Yeni Üyelik
30.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 19/1

@buzlarkralicesi

-19/1-

❝Lâl❞

Gözlerimi araladığımda hava henüz yeni yeni aydınlanıyordu ve Valentino yanımda uyuyordu. Bu sabah biraz erken uyanmıştım anlaşılan. Bir türlü uyku tutmamıştı. Dünkü olaydan dolayı huzursuz hissediyordum. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ve Valentino benimle asla paylaşmıyordu. Anlatmayarak beni bu huzursuzluktan uzak tutabileceğini düşünüyordu ama çok yanılıyordu. Ben kör ya da sağır değildim. Her şeyi görüyordum, duyuyordum, anlıyordum. Belki benimle paylaşsa her şey daha kolay olabilirdi.

Onu uyandırmadan yavaşça yataktan kalktım ve banyoya girdim. Ilık bir duş beni kendime getirdi. Askılı ve önü hafif büzgülü buz mavisi uzun bir elbise giydim. Kuruttuğum saçlarımı tarayıp açık bıraktım. Tüm bunları yaparken yataktaki adam uyanmış yerinden doğrulmadan beni izliyordu. Onu fark ettiğimi görünce dirseğinde yükselip gizli saklı değil göstere göstere izlemeye başladı. Bense küpelerimi takarken gülümsedim. "Günaydın." Bakışlarım sargılı eline gittiğinde yüzüm düştü. "Ağrın var mı? Nikolai'den ağrı kesici getirmesini isteyebilirim. Ecza dolabında kalmamış çünkü."

Başını iki yana salladı. "Buna gerek yok. Acımıyor." Ayartıcı bakışıyla çarpık bir gülümseme gönderdi aynadaki yansıması. "Canım acırsa da bildiğim çok iyi bir ağrı kesici var."

Güldüm yalnızca. Ancak kafamı kurcalayan düşüncelerden kurtulamıyordum bir türlü. Öte yandan Valent'le konuşmadığımız daha birçok şey vardı. Ayrılmamıza sebep olan yanlış anlamaları konuşmaya fırsat bulamamıştık bile. "Valent, sence de konuşmamız gereken şeyler yok mu?"

"Dünkü konuyu tekrar açacaksan-"

Çekingen bir ifadeyle "Yok, hayır." diye karşılık verdim. "Onu sorsam da anlatmıyorsun zaten."

"Bebeğim, üzülmene değecek bir şey yok." Duraksadı ve merakla sordu. "Konuşmamız gereken başka ne var?"

"Kaza, rüyaların..." Usulca yürüyüp yatakta doğrulmuş adamın karşısına oturdum. Artık öğrenmesi gereken gerçekleri bilmeliydi. Gizli saklı hiçbir şey kalsın istemiyordum. "Valentino, Andrea konusunu öğrendiğimde... Yani girmemem gereken o odaya girdiğimde senin hakkında çok farklı düşüncelerim vardı." Nihayet dürüst bir şekilde birbirimizi dinleyerek konuşabiliyorduk. Bunun için başımızdan öyle felaketler geçmişti ki. Keşke daha önce olsaydı diyemiyorum çünkü belki de birbirimize bu kadar bağlanmamız için başımıza bunların gelmesi gerekiyordu, bilemiyordum. Ancak artık Valentino'dan hiçbir şey saklamak istemiyordum. O hayatımın geri kalanını geçireceğim adamdı. Birlikte aile kurmak üzere olduğum adam. "Senin takıntılı, saplantılı bir psikopat hatta belki de bir narsist olduğunu düşünmüştüm. Korkmuştum. Çünkü bu sağlıklı değildi. Bana karşı öyle mükemmel davranıyordun ki arkasından mutlaka maskeyi çıkardığında bir canavar çıkacağına kendimi inandırmıştım. Sevgi, sevmek ve sevilmek nedir tam bilmediğim için de afallamıştım. Bu durumu sağlıklı değerlendirememiştim."

"Haklıydın belki de. Böyle düşünmene sebep olabilecek çok şey yaşadık."

Başımı salladıktan sonra devam ettim. "Sonra sen vurulduğunda, beni senin düşmanlarından korumak için Türkiye'ye götürdüklerinde başkan geldi. Kaldığım daireye girdi."

"Ne?" Gözlerini kıstı şaşkınlıkla. "Oraya nasıl girebilir?"

Buna çok da şaşırmamış bir biçimde yanıtladım. "O istediği her yere girer, konumuz bu değil." Sakinlikle anlatmam gerekenlere odaklandım. "Sana yıllar önce Batur'la bir kaza geçirdiğimizi anlatmıştım, hatırlıyor musun?" Onaylarcasına başını sallayan adama karşılık devamını getirdim. "Başkan bana o kazayı yaptığımızda karşımızdaki arabada senin olduğunu söylemişti. Onun söylediğine göre o kazada senin parmağın varmış, bile isteye yapmışsın, aracımızın frenlerini boşaltmışsın. Sen öyle psikopat biriymişsin ki kendi canın pahasına da olsa bu tuzağı düzenlemişsin." Beni dikkatle dinleyen adamın tepkisini ölçmeye çalışıyordum ama gözlerini kırpmadan yalnızca beni dinliyordu. Yüzünde hiçbir ifade kırıntısı yoktu. Kızgınlık. Şaşkınlık. Hiçbir şey. "İlk başta buna inanmadım tabii ki. Bana davranışların, üstüme titreyişin... Bunlar yalan olamazdı. Başkan yalan söylüyordu. Ama aklımda küçük bir şüphe belirmişti ve bundan kurtulamadım. Sonra Zita'nın söyledikleri... Luigi'ye kazayı sorduğumda inkâr etmeyince herhâlde doğru diye düşündüm. Sen de sürekli bilmediğin karanlık bir yanım var deyip duruyordun. Bir mafya olduğunu bildiğim hâlde bu cümleyi kurup durman şüphelerimi körükledi. Kafam karıştı. Aklım bulandı."

Valentino sakinlikle beni dinlerken söylediklerimin arasından cımbızla dikkatini çeken kelimeyi çıkarıp önüme koydu. "Luigi?"

"Aslında onun da tam olarak bir suçu yok. Kazayı sordum, inkâr etmedi. Ama senin düzenleyip düzenlemediğini sormadım, o da bu konuda daha fazla konuşamam, buna yetkim yok deyince..." Sağ elimi saçlarımın arasından geçirip ofladım. "Offf, biliyorum Valentino. Çok aptalca davrandım. Ama başkan beni... Yani... Kafamı karıştırdı anlıyor musun? Onun insan üzerinde böyle bir etkisi var. Kötü biri olduğunu bildiğin hâlde seni öyle manipüle ediyor ki neye uğradığını şaşırıyorsun. Değil sevdiğin adamdan, kendinden bile şüphe ediyorsun." Başımı iki yana salladım suçlulukla. "Yine de bu yaptıklarımı haklı çıkarmaz, tüm sorumluluğu üzerime alıyorum."

"Lâl, saçmalama."

"Ona inanıp neredeyse sana ihanet etmek üzereydim. Odana-"

Gözlerini kapayarak başını aşağı yukarı salladı. "Lâl, biliyorum."

"Neyi biliyorsun?" Ben şaşkınlıkla ona bakarken neden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.

"Odama dinleme cihazı koymaya çalıştın ama sonra vazgeçip çöpe atmışsın. Bundan haberim olmayacağını mı sandın?" Sakinlikle devam ediyordu. "Biliyordum. Denedin ama yapmadın, yapamadın. Başkanın ajanlığını yapmayı, sevdiğin adama ihanet etmeyi reddettin. Senin yerinde başkası olsaydı çok farklı bir tepkiyle karşılardım ama sen..." Yanağımı okşadı. "Senin neyi yapıp yapamayacağını senden daha iyi biliyorum, Lâl. Seni çok iyi tanıyorum." Başını yana yatırarak ekledi. "Hem beni gerçekten yok etmek isteseydin ayrıldığımız hâlde başkanın bize suikast düzenlediği haberini Luigi'ye uçurmazdın, değil mi?"

Ona baktığımda çok farklı hissediyordum. Sanki röntgenimi çekiyormuş gibi. Gerçek anlamda beni benden bile iyi tanıdığını hissedebiliyordum. "Dinleme cihazını koyarken başkanın söylediklerine inanmıştım, kazada parmağın olduğuna, canımıza kast ettiğine... Ama yine de... Yapamadım, Valentino. Yanlış olduğunu biliyordum ama yine de seni seviyordum. Bana yaptığını sandığım şeylere rağmen hâlâ sana âşıktım, buna engel olamıyordum." Duraksayıp başımı öne eğdim. "Bebeği aldırdığım yalanını söyleyip seni kendimden uzaklaştırırken de duygularım aynıydı. Seni kendimden uzaklaştırmam gerektiğini biliyordum ama sana zarar gelmesine izin veremezdim, buna dayanamazdım. Seni kaybedemezdim. Seni uzaktan da olsa hep seveceğimi, içimden senin aşkını söküp atamayacağımı anlamıştım artık."

Yanağımı okşayan dalgın elleriyle sayıkladı adam. "Ah, mia bella..." Büyüleyici bakışları içime akıyordu sanki. "Aşkın doğasında olmayan belki de tek şey sağlık. Aşkın kendisi sağlıksız bir doğaya sahiptir." Alt dudağını diliyle ıslattıktan sonra "Ben seni rüyalarımda gördüğüm için o kazayı yapmadım. Ben o kazayı yaptıktan sonra seni rüyalarımda görmeye başladım. Ve seni her yerde aradım. Her taşın altında. Gittiğim her ülkede, her şehirde, tüm ücra köşelerde..." dedi. Kadife gibi bir ses tonuyla konuşuyordu ve bu benim başımı döndürmeye yetiyordu. "Bu kaderin çağrısı. Orada buluşmamız, çarpışmamız... Her şey kaderin bir parçası. Öngörülemez bir biçimde hayat bizi birbirimize çekti. Kader bir şekilde karşılaşmamızı istiyordu ve karşılaştık." Bir şeyi itiraf eder gibi başını hafif yana yatırdı. "Evet, başlarda kaza konusunu ben de bilmiyordum. Seni o kazada gördüğümü, sonra aklımdan çıkaramadığımı... Doktor bile bunun kaza sonrası travmatik bir etki olduğunu, aslında hiç olmayan bir kadını rüyalarımda gördüğümü, halüsinasyonlardan öteye gitmediğini söyledi ama geçmedi işte." Elinin tersiyle omzumdan aşağıya doğru kolumu okşadı. "Buradasın, karşımdasın. Gerçeksin."

Sarıldım ona. Aramızda bizi ve ilişkimizi yıpratacağını düşündüğüm bir yalan kalmamıştı. "Seni seviyorum. Bu delilik olsa bile seni seviyorum, Valentino Riccardo."

"Aşkın kendisi delilik." Sırtımı okşarken "Ben de seni seviyorum." diyerek iç geçirdi. "Tahmin edemeyeceğin kadar." Nazikçe benden uzaklaştı. "Ama biraz daha yakınlaşırsak seni temin ederim bütün gün bu yataktan çıkamayacağız, beni buna zorlama."

Usulca ayağa kalktım. "Bu kadar tembellik yeter zaten." Karnıma dokunurken çocuksu bir tavırla ekledim. "Bizim karnımız acıktı."

Yataktan kalkan adam arkamdan bana sarılıp karnıma dokundu. "Hemen karnınızı doyuralım."

Aynada son kez kendime bakarken "Bugün için planın ne?" diye sordum.

"Şimdilik bir planım yok. Dışarıda halletmem gereken kısa bir iş var, sonrasında tüm günü seninle geçirmek istiyorum."

Yalandan işaret parmağımı çeneme dayayıp düşünüyormuş gibi davrandım. "Immm... Bilmem, önce bir randevu defterime bakmam lazım sanırım."

Güldü. "Şansınızı zorluyorsunuz, Lâl Alsancak." Bakışları tutkulu, tehditkâr ve bir o kadar da yoldan çıkarıcı şekilde seksiydi.

"Kahvaltıya iniyorum. Sonrasında dönmen için seni bekleyeceğim." derken koluna girdim ve o kapıyı açarken yanağına bir öpücük kondurdum. Kapının önünde beni bekleyen Nikolai biz çıkar çıkmaz peşimizden gelmeye başladı. Makul bir mesafeden bizi takip ediyordu. "Her an seni özlemem normal mi yoksa hamile olduğum için şımarıklık mı yapıyorum?"

Umurunda değilmiş gibi kaşlarını kaldırdı. "İnan benim için fark etmiyor, sürekli inatlaşıp kavga çıkaran Lâl'dense bu Lâl'i tercih ederim."

"Beni sinirlendirirsen bir numaralı Lâl geri gelebilir, haberin olsun."

Gülüşerek asansörle aşağı indik ve Valent'i uğurladıktan sonra kahvaltıya indim. Odaya da söyleyebilirdim ama bütün günü odada geçirmek oldukça sıkıcı geliyordu. Bir iki insan yüzü görüp hava alırken yemek yemek gibisi yoktu doğrusu. Restoranın bahçesindeki bir masaya oturup kahvaltı için sipariş verdim. Ayakta bekleyen Nikolai'ye "Bütün gün başımda mı dikileceksin?" diye sordum. Onun için bir sakıncası yok gibi görünüyordu. Ancak herkes oturmuş yemeğini yiyip sohbetini ederken başımda polis memuru gibi duran bir adam çok dikkat çekiyordu ve hoş olmuyordu açıkçası. "Dikkat çekiyoruz. Hadi gel, otur." Sakin bir baş işaretiyle karşıma oturdu ve sessizliğini sürdürdüğünde benim her zamanki gibi çenem düşmüştü. "Sana da bir kahve söyleyelim ya da açsan kahvaltı..."

"Hayır, teşekkür ederim." Benim bakışlarıma karşılık "Belki bir kahve." diyerek garsonu çağırdı. Benimleyken bir çalışan hatta görev adamı gibi duran alçakgönüllü adam garsona sipariş verirken oldukça özgüvenli ve emir vermeye alışık biri gibi rahat davranıyordu. "Sütsüz ve şekersiz bir kahve lütfen." Yüzünde Türk dizilerinde her sabah kahvaltısında bir yudum portakal suyu içip toplantıya yetişmek için aceleyle kalkan CEO başrol ifadesi vardı. Evet, tam olarak böyle ifade edebilirdim ifadesini.

Portakal suyu demişken aklıma gelen portakal suyumdan bir yudum aldığımda her zamanki rahatlığımla sanki karşımda yakın kız arkadaşım varmış gibi şikâyetlerimi sıralayarak bir sohbet başlattım. "Off, ben aslında bu kadar obur değildim biliyor musun?" Kendimi pek doğru yansıtmadığımı fark ederek başımı yan yatırdım. "Tamam, belki eskiden de yemek yemeyi seviyordum. Obur sayılabilirdim. Ama şimdi her şeyi ikiyle çarpabilirsin, en başta da oburluğumu. Bu hamilelik beni çok değiştirdi. Mesela çok çabuk yoruluyorum, sinirim bozuluyor bu duruma." Herhangi bir yanıt vermeden ya da yargılamadan dikkatli bir biçimde beni dinleyen adamın kafasını ütülediğimi fark ettiğimde "Ay affedersin ya, gerçekten." dedim özür dilercesine. "Burada çok arkadaşım yok, sıkılıyorum. O yüzden de çenem düştü. Aslında yakın arkadaşım Wendy de benimle gelseydi böyle sıkılmazdım ama düğün organizasyonuyla falan uğraşacağım diye tutturdu. Ne gerek varsa."

Tek kaşını kaldıran adam "Nikâh töreni ne zaman?" diye sordu.

"Ben de bilmiyorum. Yani daha doğrusu benim ağırdan aldığımı görünce Valentino kontrolü ele aldı." Tahmin yürüttüm. "Muhtemelen buradan döndüğümüzde hazırlıkları hızlandırır." Adamın düşünceli yüzünü görünce ekledim. "Sen şimdi neden ağırdan aldığımı falan merak ediyorsun ama hiçbir şeyi merak etmeyen cool duruşundan da ödün vermek istemiyorsun."

O an ilk defa Nikolai'nin tebessüme benzer bir biçimde dudağının kıvrıldığını gördüm. Onun dışında çok ciddi durduğu için biraz şaşırmıştım. Sonra onaylarcasına başını salladı. "Merak etmediğimi söylersem yalan olur. Sonuçta Valentino Riccardo ile herkes evlenmek ister."

Gözlerimi kısarak "Umarım o herkes kelimesinin içinde sen yoksundur." dedim şakayla karışık. Bu kez pes edip belirgin bir biçimde güldü. "Sadece şakaydı."

"Güzel. Çünkü o tür bir cinsel yönelimim yok."

Gülüştük. En azından odunluğunun yanı sıra sohbeti sarıyordu. Göründüğü kadar sıkıcı biri değildi çünkü yanımda çanta gibi taşıdığım kişinin beş karış suratla dümdüz durması pek tarzım olmazdı doğrusu. En azından iki çift laf ediyorduk ve zaman geçiyordu. Kahvaltı bittiğinde bahçede biraz yürümeyi planlıyordum ama aniden bir yorgunluk ve uyku bastırdı. Yukarı çıktım ve odaya girmeden önce kapının önünde duran Nikolai'ye dönüp "Kahvaltıda eşlik ettiğin için teşekkür ederim, sayende sıkılmadım." dedim.

"Rica ederim, efendim."

Aslında bana efendim diye hitap edilmesi hoşuma gitmiyordu, sonuçta ben kimsenin efendisi değildim. Bunu ona da söylemek istedim ama Valentino gereksiz yakınlık kurmamızdan rahatsız olabilir diye düşünerek bunu dile getirmedim.

İçeri girdiğimde hemen üzerimi değiştirdim, beyaz bir atlet ve gri eşofmanımı giyip yatağa uzandım. Doğru düzgün bir şey yapmamama rağmen yorgun ve uykulu hissediyordum. Doktor böyle etkiler olabileceğini söylemişti. Başımı yastığa koyduğum anda uyumuşum.

Uyandığımda akşamüzeriydi ve Valentino otele dönmüştü. Banyodan su sesleri geliyordu. Duştan belinde havluyla çıkan adam bana baktı. "Uyandın demek."

"Sen ne zaman geldin?"

"Bir saat önce." Aynada alnına düşen saç tutamlarını arkaya atarken "O kadar güzel uyuyordun ki uyandırmak istemedim." diye ekledi.

"Aslında bahçede biraz yürüyüş yapmayı istiyordum ama kahvaltıdan sonra hemen bir uyku bastırdı. Ben de odaya çıktım."

"Kendini iyi hissediyorsan akşam yemeğini aşağıda yiyelim, ne dersin?"

Yatakta doğruldum ve memnuniyetle "Olur." dedim. Dedim demesine de akşam yemeği için şık bir şeyler giymek için giysi dolabımı açtığımda seçtiğim hiçbir kıyafeti üzerime yakıştıramadım. Kilolarını kompleks haline getiren kadınlardan olmak istemiyordum ama görünen köy kılavuz istemiyordu işte. Valent beş dakikada hazır olmasına rağmen ben hiçbir kıyafetin içinde kendimi güzel bulamamıştım. Giydiğim son kıyafet açık mürdüm rengi askılı, taş kuşaklı dizüstü bir elbiseydi. Aynada mutsuz bir biçimde kendime baktım ve ofladım.

Saatini koluna takarken aynadaki mutsuz görüntüme bakan adam "Bebeğim, ne oldu?" diye sordu merakla. Adam da birden niye modumun düştüğünü merak ediyordu hâliyle. Bir dakikam bir dakikamı tutmuyordu ki.

"Giydiğim hiçbir şey yakışmıyor, Valentino. Kendimi hiç güzel hissetmiyorum. Acaba yemeği burada mı yesek?"

Arkama geçip omuzlarımı sıvazladı. "Saçmalıyorsun. Böyle hissetmen çok normal ama gerçek olan bu değil, çok iyi biliyorsun." Sağ omzuma bir öpücük kondurdu. "Çok güzelsin." Elleri omuzlarımdan kollarıma indiğinde ekledi. "Ama kıyafetlerinin içinde mutlu hissetmiyorsan istediğin zaman alışverişe çıkabiliriz. Sen nasıl mutlu olacaksan."

Kafam karışık bir biçimde "Güzel olduğuma emin miyiz şuan? Hayır ona göre üzerimi değiştirip değiştirmeyeceğime karar vereceğim." dediğimde Valentino kahkahayı bastı. "Ya gülme Valentino, ciddi bir şey soruyorum burada!"

"Dünyanın en güzel kadınısın, inan bana." Elini uzattı. "Hadi aşağı inelim."

İkna olmuş gibi başımı hafif yana yatırdıktan sonra takılarımla ayakkabılarımın uyumunu aynada son kez kontrol edip adamın elini tuttum ve odadan çıktık. Koridorda yürürken Valent'in telefonu çalınca "Siz asansörü çağırın, ben geliyorum." diyerek asansörün önüne gelmeden durup telefonunu yanıtladı.

Nikolai asansörü çağırdığında kapının aynasından kendime baktım. Adam merakla "Endişeli görünüyorsunuz, iyi misiniz?" diye sordu.

Aşağı yukarı başımı sallasam da ben bile iyi olup olmadığımı bilmiyordum ki. Karşımdakini nasıl inandırayım? Objektif birinin görüşünü almak için ona döndüm. "Sence üzerimdeki güzel durmuş mu? Yani şuan güzel miyim sence?" Valent'in beni güzel bulması elbette yeterliydi ama o zaten beni sevdiği için her zaman güzel olduğumu söylüyordu. Oysa dışarıdaki insanların gözünden nasıl göründüğümü Valent'in ağzından duyamazdım. Bu yüzden Nikolai'ye sorma gereksinimi duydum.

Sorumu ilk başta anlayamayan adam "E-Elbette, güzel görünüyorsunuz." derken biraz şaşkın görünüyordu. "Neden şüphe duydunuz bundan?"

"Bilmiyorum. Offf... Sanki kilo aldıkça çirkinleşmişim gibi hissediyorum. Giydiğim hiçbir şey yakışmıyor."

"Bu doğru değil." Kendinden emin bir ifadeyle ekledi. "Siz çok güzel bir kadınsınız, bu konuda şüpheye yer yok."

Mesafeli duruşunu koruyan adam asansör kapısı açıldığında beni kabine buyur etti. Elindeki telefonla Valentino da içeri girdi. Birkaç saniye daha telefonda konuştuktan sonra telefonu kapattı.

Aşağı indiğimizde mum ışığında çok güzel bir masa bizi bekliyordu. Valent'in tuttuğu sandalyeye otururken masaya göz attım. "Bu ne güzel bir masa böyle."

"Açıkçası pek anladığım bir şey değil, bu yüzden biraz yardım almış olabilirim."

"Hadi oradan, daha önce de böyle bir masa hazırlatmıştın bana. Nereye anlamıyorsun?" Güldüm. "Her şey çok güzel görünüyor."

Çorbalarımızın gelişiyle soğutmadan yemeğe başlamıştık. Ben çorbadan sonra doymuş hissettiğim için ara sıcak ya da ana yemek siparişi vermedim. Bunu fark eden Valent "Eğer kilolarını dert ettiğin için kendini aç bırakıyorsan bozuşuruz." diye uyarıda bulundu. "Bebeğimizi aç bırakmana müsaade edemem."

"Ay ne alakası var Valentino? Gerçekten doydum. Eğer üstüne bir şeyler yersem tıkanırım."

"Tatlı sipariş ediyorum o hâlde."

Gözlerim neşe ve heyecanla açıldı ve "Ben tatlıya bayılırım." dedim. Sesimdeki heyecanı duyumsayan adam güldü. "Burada şey var mıdır? Ah..." Adını hatırlamaya çalışıyordum. Canımın neyi çektiğini anlamaya çalışıyordum. Hah! Tamam. "Vişneli Turta." Kurcalamama rağmen menüde bulamamıştım. Allah'ım lütfen olsun, lütfen olsun.

Menüye bakmadan garsonu çağırıp kulağına bir şeyler söyledi ve bana döndü Valentino. "Vişneli Turtan birazdan gelecek, küçük hanım."

"Yaşasın!"

Hoşuna gitmiş gibi memnuniyetle gülümsedi. "Demek canın Vişneli Turta istedi."

Alt dudağımı yaladıktan sonra yutkundum. "Hem de çok." Karnıma dokundum. "O istiyor. Gerçekten." Başımı iki yana salladım. "Benimle alakası yok."

Kahkahalarla güldü adam. "Ah, Lâl..." İç geçirdi. "Yaramaz bir kız çocuğu gibisin." Sakin ve romantik bir sesle ekledi. "Beni gençleştiriyorsun."

"Aman Valentino sen de yaşlıymışsın gibi konuşma Allah aşkına." Bakışlarım karnıma döndü. "Duydun mu, babamız bize Vişneli Turta yaptırıyor." Menüde olmamasına rağmen bize özel olarak Vişneli Turta yaptırması ne tatlı bir jestti. Şuan sevdiğim tatlıyı yiyeceğim için gözlerimden kalp çıkıyor bile olabilirdi. Ben neşeyle oturduğum yerde zıplarken arka masada bir çiftin Rusça tartıştığına kulak misafiri oldum. Kız adamı az önce önünden geçen kadına dikkatlice bakmakla suçluyordu, adamsa bunu reddediyordu. Anladığım kadarıyla tartışmanın genel konusu buydu. İçeceğimden bir yudum alırken "Arkadaki adamın işi zor." dedim meraksız bir ifadeyle.

Kaşlarını çatan Valentino "Neden?" diye sordu haddinden fazla olmayan bir merakla.

"Baksana, kız adamı başkasına bakarken yakalamış. Şimdi de tartışıyorlar." Başımı iki yana salladım. "Neyse, başkalarının hayatları bizi ilgilendirmez. Ama istemeden kulak misafiri oldum ne yapayım, keşke masalar arasında bu kadar az mesafe bırakmasalarmış." diyerek omuz silktim.

Şaşıran adam "Ne konuştuklarını nereden anladın?" diye sordu. "Türkçe konuşma ihtimalleri düşük olduğuna göre İngilizce konuşuyor olmalılar."

"Yo, Rusça konuşuyorlar. Bayağı da hararetli bir tartışma valla."

Tebessümle kaşlarını çatan adam yüzündeki bu farklı kombinasyonun onu ne denli karizmatik gösterdiğinin farkında mıydı acaba? "Sen Rusça biliyor musun?"

"Aaa, evet. Sana söylemedim mi?" Başını iki yana sallayan adama karşılık devam ettim. "Ben biraz Rusça biliyorum, ileri derecede de Fransızca."

Kaşlarını kaldırdı Valentino. "Bak sen, küçük hanımda neler de varmış..." Bu durum ilgisini çekmişe benziyordu. "Başka ne hünerleriniz var acaba..." Sorusu bir sorudan çok beğeniyle süzerken söylenmiş bir iltifat gibi çıkmıştı dudaklarından.

"Ne sandınız Valentino Bey, Katerina değiliz ama biz de biraz Rusça biliriz." Göz kırptım. Adama eski sevgilisini anlattırdığım için pişman etmemek adına hemen konuyu değiştirdim. "Kolejde seçmeli ders olarak Almanca ve Rusça'dan birini seçmemiz gerekiyordu, ben de Rusça'yı seçtim." Tatsız bir konudan bahseder gibi yüzüm ciddiyetle kasıldı. "Fransızca'yı da başkanın isteğiyle özel olarak öğrendim."

Valent bu konunun tatsız bir yere bağlandığını hissedince gerginliğimi de duyumsamakta gecikmedi. Bu yüzden başka bir konuya yumuşak geçiş yaptı. Arkasına yaslanan adam "Prenses hazretlerinin Vişneli Turta'sı hazırlanırken yarım kalmış konuşmamızı tamamlamak isterim." diye mırıldandı. Eli ceketinin iç cebine uzandı.

"O da nedir?"

Ceketinin iç cebinden siyah kadife bir kutu çıkardı ve kutuyu açtığında ışıltılar arasından tahmin edileceği üzere su damlası yüzüğüm çıktı. Valent'in denizin ortasında evlilik teklifi ettikten sonra teknede bana taktığı, evden ayrılırken geride bıraktığım yüzüğüm. Ah, o yüzüğü görür görmez âşık olmuştum. O an kafam karışık olsa da bayıldığımı hatırlıyordum. Pahası ya da maddi değerinden değil. Sanki çok anlamlıydı. Fazla anlamlı. Onca yüzüğün arasından en pahalısını ver demek yerine özenle seçilmiş, bizi anlatan bir yüzük olduğu için. Evet, bizi anlatıyordu sanki. Su damlası. Belki her şeyi bir anlama bağlayan vıcık vıcık romantik kızlardan biri gibi görünecektim biliyordum ama bu benim için çok şey ifade ediyordu. Bana tanıştığımız andan beri çok şey anımsatıyordu. Bodrum'da o barda tanıştıktan sonra uçurumdan atlarken beni kucaklayıp kurtarmasından tutun da denizin ortasında ettiği evlilik teklifine kadar. Ben bunları düşünüp romantik komaya girerken adam "Sana ait olanı geri alma vakti gelmedi mi sence?" diye sordu.

Gülümseyerek elimi uzattım ve yüzüğümü parmağıma takışını seyrettim. "Valentino..." Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bunu beklemiyordum. Bir anda duygusallaştım. Evleniyordum.

Benim yüzümdeki anlamsız duygusallık üzerine adam duraksadı. "Yüzüğü beğenmediysen ya da kötü anıları hatırlatıyorsa hemen-"

"Hayır, hayır." Başımı iki yana salladım. "Ah, Valentino... Bu nasıl anlatılır bilmiyorum. Şuan... Çok... Çok mutluyum." Geçmişe dönüp baktığımda ne zaman bu kadar mutlu olsam kesinlikle kötü bir şeyler oluyordu. Ancak bu sefer farklı bir şey yapmaya karar vermiştim, kötüyü çağırmak yerine iyiyi düşünecektim. Aklım karmakarışıktı ve ayağa kalkıp önüme kadar gelen adama sarıldım. O an etrafımızda kopan alkışın biz de pek farkında değildik çünkü sessiz bir seremoniydi bizim için. Aramızda konuşuyorduk, şov hâline getirmemiştik ve doğaldık. Ancak yine de bir şekilde dikkat çekmiştik. Yanımızda korumalar varken her hâlimizle dikkat çektiğimizi varsayarsak buna pek şaşırmamalıydık herhâlde.

Alkışların arasından açık kızıl kestane saçlı uzun boylu bir kadın yanında ondan birkaç santim uzun boylu esmer, mavi gözlü bir adamla alkışlayarak bize doğru geliyordu. Alkışlarının arasında bir bana bir de Valentino'ya baktı. "Tebrik ederim, Valentino. Gerçekten senin adına çok mutlu oldum." İngilizce konuşuyordu ancak tuhaf bir aksanı vardı.

Onu gördüğüne kısa bir an şaşıran Valentino aniden kendisine sarılan kadının gereksiz samimiyetine isteksizce karşılık verirken şaşkınlığı ses tonuna da yansımıştı. "Katerina..." Geri çekildiğinde "Seni burada görmeyi beklemiyordum. Irina Polonya'da olduğunu söylemişti." dedi aslında merak da etmeyen bir ifadeyle. Laf olsun torba dolsun diye sormuş gibiydi.

"2 ay önce iş dolayısıyla buraya taşındık." Yanındaki esmer adamı takdim etti. "Eşim Marcel."

El sıkıştık. Ben hâlâ biraz şaşkındım çünkü Katerina yani. Katerina. O Katerina, bu Katerina'ydı ve benim jeton yeni düşüyordu. Yapmacık olmamasına gayret gösterdiğim bir gülümsemeyle tebessüm ediyordum. Valentino elini belime sardı. "Tanıştırayım, Lâl. Nişanlım."

Katerina merakla kaşlarını çatarak "Lâl." diye tekrarladı. Sanki ağzını alıştırmaya çalışıyor gibiydi. "Hiç tanıdık gelmiyor, ilginç bir isim." Onay bekler gibi "İtalyan değilsin, o hâlde." derken sorguda gibi hissediyordum kendimi.

Özgüvenimden bir şey kaybetmemeye çalışarak dik durdum. "Hayır, Türk'üm."

Önce eşine baktı ve bana döndü. Yavaş ve belirgin dudak hareketleriyle "Çok ilginç." dediğinde uyuz olmuştum. Türk olmanın neresi ilginç acaba? Tam olarak neresi ilginç, bana anlatır mısın bayan gereksiz yerde ortaya çıkan eski sevgili? Ayrıca da ben sürekli bu adamın eski sevgilileriyle karşılaşmak zorunda mıydım? Keşke gelmeseydim buraya, böylece bu kadınla karşılaşmazdım. Saçmalama Lâl, neler söylüyorsun? Eğer gelmeseydin Valent'le karşılaşacaklardı. Yok, yok iyi ki gelmişim ben. En sonunda gelmekle iyi bir karar verdiğime dair mutabakata vardık kendimle. Balayında Valent efendi eski sevgililerinin yaşadığı yerlerin bir listesini yapsın da biz oralara gitmeyelim. Bu aklıma not edildi. Karşımdaki kadının özgüvenli hâlleri biraz ürkütücü gelse de bunu belli etmedim. "Sakıncası yoksa sizinle oturabilir miyiz?"

Katerina'nın sorusu üzerine Valent'in bakışları bana döndü. Hayır, bana niye bakıyorsun ki? Sanki yaptığın her şeyi bana soran bir insansın da sıra buna gelince mi Light erkek Selami gibi bana bakıyorsun? Bir şekilde kibarca def edemez miydin? Şimdi ben bir şey yapsam antipatik kaçacaktı. Dolayısıyla mecburen kibarlıktan "Tabii, buyurun." dedim ve yerime oturdum.

Gerginliğimin farkına varan adam masanın altından elimi tuttu ve fısıldadı. "İstersen kalkabiliriz."

İçinde bulunduğum durumda kapana kısılmış gibi hissederken "Artık çok geç." diye mırıldandım.

Katerina oldukça sohbet sever birine benziyordu. Yanlış alarm, diye geçirdim içimden. O kötü eski sevgililerden birine benzemiyordu. Bana karşı sıcak tavırlarını görünce de bir şey diyemiyordum doğrusu. Işıltılı gülümsemesiyle "Evleneceğinizden haberim yoktu, bu çok hoş bir haber." dediğinde samimi görünüyordu. Farklı bir aurası vardı kadının. Yüzü canlı ve ışıltılıydı. Çok güzeldi, alımlıydı, uzun boylu ve zayıftı. Giydiğini kendine yakıştıranlardandı işte. Özgüvenli de bir kadındı. Sonra merakla ve ilgiyle benimle ilgili sorular sorup durdu. "Kaç yaşındasın, Lâl?"

"26."

"Ah, hiç göstermiyorsun. Minyon tipli küçük kadınlardansın anladığım kadarıyla. Şanslısın. Sizin gibiler kolay kolay yaşlanmıyor." Gülümseyerek ardı arkası kesilmeyen sorularına devam etti. Hobilerimden tutun da nereden gelip nereye gittiğime kadar her şeyi sordu ancak çok arkadaş canlısı göründüğü için kızamıyordum da. Sadece tatlı ve meraklı biri gibiydi. Cana yakın bir hâli vardı. Sonra bir itirafta bulunur gibi söze girdi yeniden. "Lâl, beni yanlış tanımanı istemem. Ben Türk olduğuna şaşırdığımda garipsediğinin farkındayım, haksız da sayılmazsın. Ama geçmişte Valent'in nasıl biri olduğunu bildiğim için epey şaşırdım doğrusu. Yani şaşırmamın asıl sebebi buydu, seninle bir ilgisi yoktu."

Merakla arkasından ne çıkacağını bekliyordum çünkü ağzından bir bakla çıkaracak gibiydi. Nedir yani, Valentino tüm Türkleri yakan bir Türk düşmanı mıydı? Neyi açıklayacaktı? "Neden şaşırdınız, anlamadım."

Pot kırmış gibi eveleyip geveledi. "Iıı... Şey... Valentino bahsetti mi bilmiyorum, eğer bahsetmediyse ortamı germek istemem." Sonra da sustu. En nefret ettiğim insan tipi, ortaya bir bomba bırakıp kaçanlar. Yahu bir söze girdin madem devamını getir, değil mi ama? Devamını getiremeyeceğin bir muhabbeti niye açıyorsun?

Neyi kast ettiğini tahmin ederek sordum. "Eski sevgili olduğunuzdan mı bahsediyorsun?" Oldukça sakin, olgun ve kendine güvenen bir insan gibi davranmıştım. Yani kendimin tam tersi. Ve şaşırmıştım biliyor musunuz? Bu kadarını ben bile kendimden beklemiyordum. Aferin kız Lâl. Dosta düşmana güldürme kendini sakın.

Bunu bildiğime şaşıran kadın kaşlarını kaldırdı. "Demek biliyorsun."

Valent'in masada duran elini tuttum. "Elbette biliyorum, Valent benden hiçbir şey saklamaz." Allah'tan Rusya'ya gelmeden önce dersimi çalışmıştım da burada ödevini yapmayan öğrenci gibi şaşkın ve mahcup kalmamıştım. Çok şükür.

Bir süre Valent'le geçmişlerini yad edip eski anılarını gülerek anlattıktan sonra -ki bu süre hiç bitmeyecek hatta bütün gece Valent'le eski anılarını dinleyeceğiz sanmıştım- yarım kalan bir konuyu tamamlar gibi ekledi. "Madem geçmişimizi biliyorsun, o zaman beni ayrı dünyaların insanları olduğumuz için terk ettiğini de söylemiştir herhâlde." Bir şakaya güler gibi rahat bir biçimde güldü. "İtalyan olmadığım için terk edilmiştim anlayacağın."

Bir yanım bozuntuya vermeden gülmeye çalışırken diğer yanım kadının yanındaki kocasına kaymıştı. Eski sevgililerden bahsedilirken o kadar rahattı ki neredeyse kendimde bir problem aramaya başlayacaktım. O sırada garson Vişneli Turta'mı servis etmişti ancak teşekkür etsem de ne bunu yiyecek iştah kalmıştı bende ne de konuşacak hâl. Masa bir anda Meksika açmazı atmosferine bürünmüştü. Bu masadan hiçbirimiz sağ çıkamayacak gibiydik. Başta da ben. Valentino tepkimi ölçmek için yüzüme bakarken ben ifadesiz bir biçimde karşımdaki kadını süzüyordum. Yemin ederim benim yerimde kim olsa ben senin eski sevgililerinle uğraşıp durmak zorunda mıyım ulan diyerek bu masayı yakardı, sonra da arkasına bakmadan giderdi ama ben soğukkanlı bir biçimde oturmuş bu kadının daha ne yumurtlayacağını bekliyordum.

Valentino "Geçmişi konuşmak çok anlamsız." derken aynı ifadesizlik ve umursamazlıkla Katerina'ya bakıyordu.

Valent'in yüz ifadesini çözümleyen kadın ise "Ah, çok özür dilerim." dedi samimi bir mahcubiyet ifadesiyle. "Gerçekten gerilim yaratmak istememiştim. Geçmiş gitmiş olaylar sonuçta, gülüp geçiyoruz. Sadece Lâl Türklerle ilgili özel bir sorunum olduğunu düşünsün istememiştim. Yanlış anlaşılmayı düzelttiğimize göre bu konuyu tamamen kapatıyoruz." Kesin bir ifadeyle muhabbeti sonlandırdı ve konuyu değiştirdi. Karnıma bakarak heyecanla "Demek bebek bekliyorsunuz." dedi ve bunu yaparken sesinde samimi bir coşku vardı. "Bu harika." Sıcak bir gülümsemeyle yüzüme baktı. "Annelik çok harika bir duygu, Lâl. Eminim sana da çok yakışacak." Sormadığım hâlde merak ettiğimi sezmiş olacak ki kocasının koluna girerek ekledi. "Bizim iki kızımız var. Bu konuda tecrübeliyiz yani."

Konunun değişmesinden memnun bir biçimde gülümseyerek "Ne güzel." diye mırıldandım ancak modum bir kere düşmüştü ya, daha da toparlanmazdı. Ben kendimi biliyordum.

Karşımdaki kadın ise çok sıcakkanlı, fıkır fıkır ve sohbetin devam etmesi için son derece hevesliydi. Bu yüzden bana iltifatlar yağdırmaya devam ediyordu. "Bu arada çok akıcı İngilizce konuşuyorsun. Ben ilk öğrendiğimde aksanım korkunçtu."

Kibarca gülümsemeye çalıştım. "Teşekkürler. Kolejde eğitim alırken yabancı dil öğrenmeye yatkın olduğumu söylerlerdi."

"Ya, ne güzel!" Bu durumla ilgilenmiş görünüyordu. "Başka yabancı dil biliyor musun?"

Gösterişten uzak "Biraz Rusça'm var, iyi derecede Fransızca biliyorum." yanıtını verdim.

"Harika." Katerina'nın yüzünde gerçek bir şaşırma ifadesi vardı. Muhtemelen beni boş biri zannediyordu. Hani şu tek derdi zengin koca kafeslemeye çalışan, kendini geliştirmeye yönelik bir çabası olmayan kadınlardan. Önyargı. Ama kendisine bunun için kızamıyordum çünkü benim de sıkça düştüğüm bir hataydı bu.

Valentino kaşlarını kaldırarak "Açıkçası uzun zamandır birlikte olmamıza rağmen bunları kısa süre öncesine kadar ben de bilmiyordum." derken kolunu omuzlarıma sarmıştı. "Sürprizlerle dolu bir nişanlım var." Memnuniyetle ekledi. "Ve yetenekli." Beni övmelere doyamıyordu bu gece. "Onun Türkiye'de sevilen bir sanatçı olduğunu biliyor muydunuz? Çok duru bir sesi var. Ve çok güzel piyano çalar."

Tebessüm ederek utangaçlığımı üzerimden atmaya çalıştım. "Valent, lütfen."

Katerina yüzüne yayılmış aşırı bir gülümsemeyle "Vay canına!" dedi konuyla ilgilendiğini göstererek. "Başka enstrüman çalabiliyor musun?"

"Keman ve çello çalabiliyorum. Küçük yaşlardan beri eğitimini aldım."

Katerina'nın eşi Marcel sessizliğini bozarak bizi şaşırttı. "Ah, Valent ne kadar yetenekli bir nişanlın var? Gerçekten çok şanslısın."

Valentino dudağıma bir öpücük kondurarak "Farkındayım." dediğinde masada beklenmedik bir atmosferin yayıldığını hissedebiliyordum. Samimiyetsiz bir hava vardı. Gösteriş ya da samimiyetsizlik kokan bir şeyler. Ben bunları çözmeye çalışırken Valent'in telefonu çaldı. "İzninizle." Telefonunu yanıtlamak için masadan kalksa da gözü arkada kalmıştı, bana bakıyordu. Telefonla konuşarak ortadan kaybolduğunda bu savaşta kısa bir anlığına da olsa yalnız kaldığımı hissettim.

Açık konuşmak gerekirse bunun bir savaş olduğunu da söyleyemezdim çünkü kadın bana düşman gibi de davranmıyordu. Hatta "Annelik çok zor ama bir o kadar keyif verici bir deneyim. Aklına takılan soru işaretleri olursa seve seve sana yardımcı olmak isterim." falan bile demişti. Yardımsever ve arkadaş canlısı birine nasıl ve neyi bahane ederek kızabilirdim? Üstelik evliydi, kocasıyla gelmiş oturmuştu masamıza. Her şeyi geride bırakmış olgun kadın imajı çiziyordu. Bu da yetmezmiş gibi bana iltifatlar edip duruyordu. "Saçlarının rengi çok hoş."

"Teşekkür ederim."

"Orijinal rengin mi?"

"Evet."

"Çok egzotik. İnsanlar bu rengi elde etmek için çok uğraşıyor." Sürekli gülümseyerek neşeyle bir şeyler anlatıyordu. Böyle birine kızamazdınız, kızarsanız kıskanç ve geçimsiz olan siz olurdunuz. Bu yüzden bir an önce Valentino'nun masaya dönmesini diledim çünkü o döndüğünde ay sancım tuttu, yok başım döndü diye bir bahane uyduracak, masadan kalkıp kaçacaktım, kafaya koymuştum. Aradan on beş dakika geçtikten sonra Katerina kolundaki saatine baktıktan sonra ayağa kalktı ve "Ah, bakıcıyı aramam gerekiyor. Eğer mama ve uyku saatlerini geçirirse bütün gün düzenleri bozulur ve huysuzlanırlar. Valent de dönmedi, seni masada yalnız bırakmış gibi olmam değil mi? Kısa bir görüşme olacak."

Başımı iki yana salladım. "Yo, tabii buyurun siz." Gitmesini onaylasam da masada elin tanımadığım adamıyla öyle sap gibi kalmıştım. Bir an arkamdaki Nikolai'ye yardım isteyen bakışlar atsam da adam ne yapabilirdi ki bu durumda? O benim yakın korumamdı, bakıcım ya da velim değildi ki. Başımın çaresine bakmalıydım. Adının Marcel olduğunu zar zor hatırladığım adama hiçbir ortak sohbet alanımız olmadığı için işlerini falan sordum. Bu karşılaşma ve sohbet beni öyle germişti ki mideme kramplar girmeye başlamıştı. Biraz su içsem de geçmedi. Krampların yanına bir de mide bulantısı eklendi. Adamı öyle yapayalnız bırakmak istemezdim ama masaya kusmam daha ayıp kaçacağı için "Çok özür dilerim, izninizle." diyerek aceleyle masadan kalktım. Stres mideme vurmuştu, bunun başka bir açıklaması yoktu. Lavaboya giden koridora yürürken derin nefesler almaya çalışıyor ve yolun ortasına kusup rezil olmamayı umuyordum. Koridora vardığımda biraz daha iyi hissediyordum. Koridorun sonunda karşı karşıya duran kadınlar ve erkekler tuvaletinin ortasında Valentino ve Katerina baş başa konuşuyorlardı. Hiç hoş olmadığını biliyordum ama yine de kapının arkasında durup onları gizlice dinlemeye başladım.

"Nişanlın gerçekten çok şeker kız, Valent."

İlgisiz bir biçimde yüzüne dahi bakmadan karşılık verdi adam. "Teşekkürler."

"Ama şeker kızlar sadece şekerdir, bilirsin. Bir erkeği nasıl elinde tutmaları gerektiğini bilemezler. Hele ki senin gibi bir erkeği. O kadar tecrübeli değildirler. Sürekli ağlanıp sızlanır, kaprisleriyle boğarlar."

Kadının elleri Valent'in yakalarına uzandığında atik bir ifadeyle geri çekildi adam. "Katerina, ileri gidiyorsun."

Elini uzaklaştıran kadın "Pekâlâ." diye mırıldandı ancak pes etmişe benzemiyordu. "Belli ki ben gittiğimden beri çok şey değişmiş. Ama insan yaşadıklarının mahrumiyetini her zaman hisseder. Daha ne kadar yok sayabilirsin? O şirin kız sana istediklerini verebilir mi, bir düşün." Sağ bacağını adamın bacağına sürtüp "Eğer eski günleri özlersen beni arayabileceğini biliyorsun. Biraz eğleniriz, eski günlerdeki gibi." dedi ve göz kırptı. Eski günlerde nasıl eğleniyorlardı bilmiyordum ama birazdan benim elimden bir kaza çıkacaktı ve onu çok güzel eğlendirecektim. "Üstelik bunu cici nişanlının bilmesine de gerek yok." Terbiyesiz kadın! Ya içerideki masada senin kocan var, kocan! Bu nasıl bir genişliktir ya? Allah'ım sen benim keçilerime mukayyet ol. Sen bana sabır ver ya Rabbim.

Valent kadının kolunu sertçe tutup onu duvara yasladı. Burun burunaydılar. "Bana bak, bir daha yanıma yaklaşırsan ne kadar tehlikeli olabileceğimi çok iyi biliyorsun Katerina. Beni çirkin şeyler yapmaya zorlama. Lâl'i üzecek tek kelime ettiğini duyarsam ya da görürsem..." Sözlerinin devamını getirmedi ve burnundan soludu. "Gerisini hayal gücüne bırakıyorum." Aynı sertlikle kadını duvara doğru serbest bırakıp koridorda yürümeye başladı. Bense her şeyden habersiz görünmeye çalışarak koridorda yürümeye başlamıştım. Valentino beni görünce yüz ifadesi aniden değişti ve az önceki canavarın aksine şefkatli bir hâl aldı. Diğer yandan tedirginliğini de hissediyordum. "Lâl." Az önceki konuşmaya şahit olup olmadığımı merak ediyor olmalıydı.

"Şey, ben... Midem bulandı, lavaboya..." Duraksadım. Rol yapmak istemiyordum. Aslında konuşmak da istemiyordum çünkü kendimi yorgun hissediyordum. "Odaya çıkabilir miyim? Masadakilere rahatsızlandığımı söylersin."

"Gerek yok, hadi gidelim." Koluyla vücudumu sardıktan sonra bana baktı. "İyi misin? Yüzün bembeyaz."

"İyiyim, midem kötü sadece. Çıkıp dinlenirsem geçer." Tüm enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Kızgındım, moralim bozuktu ama Valentino'nun bir suçu olmadığının da farkındaydım. Karşımda kızabileceğim bir muhatap bulamamak daha kötü hissettiriyordu. Öte yandan Katerina denen o çıngıraklı yılanın ne demek istediğini de çözmeye çalışıyordum. İmasında farklı bir şey sezmiştim. Sanki Valent'in asıl istediği şeyler farklıymış da ben onları veremezmişim gibi. Ay ne olabilir Allah aşkına, Lâl? Valentino şu saatten sonra kadınların kanını emen bir vampir çıkacak hâli yok ya. Çözemiyordum ama bilmediğim bir şeyler olduğu kesindi. Sürekli sorun çıkaran taraf olmak istemediğim için de sesimi çıkarmadım.

Odaya çıktığımızda soyunup dökündüm. Askıda sabahki beyaz atletim ve gri eşofmanım duruyordu, yorgun bir biçimde onları giydim. Banyoda biraz nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Ağzıma biraz su alıp çalkaladım, yüzümü falan yıkadım bulantım geçsin diye. Tam mutlu oluyorduk, sürekli bir şeyler çıkıyordu. Bu artık canımı sıkmaya başlamıştı. Bendeki tuhaflığın farkında olan adam "Lâl, bir şey mi oldu?" diye sordu.

İçime kapanmak istemiyordum ama konuşmak istesem ne diyecektim ki? Ortada elle tutulur bir şey de yoktu üstelik. Münasebetsiz bir eski sevgili gelmiş adamı taciz etmişti resmen. Ben şimdi bu durumda ne diyebilirdim? Yatağa oturduğumda önümde diz çöken adamın yanağını okşadım cansız bir gülümsemeyle. "Bir şeyim yok. Sadece yorgunum. Gerçekten."

Valent'se "Sabah konuştuklarımızı hatırlıyor musun? Sana, seni senden daha iyi tanıdığımı söylemiştim." dedi bilge bir ifadeyle. Ultra zihin okuma gücünüzü biraz devre dışı bırakabilir misiniz Don Valentino Riccardo? Teşekkürler. Aklımı okumaya devam eden adam "Sadece yorgun değilsin." diye mırıldandı. "Dalgın ve düşüncelisin." Elini karnıma koydu. "Bir terslik varsa benim de bilmem gerekir."

"Gerçekten, bir şey yok."

"Katerina'yla karşılaşmak hoşuna gitmedi, bunun farkındayım."

Devam etmesine fırsat vermeden yorgun bir boş vermişlikle "Nişanlımın eski sevgilisiyle karşılaşmak hoşuma gitseydi tuhaf olurdu sanırım." yanıtını verdim. Tavrım kavga çıkarmaktan çok uzaktı. O tam bir şeyler söyleyecekken sözünü kestim. "Hadi yatalım mı? Çok yorgunum."

Üstüme gelmedi. O da üzerini değiştirip yatakta yanıma uzandı. Başımı göğsüne yaslayarak uyumaya çalışırken tüm gece boyunca Katerina'nın sözleri aklımda dönüp durdu. Valent'in isteyip de benim veremeyeceğim ne gibi bir şey
olabilirdi?

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Yeni bölümü nasıl buldunuz? Son anda birkaç şey ekledim bölüme, umarım hata falan yoktur. Biraz inceleyip düzenledim ama sizi de çok bekletmek istemediğim için üstünkörü kontrol ettim, hata çıkarsa ondan olabilir. ✨ Eveeet... Şimdi gecikmiş bir karakter takdimi söz konusu.


İşte karşınızda Dokuz karakterimiz. Malûm, kendisi gizemli biri olduğu için yüzünü göstermiyorum henüz. Tek ipucumuz erkek olduğu. 😂 Hani Dokuz'un Zita olduğunu düşünenler falan vardı, onların tezi haliyle çürüdü ancak Dokuz hakkındaki yeni tahminlerinizi buraya bekliyorum. Bölümümüzü nasıl bulduğunuza dair yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. Sizce Katerina neden bahsediyor? Valent'in isteyip de Lâl'in veremeyeceği şey ne olabilir? Bununla ilgili tahminlerinizi de kesinlikle buraya almak isterim. Yeni bölüm tahminlerinizi ve istek sahnelerinizi buraya, geleneksel hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Ayrıca bu bölümü de sinemkre26 , athenavekitaplar , BuseMutluer4 okurlarıma ithaf ediyorum. ❤️ Sizleri çok seviyorum, lütfen ama lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, onlar benim her şeyim. 💞 Zaten bu upuzun bölüme de uzun ve çok yorumlar yakışır diye düşünüyorum, teorilerinizi bekliyorum! ✨ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%