@buzlarkralicesi
|
-35/2- ❝Lâl❞ Bu sabah 3 günlük tatil planımıza uyandığım için çok heyecanlı ve mutluydum. Gece huzurlu bir uyku çekmiştim ve gerçek olamayacak kadar mutlu uyanmıştım. Gözlerimi araladığımda her seferinde benim olduğuna inanamadığım o adamın kollarındaydım. Bu dünyadaki cenneti yaşıyordum, daha ne isteyebilirdim ki? Elbette bunun sürmesi dışında. Başımı çevirdiğimde Valentino'nun çoktan uyandığını ve tembel bakışlarla beni seyrettiğini gördüm. Tebessüm ettim. "Günaydın." "Günaydın." "Ne zamandan beri uyanıksın?" "Gündoğumunda seni seyredebilecek kadar." Yalnızken beni şımartmaktan geri durmayan bu adamın gerçek olabileceğine inanamıyordum bazen. Akıllım, biz oraları çoktan geçtik. Seni onun hayal olduğuna inandırmaya çalıştıklarında gerçekliği tescillendi. Aklımdan geçen düşüncelerle güldüm. Bana bakan adamın "Neye güldün?" sorusuna karşılık başımı iki yana salladım. "Hiçbir şeye." Sağ elim yanağında gezindiğinde ona dokunmak için çıldırıyordum ama yapmadım. Sadece dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurmakla yetindim. Ayrıldığımızda "Ben bir duşa gireyim." dedim ve tam yatakta doğrulup kalkmak için hamle yapacakken onun tatlı sert hamlesiyle başım yastığıma mıhlandı. Beni kollarımdan tutup yeniden yatağa yatırdığında üzerime tırmandı ve onunla göz göze geldim. "Hayırdır Valentino?" Üzerimdeki adamın nefes alışverişlerinden bile ne demek istediğini anlarken bilmezden gelmeyi tercih ettim. O ise bunu umursamadan yutkundu. "Bence sen ne olduğunu çok iyi biliyorsun." Ellerimi tutarken bedenini bana yapıştırdığında sertliği bacaklarımın arasına baskı yapıyordu. "Bana ne yapmaya çalıştığını anlamıyor muyum sanıyorsun?" Usulca başını boynuma gömdü. Öpücüklere çenemden ve boynumdan köprücük kemiklerime uzanırken bir eli geceliğimin askısını indiriyordu. Onunla bunu yapmak için yanıp tutuşuyordum ama insanüstü bir çabayla kendimi tuttum. Kibarca onu iterken "Valentino, uçağımız var." diye mırıldandım nazlı bir ses tonuyla. Yatakta ayaklarımı yere sarkıtırken arkamda duran adamın nefesini ensemde hissediyordum. Bir eli göğsümün üzerinde tutkulu bir mesaj vermeye çalışır gibi gezinirken nefes aldı. "Uçağın biz ne zaman istersek o zaman kalkacağını, bekleyebileceğini biliyorsun, Lâl." Bir cevap vermedim ve dokunuşlarına kayıtsız kalıp yataktan kalktım. Göz ucuyla ona bakarken gözlerindeki imalı bakışın anlamını çok iyi biliyordum. "Ama senin derdin bu değil." Tek kaşını kaldırdı. "Beni süründürmek hoşuna gidiyor değil mi?" Tam olarak öyleydi ama asla öyle değilmiş gibi rol kestim. "Aa, Valentino ne ayıp! Ne alakası var şimdi? Sabah sabah kudurdun mu?" Güldü adam. Yatakta kımıldanırken "Öyle olsun." diye mırıldandı. "Ben beklerim." "Ha şöyle, bak ne güzel akıllı uslu otur orada. Bir duş alıp geliyorum ben." Banyoya doğru yürürken sinsi gülümsememi içime attım. Eee Valentino Bey, bizde kız evi naz evidir. Sen de bunu öğreneceksin. Şimdi bunu söylersem üç saat açıklamak zorunda kalacağım için sabah sabah hiç atasözlerini falan karıştırmadan duşa girdim. Onun dokunuşlarıyla bile kendimden geçebiliyorken ona hayır demek... Bunun ne denli bir otokontrol gerektirdiğini anlatamam. Ancak bir konuda haklıydı ki onu süründürmek de hoşuma gidiyordu. Böylece beni daha çok özleyecekti. Hazırlanıp çıktığımızda bizi bekleyen o güzel tatilin tadını çıkarmak için sabırsızlanıyordum. Uçakta baş başaydık. Çalışanları farklı bir bölmede oturuyorlardı. Ben henüz ayılamadığım için bir kahve istedim, o da bana kahvesiyle eşlik etti. Karşılıklı otururken bile onu özlüyordum, ona bakmaya doyamıyordum. Bugün siyah takımının içine gri düz bir kazak giydiği nadir günlerdendi. Saçlarını arkaya doğru taramıştı. Camdan dışarı bakıp kahvesini yudumlarken o kadar karizmatik görünüyordu ki. Aramızdaki sessizlikten bile zevk alıyordum. Sabah ona yaşarttığım zor durumdan dolayı istemsiz bir biçimde keyifle kıkırdadım. Kıkırtımla birlikte bana dönen adam "Seni bu kadar keyifli görmek ne güzel..." diye mırıldandı yavan bir ses tonuyla gülümseyerek. Sanki ne düşünerek güldüğümü çok iyi biliyor gibi çıkmıştı sesi. "Bu mutluluğunu neye borçluyuz?" Omuz silktim. "Bugün güzel bir sabaha uyandım." Boşta kalan elini tuttum. "Sevdiğim adam yanımda ve onunla keyifli bir tatile çıkıyoruz. Daha ne olsun?" Aldığı cevaptan memnun görünen adam "Güzel." dedi yalnızca. Kaşlarını kaldırarak kahvesini yerine koydu. "Ben de sabah benimle oynadığın küçük oyuna gülüyorsun sanmıştım." "Ne oyunu?" "Bilmiyormuş gibi davranmaya devam edeceksin değil mi?" Onaylayarak başını salladı. "Peki, ben bu oyuna da varım." Yerimden kalktım ve yanındaki koltuğa oturdum. Kolunun altına girip başımı göğsüne yaslarken huzurla iç çektim. "Valentino, şuan ne diyeceğimi bilemiyorum. Bildiğim tek şey, her ne olursa olsun yanındayken çok mutlu olduğum. İçimde her zaman tuhaf bir huzur var seninleyken. Sanki dokunulmazmışım gibi. Senin yanında bana hiçbir şey olmazmış gibi. Tuhaf bir güven duygusu var." Kollarıyla beni saran adam saçlarımı okşadı. "Çünkü benimleyken sana hiçbir şey olmaz. Hayatımızdaki tüm gölgelerden kurtuluyoruz. Artık her şey çok farklı olacak." "Bu mutluluğun bozulmasından korkuyorum ama bunu düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü ne zaman bunu düşünmeye başlasam bütün felaketler art arda sıralanıyor." Ellerimi göğsünde birleştirdim ve gözlerine baktım. "Sana bir şey olmadığı sürece hiçbir şey umurumda değil. Her şeyi bir şekilde çözeriz, anlıyor musun? Yeter ki sen kendine dikkat et." Başımı öptü ve "Bana hiçbir şey olmuyor, merak etme." dedi adam. "Yıllar sonra seni bulmuşken hiçbir yere gitmeye niyetim yok." Derin bir nefes alıp iç geçirdi. Geçmiş yıllara gitmiş gibi daldı gözleri. "Bir süre öncesine kadar benim için hayaldin. Seni bulmak... İmkânsızdı benim için. Ben hep imkânsıza inandım. Benim deli olduğumu düşünmelerine rağmen inandım. Başta Luigi olmak üzere herkes senin olmadığını düşünürken, öyle bir kadın yok, o sadece senin hayallerinde derken bile inandım. Bir yerlerde var olduğunu, benim için nefes aldığını biliyordum. Tıpkı benim de senin için nefes aldığım gibi. Ölümün kıyısındayken gördüğüm şey, hissettiğim varlığın, anlık duyduğum o kokun... Her şeyden daha gerçekti. Kimse bunun bir yalan olduğuna beni ikna edemezdi." Sıkı sıkı sardı beni. Birileri elinden alacakmış gibi sıkı sıkı. "Ve buradasın, yanımdasın. Benimlesin. Gerçeksin. Kollarımdaki varlığın her şeyden, herkesten daha gerçek." Çenesini başıma dayadı ve mırıldandı. "Beni bunu kaybetmeye hiç niyetim yok. Ne olursa olsun seni kaybedemem." "Hey," Uzanıp çenesinden öptüm. "Beni kaybetmeyeceksin. Biz her şeyi birlikte aşacağız. Hep birlikte olacağız. Bu kadar şeyden sonra bizi ayırmaya hiç kimsenin, hiçbir şeyin gücü yetmez." Onun kollarındaki güven duygusunu hiçbir şeye değişmezdim. Bu paha biçilemez anı da değişmeyeceğim gibi. Etrafımızdaki karanlık gölgelerin canı cehennemeydi. Gerçekten. Artık hiçbir şey umurumda değildi. Beni benden çok düşünen, evim, ailem olan sevdiğim, âşık olduğum bu adamı hiçbir karanlık gölgenin elimden almasına izin veremezdim. Yol boyunca keyifli sohbetlerimiz sürüp giderken dikkatimi bir şey çekmişti. Valentino ya hep camdan dışarıya ya da arka bölmeye bakıyordu. Sanki bir haber bekliyor gibiydi. Anlam veremesem de çok meraklı görünmemek için sormadım. Ama biraz ayar oldum açıkçası, işle ilgili bir haber bekliyorsa papaz olurduk çünkü bu tatilde işlerin yeri yoktu. 3 gün işlerle o değil de Pietro ve Luigi ilgilenirse dünyanın sonu gelmezdi. Bu 3 gün boyunca Valentino benimdi, aksi hâlde bu uçağı da ateşe verirdim. Bu bir süre daha devam ettiğinde dayanamayıp "Sen öyle neye bakıp duruyorsun sorabilir miyim? Benden daha ilgi çekici ne var orada?" "Nereye bakıyorum?" "Çalışanların olduğu arka bölmeye bakıp duruyorsun." Hesap sorarcasına göz kırptım. "Hayırdır?" İradesiz bir biçimde yüzüme bakarken çalışanlarından bir adam gelip kulağına bir şeyler fısıldadı ve gitti. Valentino adama onaylayarak başını salladıktan sonra bana döndü. Meraklı Melahat hâlimden kurtulamadığım için eski çirkef Lâl geri döndü ve bir elimi belime atmadığım kaldı. "Bana bak Valentino, bu tatilde benden gizli işlerle ilgilenip beni ihmal edeceksen çok fena papaz oluruz ona göre ha." "Papaz mı?" "Yani aramız kötü olur diyorum, çok kötü şeyler olur." Güldü adam. Yine bir deyimimize anlam vermeye çalışırken ağzı kulaklarındaydı ancak "Hayır, öyle bir şey yok merak etme." derken hâlâ camdan dışarıya bakıyordu. "Biraz sabretmeyi öğrenebilseydin sana bir sürprizim olduğunu görürdün ama..." Başını hafif yana yatırdı. "Eh, bu kadar bile sabretmen mucize doğrusu." Yüzüm aydınlandı. Heyecanlandım. "Ne sürprizi?" Bakışları camdan dışarısını işaret ederken asla beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Valentino'nun Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi'ndeki maddelerimi gerçekleştirme çabasında artık çıtayı çok farklı bir boyuta çıkarmıştı. Madde 59 - Hawaii'de helikopterle yanardağların üzerinde dolaş. Gördüğüm manzaraya inanamayan ben açık kalan ağzımı ellerimle kapatırken bir ona bir de üzerinde dolaştığımız manzaraya bakıyordum. Şaşkınlıktan ancak "Valentino..." diyebilmiştim. Eh be adam, sanki sana yeterince âşık değilmişim gibi çıtayı iyice Allahu Ekber dağlarına çıkarmak da neyin nesiydi böyle? Sen beni aşkından öldürmek mi istiyorsun? Adamsa sanki çok doğal bir şeymiş gibi yalnızca omuz silkerek "Tedbirli dolaşmak zorunda olduğum için helikopterle dolaşmamız pek mümkün değildi ama... Bu kadarının da seni mutlu edebileceğini biliyordum." diyordu. Gözlerim yuvalarından fırlayacak şekilde bakarken hayretli nidam yükseldi. "Bu kadarını derken?" Acaba karşımdaki adam şuan özel jetiyle Hawaii'de yanardağların üzerinde dolaştırdığının farkında değil miydi? Küçük bir şey yapmış gibi bahsetmesinden bahsetmiyordum bile. Ya, bu adamın benim için herhangi bir yerden getirdiği küçücük bir çiçek, düşünüp aldığı ufacık bir hediye bile bu kadar anlamlıyken neden bahsediyordu acaba? Beni düşünüp bir şey yapması. Benim için yapması. "Çıldırdın herhâlde! Sen şuan benim için ne yaptığının farkında mısın?" Yanardağların üzerinde dolaşırken doya doya izlemiştim. Benim için listede gerçekleşmesi en zor maddelerden biriydi bu gerçekleşen. Ve bunu benim için Valentino yapmıştı. Aslında sihirli cümle benim için yapmış olmasıydı. Bir şeylerin benim için yapılmış olması inanılmaz tavlıyordu beni. Ve Valentino... Sürekli benim için bir şeyler yaparken buluyordum onu. Bu hayatta kimse benim için bir şeyler yapmamıştı ki. Buna alışık değildim. Genellikle hep ben birilerini mutlu etmek için uğraşırdım, bir şeylere katlanırdım. İlk kez biri benim için bu kadar çırpınırken kendimi tutamıyordum. Benim için asıl bir şeyler yapması gereken insanlar nerede ve ne yapıyor diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Tüm bu düşüncelerin beni yiyip bitireceğini, tüketeceğini biliyordum. Bırak artık şu meselenin peşini Lâl, diyordum hep. Onlar senin hayatında yok. Gerçek ailen senin hayatında olmamayı tercih etti. Seni aramadılar, sormadılar. Seni istemediler. Şimdi yanında oturan adamla yeni bir aile kurma şansın var. Seni çok seviyor. Unut geçmişi. Ne olduğunu merak etme. Gerçekten isteselerdi seni bulurlardı. Demek ki istemiyorlar. Bırak geçmişin yakasını. Bırak. Ah, bir de içimdeki küçük Lâl dinleseydi bunları, anlasaydı. O küçük çocuk hâlâ bir şeylerin hesabını soruyordu. Çocukken yaşadığı acıların hesabını onlardan sormak istiyordu. Sanki onları yerden yere vursa, tüm bunların hesabını sorsa, işledikleri günahı yüzlerine vursa acısı dinecekmiş gibi. Dinmeyecekti işte, biliyordum. Dinmeyecekti. Acılarıma merhem olmayacaktı. Tüm düşüncelerimi beynimden zorla kazıyarak attım ve yanımdaki adamın boynuna atladım. "Ben seni hak edecek ne yaptım..." Bana sarılan adam dürüstçe yanıt verdi. "Beni sevdin." Onun kokusuyla ehlileşirken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ne kadar uzun süre sessiz kaldığımı hatırlamıyordum ama adamın sözleriyle dalgınlığımda kaybolduğumun farkına vardım. "Lâl. Uyudun mu yoksa?" "Hayır, hayır uyumadım." "Daldın gittin. Ne oldu?" Zoraki bir tebessümle "Yo, bir şey olmadı." dedim yalnızca. "Gerçekten." İnanmayan bakışlarla beni yalanladı. "Birbirimizi bu kadar iyi tanırken neden yalan söylüyorsun? Hani bir şey saklamak yoktu?" Anlayışlı bir biçimde başını sallayarak beni rahatlattı. "Hadi, söyle." "Gerçekten, bir şey yok Valentino. Sadece... Bugün benim için yaptığın şey çok özeldi, çok teşekkür ederim." "Rica ederim. Ama benim kast ettiğim bu değildi." Gözünden hiçbir şey kaçamıyordu elbette. Onun gibi zeki bir adamı kandırmak pek mümkün olmuyordu ne yazık ki. "Senin söylemen gereken şey de bu değildi." "Valentino, boş ver. Bu güzel anın bozulmasını istemiyorum tamam mı? Gerçekten düşünmek istediğim tek şey sensin. Aklımı, kalbimi yalnızca seninle doldurmak istiyorum. Gereksiz hiç kimseyi, hiçbir şeyi düşünmek istemiyorum." Dudağıma şefkatli bir öpücük kondurdu adam. "Benim için çok değerlisin, Lâl. Ben de aklımı ve kalbimi seninle dolduruyorum. Ama görüyorum ki zihnini meşgul eden şeyler var. Sevgi yalnızca sevdiğini söylemek demek değildir, sevdiğin kişiyle her şeyi paylaşabilmektir." Ellerimi tuttu. "Benimle paylaşmayacaksın da kiminle paylaşacaksın?" Omuz silkerek küçük bir girizgâhla aklımdakileri kelimelere dökmeye çalıştım. "Biz... Sen ve ben... İki yabancıyken hayatlarımız kesişti, birleşti. Ve bir anda sen benim dünyam oldun. Ben senin hayatındaki en değerli şey. Bazen bana o kadar değer verdiğini hissediyorum ki ister istemez gözlerim doluyor. Bu değeri hak etmiyormuşum gibi hissediyorum. Ve sonra beni dünyaya getiren insanların bu değeri neden bana çok gördüklerini düşünüyorum. Verdiğin bu değerin kırıntılarına bile razıydım ben. Dünyaya gelmeme sebep olan o iki insan neden bunu bana çok gördü? Neden? Neden?" Bu soruyu her tekrarladığımda git gide sesim kısılmıştı. "Sen bana bu kadar değer verirken aramızda kan bağı olmasına rağmen öz ailem neden..." Yutkundum. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bakışlarımı camdan dışarıdaki manzaraya diktim gözlerim dolmasın diye. "Özür dilerim." Sakinleşmeye çalıştım. "Bunu konuşmak şuan çok anlamsız. Düşünmek çok anlamsız." "Şşş... Gel buraya." Beni kollarına çeken adam son derece sakin bir biçimde beni sevgisiyle iyileştirmeye çalışıyordu. "Bu özür dilenecek bir şey değil. Lâl, elbette bunları düşüneceksin. İnsanın doğasında var bu. Biz insanız. Önce bu dünyaya doğarız ve içinde büyüdüğümüz ailemize güveniriz, onların bizi koruyup kollamasına ihtiyacımız vardır. Ne öğrenirsek onlardan öğreniriz. Ama senin hayatın hiçbir zaman kolay olmamış. Seni sevecek, koruyabilecek bir ailen olmamış. Aksine, sen kendini onlardan korumak zorunda kalmışsın hep. Sence de bunu sorgulaman normal değil mi?" Bir an durdu ve düşündü. "Bunu daha önce de teklif ettim ama istemedin. İstersen aileni bulabilirim. Onlarla yüzleşirsen belki yoluna devam edebilirsin." "Bilmiyorum, Valentino. Belki de haklısın. Ama belki de artık hayaletleri kovalamaktan vazgeçmeliyim." Ona daha da sokuldum, sanki kendimi dış dünyadan korumak ister gibi. "Seninleyken mutluyum. Sen benim ailemsin. Benim kimseye ihtiyacım yok." Sanki ondan onay bekler gibi gözlerine baktım. "Yok, değil mi?" Güven veren bir tebessümle "Yok." yanıtını verdi. "Bizim birbirimizden başka kimseye ihtiyacımız yok." Uzun bir yolculuğun ardından Hawaii Honolulu'ya indiğimizde tüm vücudum tutulmuştu sanki. Otele gelir gelmez kendimi odaya attım ve kendimi rahatlamış bir biçimde sırt üstü yatağa attığımda Valent çocuksu görünüşüme gülmeden edemedi. "Her yerim tutulmuş inanabiliyor musun?" "Uzun bir yolculuktu." Çalışanlar eşyalarımızı odaya bırakıp çıktığında baş başa kalmıştık sonunda. "Öyle yorgunum ki." İç gecirdim. "Ama bütün tatili ölsem de yatakta geçirmem." Tek kaşını kaldıran adam imayla "O kadar büyük konuşma derim." demekten geri durmadı. Yüzüm kızarmıştı ama neyse ki kendimi toparlamam uzun sürmedi. "Şimdi bir duş alırım, bir de kahve içersem kendime gelirim. Sonra da her yeri gezeriz tamam mı? Herrr yeriii...!" Yorgunluğuma rağmen içimdeki enerjiye şaşıran adam beni seyretmekle kaldı. Önce bir duş aldım, kendime gelmem gerekiyordu. Ben kahvemi içerken Valentino da duşa girdi. Ne giyeceğimi seçmeye çalışırken banyodan çıkmıştı bile. Hava parçalı bulutluydu ama sıcaklık burada pek düşmüyordu. Buna uygun ince bir şeyler aldım üzerime. Pudra rengi ince bir kazak ve gri kot pantolon. Yeterliydi bence. Aynada kendime bakarken görünüşümü de beğenmiştim. Kalan kilolarımı da vermiş olmanın huzuru da vardı. Sanırım iş hayatına dönmenin vakti gelmişti de geçiyordu bile. Bu kadar yas yeterdi. Allah'ın nasıl bir sevgili kuluydu bilmiyordum ama tam Haldun abinin geçen benimle görüşmek istediğini düşünürken adam yine aramıştı beni. Wendy'le bu kadar sık görüşmüyorduk herhâlde. Düşündüklerimden sonra güldüm ve aramasını yanıtladım. "Haldun abi." "Starım beni artık çok ihmal etmeye başladı." "Abi valla kusura bakma. Ne zamandır vakit bulamadım. Şuan ben de tam seni düşünüyordum." "Yalancıyı ne yapsınlar?" Güldüm. "Vallahi yalan değil." "Vaktin var mı? Artık biraz iş konuşalım mı?" "Biz şuan Valent'le tatildeyiz ve iş konuşmamız yasak. Daha doğrusu ona beni çok ihmal ettiği için trip attım, şimdi aynı şeyi ben yapamam. O yüzden önce bir Valent'e sormam gerekiyor." Gözlerimi adama diktiğimde rahat bir biçimde onaylayarak başını salladı. "Tamam, konuşabiliriz ama çok uzun sürmesin olur mu? Biz ikinci baharımızı yaşıyoruz çünkü şuan." O eski sözünü sakınmayan Lâl sahalara geri dönmüştü anlaşılan. Hattın diğer ucundaki Haldun abinin gülüşüyle bunu daha net anlayabiliyordum. "Merak etme, âşıkları çok meşgul etmeyeceğim. Şimdi Lâl, ben seni iki proje için rahatsız ediyorum. Birincisi, İstanbul'un en büyük kulüplerinden biri haftada üç gün sahne alman için sana teklifte bulundu. 1 yıllık ücretleri dudak uçuklatan cinsten. Sana epey bir bütçe ayırdıklarını görebiliyorum. Teklifle ilgili sözleşmeyi mailine gönderdim, incelersin." "Yani bu durumda benim uzun süreli Türkiye'de mi olmam gerekiyor. Ben doğru mu anladım?" "Evet." Bu pek olumlu bakabileceğim cinsten bir teklif değildi ama Haldun abi yapacakları cömert ödemeden bahsedince hemen reddedemedim doğrusu. Bu iş hayatıma dönmem için bulunmaz bir fırsattı. Bütün gün evde Valent'i bekleyerek ne kadar yaşayabilirdim ki? Ben çalışmalıydım. Çalışmazsam sürekli bir yerlere sarıyordum çünkü. Ve bu kişi genellikle Valent oluyordu. "Peki, diğer teklif ne?" "Bu bir dizi teklifi." "Abi n'aptın? Ne dizisi şimdi? Biz kim oyunculuk kim? Ben şarkı söylerim, biliyorsun. Oyunculuk falan..." "Hemen kestirip atma. Bu işin eğitimini aldıktan sonra yaparsın, ne olacak? Piyasada herkes eğitimli ve yetenekli de bir sen mi kaldın göze batacak? Ayrıca yapım şirketi de senin şöhretine, gündemdeki yerine ve sevenlerine güvenerek böyle bir teklif sundu. Onlar da biliyor senin profesyonel bir oyuncu olmadığını." Kendimi tekrarlıyormuşum gibi gözlerimi devirdim. "Ve bu durumda yine uzun süre Türkiye'de olmam gerekiyor." "E tabii." "Korkarım bu tekliflere olumlu yanıt vermem pek mümkün görünmüyor Haldun abi çünkü biliyorsun ki ben İtalya'da yaşıyorum. Tamam, kısa süreli işlerde Türkiye'ye gelip gidebilirim ama orada yaşamak? Sanmıyorum." "Bak, hemen hayır deme. Önce bir düşün. Bunlar çok iyi fırsatlar, Lâl. Akarken küpünü dolduracaksın. Bu işlerin oldukça dolgun ücretleri var. İnsanlar sırf senin yüzüne veriyorlar bu paraları. Yaşlanınca böyle fırsatlar da olmayacak. En azından bu gibi işlerle geleceğini garanti altına alırsın." "Tamam abi, ben bunları bir düşünüp sana dönerim olur mu?" Telefonu kapattığımda Haldun abinin de haklı olduğu yerler olduğunu görebiliyordum. Tamam, Valentino dünyayı ayaklarıma seriyordu. Ama ya ben? Ben hiçbir şey kazanmadan onun paralarını mı yiyecektim? Bütün gün evde sıkılarak oturup, canı sıkıldıkça alışverişe çıkıp koca parası yiyen kadınlardan mı olacaktım? Yo, hayır. Benim herkesin hayatına saygım vardı, böyle yaşayan insanları da asla küçümsemiyordum ama ben böyle yaşayamazdım. Hayatının büyük bir bölümünü mücadeleyle geçiren biri olarak bu şekilde yaşayamayacağımı çok iyi biliyordum. Benim ikilemde kaldığımı fark eden ve uzun süren sessizliğimi sorgulayan adam giyinirken "Ne oldu?" diye sordu. "Haldun abi bana gelen iki tekliften bahsetti. Biri kulüpte haftanın üç günü sahne alacağım bir iş, diğeri de dizi teklifi." Ensemi kaşıdım. "Ya, dizi işi saçma da... Şu kulüp işi aklıma yattı gibi." "Neyi düşünüyorsun bu kadar? İstersen kabul et kulüp işini." "İkisinde de en az 1 yıl İstanbul'da yaşamam gerekebilirmiş." Az önceki rahat ve destekleyici tavrına karşılık duraksadı adam. Giyindikten sonra yatağa oturdu ve düşünceli bir hâlde çenesini kaşıdı. Ben "Sen ne düşünüyorsun bu konuda?" diye sorana kadar herhangi bir yanıt vermedi ya da fikrini beyan etmedi. Sanırım kararımı etkilemek istemiyordu ama bu tekliflere de sıcak bakmıyor gibiydi. "Bilemiyorum, Lâl. İstersen sözleşmeleri bana gönder, avukatlarım incelesin. Ama..." "Ama?" "Ben senden o kadar uzun süre ayrı kalamam. Ayrılamam." Onaylayarak başımı salladım. "Valentino, ben de senden ayrı kalamam. Ama evde boğuluyorum anlıyor musun? Çalışmak istiyorum. İşimi yapmak istiyorum. Sürekli evde oturmak çok sıkıcı, boş kaldıkça bir şeylere sarıyorum, saçma sapan düşüncelere kapılıyorum." Çarpık bir gülümsemeyle kollarını birbirine kavuşturdu. "Onu anladım." diye yanıtladı imalı bir tonda. "Sen tüm gün çalışırken ben pencerenin önünde sıkılarak seni beklemek istemiyorum." "Haklısın, bebeğim. Ama 1 yıl Türkiye'de olmaktan bahsediyorsun. Ben İtalya'da, sen Türkiye'de. Nasıl olacak? Birbirimizi sadece hafta sonları mı göreceğiz? Ya da hayatımız yollarda mı geçecek?" Sağ eli düşünceyle ensesine giderken ekledi. "Kısa bir reklam çekimi gittiğinde yalnızca bir gece bile sensiz kaldığımda özledim ben seni. Bu kadar uzun süre nasıl ayrı kalmamı beklersin?" "Valentino, haklısın. Ben de aynı şeyi düşünüyorum ama... Bilmiyorum." Bir süre ikimiz de sessiz kalıp düşündüğümüzde bu durumun tatilimizi etkilemesine izin vermemem gerektiğine karar verdim. "Amaaan, boş ver şimdi bunları. Tatilimizi hiçbir şeyin bozmasına izin veremem. Tüm bunları tatil dönüşü düşünürüz, oturur etraflıca konuşuruz oldu mu? Şimdi tatilimizin tadını çıkaralım." Söylediklerimi onaylayan adam elini uzattı. "Harika bir şehir turuna hazır mısın?" Evet dercesine başımı sallarken çok heyecanlıydım. Güzel bir gün geçireceğimizi tahmin ediyordum ama bu kadar güzel olacağını ben bile düşünmemiştim. Önce Manoa Şelaleleri'ne götürdü beni. Botanik bahçelerine giden uzun bir yolun ardından büyük bir şelale manzarası bizi bekliyordu. Orayı yakından görmek harikaydı. Tropikal bambu ve yağmur ormanı ile çevrili bu inanılmaz manzaraları görmeden öldüm demezdim artık. Herkesin görmesi gereken bir yerdi. Pearl Harbor ve USS Arizona Anıtı'nı ziyaret ettik. Burayı gezerken Valent "Burası Hawaii'nin ulusal bir tarihi simgesi ve aynı zamanda aktif bir askeri üs olarak kabul ediliyor." diye açıkladı. Her konuda bu kadar bilgi olması ve her yeri bana bir rehber edasıyla gezdirmesi çok hoştu. Her geçen gün bilgisiyle beni şaşırtıyor ve daha çok etkiliyordu. Valentino tüm tatilimizi burada geçirmeyeceğimizi, ertesi gün Prag'a gideceğimizi söylediğinde hem sevinmiştim hem de buradaki her yeri gezmeyeceğimiz için biraz burulmuştum. Ama Valent'ten yaz tatili için uzun bir tatil sözü aldığım için bunu çok da kafama takmadım. Burada geçireceğimiz 1 gün elbette şehri gezmek için yeterli değildi. Bu yüzden görmemizin elzem olduğunu düşündüğü Ala Moana Park'a götürdü beni Valent. Adanın kıyısında, çok fazla insanın ziyaret ettiği ünlü bir turistik merkezdi bu. Ala Moana Park'ta yüzdük. İnanılmazdı. Plajları, tertemiz denizi, açık hava eğlence mekanları, dünyaca ünlü alışveriş merkezleri vardı ama biz yalnızca denizinde yüzmeye vakit bulabilmiştik. Turistik gezimiz son bulduğunda ayaklarıma kara sular inmişti. "Valentino, geberdim. Yani itiraf etmeliyim çok yoruldum ama bir o kadar da eğlendim. Harika bir gündü!" Kolunu belime saran adam eğlenmeme karşılık memnuniyetle gülümsedi. "Güzel. Benim için iyi vakit geçirmen çok önemliydi. Seni ihmal ettiğimi düşündüğün şu günlerde hem de." Kollarımı koala gibi gövdesine sararken "Kusura bakma ama senden bir an bile ayrı kalırsam çirkinleşebilirim. Çünkü seni çok özlüyorum." diye mırıldandım şımarık bir kız çocuğu gibi. "Senden ayrı kalamam." "İstanbul'daki iş teklifini hatırlatmak zorundayım." Onunla aynı yüz ifadesini paylaşarak "Tekliflerin hiçbirine henüz evet demediğimi hatırlatmak zorundayım." yanıtını verdim. Ala Moana Park'ın alışveriş merkezine geldiğimizde "Allah aşkına şurada bir yerde oturup soluklanalım. Yemin ederim pestilim çıktı." dedim ve adam söylediklerimi daha sorgulamadan açıkladım. "Yani çok yoruldum." Oturup bir şeyler içtik. Valentino sert bir kahve istedi. Ben bir kahve daha içersem gece çarpıntıdan uyuyamayacağımı bildiğim için Flat White aldım. Bir şeyler içip soluklandığımızda rahatlamıştım. Azıcık dinlendiğimde yine gözüm felfecir etrafı taramaya başlamıştı. Buranın alışveriş merkezini görmeden de gitmek istemiyordum doğrusu. Ayrıca buradan almak istediğim birkaç özel parça da olabilirdi. "Sen burada kahve içerken ben biraz alışveriş merkezini dolaşsam, bir iki bir şey almam gerekiyor. Olur mu?" Akşamüstü olduğu ve hava kararmaya yüz tuttuğu için kolundaki saatine bakan adamı ikna etmeye çalıştım. "Çok uzun sürmeyecek, gerçekten." "Tamam o zaman, ben de geleyim." Tam yerinden kalkacakken engelledim. "Yok, hayır. Benim yalnız dolaşmam daha iyi olacak." Hem onun için hediye bakmayı düşünüyordum, hem de birkaç parça iç çamaşırı denemek istiyordum. O yanımdayken bunları rahatça yapamazdım. Ayrıca erkeklerle alışverişe çıkmak dünyanın en aptalca şeyi olurdu. Kadınlar genelde gezmeye bayılır, erkekler de bu kadar gezmeyi anlamsız bulurdu. Bu aktiviteleri tek bir cinsiyete indirgemeyi sevmiyordum, tam tersi de olabiliyordu ama açık konuşmak gerekirse Valentino'nun benim kadar gezmeyi sevdiğini düşünmüyordum. "Sen ne işler karıştırıyorsun bakalım?" "Bir şey karıştırdığım yok Valent, aaa! Sadece özel bir şeyler bakacağım. Sen burada güzel güzel kahveni iç, ben kısa bir alışverişten sonra buradayım." Onu arkamda bırakıp alışveriş merkezinin üst katına çıktığımda arkamda iki adamı kol geziyordu tabii. Kendisi gelmese bile beni yalnız bırakacağını düşünmem aptallık olurdu. Önce birkaç erkek giyim mağazasına girdim. Çok güzel bir kravat beğenip aldım. Ama onun için aradığım tarzda bir hediye henüz bulamamıştım. Daha özel bir şeyler olsun istiyordum. Pek vaktim olmadığı için hızlıca gezdim ama burada aklımdaki gibi bir şey bulamayacağımı anladım. İç çamaşırı mağazasına doğru yürüdüm. Arkamdaki adamlara döndüm. "Buraya da benimle girmezsiniz herhâlde. Özel alana biraz saygı." diyerek kararlı bir bakış attım. Kapının önünde beklemeye razı geldiler. Ben de gönlümce gezmeye başladım. Çok güzel şeyler vardı. Önce beyaz ipli dantelli bir babydoll kestirdim gözüme. Çok güzel görünüyordu ama bakalım üzerimde de öyle duracak mıydı? Kırmızı renkli modelini üzerime daha çok yakıştırmıştım. Sepetime koydum. Sonra birkaç iç çamaşırı takımı aldım. Maalesef hepsini denemeye vaktim yoktu, aynı kalıptaki bir takımı deneyip bana uygun bedenlerini seçtim. Siyah takımı denerken aynada kendime baktım. Bayağı iyi duruyordu. Aynadaki yansımamı seyrederken arkamdaki perdenin hareketlendiğini görüp irkildim. Perdeyi aralayan adam usulca içeri girdi. "Senin ne işin var burada?" "Görmek istedim." Çapkın bakışları üzerimde gezinirken daha gözleriyle bile beni soyuyor gibiydi. "Neyi görmek istedin? Buraya geleceğimi nereden biliyordun ki?" "Yapma, Lâl. Buraya geleceğini anlamam hiç zor olmadı." Bir adım daha atıp üzerimdeki takımın omzumdaki iplerinde gezindi elleri. "Hımm... Oldukça, iştah kabartıcı, görünüyor." Kelimeleri arasında verdiği es sırasında üzerimdeki bakışlarının yırtıcılığını hissettiriyordu. "Ama merak ediyorum..." Bana yaklaşabildiği kadar yaklaştı. Sağ bacağı bacaklarımın arasına kadar yerleşmişti. "Acaba bu gece hangisini giyeceksin?" Burun burunaydık, nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Bana bu kadar yakın olmasına karşılık aklımı kaybetmemeye çalışıyordum. Yutkundum. "Bu gece giymem gerekeceğini de nereden çıkardın?" Yüzüme bir süre baktıktan sonra atik bir biçimde beni ters çevirdi. "Benim sabrımı sınama, Mia Bella. Sonucunda neler olabileceğini tahmin bile edemezsin." Yüzüm duvara dönükken arkamdaki adam bana yaklaştı ve kulağıma fısıldadı. "Eğer aklımdakileri sana burada yapmıyorsam, daha büyük bir patlamaya kendini hazırlaman gerekir." Nefes nefeseyken "Ak-Aklındakileri?" diye mırıldandım kekeleyerek. Öncekinden daha yakınıma girerek kulak mememi ısırdı ve ölümcül bir fısıltı çıktı dudaklarından. "Seni burada becermemi istemiyorsan sabrımı sınama. Büyük bir gürültü çıksın istemiyorum." Evet, bu beni tahrik etmişti. Ama daha da tuhafı, Valent'in karşılaşmadığım bir yüzüyle tanışıyordum. Dudakları ensemde ve boynumda gezindikten sonra nefes nefese ayrıldı benden. Geri çekildi. Tüm vücudum onunla yakınlaşma hissiyle sarsılmışken nefesimi düzene sokmaya çalıştım ve giyindim. Seçtiğim parçaları satın aldıktan sonra mağazadan çıktık. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 100 Bin okunmaya özel yeni bölümümüzle karşınızdayımmm işteee! ❤️ Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Ben aslında 2 gün öncesine yetiştirmeye çalışmıştım bu bölümü ama kısmet olmadı. Çok yoğundum ve bugün de sınavım vardı anca yetiştirebildim. Napoli'de Bir Gece sayenizde 100 Bin okunmaya ulaştı! Sizlerin sayesinde! Çok teşekkür ederim! İyi ki varsınız! 💖 Umarım 1 MİLYON olduğumuz günü de görürüz! 🙊 Yeni bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmanın tam sırası, hazır araları fazlasıyla iyiyken. 🔥 Yeni bölüm tahminlerinizi veya istek sahnelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Şuan hiç anlayamadığımız bir cinsel gerilim var çiftimizin arasında, sırlar zaten bitmek bilmiyor. Sizce neler oluyor? Buraya hissettiklerinizi yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |