Yeni Üyelik
45.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 31

@buzlarkralicesi

-31-

❝Lâl❞

Uzun zamandır ilk kez dün gece huzurlu bir uyku çekmiştim. Bu evde bir şekilde güvende olduğumu biliyordum, hissediyordum. Dün geceki öpüşmeden sonra gerçek olamayacak kadar güzel rüyalar da gördüğüm için mutlu bir biçimde uyanmıştım.

Önce yatakta şöyle bir gerindim. Biraz camdan dışarıdaki manzaraya bakıp oyalandıktan sonra duşa girdim. Sıcak bir duş beni kendime getirip rahatlatmıştı. Giysi dolabına yöneldiğimde pudra pembesi bir kazak ve etek giydim. Belki bugün biraz dışarıda gezintiye çıkarım diye düşündüm.

Aynaya bakıp hazırlandıktan sonra odadan çıkıp çıkmamak konusunda kararsızdım. Dün gecenin ardından Valent'le karşılaşmak beni biraz ürkütüyordu. Ona karşı koyamıyordum ve Valent bu zaafımın son derece farkındaydı. Bunu sonuna kadar kullanacağını da biliyordum. Kısa bir an nefes aldıktan sonra kapıyı aralayıp odadan çıktım. Merdivenlere yöneldiğimde yan kapının önünde duran Nikolai ile karşılaştık.

"Lâl Hanım..." Ellerini önünde birleştirmiş, başını önüne eğdi itaatkâr bir edayla. Her zamanki ağırbaşlı hâlinin yanı sıra sakin ve mutlu yüz ifadesini saklamıyordu. "Sizi yeniden görmek çok güzel." Bir an duraksadıktan sonra "Yeniden burada görmek güzel." diye düzeltti.

Onaylayarak başımı sallarken dostane bir yüz ifadesiyle karşılık verdim. "Teşekkür ederim Nikolai. Bir süre daha buradayım." Tehlike geçene kadar Valent'le ev arkadaşıyız demek istemedim. Detay vermem gerekmiyordu sonuçta. Valent'le aramızda olanlar bizi ilgilendirirdi. Öte yandan biriyle dertleşmeye de çok ihtiyacım vardı. Belki Wendy'yle konuşabilirdim ama şuan onun da kendine göre dertleri olduğu için çekiniyordum. Onu da sıkmak istemiyordum. Zaten sürekli benim dertlerimle uğraşıyordu kızcağız. Sorunlu bir arkadaş olduğum ortadaydı. "Valent nerede?"

"Kahvaltıda, sizi bekliyor. Daha sonra asistanıyla çalışma odasında çalışıyor olacak."

Onaylayarak başımı salladım. Usulca merdivenleri indiğimde kahvaltı masasında gazete okuyarak kahvesini yudumlayan adamın bakışlarını üzerimde hissettim. "Günaydın."

Baş işaretiyle karşılık verdim. "Günaydın." Yavaşça sandalyeyi çekip masada adamın karşısına oturdum. Nina geldi ve bir isteğim olup olmadığını sordu. "Kış çayı alabilirim, teşekkürler." dedim ve masaya döndüm. Bir kuş sütü eksikti, her şey vardı. Benim de biraz iştahım açıktı bu sabah. Zeytin, peynir, salam, salatalık, domates, ne varsa tabağıma doldurdum.

Doldurduğum tabağıma kısa bir an baktıktan sonra "Seni yeniden iştahlı görmek güzel." dedi memnuniyetini gizlemeyen adam. Okuduğu gazetesini hafifçe silkeledikten sonra "İyi uyudun mu?" diye sordu.

Ağzım doluyken "Hı hı, çok oyo oyodom." yanıtını verdim. Kendimden çıkan sese bile inanamamıştım. Valentino da hâlimi komik bulduğunu gizlemeyen bir gülüşle karşılık verdi. Başını öne eğerek güldüğünde ne kadar karizmatik oluyordu bir bilse. Belki de bildiği için yapıyordu. Tabii canım, onu neyin karizmatik yaptığını bilecek kadar kendini tanıyordu. Bence bir kadını karizmasıyla böylesine baştan çıkarmak suç sayılmalı. Evet, kesinlikle. Hem de Valentino gibi biri için. Alelacele yediklerimi yutarken imdadıma Nina'nın getirdiği kış çayı yetişmişti. Büyük bir yudum aldıktan sonra kendime geldim. Bu kez doğru düzgün "İyi uyudum, sorduğun için teşekkürler." diyebilmiştim nihayet.

"Ev arkadaşımın iyi uyuması benim için önemli tabii." Konuşurken ev arkadaşı ifadesine vurgu yaparken imalı ses tonu dikkatimden kaçmamıştı elbette.

Dün gece yeni yıla birlikte girdiğimizi düşünürken geçen yılbaşı gelmişti aklıma. O zaman da birlikteydik. Beyrut'taki otelde bana sürpriz bir akşam yemeği hazırlamıştı. Beni mutlu etmek için. Bu adam hayatıma girdiğinden beri hep beni mutlu etmek için uğraşmıştı. Evet, başımız beladan kurtulmamıştı belki ama o hayatıma girmeden önce de hayatım beladan ibaretti zaten. Onun hayatıma girmesi farklı bir renk katmıştı bana. Her daim beni düşündüğünü hissettiriyordu. Güvenliğim, rahatım, konforum, mutluluğum her zaman önemliydi onun için ve bunu bana hissettiriyordu. Bana söylediği şeyler aklıma geldikçe ona olan duygularımı dizginlemem zorlaşıyordu. Beni gerçekten, her halimle sevdiğini gizlemiyordu. Benim aksime. Ben hep zırhlarımla dolaşmıştım hayatta. Üzülüp kırılmaktan korktuğum için gerçek duygularımı söylemekte çekinmiştim zaman zaman. Kendimden beklenmeyen bir biçimde "Valentino..." diye mırıldandım. Dürüst itirafından sonra sonra bir çift güzel sözü hak ediyordu. "Dün söylediklerini düşündüm ve benim de bir şeyler söylemem gerektiğine karar verdim." Kucağımdaki ellerimle ne yapacağını şaşırmıştım. Parmaklarımla oynuyordum. "Aslında ben de seni..."

Bir şeyler söylemek üzereyken Nina geldi. Valentino'ya bir haber getirir gibiydi. "Efendim, Bayan Isabella geldiler. Çalışma odasına mı alayım?"

"İçeri alabilirsin."

Isabella mı? O da kimdi şimdi? Allah'ım, sen benim keçilerime mukayyet ol. Sen benim aklıma mukayyet ol çünkü ben artık olamıyorum! İtalya'nın hatta dünyanın her bir köşesinden akın akın kadın yağıyordu sanki buraya. 23 Nisan kadrosu gibi her milletten kadın Valent'in etrafındaydı ve ben sinir hastası olmamak için kendimi zor tutuyordum. Isabella da nereden çıkmıştı şimdi? Yani ne alakaydı acaba?

"Lal..." Bana dikkat kesilmiş adamın adımı seslenmesiyle kendime geldim. "Lâl!"

"Ha, efendim?"

"Bir şey söylüyordun."

"Ben mi?"

"Evet, sen. Dün konuştuklarımızla ilgili..."

Adamın sözlerini yarıda bırakan üzerinde şık bir etekli takımla gelen kadın olmuştu. Isabella denen kadın bu olsa gerekti. Onu söyle baştan aşağı inceledim. Boyum kadar bacakları olan kadın siyah dalgalı saçları, iri koyu gözleri ve dolgun dudaklarıyla çok güzel görünüyordu. Giyimi kuşamı jilet gibi o biçim. Üstümde yaramaz kız çocuğu gibi sıradan pespaye kıyafetler varken ben bu moda haftasından fırlamış kadınlarle nasıl başa çıkabilirdim? Ulan ne Zita'sı biter, ne Katerina'sı ne Isabella'sı. Sen bana sabır ver. Bu durumda bir de ona itirafta mı bulunacaktım? Yok anacım yok. İçimdeki sözler belki de sonra patlamak üzere biraz daha içimde kalabilirdi. Zaten kadın geldiği için de konuşmamız yarıda kalmıştı. Kadın bana baş işaretiyle mesafeli bir selam verdikten sonra Valent'e döndü. Ben yokmuşum gibi davranması sinirimi bozmuştu.

"Hah, Isabella. İstediğim dosyaları getirdin mi?"

"Evet efendim, getirdim."

Bu Isabella daha önce neredeydi acaba? Yani ortaya çıkmak için bizim ayrı olduğumuz zamanı mı bekliyordu? Neydi yani bu mantar gibi türeme olayı ben anlamıyordum ki. Oldukça şık ve güzel kadının üzerinde göz gezdirdim. Acaba üstüne saldırsam onu dövmeye, saçını başını yolmaya gücüm yeter mi diye bir baktım. Sanmam. Maçı Isabella alırdı. Boyum kadar bacakları vardı kadının. Şimdi hiç riske girmeye gerek yoktu. Otur oturduğun yere kızım Lâl.

İşin tuhaf yanı Valent de bizi tanıştırmamıştı. Eskiden olsa mutlaka beni takdim ederdi ama... Tabii etmez. Unuttun mu Lâl, biz ev arkadaşıydık. Hani sen üstüne basa basa söylüyordun ya. Ev arkadaşı. Niye takdim edecekmiş seni? Sen kimsin şuan? Mesela kalkıp hesap da soramazsın adama. İstediğini de yapar.

İçimden delirmemek için ona kadar saydım. Baktım beni kesmiyor, yirmiye kadar saydım. Elbette kesmedi. İçimden şarkı söylemeye karar verdim ama istemsiz bir biçimde iç sesim "Isabella, seninle mezara ben, geceyi gündüz eden, ölene kadar sen ve ben, Isabel Isabel Isabella..." şarkısını söyleyip duruyordu. İç sesimin benden bağımsız söylediği şarkı olan sakinliğimi de alıp götürmüştü. Anlayacağınız, bu da çözüm getirmemişti sinir krizime ama başka bir şeyler yapmam gerektiğini söylüyordu içimdeki ses. Ayağa kalkıp "Bizi tanıştırmayacak mısın Valent?" diyerek elimi uzattım. "Ben Lâl, Isabella. Memnun oldum."

Nezaketen elimi sıkan kadın mesafeli bir tebessümle "Memnun oldum, Lâl Hanım." diyerek yanıt verdi.

Kıskançlığımı gizlemeye çalışarak "Arkadaş kim, Valent?" diye sordum salak gibi. Sana ne geri zekâlı? Sana ne? Seni ilgilendirse adam zaten söyler. Ne diye kendini öne atıyorsun mal gibi?

"Kişisel asistanım, Isabella."

"Nerelerdeydi bu zamana kadar?" Hayır yani bizim ayrı olduğumuz dönemi mi bulmuştu peyda olacak? Rahatsız edici gülüşümle sorduğum soru aslında bu anlama geliyordu.

"Uzun bir süredir onu Dublin'deki işleri halletmesi için görevlendirmiştim." Kıskançlığımı fark edip etmediğini bilmiyordum ama keyifli bir gülümsemeyle kaşlarını kaldırarak ekledi. "Şimdi izninle, çalışma odasında çalışmamız gerekiyor. Sen keyfine bak."

Onların gidişini seyrederken kendimi öfkeden kafasından dumanlar çıkan çizgi film karakteri gibi hissediyordum. Bu adamın etrafında sürekli kadınlar olması beni delirtecekti. Nedir yani asistanın erkek olsa olmuyor mu? Erkeklerin köküne kıran mı girdi? Salonda volta atarken tırnaklarımı yiyordum. Çalışma odasına kapanmış baş başa çalışıyorlardı. Yersen.

Kadının beni memnuniyetsizce süzmesi, mesafeli bir biçimde el sıkması. Hayır sen kimsin? Sen kimsin de beni öyle küçümser gibi davranıyorsun? Ay delireceğim, yetmedi bir de çıldıracağım! Kendimi daha fazla doldurmamak adına merdivenleri tırmanıp odama çıktım. Biraz da odamda sinir krizi geçirip tırnaklarımı yerken volta atayım dedim, ne yapayım? Elimden başka ne gelirdi? Kadının varlığımdan hoşnut olmadığı çok açıktı. Sorarım size, bir kadın başka bir kadının varlığından neden hoşnut olmaz? Aradaki adamı elde etmek istiyordur, rekabet etmek hoşuna gitmez. Rakip olarak görür. Yoksa neden bu Isabella denen kadın bana öyle davransın?

Onları o odada yalnız bırakmaktan başka çarem yoktu. Sonuçta ben Valent'in nişanlısı değildim artık. Biz birlikte değildik. Valentino bekâr bir adamdı. Ben sadece onun ev arkadaşıydım. Elim kolum bağlıydı. Mesela şuan bu eve birlikte olacağı bir kız getirse benim hesap sormaya hakkım yoktu. Yuh, o kadarını da yapmazdı herhâlde değil mi yani? Bir dakika ya, durduk yere ne diye bu eve birlikte olmak için kız getiriyordu ki ben varken? Hayır yani götürecek başka bir yer yok muydu da gözüme gözüme sokuyordu? Salak salak konuşma Lâl, sanki tek sorun sen buradayken buraya bir kadın getirmesi. Ha yani başka bir yere götürse, otele götürüp işini görse itirazın olmayacak. İç sesimi susturmak adına dudaklarımı tokatladım. "Pis pis şeyler düşünmeyi bırak, Lâl! Bu gidişle sana akıl hastanesine yol görünecek."

Ay, yemin ederim bunları düşünürken beni ateş basmıştı. Telefonumu da alıp bahçeye çıkmıştım. Buraya kadardı. Wendy'yi aramama konusunda verdiğim savaşı kaybetmiştim. Hemen tuşları çevirip onu aradım ve olanı biteni anlattım. "İnanabiliyor musun Wendy, sanki bu anı bekliyormuş gibi daha önce adı bile geçmeyen Isabella diye bir kadın eve geldi asistan diye! Hayır biz sevgiliyken, nişanlıyken bana neden bahsedilmedi bu kadından? Kim bu kadın? Hangi hakla bu kadar güzel? Neden Valent'in bu kadar yanında, dibinde? Ne alaka yani şimdi bu?"

Wendy bir süre bana katıla katıla güldükten sonra bezgince araya girdi. "Lâl, öncelikle bir nefes alıp sakin olur musun?"

"Olurum ama bunun bana bir faydası olur mu? Sanmam." Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Ya bitmiyor arkadaş, bu adamın etrafındaki kadın ordusu bitmiyor! Birini def ediyorsun başkası geliyor. Bütün dünya beni delirtmek için sözleşmiş gibi! Hayır, dünyada erkek mi kalmadı? Nedir bu yani?"

"Lâl, canım benim, güzelim... Sen salak mısın?"

Arkadaşımın söylediğinden bir şey anlamadığım gibi şapşalca ciddi ciddi soruya soruyla yanıt verdim. "Yoo değilim, niye ki?"

"Kızım bak bu tür erkeklerin etrafından kadın eksik olmaz. Kapıdan kovsan bacadan girer. Neye şaşırıyorsun? Hem yakışıklı, karizmatik, uzun boylu, kaslı, Yunan heykeli gibi adam hem de zengin, varlıklı biri. Tabii etrafında çeşit çeşit güzel kadın dolaşacak. Alış buna artık. Senin yapman gereken çok basit."

"Neymiş benim yapmam gereken?"

"Erkeğine sahip çıkacaksın. Yoksa bir daha böylesini artık nerede bulursun bilmem."

"Evcil köpek mi bu, kazık kadar adamın nesine sahip çıkacağım Allah aşkına?"

"Öyle ağzını ayırıp etrafta salak salak gezersen kaparlar adamı, kalırsın öyle mal gibi. Yem etmeyeceksin erkeğini bu piranalara. Yanında olacaksın."

"Ya nasıl yanında olayım Wendy? Gece yatmadan önce dizime yatırıp masal mı anlatayım eşek kadar adama?" Sinirlerime hâkim olmaya çalışarak bahçedeki salıncağa oturdum. "Acaba bir bahaneyle odalarına mı gitsem? Çay kahve ikramı falan bahanesiyle diyorum içeri girip..."

"İşe güzel giyinmekle başlayabilirsin. Çok güzel bir kızsın, tarz sahibisin, güzel güzel kıyafetlerin var. Ne güzel giyiniyorsun normalde? Aynen öyle giyin. Depresyon topuzunu da çöz, güzel bir makyaj yap yüzüne. Eski şık hâline geri dön. Öyle gri eşofman altıyla gezmeyeceksin. Bir de çocuk çocuk tripler atıp adamı hayattan bezdirme kaprislerinle."

Üzerimdeki yaramaz kız çocuğu kombinime baktıktan sonra etrafa göz gezdirdim. "Sen bizim eve kamera mı taktırdın Wendy?" Bunca olayın içinde yanlış şeye takıldığımı fark edip ofladım. "Ya ne zor işmiş bu işler böyle? Keşke çirkin bir erkeğe âşık olsaydım. Şöyle kısa boylu, tıknaz, şişman, kel, göbekli falan. Böyle çok zor oluyor. Bütün kadınlar bok sineği gibi adamın tepesinde, ne yapacağım ben şimdi?" Geri geri yürürken konuşmaya devam ediyordum. "Allah'ım, ne talihsiz başım varmış? Ne Melanie'si biter, ne Zita'sı, ne Katerina'sı biter ne Isabella'sı. Bütün birleşmiş milletler adamın etrafına toplanmış sanki ya..." Tam o sırada sert bir şeye çarptım. "Ay!" Arkama döndüğümde çarptığım kişinin Valent olduğunu gördüm ve elim ayağım birbirine dolaştı. "Şey... Wendy ben seni sonra arayacağım hadi görüşürüz öptüm bay!" Kopya çekerken yakalanan öğrenci gibi kalakaldım öyle. Acaba hakkında konuştuklarımı duymuş muydu? Allah'ım ne olur duymamış olsun, bir de bu rezilliği kaldıramayacağım gerçekten.

Elleri ceplerinde gözlerini kısmış soru dolu gözlerle bakan adam beni inceledi. "Sen beni mi çekiştiriyordun?"

Adımlarımla adamdan uzaklaştım ve geri geri yürümeye başladım. "Yo... Ne alakası var? Biz bambaşka bir şey konuşuyorduk bir kere tamam mı?" Geri zekâlı gibi konuşurken kendi söylediğime bile inanmadığımı fark ettim. Kendi kendimi ele veriyordum. Yine de pilavdan dönenin kaşığı kırılsın diyerek geri adım atmamaya inat etmiştim. Karşımdaki adamı geri püskürtmek için tam gaz devam ettim. "Ayrıca dünya senin etrafında dönmüyor tamam mı? Yakışıklı, uzun boylu, esmer, kaslı, Yunan heykeli gibisin diye kendini öyle bir şey sanma yani!" Ağzımdan çıkanı söyledikten sonra kulağım duyduğu için ellerimle ağzımı kapattım.

Asla inandırıcı olmayan açıklamamla ikna olmuşa benzemeyen adam eğlenmiş gibi gülerken "Olur, sanmam." dedi ve bana doğru bir adım attı. Bense usulca geri geri yürümeye devam ediyordum. "Bir şey merak ediyorsan gelip bana sor. Arkamdan dedikodu yapman sana bilgi akışı sağlamaz."

Omuz silktim umursamaz bir biçimde. "Yok canım, ne soracağım? Ben bir şey merak etmiyorum ki." Gözlerimi kaçırdım kabahat işlemiş bir çocuk gibi. "Ayrıca... Benim bir şey sorma gibi bir hakkım yok. Niye soracakmışım ki sana? Sonuçta biz seninle sadece ev arkadaşıyız, değil mi?"

Karşımdaki adam ise coolluğundan ve rahatlığından ödün vermeksizin inatla tebessüm etti. "Öyleyiz." Kol saatine baktıktan sonra kaşlarını kaldırdı. "Neyse, ben çalışma odasına döneyim. Isabella sunum hazırlıklarını tamamlamıştır. Uzun bir toplantı olacak. Hoşça kal."

Beni öyle bırakıp giderken arkasına bile bakmayan adama uyuz olmuştum. Sinir şey. Uzun bir toplantı olacakmış. Dikkat et de o toplantı yatakta bitmesin! Ya Allah'ım çok özür dilerim ama sen beni neden hep ikinci üçüncü kadınlarla sınıyorsun ya? Benim günahım ne? Ay, dur. Günah kısmına girersek çıkamayabiliriz çünkü. Bunca olayın arasında bir de Allah tarafından çarpılmayı göze alamadığım için isyan etmeyi bıraktım. Özür dilerim Allah'ım, çok özür dilerim. Ama mümkünse bu kadınları Valent'in etrafından şöyle uzak bir yerlere def edemez miyiz? Hiç mi edemeyiz? Peki, teşekkürler.

Bahçede evden içeri girmek üzere olan Pietro'yla karşılaştığımda belki de aradığım sorunun yanıtını ondan alabilirim diye düşündüm. Pietro beni görünce "Lâl, burada ne yapıyorsun tek başına?" diye sordu.

"Aaa hoş geldin Pietro!" Hesaba çekilmiş gibi hissederken sıradan bir tavır takınmaya çalıştım. "Eee ben mi? Ben... Ben bahçede hava alıyordum öyle!"

"Güzel." İşaret parmağıyla evi göstererek "Valentino çalışma odasında mı?" sorusunu yöneltti.

"Hıı, evet. Isabella'yla birlikteler." Sesimdeki imayı gizleyememiştim. Rahatsızlığımın farkında olan adamsa yalnızca onaylayarak başını sallamakla yetinmişti. "Ya bu Isabella ne iş?"

"Anlamadım?"

"Yani kim bu kız? Ben hiç duymadım adını daha önce."

"Ha, Isabella Valent'in kişisel asistanı. Valentino'nun her şeyinden o sorumlu. Toplantılarından, iş seyahatlerinden, tüm programlarından. Sadece bir süredir şirketin yurt dışındaki işleriyle ilgilenmesi için görevlendirmişti Valentino."

"Başka bir şey yok yani."

"Başka bir şey?"

Şimdi öncesinde aralarında bir ilişki oldu mu diye sormaya da utanmıştım, nasıl sorulurdu ki böyle bir şey? Hey Allah'ım ya Rabbim... "Benim bilmem gereken bir şey var mı?" İmayla da olsa sormayı başarmıştım.

Sonunda kast ettiğim şeyi anlayan Pietro keyifle güldü. Samimiyetle yanıt vermekten çekinmedi. "Lâl, merak etme. Sandığın gibi bir şey olamaz."

"Niyeymiş o? Valent'in erkeklik hormonları mı çekildi?"

Daha komik bir gülümsemenin ardından kahkaha attı Pietro. "Hayır, Lâl. Valentino seni seviyor da ondan. Senden başkasına o şekilde bakmayacağını çok iyi biliyorsun. Ayrıca Isabella iyi kızdır."

"İyiyse öldüreyim de cennete gitsin!" Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. Ağzımı kapatmak ister gibi dudaklarımı dişledim. Ben bunu sesli mi söylemiştim? Neyse ki karşımdaki adam ne demek istediğimi anlamamış gibi baktı.

Telefonu çalan adam "Bu uzun bir görüşme olacak." diyerek benden müsaade isteyip kış bahçesine geçti.

Bense yeniden kuruntularım ve kıskançlıklarımla baş başa kalmıştım. Tamam, belki Valentino o kadına bakmazdı ama Isabella denen kadının gözü göz değildi. Ben ne Zita'larla, ne Katerina'larla uğraşmıştım. Bu kadın milletinden korkulurdu. Katerina gibi adamın yakasına yapışıp baştan çıkarabilirdi. Ve biz sonuçta onunla şuan ayrıydık. Bir kadınla bir şeyler yaşarsa da hesap sormaya hakkım yoktu. İstediği kadınla istediğini yapabilirdi yani. Ah, ne talihsiz başım varmış benim. Bitmek bilmedi çilem. Şimdi isyan edip oturup ağlama sırası değil, Lâl. Bir şeyler yapman lazım. O odada neler döndüğünü öğrenmen lazım. Düşün, düşün. Kafanı çalıştır. Çay kahve götürme bahanesiyle odaya baskın yapamazdım çünkü bu iş için Nina vardı. Ayrıca Valentino kendisini kıskandığımı düşünürken -ki evet kıskanıyordum- bu bahaneyle odaya girip onu haklı çıkaracak hâlim yoktu. Bu sefer Valent'in ağzına kesin sakız olurdum. Sonuçta sadece ev arkadaşın olan adamın çalışma odasına ne diye öyle Şafak operasyonu yapar gibi baskın yapıp giriyorsun değil mi ama? Bunu açıklayamazdım.

Çalışma odasının olduğu tarafa doğru yürüdüğümde odaya bakan ağaç gözüme çarptı. Neden olmasın, dedim kendi kendime. Ama bu ayakkabılarla olmaz. Topuklu botla çıkarsam düşerdim, yerde fotokopim çıkardı. Gidip ayakkabılarımı değiştirdim ve spor ayakkabı giydim. Daha önce defalarca evden kaçtığım için ağaca tırmanma konusunda da idmanlıydım. Yavaşça ağaca tırmanmaya başladım. Çok şükür ki perde kapalı değildi. Her şeyi net bir şekilde görebiliyordum. Biraz daha yukarı tırmandım.

Valentino çalışma masasında oturmuş laptopdan bir şeylere bakıyordu. Karşısında oturan Isabella da dosyaları inceleme bahanesiyle Valent'e kaçamak bakışlar atıyordu. Flört etmek isteyen asılgan kadın bakışı. Nerede görsem tanırdım. Sakin ol Lâl, sakin ol. Biraz daha tırmandım ve açık camdan ne konuştuklarını duymaya çalıştım ama pek bir şey duyamıyordum. Offf, şu dal da ne rahatsızmış, eğilip cama bakayım derken belim kopmuştu resmen.

Valentino'nun dosyalardan bir yeri gösterip "Şirket avukatlarına bu maddeyi incelemelerini söyle." dediğini duyabilmiştim yalnızca. "Sonra bir pürüz çıkıp canımızı sıkmasın."

Adamı beğeniyle süzen Isabella yalakalık yapmaktan çekinmiyordu. "Pürüz çıkacağını sanmıyorum. Sizin gibi birinin önünde kim durabilir ki? Yine de avukatlara inceletirim. Başka istediğiniz bir şey var mı?"

"Luigi ve Pietro'nun da incelemesini istiyorum. Birer kopyasını da onlara gönder."

"Tabii."

Kadının asılganlığına bak. Şimdi ağaçtan atlayıp camdan bu kadının üstüne uçmak vardı ya. Sakin ol kızım Lâl, öfkene yenilme. Wendy'nin dediklerini unutma. Böyle kadınlar Valent gibi erkeklerin etrafında her zaman olur. Önümdeki dala iyice yerleşmek için hareket edeyim derken daha ne olduğunu anlamadan birdenbire dal koptu ve ben çığlık atarak yeri boyladım. Acı içinde yere düşerken sağ bacağım ve popom çok acıyordu. Kaçmak istesem de kaçamıyordum, kalkamayacak kadar kötüydü bacağım. Sesleri duyan Valentino ve Isabella camdan dışarı bakarlarken utançtan yerin dibine girecektim ama vücudumdaki ağrı daha galip geldi. Yakalanmıştım. Allah'ım, bir insan bir gün içinde maksimum ne kadar rezil olabilirdi ki?

Valent endişeyle kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Lâl!" Şaşkınca neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. "Orada ne arıyorsun? Ne oldu sana böyle?"

Utançtan ne diyeceğimi bilemedim. "Eeee... Şey... Ayyy canım çok yanıyor!" Ne diyecektim? Ağaca tırmanıp sizi dikizlerken dal kırıldı, yere düştüm mü diyecektim? Rezillik. Gerçi görünen köy de kılavuz istemez ama. Neyse, sen söyleme Lâl. Sonuna kadar inkâr. Benden yanıt gelmeyince birkaç dakika içinde hızlı adımlarla aşağıya geldi adam. Sesleri duyan Pietro da gelmişti, herkes başıma toplanmıştı. Adamlarından iki tanesi bana yardım etmek için başımda dururlarken Valent yanıma geldi ve önce ağaca, sonra yere düşmüş olan dala ve bana baktı. Durumu anlamış olmalıydı. Ancak dalga geçmek yerine bana doğru eğilip "İyi misin?" diye sordu.

"Bacağım..."

Yanıt beklemeden beni kucakladı. Adamlarından birine "Doktor çağırın." dedikten sonra içeri götürdü beni. Salondaki koltuğa yatırdı.

Isabella da bok varmış gibi merak edip gelmişti. Tepeme dikilmiş bana bakıyordu. "Ağaçtan mı düştünüz?"

Başımı iki yana sallayarak sabır çektim. Sana ne kardeşim? İster ağaçtan düşerim, ister damdan dama atlar öyle düşerim. Sana ne? Geri zekâlı.

Valent Isabella'ya dönüp "Toplantıya yarın devam ederiz, Nina seni uğurlasın." dedi ve bana döndü. "Doktor gelir şimdi, kendini nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim. Sadece canım çok acıyor."

"Ne işin vardı o ağacın tepesinde?"

Sonunda beklediğim o soru gelmişti. Kem küm edip geçiştirmeye çalışsam da böyle kurtulamayacağımı biliyordum. "Şey..." Bulduğum ilk yalanı uydurdum. "Erik topluyordum! Evet evet, erik topluyordum!"

İnanmayan bakışlarla kaşlarını kaldırdı. "Bu mevsimde?" Ben daha buna bir açıklama getiremezken ekledi. "Hem de o ağaç bir erik ağacı bile değilken?"

"Ahiret sorgusu mu bu ya? Benim burada canım yanıyor, sen bana oydu buydu soru soruyorsun! Ufff!"

Bıyıkaltından gülen adam üstelemedi. "Tamam, tamam sormadım bir şey." Elimi tuttu. "İyi olduğuna emin misin?"

Onaylayarak başımı salladım. "Hı hı." Başımda duran adamın ilgisiyle pamuk gibi olmuştum.

Doktor geldi. Bacağımı incitmişim. Neyse ki kırık çıkık yoktu. Popom da düşmenin etkisiyle acıyormuş, bir şeyim yokmuş yani. Bir sorun çıkmadı. İkimiz de bu duruma memnunduk. Pietro imalı bir ses tonuyla geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra gitmişti. Herkes anlamıştı ve rezil olmuştum. Salaksın Lâl, salaksın. Su katılmamış bir salaksın.

Beni odama taşıyıp yatağa yatıran Valent alaycı bakışlarıyla gülerken iyice uyuz olmuştum. "Valentino gülüp durma bak sinirlerimi bozuyorsun! Gülünecek bir şey yok ki ortada! Görünmez kaza! Kaç kere anlattım sana, erik ağacı zannedip tırmandım. Ne bileyim ben eriğin mevsimi nedir, aaa! Ziraat mühendisi miyim ben? Hayret bir şey ya! Herkesin başına gelebilir! Bu kadar büyütülecek ne var anlamıyorum ki ben!"

"Ah, Lâl." Bana gülerek karşılık veren Valentino oldukça eğlenmiş görünüyordu. "Çocuk gibisin, Lâl." Rezilliğime gülmesi bittikten sonra ilgiyle "Canın yanıyor mu?" diye sormaya sıra gelmişti sonunda.

Öfkeli ve alaycı bir ifadeyle cevap verdim. "Yok canım, spor olsun diye doktor bacağımı sardı öyle! Hiç acımıyor, şimdi kalkıp olimpiyatlara katılabilirim yani o derece!" Başımı çevirip ona bakmayarak benimle dalga geçişini protesto ettim. Trip atarak ekledim. "Ayrıca da ne demiş Hallacı Mansur, beni düşmanın attığı taş değil dostun attığı gül yaralar."

Boş bir sayfa gibi bana bakan adam kaşlarını çattı. "Söylediğinden hiçbir şey anlamadım."

"Sen benimle dalga geçtin diye canım daha çok acıdı gibi bir şey demek istedim sen detaylara öyle çok takılma!" yanıtını verdim aksi bir şekilde. "Sen ana temayı anla yeter, benimle dalga geçtin diye trip atıyorum işte!"

Güldü yine. "Anladım, peki." İncinmiş bacağımın duruşunu özenle düzelttikten sonra "İyice dinlen, bir ihtiyacın olursa Nina'dan iste." diyerek odadan çıktı. Çıkana kadar da bana imayla bakıp gülmeyi ihmal etmedi tabii.

Ne yapıp edip yine başımı belaya sokmayı başarmıştım. Gerçekten bu konuda çok başarılıydım. Başımı belaya sokma konusunda yani. Telefonda başıma gelenleri anlattığım Wendy bile gülmekten oturduğu koltuktan düşmüştü. "Ay, Lâl! Bir gün beni var ya böyle gülmekten öldüreceksin!"

Bense yeterince rezil olduğum için "Dikkat et de gülmekten öldürmeden önce boğazını sıkıp öldürmeyeyim Wendy!" diye yanıt verdim dişlerimin arasından. "Ya gülünecek bir şey yok! Rezil rüsva oldum diyorum sana burada!"

"Ya ben sana ne dedim? Kalkıp ağaca tırman, adamın röntgenciliğini mi yap dedim? Hey Allah'ım ya! Yapman gereken şey çok basitti, şıkır şıkır giyinip evde salına salına gezecektin, o Isabella karısına da cakanı satacaktın. Sana söylediğim şey buydu! Çok basit ve gayet tehlikesiz! Ama sen ne yaptın? Erkeğine sahip çık cümlesinden işine gelen anlamı çıkardın. Gidip ağaçlara tırmanıp adamı seyrederken düştün, suçüstü yakalandın!" Yeniden kahkaha tufanına tutuldu. "Ay bir de erik topluyordum demez mi ya? Şapşik arkadaşım benim, Ocak ayının ortasında ne eriği acaba?"

"Wendy, insanın senin gibi dostu varken düşmana ihtiyacı yok biliyor musun?" Kafam bozulmuştu, arkadaşım sağ olsun tüm rezil hissetme ihtiyacımı karşılamıştı. "Tamam, kapat ben seni ararım sonra." Telefonu kapatıp başımı yastığa koydum ve uyumaya çalıştım. Bu rezilliği ancak bu şekilde unutabilirdim.

Aradan günler geçerken Isabella eve girip çıkıyordu ama ben ne yazık ki bir geri zekâlı gibi bacağımı incittiğim için olan bitenden haber alamıyordum, odamda dinlenmek zorunda kalıyordum. Evde gözüm kulağım Nikolai'ydi, aynı gün durumumu öğrenip şaşkın ve endişeli bir biçimde geçmiş olsuna geldiğinde Isabella'yla ilgili bir gelişme olursa bana haber vermesini söylemiştim. Giriş çıkış saatlerini ve odada ne kadar kaldığını falan Nikolai bana hep söylüyordu sağ olsun.

Bugün biraz daha iyiydim. Odamın kapısı çaldı. İçeri elinde kitaplar ve dergilerle Nikolai girdi. "Lâl Hanım, bugün nasılsınız?"

"İyiyim, Nikolai. Sağ ol. Akılsız başın cezasını ayaklar çekiyor işte."

"Efendim?"

Atasözümden hiçbir şey anlamayan adamı "Yok bir şey." diyerek geçiştirdim. "Sen ne yapıyorsun bakalım? Herhangi bir hareketlilik var mı bugün evde?"

"Yok efendim." Elindeki dergileri ve kitapları yanımdaki koltuğa bıraktı. "Burada canınız sıkılır diye biraz dergi, kitap falan getirdim. Birkaç film de var aralarında, sıkılırsanız izlersiniz."

Kitapların arasındaki film CD'lerine baktım. "İyi yapmışsın Nikolai, sağ ol da ben artık daha fazla yatamayacağım burada. Bana fenalık geldi."

"Ama olur mu öyle? Tam iyileşmeden..."

"Olur, olur. Zaten daha iyi hissediyorum kendimi. Daha rahat yürüyebiliyorum artık." Ofladım sıkıntıyla. "Bahçeye çıkmak istiyorum. İki insan yüzü görmek istiyorum. Tıkıldım kaldım bu dört duvar arasına."

"Bahçeye çıkmanıza yardım edebilirim isterseniz."

"Yok, sağ ol ben çıkarım." Doğrulup yataktan kalktım. Tökezleyerek yürümeye çalışırken Nikolai koluma girdi. İyi kötü yürüyebiliyordum. Odadan çıktık ve biraz dolaşmaya başladık. Bahçeye çıktığımızda temiz havayı özlemiştim. Çimlere basmak gibisi yoktu. Öne doğru adım attığımda ayağım taşa takılınca düşmek üzere tökezledim. Neredeyse kafamı patlatıyordum. Aferin bana.

Ani bir refleksle beni tutup kucaklayan Nikolai "İyi misiniz?" diye sordu. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi adamın kucağında bulmuştum.

Burun buruna gelmiştik. Başımı yana çevirdim mesafemi koruyarak. "İyiyim ya, taşa takıldım. Yoksa yürüyebiliyorum yani. Sorun yok."

"Ne oluyor burada?" Bir anda kış bahçesinden çıkan Valentino pasif agresif bir ifadeyle bize baktı. "Lâl, bir sorun mu var?" Tek kaşını kaldırarak beni kucaklayan adama döndü. "Nikolai?"

"Efendim, bir sorun yok."

Valent'in rahatsız olduğunu bakışlarından anlamamak mümkün değildi. Nikolai'ye ifadesiz bir yüzle potansiyel düşman gibi bakarken adamın kucağından inip araya girdim. "Ayağım taşa takıldı, düşmek üzereydim. Nikolai de yardım etti sağ olsun. Bacağım daha tam iyileşmedi ya hani."

İlgili bir biçimde koluma giren adam "Tamam, olabilir. Ama bir dahakine sıkılırsan benim haberim olsun." diye karşılık verdi.

Hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı. Bu anı bekliyormuşum gibi ayağıma gelen topa vurdum ve gol. "Sen çok meşgulsün ya Valentinocuğum, Isabella'larla Misabella'larla... Toplantılar, işler, güçler. Çok önemli işlerin arasında rahatsız etmek istemedim."

Karşımdaki adam ise söylediklerimi duymazdan gelerek Nikolai'ye döndü. "Teşekkürler Nikolai, sen gidebilirsin." Adama teşekkür mü etmişti küfür mü etmişti belli değildi doğrusu. Beni kollarımdan tutan adamla baş başa kaldığımızda uzun uzun baktım. Yanıt bekleyen bakışlarıma karşılık duraksadı. "Bir şey mi oldu?"

"Sen hayırdır Valentino?"

"Anlamadım?"

"Ne oluyor sana böyle? Beni kendi tuttuğun korumadan mı kıskanıyorsun, hayırdır yani."

"Kıskanmamı gerektiren bir durum mu var?"

"Yo, ne alakası var yani?" Sonra aniden kafama dank etmiş gibi onu günlerdir beni vurduğu kendi silahıyla vurdum. "Hem ayrıca biz sadece ev arkadaşı değil miyiz? Ne kıskanmasıymış o öyle?"

"Bunu beni gözetlemek için çıktığı ağaçtan düşüp sakatlanan birinin söylemesi gerçekten çok ironik."

Adamın kollarından kurtulup "Bırak beni." dedim kendi başıma yürümeye çalışırken. Diğer ayağıma verdim ağırlığımı. Mağrur bir edayla adamın önünden geçip içeri yürüdüm. "Ben kendim yürürüm çok şükür, hiçbirinize ihtiyacım yok. Düştüysek kalkarız. Allah bana bir ayak daha vermiş, çok şükür Rabbim'e beni size muhtaç etmedi. Allah kimseyi bu erkek milletine muhtaç etmesin, çok amin." Söylediklerime gülen adamı arkamda bırakıp merdivenleri tırmanmaya çalıştım.

Ertesi sabah kahvaltıya hazırlanırken ayağım çok daha iyi durumdaydı. Hâlâ ağrım olsa da artık yardım almadan yürüyebiliyordum. Kahvaltıya indiğimde masa henüz hazır değildi, Valent de henüz ortalıklarda görünmüyordu. Çalışma odasında olduğunu öğrendim. Masa hazırlanana kadar bahçede biraz yürüyüşe çıktım. Müştemilat binasındaki kapılardan biri aralıktı. İçeride Nikolai kum torbasını yumrukluyordu. Demek Nikolai'nin odasıydı burası. Benim orada olduğumun farkında olmayan adam hırsla güçlü yumruklarını kum torbasının üzerine geçiriyordu. Yüzündeki sert ifade beni fark ettiğinde yumuşadı. "Lâl Hanım..."

"Şey, pardon rahatsız mı ettim?" Meraklı komşular gibi oradan buradan çıkıp durmam sinir bozucu olsa gerekti. Sonuçta herkesin bir mahremiyeti vardı. "Senin burada olduğunu bilmiyordum.
Bahçede yürüyüşe çıkmıştım, aralık kapı görünce de öyle meraktan baktım."

"Yok, rahatsız etmediniz elbette." Çıplak gövdesine beyaz spor atletini geçirdi. Usulca odasını uzaktan incelerken küçük çalışma masasında İngilizce Türkçe sözlük gördüm. Tebessüm ettim. "Türkçe mi öğreniyorsun?"

Nefes nefese yanıt verdi. "Öğrenmeye çalışıyorum."

"Dilimize ilgin olduğunu bilmiyordum."

Elindeki sargıları çözerken nefesini düzene sokmuştu artık. "Sizinle Türkçe de sohbet edebilmek isterim." Meraklı bakışlarıma karşılık aceleyle ekledi. "Türkçe'yi de hep merak etmişimdir."

Onaylayarak başımı salladım. "Dilimiz güzeldir. Ama atasözleri ve deyimleri öğrenirken zorlanabilirsin. Yardımcı olabilirim." Karşımdaki adam gülümseyerek başını sallarken duvardaki saate baktım. "Ooo... Kahvaltı hazır olmuştur artık. Ben gideyim. Sana iyi çalışmalar."

"Sağ olun, efendim."

Bahçede yürüdüm ve kış bahçesinden içeri girip salona geçtim. Valentino kahvaltı masasında oturmuş kahvesini yudumluyordu. "Neredeydin? Nina dışarı çıktığını söyleyince merak ettim. Bir yerlerde düşmüş olabileceğini düşünüp bahçeye çıkacaktım neredeyse."

"Bugün daha iyiyim." Karşısındaki sandalyeye oturduğumda Nina en sevdiğim peynirli omleti servis etti.

Omlete iştahla baktığımı gören adam "Sen seversin." diye mırıldandı.

"Teşekkür ederim." Omletimden bir lokma alıp çiğnemeye başladım. O gazetesini okurken canım sıkıldığı için ben de internetten haberleri kurcalamaya başladım. Gün geçmiyor ki ben bu telefonu elime alıp biraz haberleri karıştırdığımda beni de ilgilendiren herhangi bir korkunç haberle karşılaşmayayım. Hayır, bir iki magazin dedikodusu okuyup kapatmak için açtığım haber sitelerinde hep mi üçüncü sayfa haberlerine konu olacak şeylere rastlarım? Anlamıyordum doğrusu. Vural'ın fotoğrafı olan haberi yakınlaştırdım.

"KESİK BACAK CİNAYETİYLE İLGİLİ ŞOK GELİŞME!

Geçtiğimiz günlerde Belgrad ormanında bulunan kesik bacağın sırrı çözüldü. Bacağa ait cesedin yakınlarda bulunması umulurken maalesef herhangi bir cesede rastlanamadı. Fakat çok geçmeden araştırmalar sonucu daha korkunç bir gerçek gündeme bomba gibi düştü. Kesik bacağın bulunduğu yerin yakınlarında bulunan giysi ve kişisel eşyalara dayanarak yapılan DNA testi sonucunda kesik bacağın ülkenin sayılı politikacılarından Adnan Sezer'in oğlu Vural Sezer'e ait olduğu ortaya çıktı. Bir süredir kendisinden haber alınamayan genç kimyager ve iş insanı Vural Sezer adına babası kayıp başvurusunda bulunmuştu. Sezer'in cesedine ulaşılamasa da büyük ihtimalle öldüğü düşünülüyor. Kendisiyle ya da oğluyla kimlerin husumeti olduğuna dair Adnan Sezer sorgulanırken bu korkunç cinayetin mesaj içeren bir infaz olduğu konuşuluyor."

Yutkundum. Az önceki lokma boğazımda kalmıştı. Midem bulandı. Kusacak gibi hissettim. Tekrar yutkunup sakinleşmeye çalıştım. "Vural... Ölmüş." diye sayıkladım bilinç dışı.

Gazetesinden başını kaldırıp bana bakan adamın bu konuyla doğrudan ilgili olduğu açıktı. Senin bir ilgin var mı diye sorma zahmetinde bile bulunmadım. O da inkâr etmedi zaten. "Böyle korkunç bir sonu hak ediyordu." Adamın sıradan sesiyle buz kestim.

İbretlik bir son. İbreti âlem olsun diye parçalara ayırıp ormana atmıştı.

Şok olmuştum. Vural ölmüştü. Çocukluğumun, gençliğimin korkulu rüyası ölmüştü. Artık yoktu. O ölümsüz şeytan ölmüştü. İnanılır gibi değildi. Bu defalarca oldu. Yaralandı, zehirlendi, kayboldu, komalarda yattı. Ama ölmedi. Kötüye bir şey olmaz, diyordum. Ama ölmüştü işte. Yoktu artık. Ondan kurtulmuştum. Artık bana dokunamayacaktı. Hâlâ inanamıyordum. İyi de Valent bunu benden niye saklamıştı? Neden saklasındı ki? "Peki bana neden söylemedin?" Duraksadım ve aklımdaki soruyu çözümledim. "Sen bana tuzak mı kurdun? Seninle İtalya'ya geleyim diye..." Şuan çok yanlış bir şeye takılmışım gibi hissettim. Ya ben Vural gibi bir beladan kurtulmuştum! O ölmüştü. Artık bana zarar veremeyecekti. 17 yaşımda bana tecavüz etmişti. O geceden sonra hep yastığımın altında silah, bıçakla tetikte beklemekten yorulmuştum. Belki yine gelir de aynı şeyleri bana yapar diye uykularım kaçmıştı gecelerce. Çocukluğumu, gençliğimi zehir eden o pislik şimdi yoktu. Rahatlamam gerekirdi. Oysa ben içimde koca karanlık bir oyuk hissediyordum. Bir korku. Her an ortaya çıkacakmış da bana bunun bedelini en ağır şekilde ödetecekmiş gibi.

Mevcut durumda saçma bir konuya takılmama aldırmayan adam sakin bir şekilde yanıt verdi. "Hayır, çünkü Vural olmasa da Başkan var. Ve hâlâ peşinde. Sana zarar verebilir. Vural'ın ölümü ortalığı çok karıştıracaktır. Senin için tehlike geçmiş değil."

Onaylayarak başımı salladım. Haklıydı. Beni mutlu etmesi gereken bu haber allak bullak olmama sebebiyet vermişti. Midem bulanıyordu. Onun ölümünden kendimi suçlamıyordum ama ölümüyle ilgim olduğu gerçeği rahatsızlık vericiydi. Normal şartlarda hep istediğim bir şeydi bu. Bir şekilde bu adamdan kurtulmak. Denemiştim de. Defalarca onu öldürmeyi denemiştim. Becerememiştim. Her zaman o öldüğünde içimde inanılmaz bir ferahlama olacağına inanırdım ama şimdi ne hissettiğimi bile anlayamıyordum. Bildiğim tek şey, üzülmediğimdi. Böyle bir adamın ölümüne üzülmek tuhaf olurdu herhâlde. İşin tuhafı ne düşünmem, ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Sevinmem gerekirdi ama teoride sevineceğim bu habere şuan ne tepki vereceğim konusunda karmaşık durumdaydım. Usulca masadan kalktım. "Ben odama çıkıyorum, afiyet olsun."

Merdivenleri tırmanıp odama çıktım. Bu haberin gerçek olduğuna inanmaya çalıştım. Vural'dan kurtulduğum gerçeğine odaklandım. "O artık yok." diye mırıldandım. "Artık yok." Derin bir nefes aldım. "Bana zarar veremez. Her şey bitti. Tüm kâbus bitti." Sayıkladıklarıma kendimi inandırmaya çalışıyordum.

Bütün gün kafası kesilmiş tavuk gibi ne yaptığımı bilemez hâlde evin içinde, bahçede öylece dolandım. Bu haberi sindirmeye çalıştım. Sanırım bunun için zamana ihtiyacım vardı.

Vural Sezer...

Benim çocukluğumun, gençliğimin en korkunç canavarıydı. Onun gibiler ölmez sanıyordum. Hatta ondan kurtulmaya çalışırken bile ne yaparsam yapayım ondan kurtulamayacağımı içten içe biliyor gibiydim. Bu kadar kolay ve aniden olması beni bile şoke etmişti. Bu duruma hemen alışamazdım. Yılların alışkanlıklarını bir anda bırakmayacağımız gibi bunu da hemen kabullenemedim.

Akşamüstü yemek hazırlanırken Nina'ya yorgun olduğumu, aç olmadığım için yemeğe inmeyeceğimi söyleyerek erkenden odama kapandım. Biraz kendimle kalmaya, içime kapanmaya ihtiyacım vardı. Bütün gün Valent'le görüşmemiştik. Yoğun bir çalışma temposu vardı ve bu biraz benim de işime gelmişti açıkçası. İç sesimle kalmak istemiştim çünkü.

Penceremin önündeki koltuğa kurulup dizlerimi karnıma çektim ve dışarıdaki manzarayı seyrettim. Işıl ışıl bahçeyi, ayaklarımın altındaki şehri ve daha fazlasını. Artık özgürdüm. Yıllarca ayaklarımda görünmez bir prangayla yaşarken aniden boşluğa düşmüş hissettim. Bu his şeye benziyordu sanki... Uzun yıllarını hapiste geçiren bir mahkûmun bir anda serbest kalıp dışarıya ayak uydurmakta zorlanması ve bu özgürlüğün onu boşluğa düşürmesine. Her Allah'ın günü o hapisten çıkmak, kurtulmak istersin ama zamanla farkında olmadan bu zindana o kadar alışmışsındır ki artık özgürlük korkutucu gelir. Ben de bu boşlukta debeleniyordum sanırım.

Odamın kapısı tıklatıldığında bakışlarımı manzaradan ayırdım. İçeri Valent girdiğinde boş bakışlarım ona çevrildi. "Sen miydin?" diye mırıldandım dalgınlıkla.

Kapı aralığından usulca içeri giren adam merakla bana bakıyordu. "Akşam yemeğine inmedin."

"Aç değildim. Biraz dinlenmek istedim."

Bana doğru bir adım daha attı. "İyi misin?" Ne hissettiğimi biliyor gibi bakıyordu yüzüme. Hissediyordu sanki.

Omuz silktim. "İyiyim ben, merak etme." Onunla bir ilişkiyi yürütemediysek bile arkadaş kalabildiğimizi, ona güvenebileceğimi hissediyordum. Onunla bu tür konuları herkesten daha rahat paylaşabilirdim. "Aslında ben bile ne hissettiğimi tam olarak bilmiyorum. Sanırım buna alışmam biraz zaman alacak."

Karşımdaki yatağa oturdu ve güven veren bir bakışla "Ne hissettiğini anlayabiliyorum." diye söze girdi. "Ama artık özgürsün. Vural artık yok. O öldü."

"Biliyor musun, buna inanmayı çok istiyorum. Buna alışmayı." Gözlerim camdan dışarıdaki manzaraya daldığı sırada iç geçirdim. "Bu kâbus hiç bitmez sanıyordum. Kendim bile inanmıyordum bitebileceğine. Ama bu öyle bir şey ki..."

"Biliyorum." Uzanıp elimi tuttu. "Her şey bitti. Bunca yıldan sonra buna inanmak zor, tahmin edebiliyorum ama buraya kadardı. Bitti."

İçimi bir kitap gibi okuması ona açılmama o kadar yardımcı oluyordu ki anlatamam. "Sanki her an bir yerden çıkacakmış gibi hissetmem normal mi?"

"Böyle hissetmen çok normal. Ama inan bana zamanla alışacaksın. Bu karmaşık duyguların bir bulut gibi dağılacak. Kendini daha özgür hissedeceksin. Ve bu yeni duruma da alışıp adapte olacaksın."

Onaylayarak başımı salladım. Tam o sırada Valent'in telefonu çaldı. Elimi tutan eli cebine girdi ve telefonunu çıkardı. Arayanın Isabella olduğunu görünce gözlerimi devirdim. Akşamın bir saatinde patronunu ne diye ararsın ki? Hayır neden yani? Gündüzün suyu mu çıktı?

Telefonu yanıtlamadan önce "Bu önemli olabilir." diyerek ayağa kalktı.

Bense ağzımın içinde öyle "Eminim çok önemlidir." diye geveledim. Bu Isabella benim iyice midemi bulandırmaya başlamıştı. Sakince adamın odamdan çıkışını seyrettim ve derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalkıp kendimi yatağa attım. Yüzüme yastığı bastırıp çığlık attım. "Allah'ım sen bana sabır ver! Ama çok ver, ben ekonomik kullanamıyorum çünkü!"

Sinirlerime hâkim olmaya çalışarak yatağa uzandım ve uykuya dalmaya çalıştım. Gözlerimi araladığımda sabah olmuştu ve telefonum çalıyordu. Arayan Wendy'di. Telefonu açar açmaz son gelişmelerle ilgili bir sürü soru sıraladı. Ben de olanı biteni anlattım. "Ya akşamın bilmem kaçında pervasızca patronunu arayabilecek kadar şuursuz bir kadın bu Wendy!"

Bir an sessiz kaldıktan sonra çekinerek "Ya, Lâl... Sana daha da gaz verme niyetinde değilim ama..." diye söze girdi telefonun diğer ucundaki Wendy. "Hani siz ayrıldınız, aranızda bir şeyler de geçmiyor ya."

"Evet?"

"Erkekleri bilirsin işte. Hani... Bu kadın da bu kadar pervasız, utanmaz. Yapışmışsa adamın yakasına. Sen de adama yüz vermiyorsun, malûm."

"Eveleyip gevelemesene Wendy! Ne söyleyeceksen söyle, ömrüm gidiyor burada!"

"Yanlış anlama ama... Sen vermezsen kimden alır?"

Son derece açık seçik ve dürüstçe sorulan bu soru kafamda çok farklı bir pencere açmıştı. Tam Wendy'ye kızmak üzereyken kendime geldim. Haklıydı. Bal gibi de haklıydı işte. Valentino da bir erkekti en nihayetinde. Daha da kötüsü, şuan bir şeyler olsaydı ona hesap dahi soramazdım. Kendi kendimi yer miydim? Evet. Ama hesap soramazdım. Çünkü ayrılmayı ben istemiştim. Ayrıydık. Ve o istediğiyle istediğini yapabilirdi. İstemsiz de olsa Batur'un sözleri beynimi istila etmişti.

"Bak Azize, ben bir erkeğim anlıyor musun? Bazı dürtülerim var. İhtiyaçlarım var, bunu inkâr edemeyiz sonuçta değil mi? Seni istiyorum. Ama sen..."

"Bu ne iğrenç bir üslup, ne bağnaz bir konuşma şekli? Ne yani, benim bu konuda bir rahatsızlığım, bir hastalığım olsa sen bu yüzden çekip gidecek misin? Bu mu senin gerçek aşk, sevgi kavramın?"

"Konuyu çarpıtma! Ben öyle bir şey söylemedim. Sadece biyolojik bir gerçekten bahsettim. Ben bir erkeğim ve birtakım ihtiyaçlarım var. Eğer bunları alamazsam..."

Wendy'nin söyledikleri kafama dank ederken kendimden şüpheye düştüm. "Yok, Valent öyle bir adam değil. Sen de biliyorsun." desem de içime kuşku düşmüştü bir kere. Elbette Batur'la bir tuttuğum yoktu Valent'i. Bu konuda onun hakkını yiyemezdim. Ama biraz da gerçekleri konuşmalıydık değil mi? Biyolojik gerçekler.

"Ya tabii biliyorum, bilmez olur muyum? Karıya kıza doymuş adamı nerede görsem tanırım ben. Valentino'dan da şüphem yok. Ama bu tür kadınlar Pirana gibidir, kan kokusunu alır. İnsanın aklında yokken bile aklına sokar. Adamı yalnız yakalayınca da... Yani... Allah aşkına sen söyle, bir erkek ne kadar dayanabilir ki?"

İçime düşen korkuyla gerildim. "Haklısın." Keyfim iyiden iyiye kaçmıştı. "Tamam Wendy, ben şimdi kapatıyorum. Sonra görüşürüz." Telefonu kapattığımda dakikalarca yatakta düşünüp durdum.

Sabah kahvaltıya indiğimde oldukça düşünceliydim. Sessizliğimden kendince çıkarımlar yapan Valentino bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydı. "Bir sorun yok değil mi?"

"Yok, tam ayılamadım daha. Ondan." Onaylayarak başını sallayan adam üstelemedi. Wendy'le sabah konuştuğumuz konu aklımdan çıkmıyordu. Onun hakkında düşündüklerimden haberi yoktu tabii. Bilseydi bir kaçık olduğumu bile düşünebilirdi belki. Stresli ve düşünceli olmama rağmen yine kurt gibi açtım. Bunda dün akşam yemek yemememin de etkisi büyüktü tabii. Tabağıma yine bulduğumu doldurup tıkınırken bir an olsun Wendy'le konuşmamızı unutmuştum. Valentino'yla kahvaltı yapmanın keyfini çıkardığımı en azından kendimden gizleyecek değildim.

Uzun zamandır ilk defa bu kadar keyifli bir kahvaltı yapmanın elbette bir bedeli olacaktı ki, çok geçmeden o bedel kapıdan içeri girdi. Önce Nina geldiğini haber verdi ve saniyeler sonra da Isabella'nın kendisi içeri girdi. Sevmediğin ot yanında bitermiş. Bu kadın da iyice yol etti burayı kendine.

Yine bana nezaketen kibar bir baş işaretiyle selam verdikten sonra beni görmezden gelir gibi Valent'e döndü. "Revize istediğiniz dosyaları getirdim efendim."

Memnuniyetle başını salladı adam. "Güzel." Yan gözlerle bana baktığını görünce öfkemi gizlemeye çalıştım. Dişlerimi sıkarak güldüm. "Biz çalışma odasında olacağız, toplantımız var."

"Öyle mi?" Sakinliğimi korumaya çalışırken "Bir şeyler içer miydiniz?" diye sordum.

İstifini bozmayan adam sıradan bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Olur aslında." Isabella'ya döndü. "Kahve?"

"Olur."

Yüzsüz yüzsüz "Nina'ya bize iki kahve getirmesini söyler misin?" demez mi bir de? Buyur buradan yak.

Oldu, bir de size uşaklık yapayım. Ama ben kaşındım. Şimdi hiç şikâyet etmeye hakkım yoktu. Dişlerimin arasından güldüm. "Tabii, tabii siz keyfinize bakın! İyi çalışmalaaar! Allah zihin açıklığı versin!" Onların gidişini seyrettikten sonra sesli bir biçimde iç geçirdim. "Allah tepenizden baksın!"

Odayı sinirle tavaf ederken Isabella'nın saçını başını yolduğumu hayal ederek kendimi rahatlatmaya çalıştım ama olmuyordu. Kısa bir süre düşündükten sonra "Ben şimdi senin hakkından gelmesini bilirim." diyerek Nina'ya kahvelerini yaptırdım ve ısrarla kendim götüreceğimi söyledim. Kahveleri alıp çalışma odasına çıktım ve kapılarını çalıp usulca içeri süzüldüm. Yapmacık bir samimiyetle "Kahveleriniz geldi!" diyerek masaya yaklaştım.

Başını dosyalardan kaldıran Valentino "Sen neden zahmet ettin ki? Nina'ya söyleseydin o getirirdi." diye mırıldandı.

"Aaa olur mu canım? Misafieimize kendi ellerimle ikramda bulunmak istedim!"

Isabella sevimsiz bir tebessümden sonra Valentino'ya döndü ve beklenmedik bir hamle yaptı. "Pardon." diyerek adamın ceketinin yakasını elinin tersiyle silkeledi. "Ceketinize toz bulaşmış."

Bu kadar yakınlık da fazlaydı ama! Bu kadın resmen gel beni ikiyle çarpıp dörde böl diyordu. Isabella, sen şimdi naneyi yemedin mi? Burnumdan soluyarak içimdeki cinai duyguları geri ittim. Usulca masaya bir adım daha attım. Valentino'nun kahvesini sakince masaya bıraktıktan sonra Isabella'nın kahvesini ne hikmetse kazayla(!) üzerine döküverdim. Tamamen kader olarak diye yorumladım. Kötü bir niyetim yoktu. Yersen. Kadının üzerine dumanı üstünde kahveyi boca ettikten sonra onun acı dolu çığlığı arasında sahte bir şaşkınlık ve mahcubiyetle "Ayyy canım ya, çok affedersin! Yanlışlıkla oldu! Fincan elimden kayıverdi!" Kadın panik hâlinde yerinden kalkarken iki elimi de vah vahlayarak vurdum. "Ah ah ah görüyor musun bak? Görünmez kaza işte!"

Bana göz ucuyla baktıktan sonra Isabella'ya dönen adam "Yandın mı? İyi misin?" diye sordu.

Isabella bana göz ucuyla sinsi sinsi baktıktan sonra Valent'in uzattığı peçeteyi alıp üzerini sildi. "İyiyim, bir şeyim yok."

"Nina sana tuvalete kadar eşlik etsin."

Valent'in sözünü başıyla onaylayan kadın tuvalete gitmek üzere odadan çıktı. Üstünü temizledikten sonra Isabella gittikten sonra adamın bakışları bana döndü. Ben durumu bilmezden gelmeye devam ediyordum tabii. "Ne oldu?"

Yaramazlık yapan çocuğunu yakalamış ebeveyn gibi göz devirerek bana baktığında bu durumdan hoşlanmadığını iddia edemezdi. Bir yanının bal gibi hoşnut olduğunu anlayabiliyordum. Onu tanıyordum. "Lâl."

"Efendim?"

"Bana az önceki tiyatro oyununla ilgili bir şeyler söylemek ister misin?"

"Ne tiyatrosu?" Anlamazdan gelmeye kararlıydım. İtiraf etmemi isteyen bakışlarla bana bakan adama abartılı bir biçimde inanmaz bakışlarla karşılık verdim. "Yok artık! Bilerek yaptığımı düşünmüyorsun değil mi?"

"Aslına bakarsan tam olarak öyle düşünüyorum." Rahat bir biçimde ellerini ceplerine sokarken benden açıklama beklediğini gizlemiyordu.

"Var ya şuan o kadar günahımı alıyorsun ki Valentino, bak bu vebalin altından kalkamazsın!" Sessiz ve suçlayıcı bakışlarla üzerimde baskı kurmaya devam eden adama baktım. "Kazayla kadının üstüne kahve döktüm diye neredeyse katil ilân edeceksin beni, helâl olsun gerçekten!"

Güldü adam. Ruh hastası. Bu durumun hoşuna gitmesinin daha mantıklı bir açıklaması olamazdı. O da en az benim kadar ruh hastasıydı işte. "Lâl, itiraf et ve kurtul bence. İkimiz de bunu bilerek yaptığının farkındayız."

O kadar çok üstüme gelmişti ki bu durum artık ikrah getirdi yani. Ben de aniden patladım. Kızdığımı daha fazla gizleyemedim. "Ya sen asıl bu saçma samimiyeti açıkla bence! Bu kız sana bu kadar yakın davranacak cüreti nereden buluyor?"

Durumdan hoşnut bir biçimde gözlerini kısarak bana baktı adam. Az önceki sorusunun yanıtını almaktan son derece memnun görünüyordu. "Anlamadım, sen bana hesap mı soruyorsun şuan?"

Ava giderken avlandığımı o an anlayan ben kekelemeye başladım. "Hayır da... Yani..." Mantıklı bir açıklama bulmam gerekiyordu. Hem de hemen şimdi. Hah! Tamam, bulmuştum. "Yani siz bu kızla bu kadar samimiyseniz demek ki sen benimle nişanlıyken de sana böyle davranıyordu! Ne o öyle ceketine dokunmalar, yakanı silkelemeler, yakın temaslar!"

Her şeye bir cevabı olan Don Valentino Riccardo da durur mu, verdi cevabını tabii. "Bak, tabii ki o zaman durum başkaydı. Nişanlım olduğunu, bebeğimiz olacağını biliyordu."

"Ha şimdi bilmiyor, ondan böyle davranıyor. Öyle mi diyorsun yani?" Histerik bir öfkeyle aşağı yukarı başımı salladım. "Eee fırsat bu fırsat tabii!"

"Lâl, biraz sakin olur musun?"

"Hayır, ben sakinim de yani bu ne yani böyle şimdi? Gereksiz bir samimiyet! Böyle mıç mıç mıç! Ne alaka yani?"

"Lâl, neden bana böyle sorular soruyorsun şimdi?" Keyifli ve imalı bir ses tonuyla yeni bir soru ekledi. "Yoksa beni kıskanıyor musun?"

"Ne? Tabii ki hayır!"

Beni zayıf yönümden yakalamış gibi yan gözlerle bakarken kaşlarını kaldırdı. "Lâl, farkında mısın? Bunlar ev arkadaşına sorulabilecek türden sorular değil."

Benden bir itiraf, bir açıklama, belki de bir yanıt bekliyordu. Aslında bana haddimi bildirmişti. Sen kimsin de bana hesap soruyorsun demenin kibar bir şekliydi bu. Haklıydı aslında. Ben kimdim ki? Tamam, güzel anılarımız vardı. Bir süre öncesine kadar bir ilişkimiz de vardı ama teknik olarak şuan ona hesap sorma hakkına sahip değildim. Bu yaptığım ona haksızlıktan başka bir şey değildi. Hem ondan ayrılmıştım, aramızdaki ilişki belirsizdi hem de ona hesap soruyordum. Kendime geldim. Bir adım geri attım yutkunarak. "Haklısın. Haddimi aştım. Kusura bakma, bir daha olmaz."

Tam arkamı dönüp odadan çıkacakken adam beni kolumdan tutup aniden kendine çekti. "Lâl." O kadar yakındık ki birbirimize, burun burunaydık. Nefeslerimiz birbirine karışacaktı neredeyse. Gözlerimin içine bakan adam kısa bir an yutkundu. "Hadi itiraf et artık. Beni kıskanıyorsun. Çünkü hâlâ beni seviyorsun." Nefesim kesilmişti, bir yanıt verebilecek durumda değildim. Ona bu kadar yakınken alkol etkisindeymişim gibi başım dönüyordu. Uzanıp dudaklarıma yumuşak bir öpücük kondurdu. "Bir kadının bana dokunması ihtimali seni çıldırtıyor." Alt dudağımı ısırdı yumuşakça. "Deliriyorsun." Sözleri gitgide ateşli mırıltılara dönüşmüştü.

Bense kendimi geri çekmeye çalışsam da başaramıyordum. Çekim alanına çoktan girmiştim bile. Kurtulmaya çalıştıkça daha çok sürüklendiğim bir bataklık gibiydi. Adımlarım geri geri gittiğinde arkamdaki masaya çarptım ve durmak zorunda kaldım. Dudakları dudaklarıma yaptığı tatlı işkenceye devam ediyordu ve benimse kaçacak yerim yoktu. Sadece "Valent... Yapma..." diyebildim. Beni kucakladı ve çalışma masasına oturttu. Karşı konulamaz dudakları ve dilinin ıslak adımları boynuma doğru ilerlerken boşta kalan sağ eli masaya gitti. Tek eliyle masadaki her şeyi yere serdiğinde araladığı bacaklarımın arasındaki yerini aldı.

Önüme düşen saçlarımı nazikçe geriye ittiğinde gözlerime bakarken dudaklarını boynumdan ayırmıyordu. "Neyi yapmayayım?" diye mırıldandığında öpüşleri boynumun sağına doğru kaymıştı. "Bunu mu?" Ürperdim. Kalbim göğüs kafesimin içinde şiddetle atıyordu, neredeyse ağzımdan fırlayacaktı. İçimdeki kararsızlığın farkında olan adam burnuma sokuldu ve gözlerini bana dikti. "Yeterince delirmedik mi?" Elleri göğüslerimi bulduğunda mırıldandı. "Artık durulmanın zamanı gelmedi mi?"

"Valentino..." Birbirimizin canına okumuştuk. Yani... Daha doğrusu... Ben onun canına okumuştum. Şimdi durulmanın zamanı gelmemiş miydi? Eğer onu bir başkasıyla görmeye dayanamıyorsam, sürekli ne yaptığını düşünüp kıskanıyorsam, onsuz bir hayat düşleyemiyorsam ve ne olursa olsun birbirimizden kopamıyorsak bu bir işaret değil de neydi? Yeni bir şans için bir işaret.

Sırtım masanın soğuk yüzeyine değdiğinde ürperdim. Pantolonunun kemerinin çözülüşü ve fermuar sesini işitirken bacaklarım istemsizce aralanmıştı. Uzanırken belimden aşağısı altta kalmıştı. Adam masanın karşısındaki koltuktan aldığı yastığı belimin altına koyduğunda bakışları hakkımda oldukça hain planları olduğunu gizlemiyordu. Yüzü dönük bir biçimde beni kalçamdan kaldırdı ve bacaklarımı göğsüne yasladı. Her an birleşeceğimizin beklentisiyle heyecanlı ve gergin beklerken hiç hazırlıklı olmadığım bir anda içime girdi. Dudaklarımın arasından kontrolsüz bir inilti koptuğunda o bundan memnun görünüyordu. Ellerim saçlarında rotasını kaybetmiş bir biçimde gezinirken içimdeki varlığı ve o inanılmaz doluluk hissiyle tatlı bir gerilim tırmandı içimden. Çok yüksek bir gökdelenden aşağı atlıyormuşum ama bir türlü düşmüyormuşum gibi bir heyecan yaşıyordum o içimde gidip gelirken. Avuçları göğüslerimi sıkıp okşarken içimdeki hareketlerini işkence gibi uzatıp yavaşlatıyordu. Diliyle göğüslerimin etrafında çizdiği ıslak daireler daraldıkça göğüs uçlarımdaki dişlerinin tatlı sert hamleleri içimi hoplatıyordu. Kendimi elektriklenmiş gibi hissetmemi sağlıyordu. Başımı geriye attım ve zevk içimi parçalayana kadar gözlerimi kapalı tuttum. İçimdeki sert hareketlerinin her hamlesiyle dudaklarımdan tutamadığım iniltiler kopuyordu. İkimiz de bitip tükenene kadar bunu sürdürdük. Göğüslerimi sömürene kadar emmeye devam ederken ellerim sertçe saçlarının arasına girdi. Saçlarını çekiştirirken kollarımı yakalayıp başımın üstünde birleştirdi. "Benimleyken uslu durmayı öğreneceksin."

Kontrol onun elindeyken hem geriliyordum hem de tuhaf bir hazla doluyordum. Ancak her seferinde farklı bir Valentino'yla karşılaşıyor gibiydim. Beni her zaman memnun etmeye çalışan şefkatli adamla hazzın doruklarına ulaşan yırtıcı bir kurt arasında gidip geliyordu sanki. Kollarım onun elleri arasında başımın üstünde kilitli kalırken ikimizin de doruklara tırmanışı ikimizi de doldurup taşırmıştı.

Daha az önceki doyumun şokunu atlatamamışken beni kollarımdan tutup hafifçe kaldırdı ve masanın köşesine oturmamı sağladı. Kollarımla kendimi arkadan desteklerken ayartıcı bakışlarla beni süzen adam önümde duruyordu. Haşin bir ifadeyle bacaklarımı kendi beline doladığında beni kalçalarımdan tutup saniyeler içinde kendini yenileyen ereksiyonuna bastırdı. Bunu nasıl yapabiliyordu, her saniye nasıl böylesine hazır olabiliyordu anlamıyordum. İçimdeki hamleleriyle gözlerini kapayan adamın beklenmedik bir biçimde dudakları o şeklini almıştı. Kendini kontrol etmekte güçlük çektiği çok belliydi. Benim de ondan geri kalır yanım yoktu doğrusu. Bacaklarımın arası ateşler içindeyken onun varlığıyla kül oluyordu sanki. Bu kadar üst üste aynı duyguları böylesine yoğun hissederken nefesim kesilmişti. İniltilerimiz birbirine karışırken hayvani bir sesle üzerime yığıldı adam. İkimiz de nefes nefeseydik. Nefes aldıkça göğsüm inip kalkıyordu.

Beni kucaklayıp birkaç oda ötedeki yatak odasına götürdüğünde kapıyı ayağıyla örttü. Yatağa daha az önce sevişmemişiz gibi vahşi bir açlıkla bedenimi bıraktığında bana hafif tatlı sert davranması hoşuma gidiyordu. İçimdeki o ateşi körüklüyordu farkında olmadan. Yatağın kenarına uzandığımda o da arkama geldi. Kendi uzanan bacaklarıyla kapalı duran bacaklarımı hafifçe araladı ve bacakları benimkilerle paralel bir biçimde aralık hâldeyken beklenmedik bir biçimde içime girdi. Dudakları sırtımın çıkıntılarından aşağı inerken elleri kalçalarımı sıkıp yoğuruyordu. Başımı yastığa gömdüğümde onun her hamlesiyle dudaklarımdan yükselen iniltiler yastığa hapsoluyordu. Onun tarafından yönetilmek tuhaf bir histi. Tuhaf ve gizemli. Onun sert ve kontrolcü kişiliğiyle ilk defa bu kadar yakından tanışıyordum. İlginç bir deneyimdi. Macera dolu. Bazen biraz korkutucu. Tanıdığım adamın farklı bir kimliğiyle tanışır gibi.

İçimi tam anlamıyla dolduran o doyumla birlikte ikimiz de nefeslerimizi düzene sokmakta güçlük çeker bir biçimde yatağa sırtımızı yaslamıştık. Vücudum terden sırılsıklamken bacaklarımın arasındaki tatlı ve ateşli uyuşmanın esiriyken gözlerimi daha fazla açık tutamadım. Gözlerimi kapamadan önce hatırladığım tek şey adamın yanımda dirseği üzerinde yükselip saçlarımı okşarken "Seni herkesten koruyabilirim. Ama kendimden nasıl koruyacağımı bilmiyorum." diye mırıldanışıydı.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌟 Bekletmeden hızlı bir yeni bölümle karşınızdayım! UMARIM SİZ DE BU UZUN BÖLÜMÜ BOL YORUMLARLA TAÇLANDIRIRSINIZ. Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. 💖 Sizce bölüm sonunda Valent'in bahsettiği şey neydi? Onunla ilgili tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Siz de Isabella'da bir gariplik seziyor musunuz yoksa bu Lâl'in kuruntusu mu? Onunla ilgili düşüncelerinizi de buraya yazarsanız harika olur. ✨ Önümüzdeki bölümle ilgili tahminlerinizi ve istek sahnelerinizi buraya yazabileceğinizi biliyorsunuz. Bakın, Lâl ve Valentino arasındaki buzlar da eridiğine göre artık hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz herhâlde değil mi? 😂❤️ Şimdilik sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%