@buzlarkralicesi
|
-25- ❝Lâl❞ Müthiş bir üşüme hissiyle uyandım. Gözlerimi aralamakta öyle zorlandım ki başımı yastıktan kaldırmam dakikalarımı aldı. Valentino odada camdan dışarı bakıyordu. Bir heykel gibi donuk ve hareketsizdi. Omuzları her zamanki kadar dik değildi. Benim kendime geldiğimi görünce iki adımda yanı başımda yerini aldı. Yüzüne üzgün hatta belki de ilk defa gördüğüm ve perişan olarak nitelendirebileceğim bir ifade oturmuştu. Yanıma oturdu ve saçlarımı okşadı. "Sonunda uyandın." Korkmuş görünüyordu. "Sana bir şey olacak diye çok korktum." Kelimeleri bir fısıltı gibi çıkmıştı dudaklarından. Benden bir yanıt bekliyor gibiydi ancak bir şey söyleyecek hâlim yoktu. Onu duyduğumdan ve iyi olduğumdan emin olmak ister gibi gözlerime baktı. "İyi misin?" İçimde koca bir boşlukla uyanmıştım. Nasıl iyi olabilirdim ki? Böyle uyanmaktansa hiç uyanmamayı tercih ederdim. "Bebek..." Yanıtını adım gibi bildiğim ve duymaktan korktuğum o soruyu sordum. "O... Gitti değil mi?" Karşımda oturan ve elimi tutan adam çok üzgün görünüyordu. Yüzüme, gözlerime baktı ve nadir bir biçimde çatık kaşları yenik bir biçimde eğilmişti. Yüzümdeki ifadeyi gördükten sonra başını yavaşça onaylarcasına salladığında yıkılmıştım. O an her şey benim için sıfırlanmıştı sanki. Herkes, her şey önemini yitirmişti. Tüm renkler yok olmuştu, siyah beyaz bir dünyaya hapsolmuştum. Koca bir karanlığın içine düşmüştüm. Başımı yastığa geri koyduğumda yenilgiyi kabul etmiş bir biçimde gözlerimi kapadım. Dolan gözlerimden yaşlar süzüldü. Bebek gitmişti. Bebeğimiz artık yoktu, bizi terk etmişti. Çok direnmişti, savaşmıştı ama başaramamıştı. Bebeğim de terk etmişti beni. En zor zamanlarımda ona tutunmuştum. Kurtulmamın en imkânsız olduğunu düşündüğüm durumlarda bile pes etmemem ve direnmem için bana güç veren, farkında bile olmadan varlığıyla bana destek olan, savaşmak için bana sebep veren tek şeydi o. Benim olan, bana ait, belki de beni koşulsuz sevebileceğini düşündüğüm tek şey. Benden, sevdiğim adamdan bir parça. Benim bebeğim. Bizim bebeğimiz. Aramızdaki her şey bitmeye yüz tuttuğunda bile, aşkımız çıkmaza girdiğinde bile, kavuşmamız imkânsız olduğu zamanlarda bile bizi birbirimize bağlayan en güçlü bağ. Bebeğimiz. Sevdiğim adamdan vazgeçtiğimde bile yanımda ona ait olan tek şey. Artık yoktu. Hem de bizim yüzümüzden. Belki de yalnızca benim yüzümden. Yanımda oturan adam elimi tuttu. Usulca dudaklarına götürüp öptüğünde "Tek avuntum sana bir şey olmaması." diye fısıldadı. "Seni kaybetseydim ne yapardım bilmiyorum." İçimdeki bu koca boşluğun sızısı ağır ağır varlığını hissettirirken hayatta olduğuma sevinemiyordum bile. Bir yanıt vermek de gelmedi içimden. Dudaklarım mühürlenmiş gibiydi. Sadece susmak istiyordum. Konuşmak, karşımdaki adamla üzüntümü paylaşmak... Hiçbiri gelmiyordu içimden. O ise konuşmak, acımızı paylaşmak istiyordu. Benden bir tepki istiyordu. Başımı okşadı. "Daha çok genciz, Lâl. Yeniden anne baba olabiliriz, hiçbir şey bitmedi. Doktor çok sağlıklı olduğunu, istediğin zaman yeniden anne olabileceğini-" "Ne zaman çıkabilirim buradan?" Tek kelime bile etmek istemezken zoraki çıktı bu cümle dudaklarımdan. Zaten bebeğimi kaybetmişken duymak istediğim son sözlerdi bunlar. Ben sahte ve acınası bir avuntu istemiyordum ki karşımdaki adamdan. Beni anladığını da sanmıyordum. Acılarımız çok farklıydı sanki. Çok farklı bir genetiğe sahip gibi. Aşina bir yanı yoktu. Burnumun direği sızladı. İçim acıdı. Hastanenin kendine has steril kokusu midemi bulandırmıştı. Kendimi burada hiç iyi hissetmiyordum. Kısa bir an duraksadıktan sonra karşılık verdi Valentino. "Doktor bir gece daha kalmanın daha iyi olacağını söyledi." "Gitmek istiyorum. Ne gerekiyorsa yap lütfen." Başımı yastığa koyup ona arkamı döndüm. Bir süre daha olduğu yerde oturan adam sonra sessizce olduğu yerden kalkıp yavaş adımlarla odadan çıktı. Kendimi alt üst olmuş hissediyordum. Bu hayatta hiçbir şeyi başaramamıştım. Bir insan hayatta bir şeyi bile mi beceremezdi? Hayata gözlerimi açtığımda gerçek ailem tarafından terk edilmiştim. Sonrasında da doğru düzgün beni seven, sahiplenen bir ailem olmamıştı. Tam bana ait bir aile kurma fırsatım varken onu da becerememiştim. Ne evlat olmayı ne de anne olmayı becerememiştim. Bebeğimi etrafımdaki tehlikelerden koruyamamıştım. Belki de bu istediğim şeylerden hiçbirini hak etmemiştim. Bu yüzden mahrum bırakılmıştım bunlara. Gözlerimi kapadım. Bunları düşünmek istemiyordum çünkü çok yorucuydu. Keşke düşünmemek elimde olsaydı. Bundan kaçamıyordum. Uyumak ve tüm bunları unutmak istiyordum. Bunları düşünmeden, bebeğimin kaybını unutarak sadece uyumak istiyordum. Aylardır yaptığımdan farksız, bir bitki gibi uyumak. Israrım üzerine erken taburcu olmuştum. Eve geldiğimizde herkes üzgün olsa da benim yanımdayken bunu belli etmemeye çalışıyorlardı. Sanki belli etmeseler bu acı yok olacakmış gibi. Yokmuş gibi davranırsak bizi terk edecekmiş gibi. Gizlenebilecek bir şeymiş gibi. Wendy yanımdan ayrılmıyordu. Paola hala düşük yaptığımı öğrenince çok üzülmüş, destek olmak ve refakat etmek için yanıma gelmişti. Herkes bu süreci atlatmam için elinden geleni yapıyordu ama ben atlatabileceğim bir sürecin içindeymiş gibi hissetmiyordum. Sanki ruhumdan yerine konulamayacak bir parça kopup gitmiş gibiydi. Onun yerine ne koyarsam koyayım hep sızısı kalacaktı. Doktor birkaç gün yatak istirahatinde olmamı ve çift olarak tahmin edileceği gibi yakınlaşmamamızı söylemişti. Sanki böyle bir durumdayken düşünebileceğimiz bir şeymiş gibi. Saçma. Biz Valent'le sadece yatakları değil kalplerimizi bile ayırmıştık sanki. Aramızda sessiz bir anlaşma var gibiydi. İkimiz de çok üzgündük. Acımızı içimizde yaşıyorduk. O başlarda acımızı paylaşmak istese de bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Sanki o benim kadar üzülmüyormuş gibi hissediyordum. Kulağa bencilce ve saçma gelebilirdi ama sanki onun üzüntüsü yapaymış gibi geliyordu. Nasılsa onun baba olmak için bir şansı daha vardı. Zita'dan gelebilecek bir haberle yeniden bebeği olacağı için sevinebilirdi. Hatta ben bebeğimi kaybettiğim için bunu gözüme sokmamak için gizlice, içten içe sevinebilirdi bile. Acılarımızı yarıştıracak değildim ama bir bebekle anne arasında daha farklı bir bağ vardır. Ben onu içimde taşıyordum, büyütüyordum. İçimden bir parça kopup gitmişken Valentino nasıl benimle aynı şeyleri hissedebilirdi ki? Kendimi kötü biri gibi hissediyordum bunları düşünürken. Zita'nın hamile olmamasını dilemek kötülüktü belki. Benim bebeğim olmadı diye onun da olmasın istiyordum sanki. Ya da bilmiyorum, belki de sadece saçmalıyordum. Ben burada sessizce acılar içinde kıvranırken Valent'e istediği bebeği onun verecek olmasını seyretme hissi... Korkunçtu. Odamda dinlenirken kapı çalındı. İçeri Paola hala girdi. Yavaşça doğrulmaya çalıştığımda bana engel oldu. "Rahatsız olma bebeğim." Usulca bana doğru yaklaştı ve yanı başıma oturdu bir anne edasıyla. Alnıma dokundu. "İyi olup olmadığına bakmaya geldim." "İyiyim." Herkesin duymak istediği boş, sahte bir yanıtla geçiştirdim karşımdaki sevimli kadının merakını. Elime kapanmış elinin üzerine diğer elimi koydum ve yorgun bakışlarla ekledim. "Beni merak etme." Sessizce beni izledikten sonra hoşgörüyle tebessüm etti kadın. "Bu acının sonsuz olduğunu ve hiç geçmeyeceğini sanıyorsun ama öyle değil biliyorsun değil mi?" Saçlarımı okşayan kadın buna inanıyordu. Keşke ben de inanabilseydim. Kendimi bir depremin ortasında, kocaman bir enkazın altında kalmış gibi hissediyordum. Ne acı. "İnan ben hiçbir şey bilmiyorum artık. Bildiklerimi bile unuttum." Muhtemelen bana lafla bir şeyi anlatamayacağını fark eden kadın aynı hoşgörülü tebessümle sessiz kaldı Bir süre. "Bir şey ister misin?" Özlemini duyduğum anne ilgisini ve sevgisini üzerimde hissediyordum bu kadın etrafımdayken. Beni merak etmiş, sırf benim için buraya kadar gelmişti. Başımı iki yana salladım. "Hiçbir şey yememişsin." "Canım hiçbir şey istemiyor." Paola hala tam üsteleyecekken içeri Valentino girdi. Kadın baş işaretiyle yeğeninden izin istedikten sonra odadan çıktı. Onunla baş başa kalmıştık. Adam yanıma gelip oturdu. "Biraz daha iyi misin?" Saçlarımı okşadı. Bu soruyu sormaktan artık midem bulanmıştı çünkü gün içinde en az yedi kere falan duyuyordum. Saçlarımı okşayan adama karşı ifadesiz bir biçimde boşluğa baktım. "İyiyim." Yüzüne bile bakmak gelmedi o an içimden. Neden böyle olduğunu bilmiyordum. Her şey bir anda tepetaklak olmuştu ve ben bunun nasıl olduğunu dahi anlamıyordum. Aramızdaki soğukluğun farkındaydı adam. O da ne olduğunu çözemiyordu muhtemelen. "Lâl... Böyle yapma, lütfen. Yaşadığımız şeyin ne kadar zor olduğunu kabul ediyorum. Ne kadar kötü hissettiğini de biliyorum. Ama kendini kapatma lütfen." Benimle göz kontağı kurmaya çalışsa da pek başarılı olamadı. Elimi tuttu. "Hiçbir tepki vermiyorsun, konuşmuyorsun ve bu beni korkutuyor." Acı bir tebessümle "Merak etme, kendime bir şey yapacak değilim. Korkmanı gerektirecek bir şey yok." dedim yalnızca. "Bu sessizlik sana iyi gelmiyor, bize iyi gelmiyor. Bu durum bizi git gide uzaklaştırıyor farkında mısın?" "Valentino, bunları konuşmak istemiyorum. Şuan çok yorgunum. Gerçekten." Yan dönüp gözlerimi kapamaya çalıştım. "Lütfen içine kapanma, ne hissediyorsan bana anlat. Bir tepki ver ne olur." Sağ eli omzuna dokundu yumuşakça. "Bunu tek başına aşmaya çalışıyorsun." Bakışlarım ona dönük olmasa bile yanağımı okşadı. "Ama böyle olmak zorunda değil. Birbirimize yaslanabiliriz. Bu bizim ortak acımız." Ortak acımız. Nedense bu bana pek inandırıcı gelmiyordu. Ona karşılık vermediğimi görünce usulca geri çekildi. Suçlayıcı olmaktan ziyade sitemkâr bir ses tonuyla devam etti. "Beni kendinden uzaklaştırıyorsun. Her şey henüz çok taze, üstüne gelmek istemiyorum ama-" "Sen benim ne hissettiğimi nereden bileceksin?" Benim bile hiç beklemediğim bir anda tıslar gibi çıkmıştı sesim. Kontrolsüz bir yanıttı ama sözleri bardağı taşırmıştı. Sürekli beni ve hareketlerimi eleştirir biçimde konuşması canımı sıkmıştı. Hem de ikimizin durumu arasında dağlar kadar fark olmasına rağmen. Ben bebeğimi yeni kaybetmiştim, annesi olduğum bir canlı benim yüzümden daha doğmadan ölmüştü ve benden hemen toparlanmamı bekliyordu. Çünkü o hemen toparlanmıştı. Onun çelik gibi bir iradesi vardı. Her türlü acıya direnebiliyordu. Benim de böyle olmamı istiyordu. Daha birkaç saat önce hastaneden çıkıp eve gelmiştik ve her şeye bir sünger çekmemi ya da toparlanmamı bekliyordu. Ancak gözden kaçırdığı bir şey vardı, onun yeniden baba olma şansı varken benim yakın zamanda tutunabileceğim böyle bir umudum yoktu. Üstelik bebeğimizin kaybından kendimi sorumlu tutuyordum, suçluluk hissediyordum. Bunları anlamıyordu. Hemen iyileşmemi bekliyor gibi bir hâli vardı. Nasıl bu kadar kısa sürede toparlanıp umarsız bir hâle gelmişti de beni suçluyordu? Sanırım ona olan öfkemin sebebi son cümlemde gizliydi. O benim ne hissettiğimi nereden bilecekti? "Lâl, bu da ne demek? Kaybettiğimiz ikimizin bebeğiydi. Annesi sensen babası da bendim." "Bu kadar üzülme canım, bu kez olmadı ama sen baba olmayı çok istiyordun değil mi? Belki Zita sayesinde bu duyguyu en kısa sürede tadarsın." Alaycı bir ses tonuyla ekledim. "Kendini bu kadar yıpratma." O sözleriyle belki de farkında olmadan acımı hafife alıp beni üzerken ona olan öfkemi pasif agresif bir şekilde dile getirmek istedim. Bu yüzden sözlerimi herhangi bir süzgeçten geçirmeden içimden geçenleri söyledim. Valent'in yüzü aniden değişti. Dişlerini sıkarak karşılık verdi. "Lâl, bunun böyle olmadığını biliyorsun, bana neden acı çektirmek istiyorsun?" "Çünkü beni anlamanı istiyorum, Valentino! Beni anlamıyorsun! Bu bebeği kaybetmenin benim için ne demek olduğunu bilmiyorsun. Sana acı çekmiyorsun demiyorum, eminim sen de üzgünsündür ama..." Sustum ve yuttum söyleyeceklerimi. Kendimi tuttum. Sen benim kadar üzülmedin, sen içinde gizli bir umut ve mutluluk saklıyorsun ve belki bu bebeğin kaybıyla oluşan yaralarını Zita'nın bebeğiyle saracaksın. Bunları söylemeden sustum. Evet, içimden geçenler buydu. Söylemek isteyip söylemediklerimi gözlerimin içine bakarak tamamladı. "Ama... Senin kadar üzgün değilim, değil mi? Benim duygularım yok. Valentino Riccardo'nun duyguları olamaz." Aşağı yukarı başımı sallarken kinayeli bir ses tonuyla "Eminim üzgünsündür. Ama Valentino Riccardo'yu teselli edebilecek bir kadın her zaman çıkar, üzülme." dedim sakinlikle. Öfkelenmemek için kendini tutan adam "Senin sinirlerin bozuk. O yüzden böyle konuşuyorsun. Bence de dinlenmelisin. Şuan konuşmak için doğru bir zaman değil." diyerek sanki dakikalardır beni konuşturmak isteyen o değilmiş gibi geri çekildi. "Üzerimi değiştirip çıkacağım. Halletmem gereken işler var, daha sonra-" "Valentino Riccardo'nun her zaman halletmesi gereken çok önemli işler olur." Sözüm üzerine çıkış kapısına attığı adımlar duraksadı. Önce beni öfkelendirip harekete geçirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi geri adım atması daha çok canımı sıkmıştı. Kaçak dövüşüyordu ve ben kaçak dövüşenlerden nefret ederdim. "Ne oldu? Daha az önce bir tepki vermemi istemiyor muydun? Bunun için yalvarmıyor muydun? Şimdi verdiğim tepki hoşuna gitmedi diye kaçıyor musun yoksa?" Yataktan kalktım usulca. Odada volta atarken alaycı bir biçimde sağ elimi çenemde gezdirdim. "Valentino Riccardo'yu yine memnun edemedik demek. Tüh... Neyse, bir daha deneyelim." Aynanın önünde durdum. "Tepki istiyordun." Aynanın önündeki eşyaları yere devirdim büyük bir gürültüyle. "Bu tepki senin için yeterli mi?" İfadesiz bir biçimde beni izliyordu. Sessizce şovumun bitmesini bekliyor gibiydi. Oysa benim yaptığım bir şovdan çok daha fazlasıydı. Bir fark edilme çabası hatta belki de bir yardım çığlığı. Odanın altını üstüne getirdikten sonra ona döndüm. Keskin bir ses tonuyla karşılık verdim. "Al sana tepki!" Uzun uzun bana baktıktan sonra "Bitti mi?" diye sordu ve benden herhangi bir karşılık gelmeyince sessizce odadan çıktı. Yalnızca bu. Bitti mi? Bu kadar. Umursamaz bir biçimde öylece çıkıp gitmişti odadan. Onun için her acının bir ömrü vardı. Bir şeye gereğinden fazla üzülmek bile israftı sanki ona göre. Herkesin acıyı kabullenme ve atlatma sürecinin farklı olduğunu bilmiyor gibiydi. Ve daha da kötüsü, benim yardım çığlığıma sağır olmuştu kulakları. Yatağın köşesinde yere kapanıp ağlamaya başladım. İçimdeki duygusal acı, vücudumdaki taze acıyı bastırıyordu. Kapının tıklatılmasını duymama rağmen cevap verecek hâlde değildim. Kapının arkasından Nikolai'nin sesi geldi. "Lâl Hanım, iyi misiniz? Lâl Hanım, lütfen cevap verin!" Hıçkırıklarımı yutup nefes alamıyordum sanki. Odadaki tüm oksijen çekilmiş gibiydi. Kendimi kaybetmek üzereydim sanki. İçeri Nikolai'nin girdiğini gördüm. Panikle yanıma yaklaştı. "Lâl Hanım! İyi misiniz? Beni duyabiliyor musunuz? Lâl Hanım!" Onu duyabiliyordum ama yanıt veremiyordum sanki. Nefes alamıyordum. Gözlerim kayıyordu. Nikolai beni kucakladı ve hatırladığım tek şey beni yatağa yatırması oldu. Kendime geldiğimde yanı başımda Nikolai ayakta dikilmiş duruyordu. Endişeli bakışları bana dönüktü. "Lâl Hanım, iyi misiniz?" "Ben..." "Doktor çağırıyorum." O odadan çıkmak için adım atarken engel oldum. "Hayır, gerek yok. İyiyim." Doktor ve hastane lafı duymaya tahammülüm kalmamıştı. İkisinden de midem bulanmıştı. Panik atak ya da sinir krizi geçirmiş olabilirdim, bilmiyordum ama her ikisi için de doktorun şu aşamada bana bir şey yapabileceğini sanmıyordum. Benim ihtiyacım olan şey bir doktor değildi. Anlaşılmaktı. Görülmek ve anlaşılmak. Şımarıklık yapıyormuşum gibi görünse de içimde tarif edemediğim bir acı vardı. İçi boş ve herhangi bir ilaçla tedavi edilemeyecek cinsten bir acı. "Valentino nerede?" "Önemli bir toplantısı vardı, Palermo'ya gitti." Şaşkın bakışlarım üzerine ekledi. "Bay Luigi ve Pietro'nun halledemeyeceği türden bir problem olmasaydı gitmezdi." Sayıklar gibi tekrarladım. "Önemli toplantısı." Gitmişti. Böyle bir durumda beni bırakıp gitmişti. Önemli işlerinden birine gitmişti. Başımı yastığa koydum usulca. Gözlerim yanıyordu, içim titredi. Kendimi hiç bu kadar yalnız ve çaresiz hissetmemiştim. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bile bilemeyecek hâldeydim. Karmaşık bir hâlde. "Arkadaşınızı ya da Bayan Paola'yı çağırmamı ister misiniz?" Yalnızca kesin bir ifadeyle başımı salladım. Kimseyi istemiyordum. Ondan başka kimseye ihtiyacım yoktu. O da ilk tartışmada gitmeyi, kaçmayı tercih etmişti. Bizim için ipleri koparan şey de bu olmuştu. Bebeğimi kaybetmem, yalnız kalmam... Oysa böyle bir durumda dikenlerime direnmesini beklerdim. Çok şey bekliyordum belki de. "Sen gidebilirsin, Nikolai." İtaatkâr baş işaretiyle odadan çıktı adam. Yalnız kalmıştım. İstediğim tam olarak bu değil miydi? Onu görmeye tahammül edemediğimde, Valent bana ulaşmaya çalıştığında dikenlerimi çıkarırken bunu istememiş miydim? Ben bile ne istediğimi bilmiyordum ki. Acı çekiyordum. Kendimi kötü hissediyordum. Suçluluk duyuyordum ve içimden bir ses içten içe de olsa Valentino'nun da beni suçlandığını söylüyordu. Her şeyi bu kadar kafaya takan hassas bir tutum sergilemeseydim belki de bunlar yaşanmayacaktı. Düşündükçe, irdeledikçe bambaşka sonuçlara ulaşıyordum ve bu bilinmezlik beni delirtiyordu. Bir süre boş boş tavana baktıktan sonra yataktan kalktım. Anlamsız ve boş bakışlarla bir süre etrafı seyrettim. Vazgeçmiş, boş vermiş bir ifadeyle içinde bulunduğum durumu kabullenmeye çalıştım. Başka çarem yoktu. Odamdan çıktım ve evin içinde amaçsızca dolanmaya başladım. Odaların önünden geçerken aralık kapı dikkatimi çekti. Pembe bir kurdele asılıydı kapıda. Sakince kapıyı biraz daha aralayıp kendime içeride yer açtım. Odada bir bebek yatağı, yatağın tepesinden bir dönence, karşısında sallanan sandalye vardı. Elim yatağın kenarında tembelce gezinirken bu odayı Valent'in bana sürpriz olsun diye hazırladığını anlamıştım. Döndüğümüzde bu sürprizi öğrenecek kadar sakin dakikalar geçirmeye vaktimiz olmamıştı ve hep bir sürpriz olarak kalmıştı bizim için. Böyle öğrenmek istemezdim. Şimdi o sürpriz koca buruk bir boşluk bırakıyordu içimde. Farkında bile olmadan iç geçirdim. Nefes almak bile o kadar zordu ki. Böyle bir durumla nasıl baş edilirdi? İnsanlar nasıl dayanıyordu? Bu önce size çok önemli ve değerli bir hediye verilirken son anda o hediyenin elinizden alınması gibiydi. Önce umut veriyor, hayata bağlıyordu, sonra da tepelerden en dibe çakılmana sebep oluyordu. Yorgun ellerim dönenceye uzandı, onu ait olduğu yerden çıkarıp aldım. Sallanan sandalyeye oturdum ve dönenceyi arkasındaki mandaldan kurdum. Mandalı bıraktığımda tatlı bir müzik doldurdu bütün odayı. Başımı yaslayıp gözlerimi kapadım ve bitene kadar müziği dinledim. Sonra yine kurdum ve mandalı serbest bıraktım, kapanmış gözlerimle müziği dinledim. Sonra bir daha. Bir daha. Bunu kaç defa tekrar ettim, o odada ne kadar zaman geçirdim bilmiyordum ama hava kararmıştı. Kapı aralığından beni kontrol ettikten sonra giden Wendy'yi fark etsem de umursamadım. Benim için endişeleniyor olmalıydı. Kendime zarar vermemden falan. Saçma bir gülümsemeyle başımı salladım. Yine dönenceyi kurup müziği dinlemeye devam ettim. Başımı yasladığım sallanan sandalyede camdan dışarıyı seyrettim boş boş. Bir gece öncesine kadar her şeye sahipken bir gece sonra elindeki her şeyi yitirmiş, bitik bir kadın gibi hissediyordum. Bomboş, anlamsız bir hayatta çırpınıyormuş gibi. Gece boyunca gözüme bir damla bile uyku girmeden o koltukta aralıksız bir biçimde dışarı baktım. Arabalar gelip gidiyordu. Pietro, Luigi araçtan iniyor, birkaç saat sonra arabaya binip tekrar gidiyordu. Korumaların dolanmaları ve aralarındaki nöbet değişimi. Hepsini boş boş seyretmiştim bütün gece. Sabahın ilk ışıklarını bitkisel hayattaki çaresiz bir beden gibi seyrederken arabadan onun indiğini gördüm. Valentino. Yatağın içindeki ayıcığı kucağıma alıp sarıldım. Dönenceyi tekrar kurup müziği dinlerken adamın evi seyrettiğini, en son bakışlarının benim olduğum bebek odasındaki cama odaklandığını gördüm. Bana bakıyordu. Bense boşluğa. Her şeyin bitmeye yüz tuttuğunu, elimdeki her şeyi kaybettiğimi kabulleniyordum yavaş yavaş. Her güzel şeyin bir sonu olduğunu kabul ediyordum. Elimden başka ne gelirdi ki? Hayata tutunmak için bir sebep, bir umut yoktu artık benim için. Gökyüzündeki ayrık bulutları seyrederken artık beynimi uyuşturan düşünceleri aklımdan söküp attım. Düşünmeyi bıraktım. Kulağım müziğin masum tınılarındayken gözlerim doldu. İfadesiz bir biçimde camdan dışarıyı seyrederken bahçenin boş olduğunu gördüm. Çaresizce gözlerimden süzülen yaşları yok saydım. Aralanan kapıdan gelen hafif esintiyle içim ürperdi. Ardından onun sesini duydum. "Bu bir sürprizdi. Bebeğimizin kız olacağını öğrendiğimde başlamıştım hazırlıklara. Görünce çok sevinecektin." Sevinecektim. Sevinebilirdim. Tüm bu felaketler başımıza gelmeseydi. İç geçirdim sessizce. Kucağımdaki oyuncağa biraz daha sarıldım. Gözlerime hücum eden yaşları elimin tersiyle sildim. "Çok güzel olmuş." diye mırıldandım yalnızca. Bir yanıt gelmeyince o yokken fenalaştığımı öğrenmiş olacak ki "Daha iyi misin?" diye sordu. Düşmanlıktan uzak, yorgun bir ses tonuyla karşılık verdim. "Bu tekdüze sorulardan sıkıldım." Yanıtını bildikleri hâlde insanlar neden bu soruyu sorardı ki? Bebeğini kaybetmiş biri nasıl iyi hissedebilirdi? Bende mi bir tuhaflık vardı yoksa etrafımdaki insanlar mı her şeyi çok çabuk kabullenip her şeye kolayca adapte oluyordu? Anlamak güçtü. "Gerçekten iyi olup olmadığımı mı merak ediyorsun? Bok gibiyim! Bebeğini kaybeden bir kadın nasıl hissederse öyle berbat hissediyorum işte. Bu cevap seni rahatlattı mı?" Sakince nefes almaya çalıştım. "Bana sürekli nasılsın, iyi misin diye sorup durma! Bu bana yardımcı olmuyor." "Sana nasıl yardım edebileceğimi bilmiyorum, Lâl. Beni sürekli kendinden uzaklaştırıyorsun. Sana ulaşamıyorum." "...dedi, daha ilk geceden bebeğini kaybetmiş büyük aşkını bırakıp giden adam." Öyle kinayeli ve vurgulu çıkmıştı ki sesim, kendim bile şaşırmıştım. "Belki de aşkın buraya kadarmış ha Valentino, ne dersin?" Bu kez daha yorgun bir kabulleniş barındırıyordu ses tonum. O tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekken sözünü kestim. O bir şey söyleyecekti, ben bir şey söyleyecektim, konu uzayacaktı. Laf yetiştiremeyecek kadar bitkin hissediyordum. Tartışmaya mecalim yoktu. "Valentino, ne istersen onu yap tamam mı? İster eski karına dön, çocuğunuzu birlikte büyütün. İster git başka bir kadını daha hamile bırak. Ne istiyorsan onu yap. Gerçekten. Umurumda değil. Yeter ki beni rahat bırak." "Bu söylediklerinin hiçbirini yapmayacağımı iyi biliyorsun, Lâl. Ve umurunda olacağını da biliyorsun." Öfkeyle nefes aldı. "Tek bildiğin bu değil mi? Bir söz söyleyip kaçmak. Hiç düşündün mü Lâl, neden seninle doğru düzgün tartışamıyoruz?" İç geçirdi. "Ben üzülmüyor muyum sanıyorsun? Bana bu tepkin niye? O ikimizin de bebeği değil miydi?" Aniden ayağa kalktım. Kendimi kontrol etmeksizin ona doğru adım attım. "Doğru, o ikimizin de bebeğiydi." diye çıkıştım. "Bir bebeğimiz olmasını çok istiyordun, bana güven diyordun, bizi her şeyden koruyacağını söylemiştin ama koruyamadın!" Gözlerinin içine bakarak sert bir fısıltıyla tekrarladım. "Bizi, koruyamadın." Şaşkın bakışları bana dönük adam hayret dolu bir ses tonuyla mırıldandı. "Lâl..." "Baba olmak istemekle bitmiyor, Valentino Riccardo! Anne baba olmak o kadar kolay değil. İstemek yetmiyor. Fedakârlık istiyor, özveri gerektiriyor. Onu korumalıydık." Başımı öne eğdim çaresizce. "Yapamadık." Başımı kaldırıp yutkundum. "Bir bebeği korumak anne ve babasının görevidir. Ama biz bu işi başaramadık." Dolu gözlerle ona baktım. "Sana söylemiştim, yapma demiştim. O kasadan uzak dur demiştim. Durmadın. Bu da yetmezmiş gibi sürekli benden sır sakladın. Zita'nın bebeğini sakladın. Tamam, belki ben de hatalıydım. Hayatı ciddiye almayan biriyken birdenbire her şeyi içselleştirmemeliydim ama elimde değildi, anlıyor musun?" Yavaş yavaş aşağı yukarı salladım başımı. "Ama senin elindeydi Valentino, tüm uyarılarıma rağmen beni dinlemedin." Burnumu çektim içimdeki sızıyı durdurmaya çalışırken. "Baba olmak bir kadını hamile bırakmakla olmuyor maalesef. İstemek yetmiyor. Fedakârlık gerektiriyor. Sen bebeğin için egondan ödün veremedin. Onları cezalandırmadan serbest bırakırsam Valentino Riccardo hakkında ne düşünürler diye düşündün, ego yaptın. Bak, şimdi geldiğimiz durumdan memnun musun?" Onu suçlarken içimde kurduğum o mahkemede kendimi yargılıyordum aslında. Onun yaptığı hatalar bir yana, benim yaptıklarımın haddi hesabı yoktu. Her defasında gurur yapıp evi terk etmeye kalkmıştım. Bir anne olduğumu unuturcasına hoyrat davranmıştım hep. Aslında en büyük suç benimdi. Başımı iki yana salladım. "Biz anne baba olmayı beceremedik. Bunu hak etmedik. Ve hak etmediğimiz bebeğimiz elimizden kayıp gitti." Geri adım attım başımı iki yana sallayarak. "Bundan sonra hak edeceğimiz de yok zaten." Yüzüme uzun uzun bakan adamın bakışlarından alevler yükseliyordu sanki. Hiçbir şey söylemedi ama bakışları çok şey ifade etti. Yalnızca yumruğunu duvara vurdu ve hışımla odadan çıkıp gitti. Duvarda onun vurduğu yer göçmüştü. Titreyen alt dudağıma engel olamadım. Kendimden nefret ediyordum. Valentino'dan nefret ediyordum. Peşimden getirdiğim belalardan nefret ediyordum. Belki de yıllar önce işlediğim günahın bir bedeliydi bu. Her sessiz kalış bir kabullenişti. Bunca yıl susup gerçekleri gizlemiştim, bu yüzden bile hak etmiş olabilirdim bunu. Valent'e karşı suçlayıcı konuşurken bile aynada kendimle kavga ediyor gibiydim. Kızdığım, suçlandığım kişi ondan çok kendimdi. Bir bebeği annesi bile koruyamayacaksa kim koruyabilirdi ki? O bebeğin tek talihsizliği annesinin ben olmamdı. Yerdeki oyuncağı pencereden dışarı fırlattım. Yatağın çekmecelerini boşaltıp bütün bebek kıyafetlerini, patikleri, tulumları, ayakkabıları, ellerimle seçip aldığım her şeyi pencereden dışarı fırlattım. Yaşasaydı içini bebeğimin varlığının dolduracağı hiçbir şeyi görmek istemedim. Gücüm yetse kaldırıp yatağı bile atardım. Tüm eşyaları camdan aşağı atarken arabaya binmek üzere olan adam bana baktı. İçimde bu kadar çok kavgam varken karşımdaki adamı da yaralıyordum. Onu da kendimden uzaklaştırıyordum. Belki o da uzaklaşmak için bahane arıyordu. Benim dertlerimden bunalmıştı belki, kim bilir. Bu düzen onu da yormuştu. Gitmek için iyi bir nedendi ona karşı davranışlarım. Artık yeni bir aile kurma şansı da hazır kapıda beklerken neden olmasın? Görüyordum. Gözlerimin önünde anbean benden uzaklaşıyordu Valentino. Arabaya binip giderken de yanımda kaldığı zamanlarda da bunu anlayabiliyordum. Beni bir süre izledikten sonra arabaya binip uzaklaşan adamı seyrettim. İçimdeki acıyı söndürmek için yaptığım hiçbir şey işe yaramıyordu. Etrafımı kırıp dökerek kendimi iyileştirmeye çalışıyordum. Elbette olmuyordu, başaramıyordum. Birkaç metre ötede kapı aralığından içeriye bakan adamı gördüm arkamı döndüğümde. Nikolai orada sessizce duruyordu. Kendimi yalnız, kimsesiz hissediyordum. Kalbim acıyordu. Her şey ellerimden kayıp giderken hiçbir şey başaramamam, elimden hiçbir şeyin gelmemesi beni mahvediyordu. Ona baktım acınası bir ifadeyle. "Kader hak etmediğim her şeyi benden geri alıyor, görüyor musun?" Bana acıdığına emindim. Umurumda bile değildi. Davetsiz bir misafir gibi çekinik adımlarla içeri giren adam bana baktı. "Lâl Hanım, lütfen böyle düşünmeyin. Siz..." Ne söyleyeceğini bilemeyen bir ifadeyle duraksadı ve devam etti. "Siz her şeyin en iyisini hak ediyorsunuz." "O zaman neden böyle oluyor? Neden sevdiğim herkes beni terk ediyor?" Islak gözlerim yaşlarla görüş açımı bulanıklaştırmıştı. Hapsolan yaşlar gözlerimden süzüldüğünde görüş açım rahatlamıştı. "Neden her şey ellerimden kayıp giderken ben hiçbir şey yapamıyorum? Neden her şeyi daha kötü bir hâle sokuyorum?" "Çünkü alışık değilsiniz. Siz sevilmek nedir bilmiyorsunuz. Daha önce hiç gerçekten sevilmemişsiniz. Bu yüzden kimseye güvenmiyorsunuz. Gerçekten sevilebileceğinize inanmıyorsunuz. Siz onları seviyorsunuz ama onların sizi sevdiğine inanmıyorsunuz, bir gün sizi terk edeceklerine inanıyorsunuz. Onlar sizi terk etmeden siz terk ediyorsunuz. Etrafınızdaki insanları kırıp döküyorsunuz, gitmelerini sağlıyorsunuz. Sonra gittiklerinde haklı çıkmanın verdiği hüzünle baş başa kalıyorsunuz." Bana bir adım daha atıp durdu. "Diğer şeylere gelince... Bunun sizinle bir ilgisi yok. Hayat böyledir, her zaman toz pembe olmaz. Her zaman güneş açmaz gökyüzünde; bazen sağanak yağmur yağar, ıslatır bizi. Bazen kar yağar, her yanımız soğuk beyaza bulanır. Ama sonra geçer. Hayat budur. Acı tatlı hatıralardan ibarettir." Samimi bir teselliyle başını salladı. "Ne kadar acı verdiğini biliyorum. Kolay olmadığını da. Kimsenin sizi anlamadığını düşünüyorsunuz. Ama bu doğru değil. O da sizin gibi acı çekiyor." Önce sırtımı, sonra başımı duvara yasladım. "Beni anlamıyor. Daha da kötüsü, artık ben de onu anlamıyorum. Aklından, kalbinden ne geçiyor bilmiyorum. Eskiden kalbinde ben olduğuma emindim. Şimdiyse... Her şey silik, bulanık." Gözlerimi kapadım. "Sanki onunla konuşurken aynadaki boş yansımama dert anlatıyor gibi hissediyorum. Bir tepki yok. Boş bakışlar, anlamsız sözler. Beni anladığını söylerken bile anlamıyor. Benim kadar üzüldüğünü hissedemediğim için onu üzmeye çalışıyorum belki. Beni terk edip ona giderse..." Yutkundum. Konuşamadım. Bunun olmayacağının garantisini kimse veremezdi. Hele ki ortada bir bebeğin olası varlığı söz konusuyken. Benim bebeğim gitmişti ama belki de o bebek için her şey daha yeni başlayacaktı. Sağ elim yumruk hâlini alıp sertçe göğsüme kapandı. Kalbimin ağrısını böyle geçirmeye çalıştım. Başaramadım. Yanıma yaklaşan adam omzuma dokundu. Kapalı gözlerim aralandı, ona baktım. O ise bana güven veren bir ifadeyle "Her şey düzelecek, yoluna girecek. Sizi temin ederim." dedi. Kırpıştırdığım ıslak gözlerimle ona baktım. Ben bile muallaktayken o nasıl bu kadar emin olabiliyordu? Anlayamıyordum. Ama o an tek istediğim yaşadığım acıyı bastırıp unutmaktı. Bunun için birkaç saniye düşündükten sonra adama döndüm. "Nikolai, benimle bir yere gelir misin?" ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! 💫 Yeni bölümler biraz geç geliyor, farkındayım ama benim için yeni bir düzen başlıyor ve size kötü bir haberim daha var, bu düzensiz bölüm yayınlama olayı bir küçük daha sürebilir çünkü internetimizi kapatıp başka bir internet firmasına geçiş yapacağız. Bu yüzden bir süre düzenli bölüm gelmeyebilir ama bu çok uzun sürmeyecek merak etmeyin. Çünkü ben sizden o kadar uzak kalamam, özlerim. 💖 Yeni bölüm hakkında konuşulacak çok şey var, beklemediğiniz hatta hayal kırıklığına uğradığınız şeyler olmuş olabilir ama her şerde bir hayır olduğunu hatırlatmak isterim. Sürece ve akışa güvenin lütfen. 🙏🏻✨ Eveeet, bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Lâlentino ilişkisi yine zorlu bir dönemden geçiyor, bakalım neler olacak? İstek sahneleriniz varsa onları da buraya alabilirim. Her türlü istek sahne olabilir bu arada. Dilerseniz beni sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz. Hikâyemizin sosyal medya hesaplarını da takip edebilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |