Yeni Üyelik
51.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 35/3

@buzlarkralicesi

-35/3-

❝Lâl❞

Mağazadan çıktıktan sonra uzun bir süre konuşmadık. Buna arabada geçirdiğimiz zaman da dâhildi. Bana attığı delici bakışlar dışında hiçbir şey konuşmuyorduk. Yalnızca Valentino'nun karanlık sularında bana ateş eden gözleriydi konuşan. Bense kasıklarımda kaynamaya başlayan bir ağrıyla yüzümü buruşturup yola baktım. Onun edepsiz bakışlarından kurtulabilmenin en iyi yolu buydu. Yoldan çıkarıcı bakışları vardı. İnsanı deliliklere boğabilecek kadar çılgınca ve vahşi.

Dönüş yolunda lavaboyu kullanmam gerektiğini fark ettim ve o normalde bu zamanı telefonuyla uğraşarak geçirecekken birbirimize vakit ayırmayı tercih ettiğimiz için bana bilmem kaç numaralı bakışını atmakla meşgulken hafifçe öksürdüm. "Şey, bir yerde durabilir miyiz? Lavaboyu kullanmalıyım."

Şoföre İtalyanca ilerideki benzinlikte durmasını söylerken bakışlarını kısa bir an olsun benden ayırdığı için biraz daha rahattım. Gözleri yeniden beni bulduğunda bakışlarımla ne var dercesine tepki verirken aynı tepkiyle karşılık verdi.

"Bana öyle bakma, Valentino."

"Nasıl?"

Omuz silktim. "Öyle işte." Beni öyle yolun ortasında tarifleyemeyeceğim kadar çılgınca süzmesi tedirgin ediciydi. İçimdeki bazı ateşli duyguları harlıyordu ve belki de bunun farkındaydı. Bugün soyunma kabininde bana bakışları ve söyledikleri... Bambaşka bir kimliğe bürünmüştü aniden. Onu tanıyamamak beni dehşete ve telaşa düşürmesi gerekirken öyle olmamıştı. Yoğun bir merak ve içindeki gizemi çözmeye dair büyük bir istekle dolmuştum. Evet, belki biraz da tedirgindim. Sürpriz yumurtanın içinden ne çıkacağını bilmiyordum ve belki de çıkacak olan şey beni korkutacak, hüsrana uğratacaktı kim bilir.

Benzinlikte durduğumuzda arabadan indik. Arabaya yaslanan adam kaşlarını karizmatik ve yumuşak bir ifadeyle çatarken kollarını kavuşturdu. "Burada bekliyorum."

"Tamam."

"Yardıma ihtiyacın olursa, beni nerede bulacağını iyi biliyorsun."

İmalı sözlerini anlamazdan gelmeyi tercih ederek her zamanki hazırcevaplığımla onu geri püskürttüm. "3 yaşımdan beri çişimi kendim yapabiliyorum. Yardıma ihtiyacım olmayacak, yine de teşekkürler." Başını öne eğip gülerken kalbimi durduracak kadar karizmatikti. Kahretsin. Ona arkamı dönerken yüzümdeki keyifli gülüşün tadını çıkarıyordum. Benzinlikten içeri girerken tahminime dayanarak bu sancının sebebine doğru yürüdüm. Parmaklarım rafların arasında gezinirken kullandığım hijyenik ped paketine uzandım. Ödemeyi yaptıktan sonra her ihtimale karşı aldığım paketi çantama tıkıp tuvaleti kullandım. Evet, tahmin ettiğim gibi regl olmuştum. Aslında birkaç gün daha vardı ama sanırım seyahat ve hava şartlarından dolayı bu kez erken olmuştu. Kasıklarımdan karnıma kadar uzanan ufak sızının sebebini doğru tahmin etmiştim. Paketi açıp pedlerden birini kullandıktan sonra yüzümü yıkadım ve kâğıt havluyla kurulandıktan sonra çıktım. Otele kadar ne hayallerle bekleyen Valent için bu pek iyi bir haber olmayacaktı tabii. Öte yandan biraz daha bensizliğin tadına varacağını düşündükçe keyfim yerine gelmedi dersem de yalan olurdu. Sanki sen ona dokunmadan durabiliyorsun da geri zekâlı.

Her seferinde havalı havalı kendime gaz verirken iç sesim beni gerçeklerle böyle bir güzel bozuyordu işte. Arabaya döndüğümde Valent arka koltukta beni beklerken elindeki telefonda biriyle mesajlaşıyordu. Normalde tatilimizde telefon kullanmak yasaktı ama Haldun abi ararken ben bu yasağı delmiştim bir kere. Şimdi ben onun yanında değilken telefonuyla ilgilenmesini göz ardı edebilirdim. Arka koltuğa oturup Valent'in yanındaki yerimi aldığımda yeniden hareket ettik. Telefonunu cebine atan adam düşünceli görünüyordu ancak kaçamak bakışlarıyla beni süzmekten geri durmuyordu. Uzanıp başımı onun göğsüne yasladığımda kalp atışlarını dinlemek huzur vericiydi. Beklenmedik bir biçimde "Kalbin çok hızlı arıyor." mırıltıları aktı dudaklarımdan.

Sağ eli dalgınca saçlarımda gezinirken nefes aldı. "Yanımda sen olduğun içindir."

Huzurla gözlerimi kaparken yüzüme tatlı ve geniş bir tebessüm yayıldı. Aramızdaki bu büyülü şey esrarengiz bir duyguydu. Bazen onun yanında öylesine mutlu hissediyordum ki içimdeki duygu katıla katıla ağlamakla başımı camdan dışarıya çıkarıp delicesine bağırmak arasında gidip geliyordu. Aldığım derin nefes içimdeki tarifsiz huzuru ve mutluluğu besliyordu ve Valent'in yanımdaki varlığı içimi ısıtıyordu.

Otele vardığımızda araçtan indik. Montrel elimdeki alışveriş paketlerini almak isterse de vermedim, bende kalmasını istedim. Onaylayarak başını sallayan Montrel kapımızı açtı, otelden içeri girdiğimizde Valent'in eli belimi kendinden emin ve sahiplenici bir biçimde sarmıştı. Asansör kabininden içeri girip katımıza bastık. Yan yana katımıza gelmeyi beklerken istifimi bozmadan önüme bakmaya çalıştım. Valentino'nun akıllara durgunluk veren sakin sesi asansörde yankılanmıştı sanki. "Daha ne kadar benden kaçmayı planlıyorsun?" Adamın belimdeki eli kalçalarıma doğru inerken kasıldım. Başını boynuma gömdü ve burnunu çeneme sürterek mırıldandı. "Hem de birbirimize bu kadar yakınken."

"Valentino..." Mırıltım benden uzak durması için ricacıydı çünkü içimdeki o saatli bombayı harekete geçiriyordu. "Lütfen."

Asansör kapısı açıldığında katımıza gelmiştik. Kollarından kurtulup önden yürümeye başladığımda ben önde, Valent arkamda koridorda odamıza doğru yürüyorduk. Oda kartımla kapıyı açtım ve içeri girer girmez kapıyı hızla kapatıp beni duvarla arasında sıkıştıran adamla burun buruna geldim. Şaşkın bakışlarım yüzüyle buluşurken nefesimi tuttum. "Valentino, ne yapıyorsun?" Yutkundum.

"Soyunma kabininde yapacağımı söylediğim şeyi."

"Dur, bir dakika lütfen." Zor da olsa başımı yüzünden ayırıp yana çevirdim nefes almaya çalışırken. Baştan aşağı beni süzen adama ne diyeceğimi bilemedim o an. Dilim tutulmuştu sanki. Uzanıp dudaklarını dudaklarıma değdirmesine engel olamadım. Sağ elim ensesine uzanırken onun sırtımın kıvrımında ve kalçamda gezinen edepsiz ellerini hissetmek içimdeki yangını alevlendiriyordu. Ve aynı ateşle öpüşlerine karşılık veriyordum.

Dudaklarımdan ayrılıp tepeden tırnağa beni süzen adam gözlerini kıstı. "Düşündüm de..." Önce elimden hızla düşen alışveriş paketlerine kaydı bakışları. "O küçük bez parçalarına gerek bile yok." Yeterince burun buruna değilmişiz gibi bir adım daha atıp nefeslerimizle birlikte dudaklarımız da birbirine karışana dek yaklaştı bana. "Seni hemen burada, altıma alıp..." Ani bir hamleyle beni kucakladığında bacaklarım bana sormadan adamın sıkı kalçalarındaki yerini almıştı. Beni yatağa yatırıp üzerime çıktığında sağ eli sere serpe yayılmış saçlarımla oynadı. Hayran bakışları saçlarımdan yüzüme, gözlerime, çeneme ve boynuma kaydı sırayla. "...tadına bakabilirim." Üzerimdeki kıyafeti çıkardı ve iç çamaşırımla kalmamı sağladı. Gömleğinin düğmelerini çözerken dizüstü üzerime çökmüş adamın bacak aramdaki bir nabız gibi atan sertliğini hissedebiliyordum. Her saniye biraz daha büyüyordu. Akıl almaz bir biçimde. Bir noktada büyümeyi bırakması gerekmiyor muydu? Sabit kalması? Karnıma bu kadar baskı yapması... İnanılmazdı. Çıplak gövdesi vücuduma yapıştığında dudakları çenemin kenarından kulak mememe, oradan da boynuma süzüldü ve oraya gömülüp şehvetli varlığını sürdürdü.

Az önce aldığım ve tuttuğum nefesimi verirken "Valentino, dur." diyebildim yalnızca. Yutkundum. Bu iş tehlikeli bir boyut almıştı artık. "Durmalıyız. Hemen şuan."

"Hadi ama bebeğim, görmüyor musun? Artık kaçacak yerin kalmadı." Tek kaşını kaldırdı. "Gerçekten durmamı istediğine emin misin?" Ayartıcı bakışları normal şartlarda beni anında ikna edebilecek nitelikteyken buna karşı çıkmak zorundaydım. "Seni burada zevkten inletmemem için bana geçerli tek bir sebep söyle."

"Valentino, bak... Ben de istiyorum, gerçekten. Ama olmaz. Şuan durmalıyız."

"Neden?" Aniden aklına gelmiş gibi gözlerini kapadı. "Hayır, iç çamaşırın yeterince seksi. Yenileriyle değiştirmene gerek yok. İstemiyorum. Gerçekten. Bunu bekleyemeyecek kadar sabırsızım bebeğim, hadi izin ver." Sağ eli göbeğimde duraksamış benden gelecek bir yanıtı bekliyordu.

"Hayır, onunla ilgisi yok." Ecel terleri dökerken nefesimi düzene soktum. "Şuan bunun olmasını ben de çok isterdim ama..."

"Ama?" Sabırsızca cümlemin devamını bekleyen adam hızla başını salladı.

"Sana kötü bir haberim var, hayatım." Başımla işaret ederek anlatmaya çalışsam da anlamadı. "Maalesef benzinlikteyken kötü bir sürprizle karşılaştım." Mahcup bir yüz ifadesiyle ekledim. "Regl olmuşum."

"Ah, siktir..." Üzerimden kalkarken acı çektiğini hissedebiliyordum. Kendini buna hazırlamışken ve uzun zamandır bekledikten sonra böylesine sertleşmişken söylediğim şeyin ona fiziksel bir acı yaşattığına emindim. Büyük bir beklentiyle dolup taşarken yarım kalmıştı. "Tanrım..." İnledi.

Suç işlemiş çocuk edasıyla yatakta uzanırken parmaklarımla oynadım. "Gerçekten çok özür dilerim, yani bunu... Böyle olsun istemezdim."

Az önce gösterdiği tepkiyi kişisel algıladığımı görünce yüzü yeniden bana dönen adam "Bebeğim, saçmalama." derken yanıma uzanıp dirseğinde yükseldi ve elleri saçlarımda gezindi. "Senin bir suçun yok." Bir eli karnımda gezinirken ekledi. "Asıl sen bu durumdayken ısrar ettiğim için ben özür dilerim."

"Hayır, seni bu kadar heveslendirip zirveye tırmandırdıktan sonra..." Rahatsız oldum ve kendimi suçlu hissettim. "Ya gerçekten özür dilerim."

"Gel buraya." Beni kollarına çekip sıkıca sarıldı. "Bu gayet doğal bir döngü ve kendime hâkim olmayı öğrenmem gerekiyor. Bunun farkındayım ve seninle bir ilgisi yok tamam mı?"

Bu kadar anlayışlıyken ona ne diyebilirdim ki. Gözlerimi kırpıştırarak başımı salladım. "Tamam." Başımı göğsüne yasladığımda yavaş yavaş hızlı kalp atışlarının normale döndüğünü ve nefesini düzene soktuğunu hissettim.

Karnımda duran sağ eli şefkatle olduğu yeri okşadı. "Ağrın var mı?"

"Biraz."

Sıcak parmakları göbeğimin altına minik masajlar yaparken sahibinin sevgisine karşı mırıldayan uysal bir kedi gibiydim o an. Diğer eli komodine uzanıp otel telefonunda bir numara tuşladı ve İtalyanca bir şeyler söyledi. Henüz bu kadarını anlayacak kadar İtalyancam ilerlememişti. Telefon konuşması bittiğinde boşta kalan elini sırtıma sardı ve çenesini başıma yasladı. Yaklaşık on dakika sonra kapı çaldı ve Valent usulca yanımdan ayrılıp kapıya yürüdü. Montrel'in elinden aldığı sıcak su torbasıyla kapıyı kapatıp yanıma geri döndü. Karnımın altına torbayı nazikçe koyarken "Bu ağrına iyi gelecektir." dedi ilgiyle.

Bu kadar düşünceli birini hak edecek ne yapmıştım bilmiyordum ama onun benim gibi şirret bir kızı hak etmek için yeteri kadar günah işlediği açıktı. Yani bu kadar iyi ve düşünceli biriyken benim gibi bir kıza düşmesinin başka bir açıklaması yoktu benim nezdimde. Masumca gözlerimi kırpıştırarak yatakta yanımdaki boş alana dokundum. "Bana iyi gelecek tek şey sensin." Yanıma çağırdığım adam ikiletmeden gösterdiğim yeri kaslı varlığıyla doldurdu. Beni kollarıyla sararken güven dolu bir hisle dolmuştum. Şımarık küçük bir bebek gibi gerinip iç geçirdim. "İşte şimdi ağrım biraz olsun dindi."

Başını boyun girintime yerleştiren adam "Sevindim." diye mırıldandı. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" Bu durumlara çok yabancı olduğu açıktı. "Yani... Daha az acı çekmen için."

Başımı çevirip dudaklarından bir öpücük çaldım. "Sana ihtiyacım var adam." Ah, ne kadar yanımda olsa da yetmiyordu, daha çok yakınımda olsun istiyordum. Mümkün olsa onu içime sokup orada saklayacaktım. Kimse görmesin, duymasın, hep benimle yaşasın. Elleri karnımda birleşen adam parmak uçlarıyla küçük küçük masaj yaparken mayışmıştım. Ne zaman uykuya daldığımı fark edemedim.

Puslu bir ormanın derinliklerinde uluyan kurtların ürkütücü sesleri doluyordu kulağıma. Etrafıma bakındım. "Hey! Kimse yok mu?" Yolumu kaybetmiş gibi nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum. "Valentino!" Çıkış yolunu arıyordum. Olmayan çıkış yolunu. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Biraz daha ilerlediğimde yürüdüğüm yoldaki yoğun kan izleriyle karşılaştım. Pekâlâ, bu gerçekten korkutucuydu. Adımlarımı hızlandırıp oradan uzaklaşmaya çalıştım ama ayaklarım balçığa bulanmış, çamurlar bir bataklık misali ayaklarımı kendine çekiyordu. Adım dahi atamıyordum. Bağırdım. "Sesimi duyan yok mu? Yardım edin!" Bir kez daha denedim ama ayaklarımı hareket dahi ettiremedim. Sesimi duyurmaya çalıştım. "Valentino! Valentino, neredesin?"

"O seni duyamaz."

Çok tanıdık ve asla karşılaşmak istemediğim bir ses. Sahibi az ileride sislerin arasından bana doğru yürüdü. Vural. Kendinden emin adımlarla bana yaklaştı. Kaçmaya çalışsam da hareket edemiyordum. Yollarda, ağaçların gövdesinde, yerdeki kurumuş yapraklarda, her yerde kan izleri vardı. Yoğun kan izleri. Keskin kan kokusu.

Bana iyice yaklaşan Vural sağ eliyle saçlarımı kavradı sertçe. Burun burunaydık. Bir canavarla burun buruna gelmenin korkunç gerçekliği kalbimin göğsümden kaçacakmış gibi hızla atmasına sebep olmuştu. İğrenç ve soğuk nefesini yanaklarımda hissederken kulağıma keskin fısıltısını bıraktı. "Benden kurtulabileceğini mi sandın?"

Nefesimi yutmuş gibi korkuyla yataktan sıçrayarak uyandım. Kendime gelmem dakikalarımı aldı. Uzaktan gelen bir ses gibi bulanıktı yanımdaki adamın sesi. "Lâl, iyi misin?" Yutkundum. Nefes almaya çalıştım. Vücudum titriyordu. Almaya çalıştığım nefesleri ciğerlerim kabul etmiyordu. Öksürdüm kusacakmış gibi hissederken. "Lal? Cevap ver bana!"

Onu duyuyordum, anlıyordum ama cevap veremiyordum. Karşılık verecek gücü toplamam dakikalar sürdü. "Ben..."

Komodinin üzerindeki su bardağını bana uzattı. "Al, biraz iç şundan."

Uzattığı suyu kökünü kurutana kadar içtim. Son damlasına kadar. Biraz daha iyiydim. Sanki içtiğim suyla ciğerlerime giden yollar açılmıştı. Artık nefes alabiliyordum. Daha sakindim. "İyiyim. Ben iyiyim, merak etme." Dakikalar sonra şöylediğim bu sözle ikna olmayan adama baktım. "Gerçekten." Henüz gördüğüm kâbusun etkisini dahi atlatamamışken karşımda benim için endişelenen adamın yanağına dokundum onu sakinleştirmek istercesine. "Gerçekten iyiyim."

"Ne oldu Lâl? Bu hâle gelmene sebep olan ne?"

"Bir şey olmadı." Amaçsızca omuz silkerken yeniden nefes alabilmenin bir nimet olduğunu düşünüyordum. "Kötü bir kâbustu sadece, geçti gitti." Avcumun içindeki yanağını okşadım gülümsemeye çalışarak. "Geçti, bak. İyiyim."

Söylediklerime pek de ikna olmayan adam buruk ve zoraki bir tebessümle baktı, yanağındaki elimi alıp avcumun içini öptü. "Senin gerçekten iyi olmanı istiyorum, Lâl."

"Sen yanımdayken iyiyim. Hiçbir sorun yok, inan bana." O an aklımda türlü sorular belirdi. Hepsi birbirinin kuyruğuna bağlanmış beynimin içinde gürültü koparıyordu. Başı çeken soru ise ürkütücüydü. Bu rüyanın bir anlamı olabilir miydi? Aklımdaki o soruyu dillendirirsem Valent'in gözünde deli gibi görünmekten korkuyordum ama dayanamıyordum. "Valentino."

"Evet?"

Bu rüyanın bir işaret olma ihtimali içimi kemirirken "Vural'ın öldüğünü gözlerinle gördün mü?" diye sordum aniden. "Yani... Emin misin? Öldü mü gerçekten? Gözlerinin önünde öldü mü?"

Sorduğum soru ile hayretini gizleyemedi. "Evet, elbette. Öldüğü sırada oradaydım. Gözlerimin önünde öldü."

Rahat bir nefes aldım. Evet, bir insanın ölümünden emin olduğum için rahat bir nefes almıştım, mutlu olmuştum. Rahatlamıştım. Nasıl bir insan olduğunu göz ardı edersek belki de iğrenç bir insandım ama üzgünüm, 20 küsur yıldır içinde bulunduğum ailenin dünyasında hayatta kalma mücadelesi veren biri olarak elbette öncelikle kendi güvenliğimden emin olmaya çalışıyordum. Bilirsiniz, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde olduğu gibi bazı şeylerin önceliği vardı. Fizyolojik, güvenlik vesaire... Bu hiyerarşide güvenlik piramidin ikinci katmanındaydı. İnsan ancak kendi güvenliğini ve ihtiyaçlarını karşılayabildikten sonra başkalarını düşünebilmek ve onlara yararlı olmaktan bahsedilebilirdi. Bu aptalca düşüncelerle beynimi meşgul ederken karşımdaki adamın bana endişeli bakışları her şeyi anlatıyordu. Tamam, kızım. Artık kesin bu kız çıldırdı, delirdi diye düşünüyor bu adam. Ne diyebilirdim ki? Geç bile kalmıştı doğrusu.

Başka bir şeyi kast ettiği açık olan adam temkinli bir ifadeyle söze girdi. "Her şey çok üst üste geldi. Yeniden yanlış anlaşılmak istemiyorum Lâl ama... Sanırım bunu profesyonel bir destek almadan tam anlamıyla atlatamayacaksın."

"Valentino."

"Sadece iyi olman için söylüyorum, gerçekten. Bak, ne düşündüğünü biliyorum. Bunu son konuştuğumuzda büyük bir kavga koptuğunu da." Yatakta dizlerinin üzerinde bana biraz daha yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. "Ama seni kaybetmeye dayanamam, Lâl. Anlıyor musun? Bu kaldırabileceğim bir şey değil. Eğer sana bir şey olursa... Yani... Bununla ne yapacağımı bilmiyorum."

"Valentino, biliyorum." Yorgunca gözlerimi yumarken onunla aynı şeyleri hissettiğimize yemin edebilirdim. "O zaman fazla tepki vermiştim, farkındayım. Bunalımdaydım, sağlıklı düşünemiyordum. Ama şimdi sağlıklı düşünebiliyorum. Her şeyi benden kurtulmak için değil de benim iyiliğim için yaptığının farkındayım. Ben her şeyin farkındayım." Yanaklarımın üzerindeki ellerinin üzerine koydum ellerimi. Dudağımın kenarıyla sağ avcunu öptüm. "Neler hissettiğini anlıyorum, biliyorum. Aynı şeyleri ben de hissediyorum. Ben de seni kaybetmeye dayanamam. Ama merak etme, artık ikimiz de birbirimizi kaybetmeyeceğiz. Bizi bundan sonra ancak ölüm ayırır, anlıyor musun?" Sakinlikle yutkundum. "Profesyonel destek almam gerektiğinin de farkındayım. Ama şuan buna hazır hissetmiyorum kendimi. Yaşadığım bu korkunç şeyleri tamamen yabancı biriyle paylaşma duygusu kötü hissettiriyor. Biraz zamana ihtiyacım var, tamam mı?" Valentino isteksiz de olsa onaylayarak başını salladığında yataktan kalktım. "Bir duş alsam iyi olacak."

Valent'i arkamda bırakıp banyoya girdiğimde kafamı meşgul eden düşünceleri terk etmek zordu. Düşünmemeye çalışıyordunuz ama nereye kadar? Bir şekilde sizi kendi içine çekiyordu. Ellerimi soğuk fayanslara dayayıp bir süre suyun altında öylece kaldım. Düşündüm. Bunu aşmalıydım. O yoktu. Ölmüştü. Geçmişte bana çok zarar vermişti. En korkulu rüyalarımın baş karakteriydi ama ölmüştü işte. İçimde zincirlenmiş duran onun esiri olan korkularımı o sert zincirlerinden kurtarıp dışarı bırakmalıydım artık. İlerlemenin başka yolu yoktu. Bu şekilde Valentino'yu da korkutuyordum. Hayatımı yoluna sokmam için bana yeni bir şans verilmişti, bunu iyi kullanmalıydım.

Başımı yukarı kaldırdım, suyun altında ellerimle yüzümü yıkadım. Kendime geldiğime emin olunca suyu kapattım ve duştan çıktım. Bornozumu bulamadığım için kısa boy havlusuna sarıldım ve odaya döndüm. Tam o sırada Valentino yine jilet gibi giyinmiş, odaya yeni giriyordu. Ben ne kadar kalmıştım ki banyoda? Adam dışarı çıkmış, geri gelmişti.

Bakışları bana dönen adamın vücudumu baştan aşağı süzdüğünü ve kısa bir an yutkunduğunu fark etmemem olanaksızdı. Tek kaşımı kaldırdım meydan okurcasına. "Neyi izliyorsun?"

İmalı bir sayıklamayla söylendi. "Seni küçük oyunbaz..." Bir süre daha beni izledikten sonra kapattığı kapının ardından bana arkasını dönüp boy aynasındaki yansımasıyla ilgilenmeye çalıştı. "Şansını çok zorluyorsun." Sesi sıradan çıksa da tehditkârlığını gizlemiyordu. "Üzerinde o küçük havlu parçasıyla vücudunun nadide bölgelerinde su damlaları yolculuğunu sürdürürken yeterince ıslak ve davetkârsın." Aynanın önünde ceketini çıkarırken benimle göz kontağı kurmayı ihmal etmedi. "Dua et, sana dokunmamam için geçerli bir sebebin var, aksi hâlde şuan içinde olurdum."

Dudaklarım benden bağımsız bir biçimde kıvrılırken güldüm. Kıyafet dolabının önüne geldiğimde ona meydan okumaktan geri durmuyordum. Tam karşısındaki aynada naklen canlı yayın yapabilecek bir konumdayken dolapta giyebileceğim neler var diye bakıyordum. Yapmacık bir şaşkınlıkla "Hay aksi." diye mırıldandım duyabileceği bir ses tonuyla. "Beni Isabella'yla kıskandırırken şansını zorlayan senken şimdi bunları söylemen... Gerçekten ilginç biliyor musun?" Tam o sırada vücudumdaki havludan usulca kurtuldum.

Adam önce yere serilen havluya, sonra da çıplak vücuduma bakarken bu kez daha sert bir biçimde yutkundu. Beklemediğim bir anda arkasına dönüp bana yaklaştı, dolapla arasında bıraktığı vücuduma baştan aşağı yavaş yavaş baktı. "Beni kışkırtma." Nefes alış verişleri sıklaşmıştı. Tüm vücudum onun giyinik vücuduyla çarpıştığı için alev alev yanıyordu. Giyinikken bile böyle hissediyorsam o çıplakken ne hissedeceğim merak konusuydu doğrusu. Sağ eli yanağımdan boynuma, omzuma ve oradan da köprücük kemiğime indiğinde son durağı göğüslerim oldu. Avcunu göğsümle doldurduğunda nefesimi tuttum. Parmağı ucuyla oynadığında aldığım nefesim ciğerlerimde sıkışmış gibiydi. Eğilip hafifçe üflediğinde sırtım kıvrılırken kontrolsüz bir inilti döküldü dudaklarımdan. Karşımdaki adam bana ne yaptığını çok iyi biliyordu ve bu beni en acımasız cezalandırma şekillerinden biriydi. Ruhumu orada bırakabilirdim. "Güzel." dedi sakinlikle. "Artık benimle aynı acıyı çekiyorsun. Bunu görmek çok güzel." Sesindeki üstünlük iması canımı sıksa da zevkliydi. Beni serbest bıraktığında ikimiz de alev alevdik. "Şimdi bir an önce giyinsen iyi olur." Arkasını dönüp birkaç adımla benden uzaklaşmıştı. "Üşütmeni istemem." Göz ucuyla bana bakarken imalı gözleri hâlâ çıplaklığımı süzüyordu tehditvari bir biçimde. "Ya da kendini aniden yatakta bulmanı." Sözleriyle de tehditkârlığını sürdürmekten çekinmiyordu. Sırtüstü yatağa uzandığında bakışlarını tavana dikti. "Giyinmek için otuz saniyen var. Aksi hâlde..." Gözlerini bir anlığına tavandan ayırıp bana baktığında yükselen alevi gördüm. Sanırım cümlesinin devamını anlamıştım. Bakışları tekrar tavana döndüğünde iç geçirdi. "O kutsal bacaklarını güçlü omzuma yaslayacağın gün gelene kadar bekleyeceğim. Sabırlıyımdır."

Yüzüm kızarmıştı. Benden bağımsız bir şekilde. Siyah klasik iç çamaşırlarımı giydikten sonra yolculuğumuz sırasında rahat hareket edebilmek için siyah kot pantolon tercih ettim. Üzerine de balıkçı yaka turkuaz bir kazak giydim.

Yerinde hafifçe doğrulup ayağa kalkan Valent'in odaya girerken elinde olan alışveriş poşetlerine yöneldiğini görünce dikkat kesildim. Poşetlerden birinden çıkardığı fıstıklı çikolatayı bana uzattı. "Senin için." Kaçamak bakışlarla ekledi. "Bugünlerde sevdiğini biliyorum."

"Benim hakkımda bilmediğin şey yok maşallah." Çikolatamı alınca bir çocuk gibi şendim. Tazmanya canavarı gibi paketini resmen parçalayarak çikolatanın bir karesini ağzıma attım. "Immm... Bono çok sövöyorom." Benim ağzım doluyken çıkardığım seslerle çok eğlenen adam elleri ceplerinde keyifle güldü. Bakışlarında ise farklı bir ton vardı. Karanlığın farklı bir tonu.

Bir süre bana baktıktan sonra biraz daha yaklaştı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Diliyle dudaklarımı aralayıp ağzımın içini keşfe çıktığında keyifle inledi. "Immm... Fıstıklı çikolata." Dudaklarını benimkilerden ayırdığında iç geçirdi. "Daha önce hiç bu kadar lezzetli bir çikolata yememiştim." İmalı bakışları beni çıldırtırken ona nasıl karşı çıkabiliyordum ya da ondan nasıl bu kadar uzak kalabiliyordum şaşkındım doğrusu.

Henüz tam olarak dağılmamış bavullarımızın toplanmasını bekledikten sonra yola çıktık. Uçakta otururken zaman zaman karnım sancısa da biraz iyiydim. Valent Prag'a gitmek için talimat verecekken "Eve mi dönsek?" dedim aniden. Bu kadar kısa sürede böyle uzun yolculuklar beni biraz yormuştu. Üstelik birbirimize ayıracağımız bu tatilimizin regl dönemime denk geleceğini de planlamamıştım doğrusu. Kalan iki günlük tatilimizi de evimizde geçirmemiz daha iyi olurdu.

Benim mutlu olmam için bu tatili düzenleyen Valentino ise hiç ikiletmedi. "Sen nasıl istersen bebeğim." diyerek elini elime kenetledi yanımda otururken. "Sen de rahat rahat dinlenmiş olursun."

"Hem yaz gelince çok daha güzel bir tatil yaparız değil mi?"

Çocuk gibi coşkuyla sorduğum bu soruya başını sallayarak olumlu yanıt verdi. "Elbette. Daha uzun bir tatil planlıyorum yaz için."

"Tamam o zaman anlaştık."

Başımı onun göğsüne yasladığımda uçak yolculuklarında hep olduğu gibi uykum gelmişti. Sanırım bu tür yolculuklarda uyumayı seviyordum.

Uzun bir yolculuğun ardından eve vardığımızda hava yeni aydınlanıyordu. Sadece bir günlük tatil için neredeyse bir günü yolda geçirmek akıl kârı değildi ama vaktimiz kısıtlı olduğu için böyle olmak zorundaydı. Valentino ve önemli işleri. Yine de bana vakit ayırmak için çabalaması güzeldi. O da benimle daha fazla vakit geçirmek isterdi, bunu biliyordum.

Eve adımımı attığımda neredeyse yeri öpecektim. "Ay çok şükür yuvamıza geldik ya. Vallahi yollarda helak olduk!"

Kısa bir tebessümden sonra "Hayatım çalışma odasında kısa bir görüşmem var, sonrasında odamızda buluşalım." diyerek merdivenlere yöneldi adam. "Uzun bir konuşma olmayacak, söz veriyorum."

Başımı hafif yan yatırıp ikna oldum. "Eh, peki madem." Heyecanla ekledim. "Ama uzun olmasın bak! Sonra odayı basar elindeki telefonu kırarım. Gerçekten."

Gülerek başını sallayan adam onayladı. "Yaparsın, biliyorum." Bu durumdan keyif alır gibi gözlerini kıstı. "Daha çılgıncalarını yapmışlığın var."

Gülüştük. O merdivenlerden yukarı çıktığında ben de mutfağa geçtim. Nina beni görünce ellerini önünde birleştirdi ve saygıyla selam verdi. "Hoş geldiniz efendim. Bir arzunuz mu vardı?"

"Hoş buldum." Başımı iki yana salladım. "Önemli bir şey değil, bir bardak süt alacağım kendime. Siz lütfen işinize bakın." Bir bardak süt doldurup salona geçtiğimde bahçeyi seyrettim boş boş. Nikolai bahçede avare gibi geziyordu. Elleri ceplerinde, önüne gelen çakıl taşlarına hafif tekmeler atıp boş boş yürürken dalgın ve düşünceliydi. Etrafı seyrettim. Ağaçlara baktım. Bir an önce baharın gelmesini düşlüyordum çünkü bahar gelince buranın ne kadar güzel olacağını tahmin ediyordum.

Sütümü içtikten sonra yukarı çıktım. Odamıza gidecekken çalışma odasının kapısı aralıklı. Acaba Valentino hâlâ orada görüşmede miydi? İster istemez yaramaz bir çocuk gibi merak edip gizlice içeri sızdım. İçerisi boştu. Buraya kimse benim gibi habersiz girmezdi. Giremezdi. Valent'ten korkarlardı. Ama ben işte her zamanki gibi her yere böyle zart diye giriyordum. Üç yaşındaki yaramaz çocuklardan farkım yoktu.

Kısa bir oda turu yaparken adamın kitaplığına baktım. Kendisinden beklenmeyecek şekilde Shakespeare kitapları diziliydi. Hamlet, Macbeth, Romeo ve Juliet, On İkinci Gece... Acaba hepsini okumuş muydu? Sonra meraklı adımlarım çalışma masasına gitti. Masada bazı kâğıtlar vardı. Önemsiz iş dosyaları gibi gözükse de üzerinde kendi adımı da görünce ilgimi çekmişti. Önce kapıya doğru baktım, gelen giden yoktu. Fırsat bu fırsat üzerinde adımı gördüğüm kâğıdı alıp incelemeye başladım. Okuduklarıma inanamadım. Doğrusu bir anlam da veremedim. Tam o sırada içeri Valentino girince de elim ayağım birbirine dolaştı. Sert bakışlarıyla yüz yüze geldim.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guyss! ✨ Bir süredir karanlık bir dönemden geçiyoruz ve bu beni derinden etkiledi. Maalesef Malatya'daki depremdeydim ve bu durumdan sanırım biraz fazla etkilendim. Neyse ki bizden birilerine herhangi bir şey olmadı ama zaten olanlara üzülmekten sevinmeye vakit kalmıyor. Üstelik Napoli'de Bir Gece hakkında notlar aldığım defterimi de maalesef deprem bölgesindeki evimde unuttum. Deprem sırasında aniden evden çıkıp canımızı kurtaralım derken notlarımı maalesef yanıma alamadım. O yüzden birkaç bölümü aklımda kaldığı kadarıyla notlarımı toparlayarak yazmaya çalışacağım. Hem bu bana da iyi gelecek. Bu durumu atlatabilmek için yeni bölüm yazmaya karar verdim ve işte buradayım. Aslında bu bölümü dün akşam falan yayınlamam gerekiyordu ama ancak yetiştirebildim. Umarım yeni bölümü beğenirsiniz. 💖 Bu bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Lâl'in çalışma masasında gördüğü dosya neyle ilgili veya ne olabilir? Bu konudaki tahminlerinizi de buraya alabilirim. Ayrıca hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de tam olarak buraya yazarsanız çok sevinirim. Yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin çünkü onlar benim her şeyim. ❤️ Sevgiler ve de bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%