Yeni Üyelik
56.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 39/1

@buzlarkralicesi

-39/1-

❝Valentino❞

Toplantının olduğu salona geldiğimde masada Zita'nın da olduğunu gördüm. Yanımdaki Pietro ve Luigi'ye baktım. "Burada ne işi var?"

Bakışlarını masadan ayırmaksızın "Fanucci ailesini temsilen gelmiş." dedi Luigi.

Abisinin açıklaması üzerine kaşlarını çatan Pietro "Alberto'ya ne oldu?" diye söylendi. Genelde bu toplantılara Zita'nın kardeşi Alberto katılırdı ama bu radikal değişime hiçbirimiz anlam verememiştik.

"Zita'nın amacını biliyoruz." Luigi'nin kardeşine fırlattığı bilmiş bakışları bana döndü. "Valent'e yakın olmak için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktır."

Memnuniyetsiz bakışlarımı Zita'dan çekip toplantıdaki diğer adamlarla selamlaştım. Zita'yla yüz yüze gelmeden bana ayrılan yere oturdum. Bakışlarını benden ayırmadığını hissediyordum ancak ona bakmadım ve bana bakmasıyla ilgilenmedim.

❝Lâl❞

Zita'nın adını duyan adam şaşırmış görünüyordu. "Ne?" Tek kaşını kaldırarak "Bu da nereden çıktı?" diye ekledi sorusuna.

"Sen Zita'yla mı buluşuyorsun?'

"Hayır."

Nedense bakışlarını kaçırırken benden bir şeyler gizlediğini hissediyordum ve bu beni hem kızdırıyor hem de yaralıyordu. "Bana yalan söyleme, Valentino. Zita'yla mı görüşüyorsun?" Sessiz kalan ve gözlerime bakan adama sorumu başka bir biçimde yineledim. "Sana tek bir şey soracağım Valentino, gittiğin yerde Zita var mıydı yok muydu?"

"Lâl."

"Soruma cevap ver."

"Sakinleşirsen cevap vereceğim."

"Valentino, laf kalabalığına gerek yok." diye durdurdum onu. "Çok basit bir soru sordum, evet veya hayır cevabı yeter." İnancını kaybetmiş öfkeli bakışlarım onun gözlerini bulduğunda imalı bir sesle tekrar ettim. "O çok önemli toplantıda Zita da var mıydı?"

"Evet."

Aldığım yanıtla oturduğum yerden kalkıp sabır dileyerek odada volta atmaya başladım. "Demek Zita'yla birlikteydin."

"Hayır, Lâl. Onunla birlikte falan değildim."

Sağ elin alnımda gezinirken alayla güldüm. "Bir de Zita'yla buluşmuyorum diyorsun. Gözümün içine baka baka yalan söylüyorsun!"

"Yalan söylemiyorum, Lâl! Zita'yla buluşmuyorum, görüşmüyorum."

"Beni aptal yerine koyma Valentino! Seni seviyor olabilirim, sana âşık olabilirim ama salak değilim!"

"Elbette değilsin, seni aptal yerine koyduğum falan yok. Lütfen biraz sakin olur musun?" Sakinlikle izaha girişti. "Biriyle buluşmak, görüşmek başka, bir araya gelmek zorunda olmak başka." Benim sakin kalmaya çalışıp onu dinlediğimi görünce açıklayıcı bir ifadeyle söze girdi. "Ben bugün büyük ailelerin liderlerinden oluşan bir toplulukla önemli bir toplantıdaydım, evet. Tıpkı sana da söylediğim gibi. Ve Zita da Fanucci ailesini temsil eden kişi olarak oradaydı, bu kadar basit."

Hemen ardından "Bu kadar basit mi?" diye patladım. "Bu kadar basit mi Valentino? Sen o toplantıda Zita'nın da olacağını bile bile benden sakladın, söylemedin! Ve şimdi de basit bir şeymiş gibi anlatıyorsun."

"Lâl, onun geleceğini bilmiyordum. Bilseydim de söylemezdim, evet çünkü senin bu konudaki hassasiyetini biliyorum." Savunmaya geçmek üzere olduğumu fark eden adam elleriyle beni durdurarak ekledi. "Hassasiyetinde de haklısın, kabul ediyorum. Ama bazı şeyleri kendi keyfime göre düzenleyemem anlıyor musun?"

"Anlamıyorum Valentino. Ben artık senin yaptığın hiçbir şeyi anlamıyorum." Sözlerim sayıklar gibi çıkmıştı dudaklarımdan. Duyduklarıma, söylediklerine inanamıyordum. "Bu kadar basit demek her şey senin için. Bu kadar basit..."

"Lâl-"

"O kadın bebeğimizin ölümüne sebep oldu, Valentino! Bu kadar basit mi senin için?"

Usulca bana yaklaşıp kollarımdan tuttu yumuşakça. Çıplak kollarımı okşadı. "Lâl, böyle tepki vermekte haklısın. Ama senin de bilmediğin şeyler var."

"Nedir onlar?"

"Bak, Fanucci ailesiyle babamın zamanından beri bir anlaşmamız var. Ve bunu kafama estiği gibi sonlandıramam. Zita'nın ailesiyle iş ortaklığını bitirmek düşmanlık olarak algılanır. Bu alenen savaş çağrısı demek. Böyle bir karar sadece beni etkilemez, aileyi de etkiler. Aileye karşı lider olarak sorumluluklarım var."

Gözlerim dolu dolu olmuştu istemsizce. "Senin ailen ben değil miyim Valentino? Bana karşı da sorumlulukların yok mu?" Bir adım geri çekildim adamın kollarından kurtularak. "Bebeğimizin katiliyle nasıl görüşürsün? Bundan basit bir şeymiş gibi nasıl bahsedersin? Bebeğimizin kaybı sadece benim için mi bir şey ifade ediyor? Senin için hiç mi sızlamıyor?"

Üzgün gözlerini yüzümde gezdiren adam yenilgiyle her zaman çatık duran kaşlarını indirdi. "Lâl, nasıl böyle düşünürsün? Bahsi geçen bizim bebeğimizdi. Senin ve benim... Nasıl üzülmediğimi söylersin?"

"O zaman hâlâ Zita'yla görüşebilmeyi nasıl miden kaldırıyor? Bunu nasıl yapabiliyorsun Valentino?"

Karşımda sakinliğini korumaya gayret eden adam "Bak, eğer onun orada olduğunu bilseydim sana söylemezdim, evet. Ama oraya da gitmezdim. Aileyi temsilen Zita'nın geleceğini bilseydim çok farklı şekilde davranırdım. Bundan sonra da davranacağım gibi." diye karşılık verdi. "Zita'yla gerekmedikçe görüşmeyeceğim. Gerekli görüşmelere de Luigi veya Pietro'yu gönderebilirim. Gerekmedikçe böyle bir görüşme olmayacak. Eğer o toplantıda Zita'nın olduğunu bilseydim yapacağım tek şey bu olurdu." Az önceki uzlaşmacı ifadeden uzak, katı bir ifadeyle ekledi. "Ama Fanucci ailesiyle anlaşmamız sürmek zorunda."

"Bebeğimizin katiliyle görüşmeye devam edeceksin yani öyle mi?"

"Şimdilik." Açık bir kapı bırakırcasına "Hiçbir anlaşma sonsuza dek sürmez." demekle yetindi.

Başımı iki yana sallarken "Sana inanamıyorum, Valentino." diye mırıldandım. Kalbime sayısız bıçaklar saplanıyor gibi hissediyordum ve bunun tedavisi var mıydı bilmiyordum. Gözyaşlarından bulanıklaşmış görüş açıma rağmen karşımdaki adama arkamı dönüp merdivenlere doğru yürümeye başladım. Arkamdan gelip bir şeyler söylemesi benim için anlamsızdı o an. İçim sızlıyordu. Canım yanıyordu. Kendimi değersiz hissediyordum. Yaşadıklarımın anlamsız olduğunu. Çektiğim o kadar acının anlamsız olduğunu. Kaybettiğimiz bebek ikimizindi. Valentino nasıl ona öylece kayıp giden önemsiz bir kan pıhtısıymış gibi davranıp hayatına devam edebilirdi? Bu öylesine yaralayıcıydı ki tarif edemiyordum.

Odaya çıktığımda hemen kıyafet dolabımdan çıkardığım beyaz tişört ve gri eşofmanımı giyip yatağa uzandım. Yatağın Valent'e bakan tarafın aksine dönüp cenin pozisyonunda küçüldüm. Ardımdan odaya girip yatağa gelen adam omuzlarıma dokundu. "Lâl, lütfen böyle yapma. Seni böyle görmeye dayanamıyorum."

Beni böyle görmeye gerçekten dayanamıyor olsaydı hâlâ o kadınla görüşmezdi. Dayanamıyor olsaydı bir yolunu bulurdu. Bunu bana yapmazdı. İçimi böylesine acıtmazdı. Kavga etmeye mecalim yoktu. Zaten artık bunun bir faydası da yoktu. Anlamıştım. Tek kelime etmedim.

"Lâl, lütfen konuş benimle. Susma."

"Konuşulacak bir şey yok Valentino. Boş boş konuşup kafanı ütülemeye niyetim yok artık. Ne istiyorsan onu yap." Battaniyeyi üzerime çektim. "Yorgunum, uyuyacağım."

"Lütfen böyle yapma. Beni de üzüyorsun."

"Valentino, lütfen. Konuşmak istemiyorum, çok yorgunum. Sadece uyumak istiyorum." Uyumak ve her şeyi unutmak.

İlk tanıştığımızda kendi dünyasıyla ilgili anlattıkları aklıma doluşmuştu. Ettikleri sadakat yemini yankılanmıştı beynimde.

Aileye asla ihanet etmeyeceğime, dostlarımı canım pahasına koruyacağıma, karım ölüm döşeğinde olsa bile görevimi yerine getireceğime, yemin ederim.

Bana gözünü bile kırpmadan aileye karşı sorumlulukları olduğunu söylerken daha birkaç gün önce ailesi olduğuma dair sözlerini ezip geçmişti. Beni yok saymıştı. Güya ailesi bendim. Ailesi olmak şöyle dursun, artık neyi olduğumu bile bilmiyordum.

Yaşlarla dolu gözlerimi kapayarak uyumaya çalıştım. Belki o zaman içimdeki bu acıyı kısa süreli de olsa söküp atar, biraz olsun her şeyi unuturdum.

❝Valentino❞

"Konuşulacak bir şey yok Valentino. Boş boş konuşup kafanı ütülemeye niyetim yok artık. Ne istiyorsan onu yap. Yorgunum, uyuyacağım."

Lâl'in söylediği her şey beni derinden yaralıyordu. Ne hissettiğini anlıyordum. Onun benim dünyamı anlamadığının aksine. Anlayamamakta haklıydı. Onu suçlamıyordum. Ne kadar acı çektiğini de biliyordum. Görebiliyordum. "Lütfen böyle yapma. Beni de üzüyorsun."

"Valentino, lütfen. Konuşmak istemiyorum, çok yorgunum. Sadece uyumak istiyorum."

Bana arkasını dönen kızın kırgınlıkları kalbimi yaralıyordu. Bunun sadece benimle ilgili olmadığını anlatabilseydim keşke. Keyfi bir karar olmadığını. Ancak beni anlaması için elimden geleni yapacaktım. Bu durumun ona daha az değer verdiğim anlamına gelmediğini anlatacaktım. Sadece ona biraz zaman vermeliydim.

Bütün gece uyumadım. Sabaha karşı sızmışım. Uyandığımda saat çok erkendi. Lâl henüz uyuyordu. Sessizce giyinip odadan çıktım. Nina kahvaltıyı hazırlamıştı ancak yemek istemedim. Çalışma odama kapanıp işlerle ilgilendim. Böylece kafam dağılırdı. Gün boyu Nina'dan öğrendiğim kadarıyla hiçbir şey yememişti. Odamın camından bahçede oturduğu kamelyada onu seyrettim. Cansız bir bitki gibi öyle sessizce etrafı seyrediyordu. Keşke canının yanmasına engel olabilseydim.

Kapı çaldı ve Nina toplantı için Pietro ile Luigi'nin geldiği haberini verdi. İçeri almasını söyledim. Gelir gelmez bir terslik olduğunu anlamışlardı zaten. Bunu soran ilk kişi Pietro oldu.

"Neler oluyor Valent? Bahçede Lâl'i gördüm, hiç iyi değildi. Geldiğimizi fark etmedi bile."

Karşıma oturduklarında derin bir nefes aldım. O bu hâldeyken nefes almak bile o kadar zordu ki. "Dünkü toplantıda Zita'nın da olduğunu öğrendi."

Merakla "E yani?" diye sordu Luigi. Sıradan bir şeymiş gibi tepki vermesi çok normaldi. Onun için bu sıradan bir durumdu çünkü. Bizim hayatımızda böyle duygusallıklara yer yoktu. "Sorun ne?"

Pietro "Zita'yla olan olaylar yüzünden bebeği kaybettiği için." diye açıkladı abisine.

"Bağırıp çağırsa, etrafı yıksa bu kadar etkilenmezdim. Ama böyle susması..." İç geçirdim camdan dışarı bakarken. "Bütün gün hiçbir şey yemedi. Konuşmuyor. Orada öylece oturuyor. Üzüntüden hasta olacak diye endişe ediyorum."

Pietro "Bence onunla konuşmalısın." dedi sakince. "Bizim dünyamızı bilmediği için anlamaması çok normal. Belki de ona olan aşkının bittiğini ve Zita'yla görüşmek istediğini bile düşünüyor olabilir." İnanmayan bakışlarla karşılık verdiğimde kaşlarını kaldırdı. "Lâl'den bahsediyoruz. Ki bana sorarsan normal bir kadın bile durum böyleyken yanlış ve olumsuz düşüncelere kapılabilir."

İlk defa kendisinden beklenmeyen ılımlı bir ifadeyle söze girdi Luigi. "Haklı." Kardeşini onaylayarak başını salladı. "Bence artık Lâl ile açık açık konuşmanın zamanı geldi Valentino. Sadece bu konuyla ilgili de değil. Her şey için daha da geç olmadan tüm gerçekleri anlat ona." Dürüstlükle yineledi. "Konuş onunla. Durumu anlat. Bunun bizim için böyle olması gerektiği anlat ona. Anlayacaktır."

"Sanmıyorum, Luigi. En azından şuan için anlayabileceğini düşünmüyorum. Bebeğini kaybetmiş hassas bir kadından bunu anlamasını bekleyemem." Başımla onayladım istemsiz de olsa. "Haklı. Canı yanıyor." Yumruk yaptığım elim yavaşça masanın üzerine indi. "Onu böyle görmeye dayanamıyorum." Elim kolum bağlıydı. Bu kadar çaresizce hissetmek iğrenç bir histi.

Luigi "Ona hayatınla ilgili tüm gerçekleri söylemediğin sürece de canı yanmaya devam edecek, Valentino." diyerek itiraz etti. Ne düşüneceğimi ya da söyleyeceğimi umursamadan dürüstlüğünden ödün vermemeye devam ediyordu. "Affedersin ama bu yaptığın bencillik Valentino. Sırf onu kaybetmemek için, yanında kalsın diye susuyorsun ve onun acı çekmesine izin veriyorsun. Hayatınla ilgili gerçekleri söylemiyorsun, anlatmıyorsun ona."

"Çünkü kaldıramayacağını biliyorum, Luigi." Çenemi sıktığımda itiraf ettim. "Bu kadarını herkes kaldıramaz." Kısa bir an nefes alıp sakin kalmaya çalıştıktan sonra Pietro ve Luigi'ye ültimatom verdim. "Alberto'yla konuşun, bundan sonra benim olduğum toplantılarda muhatabımın o olmasını istiyorum."

❝Lâl❞

Sabah uyandığımda tüm vücudum dayak yemiş gibi ağrıyordu. Valent yoktu, benden önce uyanmıştı. Nina'ya sorduğumda çalışma odasında olduğunu söyledi. Tabii ya, çok önemli işleriyle ilgileniyor olmalıydı. Boş verdim.

Üstümü değiştirme zahmetine bile girmedim. Sadece kapşonlu hırkamı geçirip bahçeye çıktım. Kamelyalardan birine geçip oturdum. Dizlerimi karnıma çekip ellerimi sardım, sessizce ve amaçsızca etrafı seyrettim. Kanat çırpan kuşları.

Ne kadar zaman geçmişti aradan, bilmiyordum. Sessizliğe öyle alışmıştım ki Nikolai'nin sesiyle daldığım çukurdan çıkmam saniyelerimi aldım.

"Lâl Hanım, iyi misiniz?"

Yalnızca evet der gibi başımı sallamakla yetindim. Dert anlatmaya gücüm yoktu. Ancak karşımdaki adam ikna olmuş gibi değildi.

"İyi görünmüyorsunuz."

"Pek konuşabilecek durumda değilim, Nikolai."

Yavaşça başını sallayan adam çenesini kaşırken "Sanırım neye ihtiyacınız olduğunu anladım." diye karşılık verdi. Cansız bakışlarım merakla adama döndüğünde devam etti. "Benim canım sıkkın olduğunda gittiğim bir yer var, görmek ister misin?"

Sarhoş olduğum gece dışında ilk defa benimle senli benli konuşan adama önce temkinli ve merakla baktıktan sonra kararsız kaldım. Biraz düşündükten sonra başımla onayladım.

"Hadi o zaman, gidelim."

Peşine takıldığımda nereye gideceğimize dair en ufak bir fikrim yoktu. Arabaya bindik ve yol boyu konuşmadık. Ben yalnızca yolu seyrettim.

Arabadan indiğimizde ilkbaharın etkisiyle yeni yeşillenmiş bir tepeye gelmiştik. Etrafıma bakındım anlamayan gözlerle. "Neresi ki burası? Niye geldik buraya?"

"Burası, moralim bozukken kendimi dinlemek için geldiğim yer."

"Ne yapacağız burada?"

"İnsanlar içindekileri bağıramadıkları zaman hasta olurmuş biliyor muydun? Üzüntülerini içine sakladığında, dertlerini paylaşacağı biri bulamadığında." Tepeye doğru ilerledi ve tekrar arkasında bıraktığı bana döndü. "İçindekileri bu tepeye bağırmak sana iyi gelecek, bana güven."

Onun gözlerine baktığımda tanıdık birini gördüm. Halikarnas'ta arkasında bıraktığını sandığı ailesine meydan okuyan ve bir uçurumun tepesinden suya atlayan o çılgın kızı hatırlattı. Tepeye doğru yürüdüm ve Nikolai'den bir iki adım daha ileri gittim. Tepenin ucunda içimden geldiği gibi çığlık attım. Bunun bana ne kadar iyi geldiğini hissettiğimde arkamdaki adama dönüp güldüm. Bir terapi gibiydi. İçimdeki kötü duyguların zembereğinden boşaldığını hissediyordum. Tekrar tepeye dönüp bağırdım. "Zita'dan nefret ediyorum!" Nikolai'ye baktığımda benim gülüşüme o da mutlu bir gülüşle karşılık verdi. Ondan cesaret alarak gözlerim tepeye döndü ve bağırmaya devam ettim. "Başkan'dan da nefret ediyorum! Vural'ın ölmesine hiç üzülmedim!" İnsanların beni yargılamasından korktuğum gerçekleri bağırmak çok iyi gelmişti. Anlamsız çığlıklar atıp enerjimi boşaltmak. Bu iyi gelmişti.

Eve döndüğümüzde biraz olsun ferahlamış hissediyordum. Yenilenmiş gibi. Biraz daha iyileşmiş. Evin önüne geldik ve durup bir an kocaman eve ve içeriye baktım. Adamlarla dolu girişten içeri girerken yine bir karargâha gidiyormuş gibi gerilmiştim. İçim sıkılmıştı. Kasvet çökmüştü üstüme.

Bir an durup arkama döndüm. Benim ona dönmemle beraber adam da olduğu yerde duraksadı. "Nikolai..." Merakla söyleyeceklerimi bekleyen adam yüzüme bakarken tüm samimiyetimle "Bugün için teşekkür ederim." dedim. "Gerçekten bana çok iyi geldi."

"Ne zaman isterseniz."

"Sen diyebilirsin." Başımı yana yatırıp ekledim. "Beraber bir sürü şey paylaştık, dertleştik. Arkadaş olduk sayılır." Arkadaşça koluna dokundum. "Tekrar teşekkür ederim. Ben artık gitsem iyi olacak." Adam başını sallayarak onayladı ve ben bahçeye girene kadar bekledi. Sonra nöbet yerine geçti.

Bahçede ilerlerken evden çıkan Pietro'yla karşılaştık. Baş işaretiyle selamladı beni. "Lâl."

"Merhaba Pietro, nasılsın?"

"İyiyim." Ensesini kaşıyarak biraz çekingenlikle söze girdi adam. "Biraz konuşabilir miyiz?"

"Tabii. Kış bahçesine geçelim istersen." Olur dercesine başını sallayan adamla kış bahçesinden içeri geçtik. "Kahve ister misin?"

"Hayır, teşekürler. Ben çok uzatmadan konuya girsem iyi olacak." Karşıma oturdu. "Lâl... Valent'le aranızdaki gerginlikten haberim oldu. Ve tabii ne kadar üzüldüğünden de."

İç geçirdim ve dürüstlükle "Pietro açıkçası benim üzüntümün kimse için bir şey ifade ettiğini sanmıyorum." demekten hiç çekinmedim. Konuyla ilgili duygum buydu çünkü. Artık burada kalmam gerektiğine bile emin değilken ve Valent'le ilişkimiz bu kadar sallantıdayken başka ne düşünebilirdim ki?

"Böyle düşünmekte kendine göre haklısın Lâl ama bu doğru değil." Ilımlı bir ifadeyle başını salladı. "Bu konuyu konuşmak benim haddim değil. Valent'le sizin aranızdaki konular bunlar. Ama inan bana sen üzüldükçe Valentino daha çok üzülüyor."

"Pietro, Valentino'nun benim kadar üzüldüğünü sanmıyorum. O yüzden sen de kendini sıkma bu kadar."

"Yanılıyorsun Lâl. Sen Valent için çok değerlisin. Söz konusu yalnızca kendi hayatı olsa senin için dünyayı bile karşısına alabilecek kadar çok seviyor seni. Buna defalarca tanık olduğum için bu kadar emin konuşuyorum."

"Öyle mi?" Acı acı güldüm. "Belki kendini bile beni sevdiğine dair kandırabilecek kadar profesyonel bir yalancıdır ha, ne dersin?"

"Lâl, ona haksızlık ediyorsun."

"Pietro, Valent düşük yapmama sebep olan o kadınla görüşüyor ama haksızlığı ben yapıyorum öyle mi?"

"Bak, böyle düşündüğün için haksız bulmuyorum seni. Ama tek taraflı düşünüyorsun. Bizim dünyamız, kurallarımız farklı ve acımasız. Her şeyden önce duygusallığa yer yoktur. Dostluklar da düşmanlıklar da şartlara ve çıkara göre değişkenlik gösterir." Ellerini birbirine kenetledi ve derin bir nefes aldı adam. "Normal şartlarda Zita bebeğini kaybetmene doğrudan sebep olsaydı, yani onun düzenlediği bir komplo sonucu bebeğini kaybetseydin iki aile arasında gerçekten büyük bir düşmanlık başlardı. Ama şimdi dolaylı olarak bu duruma sebep olduğu için Valent Zita'nın ailesine savaş açarsa bunun ağır sonuçları olur. Ve bu yalnızca bizi etkilemez."

Sanırım ne demek istediğini biraz olsun anlamıştım. Ama bu yine de acımı hafifletmiyordu ki. Ayrıca Zita'yla görüşmüş olduğu gerçeğini göz ardı etsem bile Valent'in gözümün içine baka baka benden sakladığı sırları nasıl yok sayabilirdim? "Pietro, sebep sadece bu değil ki. Son zamanlarda Valentino kapalı bir kutu. O her şeyini benimle paylaşan, her anını benimle geçirmek için can atan adam yok artık. Sürekli sessiz, dalgın, durgun. Hep sinirli, gergin, düşünceli. Benden bir şeyler saklıyor. Ne düşünmemi bekliyorsunuz?"

"Valent gerçekten zor bir dönemden geçiyor, Lâl." Çekingen bir ifadeyle başını yana yatırıp itiraf etti. "Seninle paylaşmak istediği ama paylaşamadığı şeyler olduğunu da inkâr edemem. Ama seni kaybetmekten korkuyor. Belki de haklı. Bazı şeyleri bilmemen senin için daha iyi olacak."

"Demek sen de biliyorsun." Israr etsem de söylemeyeceğini, Valent'e sonsuz bir sadakatle bağlı olduğunu biliyordum. Bu yüzden sırrın ne olduğunu sormadım. "Benim için neyin iyi olacağına karar veriyorsunuz ama bununla nasıl başa çıkabileceğimi söylemiyorsunuz Pietro. İçinde bulunduğum bu durum benim için ne kadar zor farkında mısınız merak ediyorum."

"Yaşananlar için üzgünüm, empati kurduğumda hiç de kolay olmadığını anlayabiliyorum. Ama bilmen gereken tek şey, Valent'in seni gerçekten çok sevdiği. Ve seni bu hâlde görmeye dayanamadığı." Arkadaşça omzuma dokundu adam başını sallarken. "Sabırlı ol. Her ilişki bu tür çıkmazlara girer. Bu geçici bir süreç. Zamanla çözülecek."

Kabul veya ret belirten bir tepki vermedim ama "Teşekkür ederim, Pietro. Söylediklerini düşüneceğim." demekle yetindim.

Pietro gittiğinde yeniden bahçeye çıkıp oturdum. Uzun uzun düşündüm. İçeride nefes alamıyordum. Soğuk içime işlese de bahçe havası iyi geliyordu. Bir süre etrafa dalgın dalgın bakınıp düşünürken arkamdan gelen çim hışırtıları kulağıma çalındı. Arkama dönmedim. Saniyeler içinde yanıma gelenin Valent olduğunu sesinden anladım.

"Bir saattir burada oturuyorsun. Üşüteceksin." Omuzlarıma kalın bir şal sardıktan sonra yanıma oturdu. Bacakları açık, dirsekleri dizlerine dayanmıştı. Başını, parmaklarını birbirine kenetlediği ellerine yasladı. Bir süre hiç konuşmadan öylece yanımda durdu. Konuşmak isteyip konuşamıyor gibiydi. "Sen bir rüyadan ibaretken her şey zor ve imkânsızdı benim için. Nereden bilebilirdim ki rüyalarım gerçek olduğunda her şeyin çok daha zor olacağını?" İç geçirdi. "Sen mükemmel bir kadınsın. Buna inanmasan da benim için kusursuzsun. Senden başkasıyla olmayı düşünemem bile, Lâl." Sessiz kaldım. Gökyüzüne döndü bakışlarım. Bir şey diyebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Söyledikleri benim için anlamsızdı çünkü söz konusu aile olduğunda beni tek kalemde harcayabiliyordu. "Yüzüme bakmıyorsun."

Beklemediği bir anda yüzüne döndüm yorgunlukla. "Baktım. Memnun musun?"

Kaşları yavru bir köpek gibi inmişti. Üzgün görünüyordu. Sağ eli yanağıma dokunduğunda "Seni hak etmiyorum." diye mırıldandı. "Benim karanlık dünyam seni yutuyor. Dünyam... Öyle acımasız ki seni yaralıyor."

"Ne bu, ayrılık konuşması mı?" Dudaklarım kıvrıldı alayla. "Ayrı dünyaların insanlarıyız geyiğini yapmayacaksın değil mi?"

"Hayır, hayır senden ayrılmayı düşünemem bile. Sensiz nefes alamam. Yapamam..." Sayıklar gibi konuşurken beklenmedik bir biçimde sıkı sıkı sarıldı bana. "Beni bırakma Lâl. Ne olur bırakma beni." Dudaklarını saçlarıma bastırdığında kokumu içine çekti. "Yalvarırım gitme." Sanki gitmek istediğimi hissetmiş gibi karşımda yalvaran adamın davranışlarını anlamlandırmaya çalıştım. Aklım karmakarışıktı. Elimi kaldırıp sırtını okşamak isterken son anda vazgeçtim. Havada kalan elimi indirmek bana öyle zor gelmişti ki. "Seni kaybetmek istemiyorum."

"Ben..." Ne tepki vereceğimi bilemediğim için usulca ondan uzaklaştım. "Ben bunu yapamam Valentino. Hemen hiçbir şey olmamış gibi devam edemem." Cümlemin devamını merakla bekleyen adamın bakışlarına karşılık yutkundum. "Gidemiyorum, Valentino. Seni seviyorum. Ama bu beni o kadar yaralıyor ki... Kendimi nasıl tedavi edebilirim bilmiyorum." Gözlerine baktım. "Kendimi tedavi etmeyi öğrenene kadar bana biraz zaman ver. Devam etmemizin yolunu bulmam için... Bana zaman ver."

Oturduğum yerden kalkıp çaresizce oturan adamı arkamda bıraktım. Ağaçlık yola doğru yürürken kısa bir an arkama dönüp baktım. Valentino oturduğu yerden kalkıp eve giriyordu. Omuzları çökmüştü. Üzgündüm. Hem onun için hem de kendim için. Ne yapabilirdim ki? Yapamıyordum. Hiçbir şey olmamış gibi davranamıyordum. Kimin haklı olduğunu bilmiyordum, umurumda da değildi. Ama gördüğüm tek şey, ikimizin de ayrı yerlerde aynı mutsuzluğu paylaştığımızdı.

Usul usul bahçede yürürken telefonum çaldı. Arayan numaraya baktığımda bıkkınlıkla gözlerimi devirdim. Şimdi bütün sinirimi bu Dokuz mudur sekiz midir nedir, o doğrucu Davut'tan çıkaracaktım. Her seferinde mikser gibi ortalığı karıştırıp kayboluyordu. Aramasını yanıtladığımda kalan son sabrımla "Ne var yine?" diye homurdandım.

"Nasıl olduğunu merak ettim."

"Sana ne?" Sinirle soluk alıp verdim. "Sana ne kardeşim, sana ne! Ya sen kimsin de beni merak ediyorsun? Çıksana hayatımdan! Ne istiyorsun benden?"

"Sana yalanlar söyleyen adam için her zaman doğruları söyleyen birini paylıyorsun. Sence adil mi bu?"

O kadar sinirlerim bozuktu ki "Senden doğruları isteyen oldu mu? Belki ben kendi yalanlarımla mutluyum, sana ne?" diye patladım en sonunda.

"Seni avutacak yalanlardansa acıtacak gerçekleri tercih edecek kadar zeki bir kadın olduğunu biliyorum. Bu yüzden sevdiğin adamın esirgediği gerçekleri göstermeye çalışıyorum."

"Söylediklerinin gerçekliğine güvendiğimi de nereden çıkarıyorsun?" Bezginlikle iç geçirdim. "Kendini göstermekten bile aciz, korkak bir adamın söylediklerini ciddiye alacak değilim. Kapatıyorum."

Ben tam telefonu kapatmak için tuşa basacakken "Beni görmek istiyorsan göreceksin." dedi hattın diğer ucundaki gizemli ses. Tekrar telefonu kulağıma götürüp söyleyeceklerini dinledim. "Ve tüm sorularına yanıt alacaksın. Benim, Dokuz'un kim olduğunu, Anna'nın hikâyesini öğreneceksin. Tüm sorularının cevapları bende saklı. Tek şartım, buluşmaya yalnız gelmelisin. Gardiyanların olmadan."

Şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. Benimle buluşmasını beklemiyordum. Gizemli bir sesin arkasına saklanan birinden beklenmedik türden bir hareket. Ancak her şeyden şüphe duyan benim için bu da şüphe uyandırıcıydı. "Sana neden güvenecekmişim ki?"

"Beni görmek istiyorsan, bana güvenmek zorundasın ki ben de sana güvenebileyim. Ve bilmeni isterim ki, benden sana zarar gelmez. Asla yanındaki, yatağındaki adam kadar tehlikeli olamam." Kısa bir duraksamadan sonra ekledi. "Yarın 2'de attığım konumda olacağım. Gelmeni bekleyeceğim. Karar senin."

Hat kesildiğinde ne düşüneceğimi bilemez hâldeydim ve kafam karmakarışıktı. Gitmeli miydim bilmiyordum. Dokuz'dan kimseye bahsetmediğim için danışabileceğim biri de yoktu. Nasıl karar verecektim peki?

Elinde paketli askılarla bana doğru yürüyen Nikolai "Kıyafetleriniz kuru temizlemeden gelmiş, Nina'ya bırakıyorum." derken bende bir gariplik olduğunu sezmiş gibiydi. "Lâl Hanım, iyi misiniz?"

Onunla paylaşmalı mıydım? Bilmiyordum. Bugüne kadar paylaştığım hiçbir şeyi Valent'e yetiştirmemişti. İçimden bir ses ona güvenebileceğimi söylüyordu. "Bilmiyorum." Sağ elimi saçlarımın arasından geçirdim. "Artık iyi miyim, değil miyim ben de bilmiyorum."

"Anlamadım?"

"Sana bir şey danışmak istiyorum ama Valentino'ya yetiştirebileceğin ihtimali beni durduruyor." Merakla kaşlarını çattığında bana söylemeyeceğine dair bir söz vermemişken bile güvenilir hissettirmişti. Nedendir bilmem ama ilk tanıştığımız andan beri ondan sır çıkmazmış gibi ketum bir görüntüsü vardı.

"Lâl Hanım, her şey yolunda mı?"

Ellerim saçlarımda gezinirken beklenmedik bir anda çözülüverdim. "Valent'in bir düşmanı var. Dokuz. Beni sürekli arayıp gizemli mesajlar atıyor."

"Ne?" Aniden "Bunu hemen Don Riccardo'ya söylemeliyiz." diyerek hızlı bir adım attı.

Kolundan tutup durdurdum. "Saçmalama Nikolai! Ben ne dedim az önce? Valent'e söylemeyeceğiz."

"Neden?"

"Bak, belli ki bu adam mıdır kadın mıdır nedir Valent'le ilgili bir şeyler biliyor. Valent'ten haberler uçurup duruyor istemediğim hâlde. Onun sırları olduğundan ve benden sakladığından bahsediyor." Merakla dudağımı büktüm. "Ne hikmetse söylediği her şey doğru çıktı bugüne kadar. Valent'in Zita'yla buluştuğunu söylediği her an gerçekten de oradaydı." Aklım bulanmıştı. "Offf... Bilmiyorum Nikolai. Şimdi de kendisiyle buluşmaya gittiğim takdirde Valent hakkında merak ettiğim tüm sırları ve gerçekleri anlatacağını söylüyor. Yarın bir yere çağırdı beni. Yalnız gelmem gerektiğini şart koştu." Söylediklerime anlam veremeyen adamın sorgulayıcı bakışlarıyla ekledim. "Valent benden bir şeyler saklıyor Nikolai. Ve belki de bunu öğrenmemin tek yolu bu." Kendisinden bir yanıt bekler gibi kaşlarımı çattım. "Sence gitmeli miyim?"

Düşünceli bir biçimde dudakları bükülen adam olumlu bir yanıt vereceğe benzemiyordu. "Lâl Hanım... Bunun çok güvenli bir yol olduğunu sanmıyorum."

"Valent'e ne zaman ailesiyle ya da geçmişiyle ilgili sorular sorsam hep geçiştirdi beni. Kapalı kutu gibi. Defalarca söylemesi için fırsat verdim ama söylemeyi, anlatmayı reddetti. Ben sonsuza dek beklesem de Valentino bana öğrenmek istediklerimi anlatmayacak."

"Bana kalırsa Don Riccardo'nun haberi olmadan böyle bir şey yapmamalısınız. Bu çok tehlikeli olur."

"Saf saf konuşma Nikolai, sanki söylesem izin verecek."

Düşünceli bir biçimde çenesini kaşıyan adam çözüm üretmeye çalışıyor gibiydi. "O hâlde izin verin, ben de geleyim. Böylesi daha güvenli olur."

"Ama bana yalnız gelmemi söyledi."

"Onu tanımıyoruz, kim olduğunu bilmiyoruz. Ya tehlikeli biriyse? Size zarar verirse?" Kati suretle başını iki yana salladı. "Sizi yalnız bırakamam." Yatıştırıcı bir ses tonuyla ekledi. "Ben gizli bir yerden sizi izlerim. Böylece bir tehlike anında sizi koruyabilirim, güvende olursunuz."

"Öyle mi diyorsun?" Kararsız kalmıştım.

"Elbette."

Biraz düşündükten sonra Nikolai'nin söylediklerini mantıklı buldum. Tanımadığım biriyle yalnız başıma buluşmaya gitmenin çok da akıl kârı olmadığına kanaat getirdim. "Peki o zaman." Başımı yana yatırıp ikna oldum. "Tamam, öyle yapalım." Başımı çevirip ışıkları ışıl ışıl parlayan eve baktıktan sonra adama döndüm. "O zaman yarın sözleştiğimiz saatte."

Onayladı adam. "Sözleştiğiniz saatte." Aklına son anda gelmiş gibi ekledi. "Buluşacağınız yerin konumunu da bana atarsanız sevinirim. Nereye gideceğimizi bilmek isterim." Başını salladı ve "Herhangi bir önlem almam gerekiyorsa diye." dedi açıklayıcı bir ifadeyle.

"Tabii, atarım ben sana konumu. Şimdi eve girsem iyi olacak."

Nikolai'yi arkamda bırakarak bahçede ilerledim ve giriş kapısına yürüdüm. Evden içeri girdiğimde Valentino büyük salondaki koltukta oturmuş içkisini yudumluyordu. Düşünceli gözlerini karşısına dikmiş öylece duruyordu.

Bir süre onu izledikten sonra kesik kesik nefes almaya çalıştım. İçim sıkılıyordu. Onunla bu şekilde olmaya dayanamıyordum. Çok karmaşıktı. Bir an öyle bir şey yapıyordu ki bu adam beni seviyor dedirtiyordu. Başka bir an ise yaptığı bir şeyle bu nasıl sevgi diye düşünmeme sebep oluyordu. Belki de artık beni sevmiyordu ama kendine bile itiraf edemiyordu. Ya da seviyordu ama zor bir dönemden geçiyorduk. Bunu nasıl anlayabilirdim bilmiyordum.

Merdivenlerden yukarı çıktım ve odamıza girdim. Berjerin üzerinde duran gri eşofmanlarımı giyip yatağa uzandım ve uyumaya çalıştım. Çok yorgundum ama tüm gece düşünmekten uyuyamamıştım.

Sabah kalktığımda Valentino yoktu. Yine toplantı için otele gittiğini öğrendiğimde bu işime bile geldi. Buluşmaya rahatlıkla gidebilecektim.

Kot pantolon ve kiremit rengi dar kesim bir bluz giydim. Kiremit rengi uzun botlarımı giydim. İlkbahara girsek de hâlâ hafif soğuk bir kış havası vardı. Ceketimi giyip çantamı aldığımda derin bir nefes alıp merdivenlerden aşağı indim.

Buluşma saatinden önce prova için Club V'ye gitmem gerekiyordu. Sahne alacağım güne az kalmıştı. Nikolai arabayı hazırlamış kapıda bekliyordu. Sadece gözlerimizle anlaştık ve kapısını açtığı arka koltuğa oturdum. "Kulübe gidiyoruz."

İtaatkâr bir baş işaretiyle arabayı çalıştırdı Nikolai. Kulübe geldiğimde Haldun abi her şeyi hazırlamış neşeyle beni bekliyordu.

"Lâl, burası bir harika! Ömrümün sonuna kadar İtalya'da yaşayabilirim biliyor musun?" Yüzündeki parıltıya bakılırsa oldukça keyifli görünüyordu. "İyi ki senin işlerin sayesinde Valentino buraya gelmemi rica etti. Meğer benim özlediğim hayat buymuş."

Tebessümle karşılık verdim. "Burada mutlu olmana sevindim Haldun abi."

"Riccardo da beni çok iyi ağırlıyor sağ olsun."

"Nerede kalıyorsun?"

"Nerede olacak, Riccardo'nun otelinde. Çok konforlu gerçekten." Saatine baktı. "Yabancı şarkılardan güzel bir repertuar hazırladık, senin daha önce üzerinde çalıştığın şarkılar seçtik. Zorlanacağını düşünmüyorum. Provaya gecikmeyelim istersen."

"Tamam, iyi olur. Benim de işim var bugün, erken çıkmam gerekecek."

Prova için ayrılmış diğer sahneye geçtiğimizde Nikolai da gelmişti. Sahnenin karşısında kulüp güvenliğiyle bir şeyler konuşuyordu. Orkestra hazır olduğunda şarkımı söylemeye başlamıştım. Nikolai şarkı başladığında bodyguardlarla konuşmayı bırakıp yüzünü sahneye döndü. Hipnotize olmuş gibi can kulağıyla şarkılarımı dinledi. Bütün dinleyicilerim bu kadar ilgili olacaksa buradaki sahne hayatım oldukça zevkli geçecek demektir.

Prova bittiğinde sahneden indim." Eee nasıl buldun?" Yeni aklıma gelmiş gibi "Sen ilk defa beni dinliyordun değil mi?" diye sordum.

Yüzünde memnuniyetini gizleme gayreti olmayan bir parıltı vardı ve "Gerçekten muhteşemdiniz." diye karşılık verdi Nikolai. "Olağanüstü."

Gülümseyerek "Teşekkür ederim." Saatime baktığımda buluşma zamanının yaklaştığını fark ettim. "Gecikmeden çıkalım istersen."

"Elbette, buyurun."

Bana yol verdikten sonra arkamdan çıkışa doğru yürüdü. Nikolai'nin açtığı kapıdan içeri girip arka koltuğa oturdum.

Haldun abiyle vedalaşmadan çıktığım için beni aradığında acil bir işim olduğunu, daha sonra konuşacağımızı söyleyip geçiştirdim. Şimdi çok daha önemli bir işim vardı. Bir iz üstündeydim.

Düşünceli bir biçimde etrafı seyrederken Nikolai'nin "Tedirgin misiniz?" sorusuyla bakışlarım ona döndü. "Emin değilseniz geri dönebiliriz."

Başımı iki yana salladım. "Yo, yo hayır." İç geçirdim. "Bütün gece uyuyamadım." İtiraf etmem gereken bir şeyi söyler gibi ekledim. "Bunun olması gerekiyor Nikolai. Artık her ne varsa öğrenmem gerekiyor ki yolumuza devam edebilelim."

Yolculuk boyunca düşündüm. Bu ilişki nereye gidiyordu? Ve öğreneceğim ne gibi bir şey bu ilişkiyi bitirebilirdi ki? Ona olan aşkımı nasıl bir sır bitirebilirdi? Öğreneceklerimin gerginliği şimdiden vücudumun sarsılmasına sebep olmuştu.

Buluşma yerine yakın bir yolda durduk. "Burada insem iyi olacak."

Onaylayarak inmemi bekledi Nikolai. "Ben sizi yakından izleyeceğim. Gözüm üzerinizde olacak. Bir tehlike anında işaret verin, yeter."

"Tamam Nikolai. Bir şey olmayacak, merak etme."

"Umarım." O benden de gergin görünüyordu. "Dikkat edin."

Tamam der gibi başımı salladıktan sonra arabadan indim ve buluşma yerine kadar yürüdüm. Burası geniş ve yürüme kortu olan bir parktı. Kolumdaki saate baktığımda buluşma saatinin geldiğini fark ettim. Dairesel hareketlerle aynı yerde dolandım durdum. Yarım saat geçti ama Dokuz denen adam hâlâ gelmemişti. Bütün gün onu burada bekleyecek hâlim yoktu. Valentino tekrar eve geldiğinde beni göremezse yeni bir tatsızlık çıksın istemiyordum. Zaten aramız kötüydü. Lânet olası numarasını aradım. İkinci çalışta açtı. "Neredesin?"

"Sana yalnız gelmeni söylemiştim. Anlaşmamızı bozdun."

"Ne?"

"Gardiyanlarınla gelmemeni söylemiştim. Birbirimize güvenmeniz esastı, Lâl. Takip mesafesinde yakın koruman bizi izlerken seninle konuşamam." İç geçirdi. "Sana güvenebileceğimi düşünmüştüm ama Valentino'dan hakkımda her ne duyduysan epey gözün korkmuş olmalı."

"Valent'le aramızda konuşabileceğimiz kadar önemli bir gündem değilsin. Hangi akla hizmet seni dinleyip buraya geldiysem... Ben gidiyorum."

"Benden sana zarar gelmez, Lâl. Bu kadar korkma. Eğer bugün yalnız gelmeyi cesaret edebilseydin her şeyi öğrenecektin. Tüm gerçekleri."

"Hiçbir bok bildiğin yok değil mi? Beni kandırıyorsun."

"Asla." Kati bir suretle reddedişi sesindeki ifadeden de anlaşılıyordu. "Normal şartlarda birine ikinci şans vermem. Ama Lâl, sen başkasın. Bu yüzden cesaretini toplayıp benimle görüşmek istersen haberim olsun. Ben tüm gerçekleri sana anlatmaya hazırım."

Telefonu kapattım. Allah'ın cezası benimle nasıl da oynuyordu. Ama suç bendeydi, ne diye geldiysem buraya. Asıl soru, yalnız olmadığımı nasıl anlamıştı? Sanırım bu adamın eli kolu benim sandığımdan daha uzundu. Belki Valent'in beni asıl korumaya çalıştığı kişi de Dokuz'du. Bilemiyordum. Bana hiçbir şeyi anlatmadığı için.

Uzun bir yolun ardından Nikolai'yle ayrıldığımız yere gelip arabaya bindim. Sabırsızlıkla söyleyeceklerimi bekleyen adam aynadan bana bakıyordu. Bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi.

Öfkeyle iç geçirdim. "Gelmedi." Gözlerimi devirerek "Yalnız gelmediğimi anlamış." dedim. "Ya ne biçim bir adam bu? Her yerde gözü var!" Allak bullak olmuş adamın yüzüne baktım. "Eve gidelim. Daha provaya gideceğim, hazırlanmam lazım."

Eve geldiğimde hüsrana uğramıştım. Tüm gece bunu düşünmüştüm. Valent hakkında ne öğreneceğimi, benden ne salladığını. Güya bugün bu iş bitecekt. Gizlenen her ne haltsa ortaya çıkacaktı, ben de rahatlayacaktım. Öyle olmadı. Tef gibi gerilmiştim. İçimdeki bu gerilim bir sonuca varamadığım için arttıkça artmıştı.

İçeri girdiğimde öfkeyle beni bekleyen Valentino, elleri ceplerinde yüzünü bana döndü. Deja vu. Sanırım ben bu anı daha önce yaşamıştım.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Yeni bölümle karşınızdayım! Bakın, bu sefer erken getirdim. 😍 Yorumlarınızı eksik etmediğiniz takdirde yeni bölümler daha erken gelir. 💖 Multimedyayla ilgili sürekli bir sorun çıktığı için bölüm başına yine müzik koyamadım. ☘️ Bu bölümü neoluyorbuhayatta , golgicox , _iremsell , helioswift , ozgemrm , fuckinceg26 , mabelanddipperxzs , BelirsizKii0 , husaynnn , BeyzanurKaya318 ,nzfn53 , LeylaKumru , Wvweever , DuyguMersinnn , Nesligiller , gmgm4941 , rabiaolgun1 , pekKrml , ssnwjajja , filmseverkoala , damonlovers00 , cagla675 , zozkarlikli , delidoluu33 , ozumdensozume okurlarıma armağan ediyorum! Umarım beğenirsiniz. 💖 Bölüm hakkındaki duygu ve düşünceleriniz neler? Benimle paylaşın, tam olarak buraya yazabilirsiniz. ✨ Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi ve istek sahnelerinizi de buraya yazabilirsiniz. Bu bitmek bilmeyen Valent'in sırrı olayından sizce ne çıkacak? Tahminlerinizi ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

 

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

 

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

 

Loading...
0%