın. Nasıl bu kadar hazır olabiliyorsun?" Bunun sadece bana has bir şey olduğunu düşünmüştüm. Aslında belki de biraz hormonlarımın bana oynadığı bir oyun olduğunu falan. Ama şuan utanmazca avuçladığı kalçalarımı bir hamur gibi yoğururken dudaklarıyla kasıklarımı mest edici öpücüklere boğan adam benden pek de farklı görünmüyordu. İşine kısa bir ara verip dudakları arasından "Sana doyamıyorum." mırıltısı çıktı. Öpücükleri arasında kısa molalar vererek devam etti. "Dua et yarın uçuşumuz var. Ve dua et, hamilesin. Yoksa..." Dişiyle kadınlığımın dudağını tatlı sert bir şekilde dişleyip araladığında "Ah... Valentino..." diye inledim çaresizce. İçimde acı ve zevkle paralel ilerleyen tuhaf ve tarifsiz bir duygu vardı. Tam olarak o an cümlesinin devamını az çok tahmin edebiliyordum aslında. Dili araladığı dudağın arasından girip profesyonel hamlelerle içeri girip çıkıyordu ve beni olduğum yerde tuhaf bir hisle kıvrandırıp duruyordu. Kısa süre sonra cümlesinin devamını getirdi. "Yoksa seni rahat bırakmazdım." Bir adım atmasaydım benden uzak duran, içinde bulunduğum durumda bana zaman tanıyan kibar ve anlayışlı adam beni bir miktar ürkütebilirdi. Acaba artık beni yeterince arzulamıyor mu diye triplere bile sokmuştu beni, saklayacak değildim. Ama şuan beni zevkten kıvrandıran tutkulu, hırçın ve ne yaptığını iyi bilen hamaretli adam beni en az benim onu istediğim gibi arzuladığı gerçeğini çekinmeden gözler önüne seriyordu. Ellerim saçlarını tatlı bir telaşla çekiştirirken "Bırakma o zaman." diye mırıldandım. İçimde yükselen dalgaya engel olamadan kayganlaşmıştım. Kan ter içindeydim. Cennetle cehennemin arasında gibiydim. Araftaydım. Tuhaf bir histi bu. Beni bir anda alevlerin, kızgın kumların arasından serin sulara bırakan bir duyguydu. Tarif edilemez bir haz veriyordu. Beni kâğıt bir bebek gibi taşırken kalçamı sağ eliyle havada tutan adam çok geçmeden yerinden doğruldu ve en hazırlıksız olduğum anda aniden içime girdi. Bu öyle ani, sert, tekinsiz ve acıyla zevki aynı anda yaşatan bir histi ki ayaklarımı yerden kestiği için beklenmedik bir biçimde inlemeyle karışık kontrolsüz bir çığlık koptu dudaklarımdan. Bundan zevk alır gibi gülerek başını sallayan adam "Gürültü yasağına ne oldu?" diye sordu kinayeli bir fısıltıyla. Az önce ona sessiz olması konusunda yaptığım uyarıyı silah olarak kullanıyordu. Bense bunun ardından alt dudağımı ısırarak sesimi kısmaya çalışmaktan bir hâl olmuştum. Kalçam havalanmışken sanki gökyüzünde bulutların üstündeydim, uçuyordum. O ise içime yaptığı darbeyle beni güçsüz ve etkisiz kılıyordu. İleri ve geri hareketlerini öyle kontrollü ve bilinçli bir şekilde kullanıyordu ki bir an yavaş ilerlerken hedef şaşırtıp hızlanıp sertleşebiliyordu. Onun altında kıvranmaktan tükenmiştim. Nefes alışverişlerimi kontrol altına almakta güçlük çekiyordum. Derinlerime ilerleyen her hamlesinde bir inleyiş boğazımda düğümleniyor ve benden izinsiz dudaklarımı zorlayarak çıkıyordu. Nefes nefese "Valentino..." diyebildim yalnızca. O an yalnızca adını inleyebiliyordum, yapabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Bir eli bileklerimi sabit tutarken diğer eli kalçamı havada tutuyor ve içime, derinlerime girip çıkıyordu. Bu his anlatılamayacak kadar baştan çıkarıcı, kışkırtıcı ve yaşadıkça daha fazlasını istememe sebep olan bir duyguydu. Altında çaresizce kıvranırken daha fazlası için ona yalvarıyordum. Esaretin ve çaresizliğin verdiği o tahrik eden duyguyla kontrolün üstümdeki adamda olduğunu hissetmenin verdiği güven çarpışıyordu. İçimdeki varlığı sürüp derinleştikçe sakin kalmam çok zordu. Göğüslerimi hoyratça emerken adamın dikkat dağınıklığından faydalanarak bileklerimden önce birini kurtardım ve adamın çenesine yerleştirdim. Kurtardığım diğer elim ise istemsizce adamın kalçasına gitmiş ve sert bir şekilde onu daha derinlerime itmeye çalışıyordu. Daha hızlı ve daha derine. Tek istediğim onu içimde daha fazla hissetmekti. Yanıp kül olurken onun içime boşaldığını hissedince rahatladım ve kendimi yorgunluktan bitap düşmüş bir biçimde geriye doğru bıraktım. Ellerim yanaklarında birleşmişken içimden çıkan adam burun buruna nefesini kontrol altına almaya çalışıyordu. Ağırlığını bana vermeden üzerimde havalanan adam büyük bir hipnotizeden sonra kendine gelmiş gibi hâlâ biraz hızlı nefes alıp veriyordu. Bana göre iyiydi, ben tam anlamıyla nefes nefeseydim ve kendimden geçmiştim. Saçım başım dağılmıştı. Dikkatli bir biçimde yüzüme baktı. "Kontrolümü kaybettim." diyerek nefesini bıraktı. "Canını yakmadım, değil mi?" Yutkunarak başımı iki yana salladım. Üzerimden kalkıp yanıma yığılan adamın dudaklarına bir öpücük kondurdum. Dilim damağım kurumuştu, komodine uzanıp bir bardak su içtim. Sonra "Dua et yarın uçuşumuz var. Yoksa seni rahat bırakmazdım." diyerek sözlerini kendisine iade ettim. Başını yastığa bırakan adam tanıdık bulduğu bu sözler üzerine güldü ve beni kollarına çekti. Başımı göğsüne yasladı. "Hadi, uyu. Sabah erken kalkmamız gerekecek. Yeterince yoruldun. İyi dinlenmelisin." Saçıma bir öpücük kondurdu. Bense uzun zamandır ilk defa kendimi bu kadar huzurlu hissederken yorgun bir ses tonuyla "Valentino... Seni seviyorum." diye mırıldandım. "Biliyorum, sevgisiz büyüyen biri olarak bazen küçük şımarık bir kız çocuğu gibi davranıyorum. Zaman zaman sabrını zorluyorum.Olmadık şeyleri uzatıp seni kızdırıyorum, üzüyorum, kavga çıkarıyorum. Ama seni çok seviyorum. Hepsi bu yüzden." Saçlarımı okşayan adam iç geçirdi. "Başımın belasısın, bu doğru. Tanrı yardımcım olsun." Keyifle ekledi. "Ancak hiç şikâyetçi değilim. Ben seni bu hâlinle sevdim." Saçlarımdan aşağı inen elleri şefkatle omuzlarımı okşuyordu. "Ben de seni seviyorum, Lâl." Ses tonu aniden uyaran hatta tatlı tatlı azarlayan bir tona bürünürken "Şimdi derhâl gözlerini kapat. Uyumadığını görürsem fena olur." dedi yalnızca. Otoriter ses tonuna karşılık belki de ilk defa uysal davranıp gözlerimi kapatarak onu şaşırtacaktım. İçimde tarif edilemeyen bir huzur vardı ve bu huzurun sonsuz olmayacağını düşünmek istemiyordum. Bunun beni korkutmasına izin vermeyecektim. İçimdeki mutluluk düşmanı canavara meydan okuyordum. Huzurumu sürdürerek ve kollarında olduğum adama iyice sokularak uyudum. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Nasılsınız? Yeni bölümün gelişine sevindiniz mi? Sizleri bekletmemeye çalışıyorum, umarım başarıyorumdur. ❤️ Bölümümüzü mabelanddipperxzs , ozgemrm , Rose_Rain26 , seyda4941 okurlarıma ithaf ediyorum! ✨ Bu hikâyeyi nereden buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Ayrıca hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazarsanız çok aşırı mutlu olurum. 💞 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |