Yeni Üyelik
37.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 23

@buzlarkralicesi

UYARI: Bu bölümde yetişkin içerik barındıran yoğun şiddet ve işkence sahneleri bulunmaktadır. Okuyacak olanların dikkatine sunulmaktadır.

*

-23-

❝Valentino❞

Toplantım bitmişti. Son bir görüşmem kalmıştı ve görüşeceğim kişiyi beklerken lobide kahvemi yudumluyordum. Asansörden çıkan Nikolai usulca yanıma geldi ve ellerini önünde birleştirerek bana baktı. "Don Riccardo."

"Bir şey mi oldu?"

Merakla bana baktı ve hafif bir biçimde kaş çattıktan sonra durumu anlamaya çalışan ifadesiyle "Efendim, beni çağırmışsınız." dedi.

"Hayır, seni çağırmadım." Duraksadım. Anlamıyordum. Onu çağırdığımı nereden çıkarmıştı? Bunun önemsiz bir yanlış anlaşılma olmadığını hissediyordum ve bu beni öfkelendirdi. Canım sıkılmıştı. Şüpheci bir ifadeyle "Hemen görev yerine geri dön." diye emrettim. "Hemen!" Son cümlemle sesim yükselmişti. Nikolai sorgulamadan baş işaretiyle kabul edip söyleneni yaptı. Ancak bir yandan da aklım yukarıda kalmıştı. Bu yüzden iki saniyelik bir duraksamanın ardından hızla holde yürüyen adamın peşine takıldım. O asansörü çağırırken "Seni çağırdığımı kim söyledi?" diye hesap sordum.

"Fredo."

Asansörün gelmesini beklemek ölüm gibiydi. Biraz daha gelmeseydi merdivenleri üçer beşer çıkmaya başlayacaktım. Öfkelendim. "Lâl'in yanında kimse yok mu?"

"Fredo var, efendim." Şüpheyle bana bakarken Nikolai de emin değildi. İkimiz de bakıştığımız sırada bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydık. İkimiz de aynı şeyi düşünüyor gibi birbirimize baktık.

Asansör kabinine girdiğimizde öfkeden patlamak üzere olan bir bomba gibiydim ve tüm vücudum titrerken asansör duvarına yumruk attım. Yüzüm alev alev yanarken Nikolai'ye döndüm ve öldürücü bir sesle tek cümle kurdum. Kısa ve net. Tek bir cümle. "Ona bir şey olursa sen öldün."

❝Lâl❞

Kendime geldiğimde boynum uyuşmuştu. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum, sanki birbirine tutkalla yapışmış gibiydi. Kısık gözlerle etrafa bakmaya çalışsam da hiçbir şey göremiyordum. Kapı eşiğinde bir erkek sesi duydum. "Etrafı temizleyin. Tek bir kan izi kalmasın." Çok tanıdık bir sesti ama aklımı toparlayamıyordum, o ismin sahibini çıkaramıyordum. Saniyeler içinde bir boşluğa düşmüş gibi hissettim.

Sağ elim başım hâlâ gövdemde mi diye emin olmak için uyuşmuş boynuma gitti. Derin ve sesli bir nefes alıp yatakta doğrulduğumda anca kendime gelebildim. "Neredeyim ben?" Hafızam silinmiş gibiydi. Bir süre aklım bulanık kaldı. Bazı şeylerin netleşmesi zaman aldı. Hatırladığım son şey Başkan ve Vural tarafından kaçırıldığımdı. Bunu fark ettiğim an daha endişeli bir ses tonuyla inledim. "Neredeyim?"

"Şşşt..." Elimi tutan bir erkek eli "Güvendesin." diye mırıldandığında başımı yastığa koyabilmiştim. Bu Valent'in kadife gibi güven veren sesinden başkası değildi. Daha önce kendime gelir gibi olduğumda duyduğum ses de ona aitti. Şimdi yeni yeni anlayabiliyordum. Zihnindeki bulanıklık geçmişti. Gözlerimi aralayamasam da onun sesini duymak rahatlatmıştı. Bir süre daha uyumak üzere kendimi kaybettim.

Biraz daha güç toplamış bir biçimde uyandığımda gözlerimi aralayabildim sonunda. Valentino yanı başımda oturmuş bana bakıyordu. Uyandığımı gördüğünde heyecanla yüzüme bakıp sağ elini alnıma götürdü. "İyisin."

"Ne oldu bana?"

Tereddüt ederek duraksayan adam şefkatli gözleriyle "Düşünme bunları şimdi. Her şey yolunda." yanıtını verdi. Elim karnıma kapandığında soracağım soruyu anlayan Valentino "Bebeğimiz de iyi." diye mırıldandı.

Rahatlamış bir biçimde nefesimi bıraktığımda içimden şükrediyordum. Neyi soruyosam... Zaten her şey ortada değil miydi? Beni kaçırmaya kalkışmışlardı! Valent'in oteline kadar girip onun odasından, onu yatağından beni kaçırmaya kalkışacak kadar gözleri dönmüştü. Bunun bir bedeli olacağını bile bile... Aman Allah'ım... Yeni bir savaş kapıdaydı ve ben bu kez onları yok etmemesi için Valent'i asla durduramazdım. Aslında tam olarak benim insiyatifime kalsa kesinlikle onların yaşaması için bu kadar mücadele vermezdim. İnsanların yaşayıp yaşamamasına karar verecek bir hakim, bir otorite değildim ama Vural ve Başkan gibileri yaşamayı hak etmiyorlardı bana göre. Ancak işin içinden duygusallıkları sıyırırsak onların ölmesi bana da zarar verecekti. Ucu bana da dokunan konular vardı. Vural'ın elinde olan video kaydı gibi. Tabii bir de Azize konusu vardı. Açıkçası bana bunca yaşattıklarından sonra Başkan'ın öylece basit bir biçimde ölmesini istemezdim. Azize'yle yüzleşmesini, yıllarca intikamla yoğrulmuş öz kızının nefretiyle yüzleşerek her gün ölmesini isterdim. Acı çekerek ölmesini... Ancak hayaldi bu. Başkan gibiler duyguları olmayan yaratıklardır ve onları acıyla öldürmek neredeyse ütopyadır.

Yanımdan kalkan adam "Sen şimdi dinlenmene bak. Benim halletmem gereken işler var. Başta bu ihmalkârlığın sebebi olanları cezalandırılmasıyla ilgili." Gözlerinde karanlık bir öfke hâkimdi ve bu beni korkutuyordu. Aklıma ilk gelen Nikolai olmuştu. Kast ettiği ondan başkası olamazdı. Benim yakın korumam yanımda olması gerekirken yanımda değildi ve ben kaçırılma gibi bir tehlikeyle burun buruna gelmiştim.

Bunun nasıl göründüğünün farkındaydım ama Nikolai'nin bunu bilerek yaptığını da düşünmüyordum. Kimseye iyice tanımadan güvenmemem gerektiğini biliyordum ama Nikolai kötü niyetli olsaydı bunu daha kolay yollarla yapabilirdi. Sonuçta gün boyu burun burunaydık. Ya da hedefi her neyse bunu bu şekilde göstere göstere yapmayacağı kesindi. Ben bu işte bir art niyet görmüyordum. En azından Nikolai'nin dahil olduğu bir art niyet. "Valentino, dur biraz." Elinden yakalayıp durdurdum ve yatakta karşıma oturmasını sağladım. "Bana nasıl yetiştin?"

"Nikolai yanıma geldi ve durumu anlattı. Bir şeyler olduğundan şüphelendim."

"Nikolai'ye bir şey yapma, lütfen. O beni korumaya çalışıyordu, kötü bir niyeti yoktu."

Dümdüz bir sesle yanıtlarken başını iki yana salladı Valentino. "Niyeti umurumda değil. Lâl, ben ona en değerli iki şeyimi emanet ettim. Seni ve bebeğimizi. Yapması gereken tek şey o lanet kapıdan ayrılmamaktı. Tek görevi buydu! Ama o bunu bile beceremedi. Senin zarar görmene sebep oldu. Dolayısıyla cezalandırılacak."

"Valent, lütfen. Ne düşündüğünü biliyorum. Haklısın da. Ama onu öldürmek gibi bir şekille cezalandırma. En azından gerçekten ihanet edenler kadar cezalandırılmayı hak etmiyor. Başkan ve Vural bana zarar vermeyi kafalarına koymuşlardı." İmalı bir bakışla ekledim. "Senin kasa patlatma girişimlerinden dolayı tutuşmuşlardı. Bu veya benzeri bir şey yapacaklarını az çok tahmin ediyordum. Öyle ya da böyle otele girmeyi başaran odama da girebilirdi. Hem eğer Nikolai gelip zamanında sana haber vermeseydi belki de biz şuan senin yanında olmayacaktık."

"Lâl, işlerime karışman hoşuma gitmiyor."

"İşlerine karışmıyorum, sadece kendi güvenliğimden sorumlu olan Nikolai'ye güveniyorum ve onu kaybetmek istemiyorum. O iyi bir koruma." Kaşlarımı kaldırarak devam ettim. "Ayrıca sen benim işlerime bu kadar karışmışken benim de şu kadarcık karışmamın bir mahsuru yoktur diye düşünüyorum." Şirin görünmeye çalışan ikna edici bir bakışla onun yanımda kalmasını sağlamıştım. Nikolai güvendeydi ama diğer sorumlular için aynı şeyi söyleyemezdim.

Valentino yanıma uzandı ve ben yan dönüp yatarken kollarını arkamdan belime sardı. Çenesi tam boynumdaki çıkıntıya yapboz gibi yerleşirken iç geçirdi. "Size bir şey olsaydı ne yapardım bilemiyorum. Tanrım... Kâbus gibi." Burnu kokumu ciğerlerine çekerken derin bir nefes aldı. "Güvenlik önlemlerini üç katına çıkardım. Artık bizim olduğumuz yerde kuş bile uçamayacak."

"Bunun bir sonu yok, Valentino."

"Ne demek bu?"

"Başkan ve Vural... Onların her yerde bağlantıları var. Bir şekilde bir yerden açık yakalayıp sızacaklar. Beni dinlesen bunlar olmayacak. O kasadan uzak dur dedikçe hâlâ ateşle oynamaya devam ediyorsun. Kendini yenilmez sanmaktan vazgeç." Kesik kesik nefes aldım. "Benim artık dayanacak gücüm yok. Bu tehlikeler, kaçma kovalamaca beni çok yoruyor, anla artık."

"Her şeye gözlerimi kapamamı istiyorsun. Seni tehdit edip sindirmelerine izin vermemi bekliyorsun. Söylesene Lâl, bunu nasıl yapabilirim?"

"Sadece bu süreci ertele diyorum. Bu olanlar bize zarar veriyor, görmüyor musun? Bugün bebeğimizi kaybedebilirdik farkındasın değil mi? Biraz bebeğimizi düşün, Valentino. Lütfen."

"Seni ve bebeğimizi düşünmediğim tek bir an yok, inan bana. Ne yapıyorsam sizi düşündüğüm için yapıyorum ben." Boynuma bir öpücük kondurdu. "Sen bunları düşünme, uyu ve iyice dinlen."

"Hep böyle yapıyorsun." Yan dönüp başımı onun boynuna döndüğümde sitemle mırıldandım. "Bir sorun var ve sen çözmek yerine kaçıyorsun."

"Kaçıyor olsaydım seni dinleyip geri adım atardım."

"Bazen geri adım atmak kaçmak değildir. Belki içinde bulunduğun durum için en uygun hamle budur."

Bir şey söylemedi. Sustu. Ben de üstelemedim. Ne dersem diyeyim yine bildiğini okuyacaktı, biliyordum çünkü. Ona düşünmesi için zaman vermek istedim.

❝Nikolai❞

Otel odasının önünde huzursuz bir bekleyiş içindeyken aniden sessiz bir tıkırtıyla kapı aralandı. Don Riccardo içeriden çıkıp sessizce kapıyı kapatırken kapı aralığından onun huzurlu bir biçimde uyuduğunu görebilmiştim. Adamın gözleri öfkeli ve yargılayıcı bir biçimde benim üzerimdeydi. En az onun kadar gergindim ancak sessizliğimi korudum.

Riccardo "Beni takip et." dedi. Onaylayarak onu takip ettim. Onu çok kez nişanlısının yanında görmüştüm. Hiç tanımadığım bir adam gibiydi. Güleç, neşeli, yumuşamış yüz hatlarıyla onun yüzüne dalmış izlerken... Valentino Riccardo bu değildi. O çok başka bir adamdı. Acımasız, zaferi kanla kazanan bir ailenin veliahtı. Oysa o kızın yanında çok farklıydı. Onun söylediklerine, anlattıklarına hiç görmediğim şekilde katıla katıla gülüyordu. Şu anki adamın o adamla uzaktan yakından alakası yoktu. Sert, buz gibi bakışları ve acımasız ifadesiyle gerginliğimi had safhaya yükseltiyordu.

Otelin arka kapısından çıktık. Arabaya bindiğimizde adamları tarafından gözlerim bağlandı. Artık güvenilir çalışanları listesinden çıkarılmıştım. Gideceğimiz yer her neyse bilmemi istemiyordu. Buz gibi bir sessizlikle huzurlu bekleyişim sürdü. Araba durduğunda adamları tarafından indirildim. Gözlerimin bağı çözüldü. Metruk bir fabrikanın önündeydik. İçeri girdik. Önde Don Riccardo, arkasından ben ve adamları demir merdivenlerden aşağı indik. Uzun bir tünelden geçtik. Sessizlik yerini bağırışlara ve acı dolu yardım çığlıklarına bırakıyordu. Tünelin sonundaki siyah demir kapının önündeki adam Riccardo'yu görünce kapıyı açtı. İçeri girdiğimizde her yer kan revan içerisindeydi. Duvarlar, yerler... Korkunç bir manzara karşıladı bizi. Çeşitli işkence aletleriyle dolu odada bu olayın sorumluları duruyordu. Her biri yüzünün ve vücudunun muhtelif yerlerinde kanlar ve yaralarla yeterince yıpratılmış görünüyordu. Otel odasının önünde kan revan içinde bırakılmalarına sebebiyet verecek birkaç hırpalanma olayına ister istemez şahit olmuştum. Kral suiti olduğu için o katta Riccardo'dan başka kimse konaklamıyor olmasaydı olacaklardan dolayı o katı tamamen boşaltmaları için emir vermesi gerekebilirdi. Neyse ki malûm sebeplerden buna gerek kalmamıştı. Ayıldığında Lâl Hanım görüp korkmasın diye o kan izlerini adamlarına temizletirken yüzündeki öfke ifadesi ürkütücü olmaktan daha fazlasını barındırıyordu.

Lâl Hanım'ı kaçırmaya çalışan, Başkan lakaplı ve Vural isimli iki adam da zincirlerle tavana asılıydı. Onlardan ayrı bir yerde ise Fredo duvara omzunda delici bir aletle mıhlanmıştı. Usulca odada ilerledim. Buraya getirildiğime göre sonum bu adamlarla aynı olacaktı. Sessizce neler olacağını beklerken içimdeki gerginlik daha da artmaya başladı. Bir şeyin olması ya da olmaması değildi konu. Beklerken yaşanan belirsizlikti bitiren. Adamları tarafından köşedeki duvarda bekletildim ve olanları seyretmeye başladım.

Riccardo önce Başkan denen adama doğru yaklaştı. "Cesaretini takdir ettim. Birinin benim yanımdan, benim yatağımdan nişanlımı kaçırmaya çalışması... Buna kalkışması bile gerçekten inanılmaz bir cesaret." Yapay bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Ya da aptallık mı demeliyim?" Birkaç adım attı volta atar gibi. İç geçirdi. "Ama bunun sana bir dönüşü olacağını tahmin etmiş olmalısın, Başkan." Yanından usulca geçip gittiğinde Vural'a kötü bir bakış attı ve hiçbir şey söylemeden onu görmezden gelerek Fredo'nun yanına geldi. Bizden sonra içeriye giren diğer iki adamı da emirlerini bekler vaziyette Riccardo'nun arkasında onu izliyorlardı.

Riccardo, Fredo'nun önünde elleri ceplerinde beklerken sıradan bir ses tonu takınmıştı. "İhanetle ilgili vaaz verecek vaktim yok. Ailenin affedemeyeceği tek şeyin ihanet olduğunu biliyordun, yine de aileye, bana ihanet ettin." Baş işaretiyle arkasındaki adamları harekete geçirdi.

Adamlardan biri elindeki kesici aletle Fredo'nun boğazını boydan boya kesmeye başladığında adam bağırmaya çalışıyor ancak başaramıyordu. Çıkardığı sesler acı dolu inleyişlerden öteye geçemiyordu. Bir süre sonra Fredo yarı baygın bir hâldeydi. Boğazı kesildikten sonra sırasını bekleyen diğer adam elini kesiğin içine dikkatle daldırıp Fredo'nun dilini boynundaki kesikten çıkardı. Bunu biliyordum. (*) Corbata Colombiana. Çok kez duyduğum bir işkence yöntemiydi ama ilk kez canlı canlı görüyordum. Donup kalmış bir biçimde dururken soğukkanlı kalmaya çalışıyordum. Normal bir insanın korkudan bayılabileceği bir görüntü karşımdaydı. Adamın dili yarılan boğazından burun ve çeneyle aynı hizada geçirilirken onun yerinde olmak istemezdim. Korkunçtu. Derin nefesler almaya çalışırken sakin kalma gayretiyle olanları izliyordum. Adam ölmek üzere karşımda öylece can çekişiyordu.

Riccardo acımasız bir ifadeyle tükürürcesine "Kimse benim aileme, çocuğuma zarar veremez. Kimse bana ihanet edemez." dedi ve Fredo'yu ölüme terk ederek sıradaki kurbanını döndü. Cezasını kesmek için sabırsızlanıyor gibiydi.

Başkan'ın önünde dururken adamın korkudan dizleri titriyordu ancak yüzünde renk vermemeye çalışan soğuk bir ifade vardı. Bu tür insanlarla iç içe gibi bir hâli vardı, normal bir insanın tepkilerine göre sakin bile sayılırdı. Riccardo yaşlı sayılabilecek adamın yüzüne baktı. "Defalarca Lâl'e zarar vermeye çalıştın. Ve hâlâ hayattasın, karşımdasın. Sence neden?"

Alayla gülerken yüzündeki korku kaybolmuş değildi. "Acımasız Riccardo'nun merhametine mazhar olduk."

"Şuan karşımda yaşıyorsan, bunu hiç sevmediğin, değer vermediğin, üzdüğün ve yanındaki iğrenç pisliğe peşkeş çekmeye çalıştığın o kıza borçlusun. Lâl'e borçlusun. Bu zamana kadar o istediği için hayattaydın." Sert bir biçimde soluk alıp verdiğinde ne kadar öfkeli olduğu her hâlinden belliydi. "Ne olursa olsun onu bu yaşa getiren adamı öldüren ben olmak istemedim. Ama şansını çok zorluyorsun. Ölmek için yalvarıyorsun." Sağ eli Başkan'ın boynunu kavradığında sertçe onu kendine çekti. Adamın acıyla inleyişi odada yankılandı. Bunu umursamayan Riccardo ezici bir sessizlik ve öfkeyle "Onu incittin." dedi korkutucu yüz ifadesini bozmaksızın. "Lâl'i incittin. Bebeğimize zarar vermeye çalıştın."

"O bebek hiç yaşamamalıydı."

Adamın elleri arasındaki boynunu daha hiddetli sıktı Riccardo. "Seni öldürmeyeceğim. Çünkü bazı şeyleri görmeni istiyorum. Öldürdüğünü sandığın, hayatta kalan kızının, Azize'nin senden intikam alma isteğini görmeni istiyorum. Seni kendi kızının merhametine bırakıyorum. Bakalım büyüttüğün üvey kızın kadar merhamet dolu davranabilecek mi? Bir akrep gibi kendi kendini zehirlemeni, kendi kanından olan kızının seni mahvedişini izlemek istiyorum." Duyduklarının şaşkınlığıyla donup kalan adamın geçirdiği şoku umursamaksızın devam etti. "Ama bu demek değil ki, seni herhangi bir ceza almadan serbest bırakacağım."

Yine bir baş işaretiyle adamlardan biri Başkan'ın sol elini önündeki masaya kemerle bağladı. Diğeri kerpetenle Başkan'ın serçe parmağını sıkıştırıp Riccardo'ya döndü. Onun bir eli cebinde rahat bir ifadeyle onaylayan baş işaretini görünce kerpeteni iyice sıkıştırıp adamın serçe parmağını eklem yerinden kopardı. Bir anda. Her şey bir anda olmuştu. Parmağın kopması, adamın acıyla bağırması, bağırtılarının bir süre sonra inlemeye dönüşmesi. Benim için film kopmuş gibiydi. Kerpeteni bu kez adamın yüzük parmağına yerleştirdiklerinde Başkan'ın alnı boncuk boncuk terle dolmuştu ve yanındaki Vural denen adam olanları dehşetle izliyordu. Buradan kaçış olmayacağını o an idrak etmiş gibiydi. Ona bir yaşama şansı daha verilseydi tüm bunları yapmayacakmış gibiydi bakışları. Başkan'ın yüzük parmağına yerleştirdiği kerpeteni aynı kızla sıkıştırıp yüzük parmağını da yerinden kopardığında parmağın parçası fırlayıp ayağımın önüne düşüvermişti. Bir adım geriledim. Sakin ol, Nikolai. Sakin. Sıranın bana gelmek üzere olduğunu hissetmek tüyler ürperticiydi.

Başkan'ın yüzüne bakan Riccardo "Bu yalnızca bir uyarıydı. Basit bir uyarı." derken sakin, rahat hatta belki de gördüklerinden zevk almış bir tavrı vardı. "Ama aramızda senin kadar şanslı olmayan biri var." derken bakışları Vural'a döndü. "Öyle değil mi Vural Sezer?" Gözleri alaycı bir biçimde adamı süzerken bir eli hâlâ cebindeydi. "Bazı şeyler vardır, affı yoktur. Sen affedilmez bir şey yaptın." Bir adım daha atıp ona yaklaştı. "Ona dokundun. Tekrar dokunmaya kalktın. Onu benden almaya kalktın. Onu delirtmeye çalıştın. Bebeğimizi öldürmeye kalkıştın. Saymakla bitmeyecek kadar hatan var. Ama bilirsin, bir yerden sonra bunlar hata olmaktan çıkar, tercihe dönüşür. Ve sen de o dönüm noktasın."

Kesik kesik nefesler alırken "O benimdi. Sen geldin ve onu benden çaldın." dedi adam. Az önceki tüm sözlerimi geri alıyorum. Ona bir yaşam şansı daha verilse yine aynı şeyleri yapacak psikopat bir adam vardı karşımda. Cesareti eğer karşısındaki Valentino Riccardo olmasaydı hayran duyulabilirdi ancak şu anki durumda kör bir aptallıktan başka bir şey değildi.

"Tehditle, şantajla yanında tuttuğun bir kadına benim diyemezsin." Sağ eli adamın boynunu sertçe kavradı. Öfkesi her geçen saniye biraz daha artıyor gibiydi. "Onun canını yaktın. Senin yüzünden acı çekti."

Vural psikopat bir gülüşle "Beni öldüremezsin." diye karşılık verdi. "Beni öldürdüğün an, Lâl'in ölüm fermanını imzalamış olursun." Sahte bir üzüntü ifadesiyle ekledi. "Zavallı Lâl, karnında senin bebeğinle hapislere düşer. Onu gözden çıkardığın için ömür boyu senden nefret ederek yaşar. Sana tavsiyem, o video kayıtlarını bulmadan beni öldürmeye kalkışma bile. Kırk sekiz saat içinde adamım bana ulaşamazsa o kayıtları medyaya sızdırır, Lâl Alsancak'ın maceralarını hepimiz televizyonlarda izleriz."

"Tek bir hareketimle Lâl'i dünyanın bilinmeyen bir ucuna kaçırtabilirim. Polislerin bulamayacağı, tutuklayamayacağı bir yere." Vural'ın dikkatli bakışları üzerine nefes verdi Riccardo. "Ama bunu yapmayacağım. Çünkü bir kaçak gibi yaşaması gereken, saklanması gereken Lâl değil. Onun itibarını zedelemene izin vermem." Ezmek üzere olduğu bir böcek gibi baktı adama Riccardo. "Sen de farkındasın değil mi, bu iş çok uzadı Vural Sezer. Artık seni hayatta tutmak benim bile prestijimi lekeleyecek noktaya geldi. Bu yüzden, elindekilerden o kadar emin olma derim. Seni nasıl her istediğim anda yeniden buraya getirtip cehennemi yaşatabilecek güce sahipsem, o kayıtları da tüm kopyalarıyla buraya getirtirim." Sakin ve kendinden emin bir sesle ekledi. "Buna ramak kaldı." İstese şimdi üzerine basıp ezerdi, öyle bir gücü olduğunu bu odadaki herkes biliyordu. Ama bir sebepten yapmadı. Belki de erteledi.

Bahsettikleri video kayıtları her neyse bu yüzden olmalıydı. İşte şimdi o kayıtların içeriğini daha çok merak etmiştim. Vural denen bu adamı yaptıklarına rağmen hayatta tutacak ne olabilirdi bilmiyordum. O CD'lerin içinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Aralarındaki bu şifreli konuşma beni meraktan öldürmek üzereydi. Lâl Hanım'ı tanımıştım. Komik, neşeli, masum, ufak tefek bir şeydi. Bu kadar büyük ne yapmış olabilirdi ki? İnandırıcı gelmiyordu.

Sakin bir ifadeyle elleri ceplerinde odada volta attı yavaşça. "Ama o zaman gelene kadar Vural, sende bana ait bir anı kalsın istiyorum. Kalsın ki beni unutma. Yapacaklarımı hatırla ve sonunu korkuyla bekle. Bu senin için daha acı bir son olur." Düşünceli bir ifadeyle iç geçiren adam karşısındaki kurbanına karşı umursamazdı. Haklıydı da. Teknik olarak affedilemeyecek bir şey yapmıştı. Aslında şuan nefes alması bile bir yanılgıdan ibaretti. Valentino Riccardo'yu kızdıracak bir şey yapıp hayatta kalan birini tanımıyordum. O ölü bir adamdı. Sadece öleceği zaman henüz netleşmemişti.

Nefes nefese olan adam "Ben kimseden korkmam!" dedi bağırarak. Ancak pek inandırıcı olduğunu söyleyemezdim. Riccardo'dan kim korkmazdı ki? Onu tanıyan herkes.

"Bir söz vardır, bilirsin." diye girdi söze Riccardo. "Sadece aptallar her şeyden emin olur. Zeki insanlar her zaman şüphecidir. Senin durumunla çok uyumlu değil mi?" Umursamaz bir yüz ifadesiyle başını yavaşça ikiye salladı. "Biraz aklın varsa seni serbest bıraktığım an o kayıtları kopyalarıyla birlikte kendi ellerinle benim avcuma bırakırsın. Yoksa ben bulduğum takdirde hiçbir şekilde kurtuluşun olmayacak."

Emrini bekleyen adamlarından biri Vural denen adamın yanına geldi ve beklediği tek bir işaretle sağ elinin işaret ve orta parmağını ters çevirip kırdı. Vural inleyerek bağırdıktan kısa bir süre sonra nefes nefese kalmıştı. Kesik kesik nefesler alırken alnı ter içindeydi. Ne kadar acı çektiği yorgun yüzünden okunsa da renk vermiyor, boyun eğmiyordu. Sonra aynı şekilde yüzük parmağını da atik bir biçimde ters çevirip kırdı. Parmağın kırılma sesi en az acısı kadar korkutucuydu ancak Riccardo'nun bundan zevk aldığına yemin edebilirdim. Riccardo'nun adamı, Vural'ın gömleğinin yakasını sıyırdı. Cebinden çıkardığı kesici bir aletle göğsüne uzun ince bir kesik attı. Uzun, ince, öldürmeyecek kadar derin ve acı verici. Riccardo onun ölmesini istemiyordu. Onun acı çekerek ölmesini istiyordu. Öleceği güne kadar acıyla kıvranmasını istiyordu.

Başka bir adam elinde dolu bir şırıngayla onlara yaklaştığında bu işkencenin hiç bitmeyeceğini düşünüyordum. Derin bir nefes aldım ve olacakları bekledim. Riccardo önce "Duydum ki kimyayla ilgileniyormuşsun. İyi de bir kimyagermişsin." dedi. "Ben de bunun sana yakışacak bir ceza olur diye düşündüm." Daha sonra adamının elindeki şırıngayı işaret ederek "Bu nedir biliyor musun?" diye sordu sakin bir sesle. Açıklamak üzereyken alaycı bir yüz ifadesiyle vazgeçti. "Neyse, sürpriz olsun."

Karşısındaki adam korkusunu belli etmemeye çalışarak Riccardo'nun yüzüne bakıyordu. Elinde şırıngayla kendisine yaklaşan adamdan geri çekilerek kurtulmaya çalışsa bile başaramadı. Tüm debelenmelere rağmen adam şırıngadaki her neyse adama son damlasına kadar enjekte etti.

Birkaç saniye sonra "Bu sana enjekte edilen..." diyerek söze girdi Riccardo. Tüm bunları açıklarken oldukça keyifli görünüyordu. "Bazı özel aktiviteleri kısıtlayan bir formül. Sana özel."

Kıvranan adam kaşlarını çatarak anlamaya çalışıyordu. "N-Ne özel aktivitesi be?" Sorusu yanıtsız kaldıkça öfkesi arttı ve saldırganlaştı. "Bana ne yaptın? Söylesene!"

"Bir süreliğine -Tanrı'ya dua etmelisin ki sonsuza dek değil- seks hayatına ara vermen gerekecek. Sanırım senin gibi birine en büyük ceza bu olacaktır." Hafifçe kaşları havalanan Riccardo düşmanına meydan okurcasına baktı. "Bence yaptıklarına rağmen ucuz bile kurtuldun diyebiliriz."

Az önce söylenenleri duyan adam iyice saldırganlaşıp küfürler savurarak zincirlerinden kurtulmaya çalıştı. Biraz daha zorlasa neredeyse ağlayacaktı bile. Haksız da sayılmazdı. Bir erkeğe verilebilecek en büyük cezalardan biri olabilirdi bu. Ancak Riccardo'nun da dediği gibi, sonsuza kadar etkili olan bir ilaç değildi neyse ki. Bu olanların arasında merak ettiğim soru işaretleri her dakika çoğalıyordu. Riccardo'nun bahsettiği video kayıtlarında ne vardı? Vural denen adam ne yapmıştı da bu kadar ağır cezalarla cezalandırılıyordu da öldürülmüyordu? Aklımda öyle sorular vardı ki hepsinin de birbiriyle gürültülü bir biçimde kavga ettiğini duyabiliyordum.

Az önceki adam birkaç dakika sonra elinde elektrikli testereyle geldiğinde yutkundum. Belki de haklıydın Nikolai, bu işkencelerin bir sonu yoktu. Riccardo çıkış kapısına doğru yürüyüp geri çekildi. Olacakları hayal edemeyecek kadar beynim yorulmuştu. Nefes almaya çalıştım. Elindeki testereyle Vural'a yaklaştı ve Riccardo'dan beklediği baş işaretini aldığında testereyi çalıştırdı. Riccardo'nun baş işaretiyle adam çalışan testereyi adamın sol el bileğine geçirdi.

Üzerimize sıçrayan kanların gerçekliği beni hayata döndürmüştü sanki. Az önceki sahneler aksiyon konulu bir Amerikan filminden alıntıymış gibi gelse de şuan gerçeği yaşıyordum. Gerçeğin soğuk ve donuk keskinliğiyle yüzleşiyordum. Midem altüst bir biçimdeyken kendimi zorlayıp yutkundum. Ancak dakikalar içinde acı dolu bağırışlarla yeri göğü inleten adamın elektrikli testereyle kopan eli yeri boyladığında midem kasıldı ve içimdeki her şeyi plansızca yere kustum. O odadaki dehşeti yaşamamış gibi boşalan midemle kısa bir an rahatlamıştım. Ve o an anladım, Riccardo normal şartlarda hiç de affedici biri değildi. Sanıldığından daha acımasız ve korkunçtu. Hak edene hak ettiğinden fazlasını verebilecek kadar da ürkünç biriydi. Ben tüm bunları görünce kusmama rağmen onun kılı bile kıpırdamamıştı. Sadece yeni giydiği takımı birkaç damla kan yüzünden mahvolduğu için biraz memnuniyetsiz duruyordu. Olanları korku içinde dilini yutmuş gibi seyreden Başkan'ın yanındaki iki adamına Vural'ı işaret ederek "Götürün. Ne yapacağınızı biliyorsunuz." dedi yalnızca.

Elleri ceplerinde bana doğru yürüdü ve önümde durdu. O an nefesimi tuttum ve sadece olacakları bekledim. Sıramın gelişini.

Bana baktı. "Benim odam, benim mahremimdir. Ailem, nişanlım, bebeğim, ailemdeki insanlardan tek birinin canı paha biçilmezdir. Onlara gelecek bir zarara sebep olan hataya müsamaham olmaz." Benim yaptığım türden bir hata söz konusuydu. "Onları korumak senin görevindi, koruyamadın. Normal şartlarda sonun Fredo'dan farklı olmazdı. Ama seni bu seferlik affediyorum. Lâl sana güveniyor. Onun güvende hissetmesi benim için her şeyden önemlidir." Bakışlarındaki ifadesiz ve acımasız görüntü bir insanın içini korkudan titretebilecek cinstendi. Sözlerine devam etti. "Bundan sonra yapacağın en ufak bir hatada sonun bu odadakilerden farklı olmaz." Önümden geçip giderken adamlarından birine "Yeni bir takım getir, temizlenmem gerek." dedi sıradan bir ifadeyle.

O gün o odada anladığım bir şey varsa bu çok netti. Birinin Valentino Riccardo'ya bulaşması için delirmiş olması lazımdı.

❝Lâl❞

Ufak tıkırtılarla gözlerimi araladığımda yorgun bedenim kalkmamakta direniyordu. Dirseklerimin üzerinde biraz yükselip kısık gözlerle kapıdan içeri giren Valent'e baktım. "Geldin mi?" Uykulu sesim hafif çatlamış çıktı. Ona üstünkörü bir göz attığımda üzerinde farklı bir takım olduğunu gördüm.

"Evet, bebeğim. Sen uykunu bölme, duşa gireceğim."

"Duşa gireceksen neden üzerini değiştirdin ki?"

"Sıcaktı."

Adamın terleyip üzerini değiştirmesine de karışma bir zahmet, Lâl. Oldu olacak takım elbisesini kokla kadın parfümü var mı, gömleğinde ruj izi olup olmadığını kontrol et bari. Başımı sallayıp yeniden yastığa gömüldüm. Vücudumda belli belirsiz ağrılar vardı. Boynum uyuşmuş bir ağrıyla hâlâ sarsılmışım gibi hissettiriyordu. Gözlerim kapalı bir süre yatakta kıvranıp durdum. Banyodaki su sesi kesildikten bir süre sonra kapı açıldı ve adamın ayak sesleri odada dolanmaya başladı. Yatakta kıpırdanırken telefonum çaldı. Yavaşça doğrulduğumda Valent'in de gözü bendeydi. Komodinin üzerindeki telefonu alıp ekrana baktığımda ona döndüm. "Haldun abi." Merakını dindiren adam kıyafet dolabına uzanıp giyinmeye devam etti. Çalıp duran telefona bakıp ofladım. "Offff... Şimdi magazindeki haberleri soracak. Hamile olup olmadığımı falan."

"Sen de ona gerçekleri söyle."

"Söylemekle bitse keşke! Bunu reklama çevirmek için elinden geleni yapacaktır. Buna gücüm yok şuan. Ayrıca bebeğimi reklam malzemesi yapmak da istemiyorum." Kısa bir an düşünüp devam ettim. "Acaba telefonu açmasam öldüğümü düşünüp peşimi bırakır mı dersin?"

Son sözüme karşılık askıdan gömleğini alırken güldü. "Tanrı aşkına aç şu telefonu, Lâl. Ne kadar ısrarcı biri olduğunu biliyorsun. Ondan bu şekilde kurtulamazsın."

Başımı salladım çaresizce. Haklıydı. İstemeye istemeye aramayı yanıtladım. "Haldun abi."

"Biraz daha yanıtlamasaydın öldüğünü düşünecektim. Nerelerdesin sen Allah aşkına?"

"Haldun abi kusura bakma, gerçekten hayatımın o kadar karışık bir döneminden geçiyorum ki anlatamam." Evet, mesela kısa süre önce kaçırıldım. Yarın bilmiyoruz ki hangi kıyamet, hangi zelzele bizi bekliyor.

"Hakkında çıkan haberleri görmüşsündür."

"Evet, bir kısmına Twitter'dan vakıf oldum."

"Haberler doğru mu, Lâl? Hamile misin?"

Beklediğim soru geldiğinde önce giyinen Valentino'ya baktım. Sonra onun da dediği gibi gerçekleri açıklamanın vakti geldiğini düşündüm. Sonuçta doğurduktan sonrasını bekleyecek hâlim yoktu. İstemsiz de olsa haberleri doğruladım. "Evet, Haldun abi. Haberler doğru." Konuyu uzatmadan doğrudan itiraf ettim. "Hamileyim."

"Ah be kızım, ah be kızım! Acelen neydi? Bir albüm daha çıkarsaydık, bekleyemedin mi?" Ah, keşke hamile kalmadan önce sana da danışsaydım Haldun abiciğim. Neyse artık, bir dahaki sefere. Gözlerimi devirdim. Koyun can derdinde, kasap et derdinde dedikleri bu olsa gerek. Tabii adam bilmiyor ki hamile kalmam bana bile sürpriz oldu. "Neyse, senin adına çok sevindim! Demek anne oluyorsun ha? Riccardo da ne sevinmiştir!" Aniden coşkulu bir biçimde benimle sevincimi paylaşması ve duygudan duyguya geçişleri beni aptal etmişti. "E bir an önce duyur bunu Instagram hesabında. Takipçin 4 Milyona ulaşmak üzere, bu haberle hem takipçin artar hem de reklam teklifleri falan yağar. Bence hemen paylaş bunu takipçilerinle."

Evet Haldun abi. Hemen paylaşmalıyım bunu. Çünkü benim şuan başka hiçbir derdim yok emin ol buna. Ya bazen gerçekten diğer insanlara açıklama yapmak amacıyla yaşayan tipleri anlayamıyordum. "Haldun abi, şuan gerçekten her şey o kadar karışık ki. Olaylar bir yoluna girsin ben bu konuyla ilgileneceğim."

"Ben bu konuda açıklama yapabilir miyim peki?"

Bıkkın bir ifadeyle karşılık verdim. "İstediğin açıklamayı yapabilirsin Haldun abi. Şimdi benim kapatmam lazım galiba kapı çalıyor." Vedalaşıp telefonu kapattığımda dudakları kıvrılarak tebessüm eden adam bana bakıyordu. "Ne?"

"Çok kötü bir yalancısın."

"Onu başımdan savmanın başka bir yolu yoktu." Düşünceli bir ifadeyle giyinen adama baktım. "Buradaki işin ne zaman bitecek?"

"2 gün içinde bitecek ama maalesef dönemeyeceğiz."

"Neden?"

"Doktor düşük tehlikesi yüzünden uçak yolculuğu yapmamanı tavsiye etti. Belki doğuma kadar burada kalmamız gerekebilir. Doktorun bir sonraki kontrolüne bağlı."

Ben çok kötü bir anneydim. Bebeğimi düşünmeden verdiğim bir karar yüzünden yaşanmıştı bunlar. Kendimi öyle suçlu hissediyordum ki.

Yüzümün düştüğünü fark ettiğinde elindeki gömleği bırakıp siyah eşofmanını üzerine geçirip yanıma geldi. Yatağın kenarına oturup sağ el bileğimi okşadı. "Bir şey mi oldu?"

"Özür dilerim."

"Ne için?"

Mahcup bir ifadeyle nefes aldım ve başımı öne eğdim. "İstanbul'a gelmek için ısrar etmeseydim bunlar başıma gelmeyecekti. Seni dinlemedim. Her zamanki gibi kafamın dikine gittim. Benim yüzümden neredeyse bebeğimizi kaybedebilirdik."

"Şşşt..." Bileğimdeki eli uzanıp yanağımı okşadı. "Bana güvendin. İstanbul'a gelmeyi bu yüzden istedin. Sizi koruyamadığım için ben üzgünüm." Kararlı bir ifadeyle bana baktı. "Bir daha böyle bir şey olmayacak." Kesin bir dille "Asla." diye ekledi. Katı yüz ifadesi saniyeler içinde silinip yerini şefkate bıraktığında eli karnıma gitti. "Bebeğimiz de en az senin kadar güçlü, bizi bırakmaya da hiç niyeti yok. Bunları düşünmekten vazgeç." Saçlarımı okşadı. "Dinlen biraz. Bu olanlar sinirlerini çok bozdu."

Onu dinledim ve başımı yastığa koydum. Zaten son zamanlarda yaptığım başka da bir şey yoktu. Uyumak ve dinlenmek. Yanımda olmasının verdiği güvenle gözlerimi kapadım. O yanımdayken kendimi inanılmaz güvende hissediyordum. Zaten ne oluyorsa o yanımda olmadığı zamanlar oluyordu. O yokken renksiz bir tablo gibi çıplak, yalnız ve anlamsız hissediyordum kendimi. Yanımdayken her şeyle savaşabilecek kadar güçlüydüm. O gün ona Başkan'a ve Vural'a bir şey yapıp yapmadığını sormadım. İçim içimi yese de onlarla ilgili konuşmayı reddettim.

Günler birbirini kovalarken ben kendimi önceki günlere göre daha iyi hissediyordum. Artık yataktan kalkabiliyordum. Ancak tabii ki çok uzaklara gitmeye falan izin yoktu. Her şey üst üste geldiği için bu riskli dönemi atlatmam zaman alabilirdi. Belki de doğuma kadar burada durmak zorunda kalabilirdik. Valent endişe etmememi, işlerini buradan halledebilecek şekilde ayarlayacağını, gerekirse önemli işlerini kısa aralıklarla gidip gelerek halledeceğini söylese de bizi bu duruma soktuğum için hâlâ üzgündüm. Wendy bile benim yüzümden uçakla İstanbul'a gelmekten bahsediyordu. Benim dönemeyeceğimi öğrenince cıngar çıkarmış, beni asla yalnız bırakmayacağını söyleyip Luigi ve Pietro'nun başının etini yemiş, ne yapıp edip kendini buraya getirtmeye ikna etmiş. İnat konusunda benimle yarışabilecek belki de tek kişi olabilirsin Wendy.

Bu süreçte Valentino da boş durmamış, belki uzun süre burada kalmamız gerekir diye İstanbul'daki evi bizim için hazırlatmıştı. Ona göre otel odası ev konforuyla boy ölçüşemezdi. Her ne kadar son derece lüks olsa bile. Benim en rahat şekilde hissetmem için elinden geleni yapıyordu. Bugün doktor kontrolü vardı ve onun burada kalmamız gerektiğini söyleme ihtimaline karşı Valentino İstanbul'daki eve yerleşmemiz için tüm hazırlıkları organize etmişti. Eve yerleşme ihtimalimize karşın bavullar eve gönderilmek üzere toplanmıştı. Her şey doktorun söyleyeceklerine bağlı bir biçimde öylece beklemedeydi.

Aynanın önünde saçlarımı toplarken banyodan saçlarını düzelterek Valentino çıktı. Onun "Hazır mısın?" sorusuna karşı belli belirsiz başımı salladım.

"Sayılır." Aklım hâlâ olanlardaydı. Öyle çabuk unutulup hayata adapte olabileceğim türde şeyler yaşamıyordum. Her ne kadar Valent tüm bunları bana yansıtmamaya gayret etse de belki de doğru olan bu değildi. Doğru olan hiçbir şey olmamış gibi davranmak değil de her şeyi olduğu gibi konuşabilmekti. Belki böylece benim de aklımda soru işaretleri kalmazdı. Mesela merak ediyordum, Vural ve Başkan neredeydi? Onlara ne olmuştu? Normal şartlarda yaşamayı hak etmediklerini biliyordum ve onlara çok da bayıldığımı söyleyemezdim ama tamamen merak etmeyi bırakabileceğim bir durum da değildi bu.

Benim düşünceli bir biçimde aynaya dalıp gitmemi gören adam aynanın yansımasından baktı. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır."

"Düşüncelisin."

Evet, öyleydim. Çünkü düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Yanıtını alabileceğime emin olmadığım soruyu daha fazla içimde tutmadım. "Onlara ne yaptın? Ne oldu?"

Ceketinin yakalarını düzeltirken sorumu duymuyormuş gibi davrandı. Ya da önemsiz bir şeyden konuşuyormuşuz gibi. "Sen bunları düşünme. Gereken neyse yapıldı."

"Valentino bu şekilde hiçbir şey olmamış gibi davranmak bir şeylerin olduğu gerçeğini değiştirmiyor." Kendimden emin bir ifadeyle ekledim. "Olaylardan uzak tutmanın beni korumadığı gibi." O ise hâlâ bir şeyler söylemeye niyetli değildi ancak zorlasam söyleyebilecek gibi duruyordu. "Hayattalar mı bari onu söyle."

Onu konuşmak için gereken kıvama getirmek üzereydim ki telefonum çaldı. Arayanın Fuat olduğunu görünce bekletmeden açtım. "Alo, enişte."

"Lâl! Nerelerdesin? Seni çok merak ettim."

"Sorma olanları."

"Haberim var. Zuhal telefonda konuşurken duydum." Onun bu konuyla ilgili bilgisinin olması bir umut ışığı yakmıştı bende. Belki de Zuhal ablam dolayısıyla Başkan ve Vural'ın yaşayıp yaşamadığını bile biliyor olabilirdi. Meraklı bir ses tonuyla ekledi adam. "Yalnız benim anlamadığım, senin yerini nasıl öğrendikleri ve yüksek korumalı o otele nasıl girdikleri."

Onun kafasındaki soru işaretini de ben giderdim. "Üniversiteden arkadaşım Sevgi'yi hatırlıyorsun." Beni de en çok kıran buydu ya zaten. İyi kötü dostluğum olan biri tarafından ihanete uğramak. Neyse ki bu ilk kez olmuyordu. Nefesimi serbest bırakırken hattın diğer ucundaki adamın benim için ne kadar endişeli olduğunu hissedebiliyordum.

"Evet."

Valent'in duymaması için kısık bir sesle durumu açıkladım. "Arkadaşım olduğunu söyleyerek otel çalışanlarından bilgi almaya çalışmış. Başkan ve Vural'ın içeri girmesinde de Valent'e ihanet eden başka birinin parmağı varmış. Valent'e ihanet eden adam da Sevgi'nin kendilerine yardım etmesi için içeri girmesini sağlamış. Detayları tam olarak bilemiyorum, Valent bu tür konuları benim yanımda konuşmuyor. Kötü etkilenmemi istemiyor. Ama tabii ki bu durumdan etkilenmeme gibi bir şansım yok."

"Sevgi en başından beri güvenilmemesi gereken biriydi, biliyorsun." İç geçirdi adam. "Neyse ki şimdi iyisiniz."

"Evet, şimdilik her şey yolunda." Buna her şey yolunda denebilir mi bilemiyordum tabii. Bu cenderede sıkışıp kalmıştım.

"Lâl, ben seni görmek istiyorum. İki dakika da olsa seni yüz yüze görmeden iyi olup olmadığına inanmayacağım. Şuan otelin önündeyim. Seni nasıl görebilirim?"

"Otelin önünde misin?" O sırada yanımda hazırlanan Valent'e kaydı gözlerim. "Bir saniye, Valent'e haber vereyim de seni içeri aldırsın." Söylediklerime kaşlarını çatarak dikkat kesilen adama döndüm. "Eniştem otelin önündeymiş, Valentino. Beni merak etmiş, görmek istiyor." Son olanlardan dolayı herkese şüpheyle bakması çok normaldi. Hele tanımadığı biri olan Fuat'a karşı. Bir şey söylemesine fırsat vermeden "Ona güvenebiliriz." dedim yalnızca.

Başıyla onayladı. "Sen kendini görüşmek için iyi hissediyor musun peki?"

"İyiyim ben, merak etme. Hem sizi de tanıştırmış olurum."

Kısa bir an duraksadıktan sonra başını salladı adam. Telefonuna uzanıp adamlarından birini aradı ve kendi dilinde Fuat'ı içeri buyur etmelerini söyledi. "Sen hazırlanana kadar onu otel restoranında ağırlayacaklar."

Onaylayarak başımı salladım. Saçlarımı düzelttim, üstüme başıma çeki düzen verdim ve çıkmaya hazır olduğuma artık emindim. Zaten Fuat'la görüşme sonrası doktor kontrolüne geçecektik ve aynaya baktığımda dışarı çıkmak için hazır görünüyordum. Umarım doktordan olumlu şeyler duyarım. Şuan buna çok ihtiyacım vardı. "Tamam, ben hazırım. Sen de hazırsan hadi çıkalım."

Benden onay bekleyen adam kapıyı açıp önden dışarı çıkmamı bekledi. Kapıdan çıktığımda kısa bir an odanın önünde mahcup bir ifadeyle bekleyen Nikolai'ye gözüm takıldı. Olanlardan oldukça üzgün görünüyordu ve suçlu hissediyor gibiydi. Tamamen suçsuzdu diyemezdik elbette ancak olanların onun isteğiyle bu şekilde olmadığı açıktı. Sanırım ben Valentino'ya göre biraz daha affedici biriydim, bu yüzden böyle gelen geçen tuvalet gibi ağzıma sıçıyordu. Affetmek mi yoksa kinlenmek mi? Hangisi doğruydu bilmiyordum ama bu konuda kendimi eğitmem gerektiğini düşünüyordum. İnsanlara kinlenmesem bile herkese güvenmemeyi öğrenmeliydim.

Lobiye indiğimizde restoran girişindeki masalardan birinde Fuat'ı görebiliyordum. Yerde titreterek ritim tutmuş dizleri ne kadar sabırsız ve merak içerisinde olduğunu vücut diliyle anlatıyordu. Cam girişte bizi gördüğünde heyecanla ayağa kalkıp iki adımla yanıma geldi. Kollarımdan hafifçe tutup bana baktı. "Çok şükür iyisin."

Sakinlikle sarıldım ona. "İyiyim, merak etme." O aileden hâlâ beni düşünen birilerinin olması iyi hissettiriyordu. Sanki tehlikeli bir canavarın ininde önümü aydınlatan bir meşale gibi. Birbirine yabancı bir nezaketle bakan iki adamı birbiriyle tanıştırdım. "Enişte, Valentino'yu tanıyorsun. Daha önce karşılaşmıştınız ama tanışma fırsatınız olmamıştı."

Fuat imalı bir ses tonuyla "Hep acelesi olduğu zamanlarda rastlaştığımız doğru." derken karşılaşmaları gelmişti aklıma. Başkanın o aptal iftiraların ciddiye alıp eve döndüğümde Valent'in peşime takılıp konuşmak için geldiği zamanlarda kapı önünde kısa karşılaşmaları olmuştu yalnızca. O anlarda hep bir tartışma, kavga, kaos olduğu için de araya girip ay sizi tanıştırayım diyememiştim doğrusu.

Valent elini uzatan adamla el sıkışırken "Valentino Riccardo." dedi sakince. Temkinli bir biçimde karşısındaki adamı süzerken nezaketi elden bırakmamıştı.

"Adınızı çok sık duydum." Ortamı yumuşatmaya çalışan şakacı bir ses tonuyla ekledi Fuat. "Bizim evde çok popülersiniz."

Çarpık tebessümüyle başını öne eğdi Valentino. "Ben de sizin adınızı Lâl'den çok duydum. Tanıştığıma memnun oldum."

Masaya oturduğumuzda Fuat'ın arkadaş canlısı davranışları ve Valent'in nezaketiyle aralarındaki yabancılaşma kısa sürede yok olup gitmişti. Fuat endişesini gizleme gereksinimi duymadan konuşuyordu. "Buraya gelerek emrivaki yaptığımın farkındayım ama Lâl'i yüz yüze görüp iyi olduğuna emin olmam gerekiyordu. Onun için çok endişeliydim."

"Sizi anlayabiliyorum."

"Bana lütfen sen de, Valentino. Lâl benim için çok değerli. Hemen hemen elimde büyüdü bile diyebilirim. Biz Zuhal'le evlendiğimizde çocuk sayılırdı." Samimi bir bakışla ekledi. "Onun için değerli olan her şey benim için de değerlidir."

Valentino baş işaretiyle onayladı. "Aynı şey benim için de geçerli." Tam o sırada telefonu çaldığında usulca ayağa kalktı. "İzninizle..." Masadan uzaklaşıp bahçeye doğru ilerlerken bir yanım arayanın kim olduğunu merak ediyordu, diğer yanım ise gittiği için memnundu. Çünkü o gittiğine göre Fuat'la bazı şeyleri daha rahat konuşabilecektim.

Fuat'ın "Neler olmuş böyle?" diye söze girmesine kalmadan kısıtlı zamanımdan ötürü direkt lafa karıştım.

"Enişte olanları biliyor olmana dayanarak soruyorum, Başkan ve Vural hakkında bir bilgin var mı? Neredeler? Yaşıyorlar mı? Bu konuyla ilgili bir habere ulaştın mı?" Tüm bu soruların yanıtının bende olduğunu zanneden Fuat kısa bir an şaşırmış görünüyordu. Ben de kafasındaki soru işaretini dağıttım. "Valentino bana onlarla ilgili hiçbir bilgi vermiyor. Ben de düşündüm ki eğer olanları biliyorsan onlara neler olduğunu da biliyor olabilirsin."

Olayı anlatan Fuat kısa bir an başını salladıktan sonra kahvesinden bir yudum aldı. "Başkan da Vural da hayatta, merak etme sen." İçim sebebini anlayamadığım bir biçimde rahatlamıştı. "Ama pek iyi durumda oldukları söylenemez."

"Nasıl yani?"

"Başkan kopan bir iki parmağıyla ucuz kurtuldu, Vural'sa sol el bileğini kaybetmiş. Doktorlar onu yeniden dikebilmek için uğraşıyor ama durum umutsuz görünüyormuş. Onları hiç böyle görmemiştim." Şaşkın ve sarsılmış yüz ifadesi saniyeler içinde değişti. Omuz silkti. "Onlar adına üzüldüm desem yalan. O pisliklere az bile."

Bense duyduklarımla midemdeki azıcık yediğim şeyleri bile çıkaracak gibi hissettim kısa bir an. Aslında onlar hayatta olduğu için rahatlamıştım ama başına gelenlere karşı sessiz kalmayacaklarını bilecek kadar tanıyordum her ikisini de.

"Rezalet görünüyorlardı, Lâl."

"Valent'in onları öldürmediğine şükretmeliyiz."

"Sen asıl bombayı bilmiyorsun." Soru dolu bakışlarımı ona çevirdiğimde olanları anlatmak için hazır bir biçimde bekliyordu Fuat. "Uras... Biz Başkan'ın ufak bir kaçamağının parçası olduğunu sanırken meğer olaylar hiç de göründüğü gibi değilmiş."

"Ne demek bu?"

"Başkanın o kadınla yıllarca ikinci bir hayatı olmuş. Uras ise Başkanın ikinci hayatıyla ilgili bildiğimiz küçük bir detaydan ibaretmiş sadece." Duymaya hazır olmadığım şeyler teker teker tepemden dökülüveriyordu. "Başkan yıllarca anneni aldatmış ve Uras da o ilişkiye dair tek çocuk değilmiş. Uras'ın bir erkek kardeşi daha varmış. Başkanın ortadan kaybolması öldüğü şüpheleri uyanınca Uras'ın kardeşi evi basıp Başkanın gerçekten ölüp ölmediğini sordu, en az senin kadar öfkeliydi babasına. Her şey o zaman açığa çıktı." Şaşırmıştım ama doğrusu bu beni pek de ilgilendiren bir şey değildi. Sonuç olarak ben bu ailenin gerçek bir parçası bile değildim ki. Üvey çocuğun üveyin de üveyi olan kardeşleri... Bu beni etkileyen bir durum değildi. Ancak Zuhal'in sinirden saçını başını yolduğuna yemin edebilirdim. Alaycı bir ifadeyle bunu dile getirmekten çekinmedim. "Zuhal Günday'ın bunu duyunca ateş püskürdüğüne eminim."

"Hem de nasıl."

İçimde büyüyen yeni bir merakla "Uras ne durumdaydı?" diye sordum.

"Uras bu olaydan kısa süre sonra karıştığı bir kavgada adam yaralamaktan içeri girdi."

"Ne?" Şaşırmıştım. Uras'ın böyle bir şey yapabileceğine pek şaşırdığım söylenemezdi ancak onun iyi olup olmadığını sorunca çat diye böyle bir cevap almayı beklemiyordum. Tıpkı Başkandan bekliyor olmama rağmen birdenbire ikinci hayatının ortalığa dökülmesini beklemediğim gibi. En azından Uras daha dürüst birine benziyordu. Onun adına üzülmüştüm. "Ona yardım edecek misin?"

Umutsuz bir yüz ifadesiyle karşılık verdi Fuat. "Elimden geleni yaparım, Lâl. Ama durumu pek iç açıcı görünmüyor. Yaraladığı adamın durumu kritikmiş. Eğer ölürse Uras adam öldürmekten yargılanacak." Şaşkın ve üzgündüm. Bu durumu fark eden Fuat "Sen bunları kafana takma. Her şey bir şekilde yoluna girer, sen kendi hayatına konsantre ol. Böyle kötü haberler sana iyi gelmez. Valentino'yu dinle ve kötü olaylardan izole ol." dedi sakince. Benim ne kadar takıntılı biri olduğumu bildiği için uyarıcı bir ses tonuyla ekledi. "En azından bir süreliğine."

Onaylayarak başımı sallamaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Tüm bunlar benim değiştirebileceğim şeyler değildi sonuç olarak. Elinden bir şey gelmiyorsa üzülüp kafama da takmamalıydım.

❝Valentino❞

Masada telefonum çaldığında yabancı bir numara tarafından aramıyordum. Bir terslik olduğunu sezmiştim ancak bunu Lâl'e sezdirmeye niyetim yoktu. "İzninizle..." Masadan kalkıp restoranın bahçeye açılan kapısından ilerlerken aramayı yanıtladım. "Alo..."

"Fazla mı şanslısın yoksa bana mı öyle geliyor?"

Gerilmiştim. "Kimsin?" Yüksek güvenlikli olmasına rağmen telefonuma ulaşabilecek kadar marifetli bu yabancının kim olduğuna dair bazı tahminlerim vardı ama öfkem merakımın önüne geçiyordu.

"Çok aradığın biri."

Sakinliğimi koruyarak karşılık verdim. "Kendini ne zannediyorsun bilmiyorum ama benimle uğraşmaman gerektiğini öğrenmek için sınırlı bir zamanın var. Aksi hâlde kendini ölmek için yalvarırken bulacaksın."

 

Telefonun diğer ucundaki adam gayet rahat bir ses tonuyla "Hâlâ kim olduğumu anlayamadın mı?" diye sordu. Bu sorudan çok bir sohbet cümlesi gibi çıkmıştı. "O zaman sana biraz yardımcı olayım." Bu robotik sesin kime ait olduğunu öğrenmeme az kalmıştı ve hattın diğer ucundaki her kimse o da bunu biliyordu.

 

"Bir rakamın arkasına saklanan korkağın teki olduğunu bilmek için senin yardımına ihtiyacım yok."

 

Dokuz... Bir süredir benimle direkt olarak kontağa geçmese de beni bitirmek için yemin ettiğini biliyordum. Derdi neydi onu da anlamış değildim ancak benimle sorununun ne olduğuyla ilgilenmiyordum. Bir nedene ihtiyacım yoktu. Benim gibi adamların her zaman u veya bu sebepten düşmanları olurdu. Bu yeni bir şey değildi. "Valentino Riccardo... Hep dört ayak üstüne düşüyorsun ve ben buna şaşırıyorum." İç geçirdi. "Şanslı olduğunu düşünmeme sebep olan şeylerden biri de nişanlın... Hak etmediğin kadar güzel bir kadın tarafından seviliyorsun. Bu kadar eşsiz bir kadın nasıl oluyor da sana bebek vermek için bu kadar hevesli olabiliyor anlamıyorum doğrusu." İmalı bir ses tonuyla ekledi. "Onu da küçük numaralarınla kandırıp kendine âşık mı ettin yoksa?"

 

Bakışlarım etrafı taradıktan sonra arkamda bıraktığım masadaki Lâl'e baktım kısa bir an. Her şeyden habersiz eniştesiyle konuşuyordu. Dişlerimi sıkarken homurdandım. "Lâl'in adını ağzına alma. Yoksa ilk karşılaşmamızda konuşacak bir ağzın olmayacak."

 

"Acaba o güzellik, senin gerçek yüzünü görse hâlâ seni sevebilir mi?" İsteksiz bir ses çıkardı. "Sanmıyorum."

 

"Cesaretin varsa karşıma çıkarsın."

 

"Cesaretim var, Riccardo. Ama karşına çıktığımda hiç çıkmamış olmamı dileyeceksin." Kararlı bir ses tonuyla "Çünkü Lâl'i kaybetmen için elimden geleni yapacağım." dedi.

 

Öfkeden gözüm döndü. Önümü bile göremez hâldeydim. Elimdeki telefonu sıktım, sıktım. Tıpkı dişlerim gibi. O an öfkeden yanlış bir şey yapıp orada patlamamak için kendimi çok zor tuttum. Çünkü herhangi bir biçimde öfkeden ortalığı dağıtsaydım bu Lâl'i korkuturdu. Bu adam bana nasıl böyle bir şey söylemeye cesaret edebilirdi? Bana. Valentino Riccardo'ya. "Hemen bulduğun ilk deliğe saklansan iyi edersin. Çünkü seni elime geçirdiğimde bu sözleri söylediğine pişman edeceğim." Hışımla telefonu kapatıp elimde öfkeyle sıktığım telefonu iç cebime koydum. Derin nefesler aldım. Öfkeden yüzüm alev alev olmuştu, ateşini hissedebiliyordum. Söylediklerinde birçok anlam gizliydi. Lâl'e zarar verebilirdi, onu elimden alabilirdi ya da bir şekilde beni terk etmesini sağlayabilirdi. Hangisini kast ettiğini bilmiyordum ama ne fark ederdi ki? Her anlamda onu kaybetmeye dayanamazdım. Dokuz aslında herkes olabilirdi. Ama ne olacağını değil, ne olmayacağını iyi biliyordum sanırım. Alelade biri olamazdı. Aksi hâlde bana bu kadar kolay ulaşamazdı çünkü. Ailenin güçlü düşmanlarından biri miydi? Öyleyse neden kimliğini gizliyordu? Belki de doğru zamanı bekliyordu. Sakinleşmek için nefes aldım. Öfkeli olduğumu Lâl'e hissettirmemeliydim. Yeterince zor bir dönemden geçiyordu. Onu endişelendirecek herhangi bir şey olmamalıydı. Onun yanındayken her şey yolundaymış gibi hissettirmeliydim.

 

Masaya döndüğümde sakin hâlime geri döndüm ve aralarındaki keyifli sohbete karıştım. Doktor randevumuz yaklaştığında Fuat da kalkması gerektiğini söyleyip gitti. Dostça vedalaştıktan sonra masada baş başa kaldık. Lâl dikkatli bir biçimde bana bakıyordu. Bir şey hissetmesinden tedirginlik duydum. Nefes alış verişlerimden bile hissediyordu sanki. İçimi okuyordu sanki. Benim onun içini okuduğum gibi. Birkaç dakika sonra "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Yalan dedektörü gibiydi. Belki de felâket dedektörü desek daha doğru olurdu.

 

Kendimden emin bir biçimde başımı salladım. "Elbette, her şey yolunda." Kolumdaki saate baktım. "Randevumuza gecikiyoruz, hazırsan kalkalım mı?" Başıyla onayladığında ayağa kalktım ve kalkmasına yardımcı olup elini tuttum. Onu kaybetme düşüncesi bile vücudumdaki tüm sinirleri harekete geçirmişti.

 

Lâl

 

Doktor randevumuz beklediğimden iyi geçmişti. Bir ara benim aptallığım yüzünden tüm planlar bozulacak da burada mahsur kalacağız diye çok korkmuştum ama öyle olmadı. Rutin kontrollerden sonra doktor bir seferliğe mahsus seyahat edebileceğimi fakat eve döndüğümde çok dikkat etmem gerektiğini söylemişti. Beslenme programımla ilgili önemli gördüğü şeyleri de hatırlattıktan sonra memnun bir biçimde doktorun yanından ayrılmıştık.

 

Doktor dönüşü arabada rahat bir nefes aldım. "Her şeyin yoluna girmesine o kadar sevindim ki anlatamam. Bir an burada mahsur kalacağız sanmıştım."

 

Valentino da en az benim kadar rahatlamış görünüyordu. " Rahatlamana sevindim." İşaret parmağıyla burnumun ucuna dokundu. "Ama sen yine de erken davranma derim, küçük hanım. Doktorun söylediklerini duydun. Dikkatli davranmamız gerekiyor."

 

"Tamam, merak etme. Hele bir eve dönelim, söz veriyorum kendime çok dikkat edeceğim. Hatta gerekirse doğuma kadar yataktan bile kalkmayacağım." Araba bebek malzemeleri satan bir mağazanın önünden geçerken heyecanla arabayı durdurdum. "Ay dur, dur lütfen dur!"

 

Heyecanıma anlam vermeye çalışan Valent "Ne oldu?" diye sordu. Hevesle parmağımı uzatıp mağazayı gösterdim ve onu kolundan çekiştirip mağazaya soktum. İçeride inanılmaz güzel şeyler vardı. Rengârenk küçük tulumlar, birbirinden tatlı minicik patikler... Hepsine iç geçirerek bakarken Valentino benim hevesli ve heyecanlı yüzüme bakıyordu. O diğer rafları gezerken beğendiğim kırmızı patiği paketlemelerini söyleyip satın aldım ve çantama koydum. Daha alışveriş yapmak için çok vaktimiz vardı. Sonuçta doğuma yığınla zaman olduğunu düşünürsek alışveriş yapmak için acele etmemize gerek yoktu.

 

Arabaya doğru yürürken elimden tutan adam başıyla az ilerideki gelinlik mağazasını işaret etti ve nabzımı yokladı. Bense iğneden korkan çocuk gibi başımı iki yana salladım çünkü olacakları biliyordum. İçeri girecektim, gelinliklerden birini deneyecektim, bu hâlimle denediğim hiçbir gelinlik bana olmayacaktı, olanlar da üzerimde güzel durmayacaktı ve ben bunalıma girecektim. Senaryo çok basitti. Ancak Valentino isteksizliğimi yok sayarak bakışlarıyla beni ikna etti. "Hadi ama." dedi sakinlikle. "Bundan sonsuza dek kaçamazsın."

 

Sonsuza dek kaçmak isteyen kimdi ki, doğuma kadar kaçabilsem yeterdi. Ben doğumdan sonra bir iki aya kilolarımı verirdim, sonra istediği hangi gelinlikçiyse paşalar gibi girer denerdim bütün gelinlikleri. Ama yoook, Valentino Efendi sabredemez. İlla içeri gireceğim, rezil rüsva olacağım, salya sümük ağlayarak çıkacağım. Ona hayır demem mümkün olmadığı için sonunda mağazaya girmeyi kabul ettim. Önce mahsusçuktan hiçbir gelinliği beğenmemişim gibi davrandım ama Valentino Efendi bunu yemedi.

 

Vitrinde ışıl ışıl parlayan omuzları ince dantelli gelinliği elinde tutarak "Bunu benim için denemeni istiyorum." dedi. Bunu söylerken onu kıramayacağımı biliyordu. Üstelik içeri girdiğimizden beri gözümün o gelinlikte olduğunu da. Bu adamın zihnimi okumasına çok sinir oluyordum.

 

"Valentino, göz var izan var. Bu bana olmaz."

 

"Standart beden değil ve senin bedenine uygun olanını getirmelerini istedim." İddialı bir biçimde kaşları havalandı. "Başka soru?"

 

Her şeyi ince ince planlamıştı demek. Hain. Elinden çekip aldım gelinliği. Kabine girdim. Üzerimi çıkarıp gelinliği giymeye koyulduğumda perdenin hafif aralandığını ve adamın kollarını kavuşturarak çapkın bakışlarla beni seyrettiğini gördüm. Kendinden emin bir biçimde "Yakışacağını biliyordum." diye mırıldandı. Bakışları beni yoldan çıkarmaya meyilli gibiydi. Bu yüzden perdeyi yüzüne kapattım ve giyinmeye devam ettim. O ise perdenin arkasından arsız bir biçimde "Fermuara yetişemezsen yardım edebilirim." diyordu.

 

"Şansını zorlama istersen."

 

Gelinliği giydiğimde karın ve kalça bölgemi biraz kasıyordu ama bana olmuştu. Görünürde tabii. İçinde sıkışıp kalmış gibi hissediyordum. Minik adımlarla usulca kabinden çıktım. Koltukta bacak bacak üstüne atıp gazetesini okurken kahvesini yudumlayan adamın bakışları bana döndü. Sıkış tepiş gelinliği giymeye çalışırken kahve söyleyebileceği kadar uzun zaman geçmiş mi diye düşündüm.

 

Bakışları beni baştan aşağı beğeniyle süzdüğünde ben gelinliğin içinde zor duruyordum. "Çok güzel." diye fısıldadığını duydum yalnızca. Keşke ben de aynı hissiyatta olsaydım. Gelinliğin içinde sorunsuz kalabilmek için neredeyse nefesimi tuttuğumu bile söyleyebilirdim. Sanki nefesimi bıraksam gelinlik patlayacaktı. İçinde bulunduğum bu duruma daha fazla dayanamayıp ağlayarak kabine geri girdim. Drama Queen'liğim tutmuştu yine anlaşılan. Hormonların da verdiği duygusallıkla fermuarı hızla aşağı indirdim. O sırada neden ağladığıma anlam veremeyen adam perdenin arkasından "Lâl, iyi misin? Neler oluyor?" gibi sorularla benden yanıt bekliyordu.

 

Bense kabinin içinde fermuarını indirdiğim gelinlikle koltukta oturmuş salak salak ağlıyordum. "Elinin körü oluyor!"

 

"Ne?"

 

"Ben sana söyledim bu gelinlik bana olmaz diye!" Aynadaki hâlime bakınca kendimi acınası buldum. Oturmuş çocuk gibi ağlıyordum, arada bir de gözyaşlarımı siliyordum.

 

Benden başka bir yanıt gelmeyince "İçeri giriyorum." diyerek perdeyi araladı ve yanıma geldi. Geri zekâlı gibi oturup ağlamamı inşaat kepçesi izleyen halk gibi izlemeye başlayan adama kısa bir an bakıp uzattığı peçeteyi aldım ve burnumu sildim. "İyi misin?"

 

Gözlerini dikmiş bana bakan adama düşmanım gibi ters ters baktım burnumu bir kez daha silerken. "Bana öyle bakma." Bir süre hiçbir şey konuşmadan önümde diz çöküp beni izledi. Onun sessizliği üzerine geçen zaman zarfında biraz sakinleşmiştim. Burnumu çekerek söze girdim. "Gelinliğin içinde nefes alamadım ve kendimi bir davul gibi hissettim." Alt dudağımı sarkıtarak konuştuğumu ancak aynadaki yansımamı gördüğümde fark ettim. "Kendimi çok şişko ve çirkin hissettim."

 

İnanmayan bakışlarla bana bakan adam söylediklerimi düz bir sesle tekrar ediyordu. "Şişko." Buna inanmıyor gibiydi.

 

"Şişko ve çirkin."

 

Aynı düz sesle tekrarlamaya devam etti. "Ve çirkin." İnanmaz bakışlarla başını iki yana sallayan adam saçlarımı okşadı ve öptü. "Sana inanamıyorum."

 

Bunu yapması sinir bozucuydu ancak yine de başımı sallayıp yine burnumu çektim. Elimdeki peçeteyi evirip çevirirken kabahat işlemiş bir çocuk gibi yere baktım ve istemsizce sarkıttığım dudağımı toparlamaya çalıştım. "Ve şimdi de canım çikolatayla Adana dürümü aynı anda istiyor." Burun direğini tutarak içten içe gülen adamın yüzüne öfkeyle baktım ve sıradan bir ifadeyle "Gülme." dedim yalnızca.

 

Kahkahalara boğulmamak için kendini zor tutan adam "Gülmüyorum." yanıtını verdi sakinliğini korumaya çalışarak.

 

"Gülüyorsun. Bıyık altından gülüyorsun bak görüyorum canımı çok sıkıyorsun Valentino!"

 

"Tamam, Lâl. Gülmüyorum." Yüzünde hâlâ komik bir tebessüm olan adam diz çöktüğü yerden ayağa kalktı. "Hadi hazırlan da yemeğe çıkalım."

 

"Şu lânet şeyi çıkarayım da otele dönelim ya ayaklarım şişti. Her ne yiyeceksek orada yeriz." Gelinliği çıkarırken söylenmeye devam ediyordum. "Daha ne yiyeceksin acaba Lâl, zıkkımın kökünü mü yiyeceksin?" Bu sırada gülerek bana bakan adamın aynadaki yansımasına işaret parmağımı sallıyordum. "Sen de gülüp durma zaten her şey senin yüzünden oldu Valentino! Zaman aşımıyla falan kurtulamazsın bu durumdan!" Sonuçta bebek iki kişiyle yapılan bir şeydi ve bence onu suçlamam gayet de adil bir durumdu. Kim ne derse desin.

 

Arabada otele doğru giderken başını iki yana sallayarak bana bakıyordu Valentino. "Gerçekten buna ağlamana inanamıyorum." Beni kollarına çekti ve çenesini başıma yasladı. "Çirkin olduğuna nasıl inanabildiğine anlam veremiyorum."

 

Bense adamın söyledikleri hoşuma gitse de sevinemiyordum bile. Somurtarak yanıt verdim. "Tabii, doğuma fil gibi gireceğini düşünüp strese giren sen değilsin."

 

"Bu geçici bir süreç."

 

Bir bakıma haklıydı. Geçici bir süreç. Sonsuza kadar böyle olmayacaksın ki Lâl, abartma istersen. En azından bir sonraki hormonal krizine kadar.

 

Otele döndüğümüzde içeri girer girmez ayakkabılarımı çıkardım ve yatağa oturdum. "Offf, ayaklarım davul oldu davul! Ne zaman bitecek bu?" Tatlı tatlı söylenirken adamın bana göz ucuyla bakıp ben fark etmeyeyim diye bıyık altından güldüğünü görebiliyordum. "Valentino daha fazla gülme istersen çünkü şansını zorluyorsun."

 

Gayet sakin, rahat ve ılımlı bir biçimde gözlerini kapayarak yumuşak yüzünü takındı. "Biliyorum, biliyorum. Zaten her şey benim yüzümden oldu." Ellerini havaya kaldırdı teslim olurcasına "Kabul ediyorum. Cezama razıyım."

 

Yüzüne baktıktan kısa bir süre sonra dayanamadım ve gülmeye başladım. Benim güldüğümü gören adam da güldü. Böyle mutluydum. Evet başımızdan belalar eksik olmuyordu ama o belaların gücü bizi ayırmaya da yetmiyordu. Bu iyiydi. Ayrı kaldığımız zamanları düşündükçe nefes alamayacakmışım gibi hissediyordum. Neyse ki hepsi geride kalmıştı. Birlikte aşamayacağımız hiçbir şey kalmadığına inanıyordum. Valentino bana bu güveni hissettiriyordu.

 

Ceketini çıkarıp gömleğinin düğmelerini çözerken "Ben duşa giriyorum. Sen de uslu dur, iyi dinlen. Bugün yeterince yorucu bir gündü." dedi. Bana kafa sallamaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.

 

O duşa girdiğinde ben de soyunup dökündüm, daha rahat şeyler giydim. Çantamdaki küçük kırmızı patikler aklıma gelmişti. Çantama uzanıp kutuyu çıkardım. Alt dudağımı ısırarak gülümsedim. Çok güzeldi. Valentino görünce bayılacaktı. Gerçi daha kızımıza alışveriş yapmak için çok zamanımız vardı. Ama dayanamamıştım işte. İlk patiğini annesi almıştı. İlk adımlarında da yanında olacağı gibi.

 

Su sesi kesilip de Valent duştan çıktığında elimde kutuyla bulmuştu beni. Saçlarını havluyla kurutan adam merakla bana baktı. "Bu da nedir?"

 

Kutuyu ona uzattım. "Aç da bak."

 

Elindeki havluyu bir kenara bırakıp yarım tebessümle kutuyu aldı ve yanıma oturdu. Aynı merakla kutuyu açtığında içinden çıkan patiklere baktı. Hiçbir şey söylemese de bakışlarını onlardan ayıramıyordu.

 

Heyecanlı gözlerimi ona dikmiş "Eee nasıl buldun?" diye sorduğumda bakışları bana döndü. En az benim kadar heyecanlı ve geleceğe dair umutlu olduğu gözlerinden belliydi.

 

Bir bana bir de elindeki patiğe baktıktan sonra karnıma dokunup yumuşacık sesiyle "Çok güzel." dedi. Bu kısa ve net cümleyi kurarken ses tonu ve söyleyişi o kadar anlamlıydı ki. İçimde aniden anlam veremediğim büyük bir heyecan ve sıcaklık oluştu.

 

"Kızımızın minik ayaklarının aylar sonra bu patiği dolduracağına inanabiliyor musun?" Sessizce fısıldadım. "Çok heyecanlı." Adamın parlayan gözlerine baktığımda aynı heyecanı ve mutluluğu paylaştığını hissedebiliyordum.

 

Uzanıp elimi tuttu. "Ne diyeceğimi bilemiyorum. Lâl, bana bu duyguyu yaşattığın için teşekkür ederim. Beni bir parça da olsa iyi bir insan, gerçek bir insan gibi hissettirdiğin için teşekkür ederim. Sen ve kızımız... Karanlığıma aydınlık olduğunuz için teşekkür ederim."

 

Duygulanmıştım. Ağlamak için bir sebebe ihtiyacım yokken bana söyledikleriyle ağlamak için bir sebep vermişti. Gözyaşlarımı tutamadım ve boynuna sarıldım. "Valent, seni seviyorum."

 

"Seni seviyorum." Boynumla çenem arasına bir öpücük kondurduğunda kendimi dünyanın en güvenli yerinde hissediyordum sanki. Bu an hiç bitmesin istedim. Dış etkenler ve kötülüklerin olduğu her yerden uzaktaydık ve bu hiç bozulmasın istiyordum.

 

Ertesi gün erkenden uçağımız hazırdı. Yorucu bir yolculuğun ardından İtalya'ya ulaşmıştık. Evimi özlemişim. Bunu büsbüyük, ferah bahçeden içeri girerken daha iyi anlamıştım. Burası zamanla nasıl da benim evim, yuvam olmuştu. Yıllarca büyüdüğüm evden farklı olarak. O kadar alışmışım ki buraya, şimdi anlıyordum. Elbette içinde Valentino olduğu için. Yoksa bu taş yığınının benim için ne gibi bir özelliği kalırdı ki? Bu evi yuva yapan, bana güven veren ondan başkası değildi.

 

İçeri girer girmez ben bavulları taşıyan adamlara bakarken Valentino bana döndü. "Hemen odaya çıkıyorsun ve dinleniyorsun. Ve gerekmedikçe asla yataktan kalkmıyorsun." Kaşlarını kaldırarak ekledi. "Doktorun söylediklerini unutma."

 

Onaylayarak başımı salladım ve sağ elimi şakağıma dayayarak tüm alaycılığımla "Baş üstüne komutanım!" dedim.

 

Alaycı tavrıma karşılık otoritesinden ödün vermeyen yumuşak yüzüyle kaşlarını çattı. "Hemen yatağa. Nina öğle yemeğini hazırlayıp getirecek. Benim bazı işlerim var, onları halletmeliyim."

 

İşlerinin ne olduğunu sormadım ve söylediklerini ikiletmeden onayladım. O az önce girdiği kapıdan çıkarken ben yavaş adımlarla merdivenleri tırmanıyordum. Ev çok sessizdi. Kimsenin geleceğimizden haberi yok muydu? Neyse. Anlatacak o kadar çok şey birikmişti ki telefonda anlatarak sündürmek istemedim, yüz yüze konuşacağımız çok şey olduğu için hemen Wendy'nin odasına doğru yürüdüm. Sorgusuz sualsiz heyecanla Wendy'nin odasına daldığımda küçük çaplı bir şok yaşamıştım ve bunun etkisiyle istemsizce çığlık attım. Karşımdaki görüntüyü nasıl tarif edebilirdim bilemiyordum ama... Allah aşkına, yıldızlarınızın barışmadığı ve asla anlaşamadığınız bir buzdolabını en yakın arkadaşınızla yatakta yakalasaydınız ne hissederdiniz ki? Ben de öyle düşünmüştüm. Tam olarak şoktaydım. Wendy Luigi'nin önünde. Aman Allahım. Hemen gözlerimi kapatıp arkamı döndüm. "Ç-Çok pardon, çok özür dilerim." Dilim tutulmuştu. Ne diyeceğimi bilememiştim. Ah, Wendy, Wendy. Ben sana yatak fantezilerime kadar her şeyi anlatırken sen nasıl böyle kapalı kutu olabildin ki? Ne oldu şimdi iyi mi oldu? Kızım sen de insanların mahremine öylece dalmasaydın, Lâl. Biraz da hatayı kendinde ara yani kusura bakma da. Offf, Allah'ım son otuz saniyeyi hafızamdan silemez miyiz? Teşekkürler. Ya ben neden Luigi'nin çırılçıplak vücudunu görmek durumunda kalmıştım? O her zaman mesafeli, soğuk ve en önemlisi giyinikti. Hep bir asilzade gibi tepeden bakışlarla yürüyen adam karşımda alelacele pantolonunu toparlarken domates gibi kızarmıştı. Benim de onlardan aşağı kalır yanım yoktu. Çok utanmıştım. Ne bileyim, bu annenizle babanızı yatakta yakalamakla aynı utanç vericilikte bir durumdu herhâlde. Ben bunu nasıl fark edememiştim? Meğer ateş bacayı sarmış da benim haberim yokmuş. Aralarında tuhaf bir enerji hissetmiştim ama bunun tatlı tatlı didişmelerden öteye gittiğini hiç düşünmemiştim.

 

Nihayet giyinen Luigi hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip giderken biz Wendy'le odada baş başa kalmıştık. Gözlerimi kısarak iç çamaşırlarını giyen kıza baktım ve yargılayıcı bakışlarla sessizliğimi koruyarak suçluluk duymasına izin verdim.

 

Bir süre sonra Wendy "Ne diyeceğini biliyorum." diye söze girdiğinde bakışlarımla onu öldürebilirdim.

 

Bense bakışlarımı yok sayarsak sadece "Sana inanamıyorum." diyebilmiştim. Uzun bir bakışmadan sonra "Bana nasıl söylemezsin aranızda bir şey olduğunu?" dediğimde Wendy rahat bir nefes almıştı. Herhâlde derisini yüzmemi falan bekliyordu. Sonuçta ben onun annesi değildim ki. Onu azarlayacağımı falan mı düşünmüştü? O genç bir kadındı ve pekâlâ özel hayatı olabilirdi yani. Ben sadece benimle paylaşmamasına bozulmuştum hepsi bu.

 

"İnan bana yoktu. Her şey çok hızlı gelişti." Elleriyle oynayarak başını öne eğdi. "Sana anlayamayacağım kadar hızlı."

 

Bakışlarımız birbiriyle buluştuğunda dayanamayıp ikimiz de patlayana kadar gülmüştük. Demek buzdolabı Luigi ve benim şen şakrak Wendy ha? Kahkahalarımın arasında uyarıda bulunmayı bir dost olarak borç bilmiştim. "Bu buzdolabını eniştem ilân etme konusunda emin miyiz peki?"

 

Alt dudağını ısırıp başını iki yana salladı. "Yatakta ne kadar ateşli olduğunu tahmin bile edemezsin."

 

"Ay hayır, hayır! Lütfen anlatma yoksa Luigi'yi o pozisyonlarda hayal etmek zorunda kalacağım. Zaten az önce sizi yakaladığım görüntü gece rüyalarıma girecektir. Bu kadarı yeter, vallahi bak. İnandım." Benim fobik hareketlerime karşılık gülmekten kendini alamadı Wendy.

 

Dalgın bakışlarla camdan dışarı bakarken bahçede Valentino ve Zita'nın tartıştığını gördüm. Valentino işlerini halletmeye gitmemiş miydi? Zita'nın burada ne işi vardı? Ve en önemlisi... Ne tartışıyorlardı? Tüm bu sorularıma yanıt almanın tek yolu vardı, aşağı inip yanlarına gitmek. Wendy ne olduğunu anlamadan odadan çıktım ve merdivenlerden aşağı indim. Valentino'yu dinlemekten uzak bir biçimde dinlenmeyi reddederek yanlarına doğru yürümeye başladım. Zaten kafamda bu soru işaretleriyle uzun süre baş başa kalırsam delirirdim.

 

Kapıdan çıkıp bahçeyi dolandım ve onların olduğu yere geldim. Hâlâ hararetli bir biçimde tartışıyorlardı. Eller kollar havada uçuşuyor, birbirine karışan yüksek sesli tartışmalarında tansiyon her saniye daha da artıyordu.

 

Valent'in "Buraya gelmemen gerekiyordu! Sana ben aramadan benimle iletişime geçmemeni söylemiştim!" dediğini duyunca olanlara anlam vermeye çalışıyordum.

 

Zita "Daha fazla bekleyecek zamanım yoktu! Ayrıca söylediklerimi kanıtlamamı istememiş miydin? Buradayım işte! Bu durumdan öylece kaçıp kurtulamazsın!" yanıtını verdi. Ne konuştuklarına dair en ufak bir fikrim yoktu ama her geçen saniye daha fazla merak etmeme sebep oluyordu.

 

Onlara doğru geldiğimi gören Valent'in yüzü sararmıştı. Dudaklarından yalnızca "Lâl..." fısıltısı çıkmıştı. Bir şeylerin ters gittiğini işte o an anlamıştım.

 

Sakin kalmalıydım. Aralarına katıldım ve kollarımı kavuşturarak bekledim. "Evet, neler oluyor?" Zita gayet sakin ve rahat görünürken Valentino çok tedirgindi. "Size soruyorum, nedir bu tantana?"

 

Zita kaşlarıyla Valent'e beni işaret ederek "Neler olduğunu nişanlına anlatmayacak mısın?" dediğinde Valentino çenesini kıracak kadar sıkıyordu dişlerini.

 

"Kapa çeneni!"

 

"Eninde sonunda öğrenmeyecek mi Valentino? Daha ne kadar saklayabilirsin ki?"

 

"Sana kes sesini dedim!"

 

Gerginlik seviyesi gitgide artıyordu. Bense bu duruma nokta koymakta kararlıydım. "Bir daha sormayacağım, neler oluyor?"

 

Beni sakinleştirmeye çalışan Valent benden daha panik görünüyordu. Sadece bunu usta bir şekilde baskılıyordu. "Lâl, bir şey olduğu yok. Lütfen, sen doktorun söylediklerini dinle ve yukarı çıkıp dinlen tamam mı? Ben sana zamanı geldiğinde her şeyi anlatacağım."

 

Bu tavırları beni daha da iskillendiriyordu. "Sen kimden neyi saklıyorsun Valentino? Müstakbel karınım!" Sağ eliyle çaresizce ensesini kaşıyan adamın soğuk terler döktüğünü izledim. Onun bir şey anlatacağı yoktu. Zita'ya döndüm. Gayet rahat ve açıklamaya hazır görünüyordu. "Seni dinliyorum, Zita."

 

Açık sözlülüğünden ödün vermeksizin ağzını açacakken Valent'in gazabına uğradı. "Ağzını açıp tek kelime edersen eğer seni gebertirim."

 

Zita "Korkarım o pek kolay olmayacaktır." yanıtını verdi aynı özgüvenle. Kendisine odaklanmış neler olduğunu çözmeye çalışırken Zita da bana döndü. "Valent tehlikeli bir hamilelik döneminde olduğu için seni korumaya çalışıyor, bu yüzden etrafında olan biten bazı şeyleri saklıyor. Ben Valent'ten biraz farklı düşünüyorum. Bazı şeyleri senin de bilmeye hakkın var." Valent'in öldürücü bakışlarına rağmen bombayı patlattı. "Hamileyim."

 

...

 

(*) Corbata Colombiana: Kolombiya Kravatı olarak bilinen ünlü bir işkence yöntemidir.


*

YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Uzun bir aranın ardından herkese selllamlaaaarrrr! 💞 Öncelikle hepinizi çok özledim. Bir süredir bazı yorgunluklarım vardı, hayatımla ilgili önemli kararların eşiğindeyim, zamanı gelince sizlerle de paylaşırım belki bilemiyorum. Ancak neyse ki şimdi burada sizlerleyim! Hayatımda daha önce bu kadar uzun bir bölüm yazdığımı assslaaaa hatırlamıyorum. Buluyorsunuz ki rekorum 7 Bin kelime falandı ama ben bugün kendi rekorumu kırdım, neredeyse 9 Bin kelimeyi geçtim! Kurgu ve akış gereği bu bölümün böyle uzun olması gerekiyordu, umarım okuyabilirsiniz. Dilerseniz dinlene dinlene okuyabilirsiniz, zira ben bu bölümü dinlene dinlene kaç günde yazdım tahmin dahi edemezsiniz. Tekrar okuyup gözden geçirsem de hatalar olabilir, umarım yoktur ama hatalar varsa bilin ki bunu yazan yazar bölümün ortasında kör olduğu içindir. 😂 Bu arada bu kadar uzun bir bölüme de bol yorum beklediğimi söylememe gerek yoktur herhâlde! 💞 Bu bölümde kucağınıza bombayı bıraktım. Bence bol yorum yapmak için hiç de zorlanmazsınız, olay üstüne olay oldu çünkü. Buraya son sahneyle ilgili yorumlarınızı, görüşlerinizi ve tahminlerinizi yazabilirsiniz. Sizce böyle bir şey nasıl olabilir? Buraya bölümle ilgili yorumlarınızı yazabilirsiniz. Bölüm hakkında neler hissediyorsunuz? Buraya yeni bölümle ilgili tahmin ve isteklerinizi, buraya da hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini yazabilirsiniz.

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%