@buzlarkralicesi
|
-40- ❝Dokuz❞ Ben Nikolai. Nikolai Miloradov. Doğumuna milyonlarca dolar para harcanan ancak tek bir an bile gerçek sevgiyi tatmamış bir veliaht. Don Anton Lovino Miloradov'un tek varisi. Tüm unvanlarını elinin tersiyle itip reddeden, kendini bir rakamın ardına saklayan adam. Dokuz. Ben buydum işte. Bu kadardım. Tüm hayatını Don Valentino Riccardo'yu bitirmeye adayan biriydim. Kısa bir süre öncesine kadar bundan daha büyük bir misyonum yoktu. Ta ki onunla tanışana dek. Lâl. Gerçekliğine inanılamayacak kadar masum, duru ve güzel kadın. Ancak ne yazık ki onunla karşı karşıya kaldığım, ayrı taraflarda olduğumuz zamandan, Azize'yle tanışmamızdan başlamam gerekiyor sanırım. Onunla Nox'da tanışmıştık. Tabii ya, Nox. O bambaşka bir dünyaydı. Farklı bir evrendi. Dünyanın kara kutusu, çöplüğü Nox. Legal dünyanın kayıp, ölü, şüpheli bir şekilde yok olduğunu sandığı birçok kişiyi içine alıp yutan bir örgüttü Nox. Ölü, kayıp sanılan insanların farklı bir kimlikle, farklı bir ülkede, bambaşka bir hayat yaşamasını sağlayan gizemli örgüt Nox. Tabii bunu kendi misyonuna uydurup menfaatleri için organize eden, birçok ülkeden insanı içinde barındıran bir yerdi burası. Anne babalarını çocuklarıyla, kardeşleri birbiriyle düşman edebilecek kadar güçlü bir oluşum. Nox'da herkesin bir hikâyesi vardır. Üst ast ilişkisinden alakasız bir biçimde. Benim hikâyem gibi. Azize'nin hikâyesi gibi. Hepsi birbirinden farklı. Ve hepsi aynı. Nox'un üyelerinden biriydim. Hatta yönetim kısmına yakın, üst düzey bir üyesiydim. Nox'un askerlerinden Azize'yle de orada tanışmıştık. Daha doğrusu önce intikam planım için ben onu bulmuştum ve onun beni bulmasını, benden yardım istemesini sağlamıştım. Onun ne istediği açıktı, eski kimliğine ve ailesine kavuşmak, kimliğini çalıp yerine geçen Lâl'den intikamını almak, onu yok etmek. Bizi birleştiren ortak amaçlarımız Valentino ve Lâl'in bir arada olması gibi bizi de bir araya getirmişti. Ben onun üstü olarak yaptığım zekice plana dâhil olup ortak intikamımızı almamda bir piyon görevi görmesini istiyordum. Lâl ile tanışana dek, durum böyleydi. Lâl ile tanışana dek. Onunla tanıştığım güne kadar hakkında bildiğim tek şey, Valent'in yattığı kadın olması ve Azize'nin yerine geçmiş olmasıydı. Benim için herhangi biriydi. Valentino için değerli olduğunu da anlamıştım zamanla. Riccardo'dan intikam almak için eşsiz bir seçim. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planladıktan sonra Azize'yi bir Truva atı gibi içeri soktum. Aralarına sızması hiç zor olmadı. Lâl ile inanılmaz benzerliklerini küçük estetik dokunuşlarla besleyen kadının artık yerine geçtiği kişiden pek de bir farkı yoktu. Kişiliği dışında. Birine benzeyebilirdiniz ama onun aynısı olamazdınız. Kişilikler ve kimlikler de parmak izleri gibi özel ve eşsizdir. Normal şartlarda Valentino Riccardo gibi zeki bir adam bu oyuna düşmezdi. Ancak biz düşmesi için elimizden geleni yapmıştık. Ve sanırım son zamanlarda yaşadığı kaoslar da bizim işimize gelmişti. Valent'in kafası karışıktı. Normalde sabırlı biriyimdir. Ama Azize beklediğimden daha yavaş ilerliyordu. Planımızı sekteye uğratıyordu. Güçlü bağlantılarım sayesinde içeri sızdırdığım Riccardo'nun yanındaki adamların söylediğine göre Azize planımızı boşluyordu. Sanki onu Riccardo'yla evcilik oynaması ve Mrs. Riccardo olması için oraya yerleştirmişim gibi. Bu böyle süremezdi. Onu aradım. Telefonumu açtığında neden aradığımı çok iyi biliyordu. "Ne diyeceğini biliyorum." Balkondaki koltuğuma oturup önümdeki içkimi yudumladım. "Sandığımdan daha beceriksiz çıktın." Hayatını çalan kadından intikam almak için sabırsızlanan birine göre fazlasıyla savsaklıyordu görevini. Benim gibi intikam ateşiyle yanıp tutuşması gerekiyordu. Ne gerçek kimliğimi ne de gerçek yüzümü bilmeyen kadın "Deniyorum, Dokuz. Ama Valent'i kandırmak sandığın kadar kolay değil. Adam cin gibi, bir şekilde hissediyor. Ne yapabilirim ki? Hislerini de yönetemem ki." diye isyan etti. Öfkemi kontrol altına alarak "Yöneteceksin, Azize." diye karşı çıktım. "Seni oraya evcilik oyna diye sokmadım. Valentino'nun ne kadar zeki biri olduğunu biliyorum. Anlaşma sırasında bu seni durdurabilecek bir detay değildi. Ama şimdi görüyorum ki gözün korkmuş, geri adım atıyorsun." "Geri adım atmıyorum. Lâl karnında bebekle çıkıp gelmeseydi her şey tamamdı. Hallediyordum. Valentino zamanla yeni Lâl'e alışacaktı. Ama beklenmedik bir anda o çıkıp geldi işte." İşte başlamıştı bahaneler. Tabii bir de işin bebek kısmı vardı. Bu kadarını biz bile tahmin edemezdik. O kızın Valent'ten hamile kalmış olabileceğini düşünemezdik. Bunu saklamış ve en olmadık zamanda çıkıp gelmişti. Bu bizim planımızı da çok farklı bir boyuta taşımıştı. Bu planımıza engel olmamalıydı. "Sana bunun kolay olmayacağını söylemiştim. Lâl olmak sandığın kadar kolay değil. Saçlarını boyatıp ona tıpatıp benzemek kadar basit değil bu." "O benim yerime kolayca geçti ama!" Hırsına yenik düşüyordu. Bu acınasıydı. Böyle devam ederse hata yapacaktı. Benim gibi duygularını kontrol edebilecek kadar olgunlaşmamıştı henüz. Öfkesine yeniliyordu. "Bu durum medyayı ve alelade insanları kandırmakla eş değer değil. O kadın Valentino'nun yatağına girdi. Valentino onda nelere âşık oldu, bunlar hep bir sır perdesi. Lâl gibi düşünüp Lâl gibi davranmalısın." Sahi, Lâl kimdi? Nasıl bir kadındı? Ve Valentino Riccardo onda ne bulmuştu? Etrafında bu kadar kadın varken, neden o kız? Riccardo'yu alelade birine âşık olmayacağını bilecek kadar iyi tanıyordum. O benim kim olduğumu bilmese de. "Ama sen şimdiden hırslarının önüne set çekmesine engel olamıyorsun." Onu uyardım. "Öfke sana hata yaptırır." Bu işi Azize'nin eline bırakamazdım. Fazlasıyla nevrotik bir karakteri vardı. Merakla "Valent nerede şimdi?" diye sordum. "Dışarıda. Lâl ile konuştuktan sonra benimle konuşmadan odadan çıkıp gitti." Bir şeyler yolunda gitmiyordu. Bir terslik olmalıydı ama Azize'yi panikletmek istemedim. O ise hissetmiş gibi "Korkmalı mıyım?" sorusunu yöneltti. Riccardo sandığımdan da zekiydi. Biliyordu. İçten içe biliyordu. Onun Lâl olmadığını hissediyordu. Korkarım Azize'nin işi bitmek üzereydi. "Kendini kollasan iyi edersin. Amatörce davranıp arkanda iz bırakma." "Lâl'in gelişi her şeyi mahvetti, her şeyi! Biraz daha geç gelseydi ölürdü sanki. Bir de karnında bebekle geldi, Valent'in kafası iyice karıştı." Ofladı. "Ne yapacağım şimdi?" "Bana mı soruyorsun? Üflesen düşecek hamile bir kadınla bile başa çıkamadın." Önümdeki sehpada içkimin yanında duran fotoğraflara baktım. Lâl. Cılız bir kızdı fotoğraftaki. Gazete haberlerindeki canlı ve parlak yüzünün yanı sıra hasta ve güçsüz görünüyordu. Tam anlamıyla üflesen düşecek gibi. Zayıf bedeninin aksine hafif çıkık karnına baktım. Valentino Riccardo'nun bebeği. O bunu hak etmiyordu. Baba olmayı hak etmiyordu. Hem bu kadar kötü, acımasız ve bencil biriyken hem de en güzel şeylerin kucağına düşmesi hiç adil değildi. Üstelik telefonun diğer ucundaki kadının bile gereksiz bir biçimde Riccardo'nun büyüsüne kapıldığını görmek daha da çileden çıkarıyordu beni. "İçimden bir ses, işine duygularını karıştırdığını söylüyor." Ne vardı bu adamda bu kadar? Etrafındaki tüm kadınları kendine çeken neydi anlamak güçtü. Belki de bir şeytanın aldatıcı büyüsüne kanıyorlardı. "Ne?" Kadının şaşkın sesi inkâr ediyordu. Çaresizce. Ve inandırıcılıktan uzak. "Hayır." "Valentino'ya âşık mı oldun?" "Saçmalama." Çok amatörce bir yalandı bu. Umarım Valent'e de böyle amatörce yalanlar söylemiyordur. "Bak, ben her şeyi halledeceğim tamam mı? Bana güven. Lâl'in başına öyle bir çorap ördüm ki kendini aklaması mümkün olmayacak." Açıkçası ona ilk anki kadar güvendiğimi söyleyemezdim. Zaaflarına yeniliyordu ve işine duygularını karıştırıyordu. Lâl'e olan kini ve nefreti onu git gide profesyonellikten uzaklaştırıyordu. Bu işi kendi başıma halletmem gerekebilirdi. "Umarım öyledir, Azize. Seninle çıkarlarımız çakıştığı için anlaşmaya oturduk. Beklemeye tahammülüm kalmadı." "Tamam diyorum, Dokuz. Sadece bana güven." "Ben kimseye güvenmem. Bunu o küçük beynine sok." Suratına kapattım telefonu. Aptal kadın. Kimseye güvenmeyeceğimi anlayamamıştı hâlâ. Kendini fazla önemsiyordu. Bu işin bu kadar basit bitmeyeceğini anlamıştım. Sabırlı davranmaya karar verdim. Bir süre buralardan uzaklaşmam gerekiyordu. Büyük Miloradov'un daveti bu uzaklaşma isteğim için iyi bir bahaneydi. Beni neden çağırdığını az çok tahmin etsem de Moskova'ya gittim. Tüm azametiyle duran o büyük malikaneden içeri girdim. Holde beklerken adamlarından biri beni beklemem için büyük terasa aldı. Dışarıdaki manzarayı seyrederken arkamdan onun sesini duydum. Gözlerim kısa bir an onu buldu. "Nasıl? Güzel ha?" Rusya'yı ayaklarının altına alan terasından ona ait olanları izliyorum sanıyordu. Elleri ceplerinde bana doğru yaklaştığında yeniden terastan dışarıya baktım. "Hepsi senin." Gözlerime baktı. "Benim olan her şey senin. Bu krallık, adamlar, hepsi senin." Omzuma dokundu. "Sen kabul edene dek gerçek sahibini bekleyecek." Ona döndüm sabırla. "Ne zaman anlayacaksın? Bunların hiçbirini istemiyorum. Bu dünyayı istemiyorum." "Sen kabul etsen de etmesen de bu dünyaya doğdun, buraya aitsin. Tüm bunları bırakabileceğim senden başka kimse yok." Başını aşağı yukarı salladı kendinden emin bir biçimde. "En sonunda bu dünyaya ait olduğunu anlayıp senin olanlara sahip çıkacaksın. O güne dek bekleyeceğim." "Hayal görüyorsun." Onun için ben yalnızca krallığının ömrünü sürdürecek olan bir veliahttım. Daha fazlası değil. Beni hiçbir zaman gerçekten çocuğu gibi görmemişti. Gerçekten bir çocuk istediği için dünyaya gelmemiştim, imparatorluğunu emanet edecek biri olsun diyeydi her şey. Samimiyetine inanmadığım birinin servetine sahip çıkmaya niyetim yoktu. Hele nefret ettiğim o adama, Valentino Riccardo'ya dönüşmek istediğim son şeydi. Günler sonra kendi evime döndüğümde sürekli hareket hâlinde olmam işime gelmişti. Bu sayede Valent'in adamlarının beni bulması daha da zorlaşmıştı. O gün evde neler olup bittiğinin rutin raporunu vermeleri için Riccardo'nun arasına sızdırdığım adamlarımdan haber bekliyordum. Defalarca onu aramadan beni aramamasıyla ilgili anlaştığımız hâlde Azize beni ısrarla arıyordu. Açtım. Onun kafasına göre takılması ve hiçbir işe yaramaması canımı sıkmaya başlamıştı. "Ben aramadan bana ulaşmamanı söylemiştim." Orada Lâl ile sürtüşeceği yerde Valent'i Lâl olduğuna inandırabilseydi bu işi becereceğine olan inancım biraz olsun tazelenebilirdi. "Bu haberi öğrenmek isteyeceğini biliyorum." "Nedir?" Azize hakkında erken mi konuşmuştum? Bu işi becerebilir miydi? "Lâl evden gitti. Valent onu gönderdi galiba." Netlikten uzak sözlerine takılmadan edemiyordum. "Galiba?" Planımızı küçük ihtimallere bağlayamazdık. "Ne konuştular bilmiyorum ama az önce Lâl eşyalarını da alıp gitti. Belki de Valent konuşurken ben eve dönene kadar burayı terk et falan dedi, bilemiyorum. Ama Allah aşkına bu kimin umurunda? Lâl gitti." "Yine çabuk seviniyorsun." "İstediğimiz bu değil miydi?" Profesyonellikten uzak davranan kadın sinirlerimi bozuyordu. Yine de Lâl'e olan benzerliğinden dolayı işime yarayabileceğine dair ihtimali yok saymak istemiyordum. Onu hâlâ bir piyon olarak kullanabilirdim. "Ses tonundan hiç hoşlanmadım. Duygularını karıştırmaman konusunda seni son kez uyarmak istiyorum." Bu cümleyi kurmaktan sıkılmaya başlamıştım. "Merak etme. Bizi en korkutan şey Lâl değil miydi? Çıktı gitti işte hayatımızdan. Niye korkuyoruz bu kadar?" Bilmiyordum. Valentino bebeğin ona ait olmadığına emin olmadan Lâl'i bırakmaz, evden göndermezdi. Şimdi Lâl'in durduk yere gitmesi şüphe uyandırıcıydı. Lâl başkasından hamile olabilir miydi? Öyle olsa bile Valent'in bebeğe DNA testi yaptırmadığını biliyordum. "Valent bu kadar kolay ikna olmamış olabilir. Kendini kolla. Ve gözünü açık tut." "Tamam." "Söylediklerimi tekrar ettirmenden hoşlanmıyorum. Bu işe duygularını karıştırma." "Tamam dedim, Dokuz." Bir robot gibi aynı şeyleri tekrarlayan kadının canımı daha çok sıkmasına tahammül edemedim ve telefonu suratına kapattım. Çok geçmeden beklediğim oldu. Azize her şeyi yüzüne gözüne bulaştırdı, içerideki adamlarımdan bunu öğrenir öğrenmez onunla haberleştiğimiz numarayı yok ettim. Daha sonra aldığım istihbaratla Azize'nin benimle iletişime geçmeye çalıştığını öğrendim. Her şeyi berbat ettiği yetmiyormuş gibi utanmadan hâlâ bana ulaşmaya çalışıyordu. Korunaklı bir telefonla bir daha beni rahatsız etmemesi için onu aradım. Telefonu açar açmaz yardım için yalvardı. "Dokuz! Beni dövdüler. Beni yalnızca dövmekle kalmadılar, türlü işkenceler ettiler! Ölmek üzereyim sandım. Gidecek bir yerim yok, bana yardım etmen lazım!" Ona yardımcı olabileceğimi sanıyordu. Bu komikti. Hâlâ hayatta olduğuna, Riccardo'nun onu yok etmediğine şükran duyacağına bulunduğu durumdan şikâyet ediyordu. Oysa bulunduğu durumun sebebi kendi aptallığından başka bir şey değildi. "Aptallık etme. Sana yardım falan etmeyeceğimi biliyorsun. En başından anlaştık. Beni tanımıyorsun. Güçsüz, hamile bir kadınla bile başa çıkamadın. Görevinde başarısız oldun. Bundan sonra yalnız başınasın." "Peki ya sen? Sen Valentino'dan nasıl intikam alacağını sanıyorsun? Hem de ben olmadan!" Güldüm. Karşımda gücümü küçümseyen akılsız bir kadın vardı. Ona ihtiyacım olduğunu sanıyordu. Kendisini basit bir piyon gibi kullandığımı anlamıyordu bile. "Sana ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun? Çıkarlarımız ortak olduğu için seninle anlaşmaya oturdum, sense bir haltı beceremedin. Bundan sonrasını kendi yöntemlerimle halledeceğim. Senden iyi halledeceğim kesin." Uyarıyla ekledim. "Beni sakın bir daha arama. Zaten arasan da ulaşamazsın. Ve sana küçük bir tavsiye, yerimde olsam hayatta kalmak için aklıma güvenmeyi denemezdim bile. Başaramayacağın kesin çünkü." Telefonu kapattım. Ve bir daha bana ulaşamadı. Düşünceli bir ifadeyle telefonumu önümdeki masaya bıraktığımda hemen yanındaki zarfı elime aldım. İçindeki fotoğraflara göz gezdirdim. Lâl'in fotoğrafları. Onu izletmeye devam ediyordum. İşime yarayabileceğini düşünüyordum. Lâl. Kızıl karamel saçları, anlamlı bakan gözleri, yumuşak yüz hatlarıyla fantastik bir hikâyeden fırlamış prensesleri andırıyordu. Ancak bu Valentino Riccardo'nun âşık olması için yeterli bir sebep değildi. Güzel kadındı. Çok güzeldi. Ama dünyadaki tek güzel kadın o değildi. Riccardo onda ne bulmuştu? Onun neyine âşık olmuştu? Bu soruların yanıtı her neyse, Azize'yle tıpatıp benzemelerine rağmen gerçekten sevdiği kadının o olduğunu anlamasına sebep olan da o yanıtlardı. Onun gibi bir erkeğin bir kadına tensel bir çekim hissetmesi işten bile değildi. Ama bir kadına bu kadar âşık olması çok zordu. Riccardo'yu hangi özellikleriyle kendine âşık etmişti bu kadın? Beni Riccardo malikanesine, onun tehlikeli krallığına sürükleyen şey bu sorunun yanıtı olmuştu. Ve tabii Azize'nin beceremediği işi becermek istiyordum. Bu yüzden bağlantılarımı kullanarak güvenilir bir kimlik oluşturmak, kendimi kabul ettirmek zor olsa da Don Riccardo'nun çalışanlarından biri olmayı başardım. Elbette bu hiç kolay değildi. Onların aralarına girmek için türlü bedeller ödeyip rüştünü ispatlamak, sadakatini kanıtlamak ve güvenini kazanmak gerekiyordu. Hepsini yaptım. Söylenen her şeyi. Ve sonunda burnunun dibine kadar girdim. Daha Azize işleri mahvetmeden öncesinde girdim aralarına. Ve onun oyun dışı olması sürpriz olmadı bana. Bu işi beceremeyeceğini uzun süre önce anlamıştım. Ve buradaydım. Riccardo'nun imparatorluğunda. Tehlikenin göbeğindeydim ama umurumda değildi. Yalnızca temkinli olmalıydım. Yapmam gereken tek şey buydu. Atasözümüzün de dediği gibi. Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma. Valentino Riccardo'yla yüz yüze gelmiştik o gün. Benim o olduğumu bilmeden. Kendi elleriyle emanet etmişti sevdiği kadını bana. "Lâl benim için çok değerli. Her an, her saniye yanında olmanı istiyorum." Kesin bir dille ekledi gözlerime bakarak. "Ona herhangi bir zarar gelmemesini." Onaylayarak başımı salladım. "Merak etmeyin, efendim." Sadakatini ve güvenini kazandıktan sonra yapmam gereken tek şey ona itaat ettiğimi görmesiydi. Biz konuşurken yanımıza o geldi. Lâl. "Merhaba. Bölüyor muyum?" Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Kanlı canlı. Fotoğraflardan çok daha güzeldi. Gözleri ışıl ışıldı. Bir mücevher gibi parlıyordu. Karnına baktım. Onun bebeğini taşıyordu. Valentino "Hayır, bebeğim gel lütfen." diyerek kadının belini sardı. "Sizi tanıştırayım, Lâl bu Nikolai. Bundan sonra kendisi senin yakın koruman. Nereye gidersen yanında olacak." Kendi elleriyle tanıştırdı bizi. Düşmanını içine kadar sokup farkında bile olmadan sevdiği kadını düşmanına emanet ediyordu. Aynı itaati karşımdaki kadına da göstererek "Memnun oldum, Lâl Hanım. Emrinizdeyim." dedim. Lâl ise bu durumdan pek de memnun görünmüyordu. Riccardo'ya döndü. "Valentino biraz yalnız konuşabilir miyiz?" Lâl ile tanıştığımda anlamıştım farklı olduğunu. Gözlerindeki alevin sahiciliğini. Güzel olduğu kadar akıllıydı da. Beni güven verici bulmamış olmalıydı. Onun güvenini kazanmam haftalarımı aldı. Ama bu süre içerisinde Lâl'in çok farklı yanlarını da görmüştüm. Her şeyden önce neşeli, cıvıl cıvıldı. Şakacı, hayattan zevk almasını bilen, eğlenceli biriydi. Beni arkadaşı olarak gördüğünde gösterdiği samimiyet içimi ısıtmıştı. Birini sevdiğinde onu sevgisiyle ödüllendirmesini de biliyordu. Riccardo'nun onunlayken ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. Ona ne kadar değer verdiğini. Lâl bu değeri hak ediyordu. Hatta daha fazlasını. Bu yalnızca bebeğini dünyaya getirecek olan kadına gösterdiği iltimas ya da sevgi değildi. Bu kadar basit değildi. Ona gerçekten değer veriyordu. Lâl de aynı şekilde. Valent'i büyük bir aşkla seviyordu. Benim hiç görmediğim bir sevgiyle. Onu Katerina'dan kıskandığı, kaybetmekten korktuğu anları gözlerimle görmüştüm. Ancak gerçek bir aşk böyle hissettirebilirdi. O gün odama çekildiğimde Ivan'la telefonda konuşuyordum. Lâl'in fotoğraflarına bakarken mırıldandım. "Sanırım Riccardo'nun onda ne bulduğunu anladım." "Nasıl yani?" "Lâl çok farklı bir kadın, Ivan. Gerçek olamayacak kadar güzel ve iyi. Ama bir o kadar da gerçek. Çok gerçek. Sahici." Tebessüm ettim. "Neşeli, komik, eğlenceli. Onunlayken insan yaşlanmaz biliyor musun? İnsana hayatı sevdiren bir yanı var. Onun yanında zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun." "Dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum, Nikolai." "Riccardo, hayatında hiç hak etmediği bir parıltıya sahip. Onun bir mutluluk sebebi var." Aceleyle ekledim. "Bir değil, iki mutluluk sebebi var. Böyle kötü, iğrenç bir adamın bu kadar mutlu olmaya hakkı var mı sence?" "Sen Valentino'nun Anna'ya yaşattıklarından sonra bu kadar mutlu olmasına mı öfkelisin yoksa..." "Yoksa ne?" "Yoksa o kadına âşık mı oldun?" "Ne?" Ivan'ın söylediği deli saçması şeyden sonra nefes aldım. "Ne saçmalıyorsun sen?" "Asıl sen ne saçmalıyorsun Niko? Oraya neden gittiğini unuttun mu? Ne oldu o işine duygularını karıştırmayan adama?" "Lâl'e âşık falan olmadım, Ivan. Saçmalamayı kes tamam mı? Buraya neden geldiğimi çok iyi biliyorum. Bu aptal düşünceleri aklından çıkar." Telefonu kapattım. Her zamanki Ivan işte. Saçmalıyordu. Aşk. Çok iddialı bir kelimeydi. Ama imrendiğimi söyleyebilirdim. Lâl gibi bir kadının Don Riccardo gibi acımasız, nefret edilesi bir adama âşık olması, onu bu kadar mutlu etmesi hiç adil değildi. Lâl gibi birine âşık olmak isterdim. Birinin beni bu kadar sevmesini, mutlu etmesini isterdim. Ama aşk. Hayır. Kendimi kandırdığımı anladığım ilk an, havuz başında Lâl ile oturduğumuz gündü. Üzerindeki mayokini hafif kilo almasına rağmen ona çok yakışmıştı. Bebek yüzünden aldığı kilolar güzelliğinden bir şey kaybettirmemişti. "Nikolai. Seni burada görmeyi beklemiyordum. Özellikle de izinliyken." "Nerede olmamı bekliyordunuz?" Karşımda duran genç kadının beni nasıl kurguladığını merak ediyordum doğrusu. Ona göre Nikolai nasıl biriydi diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Omuz silkerek "Ne bileyim, arkadaşlarınla falan vakit geçirirsin diye düşünmüştüm." yanıtını verdi. "Burada görmeye değer herhangi biri olmadığını söylemiştim. İzin kullanmak da benim tercihim değildi." "Sen de göreve havuz başında devam edeyim dedin." Gülüşü çok güzeldi. İnsana yaşama sevinci veriyordu. Gülümseyerek omuz silktim. "Gidecek başka yerim yoktu." Bu söylediğim cümlenin ne kadar anlamlı olduğunu Lâl hiçbir zaman bilemeyecekti. Moskova'da, babamın yaşadığı bu şehirdeyken bile buradan başka gidecek yerim yoktu. "E hadi bize içecek bir şeyler al o zaman." Bunu isteyip istemediğimden emin olmak için ekledi. "Tabii istersen. Görev olarak düşünmeni istemem, izinlisin sonuçta." "Açık konuşmak gerekirse etrafta arkadaşlık edebileceğim daha iyi biri görünmüyor." "İşe etrafındaki kızlardan biriyle tanışmakla başlayabilirsin." "Aslında tam olarak üzerimdeki gözlerden kurtulmak için teklifinizi kabul ettim." Beni tanımıyordu. Dolayısıyla bu kadar basit zevkler peşinde koşacak biri olmadığımı bilmiyordu. Çünkü mutluluğun bu kadar basit zevklerde aranacak bir şey olmadığının farkındaydım. İstediğim şey bu değildi. Ben daha gerçek bir şey istiyordum. Daha sahici. Gerçekten sevgiyi hissedebileceğim bir aşk. Tam bunu düşündüğüm sırada canımı sıkan bir detayı fark etmiştim. Mayosundan boş kalan yerde, göğsünde hafif bir morartı dikkatimi çekmişti. Lâl benim gördüğümün farkında değildi ama ben gördüğüm şeyin keyfimi kaçırmasına engel olamadım. Riccardo'yla hareketli bir gece geçirdiklerini fark etmek canımı bir hayli sıkmıştı. Bu çok tatsız bir duyguydu. O adam Lâl'e dokunuyordu, onu öpüyordu. Belki daha fazlası. Karnındaki bebek de bunun en canlı kanıtıydı. Riccardo'nun ona dokunduğunu bilmek canımı bu kadar sıktığında anlamıştım. Lâl benim için bir şey ifade etmeseydi neden bu kadar sinirlenecektim ki? "Ben içecek bir şeyler alayım." diyerek yanından ayrıldığımda toparlanmak için kısa bir sürem olduğunu biliyordum. Onunlayken kontrolü kaybetmemeliydim. İşte o gün anlamıştım Lâl'e karşı duygularım olduğunu. O özel bir kadındı. Ve ondan etkilenmiştim. Kendini iyi hissetmediğinde onun için endişelenmiştim. Bütün gece onun iyi olup olmadığını düşünmüştüm. Onu sağlıklı bir şekilde karşımda gördüğümde de mutlu olmuştum. Onun arkadaşlığı bana iyi geliyordu. Cana yakın, dostça davranışları içimdeki sevgisiz kalmış çocuğu iyileştiriyordu sanki. Sakinleştirici bir yanı vardı. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu aşkın büyüsü de bozuluyordu. Sicilya'ya döndüğümüzde Zita'nın hamilelik haberi her şeyi karıştırmıştı. Lâl ile Valentino arasındaki aşkın büyüsünü de yok ediyordu. Uzun bir süre önce Zita'ya bu fikri ben vermiştim. Onunla da Azize gibi uzaktan bir iletişimimiz vardı. Ben onu her zerresiyle tanıyordum. Riccardo'ya ait her şey gibi. Ama o beni telefonun diğer ucundaki gizemli bir ses olarak tanıyordu yalnızca. O Riccardo'yu geri istiyordu, bense onu yok etmeyi. İsteklerimiz ortak bir noktada çakışıyordu. Lâl'i tanımadan öncesinde Zita'ya Riccardo'yu yeniden elde etmesi için bir bebek fikrini ben vermiştim. Ama böyle olacağını tahmin edemedim. Amacım yalnızca Riccardo'nun hayatını mahvetmekti. Beklemediğim tek şeyse Zita'nın bunu zamansız bir anda yapmasıydı. Ben Lâl'i tanıdıktan ve ona bazı hisler besledikten sonra. Lâl çok üzülmüştü. Büyük bir kavga kopmasına rağmen ortalık sakinleşmişti o gün. Ama Zita'nın olası hamileliği yüzünden bu ilişkinin sarsıldığını anlamak zor değildi. Ertesi sabah Lâl'i Riccardo'nun kucağında kanlar içinde görünce neye uğradığımı şaşırmıştım. Nefesimi tuttum ve ona bir şey olmamasını diledim. Başımı duvara yaslayıp bir haber beklerken ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemez hâldeydim. Donup kalmıştım uzun bir süre. Korkmuştum. Saatlerce bir haber alamadım. Belirsizlik dünyanın en korkunç şeyiydi. Neyse ki sonra bir haber gelmişti. Lâl iyiydi. Ama bebeği kaybetmişlerdi. Üzgündüm. Kim bilir Lâl ne kadar kötü hissediyordu. Kendimi suçlu hissediyordum. Böyle bir sonuca sebep olacağını bilmeden de olsa Zita'ya bu fikri ben vermiştim. Dolaylı olarak bile olsa Lâl'in bebeğini kaybetmesine, onun üzülmesine sebep olmuştum ve bu iğrenç hissettiriyordu. Sonraki günlerde aralarındaki kavgaların ardı arkası kesilmediğinde tamam, demiştim. Lâl artık gerçekleri görüyor. Riccardo'nun ona ait olmadığını, onu hak etmediğini. Her şeyi yavaş yavaş anlıyordu. Camın çerçevenin indiği o son tartışmalarının ertesi gün Lâl sessiz sakin arabaya binip havaalanına gitmek istediğini söylediğinde bir yanım onu hak etmeyen adamı bırakıp gittiği, ondan kurtulduğu için mutluydu. Geç olmadan kurtulmuştu. Anna'nın başına gelenleri yaşamadan. Diğer yanım ise buruktu. Bir daha Lâl'i göremeyecek miydim? Ülkesine gidip karşısına çıksam hangi bahaneyle yeniden onunla görüşmek isteyebilirdim ki? Riccardo'yu terk ettiğinde ondan uzak kalacağımı hiç hesaba katmamıştım. Gece odama çekildiğimde uyuyup tüm bu düşüncelerden kurtulmak istesem de ne mümkündü? Olmadı. Başımı yastığa koyup gözlerimi kapattığımda bambaşka bir dünyadaydım sanki. Kızıl karamel saçları yastığıma yayılmış, çıplak sırtı bana dönüktü. Sırtına dokunduğumda ellerim alev almıştı sanki. Bu his... Benzersizdi. Uzanıp onu kendime doğru çektim. Yüzünü bana döndü. O kollarımdaydı. Kucağımda. Çıplak bedeni vücuduma temas ediyordu. En çıplak şekilde. Ve en benzersiz hislerle. Dudaklarım dudaklarında, boynunda, omuzlarında, göğüslerinde gezinirken ellerim bacaklarında dolanmanın hissini yaşıyordu. Sağ avcum bacaklarının arasına yerleşirken elimi tutup geri çekmesi ve tam üzerime oturması aklımı başımdan aldı. Bu yaşadığım neydi? Gerçek miydi? Benzersiz bir histi. Bu, cennetti. Hani insanların inandığı o öldükten sonraki yaşamın cenneti. İlk kez o gece Lâl rüyalarıma konuk olmuştu. Birinin sizin izniniz ve kontrolünüz dışında bilinçaltınıza kazınması. Ne tuhaftı. Davetsiz bir biçimde rüyalarıma girmişti. Sabah onu hayal ederek uyanmıştım. Erekte olmuştum. Üzerimdeki etkisini silip atmak için banyoya girdim. Soğuk bir duş beni kendime getirecekti. Getirmeliydi. Bu çok yanlıştı. Olmaması gerekiyordu. Olmamalıydı. Bu çılgınca fikirleri aklından çıkar, Nikolai. Senin buraya geliş sebebin çok başka. O gün sabahki edepsiz rüyamı aklımdan çıkarıp hayatıma, buradaki görevime uygun şekilde davranmaya devam ettim. Diğer günlerden bir farkı olmamalıydı. Bu ayrılığı sakince karşılayan Riccardo ise her ne kadar Lâl'in gitmesine izin verse de evin altını üstüne getirmiş, deliye dönmüştü. Türkiye'ye gidip Lâl'i bir şekilde geri getirmeyi başardığında ise duygularım tepetaklak değişmişti. Bir yanım onu yeniden görebileceğim için mutluyken diğer yanım yine Riccardo'nun ağlarına takıldığı için sıkkındı. Onu yeniden karşımda gördüğümde yüzüm sevinçle aydınlandı. "Lâl Hanım..." Her zamanki itaatkâr ve mesafeli tavrımdan ödün vermeden "Sizi yeniden görmek çok güzel." dedim. Ancak hemen yanlış anlamasını önlemek adına sözlerimi "Yeniden burada görmek güzel." diyerek düzelttim. Geri dönmüş olmasına rağmen Riccardo'yla aralarındaki ilişki mesafeliydi ama bunun da çok sürmeyeceğini iyi biliyordum. Valentino Riccardo ne yapar eder bir yolunu bulurdu. Onu yeniden tavlardı. Tavlamıştı da. Kabul etmeliydim ki Riccardo'nun kadınlar üzerinde ilginç bir etkisi vardı. Ona hayır diyen kadın sayısı azdı. Çok az. Belki de ona en uzun süre dayanan ve onu reddedebilen kadın Lâl Hanım'dı. Uzun yıllardır aşk hayatını takip ediyordum ve hayatına girip çıkan kadınları biliyordum. Ama Lâl biraz farklıydı. Her açıdan. Barışmalarını duymak yıkıcıydı. Ancak bunu canlı canlı görmek en kötüsüydü. Kapı aralığından Riccardo'nun onunla seviştiğini gördüğümde nefesim kesildi. Dudakları kızın sırtında gezinirken elleri kalçalarındaydı. Burada görünmem bile ölüm sebebiydi ama hafif aralık kapıdan olanları gördüğümde olduğum yere çivilenmiştim sanki. Donup kalmıştım. Hareket edemiyordum. Onun kalçalarını sıkıp okşarken içine girmesi, kadının çok derinden gelen yastığa gömülmüş iniltileri. Oradan gitmem gerekiyordu ama gidemiyordum. Bir adım dahi atamıyordum. Riccardo'nun yerinde kendimi hayal etmeden duramadım. Lâl'in sırtına dokunan dudakların bana ait olmasını istedim. Onun içinde olan ben olmalıydım. Aksini görmeye katlanamıyordum. İçimden bir parça kopuyordu her gördüğümde. Bu yüzden başımı çevirdim ve bakmamaya çalıştım. Montrel'den bu geceliğine evden ayrılmak için izin istedim. Korumalar olduğu ve Lâl de bu saatten sonra dışarı çıkmayacağı için izin verdi. Odama gittim. Bir duş alıp her zamanki resmi kıyafetlerimden kurtuldum. Beyaz bir tişört, bir kot pantolon ve siyah deri ceketimi giyip çıktım evden. İkinci kimliğime büründüm Riccardo'nun krallığından ayrıldığımda. Club Hydra. Kendi mekânıma geldim. Kayıp cennetime ya da görünen o ki bana ait tek cehennemime. İçeri girdiğimde büyük bir saygıyla karşılandım. Büyük bir şişe votka istedim. Barmen içkimi hazırlarken büyük bar alanın etrafında içki içenlerde göz gezdirdim. Şişenin dibini görene kadar içtim. Adımı unutana dek. Barmen "Efendim, odanızı hazırlatmamı ister misiniz?" diye sorduğunda yanıt vermedim. Baygın gözlerim hâlâ büyük bar alanının çevresinde dolaşıyordu. Arkası dönük, kızıl saçlı bir kadın öylece duruyor, yalnız başına içiyordu. Lâl. Oradaydı. Ama bu nasıl olabilirdi ki? O Riccardo'yla birlikteydi. Usulca yanına gittim. Omzuna dokunduğumda arkasına döndü ve bana baktı. Ona benziyordu ama o değildi. Bulanık görüş açım çok seçemiyordu. Hatırladığım tek şey, onunla birlikte odama çıktığımdı. Odaya girer girmez üzerimizdekilerden hızla kurtulduk. Yatağa uzanan kadının üzerine abandım. Dudaklarım vücudunun her zerresinde dolanırken gözlerimin önüne o geliyordu. Lâl. Üzerinde hareket ettiğim ve giriş kapısını zorladığım kadının iniltisiyle gözlerimi kapadım. "Ah!" Eş zamanlı birbirimizin ağzına inlediğimizde kendimi kaybetmiştim. İçinde hareket ettiğim kadının o olduğunu hayal ettim. Onunla seks yaptığımı hayal ederek kendimi kandırdım. Hayalinin verdiği zevk, gerçeğinin yaşatabileceği cennetin fragmanı gibiydi. İmkânsız bir cennet. Sabahın ilk ışıklarında kulüpteki yatağımda uyandığımda bir an yanımda yatan kızıl saçlı kadına baktım. Yataktan kalkıp hızlıca duş aldıktan sonra saatime baktım. Geç kalmamalıydım. Üzerimi giyinirken yatakta dirsekleri üzerinde doğrulup beni seyreden kadınla alakadar olmadım. Hâlinden oldukça memnun kadın "Dün gece... Unutulmazdı." diye mırıldandığında hafif bir beklenti içinde olduğunu görebiliyordum. "Tekrar yapar mıyız?" Yüzüne bakmadan "Sanmıyorum." dedim keyifsiz bir ifadeyle. Kendimi tuhaf hissetmiştim. İhanet etmiş gibi. Bana ait bile olmayan bir kadına ihanet etmiş gibi. Sabahın erken saatlerinde hiçbir şey olmamış gibi yine onun hizmetindeki basit bir korumayken yüzüne bakmak, ona karşı bir şey hissetmiyormuş gibi davranmak çok zordu. Üstelik onun Riccardo'ya olan aşkını her saniye görürken. Onu dövme yaptırmak istediği zaman götürdüğüm yerde neşeli ve heyecanlı görürken Lâl'in içindeki neşe beni de canlandırıyordu. Sanki ölmek üzere olan yaşlı bir adamdım ve o benim içimdeki ölmüş kelebekleri canlandırıyordu. Beni gençleştiriyordu. Dirilmemi sağlıyordu. Sırtındaki dövmeyi yaptırırken yanında kalmamı istediğinde bundan memnuniyet duymuştum. Ona yakın olma fırsatı benim için müthişti. Onu dövmesini yaptırırken izliyordum. Cildinin pürüzsüzlüğü, pembe beyaz teninin tatlılığı o tene dudaklarımı değdirme isteği uyandırıyordu. Cildinde belli belirsiz küçük tatlı çillere kapanan dudaklarımın yaşadığı mutluluğu hayal etmek bile içimi ısıtıyordu. Yalnızca izlerken bile o minik tatlı çillere bayılıyordum. Ona olan duygularım artık inkâr safhasını geçtiği gibi, her geçen gün içimde daha da büyüyordu. Saklayamayacağım kadar sınırlarımı aşıyordu. Bu sırada Riccardo'yla ilişkileri ise yokuş aşağı yuvarlanıyordu. Her gün kavga ediyorlardı. Riccardo, onu üzüyordu. Nankör köpek. Elindeki değerli mücevherin farkında bile değildi. Onun değerini bilmiyordu. Hep yaptığı gibi. Diğer kadınlarda olduğu gibi Lâl'e olan hevesi de bitiyordu işte. Onu da kullanıp bir kenara atıyordu aşağılık herif. Onu üzüyordu, ağlatıyordu. Bu gördüklerime dayanamıyordum artık. Kamelyada oturup ağlayan kızı gördüğümde yavaş ve temkinli bir biçimde ona yaklaştım. Uzattığım mendili aldığında "Sen uyarmıştın aslında beni. Kızacağını söylemiştin." dedi. Hâlâ olanlardan dolayı kendini suçluyordu. O orospu çocuğu onu her üzdüğünde kendinde arıyordu suçu. Riccardo'nun onu hak etmiyor olma ihtimali aklına bile gelmiyordu. Gözlerinden süzülen yaşlara baktığımda nefes alamıyordum. "İyi misin?" Onu her üzgün gördüğümde ben de ölüyordum. Hıçkırıkları sözlerini boğduğunda ben de boğuluyordum. "Ne yapacağım ben şimdi? Onu kaybediyorum." O seni kaybediyor. Sen onu değil. O piç kurusu seni kaybediyor, Lâl. Çünkü seni hak etmiyor. "Sen çok özel bir kadınsın. Hiçbir erkek seni kaybetmek istemez." Parmaklarım istemsizce gözlerindeki yaşları silmek için yanaklarına kaydı. Dudaklarım dudaklarına ne zaman kapandı hatırlamıyordum bile. Kendimi kaybetmiştim. İçimde ona dair duygular artık taşmıştı, içimde hiçbir yere sığdıramıyordum onları. Sus, dur desem de durmuyorlardı. Karşımdaki kadının dudaklarına taşmıştı sonunda aşkım. Suratımda patlayan o sert tokatla kendime geldim. "Ne yapıyorsun sen?" İğrenç bir şey temas etmiş gibi dudaklarını sildiğinde ben de kendimden iğrendim. Sadece o dudaklara bir kere dokunmak istedim. Dilim tutuldu, ne diyeceğimi bilemedim. "B-Ben... Ben... Çok, Ç-Çok özür dilerim. Ben sadece..." "Bir daha böyle bir şey yaparsan Valentino'ya söylemek zorunda kalırım ve senin için hiç iyi olmaz!" Azarlayarak bağırdığında oturduğum yerden kalkıp açıklama yapmak istedim ama beni itip kendinden uzaklaştırdı. "Benden uzak dur!" Yanımdan çekip gittiğinde yaptığım hatanın farkına varmıştım. Belki de hayatımda yaptığım en güzel hataydı. Dudaklarındaki o benzersiz tadı hiç silmek istemiyordum. Hep benimle kalsın istedim. Dünyadaki hiçbir tatlı bu kadar lezzetli olamazdı. Sarhoş edici bir tattı. Ve istediğim bu günahın her saniyesine değdi. Ancak bu yine de rızası dışında ona dokunduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Benden nefret ediyor olmalıydı. Tepkisini anlayabiliyordum. Haklıydı. Benimle bir daha yan yana gelmek istemiyordu. Beni görmek istemiyordu. İstediğini yapacaktım. Buradan gidecektim. Sırf o istiyor diye girdiğim gibi hayatından çıkacaktım. Kararımı vermiştim. Montrel'e Don Riccardo'yla görüşmek istediğimi söyledim. Büyük patronla canının her istediğinde görüşemezdin. Ancak o istediğinde seni görebilirdi. Bekledim. Beni yanına kabul ettiğinde saygıda kusur etmeden isteğimden bahsettim. "Don Riccardo." Ellerimi önümde birleştirip bana söz hakkı vermesini bekledim. "Benimle konuşmak istediğin önemli bir konu varmış." Yüzüme bakmadan göz gezdirdiği dosyaları inceledikten sonra bana döndü. "Dinliyorum." "Efendim... Affınıza sığınarak yakın korumalık görevimden ayrılmak istiyorum." Merakla bana bakan adam hâliyle söylediklerime anlam veremiyordu. "Rusya'daki işlere, oradaki görevime geri dönmek istiyorum. Sizin için de uygunsa..." "Bu ani kararını neye borçluyuz?" "Ailevi bir mesele." Elindeki kalemi bırakan adam "Bir ailen olduğunu bilmiyordum." dedi yalnızca. Bir süre düşündükten sonra başıyla onayladı. "Pekâlâ. Rusya'daki pozisyonuna geri dönebilirsin." "Teşekkür ederim, efendim." Minnettarlığımı göstererek yanından ayrıldıktan sonra Rusya'ya dönüşüm için bana ayrılan uçak biletimi de alıp Riccardo'nun krallığından ayrıldım. Bilmediği tek şey, emrine itaat edip Rusya'ya dönmeyeceğimdi. Kendi krallığıma dönüyordum. Ve şimdi buradaydım. Bana ait olan cennetimin krallığında. Hiç beklenmedik bir anda içimde doğan bu aşk çiçeğinin fırtınası beni buraya savurmuştu. Kartlar yeniden dağıtılıyor, dengeler yeniden değişiyordu. Hissediyordum. Bundan sonrası çok daha çetin bir fırtınanın habercisiydi. Ben Nikolai Miloradov. Dokuz'un ardına sığınmış bir kral ve bir köle. Hem bir asilzade hem de bir piç. Şimdi kendi kimliğimi ararken sevdiğim kadın için Riccardo'yla savaşmaya hazırdım. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! ⭐ Yeni bölümümüzle karşınızdayım ve çok heyecanlıyım! Bu kez Nikolai'nin yani namı değer Dokuz'un ağzından uzun bir bölüm okudunuz. Ne hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce bundan sonra neler olacak? Nikolai hakkında ne düşünüyorsunuz ya da ne hissediyorsunuz? Buraya yazabilirsiniz. Malûm, dengeler değişti ve hiç beklemediğimiz gelişmeler kapıda, gerçekleşmeyi bekliyor. Yeni bölümle ilgili tahminlerinizi ve istek sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz. 💖 Bol yorumlarınızla birlikte yeni bölümü erken getirmeye hazırım. Umarım yorumlarınızı eksik etmezsiniz, sizleri çokça sevdiğimi biliyorsunuz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |