@buzlarkralicesi
|
-19/2- ❝Lâl❞ Yatakta kıpırdandığımda kendimi oldukça yorgun hissediyordum. Sabah olduğunu ve kalkmam gerektiğini biliyordum ama istemiyordum. Zoraki gözlerimi açtım. Bir süre aptal aptal tavana baktım yalnızca. Sanki üstümden kamyon geçmiş gibiydi. Gözlerimi bile açamıyordum. Kolumu kaldıracak hâlim olmadığı için yataktan bile kalkmak gelmiyordu içimden. Eskiden ortaokuldayken sevmediğim derslerin olduğu sabahlar böyle olurdum. Ortada hiçbir şey yokken yataktan kalkamayacakmış gibi psikolojik olarak hasta hissederdim kendimi. Şimdi de durum farklı görünmüyordu, yüzleşmek istemediğim bazı ödevlerden kaçıyor olabilirdim. Kendimi yetersiz hissediyordum. Valent gibi birine karşı yetersiz. O mükemmel biriydi. Tamam, insanların ondan uzak durması için geçerli sebepleri olan tehlikeli de biriydi aynı zamanda ama kadınlar konusunda aynı şeyi söyleyemezdik değil mi? Sürekli onu elde etmek isteyen kadınlar vardı ve olacaktı da. Melanie, Zita, Katerina... Bu liste uzar giderdi. Hepsi de birbirinden farklı güzellikte kadınlardı. Farklı bir ışıltıları vardı. Hiçbiri için Valentino bu kadında ne bulmuş diyemiyordum mesela. Ben bile kadın olmama rağmen iç geçiriyordum. Aslında mesele sadece güzellik de değildi belki. Katerina'nın eski alışkanlıklardan kastı neydi hâlâ bilmiyordum. Bilmemek bana kendimi daha da yetersiz hissettiriyordu. Bazı olayların dışında hissediyordum. Valent'in istediği şey veya şeyler her neyse ben bilmiyordum ve belki o bu şeylerin eksikliğini hissediyordu, yalnızca mutlu rolü yapıyordu. Ya da belki mutluydu ama bir yanı hep eksikti, o şey her neyse eksikliğini hissediyordu ve ben aptal âşık, bunu bilmiyordum. Âşık olduğum adamı, bebeğimin babasını ve yakın zamanda aile kuracağım kişiyi hâlâ tam olarak tanıyamadığımı hissettiriyordu bu durum. İşin kötüsü, Valentino da bir terslik olduğunun farkındaydı. Şimdi üstüme gelmiyordu belki ama bu sonsuza dek böyle sürmeyecekti. Yine sorup duracaktı ne oldu diye. Ben bile ne olduğunu anlayamıyorken ona ne anlatabilirdim ki? Kapı sesini duyunca kısık gözlerim o yöne döndü. Valentino sürgülü kapıdan suitin benim olduğum tarafına geçmişti. Ah, sanırım yataktan kalkmam gerekiyordu artık. İstemesem de. "Günaydın." Bakışları gizliden gizliye sorgulayıcı bir ifade barındırıyordu. Bu saate kadar yataktan kalkmamamı garip bulmuş gibiydi. "Sen bu saatte uyumazdın." "Günaydın." "Hasta mısın?" Usulca yanıma geldi ve oturdu. Sakince elini alnıma koydu. "Ateşin yok." Yanağımı okşarken yüzü meraklıydı. "Hasta değilsin." "İyiyim." Omuz silktim. "Sadece biraz tembellik etmek istedim." Yalandı bu. Bana kalsa yorganı çekip bütün gün yatağın içinde o kadınlardan saklanırdım. Mümkünse Valent'in eski sevgililerinin soyu tükenene kadar falan. Onaylar gibi başını sallasa da ikna olmuşa benzemiyordu. Üstelemek istemedi herhâlde. "Dışarıda biraz işim var ama uzun sürmez. Döndüğümde birlikte vakit geçirelim mi? Sana Moskova'yı gezdiririm." Şakayla karışık "Pul koleksiyonunu mu göstereceksin bana? Ah, teşekkürler almayayım." desem de sesim yorgun çıkmıştı. Dürüstlükle gülümsedim. "Sen işlerini hallet, başka zaman gezeriz." Eli bileğime gitti ve sakince okşadı. "Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun farkındayım, Lâl. Seni huzursuz eden bazı şeyler olduğunun da. Şimdi üstüne gelmek istemiyorum. Ama döndüğümde her şeyi konuşacağız." Bir şey söylemedim. Yok bir şey diyemedim. Zaten desem de inandırıcı olmuyordu, karşımdaki zeki adamı inandıramıyordum. Onun hazırlanıp çıkmasını izledim. Çıkmadan uzanıp alnıma bir öpücük kondurdu, yorgun gülümsemem üzerine yanağımı okşayıp çıktı. Bense düşünceli bakışlarımı tavana kilitledim. Yatakta kalmak, yorganın altına saklanmak beni tehlikelerden koruyacak mıydı? Ya da savaşmadığım bir harpten sağ çıkabilir miydim? Burada böyle karalar bağlamak bana hiçbir fayda sağlamayacaktı, biliyordum. Katerina'nın bahsettiği şeyin ne olduğunu sorup soruşturmak bile istemiyordum. Hoşuma gitmeyen, beni korkutan bir şey çıkacaktı. Şayet öyle olursa bununla nasıl savaşırdım? Bunu kaldırabilir miydim? Bilmiyordum. Valent'ten şüphem yoktu ama tek bir yıkımı daha kaldırabilecek kadar güçlü değildim. Çünkü yalnız değildim. Tek başıma olsaydım bana ne olacağı umurumda olmazdı ama bebeğim... Ah, her şey fazlasıyla zordu, bu yüzden düşünmemeye çalıştım. Pembe fili düşünmeden ne kadar süre geçirebilirdim ya da bu mümkün müydü bilmiyordum ama kaçabildiğim kadar kaçacaktım. Tıpkı daha önceleri Andrea gerçeğinden kaçtığım gibi. Yataktan zor da olsa kalktım. Ilık bir duş alıp giyindim. Canlı mor dizüstü bir triko elbise giydim. Beyaz spor ayakkabımı geçirdim. Belki hava almak bana iyi gelir, biraz olsun sakinleştirirdi. Öte yandan çıkıp çıkmama konusunda bile kararsızdım çünkü Katerina'yla karşılaşmaktan korkuyordum. Dün akşam karşılaştığımıza göre ya buraya yemeğe gelmişlerdi ya da burada kalıyorlardı. İlk şıkkı tercih ederdim çünkü onunla bir daha karşılaşırsam sakin kalamayabilirdim. Konuşmaları da buraya sadece yemeğe geldiğini düşündürüyordu, bu yüzden odama tıkılıp kalmamak için kendimle mücadele verdim. Kapıdan çıktığımda her zamanki gibi "Günaydın." desem de Nikolai bir terslik olduğunu anlamış gibi garipseyerek baktı bana. "Günaydın, efendim." Ses tonuna da yansımıştı şaşkınlığı ve merakı. Ancak sormaya çekinir gibiydi. Bahçeye çıktım ve arkamda Nikolai ile birlikte sessizce yürümeye başladım. Ellerimi kavuşturmuş yürürken etrafa boş boş bakınıyordum. Nikolai'nin meraklı bakışlarını üzerimde hissetsem de bir şey söylemedim. Muhtemelen bugün gevezelik yapmadığım için bir terslik olduğunu anlamış olsa gerekti. Hemen hemen her gün boş boş konuşarak adamın kafasını şişirdiğimi varsayarsak haksız da sayılmazdı. Usulca yanıma yaklaştı. "Lâl Hanım, haddimi aşmazsam bir şey sormak istiyorum." Başımı aşağı yukarı salladığımda "İyi misiniz?" diye sordu. Çalışmadığım yerden sormuştu. Daha doğrusu çok çalışıp her seferinde kaldığım yerden. "Bilmiyorum." Adam şaşırdı. Yorgunca gülümsedim. "Yalandan iyiyim dememi bekliyordun değil mi?" "Bu kadar dürüst bir cevap beklemediğim kesin." Saçlarımı kulağımın arkasına iterken bakışlarım yerle buluştu. "Benim artık kendimi kandıracak kadar bile gücüm kalmadı, ondandır." Karşımızdaki kamelyaya geçip sessizce oturdum. Adam etrafı kolaçan ettikten sonra başımda ciddiyetle bekliyordu. "Otursana." dedim, oturdu. "Sizi bu kadar üzen nedir diye sorsam, çok mu ileri gitmiş olurum?" İç geçirdim. Uzun uzun etrafı seyrettim. "Bir erkek, hoşlandığı kadında ne arar sence?" Nereden çıktı diye düşünmeden "Bilmem. Sanırım bu kişiden kişiye değişir." diye mırıldandı dürüstlükle. "Sabır, anlayış, uyum..." İstemsizce tatsız tatsız güldüm. Üçü de hemen hemen bende olmayan şeylerdi. Hiç sabırlı biri değilimdir, inatçı ve aksi biriyimdir genellikle. Anlayış... O bende pek yoktu çünkü öfkelendiğimde karşımdakini dinlemeden çabuk parlayabiliyordum ve bu kontrolüm dışında gelişiyordu. Uyum... Ah, Valent bunu bende arıyorsa Allah yardımcısı olsun çünkü hiç uyumlu biri olduğumu da sanmıyordum. Kavgalarımızdan da anlaşılacağı üzere. "Sen bir kadında bunları arıyorsun anladığım kadarıyla." "Hayır." Dürüstçe başını yana yatırarak yanıt verdi. "Ben uzun süreli ilişkilerin insanı olmadığım için beraber olduğum herhangi bir kadında bunları aramıyorum. Ama sorunuzun yanıtını ararken kendimi diğer erkeklerin yerine koydum." Endişemi gizleyemeyen çekingen yüz ifadesiyle sır paylaşıyormuş gibi kısık sesle aklımdaki soruyu sordum. "Peki, sence Valentino bir kadında ne arıyordur?" Bu soru beni ne kadar özgüvensiz ve korkak bir kadın gibi gösteriyor olsa da sormaktan geri durmadım çünkü içimde fokur fokur kaynayan bir endişe kazanı vardı. Valent'i kaybetme korkusu her yanımı sarmıştı sanki. Düşünceli bir ifadeyle önündeki manzaraya baktı ve bir süre sessiz kaldı. "Sanırım kendimi onun yerine koymak çok zor olacaktır. Takdir edersiniz ki çoğu erkek onun yerinde olmak ister." Kast ettiği şeyler muhtemelen güç, para, cazibe... Tüm kadınların peşinde koşması falan. Hooop geldik mi yine aynı yere? Sessizliği düşündüğünü gösterirken kendinden emin bir ifadeyle sorumu yanıtladı. "Bana kalırsa Don Riccardo kendine has bir adam. Diğer erkeklerin hoşlandığı şeylerden çok farklı bir zevke sahip. Sizin gibi birini seçmesi anlaşılabilir bir durum." Aklımdan geçenleri okuyormuş gibi başını iki yana salladı. "Onu diğer erkeklerle bir tutmamalısınız." Adamın sesinde Valent'e hayranlık duyuyormuş gibi bir his vardı. Sanki Valentino onun için ulaşılmaz, mükemmel bir idoldü ve Nikolai ondan bahsederken bunu gizlemiyordu. Benimse o an takıldığım konu başka olduğu için Nikolai'nin tavrını yanlış yorumlamış bile olabilirdim. "Benim gibi biri... Derken?" Ben bile kendimde olumlu bir şey bulamıyordum. Belki de Katerina haklıydı, kaprislerimle onu zaman zaman boğuyordum ve Valentino bir süre sonra buna katlanamayacaktı. O an kendimi kötü hissettim. O zaman geldiğinde ben ne yapacaktım? Nikolai ise düşündüklerimin aksine bir yanıt verdi. "Sizin gibi neşeli, cıvıl cıvıl, eğlenceli, dürüst, güzel..." Bu söylediklerine kendi de inanıyor gibiydi. O hâlde neden ben böyle hissetmiyordum? Kendimi bir savaşta savunmasız kalmış gibi hissediyordum. Silahlanıp gelmiş, kapıma dayanmış o kadına karşı çırılçıplak ve savunmasızdım sanki. O Valent'in her şeyini biliyordu, tıpkı Zita gibi. Onun ne istediğini anlıyordu. Bense... Bildiğimi sanıyordum belki de. Bazen kendine dertlenecek bir şeyler arayan insanlar gibi göründüğümün farkındayım ama elimde değildi. Nedendir bilmiyorum ama bir şeyler her güzel gittiğinde bir pürüz çıkıyordu ve akabinde her şey bozuluyordu. Bunun sebebi birbirimizi hâlâ tam olarak tanıyıp birbirimize güvenemememiz olabilir miydi? Ve ben buna o kadar alışmıştım ki yine aynı şeyler olacak gibi hissedip korkuyordum. Valent'i kaybetmek istemiyordum. İstemsiz bir biçimde gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında sağ baş ve işaret parmağımı gözlerime bastırdım. Ağladığımı görsün istemiyordum ama kimden neyi saklıyordum ki? Yanımdaki adam cin gibiydi. Bunu fark etmeyecek kadar kör değildi ki. Dün geceden beri tuttuklarım içimde patlamıştı sonunda. "Kendimi çok savunmasız hissediyorum. Kaybetmiş gibi." Hıçkırıklarımın arasından dürüstçe mırıldandım. "Çok yorgunum." Adam omzuma dokundu. "Lâl Hanım, bu benim haddim değil ama haddimi aşalı çok oldu. Bu yüzden kısa süreliğine de olsa dürüstçe düşüncelerimi dile getirmeme izin verin lütfen." Ciddiyetini ve mesafesini koruyarak devam etti. "Siz çok özel bir kadınsınız. Sadece bunun farkında değilsiniz. Ancak Don Riccardo bunun farkında. Evet, belki diğer erkekler daha güzel, daha seksi, belki daha cüretkâr kadınlardan hoşlanabilir. Ama bana kalırsa o sizin kalbinizin içini gördü. Sizin güzel olduğunuz kadar özel olduğunuzu da hissetti, anladı." Başını sallayarak "Kalp hisseder." dedi kendinden emin bir ifadeyle. "Kadınlar hep şöyle zanneder, sevdiğim erkek benden güzel ve benden seksi birini görürse beni sevmekten vazgeçecektir. Ama çoğu yanılır. Evet, böyle düşünen erkekler de var. Bu kişinin karakteriyle alakalı bir durumdur. Eğer kadın kişilikli bir erkeği seçtiyse durum farklıdır. Kişilikli bir erkek âşık olduğu kadına baktığında güzellikten fazlasını görür. Sahici, dürüst, neşeli, eğlenceli ve onu her koşulda sevebileceğine inandığı bir kadın. Siz bu kadınlardansınız." Duraksadı. "Dün gece istemeden de olsa bazı şeylere şahit oldum ve endişelerinizi anladım. Ama yanılıyorsunuz. Siz güzel olduğunuz kadar özel bir kadınsınız. Ve inanın bana o kadının tek derdi sizi huzursuz etmek. Bu saatten sonra istediğini elde edemeyeceğinin o da farkında, yapabileceği tek şey sizi huzursuz etmek. Bunu başarmasına izin veriyorsunuz. Amacını aklı başında birinin anlaması pek zor olmasa gerek." İkna edici bir sesle "Bana kalırsa endişeleriniz yersiz." diye ekledi. "Kendinizi boş yere üzüyorsunuz, onun kazanmasına izin veriyorsunuz." Yanımdaki adam beni teselli ederken gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. "Onu kaybedemem. Buna dayanamam. O benim ailem. Ondan başka kimsem yok." Kendime gelmeliydim. Nikolai'nin söylediklerine inanmaya çalışarak kendime gelmeye gayret ettim. Sakinleştiğimde adama döndüm. "Bu konuşmadan Valentino'nun haberi olmasa olur mu? Ağladığımdan falan." Aşağı yukarı başını sallayarak "Merak etmeyin." dedi yalnızca. Aynı mesafeli duruşunu sürdüren adam ayağa kalktığımı görünce yardımcı oldu ve arkamda yürümeye devam etti. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Bense gündüz giydiğim yarım kollu triko elbisemin içinde terlerken şimdi serinlikten bir ürperti hissediyordum. Bunu fark eden adam "Müsaadenizle..." diyerek ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı ve arkamda yürümeye devam etti. Nikolai'nin söyledikleri içime biraz su serpmişti. Bir erkek gözüyle gördüklerini söyleyip içimi rahatlatmıştı. Belki de haklıydı. Valentino... O yüzeysel bir adam değildi. Hayatta güzellikten daha önemli şeyler vardı ve Valentino bunu görmüştü belki de. Yaşayıp görecektik. Öyle olmasını umdum, başka çarem yoktu. Telefonuma baktığımda Wendy 20 dakika önce WhatsApp'tan nasılsın diye mesaj atmıştı. İyiyim yazdım. Çok büyük bir yalan sayılmazdı aslında. Tamam, belki 1 saat öncesine kadar iyi olmayabilirdim ama şimdi iyi sayılırdım. En azından daha sakindim. Savaşmak için gücümü toplamaya çalışıyordum. Katerina'nın bahsettiği şeyin ne olduğunu hâlâ merak etsem de Valent'in ona son noktayı koyduğu sahneyi beynimde tekrar tekrar canlandırıp kendimi rahatlatıyordum. Aklımı dağıtmak için "Sen isminden anladığım kadarıyla Slav ülkelerinden birinden geliyorsun, doğru mu bildim?" sorusunu yönelttim Nikolai'ye. Aşağı yukarı başını salladığında sorumu yeniledim. "Memleketin neresi peki?" "Ben burada doğup büyüdüm, Rusya'da. Hatta tam olarak burada, Moskova'nın Kluşino köyünde doğdum." Şaşırmıştım. "Sen ciddi misin?" Demek burada doğup büyümüştü. "E burası senin memleketin değil mi? Gidip biraz gezsene. Yarın Valent'le dışarı çıktığımızda söyleyeyim, sana izin versin, biraz ailenle, sevdiklerinle falan vakit geçir." "Burada doğup büyüdüğüm doğru. Ama burada görebileceğim kimse yok." Burayla bağlarını tamamen koparmış gibi ilgisiz ve duygusuz görünse de her hikâyede olduğu gibi bu hikâyede de kalbi kırık bir geçmişin gizlendiği belliydi. Üstelemedim çünkü beni ilgilendirmiyordu. İnsanların gizli acıları olmalıydı. Kendilerine sakladıkları. Çünkü nasıl ki bazı acılar paylaşıldıkça diniyorsa bazıları da gizli kaldıkça sahibini daha az yaralıyordu. Yolda Wendy aradığında ona hayır demek pek mümkün olmadığı için aramasını yanıtladım. Zira cevap vermeseydim bedelini düşük bir çene ve çapraz sorguyla ödeyebilirdim. "Alo, Wendy..." "Kızım çok güzel düğün mekânları buldum, WhatsApp'tan fotoğraflarını attım sana. Beni niye aramıyorsun? Daha hazırlıklarla ilgili detayları konuşacağız." "Wendy, acele etme." Sesimden bir şeyler olduğunu hisseden kız az önceki neşesinin yerinde yeller esen diken üstünde bir ses tonuyla sordu. "Neden? Lâl, bir şey mi oldu? Ay sakın biz ayrıldık falan deme şuraya şakkadanak düşer bayılırım bak!" "Yok, hayır canım onu da nereden çıkardın?" "Sesin hiç öyle demiyor ama." "Ben bugün çok yürüyüş yaptım, biraz yoruldum ondan. Gerçekten. Hazırlıklar için de acele etme, ben gelince birlikte bakarız. Daha zamanımız var." "Zamanımız falan yok, Lâl! Karnın daha da büyümeden yapmamız lazım şu töreni. Valla ben anlamam, Valentino'nun kesin talimatı var. Siz döndüğünüzde hazırlıkların tamamlanmış olması gerekiyor, en azından taslak hâlinde seçimlerin yapılmış olmalı." Wendy nefes almadan konuşuyordu. Benim düğün törenime kendi düğünü gibi heyecanlıydı. Bense karmakarışıktım ve bu davranışımdan ben de nefret ediyordum. Hiçbir şeyden memnun olmayan şımarık bir kız çocuğu gibi davranmamak için kendimi çok zorluyordum ama karşıma çıkan sorunlar buna izin vermiyordu. Aynı enerjik ses tonuyla devam etti Wendy. "Valentino demişken, sen asıl sürprizi bilmiyorsun!" Merakla kaşlarımı çattım. "Ne sürprizi?" "Valent Türk yemekleri bilen bir şef tutmuş! Bugün başladı, enfes şeyler pişiriyor." "Ne?" "Evet! Senin için! Hani sen Türk yemeklerini özlüyorsundur, aşerirsin falan diye herhâlde. Ahhh... Ne kadar düşünceli ve romantik bir hareket! İnşallah benim kocam da bana aynısını yapar." Yorgun bir gülümsemeyle "İnşallah." dedim yalnızca. "Wendy, Valentino harika biri. Onu çok seviyorum. Ve sanırım bu yüzden... Onu hep kaybetmekten korkuyorum." "Lâl, saçmalama! Adam ayaklarına dünyayı seriyor, neden kaybedecekmişsin ki?" Omuz silktim. "Bilmiyorum, Wendy." Ona tüm olayı anlatmadım çünkü yüz yüze anlatmanın daha iyi olabileceğini düşünüyordum. Belki Valent yokken görüntülü konuştuğumuzda anlatırdım, bilemiyorum. "Sanırım vesvese yapıyorum. Hamilelikten." diye geçiştirdim öylece. "Neyse benim kapatmam lazım, sen de keyfine bak." "Bakıyorum zaten kızım, siz yoksunuz diye ev bana kaldı. Şefe hep sevdiğim yemekleri pişirtiyorum." Güldü. "Sayende." Gülüştük. "Tam bir kaçıksın. Ama harika bir arkadaşsın Wendy, teşekkür ederim." Telefonu kapattığımda aklım darmadağındı. Wendy gibi düşünmeyi çok isterdim. Bu aşkın sonsuza dek süreceğine emin olmayı. Ama ya sürmezse diye düşünmekten hayatı kendime zehir ediyordum. Aptallıktı bu. Aşk da bir aptallıktı. Onsuz ne yapacağımı bilemiyordum ve bunu düşündüğüm her an nefes alamayacakmışım gibi hissediyordum. Bilirsiniz, prens ve prenses kavuşur, evlenir, şatolarında sonsuza dek mutlu yaşarlar. Sonra? Sonrası yoktur. Masal bitmiştir. Ancak gerçek yaşamda sonsuza dek mutluluk diye bir şey yoktur. Dolayısıyla yaşayacağımız mutluluğun da sonsuza dek sürmeyeceği aşikârdı. Peki mutluluk bittiğinde ne olacaktı? Birlikte mutsuz olmaya da var mıydık? Otelin ön kapısına geldiğimizde etrafına bakmadan hızla yürüyen bir adam yanımdan çarpar gibi geçmek üzereyken Nikolai araya girip beni geri çekti. Gergin bir yüz ifadesiyle İngilizce adamı azarladı. "Hey, dostum biraz daha dikkatli olsana! Görmüyor musun, hamile bir kadına çarpmak üzereydin." Adam Rusça özür dilerken aynı şekilde Rusça önemli olmadığını söyleyerek karşılık verdim. Olay kısa sürede tatlıya bağlandığı için adam oradan ayrıldığında Nikolai bana dönüp "İyi misiniz?" diye sordu. Bense evet der gibi başımı salladım ve kapıdan içeri girdim. Şaşırmış bir yüz ifadesiyle "Siz az önce... Rusça konuştunuz." diye mırıldandı sorar gibi. "Evet." "Açıkçası şaşırdım. Rusça bilmenizi beklemiyordum." Güldüm ve "Sürprizlerle doluyumdur." yanıtını verdim. Otel odasının önüne geldiğimde "Teşekkür ederim." dedim minnet duyan bir ifadeyle. "Bu benim görevim." Bana çarpmak üzere olan adamdan korumasını kast ettiğimi sanmış olmalıydı. "Her şey için." diye ekledim anlamasına yardımcı olarak. "En çok da beni dinlediğin için." "Rica ederim." Usulca içeri girdim. Valent odadaydı. Gelmiş olabileceğini düşünmemiştim. Bu kadar uzun süre bahçede mi geçirmiştim? Farkında değildim. Belki de işi kısa sürdüğü için çabuk dönmüştü. Komodinin önünde durmuş bana bakıyordu. Yorgun da olsa bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. "Geldin mi? Keşke arayıp haber verseydin, yürüyüşten erken dönerdim." Yüzünde pasif agresif bir ifade hâkimdi. Buz gibiydi bakışları. Elinde kâğıt gibi bir şeyler vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum. Gergin bir ifadeyle "Bu nedir?" diye sorduğunda ne olduğunu henüz ben de bilmiyordum. Biraz daha yaklaşıp elindekilere baktığımda söyleyecek bir şey bulamadım. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Nasılsınız? Sizleri bu kadar kısa sürede özledim işte! Öncelikle bu bölümü ruveyhaparla , pembeperukluardahan , ccrawlingback2u , kafandakiyer okurlarıma ithaf ediyorum. 💞 Veee bölümün totem yorum tamamlayıcısı olarak cigdemkokusu ve fuckinceg26 bu bölümümüzün premium ithafını alıyor, kendilerine çok teşekkür ederim totemimi tamamladıkları için! ❤️ Bölümümüzü nasıl buldunuz? Bölüm hakkında yorumlarınızı, duygu ve düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. Sizce Valentino'nun elinde olan gizemli kâğıtlar ne? Bu konudaki tahminlerinizi de buraya alabilirim. Yeni bölümle ilgili tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Geleneksel hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya kondurmayı unutmayın çünkü yazarken sizlerin istek yorumlarını dikkate alarak yazmayı seviyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |