@buzlarkralicesi
|
-22-
Sabahın erken saatlerinde tekinsiz bir duyguyla uyandım. İçimde bir ürperti vardı. Gece kâbus görmüştüm. Kâbusumda annem vardı. Seval annem. Kötü bir kâbustu. O iyi değildi. Kan ter içinde uyandığımda Valent yanımda huzurlu bir uyku çekiyordu. Onu uyandırmadan sessizce yataktan kalktım. Balkondaki koltuğa oturup dizlerimi karnıma çektim. Bunu düşünmemem gerekiyordu biliyordum ama annemi düşünüyordum. Beni doğurmasa da büyüten o kadını. Bende bıraktığı izleri unutmam ya da silebilmem mümkün değildi. Vural hakkındaki gerçekleri anlattığımda senin aklın karışmış diyerek beni geçiştirmesini istesem de zihnimden silemezdim. Ama ona kızamıyordum hatta onu anlıyordum. Yüce gönüllü biri ya da filmlerdeki saf başrol kız olduğum için değil, onu gerçekten anlıyordum ve ona acıyordum. Kızınız sizin yüzünüzden ölüyor ve siz vicdan azabı içinde yanıp kavrulurken ona benzeyen bir kızı kendi kızınız gibi bağrınıza basıyorsunuz. Üstelik başkan gibi biriyle evlisiniz, yaşadıklarınız sizi delirtmiş durumda ve siz bu durumda bile size ait olmayan bir çocuğa annelik etmeye çalışıyorsunuz. Doğru veya yanlış. Bu hiç ama hiç kolay bir şey değildi. İnsan kendi çocuğuna annelik edebilirdi ama ya doğurmadığı bir çocuğa annelik edebilir miydi? Her kadın yapabilir miydi böyle bir şeyi? Hayır. Üstelik kendi doğurduğu çocuğa bile annelik edemeyenler varken... Ona her şeyden önce bir gönül borcum vardı, inkâr edilemez bir gerçekti bu. 20 küsur yıl bir çiçeği bile büyütseniz aranızda duygusal bir bağ oluşurdu. Anneliğe bu kadar yaklaşmışken onun yaptıklarını nasıl unutabilirdim ki? Bir kenara atamazdım. Omzuma dokunan elin sahibi "Ne arıyorsun bu saatte?" derken başımı kaldırdığımda dudaklarıma uzanıp öptü. "Çok erken değil mi?" Elindeki şalı sırtıma sardı uykulu gözlerle. "Uyku tutmadı." Başımı hafif yana yatırıp dudağımı büktüm. "Kâbus gördüm." Merakla bana bakan adama "Annemi gördüm rüyamda. Kötüydü." dedim. Aklım karmakarışıktı. Gördüğü her rüyası çıkan mümtaz bir şahsiyet değildim elbette ama yine de bu annemi merak etme duygumdan beni alıkoyamıyordu. Ne zamandır ondan haber alamıyordum. O aileye dair her şeyden uzak durmak şuan yapabileceğim en mantıklı şeydi ama o ateş hattında annem nasıldı bilmiyordum bile. "İyi olup olmadığını merak ediyorum." Karşıma oturan adam dizlerine yasladığı ellerini birleştirmiş beni dikkatle dinlerken biraz düşündü. Çenesini kaşırken "Çok merak ediyorsan ara." diye karşılık verdi. Böyle bir yanıt vermesini beklemiyordum. Şaşırdım. "Gerçekten mi?" "Gerçekten." Duraksadı. "Lâl, neden şaşırıyorsun? Seni bir kafese kapatmadım. Eğer anneni merak ediyorsan ararsın. Elbette iyi olup olmadığını öğrenmek en doğal hakkın." Başımı iki yana sallarken şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışıyordum. Valent'in o aileden kimseyle görüşmemi istemeyeceğini düşünmüştüm. Haklı sebepleri de vardı. Şaşkınlığım bu yüzdendi. Ama belli ki tepkim onun tarafından yanlış anlaşılmama ya da eksik anlamasına sebep olmuştu. "Hayır, hayır elbette kafeste değilim, Valentino. Böyle hissetmiyorum. Ama... Biliyorsun işte, yaşadıklarım yüzünden onlarla görüşmemi istemediğin için ben..." Nefesimi bıraktım. "Her neyse." "Lâl, ben yasaklasam da sen öyle ya da böyle istediğini alırsın." Uzanıp elime dokunduğunda yumuşak bir kaş çatışla yüzüme bakıyordu. "Görüşme desem de görüşeceksin, bunu biliyorum. Sen kafana koyduğunu yaparsın, kimseyi de dinlemezsin." Başımı öne eğip güldüğümde ne kadar haklı olduğunu düşünüyordum. "Ayrıca aklın kalsın istemem, ara ve öğrenmek istediğini öğren." Onaylarcasına başımı salladım ve içeri girip çekmeceden telefonumu aldım. Önce eniştemi aramayı düşündüm ama anneme gerçekten bir şey olsa dahi onun bana söyleyeceğinden şüpheliydim. Tehlikeli bir hamilelik döneminde olduğumu biliyordu ve bana, bebeğe bir şey olmaması için gerçeği saklayacağına neredeyse emindim. Bu yüzden direkt olarak annemin numarasını tuşladım. Hem onun sesini duyarsam rahatlardım. Bu saatte açacağından bile emin değildim ama denedim. Çaldı, çaldı ve açtı. "Alo..." O an dilim tutulmuştu sanki. Konuşmayı unutmuş gibiydim. Nefes aldım ve zor da olsa konuştum. "Anne." "Kızım!" Ben olduğumu duyduğu andan itibaren heyecana bürünmüştü ses tonu. "Sen misin?" "Evet, benim anne. Nasılsın? İyi misin?" "İyiyim kızım. Çok iyiyim! Sesini duydum ya. Çok iyiyim!" Sesi çok mutlu, coşkulu ve heyecanlı çıkmıştı. "Sen nasılsın, ha? İyi misin? İyi besleniyor musun? Sıkı giyiniyor musun?" "Anne, çok iyiyim. Gerçekten." Beni sorarken annelik içgüdüsüyle sesindeki endişeyi hissediyordum. Benim için endişeleniyordu. Onunla yıllarımız geçmişti. Beni diğer çocuklarından ayırmamıştı. Beni üzdüğü kadar mutlu ettiği anlar da olmuştu. Bunu nasıl göz ardı edebilirdim ki? Duygusallaşmıştım ve sesimin titremesine mani olamadım. "Seni merak ettim anne. Bu yüzden aradım. Yoksa ben çok iyiyim." Ona gerçek kızının yaşadığını söylemeli miydim? Aklımdan geçmişti bu. Belki de bilseydi her şey daha iyi olurdu. O iyileşirdi. Ama onun durumunda birine öyle pat diye söylenmezdi. Ayrıca belli ki Azize ortaya çıkmamayı tercih ediyordu. Başka başka hesapları vardı belki de. Benden olduğu kadar öz ailesinden de almak istediği bir intikam olabilirdi. Bilemiyordum. Şimdilik bu gerçeği kendime sakladım. "O adam sana iyi bakıyor mu?" O adam diye hitap ettiği Valent'e dönüp baktım. Acıyla gülümsedim. Eski ben olsaydım kinayeli bir biçimde Vural'dan iyi baktığı kesin falan derdim herhâlde. Ancak büyümüştüm galiba. Artık onun canını yakmak isteyen o hırçın kız değildim. Her şeye rağmen o bir anneydi. İçini rahatlatmak istiyordum yalnızca. Ben nasıl onun iyi olduğunu öğrenip rahatladıysam onun da aklı bende kalmasın istiyordum. "Çok iyi bakıyor anne. Ben çok iyiyim. İnan bana çok iyiyim." "Sesin çok iyi geliyor." Bazı şeyleri kabullenmişti, bunu hissediyordum. Kararımdan dönmediğimi ve dönmeyeceğimi biliyordu. Dönüşü olmayan bir yolda olduğumun da farkındaydı. Bir bebeğimiz olacaktı. Artık bizi ayırabilecek bir şey de kalmamıştı ortada. Kabullenmekten başka çaresi de yoktu zaten. Mutlu olduğumun da farkındaydı. "Evet, çok iyiyim. Valentino bana çok iyi bakıyor." Emin olmak ister gibi tekrar sordum. "Sen iyisin ama değil mi?" "İyiyim bir tanem, sesini duydum ya şimdi çok daha iyiyim. Ne olur beni daha sık ara. Söz veriyorum kimseye söylemem görüştüğümüzü. Söz veriyorum." Burnunu çekti. "Seni çok özledim. Kokunu..." "Anneciğim, tamam ağlama lütfen." Titreyen sesimi düzene sokmaya çalıştım ve yeniden söze girdim. "Seni yine arayacağım ama görüştüğümüzü kimseye söyleme tamam mı? Başkan bilgi almak için seni sıkıştırmasın." "Tamam, merak etme sen. Zaten onun eve pek uğradığı yok. Vural'ın bir kasa meselesi mi varmış neymiş, konuşurlarken duydum. Epey panik olmuş görünüyorlardı. Gözleri başka bir şey görmüyor. Seninle ilgili bir şey sorarsa bilmiyorum derim, söz." Anlattığı olayın ne olduğunu bildiğim için sakindim. "Tamam anne, ben şimdi kapatmak zorundayım. Uçağımız var, hazırlanmam lazım. Yine seni ararım ama senden kendine çok dikkat etmeni istiyorum tamam mı?" "Tamam kızım, sen de kendine iyi bak." Telefonu kapattığımda rahatlamış bir biçimde nefes aldım. İyiydi. Bir sorun yoktu. Bilmem gereken tek şey buydu. Öğrenmiştim ve rahatlamıştım. Valent'e döndüm. "Çok şükür, iyiymiş." Rahatladığımı gören adam başını salladı. "Duydum. Senin adına sevindim." Omzumu okşadı. "Seni yeniden huzurlu görmek güzel." Elimde telefon yatakta düşünceli bir biçimde otururken Valent'e döndü bakışlarım. "Demek anne olmak böyle bir şey." Gözlerim boşluğa dalmış düşüncelerimi çözümlemeye çalışıyordum. "Sürekli bir endişe hâli. Ona bir şey olma korkusuyla yanıp durma. Acaba iyi mi? Karnı tok mu? Bir ihtiyacı var mı? Bana ihtiyaç duyuyor mu? Kendine iyi bakıyor mu?" İç geçirdim. "Sence iyi bir anne olabilecek miyim?" Karşımdaki adam yüzüme baktı ve gözlerindeki şefkat beni rahatlatmaya yetti. Kısa bir an düşündükten sonra tereddüt etmeden yanıt verdi. "Sen dünyanın en iyi annesi olursun." İşaret parmağıyla burnumun ucuna dokundu. "Tabii her sinirlendiğine eşyalarını toplayıp çocuk gibi kaçma huyunu bir kenara bırakabilirsen." Gülüştük. Haklıydı. Hâlâ çocuk kalmış bir yanım vardı. Onu yok edemezdim ama eğitebilirdim belki kim bilir? Elimi tutup beni yataktan kaldırdı. "Hadi, şimdi karnınızı doyuralım. Sonrasında yola çıkmalıyız." Güzel bir kahvaltı bizi eski modumuza sokmuştu. Yine mutlu ve huzurluyduk. Son zamanlarda olan her şeye rağmen. İstanbul'a indiğimizde yol yorgunluğundan arabada uyuyakalmıştım. Valent'in buraya birlikte geldiğimiz için gergin hissettiğinin farkındaydım. Annemle yaptığımız telefon görüşmesine bakılırsa Valentino Başkan ve Vural'ın çok fena kuyruğuna basmıştı. İkisinin de kasa olayı yüzünden bu kadar etekleri tutuştuğuna göre aklımda iki ihtimal beliriyordu. Ya o kasada Başkan'ı da bitirecek bir şeyler vardı ya da Başkan her zamanki gibi Vural'ı kollamakla yükümlüydü. Valent'in ise ikisinden de alacağı bir hesap vardı. Köşeye sıkışmışlardı ve bu durumda ikisi de kuduz köpekler gibi saldıracak yer arıyor olmalıydılar. Valent'in diken üstünde oluşu da bundan kaynaklanıyor olmalıydı. Otele vardık ve hemen eşyalarımızı bir kenara bıraktık. Yardımcılardan biri bavulları açarken ben yatakta uzanmış dinlenmeye çalışıyordum. Valentino'nun ise bitmek bilmeyen işleri ve telefon görüşmeleri sürüyordu. Bavullar açıldıktan sonra odada yalnız kaldığımızda ben hemen pijama gibi rahat kıyafetlerle üzerimi değiştirip cumburlop yatağa girdim. Valent ise soyunup duşa girdi. Yatakta gözlerim kapalı uzanırken su sesinin kesildiğini duydum. Valentino telefonda hararetli bir biçimde biriyle konuşuyordu. Bu can sıkıcı bir hâl almıştı. İşle ilgili olmadığını düşünmeye başlamıştım açıkçası. Çünkü bir kere olmuyordu bu. Moskova'da da gizli kapaklı birileriyle konuştuğunu duymuştum ama umursamamıştım. Abartıyor olabilir miydim acaba? En iyisi herhangi bir şey sormadan sessizce dinlemekti. En azından belki bir ipucu yakalardım. Telefonun diğer ucundaki kişiye Valentino ona "Bir daha ben aramadan beni sakın arama Zita." dedi ve sonra sesler kesildi. Zita. Adam banyodan belinde havluyla çıktığında uyuyormuş gibi davranmaya devam ettim ama içim içimi yiyordu. Hâlâ Zita'yla nasıl görüşebilirdi? Anlamıyordum! Aralarında duygusal bir şey olmadığını biliyordum, o kadarına kafam basıyordu ama o kadın Valent'in canına kast etmişti! Buna rağmen Valentino onunla nasıl görüşebilirdi hâlâ? Sinirle gözlerimi açmış ona bakarken yüzünde sıradan bir ifade vardı. "Sen uyumuyor muydun?" Korkusuzca "Hayır." yanıtını verdim. "Zita'yla konuştuğunu duyabilecek kadar uyanığım." Konuşmalarını anlamama kısa bir şok geçirdikten sonra sessiz kalmayı tercih etti. Herhangi bir yanıt vermeden giyiniyordu. Bense bu konuyu öylece kapatmaya niyetli değildim doğrusu. "Valentino senin hâlâ Zita'yla ne gibi bir işin olabilir?" "Lâl, düşündüğün gibi değil." Hesap verir ya da açıklar gibi değil de basit bir bilgi verir gibi çıkmıştı sesi. Umarsızdı. Panik yoktu ses tonunda. Sakindi. "Ne düşündüğümü nereden biliyorsun?" "Kıskançlık yapmanı gerektirecek bir şey yok." Sakin kalmaya çalışarak gözlerimi kapadım kısa bir an. "Valentino, öncelikle kıskançlık falan yaptığım yok. Elbette aranızda duygusal bir şey olmadığının farkındayım. Başımıza gelen bunca olaydan sonra en azından bu kadarını anlayabiliyorum! Ama sen hâlâ nasıl Zita'yla görüşebiliyorsun, bunu anlamıyorum! Zita ve ailesi aranızda olan anlaşmazlık yüzünden seni öldürmeye kalktı! Araban patladı, havaya uçtu! İçinde sen de olabilirdin!" Öfkeyle ayağa fırladım, sahte ve düşünceli bir ifadeyle devam ettim. "Yoksa ben mi abartıyorum bu konuyu ya? Sizin mafya âleminde böyle şeyler normal mi karşılanıyor? Bir gün birbirinizi bombalayıp ertesi gün çay partisi mi yapıyorsunuz? Hayır eğer öyleyse benim de bilmem gerekir çünkü mafya ailesine gelin geliyorum ya sonuçta!" "Lâl, suikastı Fanucci ailesi düzenlemedi. Castelli ailesi düzenledi. Bunu sana daha önce de anlatmıştım." "Sonuç olarak onlarla olan anlaşmazlığınız sebep oldu, olayın beni ilgilendiren tek kısmı bu! Fanucci ailesiymiş, Ahmet'miş, Mehmet'miş, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa'ymış, beni ilgilendirmez!" Göz göze gelmeye çalışarak ekledim. "Senin canına kast eden aileyle ne işin var?" "Lâl..." Hâlâ beni umursamadan giyinme işlemine devam etmesi çileden çıkarıcıydı. "Bu konuyu seninle tartışmak istemiyorum." Bense bir puanla dersten kalmak üzere olduğu için hocasından not dilenmeye çalışan öğrenci gibi odada onu kovalıyordum. "Valentino sen beni çıldırtmak mı istiyorsun?" Aynanın önünde tişörtünü giydikten sonra sakin sakin saatini takan adam derin bir nefes aldı. "Lâl, işlerimle ilgili konulara dâhil olmaman gerektiğini daha önce de söylemiştim. Aramızdaki tek kural bu! Buna uymak bu kadar zor mu?" "Mevzu bahis senin hayatınsa evet, zor!" Sakin sakin nefes aldım ve yeniden söze girdim. "Valentino, eski karınla görüşüyorsun. Onu geçtim. Seni öldürtmeye çalışan aileden biriyle görüşüyorsun ve bana işlerine karışmamam gerektiğini mi söylüyorsun? Gerçekten bana mantıklı bir sebep sunabilir misin şuan? Çünkü ben kavga etmek istemiyorum, gerçekten seni anlamak istiyorum." "Lâl, beni öldürtmeye çalışan aile Fanucci ailesi değildi, onlara yakın olan başka bir aileydi. Bunu sana daha önce de söyledim. Zita'yla aramızda bir şey olmasından da şüphelenmiyorsun. O zaman ne duymak istiyorsun?" Tane tane sordum. "Neden, görüşüyorsunuz, hâlâ?" "Aileyle yeniden ateşkes imzalamayı düşünüyoruz. Uzlaşmaya çalışıyorlar, olan bu." "Barışmanızın tek yolu Zita'yla evlenmen değil mi? Nasıl barış imzalayacaksınız, Zita'yı üzerime kuma mı getireceksin anlamıyorum!" Son soru dudaklarımdan öfkeli ve alaycı bir biçimde çıkmıştı. "Kuma ne?" O ise ambale olmuş gibi bana baktı ve sonra boş verdi. Ne demek istediğimi anlamamış gibiydi normal olarak. "Neyi kast ettiğini anlamıyorum Lâl. Ama barışmamızın tek yolu evlilik değil. Bu sadece aileleri birleştiren daha kısa bir yoldu. Öyle bir şeyin söz konusu dahi olmadığını da çok iyi biliyorsun." Sonunda giyindikten sonra arkasına döndü ve yüzüme baktı. Yüzümü ellerinin arasına aldı. "Sen güzel kafanı bunlara yorma. Bunlar benim işlerim. Benim işlerime dâhil olmanı istemiyorum. Lütfen." Dik dik ona bakarken sesim alçak perdeden sakin ancak sorgulayıcı çıkıyordu. "Kıçında bombalar patlatan aileyle uzlaşmak için masaya oturuyorsun. Nasıl bir fantezi bu?" Dudakları kıvrılan adam imalı bir biçimde "Fantezi dünyamı bilsen ağzın açık kalır." diyerek konuyu değiştirmeyi başarmıştı. Arkamdan yaklaşıp sırtımı sert göğsüne yapıştırdı. Bir eli boynumu kavrarken diğer eli sere serpe süzülen eteğimi sıyırmış bacaklarımda geziniyordu. "Valentino ne yapıyorsun?" Beni baştan çıkarmasına karşılık sert duruşumu bozmamaya çalıştım. Bakalım kaç dakika dayanabilecektim. "Kavga ediyoruz şuan farkında mısın?" Başını sağ omzuma yasladığında gayet rahat görünüyordu. "Ben kavga etmiyorum. Sevişiyorum. Kavga eden sensin." Tutkulu dokunuşlarıyla bana can katarken arkadan boynuma gömdüğü başı kokumu içine çekip dudaklarını boynumda dolaştırıyordu. Vücuduma baskı yapan erkekliği gözlerimi hafifçe kapamama sebep olsa da her şeyin asıl şimdi başladığını anlamıştım. Keskin bir şekilde "Seni istiyorum. Dudaklarını, tenini, bedenini... Her şeyinle seni istiyorum." diye fısıldıyordu kulaklarıma. Benimle tartışmak istemiyordu. İşlerine burnunu sokmamı istemiyordu. Ne istiyordu? Dünya yansın ve biz etrafında sevişelim. Bu mu? Tamam, böyle olsun o zaman. Zaten ne zaman ona karşı koyabilmiştim ki şimdi yapabileyim? Bense başımı arkaya atmış bana dokunuşlarının ve boynumdaki dudakların bıraktığı tatlı izlerinin keyfini çıkarıyordum. Sabırsızdım. Çekingen, kararsız bir tavrı vardı. Ona yabancı bir tavırdı bu. Tanıdığım ilk andan beri dünyanın en cüretkâr adamıydı o, hiçbir şeyden çekinmezdi. "Ne duruyorsun o zaman, alsana."
"Onu bebeğini karnıma plansızca koymandan anladık zaten." Tebessümlerimiz birbirine karıştı. "Merak etme, bir şey olmaz. Dikkatli oluruz." Dudakları ve burnu enseme sürtündükçe tatlı bir ürperme esir alıyordu bedenimi. "Nereden biliyorsun plansızca koyduğumu?" Sağ elim saçlarında kaybolurken "Biliyordum," dedim tatlı bir öfkeyle. "Bunun bana bir suikast olduğunu biliyordum Don Riccardo." Aynı eller bacaklarımla kalçalarım arasında gidip gelirken nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Ona dönüp aç ve vahşi bir şekilde dudaklarına yapıştım, o da aynı şehvetle karşılık veriyordu ve elleri sırtımın kıvrımlarından kalçalarıma dolanıyordu. Dokunuşları beni diriltiyor gibiydi, heyecanımı canlı tutuyordu. Her zamankinden çok daha özenli bir şekilde kucakladı beni, kırılgan bir eşyayı tutar gibi bıraktı bedenimi yatağa. Dudaklarımdan öpmeye başladığında yanıma uzanmıştı, yakalarından tutup onu kendime çektiğimde tedirginlikle üstüme çıktı. "Hadi ama, canlan biraz." "Onu ezmekten korkuyorum, orantısız bir gücüm olduğunu biliyorsun." Pimpirikliydi. Pimpirikli ve haklı. Her ne kadar bu benzetme onda hızlı ve öfkeli gibi dursa da endişesini anlıyordum. Onu üzerimden itip "İş başa düştü desene." Gerinerek doğruldum ve "Benden günah gitti." diyerek üzerine çıktım. Rolleri değişmiştik sanki, bu kez cüretkâr olan bendim. Ben gömleğinin düğmelerini çözerken o da pantolonunun kemerine uzandı. Üzerimdeki kazağı çıkardığında yalnızca iç çamaşırımla kalmıştım. Hafif bir ürperme yaşadım. Eteğimin altındaki iç çamaşırıma uzandı hünerli parmakları ve usulca çıkarıverdi. Ellerim göğsünde dolaşırken onun da vücuduma dokundukça ürperdiğini hissedebiliyordum. "Seni çok özledim. Çok özledim..." Dudaklarım boynundan göğsüne doğru bir yol çizerken elleri sırtımdan kalçalarıma iniyordu. Dudaklarımı yakaladığı gibi ezici bir tutkuyla yoğuruyor gibiydi. Dudaklarının tadını, teninin kokusunu, üzerimdeki güçlü varlığını ve daha birçok şeyi özlemiştim. "Ben de seni özledim. Hem de çok..." Elleri saçlarımda dolaşırken okşar gibiydi. Dokunuşlarına hasret kalmıştım. Uzun ve büyük bir sınav vermiştik. Korkunçtu ama geçmiştik. Buradaydık sonunda, bir aradaydık. Onun yanında olduğuma hâlâ inanamıyordum. "Tanrım, çok güzel kokuyorsun." Usulca kalçamın kıvrımlarını kullanarak hafifçe geriye doğru gerindim ve hazır olduğum bir an onu içime aldım. Adamın bir eli göğüslerime uzandığında diğer eli sırtımı destekliyordu. Dokunuşları vücudumu harekete geçirip canlandırırken yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Üzerinde hafifçe inip kalkarak hareket ederken inleyişlerimiz birbirine karışıyordu. Başımı hafifçe arkaya atarken sırtımdaki eli bir bebek gibi kavramıştı ve beni güvende hissettiriyordu, bu sayede hareketlerimde daha özgürdüm. Şaha kalkmış gibi hoyrattım. Hareketlerim hızlanmaya başladığında zevkle "Biraz yavaş ol." diye uyardı homurdanırcasına. Sıkı sıkı tutuyordu beni. Onun düşünceli hareketleri hoşuma gidiyordu ama arzularıma gem vuramıyordum. Üstelik güvendeydim, bunu biliyordum. Tebessümle "Biz iyiyiz, sakin ol biraz. Anın tadını çıkar." diye mırıldandım nefes nefese. Ellerim göğsünde gezinirken son hamlelerle ikimiz de zirveye ulaşmıştık. Titreyerek üzerine yığıldığımda yorgunlukla başımı göğsüne yasladım. Elleri sırtımda dalgınca gezinirken "Seni seviyorum, Lâl." diye mırıldandı içtenlikle. "Seni çok seviyorum." "Biliyorum." Bir eli saçımı diğer eli çıplak sırtımı okşarken balkonun açık kapısından hafif esen rüzgârla ürperti duydum. "Ben de seni seviyorum, Valentino Riccardo." Ürperdiğimi fark eden adam "Üşüyorsun." derken yanındaki battaniyeyi çekip üzerime örttü. "Üşütüp hasta olacaksın." O her zaman bana karşı özenli ve şefkatliydi. Ama bebeği öğrendiğinden beri daha bir üstüme düşüyordu. Beni şımartmaktan çekinmiyordu. Çok yorulmuştum. Enerjik biri olarak bu kadar çabuk yorulmaya alışık değildim ama hamilelikte bu normaldi. Göz kapaklarımda tonlarca ağırlık var gibiydi. Bu mutlu anı birkaç saniye daha fazla yaşayabilmek için uykuya dalmamaya çalışıyordum ama pek başaramıyordum. "Çok uykum geliyor Valentino, gözlerimi açamıyorum." "Uyu o zaman, bebeğim." Hafifçe doğrulup adamın üstünden kalktım ve yanına uzandım. Bu ani hareketime anlam veremeyen adama açıkladım. "Artık zayıf ve fit bir kadın değilim, ağırlaşıyorum. Git gide de ağırlaşacağım." Arkamdan sarılan adamın şefkatiyle sıcacık hissediyordum, az önceki üşüme hâlimden eser yoktu sanki. Bunun sebebi üzerimdeki battaniyeden çok Valent'in beni sarmalamasıydı. "Yüz kilo da olsan benim için dünyanın en güzel kadınısın. Ayrıca ağır falan da değilsin." Kulağıma ninni gibi fısıldayışları huzur veriyordu. Onun varlığıyla rahat bir uykunun kollarına bıraktım kendimi. O yanımdayken güvendeydim. Bana hiçbir şey olmazdı. O yokken kökleri koparılmış, çürümeye yüz tutmuş güçsüz bir ağaç gibiydim. Valentino ise güçlü ve köklü bir çınar ağacı misali güvenle ayakta tutuyordu beni. Gölgesinde dinlenmemi, nefes alıp özgürce varlığımı sürdürmemi sağlıyor ve sağlam dallarıyla beni kucaklıyordu. Bir erkeğin varlığına ihtiyaç duymuyordum, o da bunu biliyor ve hayata karşı duruşuma saygı duyuyordu. Varlığımı ezmeden, saygı duyarak destekliyordu. İşin sihri buydu. O hayallerimin bile üstünde bir adamdı ve ben onu kazanmak için ne sevap işlediğimi bilmiyordum. Gözlerimi araladığımda yatakta yalnızdım. Valentino yoktu. Duşta olabileceğini düşünsem de su sesi gelmiyordu. Komodinin üzerindeki not gözüme ilişti. "Lobiye indim, bir toplantım var. İşim biter bitmez dönmek için sabırsızlanıyorum. İyi dinlen, kendini yorma. Seni seviyorum.
V. "
Saçlarımı kurulayarak çalan kapıya yürüdüm. Oda servisi olmalıydı. Valentino olduğunu sanmıyordum, çoktan lobiye inmiş toplantı için gelenleri karşılıyor olmalıydı. "Oda servisi istemiyoruz, teşekkürler!" Kapıyı açtığımda karşımda Sevgi'yi gördüğüme inanamıyordum. "Sevgi... Senin ne işin var burada? Burayı nereden buldun?" Yüzünde utanç ve ezilmenin verdiği bir üzüntü vardı sanki. Hatta belli belirsiz gözleri dolmuş gibi bile olabilirdi. Bir an konuşmayacağını sansam da çözüldü. "Azize, affet beni." Korku doluydu bakışları. Bu tavrına anlam veremiyordum. Merakla kaşlarımı çattım. Nereden çıkmıştı bu birdenbire? "Anlamıyorum Sevgi, ne affı bu şimdi?" Arkamdan vücudumu saran bir çift el hissetmemle boynuma bir iğne saplanması bir oldu. Acıyla karışık bir uyuşukluk ağır ağır vücudumu sararken elim kolum tutmaz oldu, saçımı kuruladığım havlu yere düştü. Sağ elimle acı saplanan boynumu sıkı sıkı tutmaya çalışırken bunun çok sürmeyeceğini bedenimin her zerresi yavaş yavaş karıncalanmaya başladığında anlamıştım. Tüm vücudumu saran gövdenin beni hafifçe sürükleyerek yatağın üzerine bir çuval gibi bırakmasıyla birlikte bakışlarım onunla kesişti. Dudaklarımdan acı içinde ve zoraki tek bir kelime döküldü. Hayal kırıklığıyla dolu tek bir kelime. "Ba-ba." O ise her zamanki tepeden duruşuyla bana bakıyordu. Ezilmesi gereken bir böcek gibi. Yine. Hep olduğu gibi. Onun kayıtsız bakışları bana bakmayı sürdürürken ben gözlerim faltaşı gibi açılmış, şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla ona bakıyordum. Saçma da olsa hayal kırıklığına uğruyordum. Sırtımdan hançerlenmiş gibiydim. Yüreğim yara almıştı sanki. Anlamsızca bir yara. Zar zor da olsa çırpınırcasına "Bab-ba..." diye tekrar ettim. Elimi havaya kaldırıp ona uzanmaya çalıştım, olmadı. "N-Neden?" Beyrut'ta beni serbest bırakmıştı ya, bu kadarını yapmaz diye düşünmüştüm. Ama yapmıştı. Çoğu kızın ilk aşkıdır babası, benim ise en derin hayal kırıklığımdı. En derin yaram. Her gün biraz daha kanayan ve her gün biraz daha dağlanan. Şimdi o yara açıldıkça açılıyor, kanadıkça oluk oluk kan doluyordu kalbime. Tüm vücudum hareketsizce uyuşmaya devam ederken canhıraş ayağa kalkmaya çalıştım. Bir gayret adım atmaya uğraşırken pelte gibi yüzüstü yere düşüverdim. Kendimdeydim, her şeyi görüyordum, duyuyordum ama vücudum yavaş yavaş hissizleşmişti. Kapıyı kapatıp içeri giren Sevgi ben yerde can çekişirken gözlerime bakıyordu yalvarırcasına. "Böyle olmasını ben istemedim Azize, özür dilerim. Affet beni ne olur." Babam duygusuz bir ifadeyle "Sen çıkabilirsin Sevgi. Birazdan o İtalyan piçinin adamları gelmeye başlar. Odayı hızla boşaltmamız lazım." Adamlarına mı başkasına mı söylüyordu bilmiyordum ama "Bunu buradan çıkarmalıyız." diye ekledi. Sanırım bir adamına söylediği kadar buyurgan değildi ses tonu. Benimle ilgili konuşurken iş konuşuyor gibiydi. Ben onun işiydim. Yerde ben değil de bir bok çuvalı yatıyormuş gibi davranıyordu. İtalyan piçi. Gerçekten mi? Valentino'nun tırnağı bile olamayacağını haykırmak istedim yüzüne. O yedi yabancı adamın bile beni korumak için canını ortaya koyduğunu, kendini siper ettiğini yüzüne tükürürcesine bağırmak istedim ama olmuyordu, yapamıyordum. Saniyeler geçtikçe bitkinleşiyordum ve vücudumda uyuşmayan çok az yer kalmıştı. Elimi benden adımlarca uzak olan çıkış kapısına uzatmaya çalıştım zorla. "Val-" Valentino'nun adını haykırmak istiyordum, ona yardım çığlıklarımı ulaştırmak istiyordum ama onu da beceremiyordum çünkü bağırmaya çalıştığım kelimeler boğuk bir mırıltı ve peltek bir fısıltıdan öteye gidemiyordu. Son kez denedim ama bir ölünün son nefesi gibi çıktı adı dudaklarımdan. "Va..le..nti..no." Elim kolum bağlanmış gibiydim. Çaresizdim. Bir çift ayakkabı sesi arkamdan bana yaklaşıp eğilmişti, önüme düşen gölgesi korku saçıyordu. Beni sırt üstü çevirdi. Eğildi ve kulağıma üflercesine konuştuğunda kim olduğunu anlamam hiç zor olmadı. Böylece babamın konuştuğu kişinin de o olduğunu anlamıştım. "Sana kaderinden kaçamazsın demiştim sevgilim." Bir yılan gibi tıslıyordu sanki. Bir eli boynumu tutmuşken dudakları çenemden boynuma doğru iniyor ve küçük dil darbelerini midem kalkarcasına reddetmek istiyordum. Doğrulup üzerimde çömelmişti. Onun bedenimin üzerine oturmuş varlığından iğreniyordum. Teni tenime değsin istemiyordum. Midem bulanıyordu. Kusacak gibiydim ama dudaklarım ve midem de dâhil vücudumun çoğu yerini hissedemediğim için onu da yapamıyordum. Allah'ım, keşke şuan ölsem. Sadece beni bunların eline bırakma, şuan canımı almana razıyım. Bedenime kazara çarpmasına bile katlanamayacağım bu adamın yatağına girmektense ölmeyi yeğlerim. Babam dediğim adam, kendini kurtarmak için beni kurtların önüne atmıştı. Hani satanizmde yaygın bir inanç vardır ya, ayinde bakire bir kızı kurban ederler. Bu da bir tür ayin gibiydi. Bizim ailemizin kirli ayini. Azize'nin klonu olarak beni Vural'a kurban ediyordu başkan. Herkesin başkanı, benim babam. Kendini feraha çıkarmak için beni ateşe atmıştı, feda etmişti. Ben kimdim ki onun için? Sadece kayıp kızına çok benzeyen bir illüzyon. Değersiz bir detay. Beni kurban vermişti. Beni. Kurban vermişti. Zihnim yavaş yavaş, ağır ağır, tane tane tekrarlıyordu bunu. Kafama vura vura kabullenmek istercesine. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Yeni bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. 💞 Bu bölümü apriorione , havvaalis , oznuryapa01 okurlarıma armağan ediyorum. 🌟 Buraya yeni bölüm tahminlerinizi yazabilirsiniz. Sizce bir sonraki bölümde bizleri neler bekliyor? Buraya da bölüm yorumlarınızı alabilirim. Bol yorumlarınızı beklediğimi bilmiyorsunuz. Çok keyfim olmadığı için uzun uzun gevezelik yapmayayım dedim. Evet, bu gevezelik yapmamış hâlim. 😂 Buraya dilerseniz hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini yazabilirsiniz, bana ilham verir. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |