@buzlarkralicesi
|
-41/1- ❝Lâl❞ Valentino telefonla konuşurken merdivenleri tırmanıp odamıza çıktım. Odamız. Birbirine güvenmeyen iki insanın bedenlerini aşkla ve tutkuyla perçinlediği, bir olduğu oda. Ne acı, az önce beni aşağılayan o adamı hâlâ seviyordum. Başımı onun göğsüne yasladığımda güvende hissediyordum. Gurursuzca buluyordum bunu ama vazgeçemiyordum. Kangren olmuş bir parmak gibiydi. Gitgide kötüleştiğinin farkındaydım ama o benim bir parçamdı, atamıyordum. Bunun düzelmesini dilemekten başka çarem yoktu. Yüzsüzce ve çaresizce bir mucize gerçekleşmesini, bir sihirli değnek değip her şeyin düzelmesini bekliyordum. Ama o zamana kadar onunla bu odada kalamazdım. Bana söylediği şeyden sonra. Bu çok aşağılayıcıydı. Kısa bir an düşündükten sonra öfkeden uzak bir duyguyla Nina'yı odaya çağırdım. "Buyurun efendim, ne emretmiştiniz?" "Eşyalarımı başka bir odaya taşır mısın Nina?" Başta ne söylediğimi algılayamamış gibi yüzüme baktı. "Çok özür dilerim, anlayamadım?" "Eşyalarımı diyorum, başka bir odaya taşır mısın?" Sözlerimi teyit ettikten sonra isteksizce başını sallayan kadın işlere koyuldu. Bense duşa girdim. Biraz kendime gelmek istiyordum. Tüm suçu Valent'e atmak ne kadar doğruydu? Benimle öyle konuşmamalıydı, doğru ama ben de ondan bu durumu saklamamalıydım belki de. Kendimi suçlamadan edemiyordum. O adam istemediğim hâlde hiç beklemediğim anda bana dokunmuştu, beni öpmüştü. Valentino'dan başkasının dudakları dudaklarıma dokunmuştu. Elimdeki lif dudaklarıma gitti ve sertçe dudaklarımı silmeye devam ettim. Sanki o adamın istemsizce bıraktığı izleri silmek ister gibi. Valentino da beni suçlamıştı. Sen de zevk aldın mı bu durumdan, demişti. Ne aşağılayıcı bir cümle. Çıplak bedenimle yere bağdaş kurarak oturdum ve kollarımı vücuduma sarıp suyun altında kaldım. O şekilde ne kadar zaman kaldığımı bilmeden öylece durdum. Sonunda kapının tıklatılma sesiyle kendime geldim. Yavaşça oturduğum mermerden kalkıp kabinden çıktım. Bornoza sarınıp kapıyı açtım. Valent karşımdaydı. Beni baştan aşağı süzen adam mahzun bir ifadeyle gözlerini kaçırdı. "İyi misin diye merak ettim." Yorgun bir mırıltıyla "İyi olup olmamamı merak etmen ne ince..." derken kavgadan çok uzaktım. Kapıyı tıklatarak içeri giren Nina kıyafet dolabıma yöneldi. Onun eşyalarımı taşıdığını gören Valent önce Nina'nın elindeki eşyalara, sonra da bana baktı. "Ne oluyor?" Sakin bir ses tonuyla "Sanırım... Bir süre ayrı odalarda kalsak daha iyi olur Valentino." cevabını verdim. "İkimizin de biraz ayrı kalıp düşünmeye ihtiyacı var." "Nereden çıktı bu Lâl?" Kaşları çatılmış adam öfkeden çok merakla bakıyor gibiydi. "Neden durduk yere odaları ayırıyorsun anlamadım." "Durduk yere mi?" Derin bir nefes alıp uzlaşmacı bir tavırla devam ettim. "Valentino, aşağıda yaşananlardan sonra durduk yere bunu yaptığımı düşünmen sence de tuhaf değil mi?" "Lâl, büyütüyorsun." Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Bak, tamam sinirle söylediğim şey hiç hoş değildi. Hiç söylememeliydim. Ağzımdan çıkmamalıydı. Özür dilerim. Ama şimdi bu yaptığın-" "Valentino ben bir şey yapmıyorum. Başıma gelen en ufak şeyde beni suçladın sen." Hatamı kabul edercesine ekledim. "Tamam, ben bir hata yaptım. Nikolai'nin beni öptüğünü sana söyleyemedim. Merhametime yenildim." Kendimi savunurcasına nefes dahi almadan açıkladım. "Ama her şeyin daha kötü olmaması için yaptım bunu, o öpücükten etkilendiğim ya da zevk aldığım için değil! Asla!" Karşımdaki adamı baştan aşağı süzerken benim için nefes almak bile zordu artık. "Ama sen... Sen bana neler söylediğinin farkında mısın? Sanki senden başka birinin bana dokunmasına tahammül edebilirmişim gibi o iğrenç soruyu sordun bana ya! Zevk aldın mı ne demek ya? Ne demek bu? Sen bana ne sorduğunun farkında mısın? Hiç mi tanımadın beni? Bu soruyla beni ne yerine koyduğunun farkında mısın?" "Lâl..." "Bana öyle kırıcı şeyler söyledin ki kendimi aşağılanmış hissettim." "Niyetimin seni aşağılamak olmadığını çok iyi biliyorsun, Lâl. O piç kurusunun seni öptüğünü benden sakladığın için delirdim, çılgına döndüm!" Odada öfkeyle volta atan adam sağ elini saçlarından geçirirken sayıkladı. "Tanrım, söylerken bile çıldırıyorum!" Bense onun aksine beklenmedik bir sakinlikle "Senin sakladıklarını ne yapacağız peki?" diye sordum. "Madem dürüstlüğe bu kadar önem veriyorsun, Valentino..." Kendi kendime konuşuyormuşum gibi bakışlarımı ondan ayırdım. "Sen sanki benden hiçbir şey saklamıyorsun." "Bilmen gereken her şeyi biliyorsun, Lâl." Nuh diyordu, peygamber demiyordu. Sonra da bir şeyler sakladığım için bana kızıyor, kavga çıkarıyordu. Delirmemek mümkün müydü böyle bir durumda? Buna rağmen kavgadan kaçınan bir ses tonuyla karşılık verdim. "Ben bundan pek emin değilim, Valentino." Sarhoşken sırları olduğunu itiraf etmişti ama anlaşılan bunu şimdi hatırlamıyordu. Tüm ketumluğuyla hiçbir şey olmadığına beni inandırmaya çalışıyordu. Gözümün içine baka baka yalan söylemeye devam ediyordu. "Bu ilişkide sürekli sorun çıkaran kişi olmaktan memnun değilim ama beni üst üste öyle kırdın ki, kendimi tedavi etmem için fırsat bile bırakmadın bana." "Bu yüzden mi odaları ayırıyorsun?" Gözlerime bakan adam durumdan rahatsızlığını dile getirirken benim gibi yapıcı olmaya çalışıyordu. "Çözümün bu mu, Lâl?" "Bir süre böylesi daha iyi." "Beni böyle mi cezalandırıyorsun?" Bense "Cezalandırmıyorum, Valentino." dedim bıkkınlıkla. "Farkında bile değilsin, aşağıda bana söylediğin sözler... Bana bir fahişeymiş gibi davrandın!" O son cümle dudaklarımdan çıkarken nefes alamıyorum sandım. İncinmiştim. Daha önce onun incindiği gibi. Beni aşağılamıştı ve bunu büyüttüğümü düşünüyordu. Sanırım beni asıl üzen buydu. "Lâl, bu doğru değil!" Bir an gözlerini kapayıp düşündü. Sonra elleri kollarımı yumuşakça kavradı konuşmasına devam ederken. "Bak, tamam özür dilerim. İleri gittim, kabul ediyorum. Hatalı olduğumu kabul ediyorum. Seni kırdığımın da çok sonra farkına vardım. Ama o adi pisliğin seni kullanarak bana zarar vermeye çalışmasına katlanamadım, öfkelendim anlıyor musun?" "Ya basit bir koruma seni neden böyle komplike bir planla bitirmeye çalışsın Valentino?" Dikkatini ilişkimize çekmek için "Anlamıyor musun? Konu Nikolai değil, konu biziz! Bizim ilişkimiz!" dedim. "Lâl, anlamıyorsun. Bilmediğin şeyler var." Bana açılmaktan memnun değil gibiydi ama yine de devam etti. "Dokuz, beni bitirmek istiyor ve bunun için her şeyi deneyecektir. Seni kaybetmem için elinden geleni yapacağını söyledi. Beni, Valentino Riccardo'yu seninle tehdit etti!" "Dokuz'la Nikolai arasında ne gibi bir bağlantı olabilir?" "Tahminimizce Nikolai, Dokuz'un adamı olabilir Lâl." Ambale olmuş gibi ona baktım bir süre. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Her şey bir oyun muydu? Ve ben de Valent'i bitirmek için kullandığı bir piyon. Anlamlandıramadım ama öte yandan çözülememiş sorunlar yumağı aklımı meşgul etmeye devam ediyordu. Beni ne Dokuz ilgilendiriyordu ne de Nikolai. Beni ilgilendiren tek şey Valentino'ydu. Ve onunla ilişkimiz. "Valentino biz istemedikçe aramıza üçüncü şahıslar giremez. Bak, daha önce benim yaptığım hatayı şuan sen yapıyorsun. Ben Başkan'a inandım, senden şüphe ettim başımıza neler geldi! Şimdi sen, Dokuz'muş, Nikolai'ymiş saçma sapan insanların tehditlerini aramıza sokuyorsun." Gözlerinin içine baktım cesaretle. "Valentino beni bunlar ilgilendirmiyor, beni yalnızca sen ilgilendiriyorsun. Seninle olan ilişkimiz ilgilendiriyor." Karşımdaki adamın yüzünü ellerimin arasına aldım. "Seni seviyorum. Bu ilişki için ne kadar fedakârlık yapıyorum görmüyor musun? Bu evde kalmak için kendimle, gururumla nasıl savaşıyorum." Görünmez bir el darbe vurmuş gibi adamın yüzünden aşağı düştü ellerim. "Peki, sen?" Soru dolu bakışlarla bana bakan adamdan gözlerimi ayırmadım. "Sen her öfkelendiğinde bana böyle mi davranacaksın Valentino? Ufuk'un mektubunu çantamda bulduğunda da aynı şeyi yapmıştın. Özür diledin, affettim. Ama sen yine aynı şeyi yaptın. Özür dileyip sürekli aynı şeyleri yapacaksan o özrün ne anlamı var ki?" Başımı iki yana salladım çaresizce. "Olmuyor, Valentino. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Seninle bir şeyleri düzeltmeye çalıştıkça hep bozuluyor." Uzun uzun gözlerime baktıktan sonra hâlâ kavgamızın arasında eşyaları taşımaya çalışan Nina'ya döndü adam. "Eşyaları yerine bırak." Korkutucu bir bakış attı ve sözlerini tekrar etmesine gerek kalmadan Nina emrine itaat edip oraya buraya kaçışan tavuklar gibi aceleyle odadan çıktı. Valentino kapanan kapıdan gözlerini ayırıp bana döndü. Kararlı görünüyordu. "Bunun çözümü odaları ayırmak değil, Lâl." "Bunun çözümü ne ben artık bilmiyorum Valentino. Bunun bir çözümü var mı ondan bile emin değilim." Sorgulayıcı bakışlarla bana dönen adam "Ne demek bu?" diye sordu. "Bir şey demek değil." "Gitmek mi istiyorsun?" Ne dediğini anlamaya çalışarak ona baktığımda aceleyle ekledi. "Gideceğim demenin farklı bir yolu mu bu, ha? Gitmek için bir bahane mi arıyorsun?" "Valentino gitmeyi falan düşünmüyorum, şunu söylemekten vazgeç! "Sözünü keserek öfkeyle bağırdığımda kendimi kaybetmiştim. "Gitmek isteseydim çoktan giderdim zaten. Etrafına bir bak, bahaneye ihtiyacım mı var?" Sağ elimi başıma götürdüm. İnanılmaz bir ağrı girmişti. "Ben bir şeyleri çözmeye çalışıyorum." Benim yapıcı sözlerimle sakinleşen adam elleriyle yüzünü kapadı birkaç saniye boyunca. Onun da çıkmaza girdiğini hissedebiliyordum. Bakışları bana döndüğünde yüzümü ellerinin arasına alıp şansını yeniden denedi. "Bak, tamam çok zor zamanlar geçiriyoruz. Ama birlikteyken aşamayacağımız bir şey yok. Daha önce de başardık, yine yaparız." Elleri yanaklarımı okşarken yüzünü yüzüme yaklaştırıp mırıldandı. "Yeter ki bizden vazgeçme." Burnunu burnuma sürterken gözleri kapanmış, kokumu içine çekiyordu. Ona nasıl karşı koyacağımı öğrenemiyordum. Eskisi kadar kolayca çekip gidemiyordum. Zaman geçtikçe, birçok zorluğu birlikte atlattıktan sonra aramızdaki bağ güçlenmişti sanki. Alışkanlık gibi. Ondan öylece vazgeçemiyordum. Onsuz bir hayat düşünemiyordum bile. Ama işittiğim sözler, incinmiş kalbim beni rahat bırakmıyordu. Öte yandan geçmişin derinlere gömülmüş soğuk gerçekliği yavaş yavaş su yüzüne çıkıyordu. Saçıma yapışmış bir el beni uzun mermer koridorda sürüklerken kulağımda yankılanan Başkan'ın sözleri. "Seni nankör fahişe! Karnını doyuran birine böyle mi teşekkür ediyorsun?" Gözlerimi kapadım acıyla. Onunla bu kadar yakınken istemsizce "Ben fahişe değilim. Değilim..." sözleri dudaklarımdan döküldü. Aniden göz kapakları aralanan adam kaşlarını indirip bana bakarken "Lâl, hayır." diyerek telaşlı bir mırıltı kopardı. "Sen fahişe değilsin. Sen benim hayatımdaki en değerli şeysin." Başımı göğsüne yaslarken sıkı sıkı sarıldı bana. "Benim için en önemli olan sensin." Hâlâ öyle miydi? Ya da öyle olmaya devam edecek miydi? Zaman gösterecekti. Birkaç günümüz sakin geçmişti. Olayları tatlıya bağlamışız gibi görünüyordu. Küçük kırgınlıkları ise zamana bırakmıştık. Bunların önümüze bir çit çekmesine izin vermemiştik. Aklımdaki soru işaretleri henüz son bulmasa da biraz olsun durulmuştuk. Club V ile ilgili PR çalışmaları ve organizasyon hazırlıkları bittikten sonra buradaki tatili biten Haldun abi üzülerek de olsa Türkiye'ye dönmüştü. Yarın akşam sahne alacağım için biraz heyecanlıydım ve işlerimin kafamı meşgul etmesine izin veriyordum. O gün öğleden sonra Wendy arayana kadar olanı biteni ona anlatmak istememiştim. Sürekli sorunlarımla onu boğmak istemiyordum. "Nasılsın görüşmeyeli, iyi misin?" diye sorduğunda bile olanlar hakkında renk vermemiştim. "İyiyim, sen nasılsın bakalım? Gelen teklifle ilgili bir gelişme var mı?" "Aaa evet. Ben de onu anlatmak için aradım seni. Babaannemin durumunu biliyorsun. Bu maddi olarak da zorluyor bizi. Yani Ufuk her ne kadar destek olmaya çalışsa bile onun da pansiyon masrafları falan var, o söylemese de ben biliyorum." Sesi biraz çekingen ve isteksiz geliyordu. "Biraz paraya sıkıştığımız için de teklifi kabul ettim. Haldun Bey'le yarın görüşüp sözleşmeyi imzalamaya gideceğiz." "Senin adına çok sevindim Wendy, bu çok güzel bir gelişme. Ama sanırım sen bu teklifi pek de istekli kabul etmedin." Aceleyle ekledim. "Bak eğer istemiyorsan kabul etmek zorunda değilsin, sorun sadece maddiyse ben yardımcı olurum." Benden para kabul etmeyeceğini bildiğim için "Borç olarak." diye ekledim. "Yani... Bilmiyorum ki Lâl. Ben hiç böyle işlerin içine girmedim, yapabilir miyim pek emin değilim açıkçası." "Yaparsın canım, yapılamayacak ne var bu kadar?" "Belki de haklısın. Farklı bir deneyim olur benim için de. Ne dersin?" "Tabii canım. Bu işler alıştığın zaman çok da eğlenceli olur." "Sen öyle diyorsan öyledir, bu konularda benden tecrübeli olduğun kesin." Kısa bir an sessiz kaldıktan sonra pat diye "Beni bırak da Lâl asıl sen iyi misin?" sorusunu yöneltti. "Neden ki?" "Aradığımdan beri sesin bok gibi geliyor." "Her zamanki şeyler işte Wendy, ne anlatayım bilmiyorum ki." Her ne kadar bir şey olmamış gibi davransam da işe yaramıyordu galiba. Wendy anlıyordu bir şekilde. Luigi'yle hâlâ kontak kurmadıklarını burada olanları bilmemesinden anlamıştım. Onlarla ilgili de bir planım vardı, biraz kafa dağıtmak için bu konuyla da ilgilenecektim. Ben de Lâl'sem o Luigi köpek gibi Wendy'nin peşinde koşacaktı. Neler olup bittiğiyle ilgili merakla benden yanıt bekleyen Wendy'ye olanları nasıl anlatacağımı düşünüyordum. Biraz zorlayınca hemen çözüldüm. Nikolai'nin yaptıklarını, Valent'le tartışmalarımızı, her şeyi anlatmıştım. "Oha! Kızım her zamanki şeyler dediğin bu muydu? Yuh! Nikolai denen bu adam kendini ne zannediyor? Nasıl seni öper? Valent'in çıldırması çok normal." "Resmen delirdi, Wendy. Gözlerinden ateşler çıktı. Korkunçtu. Hiç tanımadığım bir adamla tanıştım sanki. Bana öyle şeyler söyledi ki..." Yutkundum. "Wendy Valent'in bu kadar öfke patlaması yaşaması normal değil. Tamam, kıskandı, sinirlendi, düşmanları var ama bunun dışında başka şeyler de olduğuna eminim. Valentino sarhoşken bana itiraf etti sakladığı bir şeyler olduğunu." "Nasıl bir şeyler?" Sağ elim çaresizce alnıma giderken ofladım. Bu işin içinden ben de çıkamıyordum ki, Wendy'ye nasıl izah edeyim? "Ya işte bilmiyorum Wendy. Geçmişinde var benim bilmediğim bir şeyler. Anna denen şu kızla ilgili olduğu kesin." Telefonun diğer ucundaki kız bıkkınlıkla ofladı. "Ben ne yapıp edip Anna meselesinin aslını astarını öğreneceğim." "Lâl, ya Allah aşkına gözünü seveyim git 5 milyon takipçili Instagram hesabında influencer'lık yap, çatlak kremi falan öner, ne bileyim linki yukarı falan kaydırtıp kafanı dağıt biraz. Kurban olayım dedektifçilik oynayıp başımızı yakma ya." "Ama Wendy-" "Bak, geçmişte ne olduysa oldu tamam mı? Bırak, geçmişte kalsın." "Sorun da bu Wendy. Geçmişte kalmaması. Ben istemesem de işler öyle bir noktaya geldi ki, her ne varsa bugünümüze de sıçrıyor." "Yani ben ne dersem diyeyim sen işin aslını öğrenmeden durmayacaksın öyle mi?" Wendy'nin sıkkınca iç geçirişini duyabiliyordum. "Bu işten fena hâlde bok kokusu alıyorum ama umarım ben yanılıyorumdur Lâl." Ne diyebilirdim ki? Wendy haklıydı. Öğrendiğim bu sır beni daha iyi etmeyecekti, biliyordum ama en azından ortada gizli saklı hiçbir şey kalmayacaktı. Beni konuştuğumuz yeterdi. Biraz şu Luigi konusunu kurcalamalıydım sanırım. Açıkçası neler olup bittiğini fena hâlde merak ediyordum. "Luigi'yle görüşüyor musunuz? Seni arıyor mu hiç?" "Arıyor ama açmıyorum." Güzel. Wendy'nin ağırlığını koruması hoşuma gitmişti. Nasılsa ben çok yakında Luigi'yi köpek edecektim. O kendini beğenmiş İtalyan ayısı arkadaşımın peşinden koşacaktı. Bu yüzden Wendy'nin tavrını koruması önemliydi. "Ona tek bir mesaj dahi atma tamam mı? Ararsa da sakın açmayacaksın. Ne yazarsa yazsın cevap da verme. Kudursun o öyle. Eninde sonunda kapında paspas olacak, sen güven bana." Kuşkuyla "Sen Luigi hakkında bir şey mi biliyorsun? Yani sana öyle bir şey mi söyledi?" diye sordu Wendy. "Hayır hayatım, o ketum kalasın bir şey söyleyeceği yok. Ama bilirsin, ön sezilerim çok güçlüdür." Yani entrika kabiliyetim. "İyi bakalım, sen öyle diyorsan..." Telefonu kapattığımda kısa bir an da olsa Wendy'yi dinlemeye karar verdim. Bu işin peşini bırakmayacaktım ama doğru zamanın gelmesini beklerken düşünüp kafayı yemek de istemiyordum açıkçası. Bu yüzden kafamı dağıtacak bir şeylerle uğraşmalıydım. Şu Wendy ve Luigi meselesi. Bu konunun üzerine eğilmenin zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Kafamda kurduğum planla Luigi'yi kıskançlıktan kudurtacaktım. Öyle bir duruma gelecekti ki, Wendy'yi başkasına kaptırma korkusuyla deli olacaktı. Çok güvendiğim eski bir futbolcu arkadaşım vardı. Rehberimde onun adını aradım. Tuncay. O da bunca zaman sonra kendisini aradığım için şaşkındı. "Hayırsız, sen beni arar mıydın ya?" "Sana işim düştü Tuncaycığım." Sevimli bir gülüşle "Onu anladım zaten." dedi. Sesi keyifli geliyordu. Lafı dolandırmayı sevmediğimi bilirdi. "Dürüstlüğünden hiçbir şey kaybetmemişsin." Konuya girmek için hiç acele etmeyen adam "Nerelerdesin sen? Hiç arayıp sorduğun yok. Yabancı biriyle nişanlanıp İtalya'ya falan taşındı dediler ama..." "Evet, öyle oldu." Tuncay'la eskiden çok samimiydik. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi ve birbirimize çok da iyiliğimiz dokunmuştur. Bana hayır diyemeyecek sayılı kişilerden biri olduğu için onu bu plana dahil etme kararı almıştım. "Şimdi Tuncaycığım, bir planımla ilgili yardımına ihtiyacım var." Onun da hoşuna gideceğini bildiğim için "Biraz reklamını yapmak ister misin?" diye sordum. Durumdan memnun olan adamın sesi istekli bir biçimde yumuşamıştı. "Neymiş bu planın, anlat bakalım." "Şimdi benim bir arkadaşım var, ikinizi arkadaşça bir görüşme sırasında karşılıklı kahve içerken paparazziler falan yakalayacak." İmalı bir sesle "Anladın değil mi?" sözüyle teyit ettim. "Olay bu yani, bu kadar. Riskli bir şey yok." Merakla ve flörtöz bir ses tonuyla "Bu arkadaşın... Güzel mi bari?" diye mırıldandı. "Güzel ama asılırsan gebertirim. Onun kalbinde başkası var." "Hımmm... Anladığım kadarıyla sen de bu birlikteliğe katkı sağlamam için beni aradın." "Ayyynen öyle. Hem sen gündemde kalacaksın hem de arkadaşımın işi görülecek." "Peki, kıskanç bir sevgilinin yumruğuyla falan başım derde girmez değil mi?" "Merak etme, onun sana hiçbir şey yapmaya hakkı yok. Çünkü henüz aralarında bir şey yok. Ben sana garanti veriyorum." Neşeyle gülen adam rahatlıkla karşılık verdi. "Aman canım, bir yumrukla da bir şey olmaz zaten. Senin hatrın bende büyük. Hadi yapalım şu işi." "Harika o hâlde, anlaştık! Ben sana yeri ve zamanı bildiririm, orada olursun." Telefonu kapattığımda işin Tuncay ayağını halletmiştik. Şimdi Haldun abi yoluyla sektörden tanıdık bir paparazziyi fotoğraflarını çekerek haber yapması için ayarlayacaktım. Wendy'yi Tuncay'la görüştürmek bebek işiydi zaten. Haldun abiye durumu anlatıp bir paparazziye ihtiyacım olduğunu söylediğimde sözümü ikiletmedi bile. Hem böyle alengirli şeyleri severdi hem de menajerliğini yaptığı Wendy'nin medyada konuşulması onun işine geleceği için hemen kabul etti. "Sen var ya sen, zehir gibi bir şeysin kızım." "Ama bak sakın Wendy'ye bu konuda tek kelime etmiyorsun tamam mı Haldun abi? Aksi hâlde bizim plan yatar." "Tamam, tamam sen merak etme." Tüm işleri organize ettiğimde içim rahattı. İşin sadece Wendy kısmı kalmıştı. O da zaten beni kırmayıp Tuncay'la görüşecekti çünkü onunla alakalı bir bahane de üretmiştim. Çok geçmeden onu aradım. Bu kadar kısa sürede onu aradığıma şaşırmış olacak ki "Ne oldu? Dedektif Lâl tüm sırları çözdü mü?" diye sordu heyecanla. "Yok, hayır. Aslında benim sana işim düştü Wendy." "Hayırdır inşallah?" "Şimdi benim eski bir arkadaşım var, Tuncay. Onun bana ulaştırması gereken bir şey var ama öyle kargoya falan güvenemem. Diyorum ki sen bana ait paketi Tuncay'la görüşüp kendisinden alsan, sonra Haldun abiye versen... O da İtalya'ya geldiğinde bana getirse olur mu?" "Allah Allah... Ne paketiymiş ki bu kadar önemli olan?" "Ya, önemli bir şey değil. Zaten küçük bir paket." Bir süre düşündükten sonra "Olur. Ama bir şartım var." dedi merakla. "Paketin içinde ne olduğunu bana söylersen neden olmasın?" "Parfüm. Tabii ya, Tuncay Fransa'dayken sevdiğim markadan özel üretim bir parfüm almış bana." "Vay be, ne arkadaş ama." "Öyledir o, iyi çocuktur." Renk vermeden buluşmayı teyit ettim. "Gidiyorsun değil mi?" "Tamamdır ya, hallederim ben o işi. Ne zaman gidiyorum peki?" "Ben sana birazdan yeri ve zamanı mesaj atarım. Hadi öptüm, şimdi çıkmam lazım. Sonra görüşürüz." "Görüşürüz hayatım, ben de öptüm." Uzun bir telefon trafiğinin ardından kendimi büyük işler başarmış biri gibi hissediyordum. Ve gerçekten başka şeylerle uğraşmak kafamı bir nebze de olsa dağıtıyordu. Alışverişe çıkmak için üzerimi değiştirdim. Sıfır kollu beyaz bir atlet ve kot etek giydim. Gümüş zincir kolyelerimden birini taktım. Omuzlarımın biraz altına ince beyaz bir gömlek de attığımda hazırdım. 
"Merhaba." Anlayışlı bir ifadeyle "İyi çalışmalar, çok meşgul etmeyeceğim seni. Alışverişe gidiyorum, haber vermek istedim." dedim yalnızca. Ayıp olmasın diye birbirine iyi davranan iki arkadaştan farksızdık. Bu çok samimiyetsizceydi, biliyordum ama kavga edecek hâlim kalmamıştı artık. Bu yüzden sessizliğe sığınmıştım. "Meşgul değilim, otur lütfen." Yüzünde yumuşak bir ifade vardı. Benim bana vakit ayırmıyorsun diye kendimi paralamadığımı, aksine artık pes ettiğimi görebiliyordu. "Birer kahve içelim." "Yok, sen çalışmana devam et lütfen. Ben çıkayım. Görüşürüz sonra." Üzerimde gezinen ılımlı bakışlarının yenilgiye uğradığını hissediyordum. Yavaş adımlarla kapıya yönelip dışarı çıktım. Belki de bir süre böylesi daha iyiydi. Bir şeyleri toparlamak için birbirimizi darlamak yerine zaman tanımak, birbirimize alan tanımak. Yapmak istediğim tam olarak buydu aslında. Artık savaşamayacak kadar yorgundum. Zamana bırakmak belki iyileştirecekti. Bu yüzden zamanın iyileştirici etkisine sığınıyordum. ❝Valentino❞ Çalışma odasında Isabella'dan eve göndermesini istediğim dosyaları okurken kapı çalındı. İçeri sessizce Lâl girdi. "Merhaba." "Merhaba." Günlerdir nezaketen birbirine iyi davranan iki insan gibiydik. Aramızdaki görünmez mesafeler canımı yaksa da Lâl'in yanımda olması, gitmemesi bir şeylerin düzelebileceğine dair umut veriyordu. "İyi çalışmalar, çok meşgul etmeyeceğim seni. Alışverişe gidiyorum, haber vermek istedim." Kavgadan uzak, sessiz ve uysaldı. Kavga etmek isteyen yanı bile daha samimi ve gerçek geliyordu bana. Böyle anlayışlı davranması sessiz bir vazgeçiş gibi korkutucuydu benim için. "Meşgul değilim, otur lütfen." Benim için ne kadar önemli olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardı. "Birer kahve içelim." "Yok, sen çalışmana devam et lütfen. Ben çıkayım. Görüşürüz sonra." Onun sessizliği, çıkardığı gürültüden daha tedirginlik veriyordu. Kavga etse, bağırıp çağırsa, etrafı dağıtsa bir şeyleri çözebileceğimizi anlardım ve korkmazdım. Ama sessizliği, bu beklenmedik anlayışı, kendini geri çekmesi. Bana olan sevgisi bitiyor muydu? Belki de savaşmaktan yorulmuştu. Onu kaybediyordum. O odadan çıktığında iç geçirerek masadan kalktım. Odada volta atarken camdan dışarıya baktım. Montrel'in açtığı kapıdan arabanın arka koltuğuna oturan kadının gidişini seyrettim bir süre. Onun avuçlarımın arasından kayıp gitmesine izin veremezdim. Ama yaptıklarımı nasıl telafi edeceğimi de bilmiyordum. Ona son söylediklerim... Ağır konuşmuştum. Çok kırılmıştı. Hatta belki de bu zamana kadar hiç kırılmadığı kadar. Onu kaybedemezdim. Ve kaybetmemek için yapmam dediğim şeyleri yapmak zorunda kalabilirdim. ❝Lâl❞ Geçen gün alışveriş için gittiğim bir mağazadan sipariş ettiğim birkaç şeyi aldıktan sonra bir kahve dükkanında oturdum. Taze çekilmiş kahve çekirdekleriyle hazırlanan güzel kokulu kahveleri vardı. Bir filtre kahve alıp oturduğumda başımda bekleyen Montrel'e "Sen beni arabada bekle." dedim. Diğer insanların tuhaf bakışları yeterince rahatsız ediciydi. Biraz isteksiz dursa da kararlı bakışlarımla ona söylediğim şeyi yaptırmayı başarmıştım. Montrel alışveriş paketlerimi alıp dükkandan çıktığında huzurla kahvemi yudumlamaya başladım. Çantamdan telefonumu çıkarıp Instagram'da biraz gezinirken beklemediğim bir anda masama biri oturdu. Ne oluyor dememe bile kalmadan başımı kaldırdığımda karşımda Nikolai vardı. Tedirginlikle etrafıma baktıktan sonra öfkeli bakışlarım ona döndü. "Senin ne işin var burada?" "Seni görmek istedim." "Ne saçmalıyorsun sen? Valentino her yerde seni arıyor, bulduğu yerde öldürecek. Git buradan!" Onun gitmeye niyeti olmadığını görünce hızla altımdaki sandalyeyi itip masadan kalktım. Masadaki el bileğimden yumuşakça yakalayıp beni engelleyen adam "Lâl, otur lütfen." dedi sakince. Sertçe elimi çektim. "Sana daha kaç kere benden uzak dur diyeceğim?" Daha yeni Valent'le bu konu yüzünden gerginlik yaşamışken bu adamı karşımda görmek öfkemi körüklemişti. "Çık hayatımızdan artık!" "Lâl, sence ben boş yere mi canımı tehlikeye atıp buraya geldim?" Kararlı gözlerini sandalyeme dikti. "Lütfen otur." Ne yumurtlayacağını merak ettiğim için isteksizce sandalyeye oturdum ama ondan olabildiğince uzaktaydım. "Ne söyleyeceksen çabuk söyle ve git. Seni bir daha görmek istemiyorum." "Bana öfkeli olduğunu görebiliyorum. Haklısın. Ama buraya bunun için gelmedim. Cevaplarını aradığın sorular için buradayım." Kaşlarımı çattım merakla. "Ne demek bu? Ne sorusu?" Ne söylemeye çalıştığını anlayamıyordum. "Riccardo'nun geçmişiyle ilgili peşine düştüğün soruların cevapları. Onun karanlık sırları." "Nikolai, sen kendini ne sanıyorsun? Sen kimsin de ben senin söylediğin şeylere inanıp güveneceğim?" "Lâl-" "Gerçekten sana acıyorum. Daha düne kadar Valentino'nun ekmeğini yiyen biriydin ya sen. Ne çabuk onun hakkında her şeyi bildiğini düşünecek kadar bilgi edindin de ona karşı kullanıyorsun? Ne çeşit bir nankörlük bu?" Çantamı hışımla alırken söyleniyordum. "Nasıl girdin buraya onu da bilmiyorum. Kim aldı ki seni buraya?" "Ben istediğim her yere girerim, Lâl. Konumuz bu değil." "Konumuz ne biliyor musun? Senin bu hadsizliğin." İşaret parmağımı tehditkâr bir biçimde sallayarak uyardım. "Peşimde dolanma! Bir daha karşıma çıkma sakın!" "Çatı katı, Lâl." Arkamdan söylediği şeye anlam vermeye çalışırken arkama döndüm. "Sen Riccardo'yu tanıdığını sanıyorsun ama onun senin bildiğinin dışında bir hayatı var. Aradığın soruların cevaplarını sana ben değil, çatı katındaki tavan arasında duran kutular verecek. Oraya çık ve bunca zaman peşinde olduğun sırlarla yüzleş. Sana söyleyebileceğim tek şey bu." Ne demekti bu? Saçmalık. Yalancı, düzenbaz bir adamın aklımı karıştırmasına izin veremezdim. Daha düne kadar bizimle aynı çatı altında kalan biri pekâlâ oraya beni inandırmak için saçmalıklarla dolu şeyler doldurmuş olabilirdi. Ona güvenmiyordum. "Peşinde olduğum bir şey yok artık, ben Valent'e sonsuz güveniyorum. Sen kendi işine bak." "Ben senin düşmanın değilim. Aksine, dost sandığın kişilere rağmen seni korumaya çalışıyorum." Samimi bir endişeyle "Dikkatli ol, Lâl." dedi ama bu inanmam için yeterli değildi. "Tavan arasındaki gerçeklerle yüzleşmeye çalışırken dikkat et." Bir anlığına kafamı karıştırsa da buna izin vermedim. "Hiçbir şeyle yüzleşmeye niyetim yok. Ben hayatımdan memnunum. Onunla mutluyum ve ona aşığım. Bu kadarı bana yeter." Kaşlarımı kaldırarak ekledim. "Bence sen de hayaletleri kovalamaktan vazgeç ve kendine bir hayat kur. Sevebileceğin ve sevilebileceğin bir hayat. Başkalarını ayırıp mutsuz etmenin aksine kendin için bunu yap." Kahve dükkanından çıktığımda arabaya doğru yürürken tedirgindim. Arkama dönüp az önce oturduğum masaya baktığımda bomboştu. Buhar olup uçmuştu sanki. Arabaya bindim ve bu öğleden sonra yaşadığım saçma ve ilginç konuşmayı unutmaya çalıştım. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! ⭐ Yeni bölümümüzle yine sizlerleyim! 💖 Hep söylüyorum ama hatırlatmakta fayda var, sizin ilginiz ve yorumlarınız bölümlerin çabuk gelmesini sağlıyor, ne kadar çok ilgi ve yorum gelirse yeni bölüm o kadar hızlı yayınlanır. Şimdi gelelim bölümümüze... Nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Nikolai'nin bildiği şey ne? Neyi kast ediyor ve tavan arasında Lâl'i beklediğini iddia ettiği sır ne? Tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Lâl ile Valentino'nun araları limoni, kavga gürültü bitmiş gibi görünüyor ama aralarındaki soğukluk ve kırgınlık sürüyor. Sizce bu nasıl düzelecek? Bu konuyla ilgili istek ve tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazmayı unutmayın. Ha, unutmadan! Bu bölümü _siyah_kugu_ , sudenurdemir16 , HayatTamBiBitch , SafirQuuen , sevdik16 , damonlovers00 , Vildanzta0 , mirdurmaz , ilaydafatma6 , Slnrsc , BFA6136 , nurum011 , xxkrdgxx , fjjdkgmjjj4888 , bulemsuuu , redofwoman , cagla675 , kelebeksesi1 okurlarıma ithaf ediyorum. 💖 Yorumlarınız ve siz... İyi ki varsınız! ✨ Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |