Yeni Üyelik
54.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 38/1

@buzlarkralicesi

-38/1-

❝Dokuz❞

Ben henüz silik bir karartıyken kararlaştırılmıştı kaderim. Hangi yolda yürüyeceğim, kim olacağım. Hepsi planlanmıştı benim için. Henüz dünyada bile değilken.

Bazen insanların yaşam denen şeyi neden bu kadar abarttıklarını anlamam. Ölmekten neden korktuklarını da. Sanki kaybetmekten korktukları şey onlara aitmiş gibi. Öldüğünüz zaman sadece ölürsünüz işte. Bunda abartılacak, dramatize edilecek bir şey yoktur. Ancak insanlar bunu öyle büyütür ki gözünde, öldükleri zaman bir şeyleri kaybettiklerini düşünürler. Hiç kazanıp kazanmadıklarını düşünmeden.

Sanırım o farklıydı.

Lâl.

Onu ilk gördüğümde bakışlarındaki alevlerin cesur yansıması bir yerlerden tanıdıktı benim için. Daha önce tanıştığım bir ateş gibi yakıyordu.

Onun adını ilk duyduğumda, savunmasız, sıradan ve bir erkeğin boyunduruğu altında olabilecek, yönetilmeye açık bir kadın olduğunu düşünmüştüm. Valentino Riccardo gibi baskın bir erkeğin yönetebileceği türde bir kadın. Önceki kadınları gibi.

Don Valentino Riccardo. Ailenin tek erkek çocuğu. Doğduğu andan beri yönetmek için yetiştirilen adam. O yönetmeyi severdi.

Öyle olmadı. Tahmin ettiğim gibi biri çıkmadı Lâl. Azize onu alt etmeye çalıştığında anlamıştım bunu. Beceremeyecekti bu işi, Lâl'i ayak altından çekemeyecekti çünkü ikimiz de onu hafife almıştık. Karşındaki her kim olursa olsun hafife almamalısın. Lâl bana bu kuralı bir kez daha hatırlatmıştı.

Valentino nasıl yönetmek için programlanmış bir adamsa Lâl de mücadele etmek için dünyaya gelmiş bir kadındı. İlginç bir kombinasyon.

Olacakları izlemeye değer.

❝Lâl❞

Arabayla eve dönerken arka koltukta oturmuş, içinde bulunduğum duruma anlam vermeye çalışıyordum. Aynadan Nikolai ile göz göze geldikten sonra başımı çevirip camdan dışarıya bakmıştım. Sanırım Nikolai benim kadar şaşırmış görünmüyordu. O Valentino'nun yaptığı işin, ne kadar önemli biri olduğunun farkındaydı. Bu hayata alışmıştı. Benim aksime.

Öğrendiğim şeyden sonra aklim allak bullaktı. Normal şartlarda buna kızacak biri değildim. Valentino alıp beni karşısına böyle bir şey yapacağını söyleseydi onu anlayabilirdim. Sorun olmazdı yani. Ama bunu bana söylemeden yapmıştı. Peşimde adamlarından oluşan bir orduyla dolaşmam yetmiyormuş gibi telefonuma takip programı koymuştu ve bunu bana söylememişti. Ne düşünmeliydim? Bu yeterince saplantılı görünmüyor muydu?

İçimde ona âşık olan ses seni güvende tutmak için yapmıştır diyordu. Öyle olduğunu da düşünüyordum zaten ama peşimdeki adamları yetmiyor muydu? Onu da geçtim, madem böyle bir şey yapma niyetindeydi ve telefonuma takip programı koyuyordu da bu durumda bana neden söylemiyordu? Bana mı güvenmiyordu? Gün içinde gittiğim her yerden, yaptığım her şeyden haberi oluyordu. Kendi nefesimden daha yakındı bana. Ne bulmayı umuyordu ki? Başka biriyle görüştüğümü falan mı görmeyi bekliyordu? Beni mi kontrol etmeye çalışıyordu? Kontrol altına alınması gereken biri miydim ben onun için? Delirmemek elde değil.

Birini ne kadar severseniz sevin, ne kadar yakın olduğunuz önemli değil, herkesin özel bir alanı olmalıdır. Ben buna inanırım her zaman. Sonuçta ben de gün içinde Valent'in nerelere gittiğini, neler yaptığını detaylı bilmiyordum. Mesela beni aldatmak istese ve aldatsa bunu ruhum bile duymadan yapabilirdi. O kadar güçlüydü. İstediği yere gider, istediğini yapardı ve kimse de bunun hakkında konuşamazdı. Ama ben bunu bile bile kendisine güveniyordum, söylediği her şeye inanıyordum. Çünkü onu seviyordum. O ise benim özel alanıma zart diye teklifsizce giriyor ve bundan rahatsızlık bile duymuyordu. Sürekli işlerime karışma diyen adam, bana çizgi çeken adam beni yönetmeye çalışıyordu. Tamam, sakin olmalıydım. Biraz sinirlenmiştim ve bu mantıklı düşünmeme engel oluyor olabilirdi. Öfkeme hâkim olmalı ve eve gittiğimde onunla sakin bir biçimde konuşmalıydım. Önce onun yapıp yapmadığına emin olmalıydım. Onun yaptığına emin olduğumda ise sakinlikle rahatsızlığımı dile getirmeliydim.

Yol boyunca hiç konuşmadık. Ama Nikolai'nin gözünde durumun nasıl göründüğünün farkındaydım. Patronu sevgilisinin telefonuna ondan habersiz takip programı yükleyip onu yönetiyordu. Belki de sadakatinden şüphe ediyordu, kim bilir. Bu çok onur kırıcı bir durumdu. Benim tanıdığım adam bu kadar kontrolcü davranıp onurumu ve gururumu ezip geçerek yapmazdı böyle bir şeyi.

Belki de tehlike vardı. Yani sonuçta daha önce adamları arasında sadakatsizlik yapan birileri çıkmıştı ve canıyla cezalandırılmıştı. Başta Başkan ve Vural'ın beni otelde kaçırmasına yardımcı olanlar olmak üzere bunu yapanlar olmuştu. Belki bu takip programını Valent koymamıştı telefonuma. Bir ajan vardı aramızda ve o koymuştu telefonuma. Olamaz mıydı yani?

Tüm bu karmaşık düşüncelerin arasında eve gelmiştik. Dalgınlıkla arabadan indim. Valent'in arabası park hâlindeydi. Adamı Montrel de kapıda nöbetteydi. Evdeydi. Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım.

Montrel kulaklığından bir şey söyledikten sonra bana dönüp "Hoş geldiniz, Lâl Hanım." dedikten kısa bir süre sonra kapıyı Nina açtı.

Bir rüzgâr gibi girdim evden içeri. "Valentino nerede?" diye sordum Nina'ya.

"Aşağıda, toplantı odasında." Hızlı adımlarla holde yürürken endişeyle ve aceleyle peşimden koşturan kadın. "Çok önemli bir toplantıdalar, rahatsız edilmek istemiyorlar-" Ben merdivenleri inerken "Lâl Hanım!" diyerek beni durdurmaya çalışsa da umursamadım. Gerçekten öfkeliydim. Biraz da panik hâlindeydim tabii. Bu iki duygudan hangisinin galip geleceğini Valent'in yanıtı belirleyecekti. Eğer programı ben koydum derse öfkem, benim haberim yok derse -ki bu çok absürt olurdu- panik duygum devreye girecekti.

Selamsız sabahsız toplantı odasına daldığımda etrafında bir sürü adam koltukta otururken Valent adamlardan birini dinliyordu. Benim aniden odaya girmemle herkesin bakışları bana dönmüştü. Pietro ve Luigi hariç hiçbirini tanımadığım yabancı adamlar uzaylı görmüş gibi bana bakarken bu umursamadığım son şey bile değildi. Şaşkın bakışları beni bulan adama baktım. "Valentino, biraz konuşabilir miyiz?"

Etrafındaki adamları işaret ettikten sonra bana döndü. "Şuan önemli bir toplantıdayım, Lâl. Daha sonra."

"Benim konuşacağım konu da önemli."

Geri adım atmadığımı gören adam burnundan soluyarak elindeki dosyayı ve tükenmez kalemi Pietro'nun kucağına bırakıp ayağa kalktı. Öfkesi yüzünden okunuyordu. Kapının dışına çıktığımızda gergin bakışları bana dikilmişti. "Ne oluyor Lâl? Nedir bu yaptığın?"

Açıklama girişiminde dahi bulunmadan "Telefonuma takip programını sen mi yükledin?" diye sordum.

"Ne?" Öfkesi yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Bunu beklemiyordu anlaşılan. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor gibiydi. Aramızdaki kısa sessizliğin ardından sorduğu tek şey "Sen bunu nereden öğrendin?" olmuştu. Neredeyse onun yapmadığını düşünecektim. Neredeyse.

"Sen yaptın yani." O yapmıştı. "Gerçekten söyleyeceğin tek şey bu mu?" Ben ondan daha şaşkındım. Böyle bir şey yapmasını geçtim, bana neden söylememişti hâlâ bunu sorguluyordum. O kadar söyleme fırsatı varken hem de. Söylememiş olmasıyla ilgili bir mahcubiyet de göremiyordum yüzünde. Gözlerimi sabırla kapattıktan sonra yanıtladım. "Telefonumu teknik servise götürdüm ve tesadüfen orada öğrendim." Çenesini kaşıyan adam bir şey söylemek üzereyken ekledim. "Senin derdin ne Valentino? Neden yaptın bunu?"

"Sence böyle bir şeyi neden yapmış olabilirim, Lâl?" Bir de üste çıkıyordu. Bana bir açıklama borçluydu. Mahremiyetime zart diye giriyordu. Kişilik haklarıma saldırıda bulunuyordu ve böyle bir şeyi yaparken bana haber bile vermiyordu. Ruhum bile duymamıştı. Kusura bakma, sana söylemem gerekirdi falan demesi gerekirken zeytinyağı gibi üste çıkıyordu. Bu normal miydi gerçekten?

"Valentino, telefonuma takip programı yüklüyorsun ve bana söylemiyorsun! Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Biraz sakinleşmeye çalışarak nefes verdim. Onu anlamaya çalıştım. "Neden yaptın?"

"Sebebi çok açık." Gayet sakin bir biçimde "Seni korumak için tabii ki." diye cevapladı.

"Valentino, adamlarından oluşan bir orduyla dolaşıyorum, bu sana yetmiyor mu?"

"Yetmiyor!" Sesi ilk defa yükselmişti. İrkildim ve bir adım geri çekildim. Gergin ve öfkeli görünüyordu. Yutkundu. "Bak Lâl, yeterince sorunla uğraşıyorum. Bir de bu-"

Aynı öfkeyle karşılık verdim. "Bir de bu ne?" Böyle bir durumda bana bir açıklama yapması gerekirken sanki beni ilgilendirmeyen konularla onu meşgul ediyormuşum gibi davranması beni daha da çileden çıkarmıştı. "Bir ordu adamla dolaşmak zorunda olduğum yetmiyormuş gibi telefonuma takip programı yüklüyorsun. Ve bunu bana söylemiyorsun! Sence de bunda bir sorun yok mu?"

"Lâl, büyütüyorsun."

"Arkamdan iş çeviriyorsun ve olayı büyüten ben mi oluyorum?" Hayretle ona baktıktan sonra alayla ekledim. "Valentino bence sen ne yap biliyor musun? Kıçıma çip taktır, böylece hangi lânet yere gidersem haberin olur." Sonradan fark etmiş gibi daha abartı bir alayla ekledim. "Ya da dur boş ver, onu zaten yapmışsın değil mi? Sen en iyisi boynuma bir tasma tak, nereye gitmemi istiyorsan oraya çekiştirirsin beni."

"Lâl, saçmalayıp beni daha da kızdırma."

"Valentino burada kızması gereken benim! Senin şuan bana bir hesap vermen gerekiyor. Mahremiyetime giriyorsun. Benim bundan haberim bile yok!" Gözlerimi kısarak "Neden bana söylemedin?" diye sordum. "Benim bunu bilmem gerekirdi." Geri adım atmadan ekledim. "En çok benim bilmem gerekirdi."

"Seni endişelendirmek istemedim, hepsi bu."

"Valentino bu yeterli bir cevap değil. Kendimle ilgili endişelenmem gereken bir durum varsa elbette endişelenmeliyim. Sonsuza dek beni benim hayatımdan da kendi hayatından da koruyamazsın!" Duraksadım ve başımı aşağı yukarı salladım. Bilinmeyen bir sırrı öğrenmiş gibiydim. "Ama sen bunu unuttuğun ya da endişelenmemem için benden saklamadın. Tabii ya. Bu biraz da işine geldi çünkü nereye kiminle gidiyorum biliyordun ve kafan rahattı." Gözlerimi kısarak sordum. "Söylesene, seni aldattığımı falan mı düşünüyordun? Bundan mı şüphe ettin? Asıl sebep bu mu?"

"Lâl, saçmalayıp durmayı kes!" Gürültüyle kükreyen adam arka kapıdaki adamların bizi duymuş olabileceğini düşünerek kapalı kapıya baktı ve yutkundu. Duyduklarına emindim ama zerre umurumda değildi. Sakinlikle gözlerini kapatıp bana döndü. "Bu söylediğin şey çok aptalca. Zaten sürekli nerede olduğunu adamlarım sayesinde biliyorum."

"O zaman neden yaptın bunu? Neden takip programına gerek duydun?"

"Ek güvenlik! Hepsi bu!" Nefes aldıktan sonra sakinleşmeye çalıştı. "Söylediklerinin takip programı koymamın sebebiyle uzaktan yakından alakası yok. Sana söyledim, tehlikelerden korunman için ekstra bir güvenlik bu. Sana söylemedim, çünkü hemen her şeyi panik hâline getiriyorsun." Beni yargılayıcı bakışlarla süzdü. "Şuan olduğu gibi."

Bana paranoyak bir manyak gibi bakması canımı iyiden iyiye sıkmıştı. Tamam, belki biraz paranoyaktım ama o kadar da değil. En azından bu konuda aşırı tepki vermiyordum. Ayrıca öyle biri olsam dahi hayatımla ilgili bilgi ve karar sahibi olması gereken kişi bendim. Sanki şu anki psikolojik durumumu bahane ediyormuş gibi hissediyordum. Bebeğimi kaybetmiştim, travmatik şeyler yaşamıştım. Bunu aramızda konuşup dillendirmiyorduk ama bu beni etkilemediği anlamına gelmiyordu. Hepsini kabul ediyordum ama onun kast ettiği gibi klinik bir vaka değildim ve hayatımla ilgili her şeyi bilmeye hakkım vardı. Kafamda bir ampul yandı ve duruma henüz aymış gibi kendime geldim. "Telefonumu bu yüzden havuza attın, değil mi?" Bu şu ana kadar hiç aklıma gelmemişti. Eğer olaya farklı bir açıdan bakarsak Valentino bunu uzun zamandır düşünüyor olabilirdi. Fırsatını bulamamıştı ve yeni bir telefon bahanesiyle bunu daha kolay yapabilecekti. Takip programını koyduğunda ruhum bile duymayacaktı. Öyle de olmuştu. Sessizliğini koruyan adam yüzüme öylece bakmaya devam ediyordu. "Bu işi yapmak için bir bahanen olsun diye, telefonumu bilerek suya attın."

Diliyle dudaklarını ıslatırken sağ elini saçlarından geçiren adam fazlasıyla gergindi. Normalde oturup sakince konuşabileceğimiz bir konu tam anlamıyla kavgaya dönüşmüştü. Dişlerini sıkarak yanıtladı Valentino. "Bak Lâl, şuan toplantıya dönmek zorundayım. Bunu daha sonra konuşalım olur mu?" Kapıya doğru adım atmadan önce tekrar bana döndü. "Bilmen gereken tek şey, yaptıklarımın hepsi seni korumak için. Bu kadar."

"Nedense ben tek sebebin bu olduğunu düşünmüyorum, Valentino."

Kolundaki saate baktı. "Bugün bir yere davetliyiz." Benimle göz kontağı kurarken sakin davranmaya çalışmasına rağmen içindeki gerginliği hissedebiliyordum. "Ismarlanmış kıyafetlerin hazır, yatağın üzerinde. Şimdi lütfen gidip balo için hazırlanır mısın? Sonrasında eve döndüğümüzde sakin kafayla tüm bunları konuşuruz, olur mu?"

"Ben senin yanında gezdireceğin süs köpeğin değilim, Valentino. Kıyafetinden gittiği yere kadar her şeyine karışabileceğin, boynundaki zincirli tasmayla oraya buraya çekiştirebileceğin kölen de değilim. Bana karşı yaptığın bu saygısızlığı açıklayana kadar da seninle hiçbir yere gelmiyorum."

"Sana gerekli açıklamayı yaptım, Lâl. Şimdi lütfen beni daha da kızdırmadan odana çık ve üzerini değiştir." Bakışları öfkeli ve otoriterdi. Bu hâlinden nefret ediyordum. Ama şuan karşı gelirsem daha büyük bir kavga çıkacağını da biliyordum. Bu yüzden üstelemedim ve sinirle merdivenlere yöneldim. Ayaklarımı vura vura iki kat yukarı çıktım. Neler oluyordu böyle? Her zaman bana nazik davranan o adama ne olmuştu? Düşünmemek elde değildi. Her şey iyice tuhaflaşmaya başlamıştı ancak benim yeni bir kavgaya gücüm olmadığı için yatak odasına çıkıp o lânet olası baloya hazırlanmaya karar verdim.

Yatağın üstünde sipariş edilen kıyafetler ve ayakkabı kutuları duruyordu. Öfkeyle kutuları dağıttım. "Lanet olsun!"

Sinir krizim geçtikten sonra toparlandım ve kısa bir duşun ardından hazırlanmaya başladım. Nina makyöz ve kuaförün beklediğini söyleyince ona en büyük düşmanımmış gibi bir bakış atmış olacağım ki kız ilk defa benden kaçacak delik aradı.


Hazırlıklarım bittiğinde aynada son kez kendime baktım. Tek askılı, uzun saten bir balo elbisesi. Parlak ince şeritli ve ince topuklu bir ayakkabı. Kutu şeklinde küçük, parlak gri bir çanta. Böyle bir davet için sade ama şık bir makyaj. Güzel görünüyordum. Ama yüzümdeki o öfkeli ve endişeli ifade bir türlü silinmiyordu. Sipariş edilenler arasında duran, yalnızca gözleri kapatan parlak tüylü maskeyi de taktım. Maskeli bir baloydu anlaşılan. Açık gri mini samur kürke sarındığımda artık hazırdım.

Bir süre sonra kapı çaldı ve gergin bir "Gir!" yanıtı verdim. Kapıyı çaldığına göre Valentino olmadığı açıktı.

İçeri çekingen adımlarla Nikolai girdiğinde elinde benim çantam vardı. Önce başını usulca kapıdan içeri soktu, bana kısa bir an gözüne far tutulmuş tavşan gibi bakıp baştan aşağı süzdükten sonra bir şey söylememem üzerine cesaret aldı ve gözlerini kaçırarak yavaşça içeri girdi. "Şey, çantanızı arabada unutmuşsunuz."

"Ah, ben de akıl mı kaldı?" Elindeki çantamı alıp "Teşekkür ederim Nikolai." dedim. Soru dolu bakışları bir yanıt bekliyor gibiydi. Bir şey söylemek istemesem de daha fazla dayanamadım. Çantamı kenara koyarken söylenmeye başladım. "Bu saçmalıklara anlam veremiyorum."

"Don Riccardo eğer bir şey yaptıysa, mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır Lâl Hanım."

Kısa bir an ona baktıktan sonra boş vermiş bir ifadeyle aynadaki yansımama döndüm. Herhâlde patronunu korumak yerine kalkıp da ay vallahi siz haklısınız Lâl Hanım, bu ne böyle diyecek hâli yoktu. "Artık Valent'in bile kendi yaptıklarında bir mantık bulabildiğini sanmıyorum, Nikolai."

Başını öne eğerek ellerini birleştirdi. "İzninizle." diyerek dışarı çıktı adam. Bir şey söyleyemedi. Çünkü söylenecek bir şey yoktu, kalmamıştı yani. İçinde bulunduğum bu durumun manasızlığı beni çileden çıkarıyordu. Bir mantık arıyordum ama bulamıyordum. Hele bir açıklama yapması gerekirken üste çıkması yok muydu? Tam delirmelik.

Ben bunları düşünürken yarım saatten fazla zaman geçmişti. Aralanan kapıdan içeri beyaz gömlekli ve papyonlu takım elbisesiyle giren adam son konuşmamıza göre biraz daha sakin görünüyordu. Onun yüzünde de kafa karışıklığı ve dalgınlık emareleri görüyordum ama analiz modumu kapatıp artık onun ne hissettiğini tahmin etmeye çalışmadım. Şuan konuşmak istemiyordum çünkü ben de sinirliydim. Sakin bir sesle "Hazır mısın?" diye soran adam kolunu bana uzattı. Maskeli balo olmasına rağmen maske takmamıştı. Sorgulamadım.

Gözlerine tanıdığım adamı arayan bir umutla baktıktan sonra uzattığı koluna girdim. O adam yoktu. Daha farklı biri vardı gözlerinde ve bu beni korkutuyordu.

Arabada hiç konuşmadık. Maskeli insanların dolaşıp sohbet ettiği balo mekânına geldiğimizde içeri onun kolunda girsem de sanki bir yabancıyla yan yana yürüyor gibiydim. Onunla yeni tanışıyordum sanki ve bu dehşet vericiydi. Bu gece tüm bu saçmalıklarla ilgilenmemeye karar verdim ve balonun tadını çıkarmaya çalıştım. Evet, tüm bu saçma durumun içinde bir şeylerin tadını çıkarma mücadelem gerçekten beni bile şaşırtıyordu. Hani köy yanar deli taranır derler ya, o misal.

Luigi ve Pietro'yu görünce selamlaştık. Luigi maske takmamıştı, Pietro'nun ise yalnızca gözleri kapatan sade siyah bir maskesi vardı. Toplantı sırasında kavga etmekten fark etme gibi bir fırsatım olmasa da Luigi'nin sol eli sargılıydı. Neler olduğuyla ilgili beni yeni bir endişeye sürüklese de sakin kalmaya çalıştım. Valent'in bugünkü gerginliğiyle alakalı olabilir miydi? Belki de alakası yoktu, hemen en kötüye yormamalıydım.

Bakışlarım adamın elindeki sargıya indiğinde "Geçmiş olsun, Luigi. Önemli bir şey değildir umarım?" diye sordum. O son soruyu sormadan dayanamamıştım işte. Ne olduğunu merak ediyordum. Benim gibi birinin merakını dizginlemesi çok zordu.

"Teşekkürler. Önemli değil." Luigi gibi bir kalastan da ancak böyle kısa ve hiç bilgi vermeyen bir yanıt beklenirdi. Şaşırmadım. Wendy bunun nesine âşık olduysa artık. Suratsız, meymenetsiz İtalyan odunu. "Ben içki almaya gidiyorum, isteyen?"

Pietro da ben de istemeyince yanımızdan ayrıldı. Ben de fırsat bu fırsat Pietro'ya yanaştım. Adamın neredeyse üzerine saldıracak bir heyecanla "Neler oluyor Pietro?" diye sordum nefes bile almadan.

"Ne konuda?"

"Pietro, bir şeyler oluyor ve benim hiçbirinden haberim yok." Etrafa bakındım, Luigi ya da Valentino görünmüyordu ama Luigi her an dönebilirdi. Bu yüzden aceleyle konuşmaya devam ettim. "Valentino çok tuhaf davranıyor, her şey arapsaçına döndü. Hiçbir şey anlamıyorum."

"Ne öğrenmek istiyorsun Lâl, anlamıyorum. Önce bir sakinleş, nefes al."

"Önce ortada hiçbir şey yokken bir vasiyet hazırladı, bana miras falan bıraktı. Şimdi de hiç olmadığı biri gibi davranıyor. Bugün çok gergindi, neler oluyor?"

Bakışlarından anladığım kadarıyla Valent'in bu tavırları Pietro'yu pek şaşırtmıyordu. Acaba Valentino bipolar falandı da benim dışımda herkes bunu bildiği için duygu geçişlerini normal mi karşılıyorlardı? Saçmalama, Lâl. Senin davranışların bile daha bipolar. Hemen en kötüsünü düşünmek zorunda mısın? Bir sakin ol önce. Durumu anlamaya çalış. Omzuma dokunan adam beni sakinleştirmek ister gibiydi. "Lâl, bir şey olduğu yok. Sadece bugün zor ve yorucu bir gündü. Gerginliği bu yüzdendir." Sıradan bir konudan bahseder gibi ekledi. "Valent'in yapısı bu."

"Vasiyet neyin nesi o zaman Pietro?" Aniden aklıma doluşan tüm kötü ihtimaller silsilesiyle panik hâlinde bir nefes aldım. "Valentino'nun sağlığıyla ilgili bir sorun mu var, ha? Bak, bana söyleyebilirsin söz veriyorum belli etmem. Onun bir şeyi yok değil mi?"

"Lâl, bu saçma fikirler nasıl aklına geliyor anlamıyorum. Elbette Valent'in sağlığıyla ilgili hiçbir sorun yok, seni temin ederim. Sadece..." Etrafına bakındıktan sonra bana yaklaşıp kısık bir sesle konuşmaya başladı. "Bizim dünyamızı biliyorsun, değil mi? Yaptığımız iş senin için bir sır değil. Bunun her türlü tehlikeye açık bir iş olduğunu görüyorsun. Valentino seni koruma altına almak istiyor, hepsi bu." Rahatlatıcı bir gülümsemeyle "Bir hastalığı falan yok, merak etme." diye yineledi.

İkna olmuştum. Ama diğer konuda kafam hâlâ karışıktı. Bugünkü gerginliği, Luigi'nin elindeki sargı. Tüm bunların arasında bir bağlantı olabilir miydi? Hadi Sherlock Lâl Holmes, biraz daha zorlasan Valentino'nun ölümcül hastalığından sonra bunu da çözersin sanki ha? Sabırsızca soru bombardımanına sokmaya devam ettim adamı. "Peki, bugünkü gerginliğinin sebebi ne? Luigi'nin eli niye sargılı? Çatışma falan mı oldu? Luigi orada mı yaralandı? Valentino bu yüzden mi gergin? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?" Son soru mantık süzgecimden geçmediği için tıpkı Pietro gibi ben de anlamamıştım.

"Ne pastası?"

"Boş ver pastayı, sen diğer sorularıma cevap ver."

"Lâl, çatışma falan olmadı." Keyifle güldü Pietro. "Luigi'ye gelince, onunki sadece basit bir kıskançlık delirmesi hepsi bu. Valent'in gerginliğiyle bir alakası yok." Bu durumla eğlendiği çok açıktı. "Wendy'ye gelen tekliften beri saatli bomba gibi dolaşıyor. Wendy aramalarına cevap vermediği için de öfkelendi. Üstüne bir de senin söylediklerin... Hani şu mankenli, futbolculu olan." Bakışları imalıydı. Ne yaptığımın farkındaydı ve bence gizlice destekliyordu bile bu yaptıklarımı. Sanırım abisini böyle görmek en az benim kadar ona da zevk veriyordu. "Wendy hakkında söylediğin kışkırtıcı sözler üzerine kıskançlık krizine girdi ve olanı görüyorsun işte."

Rahat bir nefes almıştım. Tehlike yoktu. Yani vardı ama her zamankinden daha fazla değildi. Sakinleşebilirdim. En azından endişe etmeyi bırakabilirdim. Yoksa Valentino'ya sinirlenmeye tam gaz devam. "Bir sorun yok yani. Valent'in hastalığı yok. Çatışma da yok."

Rahatlatıcı bir yüz ifadesiyle onayladı Pietro. "Yok."

"Güzel."

Luigi aramıza döndüğünde ben bir süre kendi sessizliğimde boğuldum. Onlar iş adamlarıyla sıkıcı iş konuşmalarına dalınca adına balo denilen boktan etkinlikte bunaldım ve bahçeye çıktım.

Bahçede bir labirenti andıran şeritli küçük ağaçlardan oluşan karmaşık yollar vardı. Küçük ağaçların kenarında içkisini yudumlayarak sohbet eden davetlilere baktım. Sıkıldığım için yeşil labirentlerin arasında usulca gezindim. Bir sağ, bir sol yaptım. Rastgele bir yol seçip ileriye doğru yürüyordum. Birkaç kere döndükten sonra etrafıma bakındım ve kaybolduğumu fark ettim.

Nasıl girdiğimi hatırlamadığım bu boktan yerden nasıl çıkacağımı düşündüm. İlerledim ve çıkışa benzer bir yol buldum. Gerçekten de labirentin alternatif çıkışlarından biriydi bu. Taş kaldırımların üzerinde dolanmaya başlayınca güvenli bölgede olduğumu hissettim ama bu çok sürmedi. Ortalığa bir göz attığımda ne Valent'i ne de tanıdık herhangi birini göremedim. Boydan boya camlardan balo mekânında insanların şampanyalarını yudumlayarak sohbet ettiklerini, güzel vakit geçirdiklerini görüyordum ama aralarında Valent ya da tanıdık biri yoktu. Tam biraz daha yaklaşıp tanıdığım birilerini bulmaya çalışırken önümü yüzü tamamen maskeli bir adam kesti. Abartısız bir biçimde gözleri hariç yüzünün tamamı siyah bir maskeyle kaplıydı. Gizemli ve korkutucu görünüyordu.

Hafif irkilip iki adım geri çekildiğimi gören adam hiçbir şey söylemeden elime bir zarf tutuşturdu ve gözden kayboldu. Bense şok olduğum için adamın kim olduğunu soramadan uzaklaşıp gittiğini seyredebilmiştim sadece. Elimdeki zarfla öylece kalakalmıştım. Neydi bu şimdi? Korku filminde miydik? Oldu olacak çığlık maskesi takıp saklandığı yerden ce eee diye korkutsaydı bari.

Etrafa bakındım ama adam yok olmuştu. Buharlaşmıştı sanki. Hâlâ tanıdık birilerini göremiyordum. Elimdeki siyah zarfı açtım. İçinden zarf gibi siyah bir kâğıt çıktı. Üzerinde parlak beyaz bir mürekkeple kısa ve öz bir yazı vardı. Bir pusula.

"Club Hydra: Oda numarası 79.
Beyaz bölgeden oda kartını al.

 

Tabii hayatındaki gerçek sandığın yalanları öğrenmek istiyorsan..."


Ne demekti tüm bunlar? Bunun anlamı neydi? Hayatımda gerçek sandığım yalanlar da ne demek oluyordu? Ne düşünmeliydim? Valent'in benden sakladığı bir şeyler olduğunun farkındaydım. Tıpkı bir zamanlar benim de ondan sakladığım gibi. Ama bu pusula hangi yalanlardan, hangi sırdan bahsediyor olabilirdi? Elimde çok kısıtlı bir bilgi vardı. Anna ismi ve Valent'in ailesiyle ilgili sakladığı bir şeyler olduğu. Hepsi buydu. Bu iki konu birbiriyle bağlantılı mıydı yoksa tamamen ayrı konular mıydı onu bile bilmiyordum. Deli gibi merak etsem de Valent'ten korkuyordum. Vereceği yanıttan. Hiçbir şey söylememesinden. Öğreneceğim korkunç gerçeklerden. Hepsinden korkuyordum ama bir o kadar da öğrenmek istiyordum. Öğrenmek için yanıp tutuşuyordum ancak Valent'in bana istediğim soruların cevaplarını vermeyeceğini de çok iyi biliyordum. Sürekli geçiştirip yok sayacağını da. Valentino'nun adımı seslendiğini duyunca düşüncelerimden sıyrılıp paniğe kapıldım. Pusulayı zarfa koyup çantama attım. Arkama döndüğümde Valent çok yaklaşmıştı. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak için çok kısıtlı bir vaktim vardı.

Yanıma gelen adam tuhaf bir şey olduğunu sezmiş gibi merakla bana baktı. "Nereye kayboldun?"

"Hiç. Bahçede hava alıyordum sadece." Kaşlarımı kaldırdım meydan okurcasına. "O da mı yasak?"

Kısa bir an burnundan soluyan adam gözlerini devirip bana bakmadan kolumdan yumuşakça tuttu. "Üstüne bir şey almamışsın, üşüyeceksin."

"Çok naziksin, teşekkürler." Buz gibi soğuk sesime karşılık bir tepki vermedi. O gece ona nottan bahsetmedim. Çünkü bu aptalca bir oyun olsa da, biri beni kandırıyor olsa bile onun benden sakladıklarını merak ediyordum. Belki yanlıştı, biliyordum. Ama doğru yolu takip edip Valent'in söylemesini beklesem de söylemeyecekti.

Eve döndüğümüzde hâlâ sessizdik. Gerekmedikçe pek konuşmuyorduk. Baloda da beni arkadaşlarıyla tanıştırması dışında diyaloğumuz olmamıştı. Aramızda soğuk rüzgârlar esmeye devam etmesine rağmen tartışmayı yeniden açmadım, bu konuda tek kelime etmedim. Odamıza girer girmez banyoya girip bir duş aldım. Bornozuma sarınıp odaya döndüğümde adam soyunup dökünmüş, siyah tişörtü ve gri eşofmanını üzerine geçirmişti. Ellerini başının altında birleştirmiş, yatakta öyle boş boş uzanıyordu.

Herhangi bir şey söylemeden kıyafet dolabına yönelip turkuaz mavisi bir tişört, bir de lacivert eşofman giydim. Aynanın önünde oturup yüzüme nemlendiricimi sürerken Valent'in gözü bendeydi. Kısa bir an ona baksam da bir şey söylemeden işime devam ettim.

Sessizliğime karşılık "Böyle mi olacak yani?" diye sordu yalnızca. Artık daha sakin ve ılımlı görünüyordu ama ne belli, konuşursak sönmüş bir yanardağ gibi yeniden harekete geçebilirdi.

"Nasıl olmasını istersin?" Yüz kremini yedirdikten sonra yatağa geçmemek için işimi uzatabildiğim kadar uzattım. El kremimi sürdüm. "Nasıl olmamı istiyorsan söyle, öyle davranayım. Yoksa mazallah aniden sinirlenir bağırırsın falan."

"Lâl, yapma böyle."

"Ben bir şey yapmıyorum, Valentino." İç geçirdim oturduğum yerden kalkarken. "Neyse, konuşmayalım."

"Bak, bugün gerçekten zor bir gündü. Biraz gergindim. Konuştuğumuz konuya tepki vermekte haksız sayılmazsın ama..."

"Yok canım, ben kimim ki haklı olacağım? Sen dururken..." Onunla göz teması kurmaktan kaçınıyordum. "Don Riccardo bir şey yapıyorsa kesin haklıdır, mantıklı bir sebebi vardır, sorgulamamak lazım. Yoksa neme lazım, dayak bile yiyebiliriz." Sesimde sakin ve yorgun bir ton vardı. Gerçekten tartışacak kadar bile hâlim yoktu. Zaten tartıştığımız zaman da bir yere varamıyorduk.

"Lâl, ne saçmalıyorsun? Ne dayağı? Ben her şeyi senin kılına dahi zarar gelmemesi için yapıyorum." Yatakta yanındaki boş yere dokundu. "Gel, otur şöyle lütfen."

Yatağa oturdum ama ona dönmüyordum. "Yorgunum Valentino, tartışmak istemiyorum." Yorganıma sarındım, arkama dönüp yatmaya hazırlanırken onun sesiyle duraksadım.

"Korktum, Lâl." Olduğum yere çivilenmiş gibi duraksadım. Böyle bir itirafı beklemiyordum. "Seni kaybetmekten korktum." Yutkundu. "Seni yanımdan kaçırıp götürmeye kalktılar ve ben hiçbir şey yapamadım. Bu benim için ne demek biliyor musun? Bebeğimizi benim yüzümden kaybettik. Sizi koruyamadım." Başımı yastığa gömmüş, olduğum yere sinmiş onu dinliyordum. "Bir kez daha seni kaybetmekle sınanmak istemedim. Elimde kalan tek şey sensin. Seni de kaybetmek istemedim." Aynadaki yansımasından başını aşağı yukarı salladığını görebiliyordum. "Haklısın, sana söylemem gerekirdi. Ama endişelenmeni istemedim. Zaten diken üstündesin. Sürekli korkulu kâbuslar, bebeği kaybettiğimiz için yaşadığın travmalar... Böyle bir durumda sana her şeyi tüm şeffaflığıyla anlatmak kolay mı sanıyorsun?"

Kısa bir an yüzüm ona döndü. "Valentino, beni benden de koruyamazsın ya." Sonra tekrar başımı yastığa koydum. "Sen beni böyle sarıp sarmaladıkça ben daha savunmasız oluyorum. Pamuklara sarıp koruduğun kişi benim, ben. Ailesine baş kaldırmış, defalarca kaçmış, kaderine karşı gelmiş, her şeyle tek başına mücadele etmiş olan ben. Sokaktan aldığın bir kediyi ev konforuna alıştırıp tekrar sokağa bırakırsan yaşayamaz, anlıyor musun?"

"Bensiz kalmayacaksın, Lâl. Tekrar sokaklara dönecek bir kedi değilsin sen."

"Ayağının dibinde mırlayacak minnoş bir ev kedisi de değilim, Valentino." Nefes aldım. "Bensiz kalmayacaksın diyorsun, nereden biliyorsun? Allah'la sözleşme mi yaptın? Bunun bir garantisi mi var?" Aynadaki yansımasıyla göz göze geldim. "Beni bu kadar hayattan soyutlama. Bunu bana yapma. Beni cam bir fanusa hapsetme. Hayatta kalmama izin ver. Nefes almama izin ver. Beni bu şekilde koruyamazsın. Bu yaptığın şey beni öfkelendiriyor."

"Öfkelendiriyor. Ama hayatta tutuyor."

"Bu yaşamak değil, Valentino. Yaşamak bu değil. Bu sadece nefes almak." Sözlerim keskin bir fısıltı gibi çıkmıştı. Gömüldüğüm yastıktan başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Sen benim hayatımın ıncığına cıncığına kadar her şeyini biliyorken ben senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Sen kıçıma çip taktırıp her hareketimi bilirken ben senin aileni bile bilmiyorum Valentino. Bu adil mi sence?"

Yatakta doğrulmuş beni dinleyen adam sağ eliyle yanağımı okşadı. "Benim ailem sensin, Lâl. Benim başka bir ailem yok."

"Annenle kardeşin-"

"Bu konuyu konuşmak istemiyorum, Lâl. Zaten konuşulacak bir şey de yok." Az önceki ılımlı adamdan eser yoktu. Alnıma öpücük kondurduktan sonra bir şey söylememe fırsat vermeden "Geç oldu, yatalım artık." dedi ve beni kollarına alarak yatağa uzandı.

Kollarında çekimser bir biçimde uyumaya çalışırken bir kez daha anladım. Valentino bana gerçekleri hiçbir zaman söylemeyecekti. Bunu ya ben kendi imkânlarımla öğrenecektim ya da sonsuza dek bir sır olarak kalacaktı.

Ertesi sabah Valent evden çıktığında harekete geçtim. Giyinip hazırlandım. Beyaz bir kazak, gri bir kot pantolondan sonra beyaz bir spor ayakkabımı ve siyah deri ceketimi giydim. Telefonumu yanıma almadım. Arka bahçede geziyormuş izlenimi verirken parmaklıklardan inip kaçmayı planlıyordum. Ama önce kaçmayı planladığım yerdeki adamları bir şeylerle meşgul etmeliydim. Kaçacağım yerde üç adam nöbet tutuyordu. Onları odama taşınması gereken mobilyalar olduğu bahanesiyle içeri gönderdim ve boş kalan birkaç dakika içinde evden sıvıştım. İstediğim şeylerin sorgulanmaması bana avantaj sağlıyordu. Nikolai de dışarı çıkacağımı bilmediği için bahçede beni takip edecek hâli yoktu. Kapının önünde olmayan beni koruyordu. Kimseyi kıçıma takmaya niyetim yoktu. Bu işi kendim halletmeliydim.

Nottaki konuma taksiyle geldiğimde burası hiç de yabancı değildi bana. Valent'in kulübüne çok yakındı.

Gri ve mor ışıkların harmanlandığı ışıltılı yazılarla Club Hydra yazan yerin kapısından içeri girdim. Kapısında iki güvenlik duruyordu. Yine ışıklarla dolu bir tünelden geçtim. Sanki bilim kurgu filmlerindeki kapsüllerin içinden geçiyor gibiydim. İçeri girdiğimde mor ışıklarla aydınlatılan büyük bir alan karşılıyordu beni. İrili ufaklı koltuklarda yarı çıplak çiftler oldukça yakın temastaydılar. Öpüşüyorlar ve şehvetle birbirilerine dokunuyorlardı. Gözlerimi kaçırdım. Sanki hiç seks yapmamış gibi davranmaz mısın lütfen, Lâl?

Beyaz bölge neresiydi acaba? Keşke kapıdaki güvenliklere sorsaydım. Büyük alanda koltukları aşıp bar kısmına kadar dolaştım. Barın arkasında beyaz ışıklarla çevrili bir taş duvar vardı. İlerledim. İçimde tuhaf bir korku ve adrenalin vardı ama umursamamaya çalıştım. Gri gece elbiseli siyahi bir kadın karşıladı beni. "Hoş geldiniz." İngilizcesi iyiydi ama kaba bir aksanı vardı. "Hangi renk bileklik istersiniz?"

Buraya o kadar cahildim ki ne söylediğini algılayamadım. "Bileklik?"

Ben kendimi bilim kurgu filmlerinde üzerinde deneyler uygulanacak bir denek gibi tuhaf hissederken duvarda asılı ince bileklikleri gösterdi kadın. "Kırmızı bileklik, sadist ilişki isteyenler için. Mor bileklik mazoşist temele bağlı ilişki arayanlara. Mavi bilekliği seçerseniz ilişkiniz sırasında başkalarının sizi izlemesine rıza göstermiş olursunuz. Beyaz bileklik ise sadece izleyenler için. Herhangi bir şey yapmaya zorlanmazsınız."

Yutkundum. Ben neyin içine düştüm diye dövünmem bittikten sonra kadına bir yanıt vermem gerektiğini fark ettim. İçeri girmenin tek yolu bu muydu acaba? Önce maruzatımı bildirmek istedim. Belki bileklik seçmeme gerek bile yoktu. "Ben oda kartı için..."

"Oda kartı almak için bir bileklik seçip yukarı çıkmalısınız."

Başımı onaylayarak salladıktan sonra "Beyaz olsun o zaman." dedim, ne diyeyim? Tamam dercesine bakan kadın uzattığım bileğime ince beyaz bir bileklik taktı. Şuan bana çip bile takmış olabilirlerdi. Bu bileklikle beni takip ediyor bile olabilirlerdi. Valent'e telefonuma takip programı koydu diye kızarken yaptığım şeye bakın.


Kadının beni yönlendirmiş olduğu merdivenlerden yukarı çıktım. Burada biri beni yakalayıp kesip biçse, sonra da bodrum katına gömse kimsenin ruhu duymazdı. Ben de öyle bir şey yapmıştım ki, hiç bilmediğim bir yere yalnız başıma dımdızlak gelmiştim. Hangi akla hizmet yaptıysam bunu. Yanlış olduğunu biliyordum ama işte... Ne derler bilirsiniz, merak kediyi öldürür.

Yukarı çıktığımda koridora açılan siyah bir kapının önünde kapıdaki güvenlikler gibi siyah giyinmiş bir adam duruyordu. "Merhaba." dedim tüm cesaretimi toplayarak.

Adam üzerimdeki burayla asla alakası olmayan sıradan kıyafetlerime göz gezdirdikten sonra baş işaretiyle karşılık verdi.

Bense ne diyeceğimi bilmiyordum. Elimde aptal bir nottan başka şey yoktu. Biri eşek şakası bile yapmış olabilirdi sonuçta. Elimdeki pusulayı uzattım. "Şey, ben 79 numaralı oda kartını..."

Pusulaya bakan adam cümlemin devamını bile dinlemeden oda kartını uzattı ve önümden çekildi. "Hoş geldiniz Lâl Hanım, buyurun." Adımı nereden bildiğini sorgulamadım bile. Bu pusula beni bulduysa bunu ulaştıran kişinin adımı bilmesi şaşırtıcı olmazdı. Elimdeki karta baktım kararsızca. Mor bir kartın üzerinde parlak gri bir biçimde 79 yazıyordu. Sanırım biraz gerilmiştim. Nereden geldiğini anlayamadığım ve birbirine karışan bir sürü kırbaçla inleme sesleri geliyordu ve bu tekrarlandıkça sinir bozucu hatta korkutucu bir hâl alıyordu.


Koridorda ilerledim ve 79 numaralı odayı buldum. Kapının önünde derin bir nefes aldım. Bacaklarım titriyordu. Bir süre odanın önünde durdum ancak içeri girecek cesareti bulamadım. Buranın güvenli bir yer olduğunu kim söylemişti ki? Hangi akla hizmet buraya kadar yalnız başıma gelmiştim? Sanki yeni dank ediyormuş gibi duraksadım odanın önünde. "Ben ne yapıyorum ya?"

Vazgeçtim. Dönecektim. Bu odaya giremeyecektim. Bu tamamen saçmalıktı. Buraya kadar gelmem bile saçmalıktı. Şimdi geri dönecektim ve bu kulübü de, bu odayı da, içeride gördüklerimi de unutacaktım.

Geldiğim yoldan gitmek için arkama döndüğümde sert bir şeye çarptım. Uzun boylu, boynunda ince gümüş zincir olan siyah atletli ve kot pantolonlu bir adama çarpmıştım. Adam olduğunu vücut yapısından anlayabiliyordum çünkü yüzünün tamamını kaplayan siyah-gri maskeli bir adamdı bu. Tıpkı dünkü maskeli baloda olduğu gibi. Ama dün akşamkiyle aynı kişi miydi bilmiyordum çünkü dün akşam elime pusula tutuşturan adamı bu kadar bile inceleyecek fırsatım olmamıştı. Direkt pusulayı elime tutuşturup yok olmuştu.

Elleri ceplerinde olan adam "Kaybolmuş gibisin." diye mırıldandı.

Kısa bir an dilim tutulsa da geri adım atmadım çünkü bizde geri vites olmaz. Renk vermemeye çalışarak karşılık verdim. "Y-yoo... Yolu biliyorum ben. Geldiğim gibi giderim." Korkudan geberdiğimi belli etmemeye çalışan agresif bir ifadeyle "Kaybolursam da açar harita uygulamamı, her yere giderim ayrıca. Kimseye ihtiyacım yok." diye ekledim. Yanından geçip gittiğimde beni durdurmaya çalışmadı ya da zor kullanmadı. Yalnızca söylediği şey üzerine ben olduğum yerde duraksadım.

"Gerçekleri öğrenmek istemiyorsun o zaman."

"Ne gerçeği?"

"Sen de haklısın." Bana doğru bir adım daha attı uzun boylu izbandut gibi kaslı adam. "Bazı gerçekleri öğrenmemek yüzleşmekten daha iyidir. İnsanın hayatını sonsuza dek değiştirecek gerçekler söz konusuysa bir de..."

Tüm cesaretimi toplayıp maskeyle yüz yüze geldim. "Kimsin sen?" Sesim az önceki korku dolu veya kekeleme ifadesinin aksine sorgulayıcı çıkmıştı. Sanki o benim mekânıma gelen bir yabancıymış gibi. Özgüvenime kendim bile şaşırdım.

Omuz silkti maskeli adam. "Kim bilir... Eğer gerçeklerle yüzleşecek kadar cesaretin olsaydı benimle de tanışırdın."

Onun tuzağına düşmeyecektim. Hem kim olduğu niye umurumda olsun ki? Arkamı dönüp hiçbir şey söylemeden girdiğim siyah kapıya doğru çıkmak için ilerlerken arkamdan son sözlerini duydum.

"Yine de bir gün yüzleşecek cesareti toplarsan burada olacağım." Ona dönüp kısa bir an baktığımda atletik vücutlu, maskeli adam elleri ceplerinde bana bakıyordu.

O an ağzımdan beni bile şaşırtacak bir soru çıktı kontrolsüz bir soru. "Sen Dokuz musun?"

Önce çıkardığı sesten güldüğünü anladım. Daha sonra omuz silkti. "Kim bilir..."

Buradan bana ekmek çıkmazdı. Odaya girmedikçe herhangi bir soruma yanıt vermeyeceği açıktı. Odaya girersem de başıma ne geleceğini bilmiyordum ki. Kulağıma doluşan karışmış gürültülü sesleri düşündüm. Belki de başıma o tarz şeyler gelecekti. Bana zarar vermeyeceğini nereden biliyordum? Buradan gitmeliydim.

Fazla göz teması kurmamaya çalışarak siyah kapıdan çıktım ve kartı iade edip hızlı adımlarla merdivenleri indim. Geldiğim yoldan gerisin geriye döndüm ve herhangi bir kaza bela olmadan kulüpten çıkmayı başardım. Bileğimdeki beyaz bilekliği fark ettiğimde kapının önündeki güvenliklerle bakıştım. Bilekliği çıkarıp onlara uzattım, sağdaki adam teslim aldıktan sonra artık burayla bir alakam kalmamıştı.

Taksiye bindiğimde hâlâ yaşadığım bu tuhaf ve anlamsız dakikaları çözümlemeye çalışıyordum. Belki de ucuz kurtulmuştum.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ☀️ Nasılsınız? Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Lâl takip programı konusunda kızmakta haksız mıydı? Buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. Bu arada 120 Bin okunmaya ulaşmak üzereyiz ve bu harika! 💕 Emeğinize ve ilginize sonsuz teşekkürler! Sadece sizden tek bir ricam, bol yorumlar yapmanız. Onlar için ölüyorummmm... 😍 Sizce Valent Lâl'in Hydra'ya gittiğini öğrenirse ne tepki verir? Lâl'in karşılaştığı kişi Dokuz muydu? Sorulara yanıtlarınızı buraya yazabilirsiniz. İstek ve tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%