Yeni Üyelik
55.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 38/2

@buzlarkralicesi

-38/2-

❝Valentino❞

 

Otel toplantısından sonra şirkete gelmiştim. Odamda az önce Isabella'nın getirdiği kahveyi yudumlarken son dosyalar üzerinde çalışıyordum. Telefonum çaldı. Arayan Montrel'di. Yanıtladım. "Evet?"


"Efendim, Lâl Hanım yok."

Koltukta doğruldum merakla. "Nasıl yok?"

"Evin her yanını aradık ama yok. Çıkış yaptığı da görülmemiş. Telefonunu evde bırakmış. Nikolai de burada. Yani Lâl Hanım'ın çıkış yaptığını kimse görmemiş."

Sinirle "Nasıl oluyor bu?" diye hesap sordum. "Buhar olup uçtu mu yoksa?" Sesimdeki alaylı öfkeyle hattın diğer ucundaki adamın öksürüğü karıştı.

"Efendim, maalesef hiçbir fikrim-"

"Oraya geldiğimde fikir üretebilecek bir beynin kalmasını istiyorsan hemen onu bul." Telefonu öfkeyle kapattım. Lâl. Neredeydi yine bu kız? Dünkü kavgamızdan dolayı beni cezalandırdığını, bana meydan okuduğunu düşünüyordum. Başka ne düşünebilirdim ki? Elimdeki kalemi öfkeyle dosyanın üstüne bırakırken kolum kahve dolu bardağa çarptı ve kahve her yere döküldü. Ayağa kalkarken küfürler savurdum. "Siktir!"

Askıdan ceketimi alıp giydim. Odadan çıkınca koridorda duran Isabella'ya yüzüne bakmadan "Masama kahve döküldü, söyle temizlesinler." diyerek asansöre doğru yürüdüm.

Isabella'nın "Ama çok önemli bir toplantınız-" diye seslenmesi üzerine sözünü tamamlamasına izin vermeden "İptal et!" diye bağırdım.

Yaramaz, küçük bir kız çocuğu davranırken kendini tehlikeye attığının farkında bile değildi. Neden bu kadar zor olmak zorundaydı? Başımıza gelen bu kadar şeye rağmen bana güvenmeyi deneyemez miydi? Bir şey söylüyorsam ya da yapıyorsam mantıklı bir sebebim olduğunu anlayamaz mıydı? Son zamanlarda sorduğu soruların sıklığıyla daha çok geriliyordum. Onunla ailem ya da Anna hakkında konuşmak istemiyordum. Konuşamazdım da zaten. Anlatsaydım bile anlamazdı. Bunu biliyordum. Riske atıp her şeyi ona anlatamazdım. Onu kaybetmek pahasına kumar oynayamazdım.

Onu kaybedemezdim.

❝Lâl❞


Taksiden indiğimde derin bir nefes alıp önüne geldiğim eve baktım. Giriş kapısından içeri yürüdüğümde korumalardan biri kulaklığından hemen patronuna haber uçurmuştu. Bu da demek oluyordu ki yokluğum fark edilmişti.

Korkak adımlarım usulca evden içeri girdiğinde etrafta kimse görünmüyordu. Büyük salona geldiğimde Valentino arkası dönük, elleri ceplerinde camdan dışarı bakıyordu. Normalde bu kadar erken gelmezdi. Ortadan kaybolduğumu öğrendiyse demek. Eğer yokluğumu fark etmemiş olsaydı parmak uçlarıma basa basa yukarı çıkardım ama artık saklanmanın bir anlamı yoktu. Salonun ortasına doğru yürüdüm.

Adam arkasını dahi dönmeden buz gibi bir sesle "Hangi cehennemdeydin?" diye sordu. Sesinde durgun bir öfke hâkimdi ve bu en tehlikelisiydi.

Tabii ben kahvaltıda yürek yediğim için bunu umursamadım ve alaycı bir tavırla karşılık verdim. "Dersine çalışmamışsın. Tasmama çip taktırsaydın nerede olduğumu bilirdin."

Aniden arkasına dönüp yüzüme baktığında gözlerinde oynaşan öfke alevleri korkutucuydu. Dişlerinin arasından "Neredeydin?" diye tekrarladı.

"Peşime adamlarını saldın, telefonuma takip programı koydun ama yeterli gelmemiş anlaşılan." İç geçirdim. "Madem o kadar merak ediyorsun, söyleyeyim. Hava almaya çıktım."

"Yalancı."

Suçlayıcı bir yüz ifadesiyle tükürürcesine söylediği sözcük üzerine öfkelendim. "Koştura koştura kendimi başka adamların kollarına attım, oldu mu?
Rahatladın mı? Buna inanmakta zorlanmazsın herhâlde değil mi? Zaten seninle de öyle tanışmamış mıydık?"

Son sözüm üzerine patlama noktasına gelip duvara doğru havaya kaldırdığı elini yumruk yapan adam öfkeyle alt dudağını ısırdı ve bana döndü. Duvara vurmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. "Lâl, beni gerçekten öfkelendiriyorsun."

"Niye öfkeleniyorsun? Duymak istediklerin bunlar değil mi?" Elimi belime atıp ekledim. "Peşine adam takılan, her adımın takip programıyla izlenen sen misin de öfkeleniyorsun?"

"Neden anlamıyorsun? Sana güvenmediğim için değil, seni korumak için yapıyorum bunu!"

Dayanamadım ve "Valentino, beni koruma!" diyerek patladım. "Koruyacaksan da kendinden koru." Son cümlemle yüzü renk değiştirdiği gibi ifadesi de değişti. Gitmek için bir atakta bulunduğumda sertçe kolumu tuttu. "Bırak beni." Parmak boğumlarının sertliğini ve ağırlığını kolumda hissedebiliyordum.

Dişlerini sıkarak "Neredeydin?" diye sordu sabrını zorladığı açık bir ifadeyle.

Ona nereye gittiğimi elbette söyleyemezdim. Hele gördüklerimi. Asla. Çok kızardı. Kızmakta da haklıydı aslında. Gerçekten kendimi güvende hissetmemiştim ve resmen kaçar gibi çıkıp gitmiştim odadan. Bu yüzden nereye gittiğimi söyleyemezdim. "Hava almak istedim." Kolumu sertçe kurtardıktan sonra bir adım geriledim. "Gardiyanlarımdan uzak biraz nefes almak istedim sadece! Normal insanların her gün yaptığı bir şeyi yalnızca bir gün yapmak istedim, bir kıyamet kopmadığı kaldı ya!" Yutkundum. Nefes almaya çalıştım. "Boğuluyorum Valentino! Anlıyor musun? Nefes alamıyorum!"

Ne söylersem söyleyeyim inanmayacaktı çünkü başka bir yere gittiğimi biliyordu. Hissediyordu. Gözleri sorgular gibi bana bakarken karmaşık bir ifadeye bürünmüştü. "Lâl, ikimizin de düşmanları olduğunu biliyorsun. En çok da benim. Tehlikeli bir hayatım olduğunu da biliyorsun. Bu her zaman böyleydi. Bu zamana kadar bir şikâyetin yoktu, şimdi ne oldu birdenbire?"

"Çünkü hiçbir zaman bana böyle davrandığını görmedim!" Gözlerimi aynı sorgulayıcılığı ona iade edercesine kıstım ve açıkladım. "Sen dünden beri bana nasıl davrandığının farkında mısın Valentino? Ne kadar kaba ve saygısız olduğunun farkında mısın? Bana kölenmişim gibi davranıyorsun! Esirinmişim gibi!"

"Alakası yok!"

"Var!" Geri adım atmadım ve atmaya da niyetim yoktu. "Biz seninle eşit değiliz Valentino, peki bunun farkında mısın?" Neden bahsettiğimi çözmeye çalışır gibi bön bön yüzüme bakıyordu. "Sen istediğin her yere sorgulanmadan gidebiliyorsun, istediğinle görüşüyorsun. İstediğini yapabiliyorsun. Kimse seni sorgulamıyor bile. Sorgulayamaz da! Ama ben? Ben senin haberin olmadan şu kapıdan dışarı adımımı atamıyorum. Ben senin gün içinde ne yaptığını, nereye gittiğini, kimlerle görüştüğünü bilmiyorum ve bunu sorun etmiyorum. Ama ben biraz nefes almak istediğimde sorun oluyor. Bu adil mi sence?"

"Adaletten mi bahsediyoruz?" Ellerini hararetle kaldırarak anlatmaya çalıştı. "Ben doğduğumdan beri bu hayatı yaşıyorum, Lâl. Senin iki günde bıktığın bu hayatı ben hep yaşıyorum. Çünkü ben böyle yetiştirildim. Bunun için yetiştirildim." Öfkeyle yutkundu. "Adaletten bahsediyorsun. Benim de etrafımda her daim adamlarım var. Evet, senin gibi sorgulanmıyorum ya da kontrol altında tutulmuyorum ama bu da senin iyiliğin için. Ben kendimi koruyabilirim ama sen koruyamazsın Lâl!" Çileden çıkmış gibi patladı. "Seni esir almışım, ellerini kollarını zincirlemişim gibi davranıyorsun!"

"Valentino, neden korkuyorsun? Ölmemden mi?" Çok bunalmıştım gerçekten. Söylemek istediğim çok şey vardı ancak bu kez açıkça konuşarak çözülebilecek bir sorunun içinde değildik çünkü ona defalarca açık açık sormama rağmen sakladığı her ne boksa söylemiyordu. "Böyle yaşamak ölümden beter, anlasana! Ya tuvalete kadar adamlarınla girmek zorundayım. Son zamanlarda bu daha da sıkı bir hâl aldı. Bu daha ne kadar böyle sürecek?"

"Olması gerektiği kadar."

"Bu muğlak cevaplar beni çıldırtıyor! Buna itaat etmemi bekliyorsun. Kişilik haklarıma saygısızlık ediyorsun, bana kaba davranıyorsun. Sürekli gerginsin ve bana hiçbir şey anlamıyorsun. Söylesene, bugüne kadar birbirimizden sakladığımız hangi sır bizim yararımıza oldu?"

Gözlerini yumdu ve sabırla "Lâl, benim sakladığım bir sır falan yok." demekle yetindi.

İşaret parmağımı sallayarak uyardım onu. "Bu lafını unutma, Valentino. İçimden bir ses çok kısa bir süre sonra bunu söylediğine pişman olacaksın diyor. Çünkü içimden bir ses, benden bir şeyler gizlediğini söylüyor."

Kısa bir an huşu içinde beni seyrettikten sonra iki adımda bana yaklaştı ve gözlerimin içine baktı. Sesi tehlikeli bir biçimde alçaldı. "Bir daha yanına birini almadan bu evden çıkmıyorsun. Konu kapanmıştır. Odana çıkabilirsin."

"Neyim ben, senin kölen mi? Götün sıkıştığında bana emirler yağdırarak konuyu kapatacak mısın?" Çileden çıkmış bir biçimde bağırdım. "Sen kendini ne sanıyorsun, Kanuni Sultan Süleyman falan mı?"

"Lâl, ne söylersem söyleyeyim sana yeterli gelmiyor. Alttan alıyorum olmuyor, açıklama yapıyorum ikna olmuyorsun. Seninle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum!"

"Bana babam gibi davranıyorsun ve onu hatırlatman hiç hoşuma gitmiyor! Beni yönetmeye çalışma!"

"Sen de ergen bir kız çocuğu gibi davranmayı kes o zaman! Korumaları atlatıp arka bahçeden kaçmalar, habersiz ortalardan kaybolmalar... Beni ne kadar endişelendirdiğinin farkında mısın? Sana bir şey olma korkusuyla eve nasıl geldiğimi bilemedim!"

"Senin anlayamadığın şey ne biliyor musun Valentino? Ben buyum! Evden kaçarım, bahçelerden atlarım, ağaçlara tırmanırım. Bir şeyi merak edersem sorarım, yanıtını alamazsam öğrenene kadar durmam. Ağzımın ayarı yoktur, içimden geçeni söylerim. Huzursuz hissettiğim yerden de kaçar giderim! Ben hep böyleydim! Hiç değişmedim ki. Senin âşık olduğun kadın her zaman buydu, şimdi neden rahatsız ediyor bu durum seni?"

"Ah, Lâl..." Sağ eli sabırla burun direğinde gezinirken gözlerini kapadı. "Beni senin başına bir şey gelme ihtimali dışında hiçbir şey rahatsız etmiyor!"

"Konuyu çarpıtmandan nefret ediyorum, sorduğum sorunun cevabı bu değil. Bana en çok zarar veren sensin. Beni değiştirmeye çalışıyorsun, sana itaat eden bir kukla olmamı bekliyorsun. Olmadığım biri gibi davranmamı istiyorsun ve bu beni kızdırıyor!"

"Biliyor musun, Lâl?" Geri adım atmayan, sözlerimden zerre etkilenmeyen granit gibi sert bir ifadeyle karşılık verdi adam. "Dilersen bana kızmaya devam edebilirsin. Benden nefret de edebilirsin. Sağlıklı bir biçimde gözümün önünde olduğun sürece benim için hiçbir sakıncası yok." Benimle göz göze gelmeyi reddederek arkasını döndü. "Şimdi odana çıkabilirsin."

Burada sabaha kadar kavga edip tartışsak da bir sonuca varamayacağımız açıktı. Dişlerimi sıkarak bana arkası dönük olan adama baktım ve öfkeyle merdivenlere yönelirken bütün bibloları yıkıp geçirdim. Her şeyi dağıtarak merdivenleri çıkıp odama gittim. Kapıyı çarparak içeri girdiğimde öfkemi nasıl yenebileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Bir günümüz iyi geçse üç günümüz kavga gürültüyle geçiyordu.

Bir şeyler oluyordu. Adımın Lâl olduğu kadar emindim ki bir şeyler oluyordu. Ama Valentino bana hiçbir şey söylemiyordu. Eskiden hamile olduğum ve düşük tehlikesi geçirdiğim için anlatmıyordu. Artık bebek de yoktu. Şimdiyse korktuğu bir şeyler vardı. İtiraf edemese de buna emindim. İnsan bilmediği şeylerden korkardı. Valent'in korktuğu şey de tam olarak peşinde olduğum şeydi. Ya da onunla bağlantılı bir şey. Çözecektim.

Sonraki birkaç gün birbirimizi neredeyse hiç görmedik. Benim uyuduğum -daha doğrusu uyuduğumu sandığı- zamanlar geliyor, duş alıp üstünü değiştiriyor ve çıkıyordu. Aramızdaki bu soğuk duvarlar beni bitiriyordu. Dayanamıyordum.

İki gün böyle sürüp gitti. Sonraki sabah uyuduğumu sanıp üzerini değiştirmeye gelen adam beni yatakta oturmuş vaziyette görünce kısa bir an duraksadı ama sonra toparlayıp içeri girdi.

Biraz daha sakinleşmiştim. Hâlâ olanları onun ağzından öğrenmek için hevesliydim. Çabalıyordum. Ilımlı bir biçimde "Günaydın." dedim yüzüne bakarak.

"Günaydın."

"Biraz konuşalım mı?"

O da artık daha sakin görünüyordu. Tek kaşını kaldırarak alayla "Sanırım bu Lâl Alsancak'ın lügatinde kavga saatim geldi demek oluyor." diyerek karşılık verdi adam.

Alaycı sözlerine karşılık ofladım. "Ya, hayır Valent." Karnıma çektiğim dizlerime kollarımı sardım. "Niyetim kavga etmek değil. Beni anlamıyorsun. Benimle bir şey paylaşmıyorsun." Aldığım nefesi usulca geri bıraktım. "Birbirimizi sürekli kırıyoruz farkında mısın?"

Yavaş adımlarla gelip yatağın kenarına oturdu. Sağ eliyle yanağımı okşadı. "Lâl, seni kırdığımın farkındayım. İkimiz de birbirimizi düşünüyoruz ama birbirimizi anlamıyoruz. Bunda benim de payım büyük. Biraz sert çıkıştım sana, farkındayım. Ürküttüm seni. Son günlerde biraz gerginim, kabul ediyorum. Ama o gün senin evde olmadığını söylediklerinde eve gelene kadar aklıma sayısız korkunç ihtimal geldi. Bu kadar sorumsuzca davranmak zorunda mıydın?"

O hatalarını kabul ettiği için ben de yumuşamıştım ve ılımlı yaklaştım. Başımı yana yatırıp itiraf ettim. "Ya tamam, o konuda da ben haksızdım. Ama çok bunaldım, gerçekten. Bazen nefes alamadığımı hissediyorum. Sen de beni anla."

Onaylayarak salladı başını. "Anlıyorum. Neler hissettiğini de, neden bu kadar hırçın davrandığını da anlıyorum. Ama dikkat etmeliyiz." Sağ eli saçlarımda gezinirken bakışları yumuşadı. "Tüm mücadelem seni kaybetmemek için, anlasana." Duraksadı ve ekledi. "Sana kaba davrandığım için özür dilerim."

Normal şartlarda böyle basit bir biçimde geçiştirebileceğim şeylerden değildi bu. Valent beni çok kızdırmıştı. Önce takip programı, sonra kaba ve saygısız davranışları beni çileden çıkarmıştı. İlk kez tanıdığımın çok dışında bir adamla yüz yüze gelmiştim. Daha sert ve acımasız biriyle. Ve bu beni korkutmuştu. Ancak hatasının farkında olması ve özür dilemesi biraz olsun sakinleştirmişti beni. Üstelik beni anladığını da söylüyordu. Peki, madem birbirimizi bu kadar anlıyorduk, o zaman neden bu kadar gerginlik oluyordu? Daha da önemlisi, bu davranışları tekrarlanacak mıydı? Bana yine böyle kaba ve emredici davranacak mıydı? Bu davranışları tekrarlanırsa özür dilemesinin ne anlamı kalırdı ki? Aslında içten içe ruhumda affı olmayan yaralar açmasından korkuyordum. Çünkü eğer böyle bir yara açılırsa onu ben bile iyileştiremezdim. Kendi içimde aklayamazdım onu.

Alnımdan öpen adama dalgın bir tebessümle karşılık verdiğimde kafamı karıştıran düşünceleri geri ittim. Bunun olağandışı bir durum olduğunu, Valent'in davranışlarının da buna bağlı olduğunu düşünerek yok saydım. Olayları tatlıya bağlayıp barışmıştık.

Günler hızla geçerken aramızdaki sorunları çözmüş olmamıza rağmen Valent'le yine çok sık görüşemiyorduk. 3 günlük tatilimizin dönüşünden beri Valent'in işleri daha da sıklaşmıştı. E hâliyle benim kafada kurma perileri de geri gelmişti. Valent ne olursa olsun, işleri ne kadar sıklaşırsa sıklaşsın öyle ya da böyle bana vakit ayırırdı. Bu bir bahane değildi yani. Şu anki durumumuzu da iki şeye yoruyordum, birincisi Valentino'nun beni elde ettikten sonra rehavete kapılması yönündeydi. Evet, bebeğimizi kaybettikten sonra yaşadığımız fırtınalı ayrılığın ardından yeniden birlikteydik. Valent beni elde etmenin verdiği rahatlıkla artık işlerine dönebilmişti nihayet. Biliyorum, bu yeterince paranoyakçaydı ama erkeklerin çoğu da böyle değil miydi zaten? Elde edene kadar savaşırlar, elde ettikten sonra da rehavete kapılırlardı. Bu aramızdaki iletişimin zayıflamasının sebeplerinden yalnızca biriydi. Aslında diğer sebep de kafamı kurcalamıyor değildi. Son zamanlarda ailesiyle ilgili sorular sorup onu bunaltmıştım, o da sürekli geçiştirmişti. Belki de ailesiyle ilgili sorduğum sorulardan ötürü de benden uzaklaşmış olabilirdi. Bilmiyordum.

O gün öğlen işle ilgili bir dosyayı almak için eve gelen Pietro'yu bahçede görünce son günlerde olanlarla ilgili yine onu sorguya çekmeye karar vermiştim. Maskeli baloda adamı yeterince darlamamışım gibi gördüğüm her yerde bir terslik olup olmadığını soruyordum. Valent'in neden bu kadar gergin olduğunu çözmeye çalışıyordum yalnızca. Bunu da ancak en yakınlarından öğrenebilirdim. "Pietro, merhaba."

"Ah, Lâl. Merhaba." Beni görünce nazik bir baş işaretiyle selam veren adam tebessüm etmişti. Ben onun yerinde olsam beni gördüğüm yerde kaçardım çünkü her gördüğüm yerde sorgu memuru gibi başına dikilip hesap soruyordum. "Nasılsın?"

"Ben iyiyim, Pietro ama..." Merakla söyleyeceğim şeyi bekliyordu. "Valent'in bir sorunu yok değil mi?"

"Valent'in bir sorunu yok, Lâl. Birçok sorunu var. En büyüğü de sensin." Güldü adam.

"Ben ciddi bir şey soruyorum Pietro. Hastalık gibi bir şeyi yok demiştin, peki ya işleriyle ilgili bir sorun mu var?"

Kibarca "Lâl, sen de çok iyi biliyorsun ki Valent seni işlerinden uzak tutma konusunda kararlı." diyerek patronunun sırlarını ifşa etmeyi reddetti. "Tek amacı seni korumak, hepsi bu."

"Biliyorum, Pietro biliyorum bilmesine ama..." Çaresizce parmaklarımla oynarken başımı önüme eğdim. "Son zamanlarda çok gergin ve endişeli. Onun için kaygılanıyorum. Neler oluyor?"

Eliyle omzuma dokunup dostça tebessüm etti. "Çözülmeyecek şeyler değil, sen bunları düşünme. Valentino Riccardo her zaman bir yolunu bulur."

Tamam dercesine başımı sallasam da o kadar kolay değildi. Kafana takma demekle takmamak kolay olsaydı keşke. O zaman herkes bu derdin ilacını bulurdu.

Pietro gittikten sonra biraz bahçede vakit geçirmek istemiştim. Öyle boş boş gezerken Haldun abi aradı. Club V'deki programım önümüzdeki Cumartesi başlayacağını söyledi. Heyecanlandım. Daha hiçbir hazırlığım tam değildi. Kostümler, repertuar, offf... Bir ton işim vardı! Nereden çıkmıştı ki bu şimdi? Neden bu kadar erken başlamıştı program?

Telefonu kapattığımda eve dönmüştüm. Valent'in arabasını görünce eve geldiğini anladım. Tam o sırada adam arabadan indi ve beni görünce duraksadı. "Merhaba." Yüzünde beni gördüğündeki yumuşak tebessümü öpülesiydi.

"Merhaba." İçimdeki heyecanı tutmayarak patladım. "Valentino sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun?"

"Ne?"

"Club V'deki programım Cumartesi başlıyormuş, niye bana söylemedin? Ve neden bu kadar erken?"

Ellerini ceplerine sokarken asıl konuyu anlamanın rahatlığıyla çatık kaşları indi. Başını öne eğip keyifle gülümsedi. "Sen de bunu istemiyor muydun? Çalışmak." Tek kaşını kaldırdı dalgacı bir ifadeyle. "Yoksa kaytarıyor musun? Patronun olarak bir yaptırım mı uygulamam gerekiyor?"

Bana takılan adama baktım ve güldüm. "Ya, Valentino..." Sağ elimle göğsüne hafif bir yumruk attım. "Çok kötüsün." Sağ elimle önüme düşen saç tutamımı kulağımın arkasına atarken "Daha hiçbir şeyim hazır değil. Kostümlerim, repertuar... Prova bile yapmadım!" diyerek açıkladım.

"Yaparsın." Cebindeki elini çıkardığında cüzdanından siyah bir kart çıkardı ve bana uzattı. Kredi kartıydı ve üstünde benim adım yazıyordu. Şu siyah limitsiz kredi kartlarına çok benziyordu, tek farkı onlarda yalnızca kart numarası yazarken bunda benim ismimin yazmasıydı. "Bugün biraz alışveriş yapmaya ne dersin?"

Bana uzattığı karta bakıp başımı iki yana salladım. "Hayır, Valentino. Ayrıca benim param var."

"Yok demedim. Bu, patronun olarak sorumluluğum. Gurur yapılacak bir şey değil. Biz bir iş anlaşması yaptık ve her şey sözleşme kurallarına göre ilerliyor."

Sözleşmenin tek bir maddesini okumadan imzalamış olmam dışında bir sorun yoktu. Hem Haldun abi okuyup aleyhime bir madde olmadığını kontrol etmişti hem de Valent'e çok güveniyordum, beni tehlikeye atacak bir şey yapmayacağını iyi biliyordum. Elindeki kartı çekip aldım ve havaya kaldırdım. "Sadece işle ilgili harcamalarda kullanacağım, bilgin olsun."

Güldü adam. "Ne saçmalıyorsun, Lâl. Al şunu."

Kaşlarımı kaldırıp güldüm alayla. Ellerimi ovuştururken "Harika, paralarını çatır çatır harcamak son derece zevkli olacak patron Valentino Riccardo." demekten keyif almıştım. Elimdeki kartı inceledikten sonra ona döndüm. "Altında çalışmam hoşuna gidiyor değil mi?"

İddialı bir biçimde kaşları havalanan adam çapkın bir imayla karşılık verdi. "Altımda yaptığın birçok şey hoşuma gidiyor, Lâl Alsancak." İç gıcıklayıcı yatak odası sesini nerede kullanacağını iyi biliyordu. Tehlikeli pislik herif. Ve yakışıklı. Ayrıca da karizmatik. Tamam, Lâl, artık sus.

Kızaran yanaklarımı yok sayarak arkamı dönüp içeri girdim ve alışverişe çıkmak için hazırlandım. Her şey biraz olsun düzelmişe benziyordu. Geçmişin gizli kapaklı sırlarını öğrenene kadar içimde yarattığı gerginliği biraz içeri itmeye karar vermiştim. Çünkü bunu çözene kadar bir ömür böyle sinir harbiyle geçmezdi. Yaşanan gerginliklerin tamamen yok olduğunu söyleyemezdim. Her şeyi geride bırakmak da o kadar kolay değildi. Ancak her şey yavaş yavaş yoluna giriyor gibiydi. En azından Valent'le aramızdaki gerginliği çözmüştük. Bir sonraki kavgamıza kadar. Güldüm. Sanırım bu düzene alışmıştım. Kavga et, barış. Kapıları çarp, barış. Vazoları kır, barış. Arabanın camlarını kır, barış. Evden kaç, yine barış. Çok sağlıklı bir iletişim şekli olduğunu söyleyemezdim ama deşarj edici olduğunu ve ilişkimizi canlı tuttuğunu itiraf edebilirdim. Eskiler der ya hani, kavga evliliğin ve ilişkinin tuzu biberi diye. Haklılar aslında. Dozu kaçmadığı takdirde. O benim deliliklerime, ben onun sinirine alışmıştım. İkimiz de birbirimizin huylarını öğreniyorduk yavaş yavaş. Birbirimizi yeniden tanıyorduk.

Valent çalışma odasına geçerken ben de üzerimi değiştirmiştim. Yeşil renk fitilli crop triko bir kazak ve krem-kahve çizgili bir pantolon giymiştim.


Koridorda birbirimizden ayrılacakken uyaran bir bakışla bana döndü adam. "Yalnız başına bir yere gitmiyorsun, nereye gidersen git Nikolai yanında olacak."

Tamam der gibi başımı salladım. Üstelemedim. Demek ki bu dönem böyle olması gerekiyordu. Aslında kızmayacağını bilsem kafamda milyonlarca soru vardı ama hiçbirini sormadım. Daha yeni düzelmişti aramız. Üstelik Valent de işlerine dahil olmamı istemiyordu. Tek kuralı buydu. Ben de sözünü dinlemeye karar verdim. En azından şimdilik.

Ceketimi giyip aşağı indiğimde Nikolai bahçede arabanın başında beni bekliyordu. Gayet keyifli bir biçimde "Selam!" diyerek arabaya doğru yürüdüm. Geçen gün evden kaçarak onu ne kadar zor durumda bıraktığım aklıma geldi ve bu yüzden mahcup bir yüz ifadesiyle söze girdim. "Ya Nikolai, geçen gün için kusura bakma. Seni atlatıp evden kaçmam falan... Seni zor durumda bıraktığım için üzgünüm." Sonuçta benim yakın korumam olması dışında arkadaşım da sayılırdı.

O ise pek tavırlı görünmüyordu. "Önemli değil, Lâl Hanım. Ama elbette bunu bir daha yapmanızı tavsiye etmem." Merakla kaşlarımı çatıp sözlerinin devamını bekledim. "Bir daha Don Riccardo ile gerçekten o günkü gibi karşı karşıya gelmek istemem."

"Ne yaptı ki?"

"Evin altını üstüne getirdi. Her şeyi darmadağın etti. Ve çok öfkelendi. Biraz daha gelmeseydiniz ev havaya uçabilirdi."

Son sözlerini Türkçe söylemesi ve deyimleri kullanmaya çalışması hoşuma gitmişti. "Deyimleri yerinde kullanıyorsun, tebrikler." Tabii o günkü olayla ilgili konuşmayı kaynatma niyetinde değildim. Bu yüzden "Bir daha seni zor durumda bırakmam, söz." diye ekledim.

Arabaya bindiğimizde keyifli bir şarkı açtırdım ve yol boyu dans ettim. Bu beni deşarj ediyordu. Elbette şu anki görüntüm tamamen huzurlu olduğum anlamına gelmiyordu. Zaman zaman Club Hydra'ya gittiğim gün aklıma geliyor ve orada gördüklerimi düşünüyordum ama sonrasında bunu düşünmenin anlamsız olduğunu, gördüklerimi de duyduklarımı da hafızamdan silmem gerektiğini söylüyordu. Hiç olmazsa her şeyi çözümleyene kadar. Artık yaşadığım tartışmaların ya da kafamda kurduğum şeylerin hayatımı yönetmesini ya da zehir etmesini istemiyordum. Bu yüzden her şeyi aşmış gibi görünme gibi bir savunma mekanizması geliştirmiştim kendi kendime. Kim bilir, belki işe yarıyordu bile.

Alışveriş merkezine geldiğimizde önce sahne kıyafetlerimi seçtim, denedim, beğendiklerimin fotoğrafını çekip Haldun abiye gönderdim. Onları hallettikten sonra askıda duran leylak rengi halter yaka yırtmaçlı uzun bir elbise çarptı gözüme. Onu incelerken uzaktan bakan Nikolai "Size çok yakışır." dedi.


Parlak kumaşı, kesimi, modeli çok hoşuma gitmişti. Dudaklarım düz bir çizgi hâlini alırken tebessüm ettim. Elbisenin bana uygun bedenini alıp giyinme kabinine girdim ve denedim. Kabinden çıkıp koridordaki aynadan kendime baktığımda bambaşka biri gibi görünüyordum sanki. Arkamdaki adam sırtını duvara yaslamış bana bakıyordu. Kıyafetin bel kısmında gezdirdim elimi. "Bel kısmında biraz potluk var sanki ha?"

Aynadaki yansımama beğeniyle bakan adam benimle aynı fikirde değil gibiydi. Yavaş dudak hareketleriyle sessizce "Çok güzel." diye mırıldandı. Belki onu duyduğumu bile fark etmedi.

Alışverişimiz bittiğinde benim de pilim bitmişti. Dönüş yolunda yorgunluktan bayılmak üzereydim. Alışveriş merkezlerini gezmekten ayaklarıma kara sular inmişti. Bir sürü şey almıştım ve hepsi de birbirinden güzeldi.

Eve döndüğümde kapıyı Nina açtı. "Merhaba Nina, Valentino nerede?"

"Çalışma odasında efendim."

Hayretle kaşlarımı kaldırdım. "Ne bitmez işleri varmış. Ben alışverişimi bitirdim, o hâlâ çalışma odasında." Nikolai bagajdaki alışveriş paketlerini ve askıda paketlenmiş kıyafetleri aldı ve yukarı çıktı. Ben de merdivenleri tırmanıp çalışma odasının önüne geldim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. "Merhaba."

Valentino oldukça yoğun görünüyordu. Başını kaldırıp bana baktı. "Merhaba." Merakla beni süzdükten sonra önündeki dosyalara geri döndü. "Alışverişin çabuk bitmiş."

"Yok, senin işlerin uzun sürdüğünden sana öyle gelmiştir." Önündeki kağıda bir şeyler yazdıktan sonra dosyaya geri koydu ve kapattı. Kolundaki saate baktığında acelesi olduğunu fark ettim. "Çıkacak mısın?"

"Evet, toplantım var."

"Ben de biraz konuşuruz demiştim ama..."

"Neyle ilgili?"

"Son zamanlarda yaşadıklarımızla ilgili."

"Lâl, bunları konuştuk."

"Konuştuk ama sen tüm sorularımın cevabını vermedin."

Masadan kalkıp bana doğru yürüdü. Yüzümü ellerinin arasına aldı ve gözlerime baktı. "Hayatta bazı soruların cevapları yoktur, Lâl." Bir şeyler söylemek ister gibi baktı ama söyleyemeden sustu. "Bazen cevapları bilmek her şeyi çözecek sanırsın ama çözmez. Her şeyi daha karıştırır."

"Ne demek istiyorsun Valentino?" Söylediklerinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Kafamı karıştırmıştı. "Bazen bilmece gibi konuşuyorsun." Merakla "Ailenle ilgili konuşmaktan neden bu kadar çekiniyorsun?" diye sordum. "Birbirimizden bir şey saklamamamız gerektiğini söyleyen sen değil miydin?"

"Sen de öyle yapmamış mıydın?" Tek kaşını kaldırarak soruma soruyla cevap verdi. Kabul etmeliydim ki iyi laf sokmuştu. Ben de adımla, ailemle, hayatımla ilgili bir sürü şeyi ondan saklamıştım. "Hâlâ yapıyorsun."

"Ne?"

"Geçen gün evden kaçıp nereye kaybolduğunu hâlâ söylemedin farkında mısın?" Elleri ceplerinde ekledi. "Bana dürüstlük konusundaki vaaz verecek son kişisin Lâl. O yüzden bazı şeyleri kurcalamayı bırak, lütfen."

Karşımdaki adamın lafını sakınmayan, katı hâliyle karşılaştığımda afallamıştım. Ne diyeceğimi bilemedim. Dilim tutuldu. "Valentino... Bu konuyu konuştuk."

"Konuştuk. Ama sen konuştuğumuz konuları yeniden gündeme getirmeyi seviyorsun. Sorularının yanıtlarını bulmak için sınırları aşıyorsun ama söz konusu senin sırların olduğunda gizlilik hakkı istiyorsun."

Haklıydı. Bu çifte standart gibi görünüyordu. Belki de öyleydi. Kendi sırlarımı saklarken onunkilere saldırıda bulunmam hoş değildi ama... Ama bilmeliydim işte. O benim tüm sırlarımı öğrenmişti zaten. Gerçek adımı, ailemi, hayatımı, yaşadıklarımı... Club Hydra'ya gittiğim gün dışında tüm sırlarımı. Onu da öğrenirse çok kızardı, biliyordum. Bu yüzden söylemiyordum.

Benim sessizliğimden faydalanan adam "Şimdi izninle, yetişmem gereken bir toplantı var." diyerek yanımdan geçip gitti. Soğuk bir ifadeyle öylece gitmesine izin vermiştim. Buna seyirci kalmıştım çünkü söyleyecek sözüm yoktu. O an söylediklerinde haklı gibi gelmişti. Ama ben de haklıydım. Benimle evlenmeyi düşünüyordu ama ailesiyle ilgili şeyleri anlatmıyordu. İnsan karısı olarak seçtiği kişiden bu tür şeyleri saklar mıydı? Saklarsa da neden saklardı? Yine Andrea konusu gibi kaotik bir şey çıkacak diye korkuyordum ama öğrenmekten de geri durmuyordum. Bir sır olduğunu bilip bunu göz ardı etmek imkânsız gibi bir şeydi. İnsanın doğasına aykırıydı merakını göz ardı etmek.

Valent'le aramızın açılmasına dayanamıyordum. Böyle devam edemezdim. Bu durumu düzeltmeliydim. O evden çıkıp gittikten bir süre sonra aramızdaki soğukluğa son verecek bir şeyler düşünmeye çalıştım. Belki birlikte güzel bir akşam yemeği yiyip vakit geçirirsek buzları eritebilirdik. Şuan başka bir çözüm yolu gelmiyordu aklıma.

Lezzetli bir akşam yemeği menüsü hazırlayıp Nina'ya verdim ve Valent'i aradım. İlk çalışta açmasa da ikinci çalışta yanıtladı. "Alo."

"Alo, Valentino neredesin?"

"Otellerden birinde toplantım var, Luigi'yle ona katılacağız. Otele geldik şimdi. Bir şey mi oldu?" Bir sorun yokmuş gibi yanıt verse de sesindeki hafif soğukluğun farkındaydım. Aramızın limoni olduğunu anlamak zor değildi.

İmalı bir ses tonuyla "Hımmm... Demek Luigi de yanında." diye mırıldandım. Hem ortamı yumuşatmak hem de bilgi edinmek için "Nasıl görünüyor peki?" diye sordum. Arkadaşımı üzen o İtalyan kalasına edilecek iki çift sözüm vardı ama bunu sona saklıyordum. Öncesinde ona iyice çektirecektim.

"Kim, Luigi mi?"

"Yok Valentino, otelinizin uzay uydusundaki görüntüsü. Allah Allah, kim olacak? Tabii ki Luigi!"

"Dalgın."

"Daha çok dalar o derin denizlere de neyse şimdi konumuz bu değil."

"Neymiş bakalım konumuz, Lâl Hanım?" Sesindeki tatlı ve meraklı tını hoşuma gitmişti. Bana takılması hoştu. Aramızdaki sorunlara rağmen uzatmaması, hiçbir şey olmamış gibi davranması aslında rahatlatıcı bile hissettiriyordu zaman zaman.

"Kaç gibi dönersin eve?"

"Henüz belli değil. Neden sordun?"

"Şimdi ben bu senin iş toplantılarından, meşguliyet zımbırtılarından falan çok sıkıldım Valentino." Telefonun diğer ucunda çınlayan gülüşünü göz ardı ederek sözlerimin devamını getirdim. "O yüzden de akşam için özel bir gece hazırlıyorum. Birlikte vakit geçirelim istiyorum, erken gelebilir misin?"

"Lâl... Bugün çok fazla toplantım var."

"Ya hayır Valentino, itiraz kabul etmiyorum. Zaten günlerdir eve geldiğin yok. İşlerin de bitmek bilmiyor. Oturup insan gibi yemeğimizi yiyelim, vakit geçirelim biraz lütfen."

Telefonda süren kısa bir sessizlikten sonra "Peki, işlerimi erken bitirmeye çalışırım. Akşam yemeğine yetişeceğim." diye karşılık verdi.

"Harika! Akşam görüşürüz o zaman." Bir kelebeğin kanat çırpışı gibi heyecanla telefonu kapattım. Valent'ten gerekli sözü aldığıma göre akşam için hazırlıklara bakabilirdim.

Nina menüyü hazırlarken ben de ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. Neredeyse kıyafet dolabımdaki tüm güzel kıyafetleri yatağa sermiştim. Her birini üstümde tutup nasıl durduğuna bakıyordum. Sayısız kıyafet denedim. En sonunda ip askılı mor elbiseyi beğendim. Vücudumu güzel ve kıvrımlı gösteriyordu.

Aynada makyajımı yaparken sanki Valent'le ilk kez baş başa yemek yiyecekmişiz gibi heyecanlıydım. Düzleştirdiğim saçlarımı açık bıraktım ve kulağımın arkasına attım. İnce şeritli gri topuklu ayakkabımı giyip son kez kendime baktım. Gayet güzel görünüyordum.


Aşağıya indiğimde mükellef bir yemek sofrası hazırlamıştı Nina. Ona müteşekkir bir bakış attıktan sonra saate baktım. Masanın iki başına da mumlar koyup yaktım. Valent gelmek üzeredir, diye düşünerek masadaki yerimi aldım. Dirseklerimi masaya dayayıp ellerimi birleştirerek beklemeye başladım. Saat sekiz oldu, dokuz oldu ama gelen giden yoktu. Aramaya karar verdim. Gecikecekti herhâlde. Valent'i aradım ama açmadı. Sanırım hâlâ toplantıdaydı. Biraz daha bekleme kararı aldım.

Saat ona yaklaştığında Valentino aradı, hemen açtım. "Alo, Valentino nerede kaldın?"

"Lâl, üzgünüm. Şuan şirketteyim. Toplantı biraz uzadı, gecikebilirim. Sen beni bekleme, uyu."

"Valentino-"

"Telafi edeceğim, söz veriyorum. Şimdi kapatmam gerekiyor, döndüğümde konuşuruz. Sen beni bekleme."

Telefonu kapattığında bir an duraksadıktan sonra aldığım nefesi geri verdim. Sağ elim burun direğimde gezinirken sakin kalmaya çalışıyordum. Bir hevesle hazırlandığım akşam yemeği de çöp olmuştu. Buna üzülmem anormal olmasa gerekti değil mi?

Onu dinlemedim ve saat kaç olursa olsun geleceği zamanı beklemeye karar verdim. Saat on ikiye geldiğinde Nina'ya ve diğer yardımcılara odalarına çekilebileceklerini, geri kalanını kendim halledeceğimi söyledim. Telefonuma bir mesaj geldi. Dokuz'un numarasıydı. Bu da zırt pırt arayıp mesaj atıyordu. Ne alakaysa. Kardeşim Valentino'nun düşmanıysan git onu darla, beni ne diye darlıyorsun? Zaten benim derdim bana yetiyor. Bıkkınlıkla tıklayıp mesajı açtım.

Gönderen: +**** *** ** **

"Valentino şuan Zita'yla birlikte. Bilmeye hakkın var diye düşündüm."

Donup kaldım. Bunun mümkün olamayacağını düşündüm. Mümkün değildi çünkü Zita bize çok fazla zarar vermişti. Valentino onunla görüşmezdi. Bunca şeyden sonra hele? Asla. Bu beni harekete geçirmek için bilinçli yapılmış bir şeydi, çocuk dahi olsa anlardı bunu. Sonuçta bahsi geçen kişi Dokuz'du. Valent'in düşmanıydı. Elbette beni kışkırtmaya çalışıyordu. Ancak işte insanın içine düşen bu kurt, kontrolsüz bir biçimde bizi kemirirken olumsuz düşüncelerimize engel olmak mümkün değildi. Üstelik bunca yaşadığım şeyden sonra açıkçası dayanacak gücüm kalmamıştı.

Saat bire geliyordu. Yenilgiyi kabul etmiş bir biçimde, hayal kırıklığıyla yarısından fazlası erimiş mumları söndürdüm. Masanın başında dirseklerimi dayamış, birleştirdiğim ellerimin üzerine koydum yorgun yüzümü. Uyuyakalmışım.

Kapı sesini duysam da hâlâ uykulu bir biçimde başım masanın üzerinde, gözlerim kapalıydı. Yerimden hiç kalkmak istemedim. İçeriye gelen adımlar bana doğru yürürken istifimi bozmadım. O masayı ilk hazırlarkenki heyecanım yoktu. Saçlarımı okşarken kollarıma sarılan adam kulağıma fısıldadı. "Lâl... Bebeğim... Burada uyuyakalmışsın." Elmacık kemiğime bir öpücük kondurdu. "Hadi, kalk yatağımıza gidelim. Burada her yerin tutulacak." Kokumu içine çekti. "Sana beklememeni söylemiştim."

Gözlerimi aralarken başımı kaldırmadan karşılık verdim. "Zita'yla meşgul olduğun için mi beklememi istemedin?" Usulca başımı kaldırıp onunla yüzleştiğimde hafif şaşkın, ifadesiz gözleriyle bana bakıyordu.

❝Valentino❞

Arabam evin önünde durduğunda ışıkların hâlâ yandığını gördüm. Uyumamıştı. Beni beklemişti. Kapıdan içeri girdim. Mükemmel bir masa, sönmüş mumlar ve masanın başında uyuyakalmış Lâl. Kısa bir an gözlerimi kapadım. Üzgündüm. Mahcuptum.

Güzel bir sofra hazırlamış beni beklerken ona verdiğim sözü tutamamış, eve erken gelememiştim. Yavaşça yanına yaklaştım ve ürkütmeden saçlarını okşadım. Ona sarıldım. Elimde olsaydı saatlerce bekletmek şöyle dursun, onu bir an bile yalnız bırakmak istemezdim. Yorgunlukla uyuyakalmış kızın kulağına fısıldadım. "Lâl... Bebeğim... Burada uyuyakalmışsın." Yanağını öptüm. "Hadi, kalk yatağımıza gidelim. Burada her yerin tutulacak." Kokusunu içime çektim. Çok özlemiştim. "Sana beklememeni söylemiştim." Keşke söz dinleyip beni beklemeseydi, uyusaydı. Ama sofraya baktığımda benim için ne kadar uğraştığını görüp üzülmüştüm.

"Zita'yla meşgul olduğun için mi beklememi istemedin?"

Başını kaldırıp bana bakan kadının buz gibi gözleriyle karşı karşıya geldiğimde donup kalmıştım.

...

*

 

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ 120 Bin okunmaya özel yeni bölümümüze hoş geldiniz, hepimize hayırlı uğurlu olsun öncelikle! Görüyorum ki son bölümle yorumlarımızda hafif bir artış var, Allah bozmasın ve daha da arttırsın! Yorumlar çoğaldıkça yeni bölüm çok daha hızlı gelecektir, bilginize! Hatta şu kadarını söyleyeyim, bu bölüme bol yorum gelirse yeni bölüm 2 gün içinde bile gelir! 💖 Eveeettt, şimdi gelelim kuru fasulyenin faydalarına... Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümde neler olacak sizce? Yorum, tahmin ve isteklerinizi buraya yazabilirsiniz. Ayrıca hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazarsanız çok çok sevinirim, hepsini yazmak için sabırsızlanıyorummm. 💕 Bu arada 3. Kitap olacak mı diye sorular geliyor, aslında uzamaması için hepsini bu kitapta toplamak istiyordum ama buraya sığmayabileceği için 3. Kitaba bölmek zorunda kalabilirim, henüz belli değil ama şunu söyleyebilirim ki eğer 3. Kitap olursa bile bu son kitap olacak kesinlikle. Devamı olmayacak. Okunduğu için uzatıyorsun, tadı kaçıyor falan diyenler olacak, biliyorum ama alakası yok. Hele ki 5-6 kitaplık seriler varken bunu bana söylemeleri çok abes oluyor. Daha önce de söylediğim gibi bu olay örgüsünü hikâye yeni başladığı andan itibaren bu şekilde kurgulamıştım, okunduğu için uzatmıyorum sakız gibi. Sadece kurguladığım olay örgüsünün bu kadar uzun olacağını tahmin etmemiştim, 2 kitapta biter diye düşünüyordum ama kitap formatında hesaplayınca maalesef göründüğünden daha uzun oluyor. Bu yüzden uzadığını, kabak tadı verdiğini düşünenler okumamakta özgürler ama şöyle bir uyarıda bulunmadan geçemeyeceğim, eğer olursa 3. Kitap en aksiyonlu, en eğlenceli ve en güzel sonu hak eden kitap olacak. Okumayanların çok şey kaçıracağını söyleyebilirim. Çok renkli karakterler katılacak ve ilk günkü heyecanı taşıyan bir kitap olacak. 😍 Her neyse, şimdilik bana müsaade. Sizler yeni bölümle ilgili yorumlarınızı eksik etmezseniz inanın çok mutlu olurum, sevgiler ve de bol kokulu öpçükler! 😘☘️

 

•••

 

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

 

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

 

Loading...
0%