@buzlarkralicesi
|
-4- ❝Lâl❞ Piyano melodisi sesine karışan ayak sesleriyle hafifçe gerilsem de parmaklarımı tuşların üzerinde tutkuyla gezdirmeye devam ettim. Adım sesleri yaklaşıp sahibi elleriyle çıplak sırtımı okşadığında ürperdim. Aklım hâlâ karışıktı. Onunla kalmakla doğru mu yapıyordum bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı, ondan kopamıyordum. Yanlış bile olsa kopamıyordum. Onun da kopmasını istemiyordum. Duraksayan parmaklarım melodiyi sonlandırdığında piyanonun üzerine kadife siyah bir kutu bıraktı. Durgun bir merakla kutuya baktığımda "Bu ne?" diye sordum. "Sevgililer günü hediyen." "İyi de sevgililer günü geçti." "Biliyorum." Usulca iç geçirdi. "Sevgililer günümüz pek iç açıcı geçmedi, farkındayım. Silahlar, kaos..." Durgun ses tonuma alaycılık eklenince farklı bir kombinasyon oluşmuştu sanki. "Tanıdığım en romantik mafya lideri olabilirsin." Valentino da benden geri kalır gibi değildi. "Tanıdığın başka mafya lideri var mı?" Güldüm. Keyifsiz bir gülüştü. Kafa karışıklığımı ve düşünceli duruşumu yansıtıyordu. "Ne aldın?" "Aç da bak." Derin kutuya uzandığında açıklayıcı bir ifadeyle ekledi. "Evlilik hakkında düşüncelerini bilmeseydim sevgililer gününde evlilik teklifi ederdim. Ama Dmitri ve İrina'nın davet edildiği akşam evlilik istemediğini açık ve net bir şekilde dile getirince..." Sitemkâr bir iç çekişten sonra devam etti. "Başka bir hediye yaptırmak zorunda kaldım." Kutuyu açtığımda içinde parıldayan koyu kırmızı taş bana bakıyordu. Lâl taşı. Gümüş bir kafesin içinde gri kanatlara sarılı bir Lâl taşıydı bu. Bu konuda engin bilgilere sahip değildim ama özel işçilik gerektiren bir parça olduğu kesindi. Üzerinde çok çalışılmıştı, belliydi. Daha önce hiç böyle bir kolye görmemiştim. Benzerleri çok vardı ama böylesini ilk defa görüyordum. Hele böyle parlayanını. Yarım yamalak "Bu..." diye mırıldandım. O gelmeden önce hakkında düşündüklerim aklıma geldiğinde utandım. Meğer hepsi birer kuruntudan ibaretmiş. "Lâl taşı." Elleri omzumda ve kollarımda okşarcasına gezinirken "İsmine yakışan bir hediye olsun istedim. Ve senin gibi parlasın..." dedi. "Ama ikincisi pek mümkün olmadı, senin gibi parladığını söyleyemeyeceğim. Bulabileceğimi de sanmıyorum." Kinayeli bir ses tonuyla "Ağzın iyi laf yapıyor Don Valentino Riccardo." yanıtını verdiğimde gülüşü sırasında nefesi kulaklarımı gıdıklıyordu. "Daha önce böyle bir kolyeye rastlamamıştım." "Eşi benzeri yok, özel bir parça. Ben tarif ettim, onlar yaptı." Büyülenmiş bir biçimde kolyeye bakıyordum. "Bu... Çok, çok güzel..." Dilim tutulmuştu sanki. Görür görmez bana ait olmasını isteyebileceğim bir şeydi. Beni nasıl bu kadar iyi tanıyordu, zevkimi nasıl böylesine iyi biliyordu hiçbir fikrim yoktu ancak on ikiden vurmuştu. Hem zevkimi hem de kalbimi. Ayağa kalkıp ona döndüğümde kolye parmaklarımın arasındaydı. "Çok teşekkür ederim." Sarılıverdim karşımdaki adama. "Beğenmene sevindim." "Çok beğendim. Gerçekten." Kolyeyi avuçlarına bıraktığımda "Takar mısın?" diye sordum. "Elbette." Ona arkamı döndüğümde avuçlarındaki kolyeyi nazikçe boynuma geçirdi ve el çabukluğuyla klipsini taktıktan sonra ensemde dudaklarının sıcaklığını hissederek başımı hafifçe geriye attım. Bu ürperticiydi. "Ben sana hediye almadım ama." İştahlı bir mırıldanışla cevap verdi ve yüzümü kendine çevirdi. "Hâlâ hediye vermek için şansın var." İmalı ve çapkın bakışlarındaki alevler vücudumda gezindikçe tutkuyla yakıyordu benliğimi. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmek istemiyordum artık. Kendimi ona bırakmak istiyordum. Onun kollarına güvenle serbest bırakmak istiyordum yalnızca. Belime sarılan elleri vücudumu ürpertiyordu. Beni kucaklayıp piyanonun üzerine oturttuğunda heyecandan kalbim küt küt atıyordu. Ona karşı koymak benim için çok zor hatta imkânsıza yakındı. Bunu bana karşı çekingen davranıp kaçtığında anlamıştım. Ben de onu istiyordum ve onun beni istemediğini sandığım her an alevler içinde yanıyordum. Aramızda tuhaf bir çekim vardı. İkimizin de hayır diyemediği, durduramadığı ilginç bir çekim. "Beni istiyor musun, Lâl?" Dudakları boynumun kıvrımlarında önce usulca, ilerledikçe hırçınlaştı. Sonra ellerim pantolonunun kemerinde oyalanırken onun parmakları ise askılı siyah elbisemin eteklerini yukarı sıyırıp iç çamaşırıma yerleşmişti. "Ne saçma bir soru bu? Elbette seni istiyorum." Kaldırdığı bacaklarımı onun kalçasına sarıverdim. Ellerim gür saçlarında sabırsızca gezinirken içime süzülen ve zamanla şehvetli bir hamleyle sinen varlığı hafifçe inlememe sebep oldu. Valentino'dan önce seks denen şey her zaman itici gelmiştir bana. Bilmiyorum, belki de bu yaşadıklarımın travmasıydı, Vural'ın yaptıkları yüzünden bu iğrenç bir şeymiş gibi geliyordu. Ayıp ya da korkunç. Olumsuz hangi his varsa seks kelimesiyle bağdaştırmıştım ve soğumuştum. Sevişmeyi her zaman iğrenç bir şey gibi kodlamıştım beynimde. Sanki yapmak istemesen de yapman gereken bir zorunluluk gibi. Ancak Valentino'yla daha o aşamaya gelmeden bedenim beklemediğim, hiç hesaba katmadığım sinyaller vermeye başlamıştı. Birbirimize en ufak bir yaklaşımımız olduğunda vücudum reaksiyon veriyordu. Âdeta mıknatıs gibi birbirimize çekiliyorduk. Aramızda tensel bir çekim vardı ve ben buna karşı koyamıyordum. Onunla sevişmek hiç de itici gelmemişti hatta beklediğimden de zevk doluydu. Ve sanırım ilk etapta beni korkutan da bu olmuştu. Bana yaşattığı duyguların bağımlısı olmam yeterince ürkütücüydü. Tabii bu hisler kaçınılmaz sonu engelleyememişti, en nihayetinde ona bağlanmıştım. Gecemiz gündüzümüze karışıyordu. Dokunuşlarımız tutkunun bin bir tonuyla harmanlanıp bizi bulutların üzerine çıkarıyordu. Beni kucaklayıp piyanonun üzerinden kaldırdığında bacaklarım sıkı sıkı kalçalarına kenetlenmiş bir biçimde sırtımın yatağın yumuşak çarşaflarına buluşmasını bekledim. Uzandığımda bakışlarındaki ihtirasın esiri olmuştum. Kollarım boynuna dolandığında iç geçirdim. "Bana ne yapıyorsun bilmiyorum. Senden uzak durdukça yine sana çekiliyorum." Böyle bir itirafı kendimden beklemiyordum. Çok denemiştim. Karşı koymaya çalıştıkça yine onun kollarında buluyordum kendimi. Homurdanarak yanıt verdi. "Biliyorum. Ben sana karşı koyabiliyor muyum sanıyorsun?" Kulaklarıma bir tüy gibi üfleyen sözcükleri beni kendimden geçiriyordu. Sırtüstü yatmam için yardımcı olan adam dizlerimi hafif büküp uzanarak aldığı yastığı karnımın altına koyup kalçamı yükseltti. Beni yönlendirmesi için kendimi ona bırakmıştım. Sırtıma yapışan göğsü ve yatağa yasladığı kollarıyla üzerimdeki yerini aldı. İçime kendini usulca ittiğinde hafifçe kasıldım, beni sakinleştirmeye çalışırcasına bir eli omzumda ve sırtımın kıvrımlarında gezinirken diğer kolu hâlâ yaslandığı yataktan güç alıyordu. İçimdeki hamleleri önce yavaş ve tutkuluydu. Tadını çıkarırcasına. Dakikalar sonra hızlanıp sertleşen baskısı içimdeki alevi körüklüyordu. Her hareketiyle onu isteyip istemediğimle ilgili onay almak adına ilerliyor gibiydi. O an anlamıştım beni kırmaktan korktuğu için uzak durmaya çalıştığını. Ancak o da en az benim kadar kendine hükmedemiyordu işte, bir şekilde birbirimize çekiliyorduk ister istemez. Bizim karşı koyabileceğimiz gibi değildi durum. Buna karşı koyabilmek için çok geç kalmıştık. Başımı yastığa koyduğumda gözlerim kapanmak üzereydi. Tatlı bir yorgunluk benliğimi esir alırken adamın sarılmış kolları arasındaydım ve hiç olmadığım kadar huzurluydum. Bu hissi her tattığımda işlerin boka sarmasına beş kala bir durumda oluyorduk. Ben daha ne kadar mutlu olabilirim Allah'ım, kurban olduğum şimdi her şey bozulacak derken cidden de bir şekilde bozuluyordu. Demek ki neymiş, o yasaklı cümleyi kurmamak gerekiyormuş. Ama gel de bunu beynimde dönüp duran düşüncelere anlat anlatabilirsen. • Uyandığımda kendimi sersemlemiş hissediyordum. Çok uyumaktan mıydı yoksa bana ilaç mı veriyorlardı bilemiyordum. Eğer ilaç veriyorlarsa bu bebeğimi etkiliyor muydu? Onu da bilmiyordum. Kafamda bir sürü soru dönüp duruyordu. Valent neredeydi? Beni neden aramıyordu? Başına bir şey mi gelmişti? Belki de ölmüştü. Aklım öyle karmaşıktı ki, sanki bir şeyler yanlış gidiyordu. Kendimle çelişiyordum. Bir yanım Valent hayalse karnımdaki bebek neyin nesi diye düşünürken diğer yanım Valent varsa neden beni bulmuyor diye sorular sorup duruyordu. Çünkü normal şartlar altında yerin yedi kat dibinde bile olsam Valent beni bir şekilde beni bulurdu, bunu biliyordum. Daha da önemli bir soru beliriyordu aklımda; ben baygınken defalarca bu bebekten kurtulma şansları varken neden kurtulmamışlardı? Başkan ölürdü de bu bebeğin doğmasına izin vermezdi. Karnımda düşmanına ait tehlikeli bir bomba taşıyordum ona göre. Neden bebekten bir şekilde kurtulmamışlardı? Aklımda bu denklemi çözemiyor, dibi olmayan bir çukura düşüyordum. Yatakta kıpırdanıp etrafa bakındığımda evimde olmadığımı fark ettim. Burası bana tanıdık geliyordu ama aklım öylesine gidip geliyordu ki tam olarak hatırlamam dakikalarımı aldı. Burası Vural'ın çiftlik eviydi. Ablam Zuhal'le Vural'ın konuşmalarını hatırladım. Sanırım onu yanıma aldırmam en doğrusu olacak, demişti iblis Vural. Ben baygın ve savunmasızken yapacağını yapmıştı işte. Zorlansam da yataktan kalkıp pencerenin önüne geldim. Dışarıya baktığımda ucu bucağı görünmeyen yemyeşil bir arazi vardı önümde. Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi burası, ailecek birkaç kez geldiğimiz için hayal meyal hatırlıyordum. Kapının tıklatılmasıyla irkilerek arkama döndüm. Her zamanki egoist ve canavar tavrından eser olmayan Vural mahcup ve ilgili bir edayla elindeki tepsiyle içeri girdi. Normalde kapıyı çalma gibi nezaket belirtileri göstermeyen adamın şimdi kibar olası tutmuştu herhâlde. Sakin bir ses tonuyla "Uyanmana sevindim." diye mırıldandı. Gerçek karakterinden eser yoktu. Bakışları bile farklıydı. Hiç olmadığı kadar iyi ve ilgiliydi. Hatta öyle ki, kendimden bile şüphe etmeye başlamıştım. Etrafımdaki hiç kimse hatırladığım karakterde gibi davranmıyordu. Acaba bende mi bir sorun vardı? Ben aklım karışmış bir biçimde gözüne far tutulmuş tavşan gibi karşımdaki adama bakarken o konuşmaya devam etti. "Yemek yemelisin." "İstemiyorum." "Ama-" "Senin elinden hiçbir şey yemeyeceğim!" Hırçın ve öfkeli bir biçimde karşı geldiğimde genellikle ne olduğunu biliyordum. Bu yüzden biraz da kasıtlı olarak öfkeli ve ters davrandım onu kışkırtmak için. Ben işi yokuşa sürdüğümde gerçek karakterini ortaya dökecekti nasıl olsa. Onu domine etmeye çalıştım. "Defol, çık!" Vural ise beklediğimin aksine yüzünde en ufak bir öfkelenme ifadesi olmaksızın tepsiyi köşedeki ahşap masaya bıraktı. Yüzünde yalnızca üzüntü ve hayal kırıklığı, biraz da acıma hissi görüyordum. Bana acıyor muydu? "Nasıl istersen." Ardından çıkmak üzereyken "Ablan burada, seni görmek için ziyaretine gelmiş." diye ekledi. "Ama dinlenmek istersen onu kibarca gönderebilirim. Dediğim gibi, nasıl istersen." Ben şaşkınlıktan herhangi bir yanıt veremeyince sessiz kalışımı olumlu değerlendirip odadan çıktı. Aynaya baktığımda bambaşka bir ben görüyordum. Göz altlarımda kahverengi yorgunluk halkaları vardı. Cansız ve perişan bir hâlde görünüyordum. Hafif belirgin karnıma henüz alışamamıştım, aynada bir kez daha inceledim. Her şey nasıl bir hayalden ibaret olabilirdi ki? Hayal değilse neden bu hâldeydim? O gerçek olsaydı bütün bunlara asla izin vermezdi. Beni burada bırakmazdı. Bir şekilde çekip alırdı beni buradan. Çıldırmak üzereydim. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim çaresizce. O sırada usulca ellerinde alışveriş poşetleriyle Zuhal ablam girdi odaya. Gözleri dolu dolu bana bakıyordu. "Güzelim..." Poşetleri kapı eşiğinden biraz ileride yere bıraktı ve bana sıkı sıkı sarıldı. Bu yaşa kadar ne ondan ne de başkandan böyle bir sevgi gösterisi görmemiştim. Oysa istediğim yalnızca biraz sevgiydi. Bir yudum sevgi. Öyle içten ve sevgi dolu sarılmıştı ki içim ısınmıştı istemsizce. Ondan yardım isteyebilir miydim? Bana yardım edebilir miydi? Ondan istemeseydim kimden isteyebilirdim ki, başka çarem mi vardı sanki? Kollarını gevşetip birkaç adım gerilediğinde zoraki bir biçimde mutlu görünmeye çalışıyordu. Alışveriş poşetlerine uzandı. "Sana sevdiğin şeyleri aldım, hiçbir şey yemiyormuşsun. Bu bebek için hiç iyi olmaz, biliyorsun." Poşetlerden birine uzanan eli fıstık ezmesi çıkardı. "Bak, sen çok seversin." Yatağın kenarına oturdum ellerimi iki yana koyarak. Her sözü ve davranışı aklımı biraz daha karıştırırken ondan yardım istemeye daha da yaklaştırıyordu beni. "Bana yardım etmek istiyor musun? Karnımdaki bebeği gerçekten düşünüyor musun?" diye sordum aniden. Bana yaklaşıp yatağa oturduğunda yüzümü ellerinin arasına aldı ve yanaklarımı okşadı. "Tabii isterim bir tanem, ne istersen söyle." "O zaman bana yardım et abla. Valentino'ya ulaşmama yardımcı ol." Bana yardımcı olmak için parlayan gözleri Valent'in adını duyunca söndü. Bakışlarındaki hüzün kalbimde bir yerlere dokunmuştu. Bu bakışı artık çok iyi tanıyorum. Bana acıyorlardı. "Bebeğim, zor zamanlar geçiriyorsun ama merak etme geçecek. Biz her zaman senin yanında olacağız. Unutma ki biz bir aileyiz." "Biz bir aile falan değiliz!" diye patladım aniden. Hiç sabrım kalmamıştı artık. Öfke doluydum. Kendimi hapsedilmiş hissediyordum. Çaresizdim. Biraz sakinleşmeyi denedim ve tüm gururumu ayaklar altına alıp karşımdaki kadının önünde diz çöktüm. "Bak, sana yalvarıyorum, beni düşünüyorsan eğer yardım et. Bebeğimin babasının yanına gitmek istiyorum, hepsi bu. Senden başka hiçbir şey istemiyorum." Ellerimi tuttu, üzgün ama umut dolu bakışlarla "Zaten onun yanındasın, bir tanem." dedi Zuhal. Ellerim buz kesti. "Korkulacak hiçbir şey yok. Vural sana ve bebeğinize çok iyi bakıyor. Hep senin yanında olacak. Bu durumdayken bile seni bırakmadı, o gerçekten seni seviyor. Kafanı toparlayana kadar-" Delirmek üzereyken "Valent'in yanına gitmek istiyorum." diye tısladım. Nefes alamıyordum. Bir kafese hapsedilmiştim ve buradan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Aklımla oynuyorlardı. Ya da belki de gerçekten delirmiştim, yalnızca farkında değildim. Zuhal gözlerimin içine baktı ve daha sakin bir ses tonuyla yanıt verdi. "Azize, bebeğinin babası Vural. Valentino diye biri yok, hiç olmadı." Aniden ayağa kalkıp "Ne saçmalıyorsun sen be?" diye bağırırken aniden karnıma bıçak saplanır gibi oldu. Ani bir harekette bulunduğum için canım yanmıştı. Çok öfkeliydim. Hep aynı hikâye: Valentino diye biri yok. Bu konuşmalar hep aynı yola çıkıyordu, çıkmaza. Delirmek üzereydim. Bu nasıl olabilir? Aklımı kaybettiysem, onlar haklıysa bunu nasıl anlayabilirdim ki? Etrafa bakındım, telefon yoktu. Benim deli danalar gibi odada dolanmam üzerine Zuhal "Ne arıyorsun bir tanem? Sakin ol, bebeğe zarar vereceksin. Ne arıyorsan bana söyle yardımcı olayım." derken gerçekten endişeli görünüyordu. Bana o bebekten hemen kurtulman lazım diyen kadınla şu anki kadın arasında dağlar kadar fark vardı. Hangisi gerçekti? Nasıl anlayacaktım? Tekrar ona döndüm. "Bana telefonunu ver." İlk başta duraksadıysa bile ben "Telefonunu ver!" diye tekrarladığımda hemen çantasına uzandı. "Tabii canım, al. Kimi aramak istiyorsan ara." Telefonu can havliyle elime aldığımda ilk işim Valent'in numarasını tuşlamaktı. Çalmasını beklerken hiç tahmin etmediğim bir şey oldu, telesekretere düştü. Aradığınız numara kullanılmamaktadır. Ne demek oluyordu tüm bunlar? Allah'ım, sen bana sabır ver. Tamam, sakin ol Lâl. Bunu kanıtlamanın başka yolları da var. Hemen internete girip Valent'in adını yazacaktım ve çıkan sonucu onun gözüne sokacaktım. Arama motoruna girdiğimde internetin olmadığını gördüm. "İnternet?" Soru dolu bakışlarla ablama baktım. "Canım, internet çekmiyor burada biliyorsun. Ama aramak istediğin her kimse çekinme, ara." Başım dönüyordu. Midem bulanıyordu. Valent'in telefonu kullanılamıyordu. Herkes öyle biri yok deyip duruyordu bana. Ne yani, yaşadığım son birkaç ay tamamıyla yalan mıydı? Bir sanrı ya da yanılsama? Delirmek üzereyim deyip duruyordum ama merak ettiğim asıl şey şuydu, gerçekten delirmiş olabilir miydim? Sakin kalamıyordum. Hiç beklemediğim bir anda patladım. "Hepiniz yalancısınız! Hepiniz koca bir yalansınız!" Yatağı, komodinin üzerindeki eşyaları, her yeri dağıtmaya başlamıştım. Zuhal korkup odadan çıkmıştı, en sonunda yorgun düşüp kendimi halının üzerine bırakıp ağlama krizine girmiştim. Allah'ım, nasıl bir sınavdı bu? Nasıl bir çıkmazdaydım? Hiç kurtuluş yok muydu? Delirmiştim ben. Hayaller görüyordum. Eğer bu gerçekse, bebek Vural'ın bebeğiyse, Valentino diye biri yoksa bu hayatı yaşayamazdım. Asla yapamazdım bunu. Vural'ın çocuğunu doğurmak. Onunla bir aile olmak. Allah'ım, bu korkunçtu. Ölümden beterdi. Tüylerim ürperdi, tir tir titremeye başladım. Eğer aylarca bir yalanı yaşadıysam, kendimi kandırdıysam, benim gerçeğim şuan içinde bulunduğum hayattan ibaretse yaşamanın bir anlamı yoktu. Hemen, şuan canımı alsınlardı. Hayır, yenilgiyi kabul edemezdim. Bir yalanı yaşamış olamazdım. Ayağa kalkıp odanın altını üstüne getirdim. Çekmeceleri kurcalamaya başladım. Elbette hiçbir şey yoktu. Odadan çıktığımda etrafta kimse görünmüyordu. Salona indim temkinli bir biçimde. Buradaki büfenin dolaplarını alt üst ettim, crkmecelerini karıştırdım define arar gibi. Hiç beklemediğim bir şey oldu. Orta çekmecenin köşesinde onu buldum. Lâl taşı kolyesi. Sevgililer gününde Valent'in bana hediye ettiği kolyeydi bu. Ellerimin arasındaki kolyeye büyülenmiş gibi bakıyordum. "Bu..." Umutla etrafıma bakındım. Sanki beni bir yerlerden izliyormuş gibi. Ya da uzansam ona dokunabilecekmişim, onu bulabilecekmişim gibi. "Valent..." Ben deli değildim. Deli değildim. Bunu biliyordum. Buna emin değildim, belki kafam biraz karışıktı ama işaretleri takip etmekten asla vazgeçmeyecektim. Gerçeği er ya da geç bulacaktım. İçim yine umutla dolsa da arkama döndüğümde Vural'ın sert göğsüne çarpmamla tedirginliğim had safhaya ulaşmıştı. ... * YAZAR NOTU: Hi guyss! Öncelikle bu bölümü geçen bölümde en çok yorumu yapan okurlarım gizemyeniklerr , ozgemrm , papatyam2017 , fuckinceg26 , rabiaolgun1 , deadxxpeop ve Wvweever okurlarıma ithaf ediyorum! İyi ki varsınız! 💞 1,37 Bin hikâye arasından #romantic etiketi içinde #3 sırada olmamızın şerefine bir yeni bölüm yazdım ama anca yetiştirebildim, bunu kutlamamız gerektiğini düşündüm, umarım yeni bölümü beğenirsiniz! ❤️ Ayrıca önceki bölüme çok tatlı yorumlar geldiği için, bol yorumlar yazdığınız için sizlere yeni bölüm getirdim umarım beğenirsiniz ve yorumlarınızı eksik etmezsiniz. 🙏🏻💞 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Gördüğünüz gibi çok kilit bir noktaya geldik bu bölüm, olayların çözülmesi an meselesi. Sizce yeni bölümde neler olacak? Lâl'i neler bekliyor? Peki ya yaşananlar bir oyun mu yoksa gerçekten bir rüyadan ibaret mi? Lâl'in gerçek yaşananlarla hayallerini harmanlamış olma ihtimali olabilir mi? Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi ve yorumlarınızı da buraya yazabilirsiniz. ✨ Ve son olarak mutlaka istek sahnelerinizi de buraya yazın, isteklerinizi ne kadar önemsediğimi biliyorsunuz. ❤️ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |