@buzlarkralicesi
|
-36- ❝Lâl❞ Elimdeki kâğıdı incelerken yakalandığımın farkındaydım. Şey, geçiyordum uğradım yalanını da yutacak değildi. Zeki adamdı, anlamıştı masasını kurcaladığımı. Gözlerime sert bakışlarını diktiğinde azarlanacağımı biliyordum. Ve beklediğim gibi de oldu. "Ne işin var senin burada? Masamı mı karıştırıyorsun?" Benden bir açıklama beklediği ortadaydı. Çocuk azarlar gibi kaşlarını çatmıştı ve kızdığı da belliydi. Adamın özel alanına girmiştim sonuçta, kızması normaldi. Ancak asıl korktuğum bu değildi. Asıl korktuğum, masada benim adımın da geçtiği o kağıdı görmüş olmamdı. Gördüklerime bir anlam vermeye çalışıyordum sadece. Dilim tutulmuştu. Şaşkındım. "Bu... Ne demek oluyor?" Parmaklarımla kavradığım kâğıdı sallarken elim titriyordu. "Neden böyle bir şey hazırlatma gereği duydun?" Elleri ceplerinde yüzüme bakan adam bana doğru adım attı ve elimdeki kâğıdı ifadesiz bir biçimde alıp inceledi. "Bu önemsiz bir detay. Özel bir nedeni yok." Bu resmi bir belgeydi. Kendisine bir şey olması durumunda Valent'in bana yüklü bir miras bıraktığını belgeliyordu. İstanbul'da, İtalya'da ve çeşitli yerlerde lüks daireler, çok fazla para ve gayrimenkul, zart zurt. Aklımda tutup sayamayacağım kadar çok şey. Küçük bir servet. Valent için küçük, insanlık için büyük bir servet. Çok saçma. Bu olanlar çok saçmaydı. Neden böyle bir şey hazırlatmıştı ki şimdi? Bunca zaman sonra neden böyle bir şey yapmıştı? "Ne demek özel bir nedeni yok?" "Bir önemi yok, Lâl." "Durduk yere neden böyle bir şey yaptın ki şimdi? Ne gerek vardı buna?" "Geleceğini koruma altına almak istedim." Başını hafifçe eğerek açıkladı. "Geçmişte yaşananları göz önünde bulundurursak Başkan banka hesaplarına el koyup kendi kazandığın paraları elinden alabilecek güce sahip, bu denli pervasız. Ama benim sana bıraktığım herhangi bir şeye el koymaya gücü yetmez." Haklıydı. Daha önce albümlerden kazandığım paralarımı, banka hesabımdaki tüm birikimlerimi hesabımı bloke ettirerek elimden alabilmişti. Sırf paralarımı kullanıp ondan kaçamayayım, Valent'e ulaşamayayım, beş parasız dımdızlak kalayım diye elinden ne geliyorsa yapmıştı. Ama benim sorumun cevabı tam olarak bu değildi. İçim titriyordu. Üşüyordum sanki. "Onu anladım da bu ne şimdi? Sana neden bir şey oluyor ki durduk yere ben anlamadım!" "Bana bir şey olduğu yok, sadece bir tür tedbir." Bu resmi belge ona bir şey olması durumunda beni koruyordu. Ona bir şey olması durumunda. Ölmesi durumunda. Kalbime bir sancı saplandı. Sanki biri beni kalbimden bıçaklamış da o bıçak içimde dönüyor gibiydi. Nedense bunun öyle boş bir şey olmadığını düşünüyordum. Ne yani, bir sabah Valent uyanmıştı ve böyle bir belge hazırlamaya mı karar vermişti? Hiç mantıklı değildi. Hem de hiç. Ona bir şey olması ihtimalini düşünmek beni öldürüyordu. Beni koruma altına almaya çalıştığının farkındaydım ama kalbime bir öküz oturmuştu sanki. Biraz sakin kalmaya çalışarak yutkundum ve sağlıklı bir yanıt almak umuduyla yeniden şansımı denedim. "Valentino, her şey yolunda mı?" Sağ eli belimi sardığında gayet rahattı. "Elbette yolunda bebeğim, neden böyle bir şey soruyorsun?" Endişemin farkında olan adam durumu yumuşatmaya çalışıyordu. "Sırf sana biraz para bıraktım diye-" "Sikmişim parasını!" Elimdeki kâğıdı öfkeyle yere çalıp gözlerinin içine bakarken boğazıma koca bir yumru oturmuştu da kalkmak bilmiyordu. "Geleceğimi koruma altına almakmış! Benim geleceğim sensin, sen!" diye bağırdım aniden. "Valentino sana bir şey olursa yaşayabilir miyim sanıyorsun? Bu paraları kullanacak kadar yaşayabilir miyim sence, ha?" Yakalarına yapıştım. "Bana iyilik mi yapmak istiyorsun? O siktiğimin dairelerini, yatlarını katlarını, gece kulüplerini, arabalarını bana bırakmak yerine kendine dikkat edeceksin! Ölmeyeceksin! Bana yapabileceğin tek iyilik bu, anlıyor musun?" Son cümlem keskin bir fısıltıya dönüşmüştü. Kendimi kaybetmiştim. Neye öfkelendiğimi çok iyi anlayan adam beni kollarına alıp sakinleştirmeye çalıştı. "Şşş... Tamam, bir şey yok." Başını hafifçe indirip gözlerime baktı. "Sandığın gibi bir şey yok, anladın mı? Bu sadece basit bir tedbir, hepsi bu." "Valentino bunu bana yapma." Islak gözlerim kan çanağı gibi olmuştu ve bu ne ara olmuştu bilmiyordum bile. Sulanmaktan bulanmıştı ve önümü göremiyordum. "Sana bir şey olma ihtimali bile nefesimi keserken..." Yutkunurken nefes almaya çalıştım. "...sakın sensiz kalmama izin verme çünkü yaşayamam. Gerçekten." "Hey." Uzanıp burnumun ucunu öptü. "Bunların hiçbiri olmayacak, duydun mu beni? Ben hep senin yanında olacağım. Biz her zaman birlikte olacağız. Evleneceğiz, bebeklerimiz olacak. Burada çok mutlu yaşayacağız. Bahçede çocuklarımız oynarken onların peşinde koşuşturmaktan yorulacaksın. Bizim böyle bir hayatımız olacak." Sağ eliyle yanağımı okşadı. "Kötü şeyleri aklından çıkar." Kolaysa gel sen çıkar. Ya bana bir şey olursa al bunları güvende kal ne demekti ha, ne demekti? Bunun anlamı bana bir şey olabilir demekten başka bir şey değildi ki. Nasıl sakin kalabilirdim? Tamam, tehlikeli bir hayatı olduğunu biliyordum ama her saniye bunu hatırlamam mı gerekiyordu. Sanki unutabiliyormuşum gibi. Ellerimin arasına aldım yüzünü. Korkuyla gözlerine baktım. "Valentino, bir tehlike yok değil mi?" Güven veren bir tebessümle "Yok." yanıtını verdi. Tehlike her zaman vardı, biliyordum. Ama o an öylesine ikna ediciydi ki bir şey olmadığına inandım. İnanmak istediğim şey de buydu zaten. Kollarım önce boynunda dolandı sonra da güçlü gövdesini sıkıca sarıp kendime yasladım. Öyle sıkı tutuyordum ki onu içime sokasım vardı. Sanki onu içimde saklamak istiyor gibiydim. Sağ elim ensesini kavramıştı. Başımı boynuna gömdüm ve kokusunu içime çektim doymak istercesine. "Sana bir şey olmasına dayanamam. Dayanamam. Seni kaybedemem." Delirmiş gibi sayıklıyordum. Ne kadar dağıldığımın farkında olan adamın eli saçlarımdaydı. "Ben sensizliğe dayanabilir miyim sanıyorsun?" Kokumu içime çekti. "Beni kaybetmeyeceksin. Bu aptalca düşünceleri aklından çıkar." Saçlarımı öptü. "Hadi, toparla kendini. Elini yüzünü yıkayalım, odamıza geçelim." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Her anlamda içimi güvenle dolduran bu adamın elleriyle gözyaşlarımı silmesine izin verdikten sonra onaylayarak başımı salladım. Unutmaya çalıştım. Düşünmemeye. Benim gibi kâbus bir hayatınız olduysa ve bu kadar mükemmel biriyle birlikteyseniz, her saniye onu kaybetmekten korkardınız. Allah'ın size verdiği bu ödülü bir anda geri almasından deli gibi korkarsınız. Benim durumum da bundan farksızdı. Odamıza çıktığımızda kıyafet dolabından pijamalarımı aldım ve banyoya girip yüzümü yıkadım. Soğuk su biraz olsun iyi gelmişti. Üzerimi değiştirdim ve banyodan çıktım. Yatağa döndüğümde Valentino üzerini değiştiriyordu. Altında siyah bir eşofman vardı, gömleğinin önü açıktı. Kolundaki saati çıkarıp komodinin üzerine bıraktıktan sonra gömleğini de askıya astı. Kusursuz vücuduyla karşımda öylece dururken benim hâlim içler acısıydı. Şişmiş ve kan çanağına dönmüş gözlerim, ayıcıklı polarlı pijamalarımla annesinin kıyafetlerini giymiş çocuk gibi odanın ortasında öylece duruyordum. Bana dönen adamın ne düşündüğünü çok iyi biliyordum. Paspallığıma gülüyor olmalıydı. Nerede mağazada iç çamaşırı takımı deneyen o dişil enerji, nerede ayıcıklı pijamalarıyla karşında dikilen ben. Alakaya maydanoz. Sevimli gözlerle beni baştan aşağı süzerken dudakları kıvrıldı. "Polarlı ayıcıklı pijamalarınla tanıştık sonunda. Şirin şey." Burnumun ucuna dokundu. Biraz da konuyu dağıtmaya çalıştığı belliydi. "Tıpkı bir tavşana benziyorsun." Gözleri ayaklarıma dikilen adam az önceki ifadesinin aksine kaşlarını çattı. "Çıplak ayaklarla mı geziyorsun sen?" Kıyafet dolabına uzanırken öfkeliydi. Çıkardığı ilk çorap çiftini bana verdi. "Ayaklarını sıcak tutman gerekiyor, bilmiyor musun?" Verdiği çorapları alıp yatağa oturdum. Ben ne düşünüyordum adam ne düşünüyordu bakar mısınız? Vallahi Lâl çok art niyetli bir kızsın, adam senin iyiliğini düşünürken sen onu neyle suçluyorsun. Sanki tek derdi libidosu olan bir adammış gibi. Dudaklarım istemsizce kıvrılmıştı. Beni düşünüyordu. Reglken ayaklarımı sıcak tutmam gerektiğine kadar her şeyimi düşünüyordu. Yerim ben seni adam, yerim. Ben salak salak gülerken "Neye gülüyorsun? Ayaklarını üşütmenin neresi komik? Hasta olunca görürüm ben seni." diye azarlamayı da ihmal etmemişti. Çoraplarımı giydikten sonra ayaklarımı gösterircesine hafif havalandırıp şirince salladım. "Tamam kızma, giydim bak." Çatık kaşlarının arasında onun da dudaklarının tatlı bir tebessümle kıvrıldığı gözümden kaçmadı. "Aferin." İç geçirdi sitemkâr bir biçimde. "Keşke her zaman bu kadar söz dinleyen bir kız olsan. Ama nerede..." Güldüm. "Eee idare edeceksin artık bu fabrika hatası kızı, ne yapalım?" Kısa bir an duraksadıktan sonra bir şeyler içmek istediğime karar verdim. Şöyle sıcak bir süt hiç de fena olmazdı. Sıcak bir şeyler içmek bana ve ağrılarıma iyi geliyordu. "Mutfağa ineceğim, bir şey istiyor musun?" "Neden?" "Süt içeceğim." "Nina'ya söyle o getirsin." "Neden canım, elim ayağım tutuyor çok şükür. Aaa... Ayrıca biraz ayaklarım açılır." Kapıya doğru yürürken durdum ve elimle çağırdım. "Sen de gel istersen." Birkaç saniye düşündükten sonra başını salladı ve kıyafet dolabından üzerine siyah bir tişört geçirip peşime düştü. İkimize de sıcak birer bardak süt hazırlarken beni izliyordu. Bardakları masaya koydum ve mutfak masasına tünedik. Saat epey bir geç olmuştu. Şimdi Valent'e kalsa iki bardak süt için insanları rahatsız etmiş olacaktık. Sütlerimizi içerken mutfağın sessizliğinde huzur buldum. Sütün köpüklerini höpürdeterek içtikten sonra "Ohhh..." dedim gerine gerine. "Ne iyi geldi." Valent ise bana bakarak kaşlarını kaldırdı ve gülmeye başladı. Ne olduğunu anlamadığım için saf saf yüzüne baktım. "Ne?" Gülmekten fırsat bulup yanıt veremedi. "Ne oldu?" Sağ eliyle bıyıklarını işaret edince anladım. Sütten bıyıklarıma gülüyor olmalıydı. Dilimi üst dudağımda ve bıyıklarımda gezdirdim ve köpük kalıntılarını höpürdeterek silmeye çalıştım ve bu onu daha da güldürdü. Gülerken gözlerinin içi de gülüyordu. Öyle farklıydı ki benim yanımdayken. Onu defalarca başkalarıyla konuşurken görmüştüm, her zaman yüzünde sert, otoriter, insanların korkup çekineceği cinsten bir ifade vardı. Dışarıdan gören bir göz olsam ne nemrut adam bu falan derdim. Ama benim yanımdayken o öfkeli ve korkunç maskesinden arınıyordu tuhaf bir biçimde. Hangisi gerçek Valent'ti ya da bilmediğim daha kaç Valent vardı içinde tahayyül edemiyorum ama... Sanırım... Onu tüm yüzleriyle seviyordum. Henüz tüm yüzleriyle tanışmasam da. Sütümü bitirdikten sonra önündeki sütü bana uzattı Valentino. "Benimkini de iç." "Neden?" "Ben süt içmem." "Kahve yapayım?" "Hazır filtre kahve var, kendim alırım. Sen sütünü iç." Başımı salladım ve kahvesini almasını izlerken hayallere daldım. Geçen gün Wendy'le konuşurken bana Luigi hakkında şikâyetlerinden bahsediyordu. İşte iyi ki ayrılmışız, ondan koca da baba da olmazdı, bak Valent'e tam aile babası olacak insan zart zurt falan. Laf lafı aşınca erkeklerin Instagram hesaplarını da konuşmuştuk. Her konuda bir fikri olduğu gibi Wendy'nin bu konuda da kendine has düşünceleri vardı. Ona göre bir erkeği Instagram hesabından analiz etmek çocuk oyuncağıydı. Bu hesaba göre Luigi'nin de ideal erkek olması lazımdı çünkü adamın aktif bir Instagram hesabı bile yoktu. Görünürde bir hesabı vardı ve Valent'le Pietro'yu takip ediyordu. Bir tane bile paylaşımı yoktu. Sanki her şey bu kadar basitmiş gibi. Instagram hesabıma girdim ve Valent'in hesabına baktım. Daha önce hiç bu kadar dikkatle incelemek aklıma gelmemişti doğrusu. Wendy eşeğin aklına böyle karpuz kabuğu düşürüyordu. Wendy'e göre Valent'in hesabı birinci kuralı karşılıyordu, gözü dışarıda olmayan erkeğin hesabı gizli olurmuş, ha bir de az kişiyi takip edermiş. Sanki yapan gizli ve sahte hesaplarla yapacağını yapmıyor be Wendy. Valent'inkine girdiğimde hesabı gizliydi, yakın çevresi dışında da kimseyi takip etmiyordu. Aşkım benim. Pietro, Luigi, Dmitri'yle falan takipleşiyordu. Bir de beni takip ediyordu tabii iki gözümün çiçeği. Çok az takipçisi vardı, hepsi de iş arkadaşları, kuzenleri falan. Nedense ilk aklıma gelen Zita ve Isabella olmuştu. İsimlerini arattım. Zita'yla takipleşmiyorlardı bile. Isabella olayı ise biraz karışıktı. Isabella takip ediyordu ama Valentino kızı takip etmiyordu. Ayrıca zaten asistanını ne diye takip edersin ki? Saçma yani. Hesabında üç tane fotoğrafı vardı. Biri şirketteki toplantılardan birinde kuzenleri ve çalışanlarıyla çektirdikleri bir fotoğraf, biri yalnızca kendisinin olduğu -maalesef yine çok karizmatik çıktığı- bir fotoğraf, en sonuncusu da zaten benimle çektirmiş olduğu bir fotoğraf. İşte bu kadar. Gizli hesap olmasına rağmen kendini çok teşhir etmeyi sevmeyen biriydi, bunu biliyordum. Normal şartlarda fotoğraf çektirmeyi bile sevmiyordu ama ben bazen ona ille de fotoğraflarımız olsun diye ısrar edince kıramıyordu. Hesabına baktığımda çok yalın, içi dışı bir profil çizmesine rağmen bu durum gizemli, karizmatik ve çekici görünmesine engel olamıyordu. Ne derler bilirsiniz, bir şey ne kadar saklıysa o kadar ilgi çeker. Bu durum magazinin bile ilgisini çekiyordu zaman zaman. Lâl Alsancak'ın gizemli sevgilisi diye defalarca konu oluyordu magazin manşetlerinde. Bu da Valent'in hoşnut olduğu bir şey değildi ama benim için katlanıyordu işte. Adamım benim. Yanı başımdaki adamı utanmazca stalkladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi telefon kilidimi kapattım. Valentino Wendy'e göre Instagram sınavını geçmişti. Pietro olsaydı kalırdı herhâlde çünkü adam nefes alan tüm dişilerle takipleşiyor olabilirdi. Mavi tiki benden daha çok hak ettiği kesindi. Güldüm. Birbirine bu kadar yakın üç adam da birbirinden bu kadar farklı olabilir miydi? Anlamak zordu doğrusu. Atalarımız yine yanılmamış. Beş parmağın beşi de bir değildi işte. O kahvesini alıp karşıma oturduğunda ben ikinci bardak sütümü yudumlarken karşımdaki adama bir şahesermişcesine bakıyordum. Benim dalgın ve hayran bakışlarımı fark etmiş olacak ki "Bir şey mi oldu?" diye sordu bana. O an hiç düşünmeden içimden geçeni söyledim. "Sen mükemmel bir detaysın." Böyle bir itirafı beklemeyen Valentino kaşlarını hayretle havaya kaldırarak güldü. Dudakları kıvrılırken o dudakları öpmek istedim. Alaycı bir biçimde önce arkasına baktı sonra bana döndü. "Bana mı dedin?" "Sana dedim tabii, kime diyeceğim şapşal?" Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra başını önüne eğip keyifle güldü adam. "Hayır, ben kafama vazo fırlatmana... Ne bileyim, arabamı parçalamana falan alışık olduğum için senden her güzel şey duyduğumda şaşırıyorum." "Alışmadık götte don durmuyor işte." Umarsızca söylediğim şeyi anlamlandırmaya çalışan adam şaşkınlıkla güldü. "Bunu hiç anlamadım." "Biliyorum." İçeceklerimizi bitirdikten sonra elinden tutup merdivenlere yöneldim. "Sütümü de içtiğime göreee... Hadi beni yatır artık." İlişkimiz iyice benim uyutulmaya ihtiyacı olan bebekmişim gibi bir düzeye gelmişti ve ben buna itiraz etmiyordum. Onun tarafından bir bebek gibi sevilmek bile inanılmaz güzeldi. Yatağa uzandığımda yanımdaki adam bir dirseğinin üzerinde yükselmiş yüzüme düşen saçlarımı düzeltti. Battaniyenin üzerime iyice örtülmüş olduğundan emin oldu ve beni alnımdan öpüp göğsüne doğru çekti. "Ağrın var mı?" "Bazen karnımda kasırgalar kopuyormuş gibi oluyor ama sonra geçiyor." Kaşları çatılan adam "Bu kadar acı çekmen normal mi?" diye söylendi. "Valla ilk deneyimimden beri böyle, kişiden kişiye değişiyor ama normal merak etme." Sonra çok biliyormuşum gibi başımı salladım. "Ya işte öyle bak, o yüzden cennet anaların ayakları altında. Anneye bir öf bile demeyeceksin. Kadınlar neler çekiyor böyle gördün mü?" Bunları söyleyen de her fırsatta evden kaçıp annesinin kalbine indiren bendim, düşünün. Doğrudan söylemesem de annesiyle görüşmüyor oluşuna atıfta bulundum aslında. Salak değilse anlamıştır bence. Anneyle küs olmak doğru bir şey değil çünkü. Neyse, daha fazla Nihat Hatipoğlu ile Dosta Doğru tadında konuşup adamı kendimden kaçırmadan başımı boyun girintisine sakladım ve onun güvenli kokusuyla uykuya daldım. Sabah karnımın içi parçalanıyormuş gibi bir ağrıyla uyandım ve yaklaşık olarak bir saat felçli Ali Rıza Bey gibi yatakta hareketsiz uzanmak zorunda kaldıktan sonra ağrım geçince yavaşça doğruldum. Valent yoktu. Klasik banyo ziyaretimden sonra duşumu aldım ve siyah eşofmanımın üstüne uzun kollu beyaz bir penye giydim. Valent ayaklarımı çıplak görse çok kızardı, o yüzden avokadolu mor çoraplarımı ayağıma geçirdim. Odamızdan çıkıp koridorda yürürken etrafta ne bir yardımcıya rastladım ne bir şey. Terk edilmiş kasaba gibiydi. Merdivenlerden aşağı inip mutfağı ziyaret ettim. Nina ve Maria yemek hazırlıklarıyla ilgileniyorlardı. Nina beni görünce hemen elindeki işi bıraktı. "Bir şeye mi ihtiyacınız vardı Lâl Hanım? Açsanız hemen bir kahvaltı-" "Yok, hayır aç değilim teşekkürler." Gözlerim Valent'i aramıştı ama görememiştim. "Şey... Valentino nerede? Evde değil mi?" "Çalışma odasındalar efendim, Isabella Hanım'la toplantıdalar." "Ya..." İma barındıran ses tonumu geri itmeye çalıştım. Sakinliğimi korudum. "Bir şey ikram ettiniz mi kendilerine?" "Hayır efendim, bir şey istemediler." Sahte misafirperverliğimle abartılı bir ifade takındım. "Aaa bir şey içmeden olur mu hiç? Sen ikisine de birer kahve yap, yanına da şu Zencefilli kurabiyelerinden koy sen çok güzel yapıyorsun onları. Tepsiyi hazırla ben götürürüm." "Ama rahatsız edilmek istemediler kendileri." İçimden "Ben çok güzel rahatsız edeceğim onları da şimdi neyse." diye mırıldandıktan sonra Nina'ya döndüm. "Merak etme ben rahatsız etmeden bırakır çıkarım, sen hazırla." "Tamam, o zaman siz zahmet etmeyin ben götürürüm efendim." "Aaa yok olmaaaz." Çok ikna olmamış gibi görünen kıza açıklama yaptım. "Ninacığım, biz Türkler çok misafirperver insanlarızdır. Yani bizim evimize gelen insan aç dönmez, dönemez. Bir kahve bile ikram etmedi dedirtmem ben kimseye. Ayrıca biz Türkler misafirlerimize böyle ellerimizle ikramda bulunuruz. Öyle misafir severiz yani." Gerekli kamu spotum bittikten sonra sabrımın son demlerinde arkasındaki tezgâhı işaret ettim kıza. "Hadi hazırla ikramları canım, sağ ol. Teşekkür ederim." Nina'ya hazırlattığım tepsiyle yukarı çıktığımda rahatsız edilmek istemediklerini bildiğim hâlde yüzsüzce kapıyı çaldım. Yaa Valent Efendi, öyle rahatsız edilmek istemiyoruz demekle kurtulmak mümkün mü hiç benden? Mezara girse rahat bırakmam ben adamı. İçeri tepsiyle girdiğimde Valentino masadaki kağıtta bir yerleri gösteriyor, yanı başında ayakta duran Isabella da gösterdiği maddelere bakıyordu. Arada bir de adamı süzüyordu. Bak, ben dedim, ben yanılmam. Kadın hisseder yahu! Bunu Valent'e anlatamıyordum ama Isabella'nın Valent'e platonik de olsa ilgisi olduğuna kalıbımı basardım. Bu salak erkekler anlamıyordu işte. Ya da anlamazdan geliyordu, bilemiyordum. Ay zavallı Pietro'm, ne bitmez çilen varmış. "İyi çalışmalar!" Tepsiyi çalışma masasının önündeki iki koltuğun ortasında duran sehpaya bıraktım. "Rahatsız edilmek istemiyoruz demişsiniz ama benim gönlüm razı gelmedi, öyle aç acına çalışılmaz. Birer kahve içip azıcık kurabiye yersiniz diye düşündüm. Umarım rahatsız etmemişimdir?" Valentino amacımı anladığını gizlemeyen bir bakışla alaycı bir biçimde göz devirirken Isabella geldiğimden pek memnun sayılmazdı. "Ben detokstayım, yine de teşekkür ederim Lâl Hanım." Ay detoksunu yesinler, haspam! O limonlu sularda, maydanozlu smoothielerde boğarım ben adamı, dünyası şaşar da neyse şimdi bir şey yapmıyorum. Sakinim. "Öyle mi canım? Ah, bilseydim şöyle bir detoks kürü hazırlatırdım, tüh bak oldu mu hiç böyle şimdi?" "Önemli değil, düşündüğünüz için teşekkürler." Kocasını iki dakika iş ortamında rahat bırakmayan itici kıskanç kadınlardan olmama ramak kalmıştı ve öyle olmak istemiyordum. O yüzden daha fazla rahatsızlık vermemek adına "Neyse, ben çıkayım o zaman." diye mırıldandım. Valent'in yaptığım bu şey konusunda tepkisini de ölçemediğim için kendimi güvenli bölgede değilmişim gibi hissettim. Tam kapıya yönelip çıkacaktım ki Isabella'nın ciyaklamasıyla duraksadım. "Bu masadaki ucube şey de ne böyle?" Arkama dönüp bahsettiği şeye baktığımda şok oldum. Valent dediğini yapmış, benim kendisini çizdiğim o ucube resmi masasının baş köşesine çerçeveletip koymuştu. Aman ya Rabbi, rezilliğin bini bir para. Gülmemek için kendini zor tuttuğuna emin olduğum adamın yüzünde mimik oynamadı. Gayet ciddi bir biçimde Isabella'ya döndü ve "O resim benim için dünyadaki tüm resimlerden daha değerli." yanıtını verdi ve bunu söylerken ona patronun kim olduğunu hatırlatan bir yanı vardı. Nasıl da yargı dağıtıyor kurban olduğum. Zaten biraz daha o İstanbul beyefendisi tavrından ödün vermeseydi bu kadının patronuyla nasıl bu kadar rahat konuşabildiğini sorgulayacaktım neredeyse. Aldığı cevapla neye uğradığını şaşıran kadın gerçekten mosmor olmuştu. Yani bu kez deyim yerindeyse diye kullanmıyordum bu ifadeyi. Yüzünün gerçek rengi buydu şuan. Hafifçe öksürerek geri adım attı. "Şey, affedersiniz. Öyle demek istememiştim." Elindeki kalemi bırakan Valentino ifadesiz bir biçimde "Sanırım gündemimiz bu kadar." Sakin ve umursamaz yüz ifadesiyle devam ederken Isabella'yla göz kontağı bile kurmadı. "Toplantı bitmiştir, gidebilirsin. Bunların yazılı bir dökümünü de Pietro'nun asistanı mailine gönderir. İyi çalışmalar." diyerek arkasına yaslandı. Ben çıkmak için adım attığımdaysa beni durdurdu ve "Eee kahvelerimizi soğutmadan içelim, bebeğim." diyerek karşısındaki koltuğa buyur etti. Isabella o sırada masadaki dosyalarını toplayıp evrak çantasına doldurmuştu ve yüzü sirke satıyordu. O çıkarken Valentino kulağıma doğru eğilip mırıldandı. "Tabii hazırladığın kahveye fare zehri falan koymadıysan." Kaşlarımı kaldırıp inanmazca ona bakarken Isabella çoktan gitmişti. "Ha ha ha, çok komik." Kısa bir an düşündükten sonra ona doğru eğilip bir itirafta bulundum. "Aslında şöyle bir iki damla pıt pıt arsenik damlatmak geçmedi de değil aklımdan hani." "Ah, Lâl..." Arkasına yaslanan adam sağ işaret parmağını dişlerinin arasına sıkıştırıp gülerken ne kadar karizmatik göründüğünün farkında bile değildi. "Sen insanı gülmekten öldürürsün." Kahkahaları evimizi şenlendiriyordu. Kabul ediyordum, biz bir ekiptik. Hem de çok iyi bir ekiptik. Zaman zaman çeşitli sınavlardan geçsek de birbirimizi diğer insanlara karşı mahcup etmemek için elimizden geleni yapıyorduk. Az önce Valentino'nun iğrenç resmimi savunması basit bir örnekti ama benim için çok anlamlıydı. Onun gülüşüyle ben de güldüm. Valent'in mutluluğu bana yurtta geçirdiğim o son yaz sabahların hatırlatıyordu. Hafif ılık bir esinti eşliğinde hepimizin derdi yalnızca bir aileye sahip olmakken hissettiği o tekinsiz huzur. Ailen olmadığı için tam değilsin ama içinde anlamsız bir güven duygusu var. Başında çatın, önünde iki lokma yemeğin. Güvendesin. Yeni evimdeki kuş sütünün eksik olmadığı sofralardan daha güvenli. Zaman zaman cezalandırılıp aç bırakıldığım o sofralardan daha güvenli. İster istemez Başkan'ın küçükken benim için söylediği o çirkin sözler kulağıma doluyordu. İki gün boyunca yemek vermeyeceksiniz buna! Su bile vermeyeceksiniz! Su bile! Nankör köpek! Bana karşı gelmek, beni insanlara karşı mahcup etmek neymiş görsün! Bir daha doktora ben Azize değilim dersen, odanda açlıktan ölene kadar kalırsın, duydun mu beni? Küçük sürüngen! Her defasında da inadına yapıyordum yapma dediklerini. Ben de öyle değişik bir arsızdım. Kaçma derdi, kaçardım. Yapma derdi, yapardım. Doktora böyle böyle söyle derdi, tam tersini söylerdim. Ne söylese inadına tersini yapardım. Sonunda dayak bile olsa kafamın dikine giderdim. Yurtta kimsesizdik belki ama bence daha mutluyduk. Bazen bir aile sizin şansınız değil kâbusunuz olabiliyordu. Şekil A'da görüldüğü gibi. Benim yine bir yerlere daldığımı anlayan adam merakla yüzüme bakarken adımı zikretti. "Lâl." "Hı?" "Daldın, gittin." "Yok, öylesine." Omuz silktim. Öte yandan hem konuyu değiştirmek için hem de gerçek duygularını açığa çıkarmak için Valent'in önüne bir yem attım. Oturduğum koltuktan kalkıp masasının yanına yürüdüm. "Bu arada Nina'ya rahatsız edilmek istemediğinizi söylemişsiniz ama ben öyle dan diye girdim. Umarım kızmamışsındır." Parmaklarımla oynadım. "Kızdırdıysam özür dilerim." Beni kollarımdan tutup kucağına oturtan adam dudaklarını dudaklarıma değdirip geri çekildi. "Kalbime de böyle izinsiz girmedin mi zaten?" Dudaklarım az önce üzerinde hüküm sürüp geri çekilen dudaklarına yumuşakça karşılık verdi. Burun buruna geldiğimizde iç geçirdi adam. Sitemkâr bir iç çekişti bu. "Sana dokunamamak öyle büyük bir ceza ki benim için." Yüzünü ellerimin arasına alıp yanaklarını okşadım. "İyi tarafından bak, en azından bu geçici bir süreç. Ya ömür boyu birbirimize dokunamasaydık?" "Tanrı şahidim olsun o gün benim ölüm günüm olurdu." Yüzünü göğsüme yasladığımda çenemi başının üstüne koyup sıkılgan bir biçimde iç geçirdim. "Bir an bile senden ayrı kalamıyorum, bana ne yaptın bilmiyorum Valentino. Ve biliyorum, bu çok tehlikeli." "Tehlikeli olan tek bir şey var mia bella, birbirimizden ayrı kalmamız." Sanki düşüncelerimi okuyabiliyormuş gibi yüzüme baktı. "Geçmişteki kötü şeyleri unut. Bizim için çok güzel bir gelecek var artık." Kucağında huzuru bulduğum adama yaslanarak söylediğini yaptım. Geçmişi unutmaya çalıştım. Artık geçmişin peşimden gelen gölgelerinden biri eksilmişti, daha huzurlu olmalıydım. Rahat bir nefes aldım. Birkaç gün sonra döngüm sonlandığı için regl ağrılarımdan eser kalmamıştı. O gün Valent için yoğun bir gün olduğundan dolayı evde sıkılmamak adına neler yapabileceğimi düşündüm. Mevsimin elverişli olmamasından dolayı bahçedeki havuz dolu değildi. Zaten dolu olsa bile kışın ortasında kullanmak akıl kârı değildi. Bense yaz tatillerimizi özlemiştim. Evin altındaki kapalı havuzda biraz vakit geçirebilirim diye düşündüm. En azından Valent'in işleri bitene kadar kendimi oyalayabilirdim. İşte çalışmamak ve evde kalıp sıkılmaktan kastım buydu. Sürekli pencere köşelerinde sıkılarak Valent'i beklemek. Benim acilen çalışmam lazımdı. Hepimizin selameti için. Kırmızı ipli bikinimi giydim, telefonumu ve havlumu alıp kapalı havuza indim. Şezlonga havlumu serip telefonumu koydum ve uzun zamandır hasret kaldığım o yaz tatilini burada yaşamaya çalıştım. Havuza atladığımda suyun bana verdiği huzurla yüzmeye başladım. Her kulaç atışımda dertlerimden biraz daha uzaklaşıyormuş gibiydim. Suyun içindeyken zamanın nasıl akıp geçtiğini anlamıyordum bu yüzden ne kadar süredir havuzdaydım bilmiyordum. Arkamı dönüp bir tur daha yüzecekken karşımdaki şezlongda oturan adamı gördüm. Bacakları rahatlıkla iki yana açılmış, sırtını yaslamış beni seyrediyordu. Sağ işaret parmağı çenesinde gezinirken gözlerindeki tehlikeli parıltıdan benimle ilgili hiç de iyi olmayan planları olduğunu anlamak zor değildi. Yavaşça ona doğru yüzdükten sonra ellerimi arkama attığım saçlarımdan geçirdim. "Sen ne zaman geldin?" "Seni ıslak ve seksi izleyebilecek kadar uzun süre oldu." Sesi sıradan ve umursamaz çıksa da iması ateşliydi. Yutkundum. "Çok önemli toplantıların bitti demek." Ağzından belli belirsiz hı hım gibi bir ses çıkarken başını aşağı yukarı sallıyordu. Bir şeyler bekliyor gibiydi. "Güzel." Kıvrımlı vücudumu gizlemeksizin boy göstererek havuzdan çıkarken bir çift gözün aç bir biçimde beni seyrettiğini hissedebiliyordum. Ona doğru yürüyüp diğer şezlongdaki telefonuma bakmak istedim ancak benden önce davranıp telefonumu aldı. "Arama gelmiş mi ona bakacağım Valentino, verir misin?" "Tam 7 cevapsız çağrı, 2 mesaj. Hepsi benden." O kadar olmuş muydu ya? Şaşırmıştım "Evet, duymadın." Yüzündeki ifadeden ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum ama hem ifadesiz hem de ateşli görünmeyi nasıl başarıyordu merak konusuydu. "Kusura bakma." "Seni merak ettim." "Görebiliyorum." Elim önümde yavaşça ayağa kalkan adamın elindeki telefona uzandığında benim ulaşamayacağım yüksekliğe çıkardı. 1,90 boyundaki adamın tepesine yetişmem için şezlongun üstüne çıkmam bile yeterli gelmezdi. Benimle oyun oynamayı seviyordu. Bıkkınlıkla güldüm. "Valentino, ver şunu." Yerler kaygandı ama bir çılgınlık yapıp zıplamaya çalıştım. Düşmemden korktuğu için tek eliyle belimi kavradı, diğer eli hâlâ havadaydı. Tam uzanıp telefona ulaşacakken elim değdiği için telefon havuza düştü. "Valentino! Yaptığını beğendin mi?" Telefonumun peşinden gidecekken kolumdan tutup beni kendine çekti. "Sana ulaşamıyorsam o telefonun bir anlamı yok." Ses tonu sert değildi ama uyarıcıydı. İç gıcıklayıcı bir biçimde ciddi, ateşli ve karizmatikti. "Bir daha telefonunu sessize alma." "Sayende sessize alınacak bir telefonum kalmadı Valentino, şuan havuzda yüzüyor." Dudakları kıvrılan adam keyifle güldü. "Ne? Çok mu komik?" Diğer kolumu da tutup beni kendine daha da yaklaştırdı. Elleri belimi sardığında küçük bir bez parçasıyla sarılı kalçalarıma uzandı ve onları avuçlayıp kendine bastırdı. "Valentino, ne yapıyorsun?" Aynı sıradan ve keyifli ses tonuyla "Artık kaçacak yerin kalmadı ha?" diye mırıldandı kulağıma. Elleri külodumun iplerinde gezinirken onları hafifçe tutup bıraktı. Lastiğin çıkardığı sesle gözlerimi kapadım. Evet, bu şuan oluyordu ve karşı koyamıyordum. Son bir ümit "Valentino, şuan telefonum havuzda yüzüyor." diyerek durdurmaya çalıştım onu. "Yüzmek onun da hakkı." Anlamazdan gelerek her türlü bahaneyi savuşturmayı iyi beceriyordu. Birileri gelip bizi bu pozisyonda görürse diye düşünüyordum. Sanırım gerginliğim bu yüzdendi. Sağ eli çıplak sırtımın kavislerinde gezinirken "Ne o, istemiyor musun yoksa?" diye sordu. Cevabını bildiği bir soruydu bu. O yüzden rahattı. Ben yanıtlamasam bile bedenimin kolayca yanıtlayabileceği bir soruydu. "Ya birileri gelirse?" "Ben izin vermeden kimse giremez." Geri geri gittiğimde beni durduran arkamdaki duvar oldu. Nefes nefese olan adam ceketini çıkarıp kenara koymuş, bana yapıştığı için ıslanmış gömleğinin düğmelerini çözüyordu. Onun da söylediği gibi daha fazla kaçacak yerim kalmamıştı. Bedenime bastırdığı bedeni ve karnıma baskı yapan sertliği bunu yeterince gözler önüne seriyordu. Dahası, ben de farklı bir durumda değildim. Parmakları yüzümdeki su zerreciklerinin üzerinde gezinirken imalı bir tonda konuştu. "Immm... Yeterince ıslaksın." "Valentino." "Adımı fısıldaman seni bu durumdan kurtarmayacak." Beni duvarla arasında sıkıştırdığında çıplak gövdesi bikinili ıslak vücuduma sürtünüyordu. Elleri sütyenimin kopçasına uzanıp açtıktan sonra iplerini çözdü. Göğüslerim artık çıplak ve özgürdü. Tıpkı onun gövdesi gibi. Vücudu çıplak vücuduma değdiğinde karnımdaki sert baskısı büyüdü. Ellerim uzanıp pantolonunun kemerini çözdüğünde heyecandan nefesimi tutmuştum. Pantolonundan kurtulduğumda siyah boxerının içindeki serbestlik büyümeye devam ediyordu. Sertçe yutkundum ve başımı yana çevirdim. Sağ elinin tersiyle yanağımı okşadı. "Kızarıyorsun." Kaşları havalandı. "Hâlâ." İnanmaz bakışları hâlâ kelimesinin vurgusunda olduğu gibi durumu anlamaya çalışıyordu. "Defalarca sevişmiş olmamıza rağmen hâlâ kızarıyorsun." Dudakları kıvrıldı. Hoşuna gitmişti. "Bu ilginç." Çenemi kavrayıp kaldırdı ve başka yöne bakmamı engelledi. Artık direkt yüzüne bakıyordum. Gözlerine. Sudan yeni çıktığım için alt dudağım hafif titremeye başlamıştı. "Üşüyorsun." Bana daha da yaklaştı. "Sanırım seni ısıtmalıyım." Dudakları alt dudağımı kavrayıp emmeye başladı. Sonra aynı seyleri üst dudağıma yaptı. Dudakları dudaklarımı tamamen esir aldığında kendimi ona bırakmaktan başka çarem kalmamıştı. Elleri kalçamı kavrayıp beni havaya kaldırdı ve kucakladı. Bacaklarım kalçalarına sarılıverdi. Yüzüstü uzanırken beni nazikçe mermerin üzerine yatırdı ve kalçalarındaki bacaklarımı çözdü. Külodumu iplerinden kurtarıp bacaklarımdan aşağı indirdi ve çırılçıplak kalmamı sağladı. Ürpermiştim. "Bacaklarını aç." Emir veren ses tonuna karşılık uslu bir kız gibi söyleneni yaptım. Bacaklarımı araladım. Kendini bana sürtmeye başladığında aklımı kaçıracak gibi oldum. Beni neyin beklediğini gösteriyordu, bunu hissettiriyordu ama asla vermiyordu. Kontrolsüz bir biçimde inlediğimi ancak sonradan fark ettim. "Biraz daha inlemeye devam edersen içine girmeden boşalmama neden olacaksın." Yutkunup nefes almaya çalıştım. Kendimi kontrol altına almaya çalışıyordum ve bu hiç kolay olmuyordu. Hele ki bacaklarımın arasında iç çamaşırına saklanmış hareketli bir canavar varken. Bir nabız gibi atıp tüm dikkatimi dağıtıyordu. Üzerimdeki adamın gözlerine odaklanmaya çalıştım ama gözleri tehlikeli bir siyaha bürünmüştü. Sanki gözleriyle beni soyuyordu. Yeterince çıplak değilmişim gibi. Kendimi toparladığımda bana neden tatlı sert bir hâkimiyetle hükmettiğini sormak istedim. "Bana bunu neden yapıyorsun?" "Hiçbir zaman uslu durmuyorsun ve bir cezayı hak ediyorsun." Sağ elinin iki parmağı ıslak kadınlığımın kıyılarında gezerken ekledi. "Bu yeterli bir cevap mıydı?" Parmaklarının bir kısmı içime girdiğinde inlememek için dudaklarımı ısırdım. Kanatırcasına. Kendimi kontrol altına almaya çalışırken yanıtladım. "Evet, elbette... Bu... Çok yeterli bir cevap." "Bu çok yeterli bir cevap, ne?" Başımı yavaşça salladıktan sonra dağılan aklımı başıma toplamaya çalışıyordum. İtaatkâr bir biçimde ekledim. "Bu çok... Çok yeterli bir cevap, Don Riccardo." "Güzel." Parmaklarının içimdeki hareketleri kalbimi hoplatırken ona değil de gözlerimi tavana dikmeye çalışsam da diğer eliyle çenemi sabit tutup doğrudan yüzüme bakıyordu. Gözlerime. "Kendini benden gizleme. Yaptıklarımın etkisini yüzünde görmek istiyorum." Heyecanla karışık bir korkuyla parmakları içimde hareket eden adamı izliyordum. Onu tanımaya çalışıyordum. Onunla yeniden tanışmaya. Karşımdaki adamın daha önce tanıştığım adamla bir ilgisi yoktu. O yeni, başka biriydi. Bana tatlı sert bir acı çektirmektense zevk alıyordu. O İstanbul beyefendisi şimdi bar köşelerindeki o aykırı ve acımasız serseriye dönüşmüştü. Bu hem korkutucu hem de heyecan vericiydi. Bir kitabın farklı varyasyonundaki sonunu okumak gibiydi. Tanıdık. Ve bir o kadar yabancı. Dudakları serbest kalmış çıplak göğüslerimde gezinirken üzerindeki su damlalarını öpüyordu. Dil darbeleri kendi sıvısıyla su zerreciklerine yeni bir boyut kazandırırken göğüs uçlarıma ulaştı ve dişlerinin arasına aldığı uçlarımı emmeye başladı. Bu öyle nazik ve öyle hoyrattı ki. İkisi aynı anda. Dudaklarını göğüslerimden ayırmadan "Bacaklarını kaldır." diye emir verdi. Kısa bir an duraksasam da kendime geldiğimde dediğini yaptım. Omuzlarına yaslanan bacaklarıma uzandı ve sağ ayak bileğime bir öpücük kondurdu. Gözlerime baktı ve beni ilk kez görüyormuş gibi iç geçirdi. "Olağanüstüsün." Omuzlarındaki bacaklarıma, çıplak bir biçimde altında uzanırken serbest kalan ve öpülüp ısırılmaktan pembeleşmiş göğüslerime ve utançtan kızaran yüzüme baktı. "Bu manzara için her şey feda edilir." Az önce parmaklarıyla süslediği kadınlığımın kıyısına yaklaştı ve bu kez boxerını sıyırarak içinde serbest kalmayı bekleyen canavarla içime girmeye hazırlandı. Bacaklarının arasındaki sertliğin ucu giriş kapımı zorlarken gözlerim beklenmedik bir zevkle kapandı. Sanki ilk kezmiş gibi. "Ah." Elleri göbeğimi iki yanından kavramış kalçalarımı kontrol altında tutarken "Henüz bir şey yapmadım." dedi meydan okurcasına. "Başlamadım bile." Bana işkence etmek hoşuna gidiyordu. Bu konuda hemfikirdik. Tamamı içime girdiğinde onun da gözleri aynı zevkle kapandı ve alt dudağını ısırdı. "Siktir... O kadar ıslaksın ki..." Onun zevkten devamını getiremediği cümleyi içimde tamamladım. O kadar ıslaktım ki zorlanmadan içime kaydı. Tamamını içime aldığımda tatlı acı duygusu yoğunlaşmıştı ve ayak parmaklarımdan tutun da kalçalarıma kadar tüm vücudum kıvrım kıvrım kıvrılmıştı. İçimde yavaş yavaş hareket ederken her hamlesi içime bir parça bırakıyor gibiydi. Uzun bir süredir sevişmediğimizden olsa gerek içimdeki doluluk hissinin tarifi yoktu. Evet, bizim için yeterince uzun bir süreydi. Her gün birbirimize dokunmak istediğimiz düşünülürse. İçimdeki hareketleri hızlandığında tırnaklarımı omuzlarına geçirdim. "Ah! Val-" Bunu yaparken gözlerindeki alevle yüz yüzeydim. Terli alnına dökülen nemli saçları, bana diktiği delici bakışları, üzerimde ileri geri hızlı hareketleri. "Valentino! Ah!" Acımasızca içimde gidip gelirken alnında kabaran damar belirginleşmişti. Yeterince hızlı değilmiş gibi daha da hızlanmaya çalıştı. Sanki bu mümkünmüş gibi. "Bu... Ah!" Daha da zorlayarak hızla gitgellerini arttırdı. "Bu ne, çok darsın." Sanki daha önce bilmediği bir şey gibi hayretle çıkmıştı sesi. İçimdeki hareketleri hızlandıkça dolup taştım ve az sonra infilak edecekmişim gibi hissettim. "Valentino, lütfen!" Artık daha fazla hızlanamaz dediğim her an bir üst seviyeye çıktığı için ona resmen yalvardım. "Lütfen, daha fazlası... Ah!" Tüm vücudum titriyordu. Cümlemin devamını getiremeyecek kadar karışmıştım. Ona müdahale etmeye çalışan ellerimi tek eliyle kavrayıp başımın üstüne koydu. Artık tamamen onun merhametine kalmışken bu çaresizlik hissi zevkimi daha da katlıyordu. "Valentino!" Tıpkı istediğim gibi hızlanırken acıyla karışık zevk içimi parçalıyordu. "İnle mia bella, adımı inle!" Tamamen dağılmıştım ve ne kadar süre adını inlediğimi hatırlamıyordum bile. Bende bir süre sonra film kopmuştu. Son hatırladığım onun adeta içime fışkırırcasına boşaldığı ve benim son zerreme kadar patlayarak parçalarımın etrafa saçılmasıydı. Üzerime yığıldı. Bense aşağı inen bacaklarım hariç tamamen olduğum pozisyonda kalakalmıştım. Vücudum bir jöle kıvamındaydı ve hareket edebilecek durumda değildim. Hayal meyal beni kucaklayıp götürdüğünü hatırlıyordum. Gerisi yoktu. Tamamını hatırlayamadığım, bölük pörçük, karmakarışık rüyalar gördüm. Yataktan doğrulduğumda vücudum dayak yemiş gibiydi ve kasıklarım hâlâ sızlıyordu. Sabah olmuştu. Valent yanımda yoktu. Not da bırakmamıştı. Bütün evi aradım taradım, yoktu. Telefonum da bozulmuştu, arayamıyordum. Aşağı bahçeye indim. Nikolai Valent'in diğer adamlarıyla konuşuyordu. Usulca yanlarına yaklaştım. "Nikolai, merhaba." Ellerini önünde birleştiren adam mesafeli bir duruşla ve baş işaretiyle selam verdi. "Merhaba Lâl Hanım." Bunu Türkçe söylemiştim. Kaşlarımı kaldırdım sevinçle. "Çabuk öğreniyorsun." "Elimden geleni yapıyorum." Merakla yüzüme baktı. "Bir arzunuz mu vardı?" "Şey... Valent'i merak ediyordum da. Telefonum suya düştü, arayamıyorum. Senin telefonundan arasam sorun olur mu?" "Elbette, buyurun." Cebinden çıkardığı telefonu sorgusuz sualsiz bana uzattı. Ben de Valent'in numarasını tuşlayıp açmasını bekledim. Çaldı, çaldı açmadı. Bir daha aradım. Aynı şey. Pekâlâ, artık biraz merak etmeye başlamıştım. Ofladım. "Açmıyor." Telefonunu Nikolai'ye geri verdim. "Ararsa onu merak ettiğimi söyler misin? Mutlaka bana ulaşsın." "Peki, Lâl Hanım." Yeni aklına gelmiş gibi "Bay Pietro'nun söylediğine göre bugün toplantıları vardı, şuan toplantıda olduğu için açamamış olabilir." diye açıkladı. "Endişe etmeyin." Onaylayarak başımı salladım. Bu bilgi beni biraz olsun rahatlatmıştı. Odama geri döndüm. Dergileri karıştırdım. Telefonum olmadığı için ekstra sıkılıyordum. Spor odasına inip biraz egzersiz yaptım. Ne gelen vardı ne giden. Hiçbir haber yoktu. Duşa girip üzerimi değiştirdim. Kahverengi fitil taytımın üzerine sarı kısa bi tişört giydim. Zilin çaldığını duysam da aldırmadım, koşsam da aşağıya mutfaktaki Nina'dan daha çabuk yetişemezdim. Saçlarımı tepeden topladıktan sonra merdivenlerden indiğimde açık kapının önündeki Nina'ya seslendim. "Kim geldi Nina?" Nikolai'nin elinden aldığı çiçekleri gösterdi. "Size çiçek gelmiş, Lâl Hanım." Merakla kaşlarımı çatarak getirdiği çiçeği aldım ve bahçeye çıktım. Nikolai'nin kaçamak bakışları arasında merakla çiçeğin üzerindeki notu okudum. "Burada şımartılmak isteyen küçük bir kız çocuğu olduğunu duydum. Aşktan başımı döndüren o kız çocuğuna... Seni seviyorum.
V."
"Tamam Nikolai, sağ ol." Çiçek buketimi göğsüme bastırarak heyecanla eve girdim ve çılgınlar gibi merdivenlerden yukarı tırmandım. İçimdeki ses bağıra bağıra bim bam bom, çok şükür dostlar diye şarkılar haykırıyordu. Çiçeklerimin yapraklarını severken zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştım. Odamızın kapısı açıldığında ve onu karşımda gördüğümde gülümsedim. Elinde dışı yaldızlı bir hediye kutusu vardı. "Merhaba." Çiçeklerimi komodinin üzerinde hazırladığım su dolu vazoya koyduktan sonra yataktan kalkıp ona doğru adım attım. "Merhaba." Ona yaklaştığımda sarıldık. Ayrıldığımızda elindeki kutuyu bana uzattı. "Bu senin için." Merakla uzattığı kutuyu aldım ve evirip çevirdikten sonra "Bu ne?" diye sordum. "Sormaktan asla vazgeçmeyeceksin değil mi?" Başımı öne eğip güldüm. Paketi usulca açtığımda içindekinin son model bir telefon olduğunu anladım. Kutuyu açıp telefona baktım. "Hiç gerek yoktu, teşekkür ederim." "Gerek vardı. Sana ulaşamazsam çıldırırım." İmalı bakışlarla defalarca aramamı hatırlatır gibi ekledi. "Aynı şekilde sen de öyle." "Doğru." Karşımdaki adam bakışlarını indirip bana baktığında sağ eli çenemi yumuşakça kavrayıp yukarı kaldırdı. "Biraz dalgın ve düşünceli görünüyorsun." Biraz düşünceli olduğum doğruydu. Valent'in yeni kimliğiyle karşılaştığımda kendimi şaşkın ve savunmasız hissediyordum. Neyle karşılaşmak üzere olduğumu anlayamadığım için nasıl davranmam gerektiğini de bilmiyordum. Ama bunu onunla paylaşmak istemedim. Henüz elle tutulur bir şey yokken sorun yaratmanın bir anlamı yoktu. Omuz silktim "Yo, iyiyim." derken. "Dün geceden dolayı biraz yorgunum sadece." Bakışları çapkın ve imalı bir hâl alırken başını aşağı yukarı salladı. "Kabul edilebilir bir sebep." Kısa bir an düşündükten sonra yeni bir gündemle söze girdi. "Lâl, seni sıkıştırmak istemiyorum ama Haldun Bey'in sana sunduğu tekliflerle ilgili ne düşündüğünü merak ediyorum." Beklemediğim bir soruydu bu. Yani er ya da geç bunu konuşacağımızı biliyordum ama şuan değil. Bu yüzden ne söyleyeceğimi bilemeden dudak büktüm. "Bilmiyorum." Biraz onun düşüncelerini öğrenmek istedim. Bakışlarımı hafif indirerek "Kulüp teklifine olumlu baksaydım sen ne düşünürdün?" sorusunu yönelttim. Yüzü düşünceli bir hâl alan adam kısa bir an kaşlarını kaldırıp "Biliyorsun, her zaman sevdiğin işi yapman için seni destekledim. Hâlâ aynı fikirdeyim. Ama..." Merakla onu dinlerken elleri saçlarımı buldu ve okşamaya başladı. "Ama senden uzak kalma fikrine nasıl olumlu bakabilirim ki? Seni görmeden, sana dokunmadan nasıl yaşayabilirim?" Usulca aşağı yukarı başımı sallayarak "Haklısın." diye mırıldandım. Ne diyebilirdim ki? İşimi yapmayı çok istiyordum. Evde öylece dolanırken de çok sıkılıyordum ama tıpkı onun gibi ben de Valent'ten uzak yaşayamazdım. Sanırım en doğrusu bu teklifleri reddetmekti. "Şşşt..." Yüzümü ellerinin arasına alan adam yanaklarımı okşadı. "Ben böyle söyledim diye istediğin bir teklifi geri çevirmeyeceksin değil mi?" "İyi de ne yapacağım o zaman? Ben de senden uzak kalamam ki. Reddetmeyip de ne yapacağım?" "Ama böyle de içinde kalacak bazı şeyler." Omuz silktim boş vermeye çalışarak. "Kalırsa kalsın, ne yapayım." Gövdesini sardım sıkı sıkı. "Senden ayrılmaktansa bazı şeyler içimde kalsın." Onun da kolları beni sardı. Bu hiç bana göre bir davranış değildi. Bir erkek için kariyerimi arka plana atmak. Aşkını ön planda tutup kariyerini unutan kadınlardan olmak. Kendimi tanıyamıyordum. Ona nasıl bu kadar bağlandığımı anlayamıyordum. Bir eli ensemi yumuşakça kavrarken beni dudaklarımdan şefkatle öptü. Diğer eliyle saçlarımı okşadı. "Sen yine de karar vermekte acele etme. Biraz daha düşün." Tamam dercesine başımı sallayıp yeniden göğsüne yaslandım. Şuan tek istediğim onun sıcaklığını hissedip güvende olmaktı. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! ⭐ Yeni bölümümüzle karşınızdayımmm! Bizi özlediniz mii? 💖 Umarım bölümü beğenirsiniz. Arkadaşlar, yeni bölümü geciktirmeden yayınlamayı çok istiyorum ama bunun karşılığında sizden sadece bol yorum bekliyorum, bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. O yüzden lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, ben de siz bol yorum yaptıkça motive olup daha hızlı yeni bölüm yayınlarım. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bu bölümü okurken ne hissettiniz? Burada benimle paylaşırsanız sevinirim. ✨ İş teklifiyle ilgili ve Valent'in gizemli yanıyla ilgili olaylar nasıl çözülecek sizce? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümle ilgili tahminlerinizi ve istek sahnelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Ayrıca hayalinizdeki Lâlentino sahnelerinizi de buraya yazmayı ihmal etmeyin. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |