@buzlarkralicesi
|
-39/2- ❝Lâl❞ Çatık kaşlarıyla ve korkutucu gözleriyle bana bakan adamla göz göze geldim. Ne tepki vereceğini az çok biliyordum. Beklediğim gibi de oldu. Bana doğru bir adım attı ve ellerini ceplerinden çıkardı. "Neredesin sen?" Hafifletici bir sebep sunar gibi "Nikolai de yanımdaydı bu kez. Yalnız gitmedim." yanıtını verdim. "Sorumun cevabı bu değil." Çok öfkeli olmasına rağmen kendini dizginlemeye çalışıyor gibiydi. Dişlerini sıktı. "Ne cehennemdeydin?" "Ben..." Tuhaf sırlarını öğrenmek için düşmanınla buluşmaya gittim diyemezdim. Fazla radikal bir cevap olurdu. Ne diyeceğimi bilemez hâlde gevelerken telefonum çaldı. İsteksiz de olsa telefonumu elime aldığımda Dokuz'un aradığını gördüm. Gerildim, elim ayağım birbirine dolandı. Gözü beni arayan numaraya takılırken adam sertçe elimden çekip aldı ve telefonu açtı. "Bana bak orospu çocuğu, bir daha bu numarayı ararsan seni bulduğum yerde gebertirim. Senin derdin benimle, cesaretin varsa karşıma çık! Ondan uzak dur!" Ağzına geleni söyleyip telefonu kapattıktan sonra delici bakışları bana döndü. Sıra bana gelmişti. Artık inkâr etmemin bir anlamı yoktu. Her şey ortadaydı. "Valentino..." Kaşlarını kaldırdı hayretle. "Demek artık bana bir şeyler söylemeye karar verdin ha?" Duraksadı. Birkaç adımda benimle burun buruna geldi. Gözlerindeki alevle daha yakından temas etmek yakıcıydı. Ve korkutucu. "Dokuz seni arayıp duruyordu, bana söylemedin. Ve onunla buluşmaya gittin." "Evet." İnkâr edecek hâlim yoktu. Zaten inkâr edilecek bir durumum da kalmamıştı. Her şeyi öğrenmişti, farkındaydı. "Şimdi anlaşıldı. Anna kim diye neden sorduğun, Zita'yla olduğum haberlerini kimden aldığın. Her şey açıklığa kavuştu. Ben de Lâl tüm bunları nereden öğreniyor diye düşünüp duruyordum." Başını aşağı yukarı sallarken gerçeğe yeni ayılmıştı. "Bu adam seni rahatsız ediyor, bana haber vermiyorsun. Bana güvenemiyorsun ama tanımadığın o adama güvenip onunla buluşmaya gidiyorsun!" Cümlenin devamında sözleri bir aslanın kükreyişine benzemişti. Sesi yükselmiş, artık bağırmaya başlamıştı. Aynı yüksek ses tonuyla karşılık verdim. "Çünkü sen bana hiçbir şey anlatmıyorsun! Defalarca sana şans verdim, ne olursa olsun benimle paylaşabilirsin dediğim hâlde bana anlatmadın!" Geri adım attığımda öfkeyle bağırdı. "Ne yapmaya çalışıyorsun, Lâl? Tanımadığın o adamdan hakkımda ne duymayı umuyorsun?" "Senin anlatmadıklarını!" Bıkkınlıkla soludum. "Valentino sen bana hiçbir şey anlatmıyorsun. Son zamanlarda yaşadıklarımıza bir baksana! Çok zor günler geçirdik, kabul ama yine de bir aradayız. Bizim seninle aşamayacağımız hiçbir şey yokken neden benden bir şeyler saklayıp duruyorsun?" Onu onun silahıyla vurmanın verdiği haklılıkla ekledim. "Aynı şey için sen de bana kızarken hem de!" "Lâl, aynı şey değil. Ben senin gibi canımı tehlikeye atmadım." Sinirle gözlerini kapatıp başını iki yana salladıktan sonra devam etti. "Neden her şeyin altında bir şeyler arıyorsun, neden sana söylediklerimle yetinmiyorsun? Bir şey yok dediysem yok!" "Çünkü yalan söylüyorsun Valentino! Beni aptal yerine koyuyorsun. Bir şeyler olduğu açık. Son zamanlarda hep çok gergin ve öfkelisin. Hep çok meşgulsün. Kendine de bana da iş icat edip duruyorsun." Soru dolu bakışlarına karşılık "Sırf sırlarının peşinden koşacak vaktim olmasın diye Club V'deki programımı erkene almandan bahsediyorum." diye açıkladım. İnkâr etmedi. "Ben bunları anlamıyor muyum sanıyorsun? Çocuk gibi eğleyip duruyorsun beni! Bazı şeylerden uzak tutmaya çalışıyorsun, aklınca koruyorsun ama yaptığın şey tam anlamıyla beni aptal yerine koymak!" "O adamla konuşmanın, görüşmenin tek bir mantıklı açıklaması yok." Burnumun ucuna kadar gelip gözlerini bana dikti, tane tane konuştu. "Geçmişteki hayaletleri kovalamaktan vazgeç, Lâl. Ben seninleyim. Biz birbirimize aidiz. Önemli olan da bu." "Yalanlarının hiçbir önemi yok yani." "Geçmiş geçmişte kaldı." "Hiçbir şeyin geçmişte kaldığı yok!" Dişlerinin arasından "Dokuz denen o piç kurusuyla bir daha görüşmeyeceksin. Telefonlarına bakmayacaksın!" diye homurdandı uyarırcasına. "Bana emir vermeyi kes Valentino!" Karşı karşıya geldiğim adamın buyurgan tavırları beni çileden çıkarıyordu. "Ayrıca sen Zita'yla görüşünce sorun yok, ben senin benden esirgediğin gerçekler için Dokuz'un görüşme teklifini kabul edince mi sorun oluyor?" Basit karşıladığı o görüşmeye karşılık ekledim. "Sen bebeğimizin katiliyle görüşüyorsun! Ellerinde bebeğimizin kanı var!" "Yeter!" Havaya kalkan eli duvara indiğinde karşımdaki adamın gözlerinden alevler fışkırıyordu. Yamulan duvarın yere süzülen döküntülerinden başımı kaldırıp tekrar karşımdaki korkunç bakışlara döndüm. Gözleri kıpkırmızı olmuş, öfkeli ve üzgün bir biçimde bana bakıyordu. "Sürekli beni suçlamandan bıktım! Yoruldum, tükendim! Anlıyor musun? Tükendim!" Bir süre birbirimize baktığımızda içimdeki yangını dizginleyemezken onun içindeki volkanı da ayna gibi görebiliyordum gözlerinde. Bir şey söylemedi. Kapıyı çarpıp çıktı. Bu kez ileri gitmiştim. Bunu anlamıştım ama çok geç olmuştu. Onun kalbini kırmıştım. Öfkesi dinebilirdi. Ama ya kırgınlığı? Sürekli bizi koruyamadığı için onu suçlarken ben neydim acaba? Bir bebeği korumak annesinin görevidir. Zita ben izin vermediğim takdirde beni üzemezdi, etkileyemezdi. Kendimi üzüp kahrederek bebeğimi tehlikeye atan da bendim, onu kaybetmemize sebep olan da. Oysa ben kalkıp başıma gelen her şeyden Valent'i suçlamıştım hep. Kendi lanetlenmiş hayatıma bakmaksızın. Gözlerim tuzlu gözyaşlarıyla yanıyordu. İşte böyle böyle Valent'i kendimden uzaklaştırıyordum. Belki yarın öbür gün içindeki sevgiyi böylece bitirmiş olacaktım. Artık beni yanında istemeyecekti. Sürekli onu suçlayan, onunla kavga eden, huzur bırakmayan bir kadınla olmaktan bıkacaktı. Ayrılmak isteyecekti benden. Geriye kalan, ailem dediğim son kişiyi de böyle kaybedecektim belki. Ne içimdeki kırgınlığın iyileşmesi için bir tedavi, ne de Valent'i kaybetmemek için bir çare bulamıyordum artık. Kendi çaresizliğimin içinde kaybolmuştum. Bahçeye çıktım biraz hava almak için. Artık nefes alamıyordum. Bebekten sonra daha da çoğalmıştı bu durum. Krizler, nefes alamama, kötü kâbuslar... Artık kapalı alanlarda bile öyle uzun süre kalamıyordum. Hayatımda savaşmam gereken çok fazla düşman gölge vardı ama sanırım bana en zarar veren düşman yine kendimden başkası değildim. Kendimi de Valent'i de tüketmiştim. Kamelyalardan birine yığılırcasına oturur oturmaz koy verdim kendimi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bir süre sonra yanıma Nikolai'nin oturduğunu fark ettim. Bana uzattığı mendili aldım ve burnumu silerken ona bakmadan mırıldandım. "Sen uyarmıştın aslında beni. Kızacağını söylemiştin." Ben demiştim bakışını atmaktan çok uzak bir ifadeyle bakıyordu bana. Merhametle kaşlarını indirdi. "İyi misin?" Hıçkırıklarımın arasından konuşamadım bile. Başımı iki yana sallayabildim yalnızca. Bir süre nefes alıp verdim ve yutkunarak sakinleşmeye çalıştım. "Ne yapacağım ben şimdi? Onu kaybediyorum." "Sen çok özel bir kadınsın. Hiçbir erkek seni kaybetmek istemez." Uzun bir sessizliğin ardından ona döndüm ve bana bakışlarını yakaladım. Gözlerime baktı ve hiç beklemediğim bir anda parmaklarıyla gözyaşlarımı silerken dudaklarıma yapıştı. Ben ani bir refleksle geri çekilip suratına tokadı patlattığımda şok olmuş durumdaydım. Ayağa kalkıp "Ne yapıyorsun sen?" diye bağırdım öfkeyle. Elimin tersiyle sertçe dudaklarımı sildim. Midem bulandı. Neye uğradığımı şaşırdım. O da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. Kekeledi. "B-Ben... Ben... Çok, Ç-Çok özür dilerim. Ben sadece..." Şoktaydım. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Nasıl cesaret edebilirdi buna? Bu durumu Valent'e söylemem gerektiğini biliyordum. Söylemeliydim. Ama söyleseydim olabilecekleri düşünmek dahi istemiyordum. Aramız zaten bozuktu, bir de bunu söyleyip yeni bir kaos mu yaratacaktım? Hayır, yapamazdım bunu. Valent Nikolai'yi öldürürdü. Benim yüzümden böyle bir şeyin olmasını da istemezdim. Şaşkın bir hâldeydim üstelik. İşaret parmağımı tehditkâr bir biçimde sallarken "Bir daha böyle bir şey yaparsan Valentino'ya söylemek zorunda kalırım ve senin için hiç iyi olmaz!" diye bağırdım. Ayağa kalkan ve dert anlatmaya çalışan adamı gövdesinden ittim. "Benden uzak dur!" Hemen terk ettim orayı ve hızlı adımlarla bahçede ilerledim. Koruluklarda uzun uzun yürüdüm. Kafamı toplamaya çalıştım. Büyük bir kaosun içine düşmüştüm. Nikolai bu yabancı yerde kendimi yakın hissettiğim bir arkadaştı benim için. Bir dert ortağı. Onu iyi bir arkadaşım gibi görürken böyle bir şeyi hiç beklemezdim. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemez bir hâlde uzun süre yürüdükten sonra eve geldim. İçeri girdiğimde Valentino salondaki L koltuğun ortasında oturmuş içiyordu. Gittiğinde döneceğini düşünmemiştim. Yine geceyi dışarıda geçirir, ben de nerede bu adam diye kendi kendimi yerim diye düşünüyordum. Eve dönmüştü. Üstünde siyah penyesi ve eşofmanı vardı. Darmadağın görünüyordu ve boş içki şişesine bakılırsa fazla içmişti. Hâlâ içmeye devam ediyordu. Onu öyle bir süre izledikten sonra içim cız etti. Yukarı çıkmak istedim. Daha fazla konuşmak bize iyi gelmeyecekti. Tam merdivenlere yönelecekken adamın sesiyle duraksadım. "Gideceksin." Bakışları bana dönmüştü. Elindeki içki bardağına kısa bir an baktıktan sonra bir yudum daha aldı ve "Beni bırakıp yine gideceksin." diye mırıldandı. Ona doğru birkaç adım attığımda sıkıntılı bir nefes verdim. "Hayır, Valentino. Bir yere gittiğim yok." Ofladım. Defalarca gitmemiş miydim zaten? Gitmiştim. Terk etmiştim burayı. Bir işe yaramış mıydı? Hayır. Onu terk etmek, ondan gitmek kolay değildi. Ve daha da kötüsü, bir işe de yaramıyordu. Onu gittiğim her yere içimde taşıyordum. Bu yüzden kalıp mücadele etmeye çabalıyordum. Onunla yüz yüze geldiğimde gözlerinin kan çanağı gibi olduğunu fark ettim ve endişelendim. Eğilip ellerimin arasına aldığım yüzüne baktım. "Sen... Ağladın mı?" Onu ilk defa böyle görüyordum. İlk defa bu kadar sarhoş. İlk defa bu kadar kontrolden çıkmış. Başını iki yana sallayıp hiçbir şey söylemedi. Yüzü üzüntüyle kararmış olan adam her zaman gördüğümün aksine duygusal görünüyordu. Onu böyle görmeye nasıl dayanabilirdim ki? "Valentino..." Başını göğsüme yaslayıp nefes aldım. Yaramın sebebini yaramın tam üstüne koydum sızlamasını önemsemeden. "Seninle ne yapacağımı bilmiyorum. Birbirimizle ne yapacağız, bilmiyorum." Sağ elimi saçlarına daldırdım ve okşamaya başladım. "Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı?" "Seni seviyorum." Yuvarlanan kelimeleri kalbime saplanırken gözyaşlarımı tutamamıştım. "Seni seviyorum, Lâl. Ama... Bu seni yaralıyor." Usulca başımı sallayarak "Evet, yaralıyor." sözleriyle onaylarken birbirimizi ne kadar yaraladığımızı düşündüm. "Ama beni tedavi eden yine senin aşkın olabilir. Bu zehrin panzehiri nedir, henüz bilmiyorum." Alt dudağım titredi. "Aşkının zehri beni öldürecek olsa bile senden vazgeçemiyorum. Senden gidemiyorum." Yalvarır gibi çıkan sesimle mırıldandım. "Ne olur sanki benden sakladığın her ne varsa söylesen... Ne olur?" "Kaldıramazsın, Lâl." Başını kaldıran adam gözlerini bana dikti. Masum bir çocuğun gözyaşlarıyla ışıldamış bakışlarıydı bana diktiği. Acı duyduğunu en derinlerimde hissedebiliyordum. "Anlayamazsın." İlk defa bir şeyler olduğunu üstü kapalı da olsa itiraf ediyordu. Biliyordum, bir şey vardı ve söylemiyordu. Bunun için illa sarhoş olması mı gerekiyordu? "Anlatırsan neden anlamayayım Valentino? Ben senin yanında kalmak için bu kadar uğraşırken neden anlamayayım?" "Daha içinde bulunduğum karanlık dünyaya bile anlam veremezken, ayak uyduramazken sana başka şeyleri nasıl anlatabilirim?" Ellerim yanaklarını okşadı. "Bana her şeyi anlatabilirsin Valentino. Her şeyi benimle paylaşabilirsin." Ondan bir adım bekliyordum ama konuşacak mecali bile yoktu. Çok içmiş olmalıydı. "Hadi, gel odamıza gidelim." Yavaşça onu kaldırmaya çalıştım. Kolunu boynuma attım. Ayaklanıp yürümeye başlamasaydı hayatta onu yerinden kımıldatamazdım. Çok ağırdı. Merdivenlere yöneldiğimizde mırıldanıyordu. "Bebeğimiz... Benim yüzümden öldü değil mi?" Söyledikleriyle hayrete düştüm. "Valentino..." Bunu ona ben yapmıştım. "Acılarının tek sebebi benim." "Saçmalama." Söylediklerinin ona ne denli acı verdiğini hissediyordum ve bu beni öldürüyordu. Yok saymaya çalıştım. "Hadi bir adım daha." Merdivenlerden zor bela çıktık ve odaya götürdüm. Ağır bedenini yatağa yatırana kadar canım çıktı. Sonunda yatağın kenarında oturup onu seyrederken elim adamın dağınık saçlarında dolandı. Haylaz bir çocuğu sever gibi okşadım. Mırıltılarını anlamaya çalışırken biraz daha yaklaştım. "Beceremedim." Suçluluk duygusuyla için için yanıyordu adam. Benim yüzümden. Öfkeliyken ona söylediklerim yüzünden. "Bebeğimizi koruyamadım. Sizi koruyamadım." "Valentino, saçmalama. Çok içtin." "Yaşadıklarını öğrendiğimde keşke seninle daha önce karşılaşsaydık, yaşadıklarından önce tanışsaydık da bu kadar acı çekmeni önleyebilseydim demiştim ama... Senin acı çekmene ben de engel olamadım. Seni koruyamadım." Acı çekiyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum. "Bebek yerine ben ölmeliydim, değil mi?" Söylediği söz kalbimi paramparça ederken başını göğsüme yaslayıp gözlerimi kapadım. Gözlerimden yaşlar süzülürken saçlarını okşuyordum. "Valentino." diye inledim acıyla. "Sana bir şey olursa yaşayabilir miyim sanıyorsun?" Dudaklarımı alnına bastırdım. "Özür dilerim bir tanem. Çok özür dilerim. Kendi üzüntümden senin ne kadar acı çektiğini göremedim." Bir an onu öpen dudaklarımın kirli olduğunu düşünüp kendimi kötü hissettim. Bir an Nikolai'nin yaptığı şeyi söylemek istedim. Ama... Şu durumda ona nasıl anlatabilirdim ki? Gerçi kendindeyken de anlatamazdım. Ne sarhoş ne de ayık. Bunu Valent'e hiçbir durumda anlatamazdım. Valent'e anlatabileceğim türden bir şey değildi. Üzerini battaniyeyle örttüm ve alnına bir öpücük kondurdum. "Hadi uyu." Saçlarını okşadım. "İyice dinlen bu gece. Yarın sabah konuşuruz bunları." Üzerindeki battaniyeyi düzelttikten sonra yataktan kalkıp gidecekken bileğimden yakaladı beni adam. Baygın gözleriyle yüzüme bakıyordu. "Gitme. Bırakma beni." "Bir yere gitmiyorum Valentino. Buradayım." "Yanımda kal." Gözlerindeki beklenti dolu parıltıya baktım ve tebessüm ettim. Onaylayarak başımı salladım, usulca yatakta yanına uzandım. Başını göğsüme yasladım ve saçlarından öptüm. "Ben hep yanındayım. Yanındaydım. Senden gittiğim anlarda bile." ❝Valentino❞ Lâl'in elinden telefonu aldığımda kendimi kaybettim. "Bana bak orospu çocuğu, bir daha bu numarayı ararsan seni bulduğum yerde gebertirim." Onun etrafında dolanıyordu. Ona zarar verecekti. Bana Lâl'i kaybetmen için ne gerekiyorsa yapacağım demişti. Yapacaktı. "Benden neden bu kadar korkuyorsun anlamıyorum, Riccardo. Sence de Lâl için benden daha büyük bir tehlike değil misin? Onu her şeyden ve herkesten önce kendinden koruman gerekmiyor mu?" Söyledikleri sabrımı taşırsa da "Senin derdin benimle, cesaretin varsa karşıma çık! Ondan uzak dur!" diyerek telefonu kapatmakla yetindim. Öfkem beni öyle esir almıştı ki Lâl ile tartışmamızda bile Dokuz'un ona zarar verme ihtimali aklımdan geçip delirmeme sebep oluyordu. Ancak beni öfkeden daha derin bir duyguya sürükleyen asıl sözler, Lâl'in kurduğu o cümleydi. "Bana emir vermeyi kes Valentino! Ayrıca sen Zita'yla görüşünce sorun yok, ben senin benden esirgediğin gerçekler için Dokuz'un görüşme teklifini kabul edince mi sorun oluyor?" Suçlayıcı bakışları yüzümde gezinirken o cümleyi kurmakta çekinmedi. "Sen bebeğimizin katiliyle görüşüyorsun! Ellerinde bebeğimizin kanı var!" "Yeter!" Elim duvara indiğinde kontrolden çıkmış bir biçimde gözlerine bakıyordum. "Sürekli beni suçlamandan bıktım! Yoruldum, tükendim! Anlıyor musun? Tükendim!" Bir süre bakıştıktan sonra konuşmadım. Çünkü bir şeyler söylersem kalbini kırmaktan korktum. Tek kelime etmeden kapıdan çıkıp gittim. Ona neden kızmıştım ki? Hiç haklılık payı yok muydu? Bebeğimiz benim yüzümden ölmemiş miydi? Sürekli baba olmak istediğimden, bir bebeğimiz olmasından bahsedip duran ben, kendi bebeğime ve sevdiğim kadına sahip çıkamamıştım. Onları koruyamamıştım. Dış dünyanın onlara zarar vermesine engel olamamıştım. Belki de beni asıl öfkelendiren Lâl'in haklılığıydı. Dışarıda hava aldıktan sonra eve döndüğümde Lâl ortalarda yoktu. İlk anda onun evi terk ettiğini düşündüm. Gittiğini. Beni terk ettiğini. Odaları dolaştım, yatak odasına girdim ve kıyafet dolabına baktım. Eşyaları yerindeydi. Aşağı indim. Viski şişesine uzandım ve bardağıma doldurdum. Ne kadar içtim bilmiyordum ama kapı sesiyle başımı çevirdiğimde şişenin boşalmış olduğunu fark ettim. Lâl gelmişti. Evi terk etmemişti. Henüz gitmemişti. Ama gidecekti, biliyordum. Lâl'in merdivenlere yöneldiğini görünce kendime engel olamadım. "Gideceksin." İçkimden bir yudum daha aldım. "Beni bırakıp yine gideceksin." Bilincim arada bir gidip geliyordu ama söylediklerimin farkındaydım. "Bebeğimiz... Benim yüzümden öldü değil mi?" Bu sorunun cevabını biliyordum. Sözüm ona herkesi dize getirecek kadar güçlüydüm. İnsanlar benden korkuyordu, saygı duyuyordu. Ama buna rağmen kendi bebeğimi bile koruyamamıştım ben. O zaman bu gücün ne anlamı vardı? "Acılarının tek sebebi benim." Kesik kesik hatırlıyordum her şeyi. Söylediklerime karşılık Lâl'in neler söylediğini net hatırlayamasam da bana sarılmasından ve saçlarımı okşamasından beni avuttuğunu anlıyordum. "Beceremedim." Dokuz denen o piç kurusunun haklı olduğu tek bir konu vardı, ben baba olmayı hak etmemiştim. "Bebeğimizi koruyamadım. Sizi koruyamadım." "Valentino, saçmalama. Çok içtin." Anlamsız bir şeyler mırıldandığımı hatırlıyordum ama net değildi. Gözlerine baktığım kadının acısıyla ödüyordum sorumsuzluğumun bedelini. "Bebek yerine ben ölmeliydim, değil mi?" "Valentino. Sana bir şey olursa yaşayabilir miyim sanıyorsun?" Saçlarımı şefkatle okşayıp alnımı öpen kadının kokusuyla sakinleşmiştim. "Özür dilerim bir tanem. Çok özür dilerim. Kendi üzüntümden senin ne kadar acı çektiğini göremedim." Kadife gibi sesiyle sıcacık olmuştu içim. Bir çocuk gibi saçlarımı okşayıp öpüyor, kollarında uyutuyordu beni. Bu biraz olsun içimdeki acıyı dindiriyordu. Kendimden geçerken hatırladığım tek şey onun yanağımda ve saçlarımda gezen yumuşak dokunuşları ve şefkat dolu sesiydi. Sabah uyandığımda başım çok ağrıyordu. Kalktığımda yatakta Lâl yoktu. Soğuk bir duşa girip kendime geldim. Merdivenlerden aşağıya indiğimde baş ağrım hâlâ devam ediyordu. Her şeyi hayal meyal hatırlıyordum. Ne kadarı doğru ne kadarı hayal pek seçemiyordum ama genellikle sarhoşken yaşadıklarımı unutan biri değildim. Alkole toleransım olduğu için beni normalden daha az etkiliyordu. Ancak bu kez çok içtiğim için hatırladıklarım gerçek miydi çok emin olamıyordum. Özellikle dün akşamki şiddetli kavgamızdan sonra Lâl'in bana karşı tepkisini merak ediyordum. Büyük salonda kahvaltı masası hazırlanmıştı. Lâl. İşte oradaydı, mutfaktan elinde bir fincanla çıkıyordu. ❝Lâl❞ Hazırladığım çayla yukarı çıkacakken başını ovarak aşağıya inen adamla karşılaştım. Dün geceden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmaya karar verdim. Birbirimizin canını yeterince yakmışken en doğrusu bu olacaktı. Şefkatli bir tebessümle "Günaydın." dedim yanına gelirken. Benim de kırgınlıklarım vardı. Valent'in bana davranışları içimi fena hâlde kırmıştı ama ayakta durabiliyordum. Şuan onun kırgınlıklarıyla ilgilenmeliydim. Onun desteğe ihtiyacı vardı. "Günaydın." "Sana papatya çayı yaptım, baş ağrına iyi gelir." Masayı gösterdim. "Otursana." "Kahvaltı yapmayacağım." Elimdeki fincanı temkinli bir biçimde alırken aramızda bir sorun olmadığına emin olmaya çalıyordu. Yüzümü analiz ediyordu. "Teşekkür ederim." "Başın çok mu ağrıyor?" Başıyla onaylarken önemsemediği açıktı. "Geçer birazdan." Hafifçe kolundan tutarak onu koltuğa yönlendirdim ve oturmasını sağladım. "Ne yapıyorsun?" Çayından bir yudum almasını sağladıktan sonra fincanı sehpaya bıraktım. "Biraz masaj yaparsam geçer." "Uğraşma, boş ver." "Olmaz." Yeniden itiraz edecekken engel oldum. "Sen bana bırak. İşe yarayacak, bak görürsün." Arkasına geçip şakaklarına yumuşak parmak hareketleriyle masaj yaptım. Birkaç dakika sessizlikle geçse de Valent'in sözüyle aramızdaki sessizliğimiz bozuldu. "Gerçekten çok iyi geldi. Parmakların sihirli gibi." Hâlâ şakaklarında gezen ellerimi tuttu. "Tamam, yeter bu kadar." Başını bana çevirdi. "Biraz oturur musun, konuşalım." "Başın ağrıyor, sonra konuşuruz." "Ben iyiyim, lütfen otur." Söz dinledim ve karşısına geçip usulca oturdum. Ancak konuşmasına fırsat vermeden söylemem gerekenler vardı. "Valentino, özür dilerim." Cesaretimi toplayıp söylemem gerekenleri sıraladım. "Dün gece tartışırken sana söylediklerim çok bencilceydi. Sanki sen acı çekmiyormuşsun gibi. Yani tek acı çeken benmişim gibi konuşmam düşüncesizceydi. Üzgünüm. Ama söz konusu Zita olduğunda gözüm döndü. Onunla hâlâ öyle ya da böyle görüşmen kanıma dokundu anlıyor musun?" Usulca aşağı yukarı salladı başını. "Seni anlıyorum. Zita konusundaki hassasiyetini... Anlıyorum. Ve belki de söylediklerinde tam anlamıyla haksız değilsin. Ben belki de sizi-" "Hayır Valentino, böyle söyleme." Bunu söylemek benim için çok zordu ama yaptım. Başımı önüme eğip "Kaderdi bu." diye mırıldandım. "Bebeğimizin ömrü de bu kadarmış, ne yapalım? Belki elimizden başka şeyler de gelebilirdi. Ama belki o elimizden gelenleri yaptığımızda da bebeğimiz gidecekti." Yorgun gözlerimi ona diktim. "Kaderin önüne geçilmez, Valentino. Ve eğer illa bir suçlu olması gerekiyorsa o benim. Seni suçlamam doğru değildi. Sen hep beni korumaya çalıştın. Tehlikelerden, üzüntülerden... Ben kendimi koruyamadım. Bebeğimi..." Uzanıp boynuma sarıldı ve başımı göğsüne yasladı. "Şşş... Bunu yapma." Saçlarımı okşadı. "Yok yere kendini suçlama. Bunun kimseye bir faydası olmaz." Ayrıldığımızda "Yaralıyım, Valentino." diye itiraf ettim aniden. "Hâlâ kırgınlıklarım var. Belki senin de vardır, bilmiyorum. Özür dilerim." Başımı yana yatırdım. "Özürle geçecekse tabii ki." Sakinlikle nefes aldığımda vücudumda yorgun bir isyan vardı. "Yaralarımı nasıl tedavi edeceğimi bilmiyorum. Her şeyin hemen düzelmesini de beklemiyorum." Onaylayarak başımı salladım. "Sanırım biraz zamana ihtiyacımız var." Soru sorar gibi bana bakan adamın neyi merak ettiğini bildiğim için hemen ekledim yanağını okşayarak. "Gitmiyorum. Buradayım. İlişkimiz için mücadele etmeye hazırım." Ondan bir yanıt bekleyen gözlerime karşılık ekledim. "Tabii sen de hazırsan." Kesin bir ifadeyle başını sallayan adam "Her zaman." yanıtını verdi. Biz bu ilişkiye çok emek vermiştik. Defalarca vazgeçtik. Ve bunun mümkün olmadığını gördük. Geriye tek bir şey kalıyordu, savaşmak. Birbirimiz için fedakârlık yapıp mücadele etmeliydik. Valent'in telefonu çaldığında birkaç dakika süren huzurlu sessizliğimize gölge düştü. "Pardon." diyerek yanımdan ayrılırken telefonu yanıtladı. ❝Valentino❞ Arayan Pietro'ydu. Bekletmeden yanıtladım aramasını. "Evet." "Dokuz hakkında bir şeyler bulduk sanırım." Çalışma odasına girdiğimde kapıyı kapattım ve tetikte bekledim. "Ne buldunuz?" "Moskova'dan beri Dokuz'un Marcel olduğundan şüpheleniyoruz Valent." "Ne?" Emin olmak için tekrarladım. "Katerina'nın kocası Marcel mi?" "Eski kocası desek daha doğru olur. Adam Katerina'dan boşanıp çocukların velayeti için dava açmış." "Neye dayanarak şüpheleniyorsunuz?" "Detaylı olarak inceleyemedik ama Moskova'da seni arayan numaranın senin yakınlarında olduğunu tespit ettik. Aynı gece sinyallerini takip ettirmeye çalıştığımız telefonu oteldeki tuvaletin çöp kutusunda bulduk." Sağ elimle saçlarımı karıştırdım. "Aşağılık." diye homurdandım. Burnumdan soluyordum. "Soframa oturdu. Lâl ile yan yana geldi, sohbet ettiler." "Henüz kesin bir şey yok ama Dokuz o gibi görünüyor. Şüphelerimiz kesinleşince tekrar rapor ederim." "Tamam." Telefonu kapattığımda elimde öfkeyle sıktım. Marcel. Dokuz. Bu ne tür bir oyundu? Marcel gibi basit, işinde gücünde sıradan bir adamın benimle ne derdi olabilirdi? Anna'yla ne gibi bir alakası olabilirdi? Anlam vermek güçtü. Sanki oturmayan bazı parçalar vardı ama asıl gerçek ortaya çıktığında o parçaları da birleştirecektim. Arkama döndüğümde Lâl bıraktığım yerdeydi. Koltuğa geçip oturmuştu. Merakla doğrulmuş bana bakıyordu. "Her şey yolunda mı?" Yalnızca onaylar gibi başımı sallamakla yetindim. Aynı şekilde başını sallayarak "Odaya çıkıyorum." diyen kadının peşinden gittim usulca. Odaya çıktık. Hiç konuşmadan giyindi. Bir şekilde onunla konuşmam gerekiyordu. Aynaya yansıyan güzelliğinden başımı çevirip o güzelliğin yansımasındansa aslına bakmayı tercih ettim. "Çok güzel görünüyorsun." "Teşekkürler." Mesafeliydi. Kavgacı olmasa da o eski sıcak Lâl'e kolayca dönüşecek gibi görünmüyordu. Hâlâ bana kırgın olduğunu hissedebiliyordum. İçine attığını. Daha fazla kavga çıkmasın diye, benim de üzgün olduğumu gördüğü için kendi kırgınlıklarını rafa kaldırıyordu. Onu üzmüştüm ve kalbini onarmalıydım. "Bugünkü planın ne?" ❝Lâl❞ Valent'e gelen telefonla yine bir şeyler olduğunu tahmin etmiştim ama "Her şey yolunda mı?" diye sorduğumda kibarca geçiştirdiği için üstelemedim. Zaten sorsam da anlatmıyordu. Odaya çıkıyorum." Merdivenleri çıktığımda peşimden geldiğini hissetsem de arkama dönüp bakmadım. Kıyafet dolabımdan bugün giyeceğim şeyleri çıkardım ve giyindim. Kahverengi, kayık yaka, dekolteli diz üstü bir elbise ve altına ona uygun renkte çizmeler. 
"Teşekkürler." Onun "Bugünkü planın ne?" sorusuyla kısa bir an dönüp baktım ve makyajıma devam ettim. "Hazırlanıp provaya gitmem gerekiyor. Malûm, sahne günüme az kaldı." "Akşam birlikte güzel bir yemek yiyelim mi?" Teklifi üzerine ekledi. "Şöyle güzel bir yerde." Olanları telafi etmeye çalışıyordu. Anlıyordum. Ama gerçekten istemiyorsa, beni memnun etmek için yapıyorsa bu beni üzerdi. O yüzden "Gerçekten istiyorsan olur tabii." diye karşılık verdim yapıcı bir biçimde. "Elbette gerçekten istiyorum, Lâl. Seninle yaptığım her şeyi gerçekten istiyorum." Omuz silkerek "Tamam, olur o zaman." dedim. "Akşam çok önemli bir işin çıkmazsa görüşürüz." "Lâl." Bir süre gözlerime baktıktan sonra arkamdan belimi sarıp omzumdan öptü. "Lütfen böyle yapma." "Bir şey yapmıyorum, Valentino. Ben buradayım. Seninleyim. Bir şey yapmak isteseydim giderdim." Kısa bir an sonra arkama dönüp yüzüne baktım. "Çabalaman çok güzel. Ama her şey nasıl bir anda yıkılmıyorsa yine bir anda tamir edilemez değil mi? Birbirimizi çok kırdık, döktük." "Biliyorum." Saçımı okşadı. "Seni seviyorum, Lâl. Senin de beni sevdiğini bildiğim gibi. Birbirimizi kırdık. Ama düzelecek her şey. Sen beni bırakıp gitmedin, mücadele etmek istedin ya, her şeyi aşacağız. Göreceksin." İkna olmuş bir biçimde başımı salladım ve tebessüm etmeye çalıştım. Dudaklarıma uzandığımda usulca kendimi geri çektim. Kendimi suçlu hissediyordum. İsteğim ve kontrolüm dışında da olsa dün gece Nikolai beni öpmüştü. Nasıl yapabilirdim bilmiyordum ama bunu bir şekilde Valent'e söylemem gerekiyordu. "Şey... Valentino-" "Tamam, anladım Lâl." Sakinlikle devam etti sözlerine. Hiçbir alınganlık belirtisi yoktu. Aksine, anlayışla karşılıyordu. "Ben sabırla bekleyeceğim. Aramızdaki şeyler onarılana dek..." Gözlerine baktığımda bunu söylemeye cesaret edemiyordum ama böyle bir şeyden kaçamayacağımı da biliyordum. "Valentino, aslında benim sana söylemem gereken bir şey var." Beni pür dikkat dinlerken telefonu çaldı. Tam cesaretimi toplamış gibi hissederken söyleyeceklerim içimde kaldı. "Şey, bak istersen." diye geri çekildim. Aramayı reddederek "Hayır, seni dinliyorum." dedi tüm ilgisini bana vererek. Beni ihmal ederek aramızda oluşturduğu yaraları yine beni ön planda tuttuğunu göstererek onarmaya çalışıyordu. Bu hoşuma gitmişti. Yana kıvrılmış dudağım tebessümünü saklayamadı ancak ona bu durumu nasıl anlatacağımı hâlâ bilemez hâldeydim. "Dün akşam sen gittikten sonra-" Yine bir telefon araması. Sakinlikle telefonunu gösterdim. "Bence aç. Önemli bir şey olmalı." Anlayışla ekledim. "Biz sonra da konuşuruz." "Sanırım bu kez gerçekten önemli, üzgünüm." Telefonunu yanıtlarken odadan çıktı. Odada yalnız kaldığımda aynada kendime baktım. Çok kötü hissediyordum. Beynim suçlu olduğumu bağırıp duruyordu. Bunun olmasını istemedim. Karşılık vermedim. Hemen geri çekildim. Ama oldu işte. Benim isteğim dışında dudaklarıma yapıştı. Bu yüzden kendimi kötü hissediyordum. Artık Nikolai ile bu kadar yakın olamazdık. O benim yakın korumam olarak kalamazdı. Ama onunla arkadaş olarak böylesine anlaşırken birdenbire herhangi bir gerekçe belirtmeden de Nikolai'yi artık istemediğimi söyleyemezdim. Bu yüzden gerçekleri Valent'e anlatmak zorundaydım. Ama yaptığı şeyi anlattığım an Valentino onu öldürürdü. Şaka değil. Yapardı bunu. Ben söylediğim için ölürdü. Benim yüzümden. Kendimi bir çıkmazda gibi hissediyordum. Delirecek gibi oldum. Paltomu ve çantamı alıp evden çıktığımda ayaklarım geri geri geliyordu. Çünkü her nereye gideceksem Nikolai de yanımda olacaktı. Biraz nefes almak için bahçeye çıktım. Koruluklara doğru yürüdüm. Temiz hava iyi gelmişti. Ama hâlâ işin içinden çıkamıyordum. Valent'e bunu anlatacak cesareti bulamıyordum. Büyük bir sorumluluktu bu benim için. Her şey benim dudaklarımın arasından çıkacak cümleye bağlıydı. Söylemeseydim Nikolai ölmeyecekti, eskisi gibi yakın korumam olarak devam edecekti ama benim içim hep huzursuz olacaktı. Nikolai'nin bana olan duygularını bile bile susmuş, Valent'e yalan söylemiş olacaktım. Ve belki de bu onu küçük düşürecekti. Eğer söylersem benim yüzümden biri daha ölmüş olacaktı. Bu benim içimi rahatlatır mıydı? Hayır. Yalancı olmazdım ama söylediğim doğru iyi bir sonuca da çıkarmazdı bizi. Ömür boyu birinin benim yüzümden öldüğünü bilerek yaşardım. Kaçırılmam dolayısıyla bir kez Nikolai'nin canını bağışlamasını istemiştim Valent'ten, bir kez daha bunu isteyemezdim. Ah, Allah'ım... Ne yapacaktım ben? Korulukların dönüşünde kamelyanın önünde Nikolai ile karşı karşıya geldim. Buna hiç hazır değildim. Şeytan çarpmışa dönmüştüm. Hemen yolumu değiştirmek için bir hamle yapacakken Nikolai yumuşak bir hareketle kolumdan tutup durdurdu beni. Aniden kolumu çekip azarladım onu. "Dokunma bana! Uzak dur benden!" Geri çekildim ve bana dokunmaması için ellerimle bana doğru gelmesini engelledim. "Yaklaşma!" Sakinleştirici bir ifadeyle ellerini kaldırdı. "Tamam, yaklaşmıyorum. Buradayım. Özür dilerim." Derin bir nefes aldığımda o yüzüme bakamayan adam gözlerime dikti gözlerini. "Lütfen, birkaç şey söyleyip gideceğim." "Hiçbir şeyini dinlemek istemiyorum senin." Yanından geçip gitmek için adım attığımda Nikolai yolumu kesti. "Seni dostum sanmıştım! Her derdimi paylaştım. Valentino'yu ne kadar çok sevdiğimi biliyordun. Onu kaybetmek istemediğimi de. Ona olan aşkımı, kaybetme korkumu, derdimi, her şeyimi paylaşacak kadar güvendim sana. Arkadaş bildim seni! Ama sen ne yaptın? Her şeyi bile bile beni..." Dudaklarımdan o kirli sözleri çıkaramadım. Yapamadım. Yüz ifadem iğrenir gibiydi. "Sana yazıklar olsun, çekil!" Ona çarparak yoluma devam edecekken bana seslenişiyle duraksadım. "Sen içindekileri söyledin, şimdi konuşma sırası bende!" Bir adım daha yaklaştı bana ama hâlâ aramızda belli bir mesafe vardı. Buna rağmen bir adım geri çekildim. Bana yaklaşmasını istemedim. Bunu gören adam mesafemizi korudu. "İdam mahkûmlarına bile son arzusu sorulur. Son sözlerini söylemesine izin verilir." Onu dinlediğimde ne değişeceği düşünüyordu acaba? Açıklamasının onu gözümde aklayacağını mı? Yaptığı bu şeyi hangi açıklama haklı çıkarırdı ki? Duraksayıp onu dinlediğimi görünce cesaret alıp söze girdi yeniden. "Seni ilk gördüğüm andan beri içimde tuhaf duygular hissettim. Senden etkilendim. Bunun ne kadar yasak bir duygu olduğunu biliyordum. Defalarca unutmayı denedim ama..." Yutkundu. "Olmadı." Başını öne eğdi utanır gibi. Sanki utanacak yüzü kalmıştı. "Dün gece... Kendime engel olamadım. Seni zor durumda bırakmak istememiştim." "Ama bıraktın!" Etraftaki korumaların duymaması için yüksek çıkan sesimi dizginleyip yutkundum. "Beni çok zor durumda bıraktın, Nikolai. Senin yüzünden sevdiğim adamın yüzüne bakamıyorum. Kendimi çok suçlu hissediyorum." Nikolai ise sözümü keserek "Hayır, hayır." diye itiraz etti hemen. "Senin hiçbir suçun yok. Tüm suç benim, kabul ediyorum. Suçlu hissetmeni gerektirecek bir şey yok, bu hatanın sorumlusu benim. Ve cezamı çekmeye hazırım." "Nikolai, sen ne saçmaladığının farkında mısın?" Hayretle ekledim. "Valentino bunu duyarsa seni öldürür!" "Biliyorum." Başıyla onayladıktan sonra "Hâlâ hayatta olduğuma göre Don Riccardo'ya gerçekleri anlatmamışsın." diye mırıldandı yüzüme bakmadan. "Takdir edersin ki böyle bir şeyi Valent'in karşısına geçip öyle kolayca söyleyemezdim. Ayrıca seni öldüreceğini bile bile!" Yüzüne bile bakmadan öfkeyle ekledim. "Haddini aşmış olsan dahi böyle bir şeye sebep olmak istemem ben." "Biliyorum." Gözlerime kaçamak bakışlar atan adam "Senin ne kadar merhametli biri olduğunu defalarca gördüm." derken beni yıllardır tanıyormuş gibi sıcacık bir ses tonu hâkimdi sözlerinde. Saçma! Benim hakkımda ne bok bildiğini sanıyordu bu? "Haddini bile bilmezken benim hakkımda ne bildiğini sanıyorsun Nikolai?" "Konuşmama izin ver, lütfen. Belki de ilk ve son kez." Duraksayıp nefes alırken etrafına bakındı çaresizce. "Seni zor durumda bırakmak istemedim. Çok özür dilerim. Sana asla zarar vermem. Sana zarar verecek bir şeyi asla yapmam." Yutkundu ve kesin bir ifadeyle ekledi. "Bir daha böyle bir şey asla olmayacak." Bakışları güven ve teminat veriyordu ama bir daha onun herhangi bir teminatına güvenir miydim? Asla. "İstediğin zaman Don Riccardo'ya bu durumu anlatabilirsin. Yaptıklarımın sonucuna katlanmaya hazırım. Bu benim hatamdı." Benim karşılık vereceğimi hisseden adam elleriyle engelleyerek devam etti. "Ama bilmeni isterim ki bu bir daha asla tekrarlanmayacak." Göğsü sıkışıyormuş gibi yüzünü ekşitti ve yutkundu. "Gözümün önünde onunla olmana nasıl tahammül edebilirim, nasıl dayanırım bilmiyorum ama dün gece bir daha asla tekrarlanmayacak, söz veriyorum." Söyleyecekleri bittikten sonra önümden çekilip geçmeme izin verdi. Elleri itaatkâr bir biçimde önünde, bana bakmaktan kaçınıyordu. Geçip gittim önünden. Ben anlayışsız, kötü kalpli bir insan değildim. Bir insanın seveceği kişiyi seçemediğini pekâlâ biliyordum. Sevgiye, aşka hürmetim de vardı ama bu yaptığı şey affedilemezdi. Bana isteğim dışında dokunmuştu. Beni öpmüştü. Bunun bende bırakacağı etkileri gözetmeksizin. Şimdi onun yüzünden kendimi suçlu hissediyordum. Onunla yakınlaşamıyordum bile. Tüm bunların sorumlusu oydu. Nikolai. Evin önüne geldiğimde Valentino ceketini giymiş kapı eşiğinde çıkmaya hazırlanıyordu. Beni görünce şaşırdı. "Gittin sanmıştım." "Biraz hava almak istedim." Şüpheci bir ifadeyle "İyi misin?" diye sordu. Allak bullak olmuştum. Nasıl iyi olabilirdim ki? "İyiyim." Arkamdan Nikolai'nin de geldiğini görünce onunla göz göze gelmemeye dikkat ettim. Evin önüne gelen arabaya doğru yürüdüğünde "İstersen giderken seni kulübe bırakayım." dedi Valentino. Hızla başımı sallayarak kabul ettim. "Olur." Nikolai arabanın kapısını açıp bizi buyur ederken Valentino beni belimden sarıp arka koltuğa geçmem için beni yönlendirdi. Valent'in belimdeki eline bakarken Nikolai'nin gözlerindeki acıyı görebiliyordum. O an anladım ki bu böyle süremezdi. Bir sonu yoktu. Valentino, Nikolai ve ben... Doğru değildi. Ne yapıp edip doğru zamanda uygun bir üslupla bu durumu anlatmalıydım. Böyle bir durumun uygun üslubu nasıl olurdu bilmiyordum ama... Merhametim engel oluyordu bana. Yaptığı şey ne kadar yanlış olursa olsun tek hatayla birinin hayatına son verilmesi bana acımasızca geliyordu. Herkes ikinci bir şansı hak ederdi. Ben böyle durumu nasıl anlatacağımı kara kara düşünüp dururken Valentino'nun sesiyle irkildim. "Bir sorun mu var, Lâl? Yüzün solgun." Omuz silktim dalgınlıkla. "Hayır, yok." Üstelemedi. "Bugün Montrel gelecek seninle." Yüzünde anlamını çözemediğim gizemli bir ifade vardı sanki Duraksadım. Bu durum benim işime gelirdi, sonuçta Nikolai ile yüz yüze gelmek istemiyordum ama durduk yere böyle bir şeyin olması... Bu hiç hayra alamet değildi. "Tamam." Hemen kabullensem de kafamdaki sorulara bir anlam bulamıyordum. Sorarsam da şüphe uyandırırdı. İçim içimi yedi. Kendimden beklediğim hamle Valentino'dan geldi. Gözlerini kısarak "Nikolai ile ilgili bir sorun mu var?" diye sordu. Aniden gelen bu soruyla ne diyeceğimi bilemedim. Köşeye sıkışmış gibi hissettim. Var desem şuan ne olacaktı? En kötü senaryolar aklıma doluştu aniden. Her şeyi anlatmak istiyordum ama buna hazır değildim. Doğru zaman şuan değildi. Reddederek başımı salladım. "Bir sorun yok. Nereden çıkardın bunu?" Dudak büktü adam. "Sabah yanıma geldi, benimle konuşmak istedi." Nefesimi tutmuş Valent'in ne söyleyeceğini bekliyordum. "Ayrılmak istediğini söyledi. Ben de onu Rusya'daki işlere yönlendirdim." Benimle konuşurken bu detayı paylaşmamıştı Nikolai. Ama aklın yolu birdi sonuçta. Bunun bu şekilde gitmeyeceği açıktı. Üçümüz aynı çatı altında olamazdık. Bana söyledikleri gelmişti aklıma. Gözümün önünde onunla olmana nasıl tahammül edebilirim, nasıl dayanırım bilmiyorum ama dün gece bir daha asla tekrarlanmayacak, söz veriyorum. Demek kast ettiği buydu. Buradan uzaklaşmayı planlıyordu. Belki de en doğrusu buydu. Hem bizden uzakta olacaktı hem de tek parça kalabilecekti. Böyle bir durumda gerçekleri söyleyip ortalığı karıştırmamın bir anlamı var mıydı? Nikolai bir şeyleri düzeltmek adına aramızdan çekilip uzaklaşmayı tercih ettiyse ben olanları söyleyip küllenmiş bir yangını harlamamalıydım. Bir anlamı yoktu. Bu her şeyi daha da berbat etmekten bir işe yaramazdı. Ama anlatmazsam da yalancı olurdum. Valent'le aramızdaki güven sarsılmış olurdu. Gerçi Valent'in benden sakladığı sırları unutuyordum. O da bana karşı dürüst olmuyordu. Israrla. Başıma ağrı girmişti. Bütün gün allak bullak olmuş bir biçimde dolanıp dururken kendimde değildim. Bu işin içinden nasıl çıkacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Akşamüzeri yorgun argın eve döndüğümde provam bitmişti ama ben de bitmiştim. Bahçe kapısından girip arabadan indiğimde çalışma odasının ışığının yandığını gördüm. Uzun zamandır belki de ilk defa Valent eve erken gelmişti. O da sanırım akşam yemeği için sözleştiğimizden dolayıydı. Nina kapıyı açtığında usulca içeri girdim, pardesümü ve çantamı almasına izin verip içeri geçtim. "Teşekkürler Nina." Merakla "Valent müsait mi?" diye sordum. "Evet efendim. Kendisi de gelir gelmez çalışma odasında sizi beklediğini söylememi istemişti." Nina'dan anladığım kadarıyla evde gergin bir ortam vardı. Merakla kaşlarımı çatıp "Bir şey mi oldu?" desem de dişe dokunur bir yanıt alamadım. Merdivenlerden yukarı çıktım sakinliğimi korumaya çalışarak. Gün geçmiyor ki sakin bir anımız geçsin. Kapıyı çalıp çalışma odasına girdiğimde Valentino masada oturmuş burnundan soluyordu. Ürkütücü bakışlarını bana diktiğinde neye uğradığımı şaşırmıştım. Aramızda uzun bir sessizlik sürdüğünde merakıma yenildim. "Valentino, gelir gelmez beni görsün demişsin. Ne oldu?" Bir süre bana korkutucu bir biçimde baktıktan sonra "Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordu. Bu pek hayra alamet bir soru değildi. Donup kaldım. "Ne gibi?" Beklemediğim bir anda sağ eliyle sertçe masaya vurdu. "Bunu nasıl yaparsın?" ❝Valentino❞ Lâl'i kulübe bıraktıktan sonra şirkete uğradım. Geçen gün ertelemek zorunda olduğum toplantıya katıldıktan sonra eve gitmek istedim. Isabella'yı çağırdım ve gerekli dosyaları hazırlamasını istedim. "Evde çalışacağım." "Peki, efendim." Birkaç dakika sonra Isabella dosyaları hazırlayıp odama getirdi. "Sen çıkabilirsin." diyerek onu erken gönderdim. Eve döndüğümde kapıdan girerken Montrel ceketini ilikleyerek aceleci bir biçimde yanıma geldi. "Efendim, konuşmamız gereken bir konu var." Tedirgin görünüyordu. Montrel'i pek böyle görmediğim için önemli bir konu olduğunu anlamıştım. "Benimle gel." Çalışma odasına çıktık. Montrel kapıyı kapattıktan sonra karşımda dikildi. Ne diyeceğini merak ediyordum doğrusu. Onu bu kadar endişeli gördüğüme göre gerçekten ciddi bir konu vardı. Çekingen bir tavrı vardı. Söyleyeceği şeyler olduğu ortadaydı ama söylemeye de korkuyor gibiydi. Daha fazla dayanamayıp koltuğuma yaslanarak sordum. "Nedir benimle konuşmak istediğin bu kadar önemli olan konu?" "Efendim, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum." Sıkıntıyla nefes verdi. "Böyle bir şey nasıl söylenir... Bilmiyorum." "Bir an önce söylesen iyi olur. Sabrım taşmaya başlıyor çünkü." "Dün gece hoş olmayan bir olaya şahit oldum." Ellerini önünde kenetleyen adam dolambaçlı sözlerin beni ne kadar öfkelendirdiğini bildiği için başını öne eğerek itirafta bulundu. "Nikolai, Lâl Hanım'la öpüşüyordu." "Ne?" Kaşlarımı çatıp söylediği şeye anlam vermeye çalıştım. Çözümlemeye çalışıyordum. Doğru mu duymuştum? Öpüşüyorlardı da ne demekti? Aniden ayağa kalkıp yakasına yapıştım. "Ne diyorsun sen be?" "Ş-Şey..." Kekeleyen Montrel yanlış bir şey söylemiş gibi bir adım geriledi ve ekledi. "Daha doğrusu... Nikolai Lâl Hanım'ı öptü. Yani Lâl Hanım bir karşılık vermedi." "Doğru mu bu?" Onunla göz teması kurup doğrulamasını beklerken bir yanlış anlaşılma olmasını bekliyordum. Adamın onaylayan baş işaretine karşılık ellerimi yakasından indirdim. Öfkeden nereye saldıracağımı şaşırmış durumdaydım. Hem çok şaşkındım hem de öfkeli. Sağ elimi saçlarımda gezdirip odada volta atarken bir süre camdan dışarıya baktım. Ani bir hamleyle Montrel'e döndüğümde olayın detaylarını öğrenmeye biraz olsun hazırdım. "Lâl." dedim nefes almaya çalışarak. "Peki, o ne yaptı?" "Tokat attı. Koşarak uzaklaştı." Aksi bir şey yapmış olabileceğini düşünmemiştim zaten. Nikolai. Kimdi bu adam? Ne cüretle bunu yapabilirdi? Delirmek üzereydim. "Bunu kanıtlayabilir misin, Montrel?" "Efendim, kamera kayıtları." Doğru. Dışarıdaki kamera kayıtlarından Montrel'in bahsettiği olayı görebilirdim. Kör noktada olmadıkları sürece. Sakinleşmeye çalıştım ve masama oturdum. Sinirden ellerim titriyordu. "Ayrıca..." Ceketinin iç cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. "Odasında bu mektubu buldum. Sanırım Lâl Hanım için yazılmış. Ama henüz ulaştırılmamış. Aldığımda zarf kapalıydı." Bana uzatılan yırtık zarfı aldım ve parçalar gibi açarak içinde dörde katlanmış kâğıtta yazanları okumaya başladım. "Lâl... Sana adınla hitap etmek bile yasakken, nereden başlayacağımı bilmiyorum. Nasıl bu noktaya geldiğimi de. Öyle plansız, öyle ansızın sızdın ki hayatıma... Bana yasaksın. Başkasına âşıksın. Ama kendime engel olamadım. Çok denedim, olmadı. Seni içimden söküp atamadım. Şimdiyse bu duyguyla kendim baş etmek zorundayım. İşten ayrılmak ani bir karardı. Seni onunla görmek bana acı veriyor. Buna daha fazla dayanamayacağım. Seni de zor durumda bırakmak istemiyorum. Huzursuz hissettiğini biliyorum. Senin bir suçun yok. Bu yüzden gidiyorum. Seni hep kalbimde taşıyacağım." Elimdeki kâğıdı sertçe masaya çarparken dişlerimi sıktım. Onun bana ait olduğunu bile bile hangi cesaretle bunu yapabilirdi? Ne hakla? Okuduklarımın üstüne Montrel'in anlattığı sahne gözlerimde canlanırken delirmenin eşiğine gelmiştim. "Bana hemen o ahlaksız piç kurusunu bulup getirin!" Sesim daha da yükseldi. "Derhâl!" Montrel neye uğradığını şaşırmış bir biçimde odadan çıktıktan bir süre sonra kapı çaldı. Gelen Lâl'di. "Valentino, gelir gelmez beni görsün demişsin. Ne oldu?" Merakla vereceğim yanıtı bekliyor gibiydi. Hemen hesap sorma safhasına geçmek istemedim. Önce bana anlatması için fırsat verme kararı aldım. Sakin kalmaya çalışarak "Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" diye sordum. "Ne gibi?" Hâlâ gözümün içine baka baka hiçbir şey olmamış gibi davranıyor olması daha da canımı sıktı. Bu dayanılmazdı. Öfkeyle masaya vurdum. "Bunu nasıl yaparsın?" ❝Lâl❞ Ne söylediğini anlamaya çalışıyordum. Bu kadar sinirlenmesine sebep olan şeyi çözmeye çalışıyordum ama söylediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. Sanki bir kitabı ortasından okumaya başlamışım gibi kesik kesik cümleleri anlamsızdı. "Valentino, neler oluyor?" Karşımda yalnızca bağırıp çağıran bir adam vardı. Bunun sebebini anlatmıyordu. "Bana böyle davranmanın sebebi nedir?" Telefonuna uzanıp bazı tuşlara bastı ve ekranı bana çevirdi. Ekranda geçen gece Nikolai'nin beni öptüğü görüntüleri canlı canlı izlerken her yanımı alevler sarmıştı. Bu utanç vericiydi. Yüzüm kıpkırmızıydı ve ateş gibi yanıyordu. Valentino öğrenmişti. O an dut yemiş bülbüle döndüm. Dilim tutuldu. Ne diyeceğimi bilemedim. "V-Valentino..." Harfleri kafama vura vura fırlatıyormuş gibi bastırarak "Bitmedi." dedi. Konuşmama fırsat vermeden masanın üstündeki bir kâğıt parçasını sertçe bana uzattı adam. Bu bir mektuptu. "Lâl... Sana adınla hitap etmek bile yasakken, nereden başlayacağımı bilmiyorum. Nasıl bu noktaya geldiğimi de. Öyle plansız, öyle ansızın sızdın ki hayatıma... Bana yasaksın. Başkasına âşıksın. Ama kendime engel olamadım. Çok denedim, olmadı. Seni içimden söküp atamadım. Şimdiyse bu duyguyla kendim baş etmek zorundayım. İşten ayrılmak ani bir karardı. Seni onunla görmek bana acı veriyor. Buna daha fazla dayanamayacağım. Seni de zor durumda bırakmak istemiyorum. Huzursuz hissettiğini biliyorum. Senin bir suçun yok. Bu yüzden gidiyorum. Seni hep kalbimde taşıyacağım." Bu mektubu ben de ilk defa görüyordum. Okuduklarımla şok geçirdim. Daha doğrusu, Nikolai'nin bana karşı böyle şeyler hissettiğini öğrendiğim için yazılanlara şaşırmamıştım ama böyle bir mektup olduğuna ve bu mektubun Valent'in eline geçmiş olduğuna şaşkındım. Her bir satırını Valent'in okumuş olduğuna. Bu görüntüleri gördükten sonra elimdeki mektubu okuyan bir Valentino vardı karşımda. Öfkesine şaşırmamak gerekti. Öfkeden kızarmış gözlerinde lavlar kaynıyor gibiydi. Tanıdığım Valentino'dan çok başka, çok sıradışı ve vahşi görünüyordu. Onu nasıl sakinleştirebilirdim bilmiyordum. Daha doğrusu onu sakinleştirebilir miydim emin değildim. Alaycı bir biçimde Nikolai'nin ağzıyla tekrarladı Valentino. "Seni hep kalbimde taşıyacağım." Yüzünde ve sesinde öfkeli bir alay ve aşağılama vardı. Suratı aniden acımasız bir ifadeye bürünmüştü. "Bu ne demek oluyor?" Yüzündeki öfke öyle tehlikeli bir maske gibi sarmıştı ki onu, gerçek benliğine ulaşamıyordum. Belki de bugüne kadar muhatap olduğum kişi gerçek benliği değildi, onu da bilmiyordum ya neyse. "Valentino, öfkelenmekte haklısın ama lütfen sakin sakin oturup konuşabilir miyiz?" "Bana yalan söyledin." "Söylemedim!" Ağzımdaki sözleri eveleyip gevelerken buldum kendimi. "Sadece bu olayı anlatamadım. Bir çırpıda anlatılacak bir şey değildi." Bana doğru yürüyüp aramızdaki mesafeyi kapattı. Gözlerime diktiği gözlerinden elektrik akımı sızıyor gibiydi. Çarpılacakmış gibi hissettim. Sinirden titrerken sesi korkunç bir sakinlikte çıkmıştı. "Bunu bana nasıl söylemezsin?" Bense tek çare olarak "Onu öldürürdün!" diye açıkladım can havliyle. Beni anlamasını istiyordum. Niyetim, onun arkasından iş çevirmek ya da onu küçük düşürmek değildi. Yalnızca herkesin en az hasarla kurtulabileceği bir yol aramıştım. "Tabii ki öldürürdüm!" Odada deli danalar gibi adımlar atan adam tekrar yüzünü bana döndü. "Şimdi farklı bir şey mi olacak sanıyorsun? Onu öldüreceğim! Gebertip derisini yüzeceğim! Çünkü hak ettiği bu!" "Bak, söyleyecektim ama cesaret edemedim Valentino." Başıma inanılmaz bir ağrı saplandı. İki gündür çok düşünmekten helâk olmuştum ve şimdi her şeyin açığa çıkmasıyla tuhaf bir biçimde rahatlamıştım. En azından aramızda gizli saklı bir şey kalmamıştı. Ancak bu köşeye sıkışma hissime engel olmuyordu. Sağ elim çaresizce saçlarımdan geçerken "Benim yüzümden ona zarar vermeni istemedim." dedim. "Birinin daha ölümüne sebep olmak istemiyorum artık! Yeter!" Gözlerini kısarak uzun uzun bana bakan adam şüpheci, donuk ses tonuyla ve yargılayıcı bakışlarıyla karşılık verdi. "Sen de zevk aldın mı bu durumdan?" Beynimde yankılandı bu cümlesi. Her şey bulanıktı. Görüş açım, onun sesi, varlığım. Hepsi bir hiçliğin parçası gibiydi. Sanki az önceki cümleyi Valentino kurmamıştı. Benim başıma bunlar gelmemişti. Ben yatakta uyuyordum ve bunlar aptal bir rüyanın parçalarıydı. Böyle olmasını çok isterdim ama birkaç saniye içinde kendime geldim ve her şeyin gerçek olduğunu anladım. O iğrenç sorunun da. Valentino'nun yüzünde patlayan tokadım kadar gerçek. "Kendine gel!" O da patlattığım tokadın etkisiyle uykudan yeni uyanmış gibi baktı bana. Sanki gerçekten de kendine gelmiş gibi. "Ne biçim konuşuyorsun sen Valentino? Ağzından çıkanı kulağın duysun!" Nasıl düşünebilirdi böyle bir şeyi? Nasıl dillendirebilirdi? Aklım almıyordu. Uzun bir sessizlik geçtiğinde kendimi hem suçlu hissediyordum hem de hakkı yenmiş biri gibi. Beni hiç tanımıyor muydu? Sanki bu öpüşe karşılık vermişim de onu aldatmışım gibi davranması gururuma dokunmuştu. Valentino ise son söylediği sözlerin berbatlığını fark etmiş olacak ki biraz daha sakinleşmiş bir biçimde bana baktı. "Sana dokundu. Seni öptü! Benim olduğunu, bana ait olduğunu bile bile yaptı bunu! Başına gelecekleri bildiği hâlde böylesine haddini aşan birini mi savunuyorsun bana?" "Savunmuyorum, Valentino. Ben ona gereken her şeyi söyledim. Onu uyardım! Bir daha bana yaklaşmamasını söyledim." "Söyledin ve bitti öyle mi?" "Valentino daha ne yapabilirim?" İçinden çıkılmaz bir hâle girmişti konuşmamız. "Yanlış bir şey yaptığının farkındayım. Ama onu uyardım. Bir daha da yaklaşmadı bana zaten. İnsan bir kere hata yaptı diye cezalandırılır mı?" "Bizim dünyamızda ikinci bir hataya yer yok, Lâl." Acımasız bir ses tonuyla söylemişti bunu. "Bak, kaçırıldığında sen ısrar ettin diye onu bir kereliğine affettim." İşaret parmağını sallayarak ekledi. "Bu bile hataydı! Ona bir şans verildi, şansını kullanamadı." Aramızdaki hararetli tartışmayı Valent'in telefonu böldü. ❝Valentino❞ "Kendine gel!" Lâl'den yediğim tokatla afalladım. Kendime geldim. Onu kıskanmıştım. Onu öyle kıskanmıştım ki aptal gibi saçmalamıştım. "Ne biçim konuşuyorsun sen Valentino? Ağzından çıkanı kulağın duysun!" Sadece bir an olsun Lâl'in beni sevmekten vazgeçip Nikolai'ye karşılık verme ihtimali, bu hayali senaryoyu anlık düşünmek bile beni deliye çevirmişti. "Sana dokundu. Seni öptü! Benim olduğunu, bana ait olduğunu bile bile yaptı bunu! Başına gelecekleri bildiği hâlde böylesine haddini aşan birini mi savunuyorsun bana?" "Savunmuyorum, Valentino. Ben ona gereken her şeyi söyledim. Onu uyardım! Bir daha bana yaklaşmamasını söyledim." "Söyledin ve bitti öyle mi?" Lâl'in olayları konuşarak çözebileceğini düşünecek kadar saf olduğuna inanamıyordum. "Valentino daha ne yapabilirim? Yanlış bir şey yaptığının farkındayım. Ama onu uyardım. Bir daha da yaklaşmadı bana zaten. İnsan bir kere hata yaptı diye cezalandırılır mı?" "Bizim dünyamızda ikinci bir hataya yer yok, Lâl. Bak, kaçırıldığında sen ısrar ettin diye onu bir kereliğine affettim." Daha o an işini bitirmeliydim. Sapık orospu çocuğu. Benim olana dokunmak ne demek görecekti. "Bu bile hataydı! Ona bir şans verildi, şansını kullanamadı." Telefonumun sesi aramızdaki yüksek gerilim hattını dağıttı. Arayan Montrel'di. Yanıtladım. Montrel'in sesi telaşlı geliyordu. "Nikolai Rusya uçağına binmemiş efendim." ❝Dokuz❞ Duştan çıktığımda biraz rahatlamış hissediyordum. Tüm gerginlikleri üzerimden atmış gibiydim. Belime sardığım havludan sonra balkona çıktım. Kendime bir içki doldururken telefon çaldı. Arayan Ivan'dı. Sıralayacağı küfürlere hazır, rahat bir biçimde telefonu açtım. "Seni orospu çocuğu, ortalığı nasıl karıştırdığının farkında mısın?" Onun bu telaşlı tavrı gülmeme sebep oldu. "Ne gülüyorsun piç kurusu? Adamın sevgilisini öpmek ne demek? Şuan her yerde seni arıyorlar biliyor musun?" "Bu tahmin ettiğim bir şeydi." "Peki Lâl denen o kadına âşık olman da tahmin ettiğin bir şey miydi?" Öfkeyle söylenen adamın sözlerini ciddiye aldığımda yüzümdeki gülümseme yerini buruk bir bakışa bırakmıştı. Benim her şeyi alaya alan tavrımdan hoşlanmayan adamın daha da öfkelendiğini hattın diğer ucundaki sesinden bile anlayabiliyordum. "Senin sikinin keyfi yüzünden ifşa olmak üzereydin!" "Düzgün konuş, Ivan." Sakinliğimi koruyan soğuk bir ses tonuyla ekledim. "Lâl ile aramızdaki öyle bir şey değil." "Lâl ile aramızdaki diye bir şey yok, Nikolai! Lâl ile aranız diye bir şey yok! Anlıyor musun? Öyle bir şey olamaz!" Tane tane açıklayınca anlayacakmışım gibi davranıyordu. Kalbe söz geçebilecekmiş gibi. Daha ben yanıt bile vermeden sabırsızlıkla uyarıda bulundu. "Bak, öyle bir şey olursa bu kıyamet olur anlıyor musun? Bu kız senin sonun olur!" "Aramızda bir şey yok zaten. Lâl'e hissettiğim şey daha masum bir şey." "Bu Lâl'i becermek istemiyorum demek mi oluyor?" Tam yeniden öfkelenip ona bir şeyler söyleyecekken buna fırsat vermeden araya girdi. "Bak, bir şey söyleyeyim mi Nikolai? Umurumda bile değil tamam mı? Bu işi berbat etme!" "Bir şeyi berbat ettiğim yok Ivan, ağzını bozma. Lâl hakkında da bir daha böyle konuşma." Derin bir nefes aldım. "Hatta mümkünse bir daha Lâl hakkında da konuşma." Konuyu değiştirmek istediğim için olayların asıl merak ettiğim kısmına geldim. "Orada neler oluyor?" "Valentino Dokuz'un Marcel olduğundan şüpheleniyor." Rahatça omuz silktim. "Öyle sanmaya devam etsin. Bu benim işime gelir." Ivan'la daha fazla polemiğe girmek istemediğim için "Başka bir şey var mı?" diye sordum. "Yok. Ama kendine dikkat etsen iyi olur, çünkü Valentino'nun adamları her yerde seni-" Yok, kelimesinden sonraki hiçbir şey beni ilgilendirmediği için telefonu rapçi gibi hızlı konuşan adamın suratına kapattım. Yakın arkadaşım olarak huylarıma alışık olan Ivan'ın bunu sorun etmeyeceğini biliyordum. Dışarıdaki muhteşem manzaraya ve evin her köşesinde tetikte bekleyen adamlarımdan gökyüzüne döndü bakışlarım. İçkimden bir yudum alıp rahatlamış bir duyguyla kendimi koltuğa bıraktım. "Artık ait olduğum yere dönme vaktim gelmişti." dedim iç geçirerek. Nikolai ölmüştü. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 💖 Bomba gibi yeni bölümle karşınızdayım! 😍 Son zamanlarda yeni bölüm ne kadar hızlı geliyor değil mi? Umarım bundan memnunsunuzdur. Yorumlarınız böyle bol bol geldiği sürece hızla yeni bölüm yazıp yayınlamayı düşünüyorum, yani yeni bölümlerin sıklığı tamamen size bağlı. ☘️ Eee bölümü nasıl buldunuz? Olanların ne kadarını tahmin ediyordunuz, ne kadarı tahmininiz dışında gelişti? Buraya yazabilirsiniz. Peki, sizce yeni bölümde neler olacak? Ortalık çok karıştı, tam bir kıyametin ortasındayız. Olaylar nasıl gelişecek şu saatten sonra? Tahminlerinizi, teorilerinizi ve isteklerinizi buraya yazabilirsiniz. 💖 Veeeee... Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın. ❤️ Bol yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Ve beni sosyal medya hesaplarımdan (özellikle kişisel Instagram hesabımdan) takip ederseniz çok sevinirim. 💕 Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |