@buzlarkralicesi
|
-24- ❝Lâl❞ Yüzünde keyifli bir ifade olan kadın zafer kazanmış gibi dimdik duruyordu. Ancak hata yapmış gibi duraksadı. "Sanırım küçük bir yanlış anlaşılma oldu, düzeltiyorum." diyerek söze giren Zita şaşkınlığımdan fırsat bulmuş gibi ekledi. "Yüksek ihtimalle hamileyim. Kesin sonuç birkaç gün içinde elimde olacak." Hamileymiş. Eee bana ne bundan? Bize ne yani? Duraksadım ve sakinliğimi koruyarak karşımdaki kadına diktim gözlerimi. "Tebrik ederim hayatım, sizde ne derler bilemiyorum ama bizde Allah analı babalı büyütsün denir." Rahatlığımı koruyarak sorumu yönelttim. "Sonuç olarak biz ne yapabiliriz bu konuda?" Bu kez oyuna gelmeye niyetim yoktu. Bazı olaylar sonucu -başıma gelen milyon tane felaketten söz ediyordum- akıllanmıştım ve fevri davranmamayı öğrenmiştim. Valent'e güvenmeyi de tabii. "Bu güzel haberi kutlamak için bebeğinin babasına gitseydin ya, burada işin ne?" "Ben de tam olarak öyle yaptım zaten." Zita kaşlarını hafifçe kaldırıp yüzüme baktı. Bu kez beni kandırmanın o kadar basit olmadığının farkındaydı. Baktı pabuç pahalı, şaşırdı tabii. Kısa bir şaşkınlığın ardından karşılık verdi. "Bu bebek Valent'in." Şaşkındım ama bunu kadının gözüne sokma niyetinde de değildim. Yalan olduğu ortaya çıkacağı hâlde bunu bile bile neden karşıma geçip numara çekiyordu ki? İşkillendirici. "Hayır, değil." dedim kendimden emin bir biçimde. Bir adım gerimde duran adama dönüp bakma gereksinimi bile duymadan ekledim. Ona sonsuz güveniyordum. "Böyle bir şey mümkün değil. Valentino böyle bir şey yapmaz." İddialı bakışlarıyla yanıtlayan kadın da en az benim kadar kendinden emin görünüyordu. Israrcıydı. "Mümkün olup olmadığını neden müstakbel kocana sormuyorsun?" Bir adım atıp sağ elimle incecik paltosunun yakasını tuttum. "Bana bak şırfıntı, ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlıyorum ama karşında çocuk yok senin." Öte yandan Valent'in sessiz kalışı da canımı iyiden iyiye sıkmıştı. Neden ağzını açıp iki kelime etmiyordu? O da mı şok olmuştu yoksa? Tıpkı benim gibi. Aniden arkama döndüm. "Sen de bir şey söylesene Valentino, saçma sapan konuşup duruyor. Alacağım ayağımın altına şimdi o olacak!" Onun durgunluğu ve sessizce suratıma bakışı her geçen saniye sinirlerimi zıplatıyordu. "Valentino, öyle bir şey olamaz desene. Niye susuyorsun?" "Lâl... Sakin kalırsan anlatacağım." "Anlatılacak bir şey yok, Valentino. Böyle bir şey olamaz. Sen de olamayacağını söylesene." Zita'ya karşı savunmaya geçmemesi, net bir şey söyleyememesi öfkemi körüklemişti. Ona güvendiğim hâlde sessiz kalması içime yok yere bir şüphe düşürüyordu. Acaba mı, diyordu insan. "Valentino sana tek bir şey soruyorum, Zita'nın bebeğinin senden olma ihtimali var mı, yok mu?" "Lâl..." "Evet veya hayır diyeceksin. Var mı, yok mu?" Aklım karmakarışık olmuştu. Yüzüme bakarken köşeye sıkışmış görünüyordu ve bu beni hiç olmadığım kadar şüpheye sürüklemişti. Onu hiç bu kadar çaresiz görmemiştim. "Böyle bir ihtimal var mı?" diye tekrarladım. Sessizce başını öne eğdi. "Var veya yok diyeceksin Valentino, bu kadar basit." Hâlâ aptal gibi ona güvenirken sinirden gülerek dişlerimi sıktım. Bir çocuğa ders öğretir gibi sabırla ne söylemesi gerektiğini tekrar ettim. Sanki bilmiyormuş gibi. "Yok diyeceksin, çok basit." Adamın yüzündeki ikilem donup kalmama sebep olmuştu. Her sessizlik bir kabulleniştir derler, bu da öyle bir kabulleniş miydi? Valentino hayatında ben varken Zita'yla olmuş muydu? Sabrımın son demlerinde sorumu yeniledim. "Son kez soruyorum Valentino, bebeğin senden olma ihtimali var mı yok mu?" "Var." Saklanmış bir sırrı açıklamanın verdiği ıstırapla karışık rahatlama duygusu yaşıyormuş gibi nefesini bıraktı. "Ama sandığın gibi bir şey değil, Lâl. Lütfen dinle." Var, yanıtını verdiği andan itibaren söylediklerini duymuyor gibiydim. Gerisinin bir önemi yoktu çünkü. Her şey bir uğultu gibi geliyordu kulağıma. Boş bir uğultu. "Lütfen." diye tekrarladı. Duyduğum şeyi hazmetmeye çalışıyordum ancak hazmedilecek bir yanı yoktu. Haklı gururuyla böbürlenen Zita "Gerekli yanıtı aldığına göre gidiyorum, tartışmanızı bölmeyeyim. Bütün gün burada Valent'e hesap sormanı izleyecek vaktim yok." dedi ve ortalığı karıştırıp sıvıştıktan sonra ben hayal kırıklığıyla dolmuş gözlerimi adama diktim. Neyi bekliyordum ki? Ne açıklayabilirdi artık? Bebek var veya yok, ne fark ederdi ki? Valentino böyle bir ihtimalin olduğunu söylediğinde her şey bitmemiş miydi zaten? Zita hamile olsa da olmasa da Valentino onunla yatmıştı, beni aldatmıştı. Daha fazla onun yanında durup açıklama bekleyerek kendimi kandırmanın ya da küçük düşürmenin bir anlamı yoktu. Dolmuş gözlerimle ona bakarken başımı iki yana salladım. "Sana güvenmiştim." Hayatımda hiç bu kadar hayal kırıklığına uğradığımı hatırlamıyordum. Başka hiçbir şey söylemedim. Eğer onun ağzından duymasaydım hayatta inanmazdım. Hâlâ daha durumu kabullenemiyordum kendi içimde. Ama kabullenmek zorundaydım. Tek kelime etmedim. Arkamı dönüp eve girdim ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Çantamı toplayıp gidecek durumda değildim. Hâlim ortadaydı. Bebeğimi düşünmeliydim. Babasının düşünmediği bebeğimi. Oysa az önce yaşananlara kadar onun benden daha iyi bir ebeveyn olacağını düşünüp yetersiz kalacağımı hissederdim hep. Onun mükemmel bir baba olacağını. Doğruydu. O kadar mükemmel bir baba olabilirmiş ki birden çok kişiden çocuğu olsun istemiş. Düşündüklerime kendim bile güldüm sinirden. Gözlerimden yaşlar akarken yüzümde tuhaf bir gülümseme. Tuhaf. Az önceki itirafına rağmen Valent peşimden geliyordu. "Lâl, hiçbir şey düşündüğün gibi değil. Lütfen beni dinler misin?" Durmamalıydım. Cevabımı almıştım, durup dinleseydim ne değişecekti ki? Bunun başka bir açıklaması var mıydı ya da olabilir miydi? Onun çaresiz ve mahcup bakışları, dudaklarının arasından çıkan yanıt her şeyi açıklamıştı işte. Şimdi durup dinlersem ne derse desin inanırdım. Bana aslında beni uzaylılar kaçırdı ve beni onunla birlikte olmaya zorladılar dese bile inanırdım. Ne aptal kadınım ama. O an kalbime saplanan bir acıyla gözlerimi kapadım ve elimi kalbime götürdüm. Bana bunu yapmamalıydı. Yapmamalıydı. Yapmazdı. Benim tanıdığım Valentino bunu yapmazdı. Merdivenin önünde durup soluklandım. Beni takip eden adam arkamda duraksadı. "İyi misin?" "Dalga mı geçiyorsun Valentino? Sence nasıl iyi olabilirim?" Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Tartışmanın gereği yoktu. Olabildiği kadar sakin kalmaya çalıştım çünkü aksi bebek için hiç iyi olmazdı. Konuşulacak bir şey olmadığı için tartışmadan uzak durdum. "Beni rahat bırakır mısın? Dinlenmek istiyorum." İlk kez bağırıp çağırmak yerine çok sakin ve soğuk bir yanıt verebilmiştim. Ben bile şaşırdım bu yeni hâlime. "Lütfen." diye ekledim beni rahat bırakması için. Çünkü tartışacak gücüm yoktu. Eski Lâl olsa ortalığı birbirine katar, taş üstüne taş bırakmazdı. Gerçi bunu yapsaydım da ne değişecekti ki? Yine boynuzlanmıştım. Yine. Neden hep böyle oluyordu? Birini seviyordum, ona güveniyordum ve beni kandırıyorlardı, aldatıyorlardı. Batur da aldatmıştı beni. Valent'i asla onunla bir tutmamıştım. O çok farklıydı. Sonunda demiştim. Başka yerleriyle değil de kalbiyle hisseden bir adam. Yanılmıştım. Yine. Hayatım yanılgılar üzerine kuruluyken artık şaşırmıyordum. "Konuşmamız gerekiyor, Lâl. Tamamen yanlış anladın. Açıklamama izin verirsen-" "Valentino hâlimi görmüyor musun? Sence bir şey konuşabilecek durumda mıyım?" Yorgunca gözlerimi kapadım. "Konuşulacak bir şey kalmadı ama ille de konuşacağım diyorsan sonra konuşalım, olur mu? Ben hiç iyi değilim şuan." Merdiveni tırmanmaya başladığımda kazasız belasız kendimi odama atsam şükredecektim. Israrla peşimden gelen adamı görmezden gelmekte buldum çareyi. "Tamam, istediğin gibi olsun. Sonra konuşalım. Ama bir çılgınlık yapıp evden gitmeye kalkarsan-" "Merak etme, öyle bir şey yapmam." Acı acı güldüm. "Yapamayacağımı da gayet iyi biliyorsun. Bu hâlde bir yere gidemem. Birimizin bebeği düşünmesi gerekiyor. Buraya hapsoldum." Odaya çıktığımda rahat bir nefes aldım. Kapıyı Valent'in yüzüne kapatıp içeri girdim. Sakince yatağa uzandım. Az önce kapı aralığından beni o hâlde gören Wendy endişeyle içeri girdi. "Lâl, neler oluyor? İyi misin?" Sıradan bir olay gibi "Ah, gel Wendy gel. Valentino'nun ikinci kez baba oluşunu kutluyoruz." dedim. Kızcağız da şok olmuştu. Bir bana bir de kapı aralığından hâlâ kapı önünde durduğu görünen Valent'e baktı. Sonra tekrar bana dönüp karnıma baktı. "Bebek ikiz mi olacakmış anlamadım." Wendy'nin sözleri üzerine başımı iki yana salladım, alayla ve üzüntüyle karışık güldüm. Her şeyden habersiz, sıradan ve sakin bir edayla merdivenleri çıkan Luigi ve Pietro da neler olduğunu anlamıyor gibi Valent'e dönmüştü. Pietro'nun Valentino'yu arayan bir hâli vardı. Herhâlde iş konuşmak için gelmişken kendini bir anda Brezilya dizisi entrikalarının içinde buluvermişti. "Yok canım, kaşla göz arasında Zita'yı da hamile bırakmış. Ondan bahsediyorum." Herkes verdiğim haberden çok böylesi bir haberi verirken bu kadar sakin olmama şaşırmıştı. İçimde kopan fırtınaları görmedikleri için. Benim vermediğim o abartı tepkiyi Wendy vermekten çekinmedi. Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi Valent'e baktı. "Ne demek oluyor bu? Sen benim arkadaşımı aldattın mı yani?" Pietro ve Luigi ise duyduklarını henüz hazmedebilmiş değillerdi. Onaylayarak başımı salladım. "E tabii, teknik olarak bu iş için iki kişi gerekiyor. Kadın mitoz bölünecek değil sonuçta." Başımı aşağı yukarı sallarken aklımda parçalar birleşiyordu. "Moskova'da sürekli gizlice konuşmalarınız bu yüzdenmiş demek. Gözümün içine baka baka bunu yapmaktan çekinmedin." Alaycı bir gülüşle ekledim. "Arkamdan alay ettiniz mi bari ne aptal kızmış diye? Dalga geçtiniz mi?" Kapı aralığından içeri girdi. "Saçmalama Lâl!" Valentino gözlerini dikmiş sakinliğim karşısında şaşkınlığını korurken "Kimseyi hamile bıraktığım falan yok, Lâl. Dinlersen anlatırım." yanıtını verdi. Hâlâ üste çıkma çabası hepsinden daha çok öfkelendirmişti beni. Kendisi değil miydi bebeğin benden olma ihtimali var diye? Bunun açıklaması neydi? Öyle veya böyle o kadınla birlikte olmuştu. Bastırdığım duygular işte o an patlak verdi. Aniden yataktan kalkıp karşısına dikildiğimde ani hareketim yüzünden karnıma giren krampı ve acıyla burusan suratımı yok saydım. "Sen hamile bırakmadıysan kim bıraktı? Sen değil miydin aşağıda böyle bir ihtimal olabileceğini söyleyen? En azından yaptığın şeyin arkasında dur, Valentino! En azından bu kadar erkek ol!" "Lâl! Biliyorum, şuan seni aldattığımı düşünüyorsun." Yazık olmuş bir aşka bakar gibi kızarmış gözlerimi kısıp ona baktım. "Ben sadece zavallı bir adam görüyorum karşımda. Bana beni sevdiğini söylerken aşkımıza ihanet eden yalancı, düzenbaz bir adam görüyorum." Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. "Ama belki de sorun bendedir, ha ne dersin?" Wendy'ye döndüm. "Öyle değil mi Wendy? Belki de sorun bendedir. Hayatıma giren herkes beni kandırıyor, aldatıyor. Batur da beni aldatmıştı, Valentino da bunu yaptı. Demek ki bende bir şey var. Alnımda enayi bile yazıyor olabilir şuan, bilmiyorum." Onun gözlerine bakarken bir anda o sert tavrımın yerinde yeller esti. "Neden yaptın ki bunu bana? Onu sevdiğini dürüstçe söyleseydin ben çekilirdim aradan. Neden bunu benim onurumu kırarak yaptın?" Acınası bir ses tonuyla söylemiştim istemsizce. Kendime bile acımıştım o an. Saf ve aptal bir şekilde kendimi küçük düşürüyordum hâlâ. Başını iki yana salladı tüm söylediklerimi yalanlar gibi. "Seni seviyorum, Lâl. Senden başkasını sevmemin de imkânı yok. Ne olur böyle konuşma." Karşımda aşağıdaki şüpheci ve endişeli adam yoktu. Kendinden emin ve net bir adam vardı. "Zita'yla yattığımı düşünüyorsun. Böyle düşünmekte haklısın ama onunla yatmadım." "Nasıl hamile kaldı o zaman, Meryem Ana mı bu kadın?" Tıksırır gibi güldüğümde alaycı bakışlarım adamın üzerinde geziyordu. "Hâlâ yalan söylüyorsun." Luigi Pietro'yu çekiştirerek odadan çıkıyordu. "Bu bizi ilgilendiren bir konu değil, çıkalım da konuşsunlar." "Çıkalım da kuzenin Lâl'i kandırmaya devam mı etsin?" diye çıkıştı Wendy. Uyarıcı bir ses tonuyla "Bu konuda bir taraf olmamanı tavsiye ederim." dedi Luigi. Bir şeyler biliyor gibi konuşması canımı sıkmıştı. Hep kitaplardaki ilâhi bakış açısı gibiydi. Sakin, her şeyden haberdar, bir şeyler bilen, sırlar hakkında gizemli doneler veren ama asla sırrı açıklamayan bir hâli vardı. Sakinleşmeye çalışırken burnumun direğini tuttum. "Tamam Wendy, siz çıkın." Yenilgiyi kabul etmiş bir yorgunlukla başımı salladığımda Wendy onaylayarak dışarı çıktı diğerleriyle birlikte. Bense gücüm olmamasına rağmen onun karşısında dikildim. "Evet, seni dinliyorum. Açıklamanı yap da çık." "Onunla yatmadım." Yine bir kısır döngüye girmiştik. Aramızda ne zaman bir sorun çıksa tartışmalarımız aynı cümlelerin tekrarlanması ama asla tamamlanmaması üzerine kuruluydu. Sanırım ciddi bir iletişim problemimiz vardı. Sadakatsizliğini saymazsak tabii. "Nasıl hamile kaldı o zaman?" "Hamile olup olmadığı henüz belli değil. Ama bunun nasıl olduğunu soracak olursan açıklarım." Dürüstçe "Benim sana açıklayamayacağım hiçbir şey yok. Yeter ki sakin ol. Bebeğe bir şey olsun istemeyiz." diye ekledi. "Sakinim. Dinliyorum." "Henüz sen yoktun. Yıllar önce biz evlenmek üzereyken Zita bir sağlık problemi olduğunu öğrenmişti. Normal yollarla hamile kalamıyordu. Bunun için ileride tüp bebek yoluyla hamile kalmak istediğini söyledi. Nasılsa evlenmek üzereydik, daha sonra aşılama yöntemi veya daha ileri bir yöntemle hamile kalabilmesi için örnek vermiştim. Haberim olmadan bu örnekleri kullanarak hamile kalmayı denemiş. Bana bunu biz Moskova'dayken söyledi. Hamile olabileceğini söyledi. Moskova'da da sürekli bu yüzden konuşuyorduk, kavga ediyorduk. Bunu nasıl başardı bilmiyorum ama babasının gücünden faydalanarak kolaylıkla yapabileceğini düşünüyorum. Haberim olmadan sperm örneklerimin kullanmasından ve ben imha edildiğini sanmama rağmen saklanmasından dolayı gerekli kuruluşlara dava açtım ama maalesef Zita'nın bu yolla hamile kalma ihtimali var." Her şeyi bir çırpıda açıklayabildiği için rahatlamış görünüyordu. Boş gözlerime bakarken bir yanıt bekliyor gibiydi. "Anladın mı şimdi bunun nasıl olabileceğini?" Şaşkındım. Sonuçta kaç kişinin başına gelebilirdi ki böyle bir şey? Benim şok olmuş bakışlarıma karşılık "Aklında kalan bir soru işareti varsa istediğini sorabilirsin. Ama seni asla aldatmadığımı bil lütfen." demişti yalnızca. Elleriyle yüzümü avuçladı. "Seni asla aldatmam, Lâl. Asla olmaz bu." Allak bullak olmuştum. İyi haber, Valent beni aldatmamıştı. Kötü haber, Zita hâlâ Valent'ten hamile kalmış olabilirdi. Acının tatlı tebessümü. Allah'ım, bu bir kâbus muydu? ❝Valentino❞ "Lâl! Biliyorum, şuan seni aldattığımı düşünüyorsun." "Ben sadece zavallı bir adam görüyorum karşımda. Bana beni sevdiğini söylerken aşkımıza ihanet eden yalancı, düzenbaz bir adam görüyorum." Durup düşündü ve ekledi. "Ama belki de sorun bendedir, ha ne dersin?" Wendy'ye döndü. "Öyle değil mi Wendy? Belki de sorun bendedir. Hayatıma giren herkes beni kandırıyor, aldatıyor. Batur da beni aldatmıştı, Valentino da bunu yaptı. Demek ki bende bir şey var. Alnımda enayi bile yazıyor olabilir şuan, bilmiyorum." Yüzündeki hayal kırıklığı ve sözleri benim için öyle yaralayıcıydı ki anlatamam. Gözlerime öfke yerine üzüntü ve hayal kırıklığıyla baktığında yalnızca bakışlarıyla vurmuştu beni. "Neden yaptın ki bunu bana? Onu sevdiğini dürüstçe söyleseydin ben çekilirdim aradan. Neden bunu benim onurumu kırarak yaptın?" Onu aldattığımı düşünüyordu ve bunu düşünmekte haklıydı. Oysa benim onu bulduğum andan itibaren tek bir an olsun başkasıyla olma gibi bir düşüncem olmamıştı. Ona hissettiğim şeyler o kadar farklıydı ki. Bu dünyadaki her şeyden daha çok değer verirken onu nasıl aldatabilirdim? Lâl ise şuan tam tersi bir biçimde kendini değersiz ve aldatılmış hissediyordu. Gerçekleri anlattığımda her şeyin daha farklı olacağına inandığım için verdiği ilk fırsatta tüm olanı biteni anlattım. Ancak umduğum gibi olmadı. "Anladın mı şimdi bunun nasıl olabileceğini?" En az benim bu haberi aldığım an kadar şok olmuş görünüyordu karşımdaki kadın. Çok haklı sebepleri de vardı üstelik. Hâlâ inanmıyor olabilme ihtimaline karşılık savunmaya geçtim. "Aklında kalan bir soru işareti varsa istediğini sorabilirsin. Ama seni asla aldatmadığımı bil lütfen." Yüzünü ellerimin arasına aldım. "Seni asla aldatmam, Lâl. Asla olmaz bu." Islak yanaklarından gözyaşlarını sildim. "Asla." ❝Lâl❞ Az önce beni aldattığını sandığımdan daha büyük bir şoktaydım şimdi. Ve bu beni aldattığını düşündüğümdekinden kat be kat daha zordu. "Bu nasıl olabilir?' Şaşkınlığımı atlatmaya çalışıyordum. Valent beni aldatmamıştı, beni seviyordu. Tıpkı ona inandığım gibiydi her şey. Bana olan sevgisi gerçekti. Ama Zita Valentino'dan hamile olabilirdi. Aramızda bizim bebeğimiz dışında bir bebek vardı. Aramızda Zita ve bebeği vardı. Bunu nasıl aşabilirdik ki? Öğrendiklerimle daha iyi olmamıştım. Tamam, sevdiğim adamın beni aldatmadığına memnundum ama ya diğer konu? Bunu öylece yok sayamazdım. Yok sayılabilecek bir durum değildi bu. Ortada bir bebek vardı. Başka bir bebek. Sağ elim çaresizce alnıma gittiğinde odada yavaş voltalar atıyordum. "Peki ne olacak şimdi?" "Hiçbir şey olmayacak." Valentino ona inanmamın verdiği rahatlıktan olsa gerek hiç endişeli görünmüyordu artık. "Ne demek hiçbir şey olmayacak?" Umursamazca karşımda duran adama olayı izah ettim. "Valentino, ortada bir bebek var." "Henüz kesin bir şey yok. Tüp bebek tutmamış olabilir." "Ya tuttuysa? Zita yüksek ihtimalle hamileyim dedi. Demek ki güvendiği bir şeyler var." Sabırsızca ve endişeyle "Ya hamileyse?" diye sordum. O zaman ne olacaktı? Valentino her şeyi böyle yok sayabilecek miydi? Deli danalar gibi dolanmamı izledikten kısa bir an sonra beni kollarımdan tuttu adam. "Lâl, biraz sakin ol olur mu?" Güven veren bakışlarıyla beni sakinleştirmeye çalıştı. Daha sonra usulca beni yatağa oturttu. "Ben her şeyi halledeceğim, sen bunlara kafanı yorma." "Neden sakladın tüm bunları benden?" "İşte tam olarak bu yüzden." İçinde bulunduğum panik durumdan bahsediyordu. "Lâl, yeterince tehlikeli bir hamilelik döneminden geçiyorsun. Böyle aptalca bir konuyu seninle paylaşmamı nasıl beklersin? Üstelik henüz ortada hiçbir şey yokken." Elleri şefkatle omuzlarımı okşadı sanki omuzlarımdan o ağır yükleri almak ister gibi. "Sen bunları düşünme, ben her şeyi halledeceğim. Bana güven." Ayakkabılarımı çıkardı. Yatağa uzandığımda çarşafı üzerime örttü ve saçlarımı okşadı. "Şimdi uyu ve iyice dinlen. Sakın yataktan çıkma. Ne gerekiyorsa Nina'dan iste." Komodinin çekmecesinden kumanda gibi düğmeli bir mekanizma çıkardı. "Nina'yı çağırmak için bunu kullan. Kendini yorma." Küçük kumandayı komodinin üzerine koydu. Alnıma bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Kafana bunları takmaymış. Kolaydı sanki. Her gün bir olay olurken ve hepsi bir öncekinden daha beterken takmamak nasıl mümkün olabilirdi ki? Alay mı ediyorlardı bunlar benimle? Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Normal şartlarda böyle bir durumda uyumam mümkün değildi çünkü aşırı derecede takıntılı biriydim ve kafaya takardım ama o kadar yorgundum ki uyuyakalmışım. Uyandığımda hava kararmak üzereydi ve Valentino hâlâ ortada yoktu. Tembihlediği gibi yataktan çıkmadım ama komodinin dibinde, yerde duran çantamdan telefonumun sesini duyunca hafif eğilip telefonu elime aldım. Ekranda gizli numara yazıyordu. Arayan herkes olabilirdi. Başkan, Vural... Moralimi bozmak için çok da doğru bir gün değildi. Hem de hâli hazırda bu kadar bozukken. Bu yüzden önce telefonu yanıtlamak istemedim ama o kadar ısrarla çaldı ki ne ara yanıtla tuşuna bastığımı ben bile hatırlamıyordum. İstemsizce olmuştu. "Alo, kimsiniz?" "Sonunda sizinle tanışma şerefine eriştim." Hattın diğer ucundaki robotik ses hiç de tanıdığım birinin sesine benzemiyordu. Bambaşka biriydi. "Kimsin?" "Dokuz." "Ne?" "Valent bana senden hiç bahsetmemiş anladığım kadarıyla." Küçük, sessiz bir gülüşten sonra ekledi. "Tabii, ben de Valent'in yerinde olsam sana benden bahsetmezdim." "Ne öyle bilmece gibi konuşuyorsun? Testere katiline falan mı özendin hayırdır kardeşim sen?" O kadar meraklı ve sinirliydim ki Türkçem bile bozulmuştu. Telefonun diğer ucundaki her kimse söylediklerimi komik bulmuş gibi güldü. "Valent'in sende ne bulduğunu anlamak zor değil. Erkekler senin gibi komik ve pozitif enerjiyle dolu kadınları severler." "Dur tahmin edeyim, onların pozitif enerjisini sömürmek için mi?" Söylediğim her şeyi gülmeyi adet edinmiş adam yine güldü. Bense hâlâ içimdeki merakı dindirememiştim. "Ne istiyorsun benden? Anladık, Valent'in düşmanısın da benimle işin ne?" "Seninle kişisel bir sorunum yok. Sadece senin gibi bir kadının Valent'le ne işi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Onun gibi tehlikeli, yalancı, düzenbaz, duygusuz ve kötü kalpli biriyle senin gibi güzel, akıllı, neşeli ve iyi kalpli biri çok tuhaf bir tezat oluşturmuyor mu sence de?" İç geçirdi. "Üstelik kendi spermlerine bile sahip çıkamayan bir erkeğe erkek denir mi? O da ayrı bir tartışma konusu." Hakkımda bu kadar çok şey bilmesi ürperticiydi. Her an soğuk bir nefes gibi ensemde olduğunu hissettirmişti. Korkumu ona hissettirmeye niyetim yoktu. Bu konuda elimden geleni yaptım, sakin kalmaya çalıştım."Sen ne biliyorsun ki? Benim hakkımda, Valent hakkında, aşkımızla ilgili ne bildiğini sanıyorsun?" "Senin adına üzgünüm. Bu muameleyi hak etmiyorsun. Aşk konusuna gelirsek... Valentino için aşk denen bir şeyin olduğunu sanmıyorum. O âşık olmaz. Aşk nedir bilmez. Sadece zevkleri için insanları kullanır. Sen de bunu yaşayarak göreceksin." Sözleri sinirlerimi bozuyordu. Unutmak istediğim şeyleri hatırlatıp kötü hissetmeme sebep oluyordu. "Ne demeye çalışıyorsun? Açık konuş benimle." "Valent'e benim kim olduğumu sor. Dokuz'un kim olduğunu sor. Ona Anna'yı sor. Ona neler olduğunu." "Anna mı? O da kim?" Sorumun yanıtını almama fırsat kalmadan telefon yüzüme kapandı. Ne demek oluyordu bu şimdi? Nasıl bir telefon şakasıydı bu? Telefon şakasına maruz kalmak için fazla tehlikeli ve karmaşık bir hayatın yok mu sence de Lâl? Böyle bir durumda ilk aklına gelen ihtimal nasıl telefon şakası olabilir ki? Neler olduğunu asla anlamıyordum ve o kadar yorgundum ki anlamak da istemiyordum. Bilmece çözecek hâlim yoktu. Başımı yastığa düşünceli bir ifadeyle bıraktığımda kapı çalındı. Bezgin bir hâlde karşılık verdim. "Girin!" İçeri tereddütle Nikolai girdi. "Nikolai, sen miydin?" "Nina kendinizi pek iyi hissetmediğinizi söyledi, merak ettim. Haddim olmayarak iyi olup olmadığınızı görmeye geldim." Ellerini önünde birleştirdi. "İyi misiniz?" Geçiştirir gibi başımı sallarken laf olsun diye "İyiyim, merak etme." Sağ elimi alnımda gezdirirken etrafımdakilere daha ne kadar yalan söyleyeceğimi düşünüyordum. İyiyim deyince iyi olunmuyordu sonuçta. "Olanları duydum." Duraksayarak konuşuyordu ve kelimelerini seçmeye çalıştığı belliydi. "Ne hissettiğinizi tahmin edemem. Ama sizin kötü olmanıza..." Sözünü tamamlamadan sustu. "Özür dilerim. Sizi gördüm, iyi olduğunuzu gözlerimle gördüğüme göre artık gidebilirim. Kendinize dikkat edin, bir şeye ihtiyacınız olduğunda buralardayım." Başımı salladım. Düşünceli bir ifadeyle onun odadan çıkışını izledim. Ne olmuştu şimdi? Hiçbir şey anlamamıştım. Bir hâller olduğu kesindi ama... Gereğinden fazla utangaç tavırları, içe kapanık hâlleri kısa bir an düşündürse de bunları düşünecek durumda değildim. Daha önemli sorunlarım varken üstelik. Başımı hafif yan çevirip gözlerimi kapadım. Tüm bu olanları unutmaya çalıştım. Ama mümkün olmuyordu. Hepsi bir kâbus gibi beni takip etmeye yeminli gibiydi. Zita hamileyse ne yapacaktık? Bunu bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı, eğer Valent'in çocuğunu taşıyorsa hayatımız hiç olmadığı kadar değişecekti. Bir kere Zita'yla ayrılmaz bir bağla bağlanacaklardı. Valent istese de istemese de. Bu mecburi bağ yüzünden Zita hep hayatımızın içinde olacaktı. Valent o bebeğin de babası olacaktı, onunla da vakit geçirecekti doğal olarak. Zita bunu kullanmayacak mıydı? Elbette kullanacaktı. Ben buna dayanabilir miydim? Sanmıyorum. Bu kadarına hazır değildim. Bir bebek, iki kişinin arasındaki en güçlü bağdır. Zita bunu sonuna kadar kullanırdı ve ben bu gerçekle savaşamazdım. Tüm bunlara tahammül gösteremezdim. Sakin kalamazdım. Daha şimdiden bu ihtimalin varlığı bile beni hasta etmeye yetmişti. Bunları düşünmediğim tek bir saniye bile geçmezken aklımı nasıl kaçırmadığıma şaşırıyordum. Kapı açılma sesini duyduğumda göz ucuyla baktım. İçeri Valentino girmişti. Yavaş adımlarla bana yaklaştı. Bense sessizliğimi koruyordum. Zaten ne diyeceğimi de bilmiyordum. Bu durumda ne denebilirdi ki? Adamın sağ eli yanağımı avuçlarken yüzünde karmaşık ve endişeli bir ifade hâkimdi. "Çok solgun görünüyorsun, doktor çağırıyorum. Tansiyonun düşmüş olabilir." "Doktor falan istemiyorum." Başımı yavaşça yastığa koyduğumda iç geçirdim. "Biraz dinlenirsem geçer." "Doğru düzgün bir şey de yememişsin." "Valentino, sen benimle dalga mı geçiyorsun? Sence böyle bir durumda normal, hiçbir şey olmamış gibi davranabilir miyim?" Elimi tuttu. "Lâl, neler hissettiğini tahmin edebiliyorum. Ama lütfen bunun bizi etkilemesine izin verme. Bu kez bana güven, ben her şeyi halledeceğim." "Valentino, eğer Zita hamileyse ne yapabilirsin ki? Nasıl çözebilirsin bu durumu? Eğer ortada bir bebek varsa bu sizin hayatınızı zorunlu da olsa birleştirecek. Dönüşü olmayan bir yoldayız, farkında değil misin? Çıkmaza girdik." "Lâl, bunları düşünmek benim işim. Tüm bunları dert etmek hiçbir şeyi çözümleyemeyeceği gibi seni sadece tehlikeye sokar." Sağ eli el bileğimi okşarken ses tonu şefkatliydi. "Bak, bu Zita'nın seçimiydi. Haberim olmadan örneklerimi kullandığı için hiçbir şeye mecbur değilim. Kendi kararlarının sorumluluğunu alacağını ona da söyledim. Evet, biyolojik olarak olası bebeğin babası olabilirim, üzerime düşen sorumlulukları yerine getirebilirim ama bu Zita'yla beni bir hayata zorunlu bir şekilde birleştiremez. Ayrıca ortada bir bebek bile yokken şuan bunları konuşmak anlamsız." Başımı iki yana salladım. "Dilin böyle söylüyor ama Valentino, gerçek bambaşka. Teoride böyle olabilir ama pratikte senin söylediğin gibi olmayacağını çok iyi biliyorsun. O bebeğin babası sen olacaksın ve Zita her an hayatımızın dibinde olacak. Ben buna katlanamam. Aynı şekilde, bir çocuğun babasından mahrum kalmasına da dayanamam." O an nefes alamadığımı hissettim. "Kendimi köşeye sıkışmış gibi hissediyorum Valentino. Çok kötüyüm. Bu atlatabileceğimin çok üstünde bir şey. Ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilmiyorum. Normal şartlarda kızgın olmam gerekir, içimde kime olduğunu bile anlamadığım bir kızgınlık var ama ben bunu hissederken bile suçluluk duyuyorum. Sanki hislerim bile bir bebeğin babasız kalmasına sebep olacak kadar bencilleşmiş durumda gibi. Çok karmaşık bir durum ve ben bunu kaldıramıyorum." "Lâl, ortada bir bebek yok. Dolayısıyla bizim düşünmemiz gereken şey kendi bebeğimiz." Sabrım taşmış bir biçimde sorumu yineledim. "Ya bebek varsa, Valentino? Bunun cevabını bana hâlâ veremiyorsun. Sen de ne yapacağımızı, nasıl bir yol izleyeceğimizi bilmiyorsun. Hayatımıza nasıl bir düzen kurmamız gerektiği-" "Hayatımıza yeni düzen falan kurmayacağız, Lâl. Bizim zaten bir düzenimiz var, yakında da evleneceğiz. Bizim için hiçbir şey değişmedi, değişmeyecek. Zita veya bir başkasının bu düzeni bozmasına ya da hayatımızla oynamasına izin verecek değilim. Onun emrivakisiyle hayatımızı değiştirecek de değilim. Herkes kendi seçimlerinin sonuçlarına katlanacak. Ve ben ne vereceksem onunla yetinecek. Bu kadar basit." Sözleri kalbe isabet eden bir ok gibi amansızdı. İstediğinde ne kadar tehlikeli ve acımasız olabileceğini unutmuşum. Gözlerime bakarken tam tersi bir şefkatle devam etti. "Seni kimsenin üzmesine izin vermeyeceğim, sen de kendini üzmekten vazgeç. Bunları düşünme. Sadece kendini ve bebeğimizi düşün. Uyu ve dinlen. Geri kalan her şeyi bana bırak." Saçlarımı okşadı. "Her şey güzel olacak, bana güven." Onun acımasız yanıyla tanışırken aklıma kim olduğunu bile bilmediğim o telefon sapığının söyledikleri geldi. Dokuz mudur nedir, kafamı karıştırmıştı. Valent hakkında söylenen hiçbir şeye inanmıyordum, onun ağzından duymadığım takdirde de inanmayacaktım. Ama bu manyak nasıl oluyordu da bizim her adımımızdan haberdar olabiliyordu, aile arasındaki Zita'nın tüp bebek olayını biliyordu? Valent'in tanıdığım gibi biri olmadığını, bilinmeyen bir yüzü olduğunu söylerken ne kast ediyordu anlamıyordum. Tehlikede miydik? Valent bunu biliyor olmalıydı, bana neden söylemediğini de anlamak zor değildi. Düşük riskinden dolayı bana çocuk gibi davranıyordu, hiçbir şey anlatmıyordu. Bu benim merakımı daha da cezbediyordu ve peşini kovaladığımda er ya da geç o gerçeği bir şekilde öğreniyordum. Daha kötü şartlarda. Böyle daha mı iyi oluyordu peki? Bebeğimize zarar vermemiş mi oluyorduk yani? Ah, Valent. Beni hâlâ tanıyamadın mı? Ben bir şeyin aslını öğrenmeden rahat edemezdim. İç geçirdim. Ona Dokuz'la ilgili soru sorup sormama arasında gidip gelsem de yeterince sorunumuz varken bir de bununla uğraşmak istemedim. Hem Valent gibi adamların düşmanları olabileceğini yeni mi öğreniyordum? Düşünmem gereken daha öncelikli şeyler vardı. Zita ve bebeği... Allah'ım, nasıl bir ıstıraptı bu? Nasıl geçecekti bu kâbus? Valent sürekli bunları düşünme deyip duruyordu ama bunu nasıl başaracağımı söylemiyordu. Kendimi nefes alamayacakmış gibi hissediyordum. Ve bu geçmiyordu. İçimdeki o tuhaf merak duygusuyla baş edemedim ve istemsiz de olsa "Bir bebeğin daha olabilir. Bu sende heyecan ya da buna benzer başka bir duygu uyandırmıyor mu?" diye sordum. Sorduğum soruya kendim bile şaşırdım. Bunu hiç düşünmemiştim. Sonuçta istediği kişiden olmasa bile o da Valent'in bebeği olacaktı. Ve onun baba olmayı ne kadar istediğini biliyorduk. Ben de Zita da. Zaten Zita'nın bu durumu kullanmasının tek sebebi de buydu. "Lâl, saçmalamayı kes ve gözlerini kapat." Yaramaz bir çocuğu azarlar gibi gözlerime bakıp uyumamı bekledi. Onun saçlarımı okşaması eşliğinde biraz uyumaya çalıştım. Hayatımın en kötü günlerinden biri de böyle son bulmuştu. Gece yarısı korkunç bir kâbusla uyanmıştım. O bebeği görmüştüm. Zita'nın Valent'le ne kadar mutlu bir aile kurduğunu. Olabilecek tüm korkunçlukları. Korkudan dilim damağım kurumuştu. Kısa bir an yanımda uyuyan adama baktım ve komodine uzanıp bir bardak su içip sakinleşmeye çalıştım. Her şey bir kâbustu. Her şey bir kâbustu. Sadece bir kâbus. Ama Zita hamileyse gerçek olabilirdi. Böylesi tehlikeli bir kadın bebeğini babasıyla büyütmek için, âşık olduğu adamla kavuşmak için her şeyi yapabilirdi. Tavanı seyrederek bunların sadece bir kuruntu olduğunu ve bu aptal şeyleri düşünmemem gerektiğini kendime tekrarlayarak uyumaya çalıştım. Uykularım haram olmuştu. Harap bitap bir hâldeydim. Atlatamayacağım kadar yük vardı üzerimde. Olayların tam ortasında olduğum için bir kısmından kendimi sorumlu tutuyordum. Ben olmasaydım böyle bir durumda Valentino Zita'yla evlenirdi herhâlde. Çocuğunun olacağına karşı yaklaşımı da farklı olurdu. Tüm bunları düşünmek beni öldürüyordu. Kelimenin tam anlamıyla öldürüyordu. Sabah hafif bir karın ağrısıyla uyandım. Etrafa bakındığımda Valentino odada yoktu. Muhtemelen uykum bölünmesin diye sessiz sedasız aşağıya inmiş işle ilgili telefon görüşmelerini orada yapıyor olmalıydı. Ya da dışarı çıkmıştı. Keyifsiz ve yorgundum. Midem bulanıyordu. Canım hiçbir şey istemese de bebek için bir şeyler yemem gerekiyordu. Ancak karnımdaki ağrı giderek artıp sırtıma kadar vurunca dayanamadım. Selvi'yi aradım danışmak için. Sanırım meşguldü, açmadı. Sıcak bir duşun iyi gelebileceğini düşündüm. Eğer duştan sonra da geçmezse durumu Valent'e anlatıp doktora gidecektim. Pijamalarımı çıkarıp duşa girdim. Ellerimi duvara dayayarak zoraki de olsa sıcak suyun vücudumu ısıtmasına izin verdim. Ağrım hafifliyor gibiydi ama içimde kötü bir his vardı. Son zamanlarda yaşadıklarım beni ve psikolojimi kötü etkilemişti. Zaten kötü etkilemeseydi android falan olduğumu düşünecektim. Bu aslında biraz da benim suçumdu. Her şeyi bu kadar içselleştirip kafaya takan biri değilimdir normalde. En kötü durumlarla bile dalga geçen biriydim ama hamilelik beni iyice duygusal biri hâline getirmişti. Bu yüzden atlatamadığım travmalarımın üstüne yenileri eklenirken sakin kalamıyordum. Ayrıca göz ardı edebileceğim şeyler de yaşamıyordum. Sonuçta kim zaten hamileyken evlenmek üzere olduğu adamın başkasından çocuğu olacağını öğrenirdi ki? Delirmediğime şükretsem yeridir. Ağrım biraz hafiflese de tam anlamıyla geçmek bilmiyordu. Duvara yaslandığımda bacaklarımın arasından hafif bir kızıllığın suya karışarak yere süzüldüğünü gördüm ve korkudan irkildim. Hemen suyu kapatıp duştan çıktım. Yerdeki kan damlalarına bakmamaya çalıştım. Çünkü baktıkça korkudan başım dönüyordu. Bunu daha önce de yaşamıştım, soğukkanlı olmam gerektiğini iyi biliyordum ama başarılı olamıyordum. Söz konusu bebeğimdi, tam manasıyla sakin kalmam nasıl mümkün olabilirdi ki? İçimde büyük bir korku hâli vardı ancak kendi kendime sürekli sakin olmam gerektiğini tekrar ediyordum. Askıdaki bornozuma sarınırken ağrıdan hareket edemeyecek konumdaydım. Endişeyle Valentino'ya seslendim ama beni duyabileceğini sanmıyordum. Sakinleşmeliydim. Bu bebeğe iyi gelmeyecekti, biliyordum. Telefon yakınlarımda değildi, lanet olsun. Klozet kapağının üzerine oturup birkaç saniye hareketsiz kaldım. Ağrıların geçmesini bekledim ancak geçmiyordu, daha da artıyordu. Bu durumda beklemenin anlamı yoktu, kendimi zorlayarak ayağa kalkmaya çalıştım. İki büklüm bir biçimde kalkarken klozet kapağının yoğun bir biçimde kana bulandığını görünce kontrolsüz bir biçimde çatallaşmış sesimle çığlık attım. Birkaç saniye sonra ayak seslerinin yatak odasına girdiğini ve banyo kapısının yumruklandığını duydum. "Lâl! Neler oluyor, iyi misin?" Bu Valent'in sesiydi. Durumu anlamaya çalışırken sesi en az benim kadar endişeli geliyordu. "Lâl, cevap ver!" "Valentino... Yolunda gitmeyen bir şeyler var." "Ne gibi?" "Çok kötüyüm..." Başım dönüyordu. Korkuyordum. Konuşamayacak gibi hissediyordum. Ve burada böyle bayılmaktan korkuyordum. "Lâl, kapıyı aç!" Benden ses gelmeyince daha panik olmuş olacak ki bağırdı. "Aç kapıyı yoksa kıracağım, Lâl! İyi misin? Lâl!" Son bir gayretle iki büklüm durduğum yerde bir iki adım atmaya çalıştım ve banyo kapısını açtım. İçeri girer girmez yerdeki, klozet kapağındaki ve bornozumdaki kanları görüp endişeyle kaşlarını çattı. "Bu da ne böyle?" "Bilmiyorum, Valentino çok korkuyorum. Bir anda oldu. Yemin ederim yanlış bir şey yapmadım. Gerçekten, bir anda oldu! Ne olduğunu anlamadım." Benim panik hâlimi gören adam şaşkınlığını hızla üzerinden atmaya çalışarak bana sarıldı ve saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalıştı. "Şşt... Sakin ol. Hiçbir şey yok, sakinleş tamam mı? Ben yanındayım. Hemen doktoru arıyorum." Telefonu ararken çıldırmış gibi bağıran adam beni öylece bıraktığını fark edince geri döndü. "Tamam bebeğim, sakin ol. Yanındayım." Merak ve endişeyle "Nasıl oldu bu?" diye sorarken beni daha da panik hâle sokmamaya çalışıyordu. "Bilmiyorum. Uyandığımda biraz ağrım vardı ama iyiydim. Gerçekten, bir sorun yok gibiydi. Duşa girdim, kanamam başlayınca çok korktum. Kötü oldum. Seni çağırdım. Yemin ederim bir şey yapmadım. Ona zarar verecek bir şey yapmadım, gerçekten." Sanki bu durumun sorumlusu benmişim gibi hissediyordum. Sonuçta onu karnında taşıyan bendim, onu koruması gereken başlıca kişi de bendim. Sorumlusu başka kim olabilirdi ki? Suçluluk duyuyordum. Valentino ise telaşlı olmasına rağmen son derece rahatlatıcı bir ses tonuyla saçlarımı okşadı. "Elbette sen yanlış bir şey yapmadın bebeğim, sakin ol. Ona bir şey olmayacak." Kulağındaki telefonu öfkeyle fırlatırken bir küfür savurdu. "Siktiğimin telefonunu açmayacaksanız neden taşıyorsunuz?" Beni kucakladı ve hızlı adımlarla sarsmadan aşağı indi. Kapı önünde bekleyen Nikolai bizi görünce şok olmuş gibiydi. Sanırım sararmış yüzünü ve o korkmuş bakışını asla unutmayacaktım. Ne kadar kötü göründüğümü bir aynada seyreder gibiydim. Valent kapıda bekleyen Montrel'e arabayı hazırlamasını söyledikten sonra beni sakince arka koltuğa yatırdı. Acı bir şekilde de olsa hissediyordum. O gidiyordu. Beni bırakıp gidiyordu. Herkes gibi o da beni bırakıp gidiyordu. Buna nasıl engel olabilirdim ki? Beni doğuran kadının terk edişine engel olabilmiş miydim ki bebeğimin gidişine engel olayım? Kurban psikolojisine bürünmek hiç benlik değildi ancak yaşadıklarıma bakınca tek bir şey düşünebiliyordum, sanırım bu benim kaderimdi. Terk edilmek. Burun direğimi tutarak ağlamamaya çalıştım ancak engel olmam mümkün değildi, kontrolüm dışında gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Bebeğim gitmişti. Bunu ne kadar çabuk kabullenirsem o kadar kolay atlatabilirdim. Valent olmasa da ben bunu hissedebiliyordum. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Taşınma sürecinde bile bu bölümü nasıl yazabildiğime şaşıyorum doğrusu. Ankara'dan Malatya'ya taşınıyoruz ve bu hiç kolay değil gerçekten. Güzide memleketimin Malatya'sını da görmeden öldüm demem artık. 😂 Önce ailem, 6 ay sonra da ben gidiyorum çünkü burada bir eğitimim ve halletmem gereken işlerim var ama bu kocaman evi taşıdığımız gerçeğini asla değiştirmiyor. Ev taşınmaları kapatılsın. 🤝🏻 Neyseee bu kadar gevezelikten sonra yeni bölümümüze gelelim. Bakalım bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Zita olayı nasıl sonuçlanacak? Lâl cephesinde neler oluyor? Yeni bölümde neler olacağına dair tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Veee tabii geleneksel hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın please. 💖 Yazar notunu kısa tutuyorum çünkü kısıtlı vaktimde bu bölümü anca yazabildim, bu yüzden umarım yorumlarınızı bol tutarsınız. Sizleri aşırı aşırısı sevdiğimi çok iyi biliyorsunuz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |