Yeni Üyelik
42.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 28

@buzlarkralicesi

-28-

❝Lâl❞

Valent'in otelinden içeri girerken bir etrafa bir de adama baktım. Bizi otele götürmesini isterken kendi oteline götürmesiyle ilgili bir şeyden bahsettiğimi hatırlamıyordum. Bunu sesli bir biçimde dile getirmekten de çekinmedim. "Bizi otele götür derken kendi oteline getirmeni kast etmemiştim." Gerçi ben de ne bekliyorsam...

Kaşlarını hafif havaya kaldıran adam özgüvenle bana baktı. "Seni yabancı ve güvenliksiz bir yerde bırakacağımı düşünmüyordun herhâlde."

Kerem aramızdaki konuşmaları sessizce dinlerken hayretle otelin içini inceledi ve meraklı bakışlarla bana döndü. "Burası onun oteli mi?"

"Otellerinden biri." Genç çocuğun kaşları hayretle havaya kalkarken memnun bir ifadeyle başını salladı.

Valentino çağırdığı asansöre bizi buyur ettikten sonra yanımdaki boşluğa yerleşti.

Arkamızda kalan Kerem merakla camlı asansörden etrafı seyretmeye devam ediyordu. Valent'e "Sorması ayıp ne iş yapıyorsun da bu kadar kazanıyorsun sen?" Aklında bin bir soru doluştuğu sesinden anlaşılıyordu.

Kendisine durumu yavrum Valent abin mafya diye açıklayamazdık, hâliyle benim onu geri püskürtmem daha akıllıcaydı. "Sorması ayıpsa niye soruyorsun? Seni ilgilendiren, bilmen gereken bir iş yapmıyor."

"Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz derler. Ondan sordum öyle." Gözlerini devirdi Kerem. "Tamam ya, Allah Allah... Yemedik sevgilinin işini."

"O benim sevgilim değil."

Kollarımı kavuşturup Valent'in tarafına bakmamaya çalışsam da onun memnuniyetle tebessüm ettiğini, gülmekten kendini alamadığını görebiliyordum. "Çocuk merak ediyor Lâl, ne var bunda? Neden ters cevaplar veriyorsun?" Şaka yollu takıldığı çok açık bir ses tonuyla ekledi. "Yoksa ilginin benim üzerimde olması seni rahatsız mı ediyor? Hep ilgi senin üzerinde olsun istiyorsun değil mi, hadi itiraf et." Elleri ceplerinde gerindi iç geçirerek. "Bazı ünlü kaprisleri."

"Valentino."

"Efendim?"

Onunla laf dalaşına gelmemek için sustum ve kaçıncı kata geldiğimize baktım. "Gelmedik mi hâlâ odamızın katına? Ne kadar yavaş asansörleriniz var." Bilmediğim tuşlara basıp durdum.

Alaycı bir ses tonuyla "Asansörlerimizi bozduktan sonra onlara suç atman ne hoş." derken keyifli görünüyordu. "Ha eğer asansörü bozup benimle baş başa kalma niyetindeysen şuan doğru bir zaman değil bana kalırsa." Bakışları Kerem'i işaret ederken anlamsızca homurdandım.

Kerem'se o an flörtöz sohbetimizi dinlerken otel manzaralarına iç geçirdi. İçten içe "Benim de böyle çok kazandığım bir işim olur mu be..." diye mırıldanırken sadece kendi duyabileceği bir sesle hayıflandığını sanıyor olmalıydı. "Bu kadarında gözümüz yok, kimseye muhtaç kalmayacak kadar kazansak yeter aslında."

Ona doğru eğildim ve "Bunun için okuman falan gerekiyor farkındasın değil mi?" dedim. Şuan sinir bozucu bir sürü öğüt veren büyükler gibi hissediyordum kendimi. Ayrıca okumakta gözü yokmuş gibi görünen bu çocuğa önyargılı yaklaşmak istemedim. "Okuyorsun değil mi?"

Geçiştirir gibi "He, he okuyoruz işte bir şeyler." yanıtını verdiğinde önyargımın çok da yersiz olmadığını anlamıştım.

"Kaç yaşındasın sen?"

"16."

Onu cesaretlendirmek istercesine karşılık verdim. "Hayallerine ulaşmak için o kadar da geç değil, ha?"

Kerem oralı değilmiş gibi sessiz kaldığında zil sesiyle asansör kapısı açıldı. Asansörden çıktığımızda Montrel karşıladı bizi. Valentino koridorda kısa bir yürüyüşten sonra odalardan birini gösterdi. "Keremin odası burası, senin odanın karşısında. Montrel ona yerleşmesi için yardımcı olacak. Senin odan da benim suitimin çaprazında. Bir şeye ihtiyacın olursa gelebilirsin ya da Montrel'e haber verebilirsin. Montrel senin kapında nöbette olacak."

Montrel kısa telefon görüşmesinden sonra Valent'e döndü. "Efendim, doktor gelmiş."

Onaylayarak başını salladı Valentino. "Lâl Hanım'ın odasına alın. Omzundaki yaraya baksın, ne gerekiyorsa yapsın."

"Buna gerek yoktu. Abartılacak bir şeyim yok."

Karşımdaki adamsa "Eminim yoktur." dedi inandırıcılıktan uzak alaycı bir sesle. Elim karnımın altındakine sancıyan yere gittiğinde kolumdan tuttu endişeyle. "Lâl, iyi misin?"

Kerem'in ne olduğunu anlamayan şaşkın bakışları üzerine "Yok bir şeyim." dedim yüzümü ekşiterek. "Yorucu bir gündü.

Valentino hâlâ kolumu tutarken Kerem'e döndü. "Sen odana yerleş, bir şeye ihtiyacın olursa Montrel'e söylemekten çekinme."

Kerem "Eyvallah." dedikten sonra başını sallayarak Montrel'in gösterdiği odaya girdi.

Kısa bir süre sonra ben de Valent'in yardımıyla odama girdim. Kapıyı açtığı oda kartımı komodine bıraktı adam. "Oda kartın burada. Kaybedersen haberim olsun, güvenlikle ilgili sorun çıksın istemeyiz."

Başımı sallamakla yetindim. Kısa bir süre sonra doktor beni muayene etti. Hemşire omzuma pansuman yapıp hafif bir biçimde sardı.

Valent'in merakla kendisinden bir açıklama beklediğini gören doktor söze girdi. "Neyse ki kurşun sıyırıp geçmiş." Bana döndü. "Omzunuz kısa sürede iyileşecektir. Pansumanınızın yenilenmesi gerektiğinde hemşire hanım size yardımcı olacak."

Merakı dinmemiş gibi görünen Valentino "Başka bir şey var mı?" diye sordu. "Karnının altında çok ağrısı oldu çünkü."

Beni düşünüyormuş gibi davranması ne hoştu. Oysa birkaç gün önce umurunda bile değildim.

"Düşükten bu kadar kısa süre sonra ayağa kalkıp kendisini zorlamasına bağlıyorum." Bana dönen doktor "Kendinizi gerçekten iyi hissedene kadar bir süre dinlenmenizi öneririm." diye uyarıda bulundu.

Doktorun açıklaması üzerine başıyla onayladı Valentino. "Tamam, teşekkürler."

Doktoru uğurladıktan hemen sonra suçlayıcı bakışları bana döndü. "Doktoru duydun."

"Eee duydum, ne olmuş?"

Kısa bir an bana baktıktan sonra ne söylese nafile olduğunun farkındaydı adam. "Hiç söz dinlemeyeceksin değil mi, Lâl? Hep inatçılık yapacaksın."

"İnat benim profesyonel olduğum bir mecra canım, kusura bakma."

Elleri ceplerinde iğneleyici bir ses tonuyla "İnan bana bu çok net bir biçimde belli oluyor." diyen adam yanıma oturdu ve elinin tersiyle yanağıma dokundu. "Daha yeni düşük yaptın sayılır, doktoru duydun. Dinlenmen gerekiyor."

"Düşük yaptığım günün ertesi beni bırakıp giden biri olarak beni bu kadar düşünmen ne kadar ince. Gözlerim yaşardı." Sesim ister istemez alaycı ve onunkinden katbekat daha iğneleyici çıkmıştı. "Valentino rica edeceğim beni çok düşünüyormuşsun gibi davranma. Gerçekten artık komik oluyor."

"Lâl, böyle yapma. Bak sana hak veriyorum. Seni çok yalnız bıraktım." Aşağı yukarı salladı başını. "Bunları konuşacağız merak etme. Ama şimdi sırası değil. Önce dinlenmen gerekiyor."

Kesin bir dille "Konuşulacak bir şey yok Valentino." demekten çekinmedim. "Konuşmamız gereken her şeyi de konuştuk zaten. Sen de bittiğini kabullen artık. Bizden olmuyor."

"Bizden olmuyor mu? Nereden varıyorsun bu kanıya?"

"Görmüyor musun Valentino, biz dağıldık. En ufak bir şeyde birbirimizi yiyoruz artık. Ben dikenlerimi çıkarıp sana zarar veriyorum, senin bana tahammülün kalmadı."

"Sana tahammülüm kalmadığını nereden çıkardın? Ya ben seni dikenlerinle seviyorsam? Ya bana zarar vermenden keyif alıyorsam? Benim adıma nasıl karar verebiliyorsun Lâl?"

Karşımdaki adamın diretkenliği karşısında bezgin bir biçimde nefes aldım. "Hayır Valentino, sen sadece kovalamayı seviyorsun. Beni kovalamanın ve elde etmenin verdiği o heyecanı seviyorsun. Konunun benimle bir ilgisi yok! Sen sadece beni evinde bir süs eşyası gibi tutmayı seviyorsun, elinin altında durmamı!"

"Lâl, ileri gidiyorsun."

"Valentino, ben bebeğimi kaybettikten sonra sen benim yanımda yoktun. Her fırsatta beni bırakıp gittin. Hep kaçtın. Tamam, ben de altüst oldum, belki çok üstüne geldim ama sen buna bile katlanamadın." Gerçeklerle yüzleşmesi için mırıldanarak tekrarladım. "Yaşadıklarımdan sonra bu kadarına bile katlanamadın, Valentino." Tartışmaktan yorulmuştum artık. "Sürekli aynı şeyleri konuşmaktan hoşlanmıyorum ama beni zorluyorsun."

"Lâl, allak bullak olmuştuk. Hiç kolay şeyler yaşamadık. Sen çok üzgündün ve yalnız kalmak istiyordun."

"Ben sadece seni istiyordum. Senin yanımda olmanı." Duraksayıp iç çektim. Yanımda en olması gereken kişi yokken Nikolai'nin bile bana destek olduğu aklıma geldiğinde içim acımıştı. Oysa benim yanımda olmasını istediğim tek kişi Valentino'ydu, o da kaçıp gitmişti. "Ya Allah'ın yakın koruması Nikolai bile daha çok yanımdaydı ama sen yoktun Valentino!" Nikolai'nin adını görünce yüzünün şekli değişen adam sessiz bir öfkeyle bana bakıyordu. "Sonra seni Zita'nın yanında buluyorum. El ele. Ne düşünmemi bekliyordun ki?"

"Onunla el ele falan değildim Lâl, lütfen çarpıtma."

Başımı usulca aşağı yukarı salladım. "Belki de Luigi haklıydı ha, ne dersin? Biz birbirimize uygun değildik." Yüzündeki hayal kırıklığıyla yüzleşerek devam ettim sözlerime. "Senle Zita ise çok... Çok aynıydınız. Aynı dil, aynı din, aynı kültür... Aile yapılarınız bile aynıydı. Resmen birbiriniz için yaratılmışsınız. Sence de artık kabullenmenin zamanı gelmedi mi Valentino?"

"Bu doğru değil, Lâl. Şuan çok acı çektiğin için saçmalıyorsun, bu söylediklerinin hiçbirini ciddiye almıyorum." Kararlı bir biçimde bana yaklaştı ve gözlerime baktı. "Ben ne istediğimi çok iyi biliyorum. Zita'yı isteseydim eğer şuan onun yanında olurdum." Gözlerini gözlerimden ayırmazken dudaklarıma yaklaştı. "Ama buradayım. Seninle." Dudaklarımı öptü usulca.

Onun tadıyla kıvranan dudaklarımı zar zor geri çektim. "Valentino, yapma."

"Beni istemediğini söyleyebilir misin?" Elleri belimi okşarken tutkulu bir öpücük daha çaldı dudaklarımdan.

"Valentino..."

"Beni artık istemediğini söyleyebilir misin, Lâl?"

Daha da yakınlaştığımızda onun kokusu burnuma doldu ve tutkulu öpüşleri her şeyi benim için daha da zorlaştırmaya başladı. Onun dokunuşlarıyla sarhoş olmak üzereydim ki lânet okuyarak geri çekilmeyi başarabildim. "Lânet olsun Valentino şunu yapmayı kes!" Hızlı nefes alış verişlerimi sakinleştirmeye çalışırken yutkundum. "Sorunumuzun bu kadar basit olmadığını biliyorsun. En azından bu defa o kadar basit değil."

"Lâl, bundan kaçamazsın. Kaçamayız. Aramızdaki bu çekimden kaçamayız." Bir itirafta bulunur gibi onayladı. "Evet, sorunlarımız var. Ama Lâl, bundan çok daha zorlarını atlattık biz. Aramızdaki bu şey gerçek olmasaydı başaramazdık."

"Bu başarmış hâlimiz mi sence?" Dürüstlükle karşılık verirken ilk defa bu kadar cesurdum. "Affedilemeyecek bir sürü şey yaşadık, Valentino. Azize konusu normal şartlarda benim affedebileceğimin çok üstünde bir şeydi. Bunun gibi daha birçok şey yaşadık biz. Ve birçoğunu da yuttum, görmezden gelmeye çalıştım, affettim çünkü bebeğimiz vardı. Bebeğim, benim ailemdi. Uğruna her şeye katlanabileceğim tek şeydi. En değerli şeydi. Ama artık o da yok." Dolu gözlerimden yaşlar süzülürken burnumu çektim. "Bebeğimiz için birçok şeye sustum. Ama bu kez başaramadık Valentino. Başaramayacağız da. Demek ki neymiş? Bazen şansımızı çok da zorlamamamız gerekiyormuş. Bundan sonra istesek de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Valentino, biz bebeğimizi kaybettik. Ve çok yara aldık. Birbirimizi suçlayıp yıprattık hep. Şimdi yeniden başlasak bile dönüp dolaşıp bu noktaya geleceğiz. Hem de daha çok yıpranarak. Daha farklı bir şey olmayacak. Ben orada acı çekerken senin Zita'yla buluştuğun günü, o anı, gördüklerimi unutamayacağım. Sen de biliyorsun."

"Benim için kolay mı sanıyorsun? Lâl, sen sadece kendin acı çektiğini sanıyorsun. Ben güçlü ve ayakta durmak zorunda olduğum için bebeğimizi kaybetmemiz umurumda değil sanıyorsun. Ama bu doğru değil. Nasıl doğru olabilir ki? O benim de bebeğimdi Lâl, en heyecanlı bekleyişimdi. Onu kaybettiğimizde ben de kendimden bir parça kopmuş gibi hissettim. Ama onu umursamadığım doğru değil. Hatalarım olduğunu kabul ediyorum, söyledim. Ama ben seni bebek için sevmemiştim ki. Şimdi bebeğimiz olmayınca hoşça kal diyeceğimi mi sanıyordun?"

"Elbette hayır. Ama..."

"Tamam, bak. Seni hiçbir şey zorlamayacağım. Ama burada kalmana da izin veremem. Başkan'ın yanına kadar çıkıp kendini tehlikeye attın."

Valentino güvenliğimden bahsederken beynim durdu. Aklımda bir ampul yandı. Yaptıklarımın ancak o an farkına varabilmiştim. "Ben Vural'ı öldürdüm." Dudaklarımdan bilinçsizce çıkan o cümle karşımdaki adamı şaşkına çevirdi.

"Ne?"

Gözlerim omzumdaki yaraya döndüğünde açıkladım. "Bunu bana Başkan'ın adamları yapmadı. Başkan'ın yanına gitmeden önce onun yanındaydım. İçkisine zehir katıp öldürdüm onu. İçimdekileri kustum ona. Karşısına oturup ölmesini bekledim, ölürken onu seyrettim. Valentino, ben bir insanı öldürdüm. Bunu düşünmekle ya da planlamakla da kalmadım. Gerçekleştirdim. Ne kadar kötü, iğrenç biri olsa da ben bir insanı öldürdüm."

"Lâl, çıldırdın mı sen? Kendini nasıl bu kadar tehlikeye atarsın?"

"Beni duymuyor musun Valentino? Ben onu öldürdüm!"

"O orospu çocuğuna ne olduğu umurumda bile değil, Lâl. Onu umursamamı mı bekliyorsun? Ya sana bir şey olsaydı, bunu hiç düşündün mü? Nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyorsun?"

"O an düşündüğüm son şey bile değildi bu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Tek düşündüğüm, bebeğimin ölümüne sebep olan herkesi cezalandırmaktı."

Valentino bana sarıldığı an karşı koymayı deneyemedim bile. Başımı göğsüne yasladı adam. "Ve bu olanlardan sonra hâlâ burada kalmayı mı düşünüyorsun? Hayır, Lâl. Buna izin veremem. Olmaz. Asla."

"Ne olacak peki?"

"Burada kalamazsın." Sakince aklındaki çözüm yolunu sundu. "Benimle İtalya'ya dönersin."

Başımı göğsünden kaldırdım ve ona baktım. "Valentino, yapma. Krizi fırsata çevirmeye kalkışma."

"Hayır, yapmaya çalıştığım şey bu değil." İkna edici bir ses tonuyla "Benimle gel." dedi. "Seni hiçbir şey için zorlamayacağım. Sadece güvende olmanı istiyorum. Benimleyken güvende olursun." Sessizliğimden faydalanarak devam etti. "İstersen ayrı odalarda kalırız. Benden ayrılmak, ayrı kalmak istersen kalırsın. Benimle yeniden başlamak zorunda değilsin, seni buna zorlamayacağım. İstediğin kadar düşünür, kafanı toparlarsın. Bu sırada güvende olursun. Tehlike tamamen geçtiğinde Türkiye'ye geri dönmen konusunu yeniden oturup konuşuruz."

Gözlerimi kısarak şüpheyle beni ikna etmeye çalışan adama baktım. "Valentino, beni oyalamaya mı çalışıyorsun? Bunun bir faydası olmaz."

"Sadece güvende olmanı istiyorum. O piç kurusu öldükten ne kadar süre sonra görüntüler ortaya çıkacak? Seni hapse atmaları için ne kadar süremiz var? Hiçbirini bilmiyoruz. Seni öyle ortada bırakıp hapse tıkmalarını bekleyecek hâlimiz yok. Seni yalnız bırakırsam bugünkü olanlardan farklı bir şey olmayacaktır. Belki daha kötüsü olacak. Ama asla daha iyisi değil."

Valent'e baktım ikna olmaya çalışır gibi. Teklifini anlamaya çalışıyordum. "Aynı evde ev arkadaşı gibi kalalım diyorsun yani."

"İstediğin takdirde, evet."

"Bana dokunmayacaksın yani."

"Dokunmayacağım."

"Valentino, buna inanmamı mı bekliyorsun?"

"Bana inanmaktan başka çaren yok gibi görünüyor."

"Valentino, laf ebeliği yapma."

Tek kaşını kaldırarak "Sana isteğin dışında hiç dokundum mu?" diye sordu adam.

"Hayır ama beni defalarca baştan çıkarmaya çalıştın. Çoğunda da başarılı oldun." İğneleyici bir ses tonuyla ekledim. "İtiraf etmek gerekirse bu konuda oldukça iyisin."

"Mia bella, bu benim başarım değil yalnızca. Ne zaman anlayacaksın? Birbirimizden uzak duramıyoruz çünkü aramızdaki şey gerçek. Birbirimize dokunmamak için kendimize, birbirimize ne kadar karşı koyuyoruz, bunu yaparken ne kadar zorlanıyoruz görmüyor musun? Gitgide birbirimize çekiliyoruz. Her defasında daha çok. Ve karşı koymaya çalışıyoruz. Her seferinde daha zor." Önüme düşen saç tutamını kulağımın arkasına itip eliyle çenemi nazikçe tutup başımı kaldırdı. Gözlerimiz birbirinin aynasıymış gibi bakarken dudaklarımız yaklaştıkça yaklaştı. Ona karşı koymalıydım. Tam da şuan ona karşı koyup geri çekilmeliydim. Bir şey yap, Lâl. Bu yangından kurtul. Çek kurtar kendini.

Yapamadım. Dudaklarımı tutkuyla yoğuran dudaklarına karşılık verirken buldum kendimi. Elleri siyah atletimin kalın askılarında gezinirken ürperdim. Belimi kavrayan ve kıvrımlarıma yerleşen elleri titrememe sebep olurken dudaklarının beni baştan çıkarmasına izin vermekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Sağ elim ensesinde gidip gelirken öpüşlerine karşılık veren dudaklarım öpülmenin tatlı yorgunluğunu tadıyordu. Bu anın büyüsünü bozan Valentino'nun çalan telefonu oldu.

Israrla çalan telefonuna benden daha büyük bir öfkeyle bakan adam dudaklarımdan ayrılıp yerinde doğruldu. "Siktir." Hışımla telefonu alıp yanıtladı. Gerginliği sesinden anlaşılıyordu. "Ne var?" Hattın diğer ucunda konuşan her kimse onu dinledikten bir süre sonra yüz hatları değişti ve aramayı sonlandırmadan bana döndü.

Merakına yenilip "Ne oldu?" diye sordum.

Sesindeki hafif şaşkınlığı gizlemeksizin "Azize gelmiş." yanıtını verdi Valentino. "Seninle görüşmek istiyormuş." Şu işe bak. Sanki az önce kendisinden bahsettiğimizi hissetmiş gibi buraya damlamıştı. İti an, çomağı hazırla misali. Bir süre birbirimize baktıktan sonra duygu ve düşüncelerimi ölçmek ister gibi bekledi. "Onunla karşı karşıya gelmek zorunda değilsin."

Başımı iki yana salladım reddedercesine. Kaçmayacaktım. Ben suçlu değildim, kaçacak bir şey yapmamıştım. "Er ya da geç bu yüzleşmenin olması gerekiyordu, Valentino."

"Emin misin?"

"Eminim. Onu içeri al."

Valentino telefonun diğer ucundaki kişiye döndü. "Üzerini iyice arayın ve içeri alın."

Ortalama bir yirmi dakika bekleyişten sonra kapı çaldı. Valent kapıyı açtığında Montrel'in nezaretinde Azize içeri girdi. Ayağa kalktım ve birbirimize doğru yürüyüp karşı karşıya geldik. Montrel yüzündeki şaşkınlığı gizlemeye çalışarak dışarı çıkarken Valentino bir köşede olanları izliyordu.

Azize bir adım daha bana yaklaştığında tek kaşını kaldırdı. "Sonunda karşı karşıya gelebildik, ha?"

İmalı bir biçimde ekledim. "Yalansız dolansız. Gerçek kimliklerimizle."

Alayla karşılık verdi. "Şükür kavuşturana diyelim mi?" Utanmadan.

Daha fazla sarkastik konuşmaya vaktim yoktu. Kollarımı kavuşturup "Ne istiyorsun?" diye sordum yalnızca. Olacakları az çok biliyordum. Kanlı bir hesaplaşmaydı bizimkisi. Birbirinin yerine geçen iki kadın. İki yabancı. İki düşman. İsteyerek ya da istemeyerek birbirinin hayatına çekilen, tehlikenin yuttuğu iki kadın.

"Mahvettiğim hayatımı geri istiyorum seni sürtük!"

Dalgacı tavrını bırakmış agresif bir tavırla üstüme saldırmaya çalışan kadını Valentino engelledi. "Kendine gel, attırırım seni buradan."

Baştan başa aşağılayıcı bir bakışla karşılık verdim. "İnan bana o leş hayatını sana geri vermek için senden bile daha hevesliyim seni ruh hastası! Özgür kalmak istiyorum artık. Ama benim istememle olmuyor ne yazık ki. Baban olacak o şerefsiz buna müsaade etmiyor."

Beklemediğim bir şekilde "Biliyorum." dedi Azize. Biliyorsan bana niye saldırıyorsun ruh hastası diye bağırmamak için kendimi zor tuttum. "Beni de tehdit etti. Ortaya çıkıp gerçekleri açıklarsam gözümün yaşına bakmayacağını söyledi."

"Eee, benden ne istiyorsun o zaman? Neden geldin buraya kadar?" Gerçekten benden ne istediğini anlamaya çalışıyordum. Bütün bunları biliyorsa benden almayı umduğu yanıt, bilgi ya da her neyse... Öğrenmek istediği şey neydi?

Kuşku dolu bakışlarıyla "Başkan'la nasıl bir anlaşmanız var? Nasıl bir sessizlik yemini ettiniz ki öz kızı olmama rağmen beni atıp seni tutuyor?" sorusunu yöneltti. Az önceki öfkesinin yerini yoğun bir merak ve şüphe almıştı.

Benim bu konuyla ilgili yanıtını bilmediğim öyle çok soru vardı ki. Biri de buydu sanırım. Bu sorunun yanıtını bilmesem de kuşkusuz bildiğim tek şeyi paylaştım onunla. "Onun beni tuttuğu falan yok, geri zekâlı! İşte Başkan böyle biri! Senin baban bu! Öz çocuklarına bile acımaz. Kendi menfaatleri için herkesi harcar, her şeyi feda eder. Sonra da adına görev der! Şimdi anladın mı benim nasıl bir cehenneme düştüğümü?"

Sakince "İçinde bulunduğun durumu dramatize etme." dedi karşımdaki duygusuz sesin sahibi. "Kendi hayatını yaşayamayan, hayatı çalınan, bir suçlu gibi gizlenmek zorunda kalan benim, ben!" Beni baştan aşağı süzdü. "Sense Şerif Günday'ın legal kızısın. Günday olmanın nimetlerinden faydalanıyorsun. Lüks arabalara biniyorsun, güzel evlerde yaşıyorsun, erkekleri peşinden koşturuyorsun ve sonra mağdur olan senmişsin gibi ağlayıp zırlıyorsun, şımarıklık yapıyorsun!" Beklenmedik bir anda patladı. "Abimi öldürdün! O senin yüzünden öldü, seni adi fahişe!"

"Şımarıklık yapıyorum öyle mi?" Karşımdaki kadının yaşadıklarımı bu kadar basite indirgemesine dayanamamıştım. Şımarıklık. Hepsi bu muydu gerçekten? "Günday olmanın nimetlerinden faydalanıyorum." diye sayıkladım öfkeyle. "Bir elim yağda bir elim balda."

"Aynen öyle."

Karşımdaki kadının yüzüne öfkeyle "Sen benim ne yaşadığımı nereden bileceksin?" diye tısladım. "Başka biri olmanın yükünü yıllarca sırtında taşımak, bunu çekmek ne demek nereden bileceksin? Bir başkasının kaderini yaşamaya terk edildim ben! Ölüme terk edildim! Bir evlat değildim hiçbir zaman onlar için. Şerif Günday'ın kızı değildim ben hiç! Başkan'ın kölesiydim! Evinde yedirip içirdiği, karşılığında kızıymış gibi rol yapmaya zorlanan bir beslemeydim ben, onun bir çalışanından farkım yoktu benim! Onun istediği hayatı yaşamalı, onun istediği bölümü okumalı ve en nihayetinde de onun istediği damat adayıyla evlenmeliydim. Bir robottan farksızdım onun için. Belki de bir proje. İnsan yerine konulmadım hiç. Ben yoktum onun için. Benim isteklerim, duygularım yoktu. Benim hayatım diye bir şey yoktu. Ben yoktum."

Alaycı bir acıma duygusuyla "Aman ne acıklı." diyen kadın inanmaz bakışlarını üzerime dikmişti. "Lüks bir hayat yaşayıp yine bir politikacının zengin, yakışıklı oğluyla evlenmeye zorlanan zavallı kız. Çok üzüldüm sana!" Sağ elini beline koyan kadın gözlerini kısarak umursamaz bir ifadeyle konuşmaya devam etti. "Gerçekten bu zenginler de ağlar hikâyen tutuyor mu? Daha önce duygulandırdı mı yani birilerini?"

"Engin abin nasıl öldü biliyor musun? Bu konuda bir fikrin var mı?" Abin kelimesini kinayeli bir biçimde söylemiştim çünkü konuşmalarından anladığım kadarıyla öğrendikleri sınırlıydı. Engin abimin benim yüzümden öldüğünü biliyordu ama tam olarak kimin öldürdüğünü ve olayların nasıl geliştiğini bilmiyordu. Detaylara vakıf değildi. Anlaşılan Başkan yine detay vermeden taraflı bir biçimde sadece beni hedef göstererek, hikâyesine biraz da manipülasyon katarak yalan dolan dolu bilgiler vermişti. Aksi hâlde Vural hakkında bu kadar olumlu konuşuyor olmazdı. "Beni o eve geldiğim günden beri hatta belki daha öncesinde takıntı hâline getiren Vural'dan korumaya çalışırken öldü." Kaşlarını çatarak dinleyen kadına açıkladım. "Vural beni sen sanıp takıntı hâline getirdiği için öldü Engin abimiz!" Midem bulansa da gerçeği bir tokat gibi yüzüne vurdum. "Vural bana tecavüz etti! Peki, bundan haberin var mı? Senin deyiminle o zengin, yakışıklı adam hani. Herkes onunla evlenmek ister ama değil mi? Bu da benim şımarıklığım! O tecavüzcü katil, Engin abimi öldürdü! Ama ben senin hayatını çaldım değil mi? Hayatının tüm nimetlerinden faydalandım, senin hayatını çaldım." İşaret parmağımı göğsüne bastırdım sertçe. "Ama aptal kız, bu benim seçimim değildi. O eve geldiğimde ben de küçüktüm. Beni seven bir ailem olacak sanmıştım sadece. Masumca mutlu olmuştum. Bir seçim şansım yoktu. Yeni bir aileyle teselli bulmayı ummuştum. Sen olmamı istediler, oldum! Çünkü buna mecbursun! Reddettiğim ilk an Engin abim öldü. Korktum ve sustum ben de. Eğer ben olmasaydım bunları yaşayan sen olacaktın. Ben dolaylı da olsa seni kurtardım aslında." Gözlerine baktım cesur ve dürüst bir biçimde. "Ve biliyor musun? Senin bana bir teşekkür ve bir de özür borcun var." Katılaşmıştım sanki. Gözlerimin ıslandığını hissetsem de durmadım. "Sizin yüzünüzden bebeğimi kaybettim!"

Uzun uzun gözlerime baktı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi duygusuz bir biçimde kollarını kavuşturdu ve "Kim bilir, belki de hak etmişsindir Lâl ha, ne dersin?" dedi Azize. "Başkasının hayatını çalan bir hırsız anne olmamalıdır belki de. Hem kim bilir, yaptıklarından ötürü bu da senin cezandır. Bana yaptıklarının diyetidir bu bebek belki."

Valentino kadını kolundan tutarken "Tamam, bu kadar yeter!" dedi ve "Defol buradan, kaybol." diyerek onu dışarı attı.

Odada yalnız kaldığımızda duvara yaslandım. Bakışlarım yere sabitlendi. Azize. Ondan nefret ediyordum. Ama düşününce... Ne yani, hiç haklılık payı yok muydu? Bebeğim benim hatalarım yüzünden gitmiş olamaz mıydı? Hamile olduğumu öğrendiğimden beri sorumsuzca davranmıştım. Önce bebeği istememiştim, doğurmaya karar verdiğimde de Valentino'ya söylememiştim. Her şeyi bu kadar arapsaçına çeviren bendim. En başında söyleseydim her şeyi, anlatsaydım Valentino'ya, o bizi korurdu. Bütün bu yanlış anlaşılmalar, karmaşalar, hiçbiri olmazdı. Olaylar bu raddeye gelmezdi. İtalya'ya döndüğümde gördüklerimden sonra da öfkeme ve gururuma yenik düşüp oradan oraya savrulurken hırpalamıştım bebeğimi. O kadar çok şey olmuştu ki. O kadar hatalarım olmuştu ki. Şuan kendimi suçlamaktan öldürebilirdim.

Sessizliğim üzerine "Buraya gelmesi bile hataydı." dedi Valentino.

"Haklı."

"Ne?"

"Haklı." İç geçirdim. "Benim sorumsuzluklarım yüzünden kaybetmedik mi bebeğimizi? Nefret etsem de o kadın haklı! Ben anne olmayı hiç hak etmedim ki."

"Lâl, bu doğru değil sen de biliyorsun. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Hepimizin hataları oldu. Sadece kendini suçlayarak bir yere varamazsın."

Yorgun bir biçimde gözlerimi kapadım. "Yalnız kalmak istiyorum Valentino, müsaade eder misin?"

Bir süre yüzüme baktıktan sonra onaylayarak başını salladı ve odadan çıktı. Kesik kesik nefes aldım. Sağ elim sızlayan burun direğime gitti. Alt dudağım titrerken artık kendimi tutmanın bir anlamı kalmadığını düşündüm. Yalnız kalmıştım. Bunun bilincine vardığımda yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Keşke o bebek hiç olmasaydı, diye geçirdim içimden. Bütün bu felaketler başımıza gelmezdi. En başından beri hırpalanmıştı ve en sonunda hak etmediği bu kötü dünyaya gelmekten vazgeçmişti. Annesinin ben, babasının da Valentino gibi biri olduğu bu hayata doğmamıştı ama en nihayetinde kalbimde kocaman siyah bir oyuk bırakmıştı gidişi. Öyle bir bebek olmasaydı eğer içimde bu koca oyukla bir başıma kalmayacaktım. Madem doğmayacaktı, hiç olmasaydı keşke. Ben de bu kadar üzülmezdim.

Yatağıma uzandım ve yorgun gözlerimi kapadım. Büyük, karanlık bir çukurla cebelleşip durdum sanki. O boşluğa düştüm. Elim kolum bağlı bir yerde esir gibi hissediyordum. Kendimi bir yere sıkışmış gibi hissediyordum. Çırpınsam da kurtulamıyordum. Sonra içimde bir rahatlama hissettim. Beyaz pamukların içine düştüm hafiflemiş bir biçimde. Uzandığım pamukların arasında bebek sesleriyle gözlerimi araladım. Kollarımda bembeyaz tenli parlak sarı saçlı, biblo gibi biçimli yüzü olan tatlı ve güzel bir bebek duruyordu. Gülücükleri kulağımda çınlarken sevgi dolu gözlerle ona baktığımda aniden kollarımın arasından kayboldu. Bebeğin az önce olduğu yeri yalnızca koyu bir kızıllık almıştı. Uzandığım yerden doğruldum, sağıma soluma baktım ama yoktu. Kulağıma korkunç bir biçimde bebek ağlaması doluyordu. Ayağa kalktım, etrafa baktım, koşuşturdum durdum ama korkunç ağlama seslerinden başka bir şeye ulaşamadım. Yere çöktüm ve katıla katıla ağlayan bebek sesleri arasında aklımı kaybedecekmiş gibi hissettim. Çıkış yolu aradım, bulamadım.

Bebek ağlaması sesleriyle kan ter içinde uyandım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Saçlarımı okşayarak beni sakinleştirmeye çalışan adama sersemlemiş gözlerle baktım. "Şşşt... Hepsi bir rüyaydı. Güvendesin." Yutkundum hâlâ üzerimden atamadığım korkuyla. Komodine uzanıp su almaya çalıştığımda Valentino benden hızlı davranıp doldurduğu su bardağını bana uzattı. Suyumdan içtim. Onun "İyi misin biraz daha?" sorusuna telaşla aşağı yukarı başımı sallayarak karşılık verdim.

Bir süre sessizce sakinleşmemi bekleyen adamın kafasında tonlarca soru olduğuna emindim. İkimizin de hayatıyla, ilişkimizle ilgili belirsizlikler, binlerce soru... Kendimi iyi hissettiğimde "Ben iyiyim." dedim sakince. Bir şey söylemek ister gibi bana bakan adamın bakışlarındaki mesajı çözmeye çalıştım. "Ne?"

"Lâl, yardım alman gerekiyor biliyorsun değil mi?"

"Valentino, beni rahat bırak. Bir bebek bakıcısına ihtiyacım yok."

"Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bunları biriyle paylaşmak..."

"Ay Allah aşkına beni çok düşünüyormuşsun gibi davranma Valentino. Üstüme de düşme. Ben kendi başımın çaresine bakarım."

"Lâl, sürekli şunu söyleyip durmaktan vazgeç artık! Seni düşünüyormuş gibi davranmıyorum. Ben zaten seni düşünüyorum. Bunu ne zaman anlayacaksın?"

"Kendini de beni de kandırma Valentino, senin için lider olduğun aile her şeyden daha önemli. Benden bile. Senin için önemli olan şey itibarın."

"Ne?"

"Bunun için seni suçlamıyorum, senin bu hayatta değer verdiğin şey, önceliklerin farklı olabilir. Ama en azından kendine dürüst ol. Ve benim ayağıma dolanıp durma. En değer verdiğin şeymişim gibi rol yapma. Sıktı artık bu şov çünkü."

Bir süre bana baktı önemli bir olayı çözümlemiş gibi. "Sürekli bunu yapıyorsun çünkü seni bırakıp gitmemi istiyorsun. Böylece ben demiştim deyip rahatlayacaksın."

"Ne saçmalıyorsun Valentino sen?"

Sözlerimi duymazdan gelerek gözlerimin içine baktı. "Lâl, ne yaparsan yap, ne söylersen söyle seni bırakıp gitmeyeceğim. İstediğin olmayacak. Kendine ördüğün kötü kaderin ve kehanetin bir parçası olmayacağım, buna heveslenme." Elleri yumuşakça dirseklerime temas etti. "Bebeğimizi kaybettik diye-"

"Bebeğimizi kaybettik diye falan değil, Valentino. Biz daha öncesinde de sorunlar yaşıyorduk zaten, unuttun mu? Senin hayatın, benim sırlarım, Başkan, Vural, Azize, Zita... Tek sebep bebeğimizin kaybıymış gibi davranma lütfen." Yeniden tartışmaya başladığımızı fark edip frekansı değiştirmek istedim çünkü artık dönüp dolaşıp aynı şeyleri konuşmaktan sıkılmıştım. "Bak bunları konuşmayalım artık çünkü ben çok bunaldım biliyor musun? Senden biraz zaman istedim, ilişkimize ara verelim dedim. Çünkü kafam karmakarışık."

"Çünkü birdenbire ayrılmak çok acı verici olurdu. Sen de yara bandını bir anda çekmek yerine alıştıra alıştıra yapmayı tercih ettin." Kendinden emin bir ifadeyle söylediklerini onaylarcasına başını salladıktan sonra umursamaz bir biçimde ekledi. "Ama biliyor musun, bence de eğer konuşmak istemiyorsan bu konuları tekrar gündeme getirmeyelim." Bana yaklaştı ve sağ elinin tersiyle yumuşak bir biçimde yanağımı okşadı. "Biz birbirimizden kopamayız. Bu gerçeği senin de anlayacağını biliyorum." Dudakları önce yanağımı yumuşak dokunuşlarla örttü, usulca o dokunuşlar dudaklarımı yoğurmaya başladı. Onu itmeye çalışsam da karşı çıkmak benim için çok zordu. Benim yapamadığım şeyi bir kapı tıklatışı yaptı ve Valentino sessiz bir küfür savurarak geri çekildi. Kapının arkasındaki kişiye homurdanarak "Ne var?" sorusunu yöneltti.

İzin istedikten sonra içeri giren Montrel ellerini önünde kenetleyerek "Efendim, misafiriniz Kerem Bey Lâl Hanım'ı görmek istiyor." dedi.

İkimiz de birbirimize baktık. Şaşırmıştım. "Beni mi görmek istiyor?"

"Evet."

"Neden?" Montrel'den bunun cevabını beklemenin saçma olduğunu düşünerek yanıtını beklemeden "Tamam," dedim. "Gelsin o zaman."

Montrel dışarı çıktıktan sonra Valentino ayağa kalktı ve ceketini düzelterek "Bu arada..." diyerek söze girdi. "Kerem okula gittiğiyle ilgili sana yalan söylüyor, bilmek istersin diye düşündüm."

"Ne?" Anlayamamıştım. "Nasıl?"

"Kısa bir süre önce okuldan atılmış?"

"Sen nereden biliyorsun?" Valent'in kaşlarının hafifçe havalandığını görünce sorduğum sorunun saçmalığının farkına vardım. "Benimki de soru. Götümdeki donun rengine kadar her şeyi bilen adam bunu mu bilemeyecek?"

Söylediklerime güldükten sonra elleri ceplerinde kapıya doğru yürüdü. "Ben sizi yalnız bırakayım. Daha sonra görüşürüz. Doktorun söylediklerini unutma, dinleniyorsun."

Alayla "Emredersiniz!" diye söylendim.

Valentino kapıdan çıktıktan kısa süre sonra Kerem girdi içeri. Çekingen ve meraklı bir ifadeyle odayı inceledi, adımları yanıma yaklaştı. "Merhaba."

Merakımı gizlemeyen bir ses tonuyla karşılık verdim. "Merhaba."

"İtalyan nerede?"

"Kim? Ne?" Sorduğu soruyu idrak etmem birkaç saniyemi alırken Valent'e taktığı lakap hoşuma gitmişti. Sıradan bir ifadeyle "Ha şey çıktı o. Bizi yalnız bırakmak için." yanıtını verdim ve kafamdaki yeni soruyla konuyu değiştirdim. "Sen beni görmek istemişsin, hayrola?"

"Hiç... Yani... Seni merak ettim."

"Beni?" İnanmaz bakışlarla onay bekledim. "Beni merak ettin?"

"Evet." Çekingen bir ifadeyle ensesini kaşıdı. "Yani son gördüğümde pek iyi değildin, durumunu merak ettim."

"Başına silah dayadığın üvey ablanın iyi olup olmadığını merak etmen ne ince." Sesimdeki dalgacı ve kinayeli ton çocuğu neredeyse güldürecekti ama gülmedi. Ciddi bir delikanlı gibi durmaya çalışırken bu duruşunu bozacağına inandığı hiçbir şeyden taviz verecek gibi durmuyordu. Ben de üstüne gitmedim. Güven veren bir ifadeyle başımı salladım yanıt verirken. "Ben iyiyim merak etme. Sadece biraz dinlenmem gerekiyormuş."

"Anladım. İyi olmana sevindim." Burada kalıp aklındaki soruları sormak için yanıp tutuşan çocuk kalmak için bir bahane bulamadığı için ensesini kaşırken "Neyse ben meşgul etmeyeyim seni, sen dinlen o zaman." diyebildi yalnızca.

Kapıya yönelen çocuğu "Dur bakalım." sözümle durdurdum. Yüzü bana döndüğünde yatağımın yanındaki koltuğu gösterdim oturması için. "Gel biraz otur şöyle."

Kısa bir an düşündükten sonra bunun arkasından ne çıkacak diye düşünür gibi bana doğru ilerledi ve gösterdiğim yere oturdu. Bilerek bir süre sessiz kaldım ve Kerem de bu süreçte odayı gözleriyle inceleyip durdu. "Burada birlikte mi kalıyorsunuz?"

"Hayır tabii ki. O çaprazımdaki suitte kalıyor, biz odalarımıza yerleşirken de söylediği gibi."

Durumun farkında olan Kerem konuya farklı pencereden bakan başka bir soru yöneltti. "Onunla Başkan yüzünden mi ayrıldınız?"

"Bu sebeplerden sadece biriydi." Elleriyle oynayan çocuk belli ki yeni sorular için kıvranıyordu ama serde delikanlılık var diye meraklı görünmek istemiyordu. Ancak bunu gizlemek için daha çok çalışması gerekiyordu. "Çekinme, sor."

"Bir şey soracağımı nereden çıkardın?"

"Karşımda kıvranıp durmandan. Meraklı bir tipe benziyorsun."

"Sen hep böyle çok bilmiş misindir?"

Kaşlarımı sıradan bir ifadeyle kaldırırken "Çoğu zaman." yanıtını verdim.

Halının desenlerini incelerken merakla "Peki bebek?" diye sordu Kerem. "O Başkan yüzünden mi..." Bunun hassas bir konu olduğunun farkına varıp sorusunu yarıda bıraktı.

"Bunun yanıtı da az önceki sorunun yanıtıyla aynı. Başkan sebeplerden sadece biriydi. O bebeğin doğmasını hiç istememişti zaten, zorla aldırmaya bile çalıştı. Sonunda istediği oldu işte." Sakince nefes aldım. "Yaşadıklarımdan dolayı bebek tehlikedeydi zaten. Her şey üst üste gelince de..."

Ellerini ovuşturan çocuk ne diyeceğini bilemedi. "Üzüldüm." Yüzü öfkeyle kasıldı. "Başkan'ın bir bebek katili olmadığı kalmıştı, onu da yaptı sonunda."

Bunları konuşmanın bir anlamı olmadığının farkındaydım ve konuyu değiştirdim. Kerem'in tüm sorularına sabırla yanıt verdikten sonra sıranın bana geldiğini ima edercesine söze girdim. "Şimdi gelelim sana..."

"Bana mı?"

"Sen neden bana yalan söyledin bakalım?"

"Ne yalanı be?"

"Okuldan atılmandan bahsediyorum."

Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakarken şaşırdı. "Sen nereden..."

"Nereden bildiğimi ne yapacaksın sen? Doğru mu değil mi?"

"Evet, atıldım. Ne olacak?"

"Sebep?"

"Sınıftaki çocuklardan biriyle bir münakaşaya girdik, anlaşmazlık oldu. Abimin durumunu bilen müdür serseri diye yaftayı yapıştırıp anlamadan dinlemeden attı beni okuldan."

"Savunmanı falan da mı istemedi? Bir kurul toplantısı falan..." Biraz duraksadıktan sonra "Yine de bu arkadaşınla kavga edip huzursuzluk çıkarmanı haklı göstermez." dedim.

"O benim arkadaşım değil."

"Neyse ne." Gözlerimi kıstım ve merakla sordum. "Okulunu seviyor muydun?"

"Okul işte. Okulun nesi sevilir ki?"

"Yani o veya başka bir okul fark etmez öyle mi?"

"Sen niye böyle şeyler soruyorsun ki şimdi?"

"Okula dönmen gerekiyor ve ben de bununla yakından ilgileneceğim de o yüzden."

"Ne? Hayır!"

Sakinlikle itirazını reddettim. "Bu tartışmaya açık bir konu değil maalesef, Kerem. Ayrıca biraz mantıklı düşünürsen bu durum abinin kulağına giderse ne kadar üzüleceğini tahmin edersin. Bence Uras öğrenmeden bu konuyu aramızda çözelim, ne dersin?"

"Sanki hayır desem bu işin peşini bırakacaksın."

Dudağım memnuniyetle kıvrıldı. "Güzel, çabuk öğreniyorsun." Yatağımda kımıldarken hissettiğim ağrıyla yüzümü ekşittim. "Hadi şimdi git odana dinlen. Ben bir okul ayarlayacağım senin için."

"Dönem ortasında okul falan bulamazsın ama yine de sen bilirsin."

"Ben bulurum canım sen kafanı yorma. Hadi şimdi odana, marş marş."

"Yani bunca derdin arasında en lazım olan şey de despot bir üvey ablaydı gerçekten! Eyvallah!"

Söylene söylene giden çocuğun arkasından başımı iki yana sallayarak güldüm.

Odamda biraz dinlendikten sonra sıkıldım. Bir iki dergi kurcaladım ama zaman geçmek bilmedi. Üstelik ayaklarım da uyumuştu sanki yattıkça. Odada bir iki tur dolaştıktan sonra kapının önüne çıktım. Montrel nöbetteydi.

"Lâl Hanım, bir isteğiniz mi vardı?"

"Yok..." Sıradan bir soru yöneltir gibi umursamaz tavrımdan ödün vermeden "Patronun nerede?" diye sordum.

"Don Riccardo spordalar efendim. İletmek istediğiniz bir şey varsa..."

"Yok, hayır." Duraksadım. "Kendisi otelde yani."

"Evet efendim."

Başımı sallayıp odama girdim. Bu kadar boş zamanım varken Kerem'in okul konusunu çözebilir miyim diye bir bakmak istedim. İnternetten birkaç okul araştırdım, iletişim numaralarını buldum ama hepsinden aynı cevabı aldım: Dönem ortasında nakil öğrenci alamayız. Kontenjanımız dolu.

İş başa düşmüştü. Araya birilerini sokabilir miyim diye düşünürken aklıma Fuat eniştemden yardım almak gelmişti. Onun bu konularla ilgili hatırlı tanıdıkları vardı yanlış hatırlamıyorsam. Eniştemi aradım ama açmadı. Muhtemelen duruşması falan olmalıydı, nasıl olsa sonra bana dönüş yapar diyerek üstünde durmadım. Bir süre daha odada vakit öldürdükten sonra iyice sıkıldım ve biraz çıkmaya karar verdim. Otelin içinde biraz dolanmak istedim ve Valentino'yu da bulursam bu okul kayıt meselesi yüzünden dışarı çıkacağımı haber veririm diye düşündüm. Birilerine hesap vermek ya da yaptığım her şeyi raporlamak benim tarzım değildi ve canımı sıkıyordu ama onun haberi olmadan elimi kolumu sallayıp rahatça çıkabileceğimden de emin değildim. Aramızda sonucu belirsiz bir ilişki vardı. Ne tam olarak birlikteydik ne de tam anlamıyla ayrı. Bu sebepten ötürü netlikten uzak bir durumun parçasıydım.

Aylak aylak katları gezerken en alt katın büyük bir kısmını kapsayan spor salonunu gördüm. Ellerim ceplerimde usulca salona girdim, tek tük birkaç kişi spor yapıyordu. Biri koşu bandında, biri bisiklette, biri de dambıl kaldırıyordu. Aralarında Valentino yoktu. Montrel sporda olduğunu söyleyince onun burada olabileceğini düşünmüştüm. Biraz daha ilerlediğimde buranın gerçekten en alt kat olmadığını fark ettim. İleride, en uçta cam bir kapı vardı ve siyah demir merdivenler aşağıya doğru iniyordu. Kapıda iki adam bekliyordu. İsimlerini bilmeseler de tanıdık geliyorlardı, Valent'in adamlarıydı. Sanırım onu bulmuştum. Adamların yanına gelince "Patronunuzu görmek istiyorum." dedim.

Herhangi bir sorgu sual olmadan içeri girmem için kenara çekilip yol verdiler. Ben en azından onu haberdar ederler diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Sakince merdivenleri indim. Siyah eskitme duvarların ve küçük camların olduğu hafif loş bir spor alanıydı. İşte oradaydı. Tek başına spor yapıyordu. Ağırlık kaldırıyordu. Bu adamın her şeyi özel olmak zorunda mıydı? Her yerde ve yaptığı her şeyde kendini soyutlayan bu adam hep yalnızlığı ve gizemi tercih ediyordu. Kısa bir süre duvara yaslanmış onu seyrederken her ağırlık kaldırdığında belirginleşen sert kaslarının ve çıplak gövdesindeki terlerin ona ne kadar yakıştığını düşündüm. Saçmalama, Lâl. Bir an olsun saçmalama çarpacağım ağzına iki tane.

Gözleri benim duvarın kenarındaki varlığımı seçtiğinde yakalanmış hissettim ama bozuntuya vermeden doğrulup ona doğru iki adım attım. "Merhaba."

"Merhaba." Elindeki büyük ağırlığı yerine koyduğunda memnuniyetle bana baktı. "Seni burada görmek ne güzel. Geleceğini ummuyordum."

"Ben de." Ne söylediğimin farkına varınca başımı iki yana sallayıp kekeledim ve toparlamaya çalıştım. "Ş-Şey... Dışarı çıkacağım da haber vermek için gelmiştim. Sonra sorun çıkmasın." Sadece bunun için geldiğim yalanına ancak karşımdaki adamı inandırabilirdim. O da belki. Kendimi inandırmam pek mümkün görünmüyordu. Her fırsatta onu görmek için bahane ürettiğim ortadaydı.

"Tabii..." Sıradan bir merakla "Nereye?" diye sordu.

"Kerem'in okula kaydı için. Ya neyse işte öyle." Kaçamak bakışlarını vücudundan ayırmaya çalıştım. Benim savunmasız hâlimin farkında olan adam bana doğru yavaşça birkaç adım attı. Sanki çıplak kalmadan spor yapamıyorsun. İşin gücün şov Valentino Riccardo. Refleks olarak bir adım gerilesem de ondan çekindiğimi hissettirmemek adına daha fazla geri çekilmedim, olduğum yerde dimdik durdum. "Neyse ben gideyim o zaman."

"Acelen yoksa bekle, birlikte gidelim."

"Gerek yok, ben hallederim."

"Halledemezsin demedim zaten. Sadece ben de gelmek istiyorum."

Başımı hafif yana yatırdıktan sonra onayladım. "Uzun sürer mi sporun?" Başını iki yana salladığında etrafıma bakınıp burada vakit öldürmenin yollarını aradım. O ise az önce bıraktığı ağırlığı yerinden kaldırdı ve devam etti. İlgim istemsiz bir biçimde ona kaymasın diye az ileride, köşede duran dövüş alanına doğru yürüdüm. Dövüş minderinin önündeki kum torbası dikkatimi çekmişti. Anne babasının işyerine getirilmiş çocuk gibi vaktimin geçmesini bıkkınlıkla beklerken kum torbasına dokundum. Acemice bir iki yumruk salladım. Üzerime çevrilen gözlerini hissettiğimde o tarafa dönmedim. Bakışlarını benden ayırmasını bekledim ancak onun yerine Valentino'nun sesiyle adama döndüm.

"O şekilde vurmaya devam edersen elini incitebilirsin."

"Bir şey olmaz. Sen sporuna bak." Birbiriyle sidik yarışına giren ortaokul çocukları gibi havalı havalı bir yumruk daha salladım.

"Çıplak elle yumruklamaya devam edersen elini inciteceksin, Lâl."

Sürekli çocuğunu azarlayan bir ebeveyn figürü gibi uyarıcı konuşması sinirimi bozmuştu. İnadına yapmaya devam ettim. "Sen öyle her şeye karışmaya devam mı edeceksin? İşine bak. Ben bir şey deniyorum."

Alaycı bir ses tonuyla burnundan soluyarak karşılık verdi. "Elimi kaç farklı açıdan yaralayabilirim tarzı bir şey deniyorsan doğru yoldasın, devam et." Dikkatini üzerinde çalıştığı ağırlığa verirken bir gözünün de bende olduğunu hissedebiliyordum.

Kum torbasına vurmaktan sıkılmıştım ama sırf karşımda beni seyreden adama inat olsun diye öyle gelişine yumruk sallamaya devam ediyordum. Kontrolsüz salladığım bir yumrukla kum torbası aniden sağ bileğimin tersine denk gelince acıyla inledim.

Panikle ağırlığı yerine bırakan adam hızlı adımlarla bana doğru yürüdü. "Hiç söz dinlemeyeceksin değil mi?"

Aksi bir ifadeyle ofladım. "Üfff, bir şey yok Valentino, sen işine bak!" Elimi kucağımda sakladım. Annesi sobaya dokunma yanarsın dediği hâlde sobaya dokunup elini yakmış çocuk gerginliği vardı üstümde. Karşımdaki adamın sürekli haklı çıkması canımı sıkıyordu.

"Hadi, inat etme de göster şu elini. Ne olup bittiğine bir bakalım."

"Valentino, yok bir şey."

"Lâl." Hükmedici bir bakışla bana bakarken ekledi. "Hadi, göster." Oflayarak elimi gösterdim. Avuçlarının arasına aldığı elimin hafif kızarmış kısmını inceledi, eliyle hafifçe dokunduğunda acıyla geri çektim. "Tam tahmin ettiğim gibi. İncinmiş."

"Önemli bir şey yok, geçer."

"Buz koymazsak şişebilir."

"Valentino, abartma. Buna vaktimiz yok."

"Açık beyin ameliyatına yetişmiyoruz, Lâl. Üvey kardeşin bir gün daha okula gitmezse dünyanın sonu gelmez. Hadi, şimdi şu elinle ilgilenelim."

Ona hayır demek pek mümkün olmuyordu çünkü istediği şeyleri yaptırana kadar durmuyordu. Elime buz koydu ve makul bir süre beklettikten sonra elimi sardı. Onunla bu kadar yakın temasta olmak çok tehlikeliydi. Elimi sararken yakınlaşmamızı önlemek için başımı aksi yöne çevirerek "Madem her şeyi bu kadar biliyorsun, birkaç numara öğret bana." dedim. İki elimle de tırnak işareti yaptıktan sonra "Hani her şeyi bu kadar çok biliyorsun ya." diye ekledim.

"Her şeyi bildiğimi iddia etmiyorum, sadece sen çok tahmin edilebilir hatalar yapıyorsun hepsi bu." Gözlerini kısarak düşünceli bir yüz ifadesiyle bana baktıktan sonra devam etti. "Ama madem kendini korumak için birkaç küçük numara öğrenmek istiyorsun, tamam." İki elimi de hafifçe sardı. "Önce ellerini güvence altına alalım. Biraz geç kalmış olsak da." Sesindeki kinaye sinirimi bozsa da gözlerimi devirmek dışında bir şey yapmadım. "Ellerini odun gibi sert tutma ya da çok gevşek bırakma. Eğer bunları yaparsan kum torbası sallanıp elinin ters bir tarafına gelebilir, incitebilirsin." Kum torbasına birkaç yumruk sallayıp uçurdu. Bir insanın her konuda iyi olması benim ancak canımı sıkardı. Buradaki can sıkıcı kişinin Riccardo olduğunu söylememe gerek yoktur herhâlde, ha?

Söyledi gibi sağlam kalan tek elimle birkaç deneme yaptım. "Sanırım işe yarıyor, ha?" Ona dönüp onay bekledim.

Başını sallayıp kaşlarını kaldırdı. "Hiç fena değil." Memnuniyetle kıvrılmış dudakları beni onaylamış görünüyordu. Bana sert yumruk atmakla ve kendimi savunmakla ilgili birkaç tüyo verdi. Silah kullanmayı öğrendikten sonra ondan öğrendiğim yeni bir şey daha.

Torbaya birkaç yumruk daha salladıktan sonra ona döndüm. "Şimdi sıra geldi sana."

"Ne varmış bende?"

"Öğrendiklerimi senin üzerinde denememe ne dersin?"

Gözlerini devirdi. "Lâl, yapma." Bir çocuğu küçükser gibi baktıktan sonra ciddiyetimi gördü ve isteksiz bir biçimde başını salladı. "Bunu yapmak zorunda olduğuma inanamıyorum."

Hani çocukken oyunlar oynadığımızda bizden küçük ve beceriksiz çocuklara fasulye gibi davranırdık ya, Valent'in bazen bana böyle davrandığını hissediyordum ve bunu önlemek için onu uyardım. "Sakın canımı acıtmamak için bana yumuşak davranayım deme, bunu hissedersem çok fena olur." Bana fasulyeden davranması sinirimi bozardı ve bunu çok iyi biliyordu.

"Hazır olduğunda başla." Avuç içleri bana bakar vaziyette ellerini tuttu ve ben de onlara yumruk atmaya başladım. Yumruklarım sertleşmeye başladığında "Daha yavaş." diye uyardı. "İncinen elin şişebilir. Daha dikkatli ol." Aynı hızla devam ettiğimde yine uyardı. "Daha yavaş, dedim. Yine beni dinlemeyip bir yerlerini mi incitmek istiyorsun?"

"Bana çocuk muamelesi yapma!"

"Sen de çocuk gibi davranma."

"Ben çocuk değilim!" Sessizliği karşısında öfkelendim. "Valentino bak canımı çok sıkıyorsun şuan! Bana çocukmuşum gibi davranmaya devam edersen kötü olacak!"

"Ne olacak mesela?" Öfkeyle üzerine saldırdığımda avuçlarının içine hapsettiği yumruklarımı etkisiz hâle getirdi. Dengemi kaybedip dövüş minderinin üzerine sırt üstü düşerken o da yumuşak bir biçimde üstüme düştü. Burun burunaydık. O üstümdeydi ve hafif nemli saçları alnına dökülen adamla çok yakındık. Neredeyse dudaklarımız birbirine değecekti. İkimiz de nefes nefeseydik. Onun "İyi misin?" sorusuna gözlerimi kırpıştırarak yanıt verdim. Gözlerim onun dudaklarındaydı. Ve onunkiler de benim. Uzanıp hafifçe dudaklarımı öpmeye başladı. Geri çekilmedim. Vücudum felç geçiriyor gibiydi, hareket edemiyordum, uyuşmuştum. Yapabildiğim tek şey dudaklarıma yaptığı şeye seyirci kalmak ve buna karşılık vermekti. Sağ eli saçlarımda gezinirken dudaklarımı dişleyerek öpmeye devam etti. Saçlarımdaki elleri yavaşça çıplak kollarımdan kalçama indi ve onları sıktı. Bacaklarımı okşadı ve önce taytımın üstünden bacak aramdaki üçgeni okşamaya başladı. Sırtım yay gibi gerildi ve istemsizce inledim. Karşı çıkmadığımı gören adam ne istediğini bilen bir biçimde ellerini taytımın içine soktu ve hafifçe sıyırdıktan sonra dudakları dudaklarımdan boynuma, omzuma, kıyafetimin üstünden göğüslerime ve açığa çıkan göbeğime, oradan da kalça kemiğime doğru ıslak izlerden oluşan bir harita çizdi. Başını kaldırıp kışkırtıcı bir ifadeyle bana baktı. Ellerimi başımın üstünde sabitleyen adama nefes almaya çalışarak baktım. Avuçları göğüslerimi örterken nefesimi tuttum ve ne kadar yanlış bir pozisyonda olduğumuzu idrak ettim. Kendimi zorlayarak onu ellerimle hafifçe iterek engelledim. "Valentino..." dedim nefes nefese. "Bu yaptığımız çok yanlış. Bunun olmaması gerekiyordu." Yerimden doğruldum ve yutkundum. "Olmaması gerekiyordu."

"İkimiz de isterken yaptığımız neden yanlış olsun, Lâl?" Uzanıp sağ eliyle yanağımı avuçladı. "Sen de istiyorsun. Neden duygularını baskılıyorsun?"

Hafifçe geri çekildim. Ona hayır demek hep çok zor olmuştur. Bu da o anlardan biriydi. "Çünkü daha önce çok kez denedik, Valentino. Ve başaramadık." Tam karşılık vereceği sırada dominant bir biçimde ekledim. "Ve bana isteğim dışında dokunmayacağına söz vermiştim. Seninle gelmeyi ancak bu şekilde kabul edecektim, unuttun mu?"

Bir yanıt vermedi, yalnızca bana baktı. Ben de durumdan istifade ederek toparlandım ve ayağa kalktım. "Ben Kerem'in kayıt işlemleriyle ilgilenmeye gidiyorum, geliyorsan gel." Arkama bakmadan merdivenleri tırmanmaya başladım ve sakinleşmeye çalışırken hızlı atan kalbimin yavaşlamasını bekledim. Valentino buraya gelmemeliydi. Peşimden gelmemesi gerekiyordu. Benim biraz yalnız kalıp kendimi bulmam gerekiyordu. Tüm hesapları kapatıp kendimi yeniden tanımalıydım. Kendim için. Bizim için. Ama hiçbir zaman hayır cevabını kabul etmediği için yine aynı noktadaydık. Vücudum tamamlanamamış bir yakınlaşmanın verdiği huzursuz hisle sarsılmıştı ama bunu önemsemeden odama girip duş aldım ve üzerimi değiştirdim. Fuat eniştemle kısa bir mesajlaşmanın ardından onun tavsiye ettiği bir liseye gitme kararı aldım.

Okulda görüşme yapacağım için ciddi bir şeyler giymem gerekiyordu. Bu yüzden ince beyaz bir kazağın üzerine kiremit rengi pantolonlu bir takım giydim. Saçlarımı hafif dalgalı bıraktım ve pastel renkler kullanarak son derece sade ama özenli bir makyaj yaptım. Hazır olduğumu hissettiğimde kapının önüne çıktım. Kerem isteksiz bir biçimde koridorda beni bekliyordu. Yanında Valentino vardı ve havadan sudan sohbet ediyorlardı.

Kerem incinmiş elimi görünce kaşlarını çattı. "Eline ne oldu?"

"Önemli bir şey değil." Valent'le göz göze geldiğimizde "Küçük bir kaza." diye yanıtladım. Adam ise çok bilmiş ifadesiyle kaşlarını kaldırmaktan kendini alamamış gibiydi. Valent'le göz göze gelmemeye çalışarak Kerem'in yanına geldim. "Hazır mısın bakalım?"

"Hayır."

Kerem'in olumsuz yanıtını umursamaksızın "Harika," dedim. "Hadi gidelim."

Asansöre doğru yürümeye başladığımızda Kerem itiraz etmekten yorulmamış gibiydi. "Gerçekten bunu yapmak zorunda mıyız?"

"Kerem, bunu daha önce konuşmuştuk. Lütfen."

İki gündür tanıdığı üvey ablasına karşı beklediğimden daha ılımlı yaklaşmıştı. Bunu sevdim.

Arabadaki yolculuğumuz sessiz bir biçimde sürmüştü. Ne Valentino konuşuyordu ne ben. Bir terslik olduğunu anlayan Kerem beni dürtüp "Ben neyi kaçırdım? Aranızdaki ölüm sessizliği falan, siz hayırdır?" diye sordu.

"Bir şey olduğu yok canım. Kafanda senaryo yazma."

Görüşmeye gittiğimiz okulda işler pek yolunda gitmedi. Müdür yardımcısı dönem ortasında öğrenci alamayacaklarını hatırlattıktan sonra bir istisna yapılacaksa bile bunun muhatabının kendisi olmadığını, böyle bir insiyatifi yapamayacağını söyleyerek bizi direkt müdüre yönlendirdi. Müdür de sağ olsun biraz kıl bir tipti. Dönem ortasında nakil öğrenci alamayacaklarını, böyle bir kontenjanları olmadığını söyledi ve buraya kadar kendisine hak verebilirdim, onu anlayabilirdim ama Kerem'e karşı önyargılı olması canımı biraz sıkmıştı.

"Açıkçası Lâl Hanım, sizi geri çevirmek istemezdim ama ne yazık ki dönem ortasında nakil öğrenci alabilmemiz pek mümkün değil. Bir insiyatif kullanmak istesem de tüm kontenjanlarımız dolu." Yan gözle Kerem'e baktıktan sonra yapmacık bir ifadeyle ekledi. "Hem önceki okulundan ayrılma sebebi hiç hoş değil. Kim böyle sorunlu bir öğrenciyle uğraşmak ister ki?"

Bir öğrencinin yanında onun hakkında bu şekilde konuştuğuna inanamıyordum. Öfkelendim. "Kerem, sen biraz dışarıda bekler misin?"

Kerem başını iki yana salladı. Kulağıma eğildi ve "Benim hakkımda konuşulurken dışarı falan çıkmıyorum." diye mırıldandı.

Bense öfkemi gizlemeksizin müdüre döndüm. "Yani siz şimdi bana ne diyorsunuz müdür bey? Sırf problem yaratıyorlar diye sorunları olan gençleri bırakalım kendi hallerine, ikinci bir şans vermeyelim, okumasınlar, sokakta boş gezenin boş kalfası gibi dolaşsınlar, gerekirse yanlış insanlarla tanışıp zarar görsünler ama sizin keyfinizi bozmasınlar, bu mudur yani?"

"Hanımefendi, ileri gidiyorsunuz."

"İleri giden sizsiniz bence. Hiç tanımadığınız bir gence karşı bile bu kadar önyargılıysanız bu okulda okuyan öğrencilerin vay hâline!"

Bu ana kadar sessizliğini ve sakinliğini koruyan Valentino oturduğu yerden yavaşça doğruldu. Otoriter bir bakış ve ses tonuyla adama döndü. "Müdür bey, mümkünse sizinle yalnız konuşalım." Bakışları bana döndü ve "Bebeğim, siz kafeteryada birer kahve için, sakinleşin." dediğinde çıkmam gerektiğini anladım, keyfim kaçtı. Ayrıca da bebeğim derken? Sırf burada kalkıp bir şey söyleyemeyeceğimi bildiğinden gösterdiği bu samimiyetin acısını yalnız kaldığımda canına ot tıkayarak çıkaracaktım. Bizimle alakalı bir konuda beni olayın dışında bırakması ve bu kontrolcülüğü canımı sıksa da ayağa kalkıp Kerem'i de önüme katıp odadan çıktım.

Kahve içmek için kafeteryaya inmemiz şöyle dursun, koridorun sonuna bile gelmeden kapı açıldı ve Valentino zafer kazanmış bir komutan edasıyla çıkarken müdür bizimkine nasıl yalakalık yapacağını bilemez hâldeydi. Kapıya kadar uğurlarken adamın bir ayaklarına kapanmadığı kalmıştı. Bu işi halletti demek oluyordu sanırım.

Kerem de benimle aynı şeyleri gördüğünden dolayı kulağıma uzandı. "Para her kapıyı açıyor gördüğün gibi."

"Sadece para değil."

"Ya ne?"

"Boş ver." Valentino bize yaklaştığında sonucu onaylatmak ister gibi adama baktım. "Eee sonuç?"

"Sence?" Tek kaşını kaldıran iddialı adama gözlerimi kısarak baktım. O ise Kerem'e döndü. "Lâl'in bıraktığı dilekçenin yanı sıra gerekli evrakları önceki okulundan sağlayacaklar. Pazartesi günü okula başlıyorsun."

Kerem merakla "Onu nasıl ikna ettin?" diye sordu. Valent'e. Böyle bir soru sordu. Eh, tabii onu tanımayan biri olarak böyle bir soru sorması çok normaldi.

Böbürlenmekten uzak kendinden emin bir ifadeyle elleri ceplerinde "İkna konusunda çok iyiyimdir, bunu ablan çok iyi bilir." dedi Valentino. İmalı bakışları vücudumu alevlendirmeye yetiyordu.

"Kafanı yorma Keremciğim, ona reddedemeyeceği bir teklifte bulunmuştur." Az önce müdürün yalakalık yaptığını görmeme rağmen iğneleme amacıyla sordum. "Adamın hâlâ hayatta olduğuna emin miyiz?"

Elleri ceplerinde adam başını önüne eğip güldüğünde ne kadar etkileyici göründüğünün farkında mıydı acaba? Tabii ki farkında, Lâl. Bunu silah olarak kullandığını göremiyor musun? Salak mısın sen?

Otele döndüğümüzde arabadan inerken Valent'e bir telefon geldi ve bana dönüp "Bir şeye ihtiyacınız olursa beni ararsın." diyerek bizden ayrıldı.

Telefonun kimden geldiğini deli gibi merak etsem de sormadım. Hem sonuçta bana neydi ki? Hangi sıfatla soracaktım yani? Ben değil miydim ondan ayrılan? Muhtemelen yanıt vermezdi bile.

Kerem'le odamızın olduğu kata çıktığımızda aklım biraz karışıktı ama umursamamaya çalıştım. "Okulla ilgili eksik şeylerin varsa bana söyle, yarın alışverişe çıkarız."

"Her şeyim var merak etme sen." Ben tam odama girerken kolumdan tutup beni durdurdu. Kısa bir an düşündükten sonra başını salladı. "Sağ ol." Ben anlamaz gözlerle ona baktığımda ekledi. "Benim için çok uğraştın, çok şey yaptın. Üstelik mecbur olmamana rağmen. Ve başına silah dayayıp seni tehdit etmeme rağmen. İki gündür tanıdığın biriyim ama sen-"

O an ona çok şey söylemek istedim. Sen benim kardeşimsin, Kerem. Tabii ki yapacağım. Tamam, bu zamana kadar birbirimizi bilmeden, tanımadan yaşamış olabiliriz. Ama sonuçta kardeşiz işte. Kardeş sayılırız. Ve sen benim en savunmasız zamanımda girdin hayatıma. Hem de en beklenmedik şekilde. Belki de bu yüzden seni bu kadar sahiplendim. Tüm bunları söylemek yerine odunca bir ifadeyle duygusallıktan uzak "Saçma saçma konuşma hadi git uyu dinlen. Çok yakında yeniden okula başlıyorsun." dedim yalnızca.

Çarpık bir gülüşle söylediklerim hoşuna gitmiş gibi karşılık verdi. "Biliyor musun, senden bayağı despot bir anne olurmuş." Samimi bir yüz ifadesiyle başını salladı. "Ve emin ol çok iyi bir anne olurdun."

İyi bir anne olmak... Eğer öyle olabilseydim bebeğimi koruyabilirdim, onu kaybetmezdim. Buna ben Kerem kadar emin olamıyordum ne yazık ki. "Beni böyle duygusallıklarla kandıramazsın. O dersleri çalıştığını göreceğim." Biraz daha orada durursam dolacağını hissettiğim gözlerimi kaşıyormuş gibi davranıp saklamayı başardım. "Hadi bakalım odana, marş marş." Odama girdiğimde tüm kalkanlarım inmişti. Savunmasız kalmıştım. Kendimi serbest bıraktım. Özgürce gözyaşlarımın süzülmesine izin verdim.

❝Valentino❞

Arabada telefonum çaldığında bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Bu yüzden olabildiğince uzaklaşmak istedim Lâl'den. "Bir şeye ihtiyacınız olursa beni ararsın." Onları geride bırakırken bahçeye çıktım ve Luigi'nin aramasını yanıtladım. "Evet?"

"Öncelikle yanlış alarm, Vural ölmemiş. Zehirlenmiş ama hastaneye kaldırılmış, durumu hakkında detaylı bilgim yok ama şuan yaşıyor."

Lâl onu öldürdüğünü sanıp boşuna vicdan azabı çekmişti. "Güzel. Çünkü onu kendi ellerimle öldüreceğim."

"İyi bir haberim daha var."

"Nedir?"

"Vural'ın kasasını bulduk. İsviçre'de sahte bir isimle kasa kiralamış. Kısacası, video kayıtları şuan elimizde."

Sonunda. Beklediğim haber. Sevinmekle verilmek arasında kalmıştım. Uzun zamandır aradığım kayıtlar artık elimdeydi. Yutkundum. "Tek kopya mı?"

"Değil." Zaten onun gibi birinin tek kopya saklayacağını düşünmek aptallık olurdu. "Ama tüm kopyaları elimizde."

"Emin misiniz?"

"Evet."

Hoşuma gitmese de bu soruyu sordum istemsizce. "Kayıtları izlediniz mi?"

"Aradığımız kayıtlar olup olmadığını anlamak için Pietro çok küçük bir kısmına baktı. Bunun dışında hayır, izlemedik. Senden bir komut gelmeden hiçbir şey yapmadık. Geldiğinde kendin izlersin."

"Tamam, tüm kopyalarını silin ve tek kopyasını da bana gönderin. Hemen." Hırsla ekledim. "Ve o piç kurusunu yakalayıp bana getirin." Telefonu kapattığımda içim tuhaf bir huzurla dolmuştu. Aynı zamanda tekinsiz bir duyguyla. Huzursuzluk. O kayıtları izlemeye hazır mıydım bilmiyordum. Belki de izlememeliydim. Olanları Lâl'den dinlemeliydim. Bunu izlemek bana ne hissettirecekti? İyi gelmeyeceği kesindi. Ama yüzleşmek zorundaydım. Sadece önce Lâl'den duymalıydım. Yolun sonuna gelmiştik. Bunların konuşulması gerekiyordu.

Otele girdiğimde Montrel Lâl ve Kerem'in çoktan odalarına geçtiklerini söyledi. Montrel Luigi'nin gönderdiği kayıtları bana teslim ettiğinde derin bir nefes aldım. "Tamam, sen işine geri dönebilirsin."

İtaatkâr bir biçimde başını sallayan adam yanımdan ayrıldı. Bense asansör kabinine girdiğimde gergindim. Duyacaklarıma, göreceklerime, öğreneceklerime hazır mıydım bilmiyordum. Bildiğim tek şey vardı, onunla ilgili hiçbir sır beni Lâl'den ayıramazdı. Onu sevmekten alıkoyamazdı. Aynı şeyi Lâl için söyleyemezdim belki ama bu benim için o kadar basit bir şey değildi. Ondan vazgeçmek. Mümkün değildi.

Hepimizin sırları vardır. Benim de vardı. Lâl'in bilmediği, öğrendiğinde kaldıramayacağı türden. Onu tanıyordum. Öğrendiği anda yüzüme bile bakmayacağını, onu yanımda tutamayacağımı, arkasına bile bakmadan kaçacağını biliyordum. Ama aynı şey benim için geçerli değildi. Elimdeki bu kayıtlarda ne olursa olsun ben yine onu bugünkü gibi severdim.

İlişkilerde bir denge vardır. Hep bir taraf daha fazla sever. Bu ilişkide daha fazla seven bendim. En başından beri bunu biliyordum. Yorucuydu ama bunu kabullenmiştim. Çünkü başka çarem yoktu. Onsuz bir hayat düşünemiyordum. Bunun için ne gerekiyorsa da yapacaktım.

Asansörden indim ve usulca koridorda yürüdüm. Lâl'in odasının önünde durduğunda derin bir nefes aldım ve hazır hissettiğimde kapıyı çaldım. Kapıyı açtığında merakla bana baktı.

"Valentino."

"Konuşmamız gerekiyor. Müsait miydin?"

Kısa bir an tereddüt ettikten sonra onaylayarak başını salladı ve "Tabii," diyerek kapının önünden çekildi ve beni içeri buyur etti. Odaya girdiğimde yüzündeki merak daha da tırmanıp sesine yansımıştı. "Valentino, bir sorun mu var?"

Sıradan bir yüz ifadesiyle söze girdim. "Vural ölmemiş."

Rahatlamış bir biçimde aldığı nefesi bırakan kadın "Çok şükür..." diye inledi. "O pisliğin yaşadığına sevineceğim aklımın ucundan geçmezdi. Ama onu öldürmediğim için... Bilmiyorum işte Valentino, içim rahatladı." Kadının gözleri elimdeki zarfa döndüğünde yüzüne baktım. "O nedir?"

Lâl'in yanıtını öğrenmek istediği sorunun yanıtına baktım. Elimdeki zarfa. Sakinliğimi korurken içimde beni yiyip bitiren merakı dizginlemeye çalıştım. Zarfı gösterdim. "Vural'ın seni tehdit ettiği video kayıtları elimde. Tek kopyası." Şaşkınlıktan bir şey söyleyemeyen kızın dakikalar içinde yüzü kızardı. Kekeler gibi sesler çıkarsa da konuşamadı. Merakla dudaklarımın arasından çıkacak cümleleri bekliyordu. "İzlemedim." Soru dolu bir ifadeyle söyleyeceklerimi dinliyordu. "Çünkü elimde ne olduğu senden duymak istiyorum."

İkimiz de yolun sonunda olduğumuzu biliyorduk. Her sırrın bir ömrü olduğu gibi bu sırrın da ömrünün buraya kadar olduğunu. Artık gerçekleri konuşmanın zamanı gelmişti.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌟 85 Bin okunmaya özel yeni bölümümüzle karşınızdayım! Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. ✨ Aslında bu bölümü biraz daha kısa planlamıştım ama yine uzun uzadıya oldu. 😅 Bundan sonraki bölümleri biraz daha kısaltmayı düşünüyorum, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yorumlara yazabilirsiniz. Sonunda dananın kuyruğu koptu, Lâl'in sakladığı o büyük sır Valent'in elinde. Sizce uzun zamandır Lâl'in sakladığı bu sır, kayıtlardaki olay ne? Bu konudaki uçuk da olsa teorilerinizi ve tahminlerinizi de mutlaka buraya bekliyorum. Önceki bölüme yorumlarınız çok azdı, bu beni çok üzdü. Hadi bu bölümün yorumlarını coşturalım olur mu? Sizleri aşırı aşırısı seviyorum, canımsınız! Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 💖

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%