@buzlarkralicesi
|
-21/2- ❝Lâl❞ Kokteylimden bir yudum aldığım sırada Nikolai'nin etrafı seyrederken söylediği sözleri algılamaya çalışıyordum ama aklım asla orada değildi. Vural pisliğinin söyledikleriyle kafam allak bullak olmuştu. Valent de gecikmişti zaten. Neler oluyordu? Bir an önce gelse de konuşsak. Kendimi kötü hissediyordum. Sanki bir şey olacak gibiydi. Fırtına öncesi sessizlik gibi bir sakinlik vardı ve bu durum beni ürpertiyordu. Aklımı onun anlattıklarına veremediğimi anlayan Nikolai duraksayıp yüzüme baktı. "İyi değilsiniz." Durup düşündü. "Doktor çağırmamı ister misiniz?" "Hayır, gerek yok." "Peki, Don Riccardo'yu çağırmamı ister misiniz?" "O burada değil. İşleri vardı, çıktı." "Gerçekten kendinizi kötü hissediyorsanız ne işi olursa olsun bırakıp gelir." Elimle reddettim. "Yok, hayır Nikolai. Öyle bir şey değil." "Bir telefon geldi ve ruh hâliniz değişti." Karşımdaki oldukça dikkatli biriydi. Hemen karşıdan kokteyllerimizi alırken telefon geldiğini ve konuştuktan sonra keyfimin kaçtığını anlamıştı. Ona ne diyeceğimi bilemediğim için patron benim kartımı kullandım kibarca. "Nikolai, bu konuyu konuşmayalım olur mu?" Başını sallayarak isteğime saygı duydu. Ancak ben yerimde duramıyordum. Açık havada olmama rağmen her şey üstüme üstüme geliyor gibi hissediyordum. Boğuluyordum. Başım dönüyor gibiydi. Panik atak krizi mi geçiriyordum acaba? Sakin kalmaya çalışarak karşımdaki adama döndüm. "Nikolai, izinde olduğunu biliyorum ama kendimi iyi hissettiğimden emin değilim. Bana odaya kadar eşlik eder misin? Sonra gidebilirsin." Yalnız gidersem yukarı çıkarken başım döner de düşersem diye korktum o an. "Tabii, Lâl Hanım. Ama gerçekten iyi görünmüyorsunuz. Yüzünüz kızarmış ve tedirgin görünüyorsunuz." Kalp çarpıntısı başlamıştı. Bu bana pek olmazdı. Bazen çok stresli olduğumda bayılırdım ama kalp çarpıntısı, yüz kızarması ilk defa başıma geliyordu. Ne hissedeceğimi pek bilmiyordum ama ortalığı velveleye vermek de istemedim. "Biraz dinlenirsem geçer." Nazik ve mesafeli bir biçimde kolumdan tutan adamın yardımıyla otele girdim ve odama kadar çıktım. "Teşekkür ederim, sen gidebilirsin." "Don Riccardo gelene kadar kapının önünde bekliyor olacağım, bir isteğiniz olursa bana seslenebilirsiniz." "Montrel var, sen izin gününde çalışma şimdi." "Montrel'i Bay Pietro çağırdı. Ayrıca durumumdan şikâyetçi değilim." Baş işaretiyle kapının kenarına çekildi ve itaatkâr bir biçimde ellerini önünde birleştirdi. "Üzerimi değiştirip geliyorum." diyerek gittiğinde ben de odaya girdim. Banyodaki su sesini duyunca Valentino'nun geldiğini anlamıştım. Onun sağ salim burada olması beni rahatlatmıştı ancak hâlâ ona karşı bir öfkem vardı. Tamam, iyi niyetli olduğunun farkındaydım. Beni pislik bir beladan kurtarmaya çalıştığının da aynı şekilde. Ama kendini hiç mi düşünmüyordu? Onsuz yaşayamayacağımı anlamıyor muydu? Benimle ilgili bir konuya el atmadan önce benimle konuşması gerektiği konusuna değinmiyordum bile. Sakinleşmeye çalışarak yatağa oturduğumda adam banyodan belinde havluyla çıkıp yanıma geldi. "Geldin demek. Havuzda mıydın?" Benden bir yanıt gelmeyince "İyi vakit geçirdin mi?" diye sordu. Dikkatle yanıma yaklaştı ve suratımın düştüğünü anlayınca "Neyin var?" sorusunu yöneltti. Neyim olduğunu söylemek istiyordum ama öyle tuhaf hissediyordum ki duygularımı kontrol edemediğim için kurduğum her cümle kavga etmemize sebep olabilirdi. Yine de denedim. Sakin bir ses tonuyla "Sen Vural'ın elindeki video kaydımın peşine mi düştün?" sorusuyla girdim söze. Yüzünde şaşkınlıktan uzak bir ifade hâkimken bıkkın bir göz devirmeyle belindeki havlusunu çıkarıp iç çamaşırını giydi. "Sen nereden biliyorsun?" "Sence konumuz bu mu şuan?" "Evet, asıl konumuz o video kaydında ne olduğu. Ama görüyorsun ki sormuyorum." Konuşmayı başka taraflara çeken adama baktım. Sakin kalmalıydım. "Ya sen ne yapmaya çalışıyorsun Valentino?" "Ne yaptığım çok açık değil mi?" Bu kez o da öfkeli görünüyordu. "O orospu çocuğu seni bazı görüntülerle tehdit ediyor ve sen de o görüntüler yüzünden onu gebertmeme izin vermiyorsun! Beni kapana kıstırıyorsun! Benden ne yapmamı bekliyorsun? Durumu kabullenip seni tehdit etmesine izin mi vermeliyim?" "Valentino, benimle ilgili bir konuya benden habersiz nasıl müdahale ediyorsun? Ayrıca kendi hayatını tehlikeye atarak." "Hayatımı tehlikeye atmak mı?" Alaycı bir yüz ifadesiyle sormuştu bunu. "Lâl, benim kim olduğumun farkında değilsin sanırım." "Valentino, senin anlayamadığın şey de bu. Sen İtalya'da neysen, Vural'ın ailesi de Türkiye'de o! Babası politikacı ve güçlü bağlantıları var. Alelade biri değil! Beni anlıyor musun?" Gözlerimi kısarak ekledim. "Ayrıca senin kimliğin başkan tarafından vurulmana engel olamadı, bunun farkındasın değil mi?" Bana yanıt verme tenezzülünde bulunmadan giyinmeye devam eden adamla göz kontağı kurmaya çalıştım. "Valentino, beni ne kadar korkuttuğunun farkında bile değilsin. Hamileyim ve hamileliğimi bile yaşayamıyorum. Bugün Vural arayıp tehditler savurdu, biraz geciktin diye aklım çıktı, panik atak krizleri geçirdim!Başına yine bir şeyler geldi sandım! Güya düşünceli bir babasın ama benim neler yaşadığımı umursamadan arı kovanına çomak sokmaya çalışıyorsun! Sakin kalmaya çalışıyorum ama beni çok zorluyorsun! Hadi kendini düşünmüyorsun, bizi de mi düşünmüyorsun?" Giyindikten sonra bana döndü sakince. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Öyle rahat ve umursamazdı ki. Kedi olduğunu sanıyordu bence. 6 canı falan kaldığını bile zannediyor olabilirdi. Aynı sakinlikle bana laf yetiştirdi. "Lâl, korkularını anlıyorum. Ama bilmediğin şeyler var." "Ne gibi?" Anlatıp anlatmama konusunda kararsız duran adam sağ elini ensesinde gezdirerek sesli bir nefes verdi. Israrla tekrar ettim. "Ne var bilmediğim, Valentino?" "O piç herif, sana yaptıklarını..." Cümlenin devamını getirmeden az öncekinden daha öfkeli bir sesle nefes verdi. Homurdanır gibi çıkmıştı. "Peşinde olduğum iki video kaydı var." "Ne?" Bunu bilmiyordum. Bunu... Tahmin dahi edemezdim. O pislik bundan bana hiç bahsetmemişti. Şoke olmuştum. Bunu hazmetmem biraz zaman alacaktı. O şerefsiz bana tecavüz etmekle kalmamış, bunu videoya almıştı demek. Daha ne kadar iğrençleşebilirdi acaba? Şaşkındım ama yine de az öncekiyle aynı fikirdeydim. O videoyla hiçbir bok yapamazdı. Sonuçta reşit olmayan bir çocuğa cinsel istismarda bulunuyordu, bu bir suçtu. Videoyu yayamazdı, yapabileceği tek şey iğrenç zevklerini tatmin etmek olabilirdi. Diğer videoya gelince... Gerçekten tehlikeliydi ama ondan daha çok umurumda olan bir şey varsa bu da Valent'in canıydı. Hemen toparlandım. "Valent... O videoyla hiçbir şey yapamayacağını biliyoruz. Çünkü o videoda bir suç var. Bunun için senin canını tehlikeye atamayız." "Lâl, sen bana ne dediğinin farkında mısın? Her şeye gözlerini kapa diyorsun! O görüntülerin onda kalmasına izin verir miyim sanıyorsun?" Gözlerinde yakıcı bir alev vardı, sanki cehennemi görüyordum. "Kayıtları aldıktan sonra onu diri diri parçalara ayırıp köpek balıklarına yem edeceğim, acı çektirerek geberteceğim. Sen de bunu anla!" "Valentino, kendini doldurup durma. Biraz da beni düşün. Ben ne hâldeyim, gör, anla!" Sancıyan karnıma kapandı sağ elim. "Kötüyüm diyorum, kötü hissediyorum! Bu durum beni endişelendiriyor! Seni sağlıklı bir şekilde yanımda istiyorum. Yeterince tehlike var zaten hayatımızda, neden daha fazlası için zorluyorsun?" Ağrıyan karnımla yüzümü ekşittim. "Bak, bu beni ilgilendiren bir durum. Kararı tek başına veremezsin. Ben bu işin peşini bırakmanı istiyorum. En azından şimdilik. Çünkü ben daha fazlasına dayanamayacak kadar yorgunum anlıyor musun?" Bir yanı hâlimi görüp endişeyle kolumu tutarken diğer yani kaskatı kesilmişti. "Benden ne istediğinin farkında mısın? Bu piç kurusunun seni tehdit etmesine ve hayatını kontrol etmeye çalışmasına göz yumacağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun. Bunu sakın bekleme benden. Sakın. Bir bok sineği bir aslanı öldüremez. Bir serseriden korkacak değilim. Sen de korkma." "Sana bir şey olursa bana ne olacağının farkında mısın merak ediyorum Valentino. Ben ne durumda olurum sence? Az önce nefes bile alamadım. Kalp çarpıntılarımdan haberin var mı? Çıldırmak üzereyim! Sana bir şey olacağını düşünürken nefes alamıyorum! Kendimi kötü hissediyorum! Ne istiyorsun, bu bebeği düşürmemi falan mı?" Bebek söz konusu olduğunda az önceki sert bakışlı adamın yüzü şefkatle yumuşadı. "Lâl, senin düşünmen gereken tek şey-" "Düşünmem gereken tek şey bebek diyeceksin değil mi?" Alayla güldüm. "Ben bu sözleri ezberledim Valentino. Ama senin de beyninin alması gereken şeyler var. Bu bebeğin bir babaya ihtiyacı var, Valentino. Kanlı canlı, tek parça hâlinde bir babaya!" Biraz sakinleşmeye çalışarak sordum. "Kendini ölümsüz mü sanıyorsun?" Bu kez benim ellerim onun yüzünü kavramıştı ve yalvarırcasına mırıldandım. "Onun lânet kasasından uzak dur. Sikmişim video kayıtlarını! Ne yaparsa yapsın. Bana ne olacağı umurumda değil! Asıl sana bir şey olursa ölürüm, anlıyor musun?" Anlaması için tane tane tekrarladım. "Video, kayıtlarının, peşini, bırak, Valentino. Yalvarırım." "Şşşt..." Beni omuzlarımdan tutup yatağa oturttu. "Sakin ol, tamam mı? Endişelenecek hiçbir şey yok." Bu işin peşini bırakacağını söylemiyordu. Yanıtları beni yalnızca anlık sakinleştirmeye yönelikti, muğlaktı ve bu beni rahatlatmıyordu. "Şimdi doktor çağırıyorum." "Beni iyileştirebilecek şey doktor değil şuan Valentino. Senin sağlığına dikkat etmen, anlıyor musun?" Telefonuna sarılan adam doktor çağırdıktan sonra bana döndü. Kollarımı kavrayıp yavaşça yatak başına sürükledi beni. "Şimdi uzanıyorsun ve bunları düşünmüyorsun. Derin nefesler almanı istiyorum senden, tamam mı? Bunu yapabilir misin?" Derin nefesler almaya çalışıyordum ama ortamdaki oksijen çekilmiş gibiydi. Kalp çarpıntılarımsa hâlâ geçmiş değildi. "Kalbim... Çok hızlı atıyor." "Tamam, doktor yolda. Geliyor." "Doktorluk bir şey yok, Valentino. Bana ne olduğunu çok iyi biliyorum. Panik atak krizi bu. Doktor gelse de bir şey yapamaz. Derin nefesler almamı isteyecek, sakin ol diyecek. Hamileyim, ilaç da veremez. Psikolojik deyip gidecek." Doktor geldi. Söylediklerimin aynısı oldu. Bir psikolog olarak benim de bildiğim şeyler söyledi ve gitti. İlaç kullanamayacağımı biliyordum. Zaten durumun o kadar ciddi olmadığını da. Ama bildiklerimi uygulama konusunda hiç iyi değildim. Özellikle de bunca olayın içinde sakin kalmak gibi. Ne diyecektim? Doktor bey, benim ailem manyak. Babam sosyopat, annem şizofren. Eski takığım psikopat. Nişanlım zaten mafya. Yerine geçmek zorunda kaldığım ruh hastası kız ortaya çıkıp yerime geçmeye çalıştı. Tüm bu geri zekâlılıkların içinde yaşadığım aksiyon beni bu kaygı hâline sürükledi. Mafya nişanlım da sağ olsun, tehlikelere doymuyor, hiç umursamıyor. Bu durumda nasıl sakin kalabilirim, buna uygun bir reçeteniz var mıdır acaba? Bunları söyleseydim adam koşarak uzaklaşırdı herhâlde. Haklıydı da. Ancak benim anlamadığım, normal bir insanın bile katlanamadığı bu sikindirik şeylere benim katlanmamı nasıl bekliyorlardı? Yatakta uzanırken yanımda oturan adam usulca el bileğimi okşuyordu. Az önce beni delirten kendisi değilmiş gibiydi. "Daha iyi misin?" "Kalp çarpıntım biraz azaldı." "Su ister misin?" Komodinin üzerinde az önce içtiğim suyun boş bardağına baktım. "Hayır, içtim. Yeter bu kadar." Uzanıp karnıma dokunan adama ters ters baktım. "Karnımı falan okşama, Valentino. Eğer beni, kızını gerçekten düşünüyorsan ne yapman gerektiğini biliyorsun. Bize neyin iyi geleceğini de." "Lâl, hayatını sorunlardan kaçarak sürdürme isteğini anlamıyorum." "Valentino, en azından şu bebeği sağlıklı bir şekilde doğurmak istiyorum. Bu kadarını bana çok görme." "Saçmalıyorsun. Bebeğe zarar gelmesine izin vermeyeceğimi biliyorsun." "Ben ölürsem bebek de ölecek, Valentino! Koftiden düşünceli baba ayakları yapma bana!" Derin bir nefes aldım ve sesimi alçalttım. Bu panik atak durumunun beni öldürmeyeceğini bilsem de ona bir şey olma ihtimali için aynı şeyi söyleyemezdim. "Kendine zarar verecek şeyler yaparsan olacak olan bu." Yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Beni seviyor musun, Valentino?" "Nasıl bir soru bu? Seni sevdiğimi çok iyi biliyorsun. Her şeyi bunun için yapıyorum." "Beni seviyorsan kendi canını tehlikeye atacak şeyler yapma. O kasadan da uzak dur. En azından şimdilik." "Lâl, doğuma kadar yığınla zaman var. O kadar sabredemem. Sabretsem bile bu aleyhimize olabilir. Kayıtların peşinde olduğumu biliyor artık. Önlem almaya çalışır. Alıp başka yere saklar. Her şey olabilir." Kollarımı okşarken ekledi. "Sen beni ne kadar önemsiyorsan ben de seni o kadar önemsiyorum. Bunu anlamak o kadar zor mu? Yalnızca sen mi endişeleniyorsun sanıyorsun?" "Valentino..." Onu vazgeçiremiyordum. Geri adım atmıyordu. Korkularımı anlıyordu ama Vural'a karşı geri adım atmayı reddediyordu. "Yalvarırım, gerekirse ayaklarına kapanırım ama lütfen o kasadan uzak dur. Ya Allah kahretsin o kasayı ya!" En sonunda patlamıştım. Bu işin içinden nasıl çıkacağımı bilmiyordum. "O bok herif bir daha sana ulaşamayacak. Telefonlarıyla seni huzursuz edemeyecek. Sen de bunları düşünmeyeceksin. Bana hiçbir şey olmayacak." Karnımı okşayan elleri el bileklerime indi. "Anlaştık mı?" İsteksiz bir biçimde "Sanki başka çare bırakıyormuşsun gibi." diye söylendim ve doğrulduğum yatakta uzandım. "Yanıma uzansana." Dediğimi yaptı. Yanıma gelip uzandı. "Şimdi bana sarıl." İç geçirerek bana sarıldı ve çenesini başıma yasladı. "Ah, Lâl... Seninle ne yapacağımı bilmiyorum." "Bunu söylemesi gereken kişi benim, ben!" Güldü adam. "Tamam, senin dediğin gibi olsun." Beni bebek gibi pışpışlaması tatlı tatlı sinirlerimi bozuyordu. Çocuk avutur gibi geçiştiriyordu beni. Oysa benim istediğim çok basitti. Kendine dikkat edecekti, hepsi bu. Bana uzaydan göktaşı al demiyordum ki. Kendine dikkat et, bu kadar. Bu cümlenin tam olarak neresi, hangi kısmı anlaşılmıyordu? Derin nefesler alarak kollarında olduğum adamın göğsüne yasladım başımı. "Ben hamileyim, tamam mı? Benim şımartılmaya ihtiyacım var, üzülmeye değil. Bunu kafana vura vura öğreteceğim, Valentino. Beni üzme artık." Sağ elim yanağına gitti ve onu okşarken hafif kısık gözlerle bana bakışlarını yakaladım. Dudaklarının gülercesine kıvrıldığını görünce sahte bir öfkeyle gözlerimi kıstım. "Öyle hiçbir şeyden habersizmiş gibi mendebur mendebur bakma bana. Hani hep sen bana diyorsun ya uslu dur, uslu dur diye, bu sefer de sen uslu duracaksın!" Geçiştirircesine tavana bakarken iç geçirdi. "Denerim, Donna." Sanki elinde değilmiş gibi muğlak yanıtlar vermeye devam etti tabii. "Ama ne kadar başarılı olabilirim, bilmiyorum. Hayatı boyunca senin deyiminle yaramazlık yapmış bir adam olarak bu kolay olmasa gerek." Ben ona ters ters baktığımda güldü ve çenesini başıma dayayıp iç geçirdi. Huzurla başımı yasladığım göğsünde birkaç dakika sessizlik sürdüğünde içim geçmiş. Uyandığımda yatakta yalnızdım ama banyodan kısık sesler geliyordu. Usulca doğrulup kulak verdiğimde Valent'in karşı tarafla İtalyanca konuştuğunu anlıyordum. Henüz her konuştuğunu anlayacak kadar bilmesem de karşı tarafa "Bu mümkün değil. Sana inanmıyorum!" gibi bir cümle kurduğunu duymuştum. Kiminle konuşuyordu acaba? Ardından "Görmeden gerçek olduğuna inanmamı bekleme." derken azarlar tonda konuştuğunu anlamak güç değildi. "Sakın buraya gelme!" diye uyarıda bulunduğu kişi kim olabilirdi? Derin bir nefes alıp kuşkuyla bakındıktan sonra başımı yastığa koydum. Lâl, saçmalama. Bu adamın tonla işi var. Her şey seninle ilgili olmak zorunda değil. İşle ilgili biriyle konuşuyordu işte. Merak ettiğim şey, bu kadar gergin ve sinirli kiminle konuştuğuydu ancak üstelemedim. Bazı şeyleri görmezden ya da duymazdan gelmek bana daha iyi gelecekti, en azından ben böyle düşünüyordum. Benimle ilgili olan veya olmayan her şeyle uğraşmak ve burnumu her haltın içine sokmak gibi gereksiz bir huyum vardı. Acilen bu huyumdan vazgeçmeliydim. İşe bu telefon görüşmesini yok sayarak başlayabilirdim. Yataktan kalktım. Terlemiştim. Üzerimdekileri çıkarmak için giysi dolabına yöneldim. Pudra rengi dizüstü geceliğimi giyip yatağa döndüğümde Valent banyodan çıkmıştı. Ona az önce duyduklarımdan bağımsız bir biçimde gülümsedim ve "Uykuda çok terlemiştim, üzerimi değiştirdim." diyerek yanına, yatağın kenarına oturdum. "Klimayı kısmalarını söylerim." Elimi boş ver diyerek geçiştirircesine salladım. "İşle ilgili görüşmelerin vardı galiba." "Evet." Onaylar gibi başımı salladım. "Gitmen mi gerekiyor?" "Hayır." Gözlerini kısarak "Bunu da nereden çıkardın?" diye sordu. Omuz silktim umursamazca. "Bilmem, her telefon geldiğinde gitmen gerekiyor. Acil servis çalışanı gibisin." Benzetmeme başını öne eğerek güldü. Yavaşça yataktan kalktı, "Sana bir sürprizim var." dedi ve o karşımızdaki tekli koltuğa uzanana kadar orada uzun siyah bir enstrüman çantası olduğunu fark etmedim. Çantayı alıp bana uzattı. "Bu senin." Merakla elime aldığım şeye baktım. "Bu da nedir?" "Aç da bak." Fermuarı çekip kaldırdığımda bunun bir keman olduğunu gördüm. Çok kaliteli görünüyordu. İşlemeleri... Muazzamdı. Bu çok... Çok özeldi. "Valent bu..." Yutkundum. Nutkum tutuldu. Konuşamadım. "Çok güzel keman çalıyormuşsun. Ve ben bunu hiç duymadım." Gözlerime baktı. "Keman çalarken seni dinlemek istiyorum." Kemanı bırakıp adama baktım ve "Çok teşekkür ederim." diyerek boynuna atladım. Benimle ilgili her detayla ilgilenmesi, beni mutlu etmeye çalışması öyle hoştu ki. Hakkımda en ufak bir şeyi hatırladığında içimden sıcak bir şeyler akıyor gibi hissediyordum. "Elbette çalarım." Dudaklarına uzandığımda o da bana yaklaştı. Tam dudaklarımız birleşecekken bu güzel anı bir zırrrrrr sesi bozdu. Hayır, merak ediyorum Valent'in şu telefonu iki dakika sonra çalsaydı ölür müydü? Dünya savaşı mı çıkardı? Alt tarafı iki dakika sonra açsan telefonu ölür müsün? Superman falan mısın be adam? O telefon kulağına yapışacak bir gün, kulağına! İç sesimden bağımsız bir biçimde geri çekildim ve adamın telefonu yanıtlamasını bekledim. Telefon ekranına bakan adam ise telefonu açmak yerine bana döndü. "Marcel arıyor." Merak etmiştim. Neden arıyor olabilirdi ki Katerina'nın kocası? İkimiz de anlamaya çalışırken Valent telefonu açtı ve İngilizce konuşmaya başladılar. Konuşmalarından anladığım kadarıyla Marcel yemeğe falan davet etmiş olmalıydı çünkü Valentino "Lâl çok yorgun. Açıkçası gelebilir miyiz emin değilim ama davetin için teşekkür ederiz." falan demişti. Bense işin aslını öğrenmek için fısıldayarak "Ne daveti?" diye sordum. Telefonun mikrofon kısmını kapatarak "Katerina'yla bizi yemeğe davet ediyorlar." yanıtını verdi Valentino. Anlaşılan hâlâ akıllanmamıştı bu kadın. Yemek davetinin Katerina'nın başının altından çıktığına emindim. Sakin kalmaya çalıştım ve "Kabul et." dedim. Neymiş karın ağrısı öğrenelim bakalım. Ya da dua ediyordum biliyor musunuz? O yemek masasında ters bir hareketi olsun da ben ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim. Gerçekten. "Emin misin?" "Eminim Valentino, bekletme adamı telefonda." Valentino söylediğim gibi yemek davetini kabul edip telefonu kapattığında ne yapmaya çalıştığımı anlamamış gibiydi. "Lâl, neden kabul ettik şimdi yemek teklifini?" "Görmüyor musun Valent? Bu Katerina'nın bir hamlesi. Yemek teklifinin altında o olduğuna eminim. Kendi kulvarına bakmadan bana meydan okuyor. Beni huzursuz etmek istiyor. Adamcağızın zaten dünyadan haberi yok." Rahatlıkla iç geçirdim. "Gidelim bakalım." Bu kez gerçekten rahattım. Evet belki Katerina'nın Valent hakkında bildiği sır hakkında hâlâ kafam karışıktı ama ona dişli yanımı göstermiştim. Bundan memnundum. "Beni huzursuz edemeyeceğini görsün." "Buna hiç gerek yok. Kimseye hiçbir şey kanıtlamak zorunda değiliz." "Zorunda olduğumuz için değil, ben öyle istediğim için gidiyoruz." Kendime güvenen tavırlarım karşısında kaşlarını kaldırıp dudak büktü adam. "Her geçen gün beni şaşırttığın yetmiyormuş gibi sende tuhaf bir şey var." Merakla kaşlarımı çattım. "Ne gibi?" "Sende kendimden parçalar buluyorum, Lâl." Düşünceli bir yüz ifadesiyle beni inceliyor gibiydi. "Cesur, meydan okuyan, bir sonraki hamlesi asla bilinmeyen, güçlü..." Ayağa kalkıp yatakta oturan adamın karşısında dikildim. Hafifçe bacaklarımı aralayıp üzerine oturdum. Yüzünü ellerimin arasına alıp gözlerine baktım. "Çünkü gitgide sana benziyorum. Sana dönüşüyorum. Karanlığımız birbirine benziyor." Hipnotize olmuş bir biçimde bana bakarken yavaşça başını aşağı yukarı salladı. "Karanlığımız birbirine karışıyor." Az önceki öpüşmemizi tamamlamak için hevesli bir biçimde alt dudağımı dişledi. Karanlığımız gibi dudaklarımız da birbirine karıştı. Akşamüzeri yemek için hazırlanırken bronz rengi uzun saten bir elbise giymiştim. Göğüs dekolteliydi. Makyajımı tamamladıktan sonra kendimden emin bir biçimde arkama döndüm ve beni izleyen adama baktım. "Ben hazırım." Çapkın bakışlar ve beğeniyle süzerken "Görüyorum." diye mırıldandı imayla. "Hadi, inelim." Otele yakın manzaraya nazır lüks bir restoranda güzel bir masa bizi bekliyordu. Katerina'yla yeniden karşılaştığım için öfkeliydim ama öfkemi içime saklamayı ve içimdeki fırtınayı düşmanıma sezdirmemeyi öğrenmiş gibiydim. Serinkanlı bir gülümsemeyle tokalaşıp oturduğumuzda Katerina bile şaşkındı. Marcel bana bakarak "Yemek davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz." dedi sıcakkanlı bir ifadeyle. Aslında şeker biri bile sayılabilirdi Marcel. Arkadaş canlısıydı. Katerina'yla yolları nasıl kesişmişti bilmiyorum ama onun gibi birini hak edecek kadar kötü bir adama benzemiyordu doğrusu. Sürekli ailesinden bahsediyordu. Ailesine bağlı sıradan bir adam. Katerina ise... Bambaşka bir frekansta. Stabil giden evliliğinden sıkılmış, yeni heyecanlar arayan ve bu yüzden eski sevgilisini baştan çıkarmaya çalışan davetkâr bir kadın. Çok da ilginç değildi. Ah, Katerina. İçimdeki canavarı uyandırmaman gerekiyordu. Neşeyle geçen gün yaptıkları pikniği anlatan Marcel beklediğim fireyi verdi. "Piknikte Katerina'nın aklına bu yemek fikri geldi. Neden Valent'leri yemeğe davet etmiyoruz dedi. Benim de hoşuma gitti." Gülümseyerek göz ucuyla Katerina'ya baktım. "Ah, ne hoş." diyordum dudaklarımı bükmüş hafif bir alayla onu incelerken. Biliyordum. Bu işin Katerina'nın başının altından çıktığını anlamıştım zaten. Bu yüzden iyi ki gelmişiz diyordum işte. Tek bir yanlış hareketini kolluyordum. Buraya bizi boşuna çağırmamıştı. Onun o küçük beyninden neler geçtiğini okuyabiliyordum. Benim bilmediğim o sır zırvalığından dolayı Valent'le aralarında kopması zor bir bağ olduğuna inandırmıştı kendini. Bu sebepten riske girmiş, son kez şansını denemek için çağırmıştı bizi buraya. Ters bir hareket yapacağını, bir şekilde Valent'e iş atacağını adım gibi biliyordum. Çözmüştüm ben bu kadını. Valent'ten karşılık alamasa bile beni huzursuz etmek için bir şeyler yapacağını biliyordum. Masada Marcel'i dinleyen Valentino ise gergindi ve sandalyesini biraz geriye çekerek oturmuştu. Bir şeylerin ters gittiğini ve bana çaktırmamaya çalıştığını ilk o zaman anlamıştım. Bir numara yapıp çatalımı düşürmeyi düşündüm ama bu sefer de çok göstere göstere baktığım belli olacaktı. Bu yüzden herkes sohbet ederken fark ettirmeksizin masa örtüsünü hafifçe kaldırdım. Ve işte beklediğim gibi. O geride otururken Katerina sağ ayak bileğini Valent'e değdirmeye çalışıyordu. Ayakkabısını çıkardı ve adamın geri çektiği bacağını okşamaya çalıştı. Valentino'nun yüzünde huzursuz bir ifade vardı. Öfkesini gizlemeye çalışan sabırlı bir ifade. Bu onun fırtına öncesi sessizlik bakışıydı. Bana sezdirmemeye çalıştığı açıktı. Muhtemelen beni daha çok üzmemek için durumu hissettirmeyecek, daha sonra arka planda bunun bedelini fena ödetecekti. Ama gerek yoktu buna. Katerina ise masanın altında dönen olayları gördüğümü anlasaydı muhtemelen bozulacağımı ya da öfkeden delirip masayı dağıtacağımı düşünebilirdi ya da benden bir hamle bekleyebilirdi. Bense oldukça serinkanlı bir biçimde sandalyemin üzerinde kaykılıp ışıltılı bir gülümseme saçtım masadakilere. Valentino o manzarayı gördüğümün farkındaydı ve başını geriye atarak sabır diliyor gibiydi. Yine başının belada olduğunu, otele döndüğümüzde bir kıskançlık krizi ve ardından büyük çaplı bir kavga olacağını falan düşünüyor olmalıydı ancak yanılıyordu. Çünkü zaman zaman aptal olsam da bugün o günlerden biri değildi. Gerçekleri görüyordum. Beklediğim bir şeydi bu. Böyle ucuz kadınlar böyle ucuz numaralar çekerdi. Bense beklemediği bir hamleye hazırlanıyordum. Bombayı patlatmak için sandalyede dikleştim. "Biliyor musun Marcel, ben size çok özeniyorum." Tatlı bir merakla gülümsedi adam. Devam ettim. "Hem böyle mutlu ve tekdüze görünen bir aile hem de sıradışı zevkleri olan bir çiftsiniz. Böyle free takılıyorsunuz. E tabii, uzun süreli evliliklerde heyecan azalınca böyle küçük oyunlar oluyor değil mi?" Merakla gözlerini kıstı Marcel. "Anlamadım?" Gerçekten de söylediklerimden hiçbir şey anlamayan saf bir ifade vardı yüzünde. Katerina dut yemiş bülbül gibi dururken ne söylediğimi anlamaya çalışıyordu. Elbette durmadım. Ona acımak için çok geçti. "Canım, ilişkinizden bahsediyorum işte. Açık ilişki." Marcel'in kaskatı kesildiğini ve ardından merakla karısına döndüğünü görünce yalandan mahcup bir ifadeyle alt dudağımı ısırdım. "A ben bir pot kırdım sanırım. Hayır, Katerina ikidir Valent'i tuvalet koridorlarında kovalayıp ahlaksız teklifler edince... Ben de sizin bulunduğunuz masalarda bunu yaptığını görünce aksini düşünemedim." Bakışlarım usul usul yalnızca adamın görebileceği şekilde masanın altını işaret ettiğinde Marcel merak edip masanın altına baktı. Anlık hareketlerde Katerina'nın ayakkabısını giymeye çalıştığı sırada o anı yakaladı ve Allah'tan o kadar aptal biri olmadığı için az çok durumu kavradı. Böyle öğrenmesini istemezdim. Ama ona büyük bir iyilik yaptığımı düşünüyordum açıkçası. Benden önemli bir hayat dersi almıştı. İyi veya kötü. Yüzü öfkeden kızarmış adam burnundan soluyordu. Elindeki bıçağı öfkeyle sıktı, sıktı ve gürültüyle masaya bıraktı. Ayağa kalktığında "En kısa sürede boşanma davasını açıyorum. Çocukların velayetini almayı da unut." dedi ve hızla masayı terk etti. Katerina yalvar yakar aldatmaya çalıştığı kocasının peşinden koşmadan önce bana şok olmuş öfkeli bir bakış attı. Masadan aldığım kırmızı şarabı pahalı elbisesinin üzerine döktüğümde "Çok affedersin, bu hamilelik beni çok sakar biri yaptı. Gerçekten üzgünüm." dedim alayla. Bana bakışları çok şeyi anlatıyordu. Dersini aldığını. Gerçekten göründüğümün aksine korkulacak biri olduğumu. Alaycı bir tebessümle onu uğurladım. Gidişini izlemek çok zevkliydi. Masada baş başa kaldığımızda Valentino yüzüme şaşkınlıkla bakıyordu. Yaramaz bir çocuk gibi güldüm. Hayret dolu sesiyle "Lâl, sana söyleyecek bir şey bulamıyorum." dediği an anladım yüzündeki ifadenin şaşkınlıktan çok hayranlık olduğunu. Gülmemek için kendini zor tutan adam durumun hoşuna gittiğini gizlemiyordu. "Sen..." İddialı bir biçimde kaşlarımı kaldırarak "Ne? Her geçen gün seni şaşırtıyor muyum?" diye sordum yanıtını bildiğim hâlde. "Umarım sen de kurtların arasında bir kuzu olmadığımı anlamışsındır. Sen yokken de kendimi koruyabilirim." Gözlerini kısa bir an kapatarak başını salladı. "Bunu çok iyi biliyorum. Sen güzel olduğun kadar zeki ve cesur bir kadınsın." Kurnazca gülümsedim. Çoğu zaman yolumu kaybediyordum. Ne düşüneceğimi pek bilemiyordum. Dengesizdim. Bana söylenenlere inanacak kadar saf oluyordum. Belki de aşk yüzündendi, bilemiyordum. Ama karşımdaki kişinin sevgisinden emin olduğum zamanlar kendimden emin davranmayı, aşırı duygularımı dizginlemeyi becerebiliyordum. Düşmanıma göre hareket etmeyi öğreniyordum. Ben bu hikâyenin sürüden ayrılan kuzusuyken yavaş yavaş kurda dönüşüyordum. Hem de sürüden ayrıldığımda beni kapan kurt sayesinde. ❝Valentino❞ Olaylı yemeğin ardından otele döndüğümüzde ikimiz de keyifliydik. Açıkçası masada eve döndüğümüzde beni büyük bir kavganın beklediğini düşünüyordum ama yanılmak hiç bu kadar zevkli olmamıştı. Her geçen gün Lâl'in bambaşka bir yanını tanıyordum. Her gün başka bir Lâl. Bu şaşırtıcı derecede keyifliydi. Sürprizlerden hoşlanmayan bir adam için bile. Beni heyecanlandırıyordu. Şaşırtıyordu. Eğlendiriyordu ve... Baştan çıkarıyordu. Ah, Lâl. Vücudumdan yükselen dayanılmaz tutkum. En büyük zaafım. Yatağa oturdu ve topuklu ayakkabılarını çıkarırken tatlı tatlı sızlandı. "Baksana Valentino ya ayaklarım nasıl şişmiş." Diz çöküp çıplak ayaklarını okşadıktan sonra öptüm. Hafif hafif masaj yaparken sitemi yok oldu. Buruşan yüzü saniyeler içinde keyifli bir hâl aldı. "Ama değdi biliyor musun? Katerina'nın yüzünü öyle gördüm ya, ölsem de gam yemem." Güldüm. Oynadığı küçük kurnaz oyunlar beni eğlendiriyordu. "Senden oldukça korkmuş görünüyordu. Bir daha seni kızdırmaya cesaret edebileceğini sanmıyorum." Alaycı yüz ifadesi ve iğneleyici ses tonuyla yanıt verdi. "Eh, artık mümkünse başıma başka bir eski sevgili çıkarma." Eski sevgili kelimesini duyunca birkaç saniyeliğine de olsa keyfim kaçmıştı. "O Katerina da dua etsin hamile hâlimle bu kadar oldu. Yoksa elimden bu kadar ucuz kurtulamazdı." Doğrulup yatağa oturdum. "Sana burayı gezdirmek istiyordum ama bir türlü fırsat olmadı." Yanağını okşadım. "Bu gece erken uyu, yarın uçuşumuz var." Yüzünde büyük bir aydınlanmayla "Ne?" diye sordu. "Çok sevindim ama daha önce neden söylemedin?" "Aklımdan çıkmış." Ağzını açtığı an ekledim. "Merak etme, bavulların toplandı. Senin yorulmanı gerektirecek bir durum yok." Sıkılgan bir ifadeyle ayağa kalkıp arkasındaki fermuara uzanmaya çalıştı. "Hiç de uykum yok bu gece." Yardımcı olmak için ayağa kalkıp elbisesinin fermuarını indirdim. "Ben de şey için çok mu yorgunsun diye düşünüyordum." Çıplak sırtını okşadım. "Ne için?" Ne söyleyeceğimden emin bir biçimde beklerken onu şaşırttım. "Keman çalmak için." Yüzünü bana döndüğünde imalı bir biçimde güldü. Elleriyle yakalarımı düzeltirken "Çalmasına çalarım da otelde gürültü olur." dedi. "Burası benim özel suitim. Ses geçirmez." Başını salladı. "Hay hay." Usulca soyundu ve yatağın kenarında duran pudra rengi saten geceliğini giydi. Üzerine kimonosunu geçirdi. Aynanın önünde kol düğmelerimi çözerken bana arkasını dönmüş balkon manzarasına bakarken keman çalmaya başlayan kadının yarı çıplak sırtını izliyordum. Sesi gibi keman çalışı da çok güzeldi. Yetenekli olduğu her hâlinden belliydi. Her işi olduğu gibi bunu da çok iyi beceriyordu. Bir sihirbaz gibi kemanın telleriyle ileri geri oynuyordu. Çok güzel bir parçaydı çaldığı. Başımı geriye atıp usulca gözlerimi kapadım. Kendimi müziğin büyüsüne kaptırdım. Gözlerimi araladığımda yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm. Gözleri kapalı keman çalarken bir meleğe benziyordu. Her şeyiyle kendini çaldığı parçanın büyüsüne kaptırmış görünüyordu. Başka bir evrende gibi. Severek yaptığı her şeyde olduğu gibi keman çalarken de çok mutlu ve huzurlu görünüyordu. Her zaman onu görmek istediğim gibi. Müzik durduğunda kemanı yatağın önündeki koltuğa bıraktı. "Çok güzel bir parça." diye mırıldandım. "Adı ne?" "Gözleri aşka gülen." Tebessümü dudaklarına yayılırken "Şarkının sözleri şöyle diyor..." dedi. Şarkıyı kadife gibi bir sesle mırıldandı. "Tatlı gülüş pek yaraşır. Gözlerine baktım uzun uzun. "Çok anlamlıymış." Yanağını okşadım. "Benim için de en güzel şey seni sevmek." Kollarımla onu sardığımda gözlerimi kapayıp iç geçirdim. "Hem cennetimsin hem de kıyametim." Dudaklarına bir öpücük kondurdum. "Artık uyumalısın. Yarın yorucu bir gün olacak." İtiraz etmeden başını salladı ve yatağa uzandı. Çarşafı üzerine örtüp alnından öptüm. "Gözlerini kapat." İkinci kez söylememe gerek kalmadan gözlerini kapattı. Keşke her zaman bu kadar söz dinleyen biri olsaydı. Bunu düşününce güldüm. Telefonum çaldığında onu uyandırmamak için odadan çıkıp asansöre uzanan koridorda yanıtladım aramayı. "Pronto..." "En iyi savunma saldırıdır derler. Senin neden sessizliği tercih ettiğini merak ettim doğrusu, Riccardo." Bu sesi çok iyi tanıyordum. İçeride, odada uyuyan kızın babası. Herkese karşı taktığı maskesi buydu. Daha doğrusu o kızın kaybolan umudu ve çocukluğunun katiliydi. Başkan. Yüzüm öfkeden kaskatı kesildi. "Bu savaşa göre değişir." Sesim duygularımın aksine sakin çıkmıştı. "Stratejik hamlelerimi paylaşmaktan hoşlanmam." Normal şartlarda bir plan kurduysam onu uygulayana kadar sakin kalmayı başaran sabırlı biri olabiliyordum. Ancak bu istisnai bir durumdu. Bu bir işten çok fazlasıydı. Sevdiğim, değer verdiğim kişinin hayatını da kapsıyordu. Zaafımı. "Sen ve Vural... Sizi neden öldürmediğimi merak ediyorsunuz değil mi?" Yanıtını beklemeden devam ettim. "Sizi basit bir şekilde öldürmek adıma hakaret olur. Bu yüzden her gün öleceksiniz, Başkan. Her gün bir parçanız ölecek. Her gün." Alaycı ses tonuyla karşılık verdi. "İnanamıyorum, torunumun babası, müstakbel damadım benimle nasıl da saygısızca konuşuyor. Yazık." Komik bir şakayı dile getirir gibiydi. "Kıyametinin geleceği günü bekle." Telefonu suratına kapattığımda kapının önünde ellerini birleştirmiş nöbet tutan Nikolai'den odaya döndü bakışlarım. Aralık kalan kapıdan yatakta mışıl mışıl uyuyan kadına baktım. Kızıl saçları yastığa yayılmış, parlak beyaz teni, canlı pembe dudakları ve gürleşmiş kirpikleriyle peri kızı gibi uyuyordu. Onu bu esaretten kurtarabilecek tek kişi, uğruna intikam yeminleri ettiği hayata, ailesine geri dönmemişti. Azize. Ne planlıyordu? Kartlar yeniden dağıtılıyordu. Anlaşılması güç bir sır değildi bu. Bir tahminim daha vardı, Azize'nin işbirlikçisi Dokuz veya Zita olmalıydı. Ama hangisi? Belki de ikisi birden. Sesli bir nefes verdim ve odaya geri döndüm. Ortada dönen tüm olaylardan habersiz sessizce uyuyan kızın yanına uzandım ve dirseğimde yükselip saçlarını okşadım. Onu kaybetmekten, benden kopmasından korkuyordum. Bu korkumun sonsuza dek geçmeyeceğini de. Aşkın doğasına karşı gelemezdik. Buna alışmalıydım. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Bu bölümü Neilibrilav , Rapunzelx53x , SudeArkan9 , Leganto_ , Nilakici , mabelanddipperxzs , rabiaolgun1 , tavukdoneer ve solitudevx okurlarıma armağan ediyorum! 💞 Buraya bölümü nasıl bulduğunuzu, buraya da yeni bölüm tahminlerizi yazabilirsiniz. Son olarak buraya hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini yazabilirsiniz. Sevgiler ve de bol kokulu öpçükler! 😘❤️ ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |