@buzlarkralicesi
|
-34- ❝Lâl❞ Valentino gittikten sonra bir süre bütün gün evde ne yapacağımı bilemedim. Onun Anna ismini duyup kaskatı kesildikten sonra aniden hiçbir şey olmamış gibi gitmesine anlam veremesem de üstünde durmadım. Daha yeni barışmıştık, birbirimizi seviyorduk ve ben Valent'in beni aldatmayacağına artık emindim. Eee o zaman? Neden üsteleyip kavga çıkaracaktım ki? Yaşadığım bunca şeyden sonra hayat bana herkesin sırları olabileceğini ve bunun normal olduğunu öğretmişti. Kısa bir süre öncesine kadar benim de sırlarım vardı. Valent'in sınırlarına saygı duymam gerektiğini düşündüm ve merakımı içime geri ittim. Yarın kontrol günümdü, düşük sonrası doktorum tekrar gelmemi söylemişti. Jinekoloğuma gitmem gerekiyordu ama madem bugün bütün günüm bomboştu, bari bu işi aradan çıkartayım dedim. Evde kalıp kendi kendimi yemektense. Telefon açıp doktorumla görüştüm ve bugün gelmemin sorun olmayacağını söyleyince kontrole gittim. Her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Bir sorun yoktu. Birlikte bana en uygun korunma yönteminin iğne olacağını kararlaştırdık ve bu konuyla ilgili gerekeni yaptık. Bundan böyle üç ay arayla iğnelerimi aksatmadan olacaktım. Bu konuyu da kontrole gelme vesilesiyle çözmüştük, bu konuyla ilgili artık kafam rahattı. Eve döndüğümde Valent hâlâ eve dönmemişti. Üzerimi değiştirip bahçede bomboş gezmeye başladım. Bir ara Haldun abi aradı. Kendimi iyi hissediyorsam artık geri dönmem gerektiğini, birtakım teklifler geldiğini ve müsait olduğumda bunları görüntülü görüşerek birlikte değerlendirmemizi önerdi. Ben de kabul ettim. Teklifler arasında ünlü bir giyim markasının yeni bir reklam filmi teklifi de olduğunu öğrendim. Şuan bununla ilgilenecek vaktim olmadığını ancak en kısa sürede teklifleri inceleyeceğimi söyledim. Vaktim boldu ama kafam doluydu, çok mantıklı kararlar verebileceğimi düşünmüyordum. Bu yüzden biraz kendimle kalmak istedim. Telefonu kapattığımda ellerim elbisemin ceplerinde aylak aylak bahçede gezmeye devam ediyordum. Sabah birlikteydik ama daha şimdiden Valent'i özlemiştim. Her fırsatta geri zekâlı gibi onu hangi cesaretle terk ediyordum acaba, peşimden koşup beni geri getirmese sıçmıştım. Şu hâlime bak, birkaç saat görmesem deli gibi özlüyordum onu. Karşıdan arabadan inen Valent'in buraya doğru yürüdüğünü görünce heyecanla gözlerimden kalpler çıktığına yemin edebilirdim. Bir çocuk gibi sevinmiştim ve hızlı adımlarla ona koşmaya başladım. Sorgusuz sualsiz koşarak kollarına atlamakla da kalmadım, bacaklarımı kalçasına sararak kucağına zıpladım. Etraftaki adamlarına karşı karizmasını çizmiş olmak umurumda bile olmamıştım. O da kucağına zıplamam üzerine birkaç saniye şaşırsa da kısa bir an etrafına baktıktan sonra memnuniyetler kollarını vücuduma sararak tebessüm etti. "Seni çok özledim, Valent! Neredeydin?" "Bazı işlerim vardı, bebeğim." Rüzgârdan dağılan saçlarımı arkaya atıp yüzüme baktı. "Ama geldim işte, buradayım." "Immm... Çok özledim seni, çok özledim!" Şımarık bir çocuk gibi çenesini, alnını, yanaklarını sayısız kere öptüm. Yüzünü ellerimin arasına aldım. "İşlerin bitti mi? Sıra bana geldi mi? Birlikte bir şeyler yapalım n'oluuur!" Gülerek "Çocuk gibisin, Lâl." derken ben kucağından indim. Elimi tuttu. "Evet, işlerimi hallettim. Bugün seninim." Heyecanla ellerimi çırptım. "Yaşasın, yaşasın!" Nikolai arabanın köşesinde ellerini önünde birleştirmiş kısa bir an dalgın bakışlarla bizi seyrettikten sonra başını öne eğdi. Hâlime şaşıran Valentino "Seni böyle görmek ne güzel. Bunu neye borçluyuz?" diye sormaktan kendini alamadı. "Seni çok özlememe tabii ki akıllım!" Merakla yüzüne baktım. "Eee bugün ne yapıyoruz?" Bir süre bana baktı ve düşündü. "Sana bir hediyem var." dedi imalı bir yüz ifadesiyle. Yüzünde sürprizin ne olduğuna dair hiçbir tüyo bulamıyordum ve bu beni daha büyük bir meraka sürüklüyordu. "Ne hediyesi?" "Sürpriz." "Nasıl bir şey?" Kısa bir an bekledikten sonra yanıt gelmeyince olduğum yerde tepindim. "Ya ne sürprizi Valent, söylesene!" "Lâl, sürprizler söylenmez. Sormaktan ne zaman vazgeçeceksin?" Az önce bıraktığım elimi tekrar tuttu. "Hadi, gidiyoruz." "Nereye?" Gideceğim yeri bilmediğim için kıyafetim uygun muydu hiçbir fikrim yoktu. "Üzerimi değiştirmem gerekiyor mu?" "Sürprizin uzakta değil, evin içinde." Bu daha çok merak etmeme sebep olmuştu. Montrel'e kaş göz işareti yaptıktan sonra ondan aldığı siyah bir saten bezle gözlerimi bağladı. Arkamdan omuzlarımı tuttu. "Şimdi sürprizinin yanına gidiyoruz, tamam mı?" "Valentino hiçbir şey göremiyorum ama ben!" "Gözlerini bu yüzden bağladım, Lâl." "Ama her yer toz toprak, göremiyorum, düşerim bir yere şimdi!" "Saçmalama, ben yanındayım. Şimdi yürümeye devam et." Onu dinledim ve tüm yönlendirmelerini dikkate alarak yürümeye devam ettim. Bir süre sonra hâliyle sıkılmıştım. Ofladım. "Valentino, daha gelmedik mi? Daha ne kadar böyle yürüyeceğim Allah aşkına? Meraktan çatladım!" "Geldik, sabırsız şey. İleride kısa bir basamak var, dikkat et." Kollarımdan tutan adamın beni yönlendirdiği yere yürüdüğümde kısa bir süre sonra gözlerimin bağını çözdü. Etrafa baktığımda karşımızda büyük bir at çiftliği vardı. Atların özgürce gezebildiği bu geniş alanın arkasında atların evini görebiliyordum. Sağ tarafta yeşillik bir alana açılan uzun ve sonu görünmeyen bir yol görünüyordu. Koruluk gibiydi. Belki de orman. Bilemiyordum. Biraz ileriye baktığımda evimiz görünüyordu. Evimizin sınırları içinde böyle bir yer olduğunu asla düşünmemiştim. Evet, evimizin sınırları büyüktü ama benim gezdiğim alan evi ve bahçeyi geçmiyordu, evin içinde bile görmediğim o kadar yer, o kadar çok oda vardı ki. Burayı daha önce görmemiş olmama şaşırmadım. Hayranlıkla asil bir biçimde çiftlikte gezen atlara baktım. "Valentino... Burası çok güzel! Bu atlar... Aman Allah'ım, çok güzeller!" Memnuniyetle güldü adam. "Beğenmene sevindim." "Bunların hangisi senin?" Başta anlamayan adam sıradan bir şeyi açıklar gibi "Hepsi bizim. Yani senin ve benim..." yanıtını verdi. Elleri ceplerinde nefes alarak ekledi. "Ama... Benim atım şurada." Parmağıyla işaret ettiği yere baktığımda büyük ve siyah bir at süzülerek yürüyordu. Biraz yaklaştığımda koyu kahverengi gözleri parlıyordu. Uzanıp onu sevmeye çalıştığımda ateş gibi gözleri hırçın ve tehlikeliydi. Valent uyardı. "Dikkat et, kimseye sevdirmez kendini. Benden başkasına alışık değildir. Yabanidir. Hırçındır." Ellerimi uzatıp şefkatle okşadığımda gözlerindeki tehlikeli ışıltı kısa sürede kayboldu. Valent'in sözlerini yalancı çıkarırcasına sakinleşmişti. Hatta onu sevebilmem için başını eğdi. Heyecanla haykırdım. "Beni sevdi! Gördün mü? Beni sevdi!" Onaylayarak başını sallayan adam atının bana gösterdiği hürmete şaşırmışa benziyordu. Göz süzerek tebessüm ettim ve "Benim herkes olmadığımı anladı galiba." dedim imalı bir ses tonuyla. "Kimi seveceğini iyi biliyor." Ayartıcı bakışlarını üzerimde hissettim. Yelelerini sevgiyle okşarken mırıldandım. "Ne tatlısın sen..." Merakla adama döndüm aniden. "Bir adı var değil mi?" "Adı Hector." Sevmelere doyamadığım atın yelelerini okşarken uzun zamandır ilk defa bu kadar keyifli zaman geçiriyordum. "Valentino bu çok güzel." Yanımdaki adama döndüğümde at bakıcısına kaş göz işareti yaptığını yakaladım. "Ne oluyor?" Kısa bir süre sonra içeriden bir at geldi. Masallardaki atlar gibi gerçek olamayacak kadar güzel bir attı. Bembeyaz, parlak tüyleri ve yeleleri o kadar etkileyiciydi ki. Fantastik hikâyelerde gökyüzünde uçan parlak tüylü unicornları andırıyordu resmen. Açık kahverengi gözleri ay ışığı gibi parlıyordu. "İşte sürprizin." "Valent... Bu..." Okşamaya başladığım atın parıltılı tüyleri arasında kayboldu ellerim. "Gerçek olamayacak kadar güzel." "O artık senin." "Ne?" İnanamamıştım. "Benim mi?" "Evet, o senin atın." Heyecan ve mutlulukla boynuna atladım. "Valentino, çok teşekkür ederim! Bu hediye... İnanılmaz!" Sıkı sıkı sarıldım. Şoku atlattıktan sonra atıma döndüm. "Çok güzelsin sen." Yüzünü okşadım sevgiyle. "Adı ne?" "O artık senin. İstediğin ismi koyabilirsin." Bir an atıma dönüp onun büyüleyici güzelliğine baktığımda öyle Pamuk, Beyaz gibi sıradan bir isimden daha fazlasını hak ettiğine karar verdim. Omuz silkerek "Juliet olsun adı." dedikten sonra Valent'e döndüm. "Ona baktığımda böyle bir ismin yakışabileceğini düşündüm." Yanımdaki adamın da bu ismi güzel bulduğunu hoşnut yüzünden anlamıştım. Yelelerini severken "Juliet..." diye mırıldandım ismi hem kendime hem de ata alıştırırcasına. "Ne dersin?" "Bence yakıştı." Böyle bir hediyeye hayran olmamak elde değildi. Valent'e sarıldım. "Çok teşekkür ederim, Valentino. Bu çok güzel. Gerçekten." Uzanıp dudaklarından öptüm. "Senin kadar değil." Dalgın bakışları derin manalar taşıyordu. Onunlayken tüm duygularımı uçlarda yaşıyordum. Tek bir hareketiyle deli gibi mutsuz olabildiğim gibi küçük bir jestiyle kendimi dünyanın en değerli kadını gibi, bir prenses gibi hissedebiliyordum. Aşk böyle bir şey miydi? Çok sevmek ya da çok nefret etmek. Çok üzülmek ya da çok mutlu olmak. Asla ortası değil. Hep daha uçlarda. Başımı göğsüne yasladığım adama döndüm. "Atımla gezmek istiyorum." "At binmeyi biliyor musun?" "Evet. Dedemin at çiftliği vardı." Başımı hafif yan yatırdım. "Aslında hâlâ var ama gitmiyoruz. Neyse. Küçüklüğüm o at çiftliğinde geçti. Tabii küçükken midillilere bindirirlerdi gönlüm olsun diye. Ama büyüdükçe dedem kendi atına binmeme izin verdi." Bir sırrı anlatır gibi kısık sesle ona yaklaştım. "Normalde kimsenin binmesine izin vermez." "Sana çok değer veriyormuş desene." Onaylayarak başımı salladım. Dedemi kısa bir an bile düşünmek bana iyi gelmişti. Oğlu Başkan'ın aksine bana iyi davranır, beni çok severdi. Tabii gerçek torunu olduğumu sandığı için. Belki o da gerçekleri bilseydi Başkan gibi benden nefret eder, beni değersiz görürdü. Bilemiyordum. Bunları düşünmek istemiyordum çünkü manasızdı. Geçirdiğim bu mutlu zamanı en iyi şekilde değerlendirmek istiyordum. "Hadi at binelim." Kaşlarımı çatarak bana verdiği sözü hatırlattım. "Bütün gününü bana ayıracağını söylemiştin, unutma!" Valentino ise "Unutmadım, merak etme." yanıtını verdi gülerek. "Hadi o hâlde, bakıcı atları hazırlarken biz de hazırlanalım." Atlar hazırlanırken biz de binici kıyafetlerimizi giyip gelmiştik. Çiftliğin kenarında usul usul yürüyen Nikolai ise sessizce bizi seyrediyordu. Valent atı Hector'u, ben de Juliet'i almıştım. Aslında Juliet'in bana alışıp alışmaması konusunda birtakım tereddütlerim vardı ancak o da benden hoşlanmışa benziyordu. Koruluklarda atalarımızla gezerken çok mutluydum. Valentino'yla yan yanaydık. Her şeye rağmen. Onunla her şeyi aşmıştık. Belki de aştığımızı sanmıştık ama kimin umurunda? O yanımdaydı. Biz yine birlikteydik. Tüm yaşananlara rağmen beraber olmamız mutlu olmam için yeterliydi. Koruluğun enfes görüntüsü gerçekten göz dolduruyordu. Valent'le olmak, onunla uzun sohbetlerimiz de oldukça keyifliydi. Bütün gün bana ait olacağını sanıyordum ama Montrel gelip "Efendim, önemli bir telefon var." deyip aramızdaki romantik ambiansın içine sıçınca bir miktar bozuldum. Yine de belli etmedim çünkü adamın önemli işleri olabileceğini kabullenmiştim. Onu tanıyordum. Ne iş yaptığını biliyordum. Ve işinin hata kaldırmayacağını da biliyordum. Valentino bana döndü. "Tatlım, sen eğlenmene bak. Benim gitmem gerekiyor, işlerim erken biterse dönerim." Uyarıcı bakışlarla ekledi. "Sakın tek başına buradan ileriye gitme." Bozulduğumu gizleyen bir tebessümle karşılık verdim. "Tamam canım, evde görüşürüz." Arkasından onun gidişini seyrettim. Onun arkasında her kalışımda, gidişini her seyrettiğimde kendimi olayların dışında kalmış, ondan koparılmış hissediyordum. Biliyorum, çok çocukçaydı ama ondan bir an olsun ayrı kalmak istemiyordum. Hani kanguruların yavrularını taşıdıkları bir cepleri olur ya karnında, keşke Valent de beni her gittiği yere öyle taşıyabilseydi ne olurdu sanki? Saçmalıyorsun, Lâl. Oldu olacak tuvalete de birlikte gidin. Herkesin özel bir alanı olmalı. Bu alanlara saygı duymayı öğren. Kendi kendine yetebilmeyi öğren. İç sesim mantıklı konuştuğu zamanlar canımı çok sıkıyordu. Ne vardı sanki benim gibi sapıtsaydı? Ama yoook, hep mantıklı olacak, hep Valent'i bana koruyacak. Wendy giderken iç sesini benim içimde unutmuş gibiydi sanki. Atımla biraz daha ileriye gezintiye çıktık. Burası ilkbahar yaz gibi ne güzel cıvıl cıvıl olurdu. Yeşillikler, çiçekler, nehrin etrafındaki ağaçlar... Tam bir kartpostal manzarası gibi olurdu. Tüm bu güzel şeylere daldığımda Valent'in daha ileri gitme dediği yeri çoktan geçtiğimi fark ettim. Bir an nereden geldiğimi tam olarak hatırlayamadım. Atı nereye yönlendireceğimi şaşırdım. Ben kendimden emin olamayıp hafif panikleyince Juliet de hissetmiş gibi huysuzlandı. Huzursuz sesler çıkararak beni ormanlık alanın derinliklerine sürükledi. Bir şey görmüş gibi korkuyla kişnemeye başladığında zıplayıp sertçe beni sırtından attı. Yere fırladığımda başımı sert bir şeye çarpıp sersemledim. Bir süre ayağa kalkamadım ya da hareket edemedim. Gökyüzüne takılı kalan gözlerim kısa bir süre sonra karardı. ❝Valentino❞ Montrel işle ilgili önemli bir telefon görüşmem olduğunu söylediğinde Lâl'in yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi görsem de "Tatlım, sen eğlenmene bak. Benim gitmem gerekiyor, işlerim erken biterse dönerim." dedim. İşlerim bittiğinde bu durumu telafi ederdik. "Sakın tek başına buradan ileriye gitme." Bu durum hoşuna gitmese de yavan bir gülümsemeyle "Tamam canım, evde görüşürüz." diyen kadını arkamda bırakıp gitmek hiç hoşuma gitmiyordu ancak gitmem gerekiyordu. İşleri yeterince arka plana atmıştım. Artık ertelediğim işlerle ilgilenmeliydim. Eve döndüğümde yaklaşık 2 saatlik bir telefon görüşmesinin ardından Dmitri'nin ilgilendiği işlerle ilgili pürüzleri çözmüştük. Pietro ve Luigi'yle çalışma odamda bu konuyla ilgili uzun bir toplantı yapmamız gerekiyordu ancak telefon görüşmem bittiğinde Lâl hâlâ dönmemişti. Atını çok sevmişti, bu yüzden gecikmesini tolere edebilirdim sanırım. Aksi hâlde bu zamana kadar bana haber vermeden gelmeyeceğini biliyordum. Bahçe kapısının önünde bekleyen Montrel'i yanıma çağırdım. "Nikolai çiftlikte mi?" "Evet efendim. Lâl Hanım'ın dönmesini bekliyor olmalı." İçime bir kuşku düştü. Lâl'i aradım ama telefonuna ulaşamadım. Birkaç saniye düşündükten sonra "Nikolai'yi ara, Lâl nerede, ne yapıyor sor." dedim. Toplantıya girsem de aklım Lâl'de kalmıştı. Aramama dönüş yapmamıştı. Nikolai'den de haber gelmemişti. Nerede ne yaptığını da bilmiyordum. Başına bir şey gelmiş olma ihtimali aklımı meşgul etse de Montrel'den haber gelmeden etrafı galeyana getirmek istemedim. Önümdeki dosyalara döndüm. Telefon görüşmesinde çözdüğümüz pürüzleri önümdeki kâğıtta da işaretledim. "İşaretlediğim yerler yeniden incelensin, bana dönüş yapılsın." Elimdeki dosyayı Luigi'ye uzattım. Pietro merakla bana döndü. "Valent, bir sorun mu var?" Herhangi bir yanıt vermediğimi görünce ekledi. "Dalgın görünüyorsun." Masada duran telefonuma baktım. Hâlâ bir arama yoktu Lâl'den. "Lâl hâlâ dönmedi, ona kafam takıldı." Sakinlikle "Ev sınırları içinde ne olabilir ki?" diye karşılık verdi Luigi. Doğru, herhangi bir düşman saldırısı veya buna benzer bir şey ev sınırları içinde pek olası değildi. Bu kadar sıkı güvenlikli bir yerde mümkün değildi. Ama ya başka bir şey olduysa? Öfkeyle iç geçirdim. Tam o sırada telefonum çaldı, Lâl aramıştır diye heyecanlansam da arayan o değildi. Montrel'di, bekletmeden aramasını yanıtladım. "Lâl neredeymiş?" "Efendim... Lâl Hanım..." "Evet?" "Sanırım Lâl Hanım atıyla korulukların derinliklerine doğru giderken görülmüş. Şuan kayıp." "Ne?" "Atı çiftliğe tek başına geri dönmüş ama Lâl Hanım yok. Dört bir yandan aranıyor. Nikolai onun ilerlediği yoldan gitti." "Nasıl kaybedersiniz onu?" Sakin kalmaya çalışsam da endişem öfkeye dönüştü. "Derhâl bulun ve bana haber verin! Hemen!" Telefonu kapattığımda Pietro ve Luigi bir aksilik olduğunu anlamışlardı. Durumu kısa bir biçimde özetlediğimde ikisi de sakin olmam gerektiğini, bir şey olmasına ihtimal vermediklerini söylediler ama söylenen hiçbir şey beni rahatlatmıyordu. Biraz haber gelmesini beklesem de bu çıldırtıcı bir hâl almıştı. Merdivenlere yöneldim. "Daha fazla bekleyemeyeceğim, onu aramaya gidiyorum." Pietro beni durdurdu. "Dur, tamam. Önce Montrel'i arayalım, hâlâ bulamadılarsa gideriz. Biraz sakin ol." Montrel'i arayıp haber aldıktan sonra sakinleşmiş bir biçimde telefonu kapattı. "Merak etme, Lâl'i bulmuşlar. Şuan yoldalar, buraya getiriyorlar." "Ah, Tanrım..." Derin bir nefes aldım. "Neredeymiş?" "Koruluğun ilerisinde yerde baygın bulmuşlar. Nikolai getiriyormuş." Sağ elim alnıma gittiğinde rahatlamıştım. Ondan biraz daha haber almasaydım delirtecektim. Merdivenlerden aşağı indiğimde zaman geçmek bilmiyordu. Salonda bir o yana bir bu yana yürürken Nikolai'nin kucağında gelmişti sonunda. Ah, Lâl. Sonunda. Hızla ona doğru yürüdüm. Başı hafif yaralıydı ama kendindeydi. Sadece ne olduğunu anlamayan bakışlarla etrafına bakınıyordu. "Tanrım... Buradasın." O an ne yapacağımı şaşırmıştım. Sadece yanıma geri dönmesi ve iyi olmasıyla ilgileniyordum. "İyi misin?" "İyiyim..." "Emin misin?" Bakışlarım yüzüne, yaralı başına döndü. "Başın kanıyor." "İyiyim, Valentino. Gerçekten." Merakla "Juliet nerede?" diye sordu. Sanki o an onun dışında herhangi bir şey düşünebiliyormuşum gibi. "Çiftliğe geri döndü, merak etme. Onlar eğitimli, burayı kolay kolay bırakıp gitmezler." İyi olduğuna emin olunca öfkemi gizleyemedim daha fazla. "Tanrı aşkına, sakın tek başına buradan ileriye gitme sözümün tam olarak hangi kısmını anlayamadın? Sana bir şey oldu diye deliye döndüm!" "Özür dilerim, Valent. Çok eğleniyordum ve ne kadar ilerlediğimin farkına varmadım bile." "Bunu yaparken beni delirtmek miydi niyetin?" Onun sağlıklı bir biçimde yeniden burada olduğunu görmüştüm ya, önemli olan buydu. Bırakılmış olduğu koltuğun önünde çöktüm. "Bir daha bu kadar sorumsuzca bir şey yapma. Sana bir şey oldu sandım ve çok korktum." "Özür dilerim. Gerçekten." O da en az benim kadar korkmuş görünüyordu. Bu yüzden üstelemedim. "Doktoru çağırdım. İyi olup olmadığına emin olana kadar yerinden kımıldayayım deme sakın." Kendisinden nadir bir biçimde görülecek itaatkâr bir yüz ifadesiyle başını salladı ve uslu uslu olduğu yerde uzanmaya devam etti. Saçlarını okşayıp yüzünü öptüm. Rahat bir nefes aldım. O iyiydi. Ve yanımdaydı. ❝Lâl❞ Kendime geldiğimde hâlâ hareket edemiyordum ama havanın kararmak üzere olduğunu gördüm. Tepemde gördüğüm son şey Nikolai'nin yüzüydü. Endişeyle beni kucakladı. Başımda, alnımın kenarında bir ıslaklık hissediyordum. Onun "İyi misiniz?" sorusunu duyunca bir an konuşamadım ama söylediklerini anladığımı gösterircesine başımı onaylarcasına sallayarak karşılık verdim. Eve geldiğimizde kapıdan içeri girer girmez salonda sabırsızca volta atan Valentino'nun öfke ve endişesini hissetmiştim. Beni görür görmez hızlı adımlarla yanıma geldi. Kollarını bana sardı. "Tanrım... Buradasın." Nikolai kucağından koltuğa uzanır vaziyette bıraktı beni ve geri çekildi. Valentino kanayan başıma baktı içi ezilmiş gibi. "İyi misin?" "İyiyim..." "Emin misin? Başın kanıyor." "İyiyim, Valentino. Gerçekten." Aklıma bir anda gelmiş gibi "Juliet nerede?" diye sordum. "Çiftliğe geri döndü, merak etme. Onlar eğitimli, burayı kolay kolay bırakıp gitmezler." Rahatladıktan sonra azarlamak için hazırlanan adam iç geçirdi. "Tanrı aşkına, sakın tek başına buradan ileriye gitme sözümün tam olarak hangi kısmını anlayamadın? Sana bir şey oldu diye deliye döndüm!" "Özür dilerim, Valent. Çok eğleniyordum ve ne kadar ilerlediğimin farkına varmadım bile." "Bunu yaparken beni delirtmek miydi niyetin?" Önümde diz çöküp saçlarımı okşarken yüzümü öptü. Oldukça endişelenmiş ve kızmış görünüyordu. "Bir daha bu kadar sorumsuzca bir şey yapma. Sana bir şey oldu sandım ve çok korktum." "Özür dilerim. Gerçekten." "Doktoru çağırdım. İyi olup olmadığına emin olana kadar yerinden kımıldayayım deme sakın." Onun ne kadar endişelendiğini gördüğüm için itiraz etmedim. Ben iyi olduğumu ve doktora gerek olmadığını biliyordum ama karşı çıkmadım. O nasıl rahat hissedecekse öyle olsun. Saçlarımı okşayıp yüzümü öptüğünde sağ elim adamın yanağına kaydı. Yorgunca gülümsedim. "Ben iyiyim." Yanağındaki elimi yakaladı ve avuç içimi öptü. "Biliyorum." Nedense yüzü aynı şeyi söylemiyordu. Hâlâ korkmuş görünüyordu. Gülümseyerek durumu yumuşatmaya çalıştım. Kendimi onun yerine koydum. Ben de ona bir şey olsaydı aynı şekilde endişelenirdim. Hak veriyordum. "Bir daha bu kadar sorumsuzca davranmayacağım, söz veriyorum." "Düşünme bunları." Beni kucağına alıp odamıza çıkarırken merdiven boşluğundan salonda durup bize hâlâ şoktaymış gibi endişeyle bakan Nikolai ile göz göze geldim. Başımı çevirip Valent'in göğsüne yasladım. Onun kollarında güvende olduğumu hissetmek paha biçilmezdi. Yok yere onu bu kadar endişelendirdiğim için de kendime kızıyordum. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 💖 Yeni bölümle karşınızdayım, tam gaz devam ediyoruz! Öncelikle ne zamandır bölüm ithafı yapmıyordum, şöyle son bölümlerden toplu bir ithaf yapmak istedim. Bu bölümü worldadventure , zeyna4461 , gulluu_cek , Flz675 , macaelyesili , isimsizim027 , BuseMutluer4 , BFA6136 , karracaa12 ,huesniye , twisthedcherry , fanmadeian , Skylerbal09 , AsyaMvp , hellokeddy , DidemHazal1 , Zerdaziek , Slnrsc , DuyguMersinnn , hikayelerisever_ , Beyza8375g , gecegolgesi7 , _iremsell , kafandakiyer , pekKrml , nzfn53 , WendyLuice , ahsenozturkk , gmgm4941 , Zeliha-K44 , konusmamahakki , kubs03 , Nesligiller , fjjdkgmjjj4888 , violetbluegreenred3 , BeyzanurKaya318 , 123zeyneb67 , zehraakar158 , melikeshn28 , NMERVEARGUN , bulemsuuu , nurum011 , pembeperukluardahan , biancasolderini , ArCalgan , Starshadow-az , turkan1970 , angedufeu22 , nyuxr_ ve ssnwjajja okurlarıma ithaf ediyorum, yorumlarınıza sonsuz teşekkürler! 😍 Ancak elbette satır arası yorum müdavimlerimizi unutmak olmaz, rabiaolgun1 , zozkarlikli , ozgemrm , mirdurmaz , filmseverkoala , fuckinceg26 , Wvweever , asilaaaa88 , helioswift ve KimJunMyeonunKalbi ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |