Yeni Üyelik
44.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 30

@buzlarkralicesi


UYARI: Bu bölümde yetişkin içerik barındıran yoğun şiddet ve işkence sahneleri bulunmaktadır. Okuyacak olanların dikkatine sunulmaktadır.

*

-30-

❝Lâl❞

Anlattıklarım beni tuhaf bir biçimde rahatlattı. Sanki sırtımdan büyük bir yük kalkmış gibi ferahlamış hissediyordum. Artık sır yoktu, gizem yoktu. Her şey o kadar berraktı ki bu duyguyla özgürleşmiş hissediyordum. Sanki büyük bir mide bulantısından sonra kusup rahatlamak gibiydi. İçimdeki tüm zehirlerden kurtulmuştum. Yorgun bir ifadeyle ekledim. "Sonra Vural geldi, cesetten kurtulmamız için bize yardım etti falan. Olan biten bu."

Düşünceli bir biçimde anlattıklarımı dinleyen Valentino sıradan bir olayı dinler gibi sakindi. Bu tür şeylere alışık olması sürpriz olmasa gerekti ancak yüzündeki düşünceli ifade başka sebepten olsa gerekti. Çenesini kaşırken "Tamam, bir kaza olmuş ve biri ölmüş anladım. Ama katil Batur olmasına rağmen Vural nasıl seni suçlu gösterebiliyor?" diye sordu. Kafasında oturmamış parçalar olması çok normaldi.

Elindeki görüntüleri işaret ederek yanıtladım. "Kayıtları izlediğinde sen de göreceksin zaten. Hepimiz cesetten kurtulma, kanıtları yok etme, kan izlerini silme konusunda Batur'a yardım ettik. Ama Vural video kayıtlarını öyle bir montajlamış ki sanki cinayeti işleyen de cesedi yok etmeye çalışan da benmişim gibi göstermiş. Yani bu görüntüler beni suçlu göstermeye yeter de artar bile." İç geçirdim suçluluk duygusuyla. "Ayrıca bir cinayeti bile bile susmak da en az cinayeti işleyen katil kadar suçlu yapar beni, orası ayrı." Bir itirafta bulunur gibi samimiydim onunla konuşurken. Evet, bir ilişkiyi yürütmeyi başaramamıştık ama buna rağmen hâlâ en güvendiğim kişiydi Valentino. "Uzun yıllar bunun suçluluğunu yaşadım. Sanki hayatımda her şey yolundaymış gibi bir de bunun yükünü taşıdım. Geceler boyu Okay'ı rüyalarımda gördüm. Onun ölüm anını. Her şey gözümün önünde gerçekleşmişti, bir anda olmuştu. Çok yakındık. Ben bunu atlatamadım. Düşünsene, onun bir ailesi vardı ve onu arıyordu ama o... O toprağın altında bilinmeyen bir yerde öyle sahipsizce gizleniyordu. Bizim yüzümüzden." Kesik kesik nefes aldım. "Bu gidişatı değiştirebilirdim, bunu düzeltmek benim elimdeydi ama yapamamıştım. Bilmiyorum basiretim bağlanmıştı. Çok gençtim, daha 19 yaşındaydım. Odadaki herkes polisi aramamam gerektiğini düşünüyorlardı, polisi aramak istediğim için de beni suçlu buluyorlardı. Manipüle oldum belki de bilmiyorum." Başımı hafifçe yana yatırırken aynı suçluluk duygusunun beni esir aldığını fark ettim. "Napoli'de senin o adamı öldürdüğünü gördüğümde o yüzden fenalaştım. Okay'ın ölüm anı geldi gözümün önüne. Huzursuz edici kötü duygular hissettim. Sanki sana bakarken kendimi gördüm aynada. Ve bu beni korkuttu o an."

"Şimdi o geceki tepkilerini daha iyi anlıyorum."

Taşlar yerine oturmuş gibiydi. Artık puzzleın kayıp parçası tamamlanmıştı. Bir süre aramızda sessizlik hâkimken ikimiz de dalgın ve düşünceliydik. Ben artık ne olacaksa olsun modunda beklerken hiçbir şey umurumda değildi.

Valentino ise sakinlikle "Bundan sonra seni bu videoyla tehdit edemeyecek. Elinde seninle alakalı herhangi bir koz yok." dedi. Güven veren bir tavırla ekledi. "Artık özgürsün."

Acı acı güldüm. "Öyle mi dersin?" Her şey o kadar basit değildi. Keşke olsaydı. Tamam, Vural beni bundan sonra bu videoyla tehdit edemeyecekti ama Başkan'dan kurtulmanın bir yolu yoktu. Bu kadar karmaşık ve çetrefilli bir yaşamın içinden böylesine basit bir yolla kurtulamayacağımı iyi biliyordum. Eh, en azından bu cinayet videosu meselesi çözülmüştü. Bu bile büyük bir gelişmeydi. Ben bunları düşünürken telefonum çaldı. Arayan Haldun abiydi. "Pardon." diyerek Valent'in yanından ayrılıp sürgülü kapıyla suitin diğer tarafına geçtim. "Alo..."

"Lâl, nasılsın canım?"

Eski canlı sesiyle yanıt vermeyen adam beni şaşırtmıştı açıkçası. Normalde sabah programı sunan kadınlar gibi enerjik bir girizgâhı olurdu telefonda. "İyiyim Haldun abi, sen?"

"Ben de iyiyim. Bak ben seni ne için aradım biliyor musun? Bu İhsan'ın sunuculuk yaptığı eğlence programı var ya, reyting rekorları kırıyor hani. Onun yılbaşı programı için seni çağırdılar. Birkaç konuk daha var. Bayağı ünlü isimler katılıyor, sana da teklif getirdiler şarkı söylemen için. Ne diyorsun?"

Yorgun bir biçimde yatağa oturdum. Sakinlikle iç geçirdikten sonra nereden başlayacağımı bilemediğim için direkt konuya daldım. "Haldun abi, çok isterdim ama maalesef katılamam. Ben... Bebeğimi kaybettim. Bu moralle sahneye çıkıp insan falan eğlendiremem. Sağ ol yine de haber verdiğin için."

Telefonun diğer ucundaki adamın keyifsiz nefes alış verişlerini duyabiliyordum. "Anlıyorum canım, çok haklısın. Benim düşüncesizliğim. Ama ne bileyim, belki senin de havan değişir diye düşündüm."

O an kafama dank etmişti. Haldun abi bebek haberini patlatacağını söylemişti ama bununla ilgili bir haber çıkmamıştı. Şimdi de düşük yaptığımı söylediğimde şaşırmamıştı. Nereden biliyor olabilirdi ki? "Sen şaşırmadın Haldun abi? Haberin var mıydı bundan? Ayrıca bebek haberini de vermemişsin basına?"

"Valentino'yla konuştuk. Bana durumu anlattı. Bebeği kaybettiğini, ne kadar üzgün olduğunu ve dağıldığını. Bu hamilelik haberinden sonra bebeği kaybettiğin haberi falan seni daha çok üzeceği için bebek haberini yaptırmamam için ricada bulundu."

"Anladım abi." Her zaman olduğu gibi yine beni düşünmüştü. Bense o dönem hayatı ona zehir etmekle meşguldüm. İşte bu yüzden ayrılmıştık. Çünkü ben ona zarar veriyordum. Uzaktan resmin tamamına bakan biri benim gibi parlak gelecek vaat eden bir kızın kendisine yakışmayan biriyle olduğunu düşünebilirdi. Hatta bu kadar şaibeli bir hayata sahip adamın bana zarar vereceğini düşünebilirdi. Hâlbuki durum tam tersiydi. Her zaman uzaktan baktığımız resim göründüğü gibi olmuyordu işte. Mafya adam masum kızın hayatını mahveder, ona zarar verir. Bizim hikâyemizde durum çok farklıydı. Göründüğünün aksine.

"Bu kadar üzme kendini, daha gençsiniz. Yine çocuklarınız olur."

"Tabii, öyle." Biraz geçiştirdikten sonra vedalaşıp telefonu kapattım. Bu konuları konuşmak artık çok yorucuydu. O da anlayış gösterip uzatmadı neyse ki. Suitin diğer tarafına geçtiğimde Valentino henüz gitmemişti. Onun gibi biri çok mutlu olmayı hak ediyordu. Oysa ben ona sürekli destek olacağıma köstek olmuştum. Mutlu olmak yerine hep önyargılar, şüpheler ve yanlış anlaşılmalarla acı vermiştim. Daha fazlasına hakkım yoktu. Sakince yüzüne baktım. "Gitmemişsin."

Elleri ceplerinde bir süre durdu ifadesiz yüzüyle. O da en az benim kadar yorgun görünüyordu. "Gitmedim."

O an aklıma Kerem gelmişti. Tüm yaptıklarım için bana teşekkür edişi. Uras'la görüşmem gerekiyordu. Hem Kerem'i abisiyle görüştürmek istiyordum hem de Uras'la konuşmak istiyordum. Ve bunu yapabilmem için bana ancak Valentino yardım edebilirdi. En hızlı ve etkili çözüm buydu. Fuat eniştemle konuştuğumda maalesef onun yapabileceği bir şey olmadığını söylemişti. "Senden bir iyilik isteyebilir miyim?"

Sorduğum soruya inanmaz bir biçimde bakan adam "Sen ve iyilik istemek ha?" derken buna şaşırmış görünüyordu. Elleri ceplerinde odayı turlarken bana baktı. "Bu iyi bir gelişme. Benden bir şeyler isteyebildiğine göre hâlâ umut var."

"Valentino."

Ciddi ama rahat yüz ifadesiyle "Benden birçok iyilik isteyebileceğini çok iyi biliyorsun, Lâl." yanıtını verdi. "Bu seramoniye gerek var mı sence?"

Onaylayarak yavaşça başımı aşağı yukarı salladım. "Beni Uras'la görüştürebilir misin? Yani bizi. Yani... Kerem'le beni." Aramızda olan tüm samimiyete rağmen ondan bir iyilik istemek nasıl hâlâ bu kadar zor olabiliyordu? Kendime şaşırsam da durum böyleydi. Ondan bir şey istemek benim için zordu. "Soyadımız tutmadığı için görüştürmüyorlar. Fuat eniştem bu konuda bir şey yapamadı. Belki sen görüşmemize yardım ede..."

Sözümü tamamlayamadan adam eline telefonu aldı ve biriyle görüştü. İki dakikalık bir görüşmeden sonra bana döndü. "Bugün görüşebilirsiniz. Kerem'e söyle, hazırlanın gidelim."

Her şeyin bu kadar hızlı gelişmesine bir an şaşırsam da Valentino Riccardo ile hayat böyle ışık hızıyla geçiyordu işte. Buna şaşırmamayı öğrenmeliydim. Ya da aslında tam tersi. Artık o hayatımda olmayacağına göre sorunlarımın bu kadar hızlı ve kolay çözülmeyeceğine alışmalıydım. Valent'in bana sağladığı bu rahata ve konfora alışmamalıydım. Yoksa sonra çok tökezleyecektim.

Hazırlandım ve Kerem'e haber verdikten sonra onun da hazırlanmasını beklerken holde Wendy'yi aradım. Ne zamandır doğru düzgün görüşememiştik. Açıkçası babaannesinin durumunu merak etmiştim.

İlk çalışta açtı telefonu. Onun ve babaannesinin iyi olduğunu öğrenince rahatlamıştım. "Bak bir şeye ihtiyacın olursa beni ara olur mu Wendy? Durumdan haberdar etmek için de sık sık ara."

"Tamam merak etme sen, ararım." Kısa bir sessizlikten sonra Wendy bu, durur mu tabii hemen İtalya dedikodularını öğrenmek istedi. "Orada neler oluyor peki anlat bakalım." Ben de maalesef gerçekleri anlatmak durumunda kaldım. Normalde sormasa anlatmayacaktım çünkü babaannesinden dolayı yeterince zor bir dönemden geçiyordu. Bir de benim dertlerimle üzülmesini istemezdim. Ama sormuştu bir kere, anlatmazsam başımın etini yerdi. Sonra niye anlatmadın diye canıma okurdu.

"İtalya'da olan bitenden pek haberim yok doğrusu. Çünkü ben İstanbul'dayım." Biraz onunla uğraşmak istediğim için imalı bir ses tonuyla ekledim. "Luigi'den pek haberim yok yani."

"Of saçmalama Lâl! Ben seni merak ediyorum. Bana ne Luigi'den, köpek görsün onun yüzünü." Luigi'ye öfkeli olduğunu anlamam pek zor olmamıştı. Konuyu bilmiyordum ama gözle görülür bir biçimde kırgın olduğu anlaşılıyordu. "Sen nasılsın, Valent'le nasılsınız onu söyle bana."

"Wendy biz ayrıldık." İçinde bulunduğum durumu tariflemek için panikle açıkladım. "Yani şuan birlikteyiz ama ayrıyız. Yani birlikteyiz ama sevgili olarak değil." Anlatabildiğimi hiç sanmıyordum ama neyse. Biraz daha rahat bir ifade takınarak ekledim. "Uzun lafın kısası, Valentino'yla ayrıldık." Sakinlikle aldığım nefesi verdim. "Böylesi hepimiz için daha iyi. Birbirimizi yıpratıp duruyorduk." Hemen düzelttim. "Daha doğrusu ben onu yıpratıp duruyordum. Ona daha fazla zarar vermek istemiyorum artık. Uzak kalmamız daha iyi olacak sanırım. Biz bu ilişkiyi yürütmeyi beceremedik."

"Valla onu bunu bilmiyorum ama benim tanıdığım Valent seni öylece bırakıp arkasını dönecek gibi durmuyor. Bu işin peşini bırakmaz."

Bunu bilmek için müneccim olmaya gerek yoktu herhâlde. "Neyse Wendyciğim, sen beni durumlardan haberdar edersin. Şimdi kapatmam lazım. Görüşürüz."

"İşine gelmeyince konuyu öylece kapat bakalım. Neyse. Hadi görüşürüz."

Telefon görüşmemizden sonra Kerem hazırdı. Valent ikimizi de Uras'ın yanına götürdü. Yol boyunca arabada hiç konuşmamıştık. Ben sessizce dışarıdaki manzarayı seyrediyordum. Arada bir Valent'e bakarken yakalanmıştım ama ona bakmıyormuş gibi başımı çevirdim. İnandı mı? Sanmıyorum.

Uras ve Kerem'i müdürün odasında buluşturduğumda iki kardeş de özlemle birbirlerine sarıldı. Kerem başına gelenlerden bahsetmek zorunda kaldı. Aslında Uras'ı üzmek istemiyorduk ama gerçekleri de bilmeliydi. Kerem her ne kadar istemesem de kendisine ne kadar yardımcı olup sahip çıktığımdan bahsetmeyi ihmal etmedi.

Kerem'in yaptığım şeyleri şişirip şişirip anlatmasına son vermek için "Senin çenen iyice açıldı anlaşılan." diye sözünü kestim. "Hadi abinle bizi biraz yalnız bırak."

"Nedenmiş o?"

Onu kızdırmak hoşuma gittiği için Uras'a kaş göz yaptıktan sonra "Biz yetişkinlere özel şeyler konuşacağız." yanıtını verdim Kerem'e.

"Bana bak ben çocuk değilim!"

"He tamam değilsin, hadi şimdi çık abinle bizi yalnız bırak."

Kerem çıktıktan sonra Uras'la konuşma fırsatı bulmuştum. İçi rahat etsin diye kurtulacağını söyledim. Bunu bilmek içinde bulunduğu durumda onu daha da rahatlatacaktı. "Yakında çıkacaksın, bunu biliyorsun değil mi? O zamana kadar da Kerem bana emanet merak etme."

"Nasıl olacakmış o? Beni buradan nasıl çıkarmayı düşünüyorsun? Başkan buna asla müsaade etmez."

"Merak etme, ben onunla konuştum. En kısa sürede çıkacaksın. Sen çıkamazsan o da senin yanına gelecek."

"Anlamadım?"

"Boş ver." Sakinlikle ekledim. "Her şey yolunda merak etme, dışarıda aklın kalmasın. Kerem benimle güvende."

Duyduklarından memnun olan adam bana sarıldı. "Lâl, teşekkür ederim. Kerem'le çok ilgilenmişsin. Onu Başkan'a yem etmedin, korumaya çalıştın. Sen çok cesur, delikanlı bir kızmışsın. Sağ ol."

"Saçmalama. Ben bir şey yapmadım. Sadece Başkan'ın bir insanın daha hayatını mahvetmesine katlanamadım, o kadar. Ne gerekiyorsa onu yaptım."

Merakla kaşlarını çattı Uras. "Sen Başkan'ı bu kadar korkutacak ne biliyorsun ki? Onu nasıl bu kadar korkuttun? Kerem'in anlattığına göre senin sözünden oldukça çekinmiş."

Başımı hafifçe salladım ve "O da bana kalsın." diyerek geçiştirdim.

Çekingen bir yüz ifadesiyle "Bu arada..." diyerek söze girdi adam. "Bebek için üzüldüm. Sen iyi misin?"

"İyi olmaya çalışıyorum. Her şey henüz çok yeni." Elini tuttum yorgun bir tebessümle. "Sen bizi merak etme. Biz iyiyiz. Kerem de aksatmadan okuluna gidip gelecek, her şey yolunda."

"Sana olan borcumu nasıl ödeyeceğim bilmiyorum, kardeşimi ortalıkta bırakmadın."

"Bana bir borcun yok. O benim de kardeşim ve bana emanet. Aklın kalmasın. Sen burada iyi olmaya bak. Şimdi gitmemiz gerekiyor, kendine dikkat et tamam mı?"

"Tamam. Tekrar teşekkür ederim. Çıktığımda daha rahat konuşuruz."

Görüşmeden çıktığımızda Kerem abisini gördüğünden dolayı içi rahatlamıştı. Daha uysaldı. Söz dinliyordu. Okula döneceği için gizli de olsa heyecanlı olduğunu hissedebiliyordum. Onun rahat ve güvende hissetmesi hoşuma gidiyordu.

❝Valentino❞

Lâl ve Kerem'i otele bıraktıktan sonra birkaç işim vardı halletmem gereken. O sırada telefonum çaldı. Yanımda Nikolai de vardı. Montrel'den beklediğim telefonu aldığımda rahatlamıştım. İçimdeki kan kokusunu özleyen o canavar yeniden uyanmıştı. Önde ben, arkada Nikolai demir merdivenleri inerken onunla yüzleşeceğim için kendimi rahatlamış hissediyordum. Sonunda ondan kurtulmam için önümde hiçbir engel kalmamıştı.

Piç kurusu.

Bunu çoktan hak etmişti. Sevdiğim kadına zarar verdi. Ona tecavüz etti, elimden almaya çalıştı, Lâl'i sevmek adı altında her açıdan ona zarar vermek için elinden geleni yaptı. Bu sevgi değildi, olamazdı. Aşk hiç değildi. Bunun tek bir adı olabilirdi, saplantı. Belki de sadizm. Bir insan sevdiği kişiye bu şekilde zarar vermekten zevk alamazdı. Vural kendini prensesine umutsuzca âşık bir prens sanan zavallının tekiydi. Ve böyle bir sonu hak ediyordu.

Kapıdan içeri girdiğimde ikimiz de deja vu yaşıyor gibiydik. Başkan'la onu cezalandırdığım anın aynısını yaşıyorduk sanki. Tavana asılı duran ağzı yüzü dağılmış adam beni gördüğünde çarpık bir gülümseme sundu. "Valentino Riccardo, özleştik galiba." Sadist gülüşü genişledi. "Şükür kavuşturana diyelim mi? Ama ben bu anı daha önce yaşamıştım sanki."

Bense rahatlığımdan ödün vermedim. "Hatalarından ders almadığın için olabilir." Ellerim ceplerimde ona doğru yavaş adımlarla yürüdüm. "Bilirsin, bir şaman öğretisi şöyle der... Ders sen öğrenene kadar devam eder."

Çirkin bir tebessümle gözlerini kısıp bana baktı alayla. "Boş zamanlarında felsefe kitapları falan mı okuyorsun sen?"

Güldüm. Nikolai bir bana bir de ona şaşkınca bakıyordu. Maçta iki rakibi izleyen heyecanlı bir taraftar gibi görünüyordu. Ona döndüm. "Nikolai, seni buraya neden getirdim biliyor musun?"

"Bilmiyorum, efendim."

"Bu adamın suçunu biliyorsun. Onu daha önce uyardığıma da şahit oldun. Buna rağmen kendisi söylediklerimi ciddiye almadı. Senin bu konudaki yorumunu merak ediyorum."

"Bana kalırsa hayatının en büyük hatasını yaptı."

"Doğru cevap." diye onayladım Nikolai'nin sözünü.

Tavanda asılı duran adam ise bunu umursuyor gibi görünmüyordu. "Valentino Riccardo..." diye sayıkladı ismimi dalgınca. "İşin gücün şov. Adamlarını buraya toplayıp gösteri yapmaktan başka bir şey yaptığın yok." Büyük bir özgüvenle ekledi. "Bana hiçbir şey yapamayacağını biliyorsun. Elimde o görüntüler olduğu sürece de yapamayacaksın. Beni her gün buraya götürüp her bir parçamı koparsan da Lâl'den vazgeçmeyeceğim."

"Ben durumu o kadar uzatmayı düşünmüyorum. Bana kalırsa çok bile uzadı. Elindeki görüntülere gelirsek..." Yüzümde acımasız bir tebessüm belirdiğinde kapının önündeki adamımı baş işaretiyle çağırdım. Elindeki CD'leri aldım ve "Bu kayıtlardan mı bahsediyorsun?" diye sordum. Karşımdaki adamın yüzündeki gülüşün silindiğini ve yüzünün solduğunu gördüğümde buz gibi bir ifadeyle "Ne yazık." dedim yalnızca. "Artık tehdit edebileceğin bir şeyin de kalmadı. Kasanı buldum, patlattım. Video kayıtları tüm kopyalarıyla elimde." İç geçirdim. "Vural Sezer... Çoğu kişinin hayalini kurduğu varlıklı, parlak bir yaşam sürdün. Ama bunun kıymetini bilemedin. Benim olana dokunmaya kalktın, bu yüzden herkesin ders alması gereken bir ölümü hak ettin."

CD'leri getiren adamın kulağına eğilip gerekli talimatları verdikten sonra tekrar Vural'a döndüm. "Senin için çok trajik bir son."

Nikolai'nin şaşkın bakışları arasında tavana asılı duran elleri bağlı, acıyla kıvranan adamın sol ayağına elektrikli testereyi geçirmelerini izledim. Onun korkunç sonunu seyretmekten zevk aldım. Her salisesinden. Adamın kopan bacağı bir köşeye fırladı ve vücudundan canlılığa dair emareler bir bir yok oldu. Tavana asılı kolları çözüldüğünde boş bir patates çuvalı gibi yere yığıldığında yüzü bir ölü gibi cansızdı. Uzanıp iğrenç vücuduna dokundum. Nabzı atmıyordu. Ölmüştü. Adamlarımdan birine döndüm. "Geberdiğine emin olun. Kopan bacağını da bulunabilecek bir yere atın. Herkese ders olsun."

Odadan çıkmak üzereyken Nikolai'ye baktım. "Seni buraya çağırdım. Çünkü geçmişte bir hata yaptın. Lâl'i koruyamadın. Beni tanıdığın kadarıyla anlamışsındır, affedici biri değilimdir. Bana yapılan hataları asla affetmem ama bu istisnai bir durumdu. Vural affedilmeyecek cinsten hatalar yaptı ve bunlardan pişman olmadı. Sonunu görüyorsun. Senin yaptığın hatalardan ders aldığını umuyorum." Yanıt bekler gibi adamın gözlerine baktım. "Yanılıyor muyum?"

Sertçe yutkundu Nikolai. "Yanılmıyorsunuz efendim. Bu hatanın tekrarı asla olmayacak."

"Güzel. Şimdi işinin başına dönebilirsin." Nikolai ellerini önünde birleştirip başını salladı ve yanımdan ayrıldı. Tuhaf bir biçimde Nikolai'de huzursuz olduğum bir şeyler vardı. En az diğer adamlarım gibi defalarca sadakatini kanıtlamış biri olsa dahi önsezilerim onun hareketlerinde rahatsız hissetmem gereken şeyler olduğunu söylüyordu. Ancak Lâl bu adama gereğinden fazla güvenmişti, onunla arkadaşlık kurmuştu ve adamın da gözle görülür kasti bir hatası yoktu. Bu durumda yapılacak tek bir şey vardı. Şimdilik sadece sessizce gözlemlemekten başka yapılacak bir şey yok gibi görünüyordu.

❝Nikolai❞

Buraya neden getirildiğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Normal şartlarda Riccardo burada görevi olmayan bir adamını cezalandıracağı kişinin yanına getirtmezdi. Kapı açıldığında ve içeri girdiğimizde kafamda bir tahmin oluştu. Vural Sezer. Lâl'in kaçırıldığı gün bir hata yapmıştım. Artık bu konuyla yakından ilgili biriydim Don Riccardo'ya göre. Bana gözdağı verme amacı olabilirdi. Ders almam icin buraya getirilmiştim.

Cezalandırılmak için getirilen adam yaşadıklarından hiç ders almışa benzemiyordu. "Bana hiçbir şey yapamayacağını biliyorsun. Elimde o görüntüler olduğu sürece de yapamayacaksın. Beni her gün buraya götürüp her bir parçamı koparsan da Lâl'den vazgeçmeyeceğim."

Onu tanımıştım. Lâl'i. Gerçekten savaşmaya değer bir kadın olduğu konusunda bu iki adamla da hemfikirdim. Ama Vural denen bu adamın cesareti aşktan çok narsisizm ile ilgiliydi bana göre. Her zaman en büyüğün ve kazananın kendisi olduğunu sanması da bu yüzdendi. Valentino Riccardo'nun yanında kazanmasının mümkün olmayacağını anlamak üzereydi ama ne yazıktı ki çok geç olacaktı.

Riccardo'nun yüzünde acımasız bir tebessüm belirdiğinde kapının önündeki adamını baş işaretiyle çağırdı. Elindeki CD'leri aldı ve sallayarak "Bu kayıtlardan mı bahsediyorsun?" Karşısındaki adamın yüzündeki gülüşün silindiğini ve yüzünün solduğunu gören Riccardo buz gibi bir ifadeyle "Ne yazık." dedi yalnızca. "Artık tehdit edebileceğin bir şeyin de kalmadı. Kasanı buldum, patlattım. Video kayıtları tüm kopyalarıyla elimde." İç geçirdi. "Vural Sezer... Çoğu kişinin hayalini kurduğu varlıklı, parlak bir yaşam sürdün. Ama bunun kıymetini bilemedin. Bu yüzden ölümün için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim."

CD'leri getiren adamın kulağına eğilip sessiz bir şeyler söyledikten sonra tekrar Vural'a döndü Riccardo. "Senin için çok trajik bir son." Bahsi geçen CD'lerde ne olduğuna dair bir fikrim yoktu ve çok merak ediyordum. İçeriğini öğrenmek için her şeyimi verebilirdim.

Riccardo'nun adamlarından biri aavana asılı duran elleri bağlı, acıyla kıvranan adamın sol ayağına geçirdi elektrikli testereyi. Aniden etrafın şiddetle kana bulandığını anbean izledim. Korkunçtu. Tek kelimeyle korkunç. Ancak bu sonu hak etmediğini söyleyemezdim. Bunun için şansını çok fazla zorlamıştı. Don Valentino Riccardo'ya ait bir yere girip yine ona ait bir şeyi çalmak. Hem de çok değerli bir şeyi. Daha fazlasını hak etmişti.

Adamın gözlerimizin önünde dehşet dolu haykırışlarla can çekişerek ölümünü izledikten sonra bir kez daha anlamıştım, Lâl'in yanındaki Valentino Riccardo'yla karanlık dünyadaki Riccardo arasında inanılmaz bir fark vardı. Lâl buradaki Valentino'yu tam anlamıyla tanısaydı eminim çok korkardı.

Vural'ın yanında benimle neden sohbet ettiğini anlamamıştım doğrusu. Ancak her şey olup bittikten sonra odadan çıkmak üzereyken bana döndüğünde çakmak çakmak bakışlarında tehlikeyi gördüm. "Seni buraya çağırdım. Çünkü geçmişte bir hata yaptın. Lâl'i koruyamadın. Beni tanıdığın kadarıyla anlamışsındır, affedici biri değilimdir. Bana yapılan hataları asla affetmem ama bu istisnai bir durumdu. Vural affedilmeyecek cinsten hatalar yaptı ve bunlardan pişman olmadı. Sonunu görüyorsun. Senin yaptığın hatalardan ders aldığını umuyorum. Yanılıyor muyum?"

Sakin kalmaya çalışarak yutkundum ve "Yanılmıyorsunuz efendim. Bu hatanın tekrarı asla olmayacak." diye karşılık verdim.

"Güzel. Şimdi işinin başına dönebilirsin."

Odadan ayrıldığımda gergindim. Neden böyle bir konuşma geçmişti aramızda? Anlam veremiyordum. Aklında bana dair şüpheleri olabilir miydi? Bilmiyordum. Çok dikkatli olmalıydım.

❝Lâl❞

Odada yalnız geçirdiğim birkaç saat sıkıcı geçmişti. Bu zamanı biraz değerlendirmek istedim. Ilık bir duş aldım, üstüme başıma çeki düzen vermeye çalıştım. Darmadağındım ve bu görüntüden biraz olsun kurtulmak için yüzüme biraz renk vermeye gayret ettim. Kapı çaldığında gelenin Kerem olduğunu düşündüm ve yavaş adımlarla ilerledim. "Bana bak eğer okuldan kaytarmak için beni ikna etmeye geldiysen hiç umutlanma." Kapıyı açtığımda gelenin Valentino olduğunu görünce ciddileştim. "Sen miydin?"

"Sen başkasını bekliyordun herhâlde."

"Kerem yine zevzeklik yapmaya geldi sanmıştım." Kenara çekilip onu içeri buyur ettim. "Gelsene."

Usulca içeri girdi. "Seninle konuşmak istiyorum." Benim savunmaya geçeceğimi anlayan adam "Aramızdaki sorunlarla ilgili değil." diye ekledi. Yeni bir tartışmaya onun da hevesli olmadığı açıktı.

"Dinliyorum."

"Burada daha fazla kalamayız. İşlerimi daha fazla erteleyemem. İtalya'ya dönmem gerekiyor." Eh, haklıydı adam. Bu kadar iş güç arasında çok bile kalmıştı. Ama benim de durumum ortadaydı, öyle elimi kolumu sallayarak gidemezdim. Düşüncelerimden bağımsız bir biçimde devam etti adam. "Hem burada kalmak seni de tehlikeye atar, biliyorsun. Bunu daha önce konuşmuştuk. Bu yüzden senin de benimle gelmen gerekiyor."

"Valentino, seni anlıyorum. İtalya'ya dönme konusunda haklısın, dönmelisin de elbette. Ama ben şu aşamada gelemem. En azından Uras hapisten çıkmadan hiçbir yere gidemem. Kerem'i nasıl yalnız bırakayım? Ya Başkan ona bir şey yaparsa, zarar verirse? Gemiyi terk eden fareler gibi kendimi düşünüp kaçmamı beklemiyorsun herhâlde."

Yapıcı bir biçimde karşılık verdi Valentino. "Elbette senden böyle bir şey beklemiyorum. Ama burada kalamayacağını da biliyorum." Güven veren bir edayla "Merak etme, hem Uras'ın çıkarılmasıyla ilgileniyorum hem de Kerem'in korunmasıyla ilgili gereken tedbirleri alacağım. Uras'ın çıkması da çok sürmez." Kendinden emin bir ifadeyle "Sen de eşyalarını toplasan iyi edersin." dedi ve lafı fazla uzatmadan odadan çıktı.

O gün gitmek için toparlanmakla ilgili kafamda soru işaretleri olsa da Valentino'yu dinledim. Onun boş konuşan biri olmadığını öğreneli çok olmuştu. Ve söylediği gibi de oldu. 2 gün sonra Uras çıktı. Bu mutlu haberi aldığında Kerem'in gözleri ışıl ışıldı.

Otelin restoranında kahvelerimizi içerken Kerem aklında soru işaretleriyle bir bana bir de Valent'e bakıyordu. Bana "Senin tehdidin mi işe yaradı yoksa Valentino'nun bağlantıları mı?" diye sordu.

Kahvesinden bir yudum alan Valentino istifini bozmadan "Her ikisi de." yanıtını verdi.

Kahvelerimizi içtikten sonra Uras'ı karşılamak için otelden çıkacaktık. Eşyalarımızı toplamak için odalarımıza çıktık. Odama girdiğimde tüm eşyalarımın toplandığını ve bavullarımın bir köşede beklediğini gördüm. Birkaç dakika sonra aralık kapıdan içeri Valentino girdi. "Müsait misin?"

"Girdin bile."

İğneleyici bir alaycılıkla karşılık verdi adam. "Hazırcevaplığından bir şey kaybetmemiş olman ne hoş."

Dalgın bakışlarla odaya son kez baktım. Unuttuğum bir şey yoktu. Bakışlarım bavullara kaydı. Yine gidiyordum. Onunla. Bu kez öncekilerden çok daha farklı bir belirsizliğe.

"Hazırsan çıkalım. Montrel eşyalarını alır."

Adam çıkmaya hazırlanırken düşünceli bir yüz ifadesiyle yatağın kenarında ayakta duruyordum. Kontrolüm dışında "Neden ben?" cümlesi çıktı dudaklarımın arasından.

Valentino ise "Anlamadım." dedi sade ve abartısız bir merakla.

"Beni neden seviyorsun? O kadar kadın arasından neden beni seçtin?"

"Ben değil, sen seçtin beni. Sadece bunun farkında değilsin." Duraksadı. "Nereden çıktı bu şimdi?"

"Bazen ben bile kendime katlanamazken sen neden bana katlanıyorsun? Neden senin değerini bilen birini sevmiyorsun da beni seviyorsun? Daha aklı başında, düşünceli, dinleyip anlamayı bilen, daha söz dinleyen birini sevmek yerine neden ben? Tüm aksiliklerime, huysuzluklarıma rağmen neden? Neden beni bu kadar seviyorsun, Valentino? Bu sana haksızlık değil mi?"

Elleri ceplerinde olan adam omuz silkti. "Aşk öyle bir şey değil, Lâl. Katlanabileceğin birini sevmiyorsun, sevdiğin kişiye katlanmayı öğreniyorsun. Seni seviyorum çünkü kalbim böyle istiyor. Sebebini bilmiyorum." İlk defa bu kadar samimi yanıtlar veriyordu. Sanki aşkı bilmeyen birine aşkı anlatır gibiydi. "İnatçılıklarını seviyorum. Hazırcevaplığını. Laf sokmalarını seviyorum. Kıskançlıklarını. Ani öfke patlamalarını bile seviyorum. Sinirlendiğinde evdeki tüm eşyaları kafama fırlatmanı seviyorum. Evimde cıvıl cıvıl renkli bir çiçek gibi dolaşıp her yere neşe saçmanı seviyorum. Mutfağa girip adını bile bilmediğim o ilginç yemekleri yaparken mırıldandığın şarkılarını seviyorum. Asla anlayamadığım o komik Türkçe deyimlerini seviyorum. Ağzına geleni söylemeni, ağzından kaçan küfürleri seviyorum. Seni seviyorum, Lâl. Her şeyinle seviyorum. Nedenini ben de bilmiyorum. Ama başkaları yapsa irite olacağım, öfkeleneceğim şeyler sen yapınca hoşuma gidiyorsa seni gerçekten seviyorum demektir." Düşünceli bir biçimde ekledi. "Bu bana haksızlık mı? Bilmiyorum. Açıkçası umurumda değil. Ben hâlimden memnunum, Lâl. Belki de ben senin canıma okumanı seviyorum."

Ona arkama döndüğümde ister istemez gözlerim dolmuştu. Bu kadar sevgiyi hak etmiyordum ki. Beni neden bu kadar seviyordu? Gerçek ailem bile beni bu kadar sevmezken birdenbire karşıma çıkıp her şeyim olan bu adam neden beni ailem olacak kadar çok seviyordu? Sanırım bunu hiçbir zaman anlayamayacaktım. Çaktırmadan gözyaşlarımı sildiğimde sıradan bir ifadeyle konuyu dağıttım. "Hadi çıkalım madem. Gecikmeyelim."

Kerem'le vedalaşırken başka bir duygusal sahneye daha saplanıvermiştim. Kerem ilk defa bana sarıldı aniden. "Her şey için çok teşekkür ederim. Eyvallah yani." Nasıl kibar olunur bilmeyen çocuğun teşekkürüne güldüm. "Sen çok iyi birisin. Yaptıklarım için de kusura bakma."

Omuz silkerek "Unuttum bile." diye yanıtladım. Sarılmasına karşılık verdim. "Okulu asmıyorsun."

Emir alan bir asker edasıyla karşılık verdi Kerem. "Anlaşıldı komutanım."

Duygusallığımı gizlemeye çalışarak tehditkâr bir biçimde işaret parmağımı salladım. "Kavga ettiğini duyarsam atlarım uçağa gelirim, terlikle kafana vura vura patlatırım bak demedi deme!"

Güldü çocuk. "Tamam, söz kimseyle dalaşmayacağım."

Başımı salladım "İyi." derken. Biraz duraksadıktan sonra "Gel buraya." diyerek onu kendine çekip yeniden sarıldım. "Kendine dikkat et. Arada beni arayıp durumundan haberdar et."

"Merak etme."

Vedalaşmamız biraz salya sümük olsa da mutluydum. Uras çıkmıştı, Valentino şimdilik Kerem'le kalacakları bir ev ayarlamıştı. Kerem okuluna devam edecekti. Her şey yoluna girmişti. Bu cephede her şey düzene girmişti.

Peki ya diğer cephede?

İtalya'ya dönmek için uçağa bindiğimizde ikimiz de sessizdik. Ben camdan dışarıyı seyrederken düşünceliydim. Valentino'yla İtalya'ya dönüyordum. Ama neye döndüğüme dair en ufak bir fikrim yoktu. Nasıl bir hayat beni bekliyordu? Birbirimize olan duygularımızı bildiğimiz hâlde Valent'le sadece ev arkadaşı olmak nasıl bir duygu olacaktı? Bunları düşünürken uyuyakalmıştım.

Uyandığımda İtalya'ya neredeyse gelmiştik. Biraz daha etrafı seyredip vakit öldürdüm. Valentino ise karşımda oturmuş önündeki dosyaları inceliyordu. Ona bakmamaya çalıştım çünkü ona her kaçamak bakışımda yakalanıyordum. Sanırım bu konuda çok iyi değildim.

Eve döndüğümüzde içeride bir bayram havası vardı. Kocaman salonun tam ortasında süslü bir çam ağacı vardı. Yılbaşı. Ah, doğru ya. Bu kadar karmaşanın arasında aklımdan uçup gitmişti. Paola hala gelmişti. Muhtemelen bu kutlamayı da o organize etmiş olmalıydı. Luigi, Pietro hatta Dmitri ve Irina bile gelmişti.

Yorgun bir gülümsemeyle Irina'ya sarıldım. "Irina, bu ne güzel sürpriz böyle. Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk hayatım. Nasılsın, biraz daha iyi misin?"

Neyi kast ettiğini anlayarak usulca başımı salladım. "Daha iyiyim. Sorduğun için teşekkür ederim."

Yemeğe oturduk. Harika şeyler hazırlamıştı Nina ve yardımcılar. Keyifli bir yemek ve sohbetle kendimi daha iyi hissetmiştim doğrusu. Erkekler işle ilgili konuşurken biz kadınlar da öyle havadan sudan konuştuk.

Yemek sonrası birer kadeh içerken Paola hala mutfağa gittiğinde Irina'yla yalnız kalmıştık. Kadın mahcup bir yüz ifadesiyle "Lâl..." dedi ve söze girdi. "Katerina'dan dolayı çok üzgünüm. Gerçekten. Sonuçta Valentino'yla tanışmalarına ben sebep olmuştum. O... Sonuçta eskiden benim arkadaşımdı ama bu kadarını yapabileceği aklıma gelmezdi. İnan bana."

Katerina'yla Valentino'yu tanıştıranın Irina olduğunu öğrendiğimde bir tık uyuz olmuştum, yalan yok. Ama şimdi Allah aşkına kadının ne suçu vardı ki bu olaylarda? "Irina, saçmalama. Senin bir suçun yok. Seninle aramızda bu sebepten bir sorun olmaz merak etme. Sonuçta sen ne yapabilirsin ki? Bu Katerina'nım terbiyesizliği."

Onaylayarak başını salladı Irina. "Onun bu kadar yüzsüz olabileceğini tahmin edemezdim, gerçekten. Öncesinde de Valent onu terk ettiğinde peşini bırakmamıştı, şansını zorlamıştı ama artık unuttuğunu düşünüyordum. Sonuçta evli, çocuklu, sizin de nişanlı ve bebek beklediğinizi biliyordu. Nasıl böyle oldu anlamadım ve kendimi gerçekten çok suçlu hissediyorum. Onların bir araya gelmesine ön ayak olduğum için."

"Hayır, Irina. Lütfen böyle düşünmekten vazgeç. Senin bir suçun yok. Sonuçta arkadaşlarımızın arasını yapmak bir suç olamaz, değil mi? İçin rahat olsun, ben bu konuda seni suçlamıyorum. Lütfen sen de kendini kötü hissetme."

"Böyle düşünmene çok sevindim, Lâl." Rahat bir nefes aldı Irina. Geldiğinden beri gergin ve diken üstünde olduğunu hissetmiştim zaten. Şimdi konuşup çözümlediğimiz konudan dolayı ferahlamış gibiydi.

Neşeli ve misafirperver bir tavırla sordum. "Bir kadeh daha?"

"Olur." Gülümsedi Irina.

Nina'nın getirdiği içkilerden bir kadeh almaya giderken Luigi usulca geldi yanıma. "Lâl, merhaba."

"Merhaba Luigi." Yüzümde sıradan bir yüz ifadesiyle yumurtlayacağı şeyi bekliyordum çünkü Wendy'le ilgili bir şeyler soracağına çok emindim. Ama tabii çaktırmadım, haberim yokmuş gibi davrandım.

"Wendy de sizinle gelir sanıyordum. Yeni yıl kutlamamıza yetişir diye düşünmüştüm."

"Sanmıyorum, Luigi. Babaannesini o hâlde bırakıp gelemezdi zaten." Havadan sudan bir konudan bahseder gibi ekledim. "Hem sanırım orada yakın arkadaşları kendisinin şerefine kutlama tertip etmiş."

Şaşıran adam "Öyle mi?" derken kıskandığını gizlemeye çalışıyordu ancak elf gözlerim bunu elbette kaçırmadı. Çatla da patla kıskançlıktan Luigi Efendi. Arkadaşımı üzmek neymiş gör gününü. Üzüm üzüm üzül. Bu Riccardo erkeklerini süründürmek bende bağımlılık yapmıştı galiba. Zevk bile alıyordum bundan.

Keyifli bir yılbaşı kutlamasından sonra misafirler dağıldığında biz bize kalmıştık. Şöminenin karşısında soldaki koltukta oturan adam benim masadaki içki kadehlerini topladığımı görünce "Bırak, uğraşma. Nina toparlar daha sonra."

İmalı bir ses tonuyla "Ev arkadaşın olarak görevlerimin bilincindeyim." dedim üstüne basa basa.

Çarpık bir gülümsemeyle karşılık verdi adam. "Ne saçmalıyorsun Lâl, otur şuraya."

"Valla bizim öğrenci evlerinde böyleydi, herkes bir işin ucundan tutardı."

Alayla güldü ve "Tanrı aşkına, buranın öğrenci evine benzer bir yanı var mı?" dedi Valentino. "Burada her şeyi yardımcılar yapıyor." Tepsiyi mutfağa bırakıp odaya geri döndüm. Şöminenin önündeki pufa oturdum. Kısa bir sessizlikten sonra "Elin nasıl oldu?" diye sordu adam.

"Hı?"

"Elin."

Kum torbasını yumruklarken incittiğim elimden bahsettiğini çok sonra anladım. Hâlâ hafif sızlayan eline gitti diğer elim. "Ha, iyi iyi merak etme."

Usulca oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Avını ürkütmemeye gayret eden sinsi bir aslan gibi sokuldu. Yavaşça oturdu ve elimi ellerinin arasına aldı. "Bir bakalım." Yaralı elimi incelerken bakışlarımı ona dikmiş uzaylı seyreder gibi bakıyordum. Bunu fark eden adam duraksadı. "Ne?"

"Ne yapıyorsun Valentino, hayırdır? El falı mı bakıyorsun?"

Güldü adam. "Saçmalama, Lâl. Elinin durumuna bakıyorum." Biraz daha inceledikten sonra "İyi görünüyor." diye mırıldandı.

Alayla sordum. "Ölecek miyim doktor bey?" Kendi esprime gülerken o ışıl ışıl gözleriyle bana bakıyordu. Ta gözlerimin içine. O an ne yapacağımı bilemedim. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. Bir şapşal gibi kalakaldım. Yanaklarım alev alevdi. Başımı öne eğdim. Onunla göz göze gelmemeye çalıştım ama işe yaramadı. Adam çenemi nazikçe tutup kaldırdı ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. Usulca bana yaklaşıp dudaklarıma kadife gibi yumuşak bir öpücük kondurdu. Tam o sırada salondaki saatin çanları çalmaya başladı. Saat on ikiye vuruyordu, yeni yıla girmiştik. Yeni yıla öpüşerek girmiştik. Bilirsiniz, yeni yıla nasıl girerseniz bütün yıl öyle geçer derler. Büyülenmiş gibi donup kaldım ama liseli kızlar gibi utanmıştım. Hiç benlik değildi ama salak gibi utanmıştım işte. Kendimi geri çektim. "Şey... Ben... Ben şeye bakacaktım, odadan da şeye şey yapmaya..." Puftan şapşik bir ördek gibi düşe kalka doğrulmayı başardım. "İyi geceler." diyerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Adamın aynaya yansıyan gülüşünü görebiliyordum. Merdivenleri aceleyle tırmanıp odama kaçtım. Lâl, her seferinde kendini bu kadar rezil etmeyi nasıl başarıyorsun merak ediyorum doğrusu. Bir ara bana bunun formülünü ver olur mu?

Odamın kapısına yaslandım ve az önce adamın dudaklarının gezdiği dudaklarıma dokundum. Heyecandan kalbim çok hızlı çarpıyordu. Hoş geldin 2023, yeni dert kilidi açılıyor sanırım. Bu sefer üzerimden tır gibi gecmezsen sevinirim. Ve mümkünse Valent'e dayanabilmem için daha çok irade lütfen.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 90 Bin okunma olmamızın şerefine YILBAŞI ÖZEL bölümümüzle karşınızdayım! 🎄 Umarım yeni bölümümü beğenirsiniz! Ve lütfen bu sefer bol yorum yapın noluuur! ❤️ Ne zamandır bölümlere çok çok azıcık bölüm geliyor ve ben aşırı aşırısı üzülüyorummm. 😭😭😭 Eveeet, hepimizin 2023 yılını kutlarım, umarım yeni yıl hepimize iyilik, sağlık, güzellik falan bir sürü güzel zımbırtı getirir. Yeni yıldan beklentilerinizi buraya yazabilirsiniz. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sürekli yazın dememe rağmen asla yazmadığınız, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm istek veya tahminlerinizi de buraya yazarsanız aşırı sevinirim. 😍❤️ Sevgiler ve de bol kokulu öpçükleeeerrr! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%