Yeni Üyelik
61.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 41/3

@buzlarkralicesi

-41/3-

 

❝Lâl❞

 

Bir süre nefes bile almadan sessizce aşağıda bir hareketlilik olup olmadığını dinledim. Çıkmak için doğru anı kolladım. Sessizlik hâkim olduğunda da usulca karıştırdığım eşyaları düzeltip kapıdan çıktım ve aşağı indim. Çok şükür. Yakalanmamıştım.

 

Teras katına indiğimde ortalıkta kimse görünmüyordu. Valent hâlâ çalışma odasında sinirden küplere binmiş vaziyette olmalıydı. Ona biraz zaman verme kararı aldım. Bozguna uğramıştı ve bu yüzden öfkeliydi. Beni Nikolai'ye emanet eden, yakın korumam olmasını sağlayan o olmuştu. Öfkeyle karışık suçluluk duyduğunu tahmin etmek zor değildi. Onu anlıyordum. Üstüne gitmeyecektim.

 

Mutfağa inip ikimize kahve yaptım. Yukarı çıktığımda terastaki koltukta oturmuş dışarıyı seyrediyordu. Sessizliğinin ne kadar tehlikeli olduğunu en iyi ben biliyordum sanırım. Nikolai. Hayatımızın tam ortasına yıldırım gibi düşmüştü. Valentino ise onu bitirmek için yemin etmişti hiç kuşkusuz. Şimdiyse onu yok etmek için kafasında planlar kuruyor olmalıydı. Aklında onu parçalara ayırıyor bile olabilirdi şuan. Başkan'a ve Vural'a yaptıklarını düşündüğümde zerre merhamet etmeyeceğine emindim.

 

Nikolai tüm bunları hak edecek kadar çok şey yapmıştı. Aramıza sızmış, Valent'e sadık bir çalışan, bana da güvenilir bir dost imajı çizmişti. İkimiz de ona güvenmiştik. En çok da ben. Her açıdan kandırmıştı beni. Onunla her derdimi paylaşmıştım, bana Valentino ile ilgili nasihat vermişti. Aşkımın peşinden gitmem için beni cesaretlendirmişti. Dert ortağım olmuştu. Bu yabancı ülkede Valentino'nun meşguliyetleri arasında kendime dost bulduğum için ne kadar da mutlu olmuştum oysa. Ne aptallık. Sonra hem Valent'e hem de dostluğumuza ihanet etmiş, beni öpmüştü. Belki bu da planının bir parçasıydı. Benimle dost olması, Valent'le ilgili bana yardım etmesi ve sonra da... Beni öpmesi. Bizi ayırmak için yapmıştı bunu. Bana duygusu olduğu falan da yalandı, sırf intikam için, Valent'le bizi ayırmak için yapmıştı. Böyle bir şeye sinirlenmemek elde değildi. Ben bile öyle öfkeliydim ki.

 

Usulca terasa yürüdüm ve yalnız başına oturan adamın yanına geldim. "Müsaade var mı?"

 

Dalgın bakışları bana dönen adamın gözlerinde yakıcı bir ateş kol geziyordu. "Otursana." derken yüzünde mimik bile oynamıyordu.

 

"Sana kahve getirdim." Elimdeki kupalardan birini ona uzattım. "İyi gelir."

 

Hiç konuşmadan kahveyi aldığında yanına oturdum. Böyle bir durumda ne diyeceğimi pek bilemiyordum açıkçası. Hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım. Hem ne o öyle, köy yanar deli taranır misali. Öte yandan yarasına tuz basmak da istemiyordum. Adamın canı burnundaydı. Zaten öfkeliydi. Bir de ben üstelemek istemedim. Ancak ona destek olmak istiyordum. Birbirimizin desteğine ihtiyacımız vardı. "Valentino... Şuan ne hissettiğini çok iyi anlıyorum."

 

"Lâl, bunları konuşmayalım. Şuan çok öfkeliyim."

 

"Kime?" Bu kilit bir soruydu aslında. Kendine de öfkeli olabilirdi, bana da. Sonuçta ben Nikolai'nin beni öptüğünü saklamasaydım Valentino onu elinden kaçırmayacaktı. Teknik olarak Dokuz'u yakalamasına engel olmuştum. İyi niyetle de olsa.


"Ne saçma bir soru bu, Lâl? Elbette kendime. O alçak herifi evimize kadar soktum! Seni ona emanet ettim. Seni, bebeğimizi! Bu nasıl olabiliyor?" Aniden ayağa kalkıp sağa sola volta atarken yeniden sinir nöbeti geçirmeye başladı. "Tanrım, delirmek üzereyim!"

"Valentino biraz sakin olur musun?" Onu nasıl teselli edebilirdim bilmiyordum ama o an içimden geçenleri söylemek istedim. "Tamam, bu söylediklerinin kulağa korkunç geldiğinin farkındayım. Kendini suçluyorsun, onu da anlıyorum. Ama sence de kendine fazla yüklenmiyor musun? Sonuçta onun Dokuz olduğunu bilemezdin. Yüzünü görmedin, gerçek anlamda sesini bile duymadın. Nereden bilebilirdin?"

"Bilmeliydim!" Sertçe yutkundu. Ses tonu daha kısık çıktı bu kez ancak burnundan soluyordu. "Ben herkes değilim, Lâl. Kimse bilmese bile ben bilmeliydim. Onu burnumuzun dibine kadar sokmamalıydım." Öfkesine yenilmesi anlaşılır bir şeydi. Valentino Riccardo olarak her şeyi bilme ve yönetme rolü daha küçük yaşlarda üstüne yüklenmiş birinin farklı davranması beklenemezdi elbette. Öte yandan benim bebeğimizi kaybettiğimde onu suçladığımı varsayarsak... Böyle düşünmesine biraz da ben sebep olmuştum.

Ayağa kalktım ve karşısına geçtim. Ellerim omuzlarını kavradığında gözlerine baktım. "Valentino, sen Allah değilsin. Anlıyor musun? Evet, çok güçlü bir mafya liderisin ama her şeyden önce sen de bir insansın. Bunu kabullen ve kendine işkence etmeyi bırak."

Derin bakışları gözlerimi delip içimdeki benliğime sızarken "Sen haklıydın Lâl." diye mırıldandı bir itirafta bulunur gibi.

Anlayamadım. "Ne konuda?"

"Ben ne seni, ne de bebeğimizi koruyamadım."

"Valentino, saçmalama."

"Hayır, bu doğru. Benden hamile kalmak istememekte haklısın. Ben elimde olanlara bile sahip çıkamıyorum."

"Kapa çeneni." Şefkatle dudaklarını öptüğüm adamın yaralarına dokundum. Yüzünü ellerimin arasına aldım ve gözlerine baktım. Parmaklarım yanaklarını okşarken güven veren bir sesle karşılık verdim. "Valentino, sana söylediklerim... O sözler... Bir anlık üzüntüyle ve öfkeyle söylenmiş şeylerdi. Bak, tamam söylememem gerekiyordu. Bu suçluluk duygunun müsebbibi biraz da benim. Ama çok acı çekiyordum, bir suçlu arıyordum. Kendimi suçladım, seni suçladım. Ama yanlıştı. Sen elinden geleni yaptın." Gözlerimi bir anlığına kapadım ve "İlla bir suçlu aramamız gerekiyorsa da suçlu benim." dedim yalnızca. Onun ne hissettiğini çok iyi anlıyordum. Bebeği kaybettiğimde ben de aynen böyle hissetmiştim. Üstelik Valentino Riccardo gibi istediği her şeyi elde edebilen güçlü bir adamın bu duyguyu daha sert bir biçimde duyumsadığını da biliyordum. Onu öylesine iyi tanıyordum işte. Bilinmez yanlarının aksine.

"Lâl, böyle konuşup beni daha da üzme. Zaten öfkeliyim."

Yanaklarında gezinen ellerim aynı kararlılıkla kirli sakallarını okşarken gözlerine bakıyordum. Aynam olan gözlerine. "Öfkelen, etrafı dağıt, sinirini at ama kendinle kavganı bitir. Bu olanlar senin suçun değil. Her şeyi yönetemeyiz. Olanlara etkimiz olabilir ama her şeyin sebebi biz olamayız. Kaderin belli bir akışı var. Bunu kabullen ve kendinle barış."

Sarıldığım adamın tek bir lafımla kendine öfkesini yenemeyeceğini iyi biliyordum ama herkese yaptığı işkencenin kat be kat fazlasını kendisine saklamasını kaldıramıyordum.

Daha sonra bu konuyu hiç konuşmadık. Aynı yarayı defalarca kaşımanın bir anlamı yoktu. Nikolai denen o pisliğin soğuk nefesini ensemizde hissettikçe hiçbir zaman huzur bulamayacaktık. Onu hayatımızdan uzaklaştırmak istiyordum. O yüzden onu ve söylediklerini yok sayıyordum. Yok saymaya çalışıyordum.

Ertesi gün büyük gündü. Club V'de sahne alacağım gecenin sabahı. Erkenden uyanıp bir duş aldım. Günlük sade bir kombin ayarladım. Havanın kararsız olduğu günlerdeydik, bir soğuk bir sıcak olduğu için kırmızı V yaka bol kesim ince bir kazak ve kot pantolon giydim. Makyaj yapmadım, kıyafet, makyaj ve saç için kulüpte bekliyorlardı.

Heyecanlanmam gerekirken tuhaf bir biçimde sakindim. Ölüm sakinliği gibi bir sakinlikti bu. Akşam arabaya binip Club V'ye gitmek için yola çıktığımda aklım düşüncelerle doluydu. Siyah bileklik. Anlamını bulmalıydım. Bu konuyu çözmeliydim, kafamı kurcalıyordu ama sırası olmadığının farkındaydım. Valentino bu durumdayken arkasından kuyusunu kazıyormuş gibi hissediyordum. Bu yüzden aklımdan çıkmayan bu düşünceleri olduğu yere geri itmekte buldum çareyi. Hem kim bilir, belki de tüm bunlar Nikolai denen o hain pisliğin kumpasıydı. Bugüne kadar öyle şeylerle karşılaşmıştım ki, artık hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını öğretmişti hayat bana. Tıpkı yıllar önce Batur'la yaptığımız kazada olduğu gibi.

Club V'nin olduğu sokağa yaklaştığımızda bir sürü gece kulübünün önünden geçtik. Ve Club Hydra'nın önünden. Işıklı tabelası gözlerimi alıyordu.

 

HYDRA.
"a piece of the heaven..."

 

Cennetten bir parça...
Valentino'nun gizemli geçmişine dair parçaları birleştirmek için sürüklendiğim birbirinden ilginç fantezilere sahip bu kulüpte vaat ettikleri şey buydu demek. Cennetten bir parça. Sahibinin cennetten kastı neydi merak etmiştim doğrusu.

 

Club V'ye vardığımda hummalı bir hazırlık başladı. Saçlarım, makyajım, kıyafetim, repertuara son bir bakış. Daha şimdiden yorulmuştum. Ama tatlı bir yorgunluktu bu. Normal şartlarda çok heyecanlanıyor olmam gerekirdi ama aklım karmakarışıkken heyecanlanacak fırsatım bile olmuyordu.

 

Geçen gece Valent'e söylediğim sözler geldi aklıma. Ne olur beni sensiz bırakacak bir hata yapma, demiştim ona. Buna dayanamazdım. Ölürdüm. Ve böyle bir şeyi yapmayacağını gözlerinde görmüştüm. Peki, ya bu hatayı daha önceden yapmışsa? Beni tanımadan önce. O zaman ne olacaktı?

 

Düşünmekten çıldıracak gibi hissediyordum ve bunu önlemek için kendimi tamamıyla sahne için hazırlıklara verdim.

 

Hazırlıklarımız bittikten sonra sahneye çıktım. Elim ayağım titriyordu. Hep aynı heyecan. Beklentimden büyük bir ilgi vardı. Sonuçta beni tanımıyorlardı, bu yüzden fazla bir beklentim yoktu. Keyif alıp almayacakları bir soru işaretiydi. Ama yabancı müzikler, neşeli şarkılar eşliğinde kulüp sakinleri oldukça eğleniyor gibi görünüyordu. Valentino sahnede olduğum sırada kısa bir an bar kısmından beni izleyip desteğini hissettirse de Montrel'in yanına gelip kulağına bir şeyler söylemesi üzerine işleri olduğunu anladım. Onun gidişi ardından programımıza devam ettik.

 

Sahne bitimi kulise geri döndüğümde tebrik çiçeği buketleri karşılamıştı beni. Valentino'nun gönderdiği çiçek buketine bakıp gülümsedim. Taze, pembe şakayıklar ve üstünde romantik bir not.

 

"Club V'yi sesinle büyüleyeceğine eminim. Tıpkı beni varlığınla büyülediğin gibi.

 

Seni seviyorum.

 

V."


Düşünceli tebessümüm suratımda donup kaldı, çünkü çiçeklerin arasında siyah bir buket dikkat çekiyordu. İçinde kırmızı güller.

"Tatlı yalanlar mı, acı gerçekler mi daha sahicidir?"


Altında bir isim, imza ya da herhangi bir şey yoktu. Ama Nikolai'nin gönderdiği çok açıktı. Yazım dilinden bile anlaşılabilirdi bu. Sonuçta bu konuyu onun dışında kiminle konuşmuştum ki? Kartın arkasını çevirdiğimde gri bir arka planın üstüne parlak mor bir yazıyla hydra yazıyordu. O olduğu açıktı. Sadece Hydra'yla bağlantısını çözemiyordum. Muhtemelen Dokuz olarak Valentino'nun sırrını çözmem için beni Hydra'ya yönlendirmesiyle alakalıydı. Sorgulamadım. Çünkü sorgulamam gereken daha önemli şeyler olduğunun farkındaydım.

Elime telefonu alıp Nikolai'yi aradım. Valent'i kızdırabileceğini düşünsem de yaptım bunu. Hayatımıza daha fazla dahil olmasına tahammülüm kalmamıştı. Her yerden fırlamasına tahammülüm kalmamıştı artık.

İlk çalışta açtı. "Lâl? Bu ne güzel sürpriz?" Sesi şaşkın ve memnun geliyordu. Aramamı beklemediği açıktı. Kimin umurundaysa.

"Bana bak adi herif, etrafımda dolanmaktan vazgeç yoksa olacaklara karışmam! Ne yapmaya çalıştığını görmüyor muyum sanıyorsun?"

"Sadece gerçekleri görmen için uğraşıyorum. En başından beri."

"Güleyim de boşa gitmesin!" Burnumdan soluyordum. "O bilekliği çatı katına senin koyduğunu biliyorum. Beni Club Hydra'ya da bu yüzden yönlendirdin. Beyaz bilekliği göreceğim, siyah bileklikle bağlantı kuracağım. Sonra Valent'le kavga edeceğiz ve aramız bozulacak."

Aramızdaki sessizliğin ardından ses tonunda anlam veremediğim gariplikle "Bu kadar basit mi gerçekten?" diye sordu Nikolai.

"Senin gibi basit birinden daha komplike bir şey beklemiyorum, Nikolai. Yoksa Dokuz mu demeliydim?" Son cümlemdeki kinaye ses tonuma net bir şekilde yansımıştı. "Adın bile sahte senin."

"Yanındaki adamdan daha sahte değilim, emin ol."

Telefonu suratına kapattım öfkeyle. Sinirden ellerim titrerken gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Masaya oturdum ve öfkeyle pamukları kutunun içinden çekip yüzüme bastıra bastıra makyajımı temizlemeye başladım.

Keşke düşünmemenin bir yolu olsaydı. Ama bu öyle bir şeydi ki, Valentino benden sakladıkça, ısrarla anlatmadıkça daha fazla kazınıyordu aklıma bu sırrın varlığı. Tıpkı bir yarayı kaşıyıp kanatmak gibi. Kaçacak yerin yok. Unutmak istesen de unutamıyorsun. Unutturmuyorlar. Ve bunu en çok sevdiğin kişi yapıyor aslında. O anlatsa, söylese. Ne olur?

Üstümü değiştirdikten sonra kapıda beni bekleyen arabaya binmek yerine arka kapıdan çıkıp barlar ve kulüplerle dolu bu sokakta biraz dolaşmak, hava almak istedim. Çin restoranına benzeyen bir mekânın önünden geçerken restoranın karşısındaki camdan onun yansımasını gördüm. Arkamda, sırtını restoranın köşesindeki duvara dayamış beni seyrediyordu. Hışımla arkama döndüğümde kaçma gayreti dahi göstermeden doğruldu ve bana bakmaya devam etti.

Kaşlarımı çattım. "Senin ne işin var burada? Beni mi takip ediyorsun?" Gergin kaşları bu kez yumuşak bir biçimde havalanmış bana bakıyordu. "Ne istiyorsun benden?"

"Hiç."

Bu hiç inandırıcı değildi. Bir insan hiçbir şey istemediği birinin peşinde neden dolanırdı ki? Çok saçma. Diğer her şey gibi. Aslında ona sormak istediğim birçok şey vardı ama şuan ne diyeceğimi de pek bilemiyordum. Öfkeliydim çünkü. Kendimi kapana kısılmış gibi hissediyordum. Bir yanda Valentino, bir yanda Nikolai. İkisi de beni istedikleri bir yere sürüklemeye çalışıyordu. Tamamıyla zıt yönlere. Yoluma gitmeye karar verip onu görmezden geldiğimde sakin ses tonuyla seslenmesi üzerine duraksadım.

"Böylece arkanı dönüp gidecek misin?"

Gözlerine baktığımda aylarca bizi parmağında oynatan birinin kötü kurnazlığı yoktu karşımda. "Benden ne istiyorsun?"

"Seninle bir derdim yok. Yalnızca Riccardo'yla..."

"Onunla ne derdin var?"

Sokağı tarayarak etrafına bakındı. "Burada yanıtlanacak bir soru değil." Kolumdan tutup kendine çekti. "Gel benimle."

"Ne yapıyorsun? Bırak beni!"

Eliyle ağzımı kapatıp beni dar ve karanlık bir kapıdan içeri soktu. Duvara yasladı ve gözlerime baktı. "Sadece sorularına yanıt vermek için buradayım. Konuşmamız bittiğinde hiçbir şey olmamış gibi çekip gidebilirsin." Göz temasını bozmadan "Şimdi elini ağzından çekeceğim ve bağırmayacaksın, tamam mı?" diyerek ekledi.

Başımı salladım. Bana zarar verme gayesinde olmadığını anlamak zor değildi. Ama Valent'le bir derdi olduğunu da inkâr etmiyordu. Ne yumurtlayacağını merak ediyordum. Usulca elini ağzımdan çektiğinde özgür kalmıştım ama birbirimize gereğinden fazla yakın olduğumuzu fark ettim. "Geri bas." Başta anlamasa da kaşlarını çatarak güldü ve bir iki adım geri çekildi. "Senin derdin ne ha? Ne hakla bana dokunabilirsin?"

"Affedersin ama konuşmam için fırsat bırakmadın."

Etrafıma baktığımda kapkaranlık bir tünelin başlangıcındaydık. El bileğimden tutup tünelde ilerlemeye başladı. "Ben daha az önce sana ne dedim? Dokunma bana!"

Pek dinliyor gibi görünmüyordu. Uzun bir koridorda yürüdükten sonra yol bir restoranın mutfağına çıktı. Belki de az önce gördüğüm Çin restoranının mutfağındaydık, bilmiyordum. Etraftaki mutfak çalışanları Nikolai'ye baktıktan sonra hiçbir şey görmemiş gibi işlerine devam ettiler. Sıradan bir durum gibi. Mutfağın içinden geçtik ve nazikçe beni sürüklediği demir merdivenlerden yukarı çıktık. Burası koyu gri duvarları ve kırmızı tavanı olan küçük bir odaydı.

Kolumu bırakan adam odanın ortasında durdu. Temkinli bir biçimde adamı takip eden iki adımdan sonra durdum. Yüzü bana dönen adam ellerini iki yana açtığında oldukça rahat görünüyordu. "Şimdi bana istediğin her şeyi sorabilirsin." Uyarıcı bir ifadeyle işaret parmağını salladı. "Doğru soruları sorduğundan emin ol. Her konuda bir soru sorma hakkın var."

"Dokuz'un sen olduğunu biliyorum. Aylarca bize yalanlar söyledin. Sen nasıl bir insansın? Neden böyle bir yalan söyledin?"

"Riccardo'yla görülecek bir hesabım vardı."

Aklıma ilk gelen soruyu sordum. "Valentino'yla ne derdin var?" Sanırım her şeyin kilit noktası bu soruydu.

İki adımlık mesafedeki ikili koltuğa yayılarak oturdu ve kollarını iki yana yasladı. "Benden çok değerli bir şeyi, geri dönüşsüz bir şekilde aldı diyelim."

"Nasıl yani?"

"Her konuda bir soru hakkın vardı."

Afalladım. Hiçbir şeyi öğrenemeden hakkımı kullandığım için de öfkelenmiştim. "Hiçbir bok bildiğin yok değil mi? Beni kandırmaya çalışıyorsun."

"Beni kötü biri olarak kodladın, biliyorum ama her şeyi anlatmamamın tek sebebi sensin. Seni düşündüğüm için anlatmıyorum."

Aynı aksi ifadeyle kaşlarımı çattım. "Ne demek bu?"

"Riccardo'ya ne kadar bağlandığını, ona ne kadar âşık olduğunu biliyorum. Ve hayallerini yıkan ben olmak istemiyorum. Tüm bunları benden duymanı istemiyorum. Sevdiğin adam hakkındaki bu karanlık sırları yine ondan duyman için şans veriyorum. Git ve ona sor."

"Ne sorayım?"

"Dokuz'la ne derdi olduğunu. Anna'yı."

En sonunda patladım. "Eeeh! Anna, Anna, Anna! Kim bu Anna ya? Ne oluyor böyle?" Çileden çıkmıştım ve gereksiz gizem canımı sıkmaya başlamıştı. "Nedir bu kadar saklanan büyük sır?" Usulca ayağa kalktı ve elleri ceplerinde odanın içinde dolanmaya başladı. Bir şey söylemesini bekledim ama söylemedi. O an kendimden bile beklemeksizin kontrolsüz bir soru çıktı dudaklarımın arasından. "Neden bana zarar vermedin?"

"Ne?" O da en az benim kadar şaşırmış görünüyordu bu soruya. Ve ilgisini de çekmişti doğrusu. Birkaç adımda bana yaklaştı.

"İçimize sızdın. O kadar zaman yanımdaydın, yakınımdaydın. Bana zarar verme fırsatın vardı ama yapmadın. Neden?" Bir dedektif gibi soruşturuyordum onu.

Ne diyeceğini bilemeyen adam gözlerimin içine baktı. "Söyledim, seninle bir derdim yoktu benim. Tek derdim Riccardo'ydu."

"Tamam ama onun zaafı olduğumu biliyordun. Bana zarar vererek intikamını alabilirdin, onun canını yakabilirdin. Bunun için çok fırsatın oldu. Neden yapmadın?"

"Ben..." Duraladı. Bir süre uygun kelimeleri seçmek için konuşamadı sanki. Sebebini bilmiyordum ama mimiklerinden öyle tahmin ediyordum. "Hiçbir zaman sana zarar vermek istemedim ki. En başından beri hedefim sen değildin. Sana, bebeğine bir şey olsun istemedim." Gözlerini kaçırdı.

Söylediklerinde sinir bozucu bir şekilde samimiydi. Yüzündeki o tuhaf ifadeyi çözümleyemiyordum. Onun gibi birine ait olmayan, gereksiz bir merhamet. Bana acıyor muydu? Ya da başka bir şey? Anlam vermek güçtü. "Beni sırf Valent'ten intikam almak için isteğim dışında öptün ve şimdi hedefinin ben olmadığımı mı söylüyorsun?"

Dürüstçe başını iki yana salladı ve "Seni öpmek planlarım arasında değildi." dedi. Gözünü bile kırpmadan. Sesi daha da kısıldı ve mahzun bir ifadeye büründü. "Seni öpmeyi planlamamıştım." Karşı karşıyaydık. Gözleri gözlerime kilitlenmiş, tepkimi bekliyordu. "Biliyorum, seni intikam için kullanmışım gibi görünüyor ama ben... Ben..." Sözünü tamamlayamadı ve gözlerini kaçırdı. "Her neyse."

"İntikam almak, aramızı bozmak için yapmadıysan neden-" Duraksadım. "Nasıl yani? Sen..." Anladığım şeyi doğrulamaya korkmuştum. Umarım ben yanlış anlamışımdır, diye geçirdim içimden.

Bunu itiraf etmeye istekli görünmese de aniden "Evet," dedi. Sanki aklımı okuyormuş gibi başıyla doğruladı. Gözlerimin içine baktı. "Sana âşık oldum."

Fısıltıyla "Ne?" diye inledim. Aklım bu cümleyi çözümlemeye çalışıyordu. Onun söylediklerini boş bakışlarla dinliyordum.

"Nasıl olduğunu anlamadım. Bu... Benim seçimim değildi. Her şey çok ani gelişti. Ben-"

Hışımla geri çekilip "Yeter!" diyerek engelledim onu. Aramızda bir adımlık mesafe varken iki adım gerilemiştim. Kontrolden çıkmış bir öfkeyle söyleyeceklerine bir set çektim. Ahlaksız herif. Hâlâ yalan söylediğine inanamıyordum. Her açıdan kafamı karıştırmaya, beni sevdiğim adamdan ayırmaya çalışıyordu. Sevgilisiyle sorunlar yaşayan, boşlukta olan sıradan bir kadını etkileyebilirdi ama beni... Asla. "Yalanlarını kendine sakla."

"Yalan değil, Lâl. İster inan, ister inanma. Bu benim için de çok utanç verici bir durum. Düşmanımın sevdiği kadınsın. Bu... Bu... Olmamalıydı. Bu işe duygularımı karıştırmamalıydım. İnanmanı beklemiyorum ama ben sana..."

"Yeter dedim!" Öfkeden nefes nefese kalmıştım. "Sen... Sen ne ahlaksız bir adamsın? Bu nasıl bir kötülük? Sırf Valent'le aramızı bozmak için-"

"Eğer aranızı bozmak isteseydim seni öptüğümü ona söylerdim!" Yükselen sesine karşılık olduğum yerde donup kaldım. "Hatta hikâyeyi biraz süsleyip bana karşılık verdiğini, öpüştüğümüzü bile söyleyebilirdim ama yapmadım." Yutkundu sakinleşme gayesini gizlemeksizin. "Sustum ve hiçbir şey söylemeden aranızdan çekildim."

"Bunun için madalya mı bekliyorsun?"

"Hayır, beklemiyorum. Ama senin tarafından sana kötülük yapma amacım varmış gibi lanse edilmek de istemiyorum." Dürüst ve cesur bir ifadeyle gözlerime bakarak devam etti. "Tek amacım aranızı bozmak olsaydı Valent'in korkunç sırlarını yüzüne söylerdim ya da öpüşme hikâyemizi kötü niyetli bir şekilde süsleyebilirdim. Ama amacım bu değil. Sana zarar vermek değil. Sizi ayırmak isteseydim bunun için özel bir çaba sarf etmeme bile gerek kalmazdı, Riccardo'nun gerçek kimliğini gözler önüne sermem yeterliydi. Ama ben bunu yapmadım, yapmıyorum. Tüm bunları onun ağzından duyman için şans veriyorum. Hem ona, hem de sana bir şans."

İyice aklım karışmıştı. Bu adamın derdi neydi? Ne yapmaya çalışıyordu? Delirmek üzereydim. "Benden... Ben... Ben anlamıyorum." Kekeledim. Dağılmıştım. Şuan yaşadıklarımı anlamlandırmaya çalışıyordum. "Sen benden ne istiyorsun?"

"Senden bir şey istemiyorum, Lâl. Ancak sen benden bir şey istiyorsan buna yardımım dokunabilir."

Gözlerimi kısarak "Ne demek bu?" diye sordum.

"Riccardo'nun sırrını öğrenmek istemiyor musun?"

Buna hayır diyemezdim. Onun karşısında ilişkimizi savunuyor olsam da Valent'le aramızdaki boşlukları doldurmam gerekiyordu. Artık sırlara yer yoktu. Çember daralıyordu.

Sessizliğimi bir onay olarak kabul eden adam özgüvenini geri kazandı. "O hâlde sana bir teklifim var." İçinde barındırdığı iki karakterin çarpıştığını gördüm gözlerinde. Bana yalandan aşkını itiraf eden özgüvensiz, zincirlerine sarılı adam Nikolai'nin kimliğini yansıtırken karşımda kana susamış, intikam için her şeyi yapabilirmiş gibi görünen hazırcevap ve ego sahibi adam tamamıyla stratejik bir Dokuz karakterine sahipti. İkisi de birbirine öyle zıt ve çelişkili karakterlerdi ki, yer değiştirdiklerini fark etmemek elde değildi. Gözlerime cesaretle bakan adam teklifini sunmak için hazır görünüyordu. "Valent'e sırrını anlatması için son bir şans ver. Ona merak ettiğin soruları sor. Eğer yanıtlamazsa..." Kot pantolonunun cebinden gri bir kart çıkardı. Tıpkı gönderdiği çiçekteki hydra damgalı kartın aynısını. Kartı bana uzattı. "Beni nerede bulacağını iyi biliyorsun."

Hydra'nın sahibi. Valentino Riccardo'nun düşmanı Dokuz. Yakın koruma Nikolai.
Kaç kimliği vardı acaba? İçinde sakladığı kaç kimlik?

Uzattığı kartı isteksizce alıp cebime koydum. Sadece merakımdan sormak istedim. "Ya yanıtları alamazsam?"

"Hydra'da beni bul. Seni bekleyeceğim."

"Sana neden güveneyim ki?"

"Çünkü güvenebileceğin başka kimse yok. En değer verdiklerin bile sana yalan söylüyor, başta Riccardo olmak üzere."

"Onun adını ağzına alma!"

Dudakları kıvrılırken gizemli bir biçimde gülümsedi. Onun yüzünde ilk kez böyle bir gülümseme görüyordum. "Riccardo seni de kendine dönüştürüyor. Baksana, onun ağzından konuşmaya başlamışsın bile."

"Beni aramaya başlamışlardır. Çok geç kaldım." Sesim dalgın çıkmıştı ister istemez. Kafamın karışık olduğunu saklayabilecek kadar politik olamıyordum.

"Seni bırakayım." Nerede olduğumu bile bilmediğim için el mecbur onu takip ettim. Merdivenlerden aşağı inmeden önce bana döndü. "Bana güvenmediğini biliyorum, kendince haklı gerekçelerin de var. Ama Lâl, ben sana hiçbir şekilde zarar vermem. Veremem." Son kelimesini telaffuz ederken garip bir hassasiyet hissetmiştim ses tonunda.

Ona güvenemezdim. Kafamı karıştırmaya çalışıyordu. Dinlemiyormuş gibi kafamı çevirdim ve muhatap olmadan onu takip edip merdivenleri indim. Mutfağın içinden geçip karanlık tüneli sonuna kadar takip ettim. Tünelin çıkışında bana yol veren adamın yanından geçip kapıdan çıktım. Tam gidecekken kolumdan tutup beni durduran adama baktım. "Riccardo'nun sırrını öğrenmek için geldiğinde her bilginin bir karşılığı olduğunu unutma olur mu?"

Gitmeden önce kurduğu son cümleyle iyice karıştırmıştı kafamı. Sayesinde kafam çorba olmuştu. "Ne karşılığı?"

"Zamanı gelince sana kanıtladığım her gerçeğin karşılığını isteyeceğim. Yanıtlarını alamazsan, Hydra'ya geldiğinde şartları konuşuruz."

Şartları konuşuruzmuş. Ukala. Geleceğime nasıl bu kadar emin olabiliyordu acaba? Arkama bakmadan yürüdüm.

Arabanın beni beklediği yere geldiğimde Montrel telaşla telefonu tuşluyordu. Son anda beni görünce telefonu cebine geri koydu. "Efendim, sizi bulamayınca çok endişelendik. Neredeyse Don Riccardo'ya haber vermek üzereydim."

"Hava almak için dışarı çıkmıştım sadece."

Kapımı açıp beni içeri buyur ettiğinde kafa karışıklıklarımı bir kenara bırakıp eski hâlime dönmeye çalıştım. Valentino'ya sırrını anlatması için son bir şans vermek istiyordum. Ama gerçeği söylemeyeceğini biliyordum. Bu öyle bir ikilemdi ki tarifi yoktu. Soracağım sorunun yanıtını bildiğim hâlde debelenmekten başka bir şey değildi benimki. Kesik kesik nefesler alırken havadaki tüm oksijen çekilmiş gibi hissediyordum. Artık yolun sonuna geldiğimizi biliyordum. Ne pahasına olursa olsun bu sırrı öğrenecektim. Bu kendime verdiğim en kesin sözdü.

...

 

*

 

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Yeni bölümümüzle karşınızdayım ve görüldüğü gibi bu kez erken geldim. 😍 Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Geçen bölüm sormayı unuttum, Hydra'da çeşitli renklerdeki bilekliklerin anlamını görmüştük ama siyah bileklik yoktu. Sizce siyah bilekliğin anlamı ne olabilir? Tahmin ve teorilerinizi mutlaka buraya yazmanızı bekliyor olacağım. ❤️ Peki, sizce bu kez Valentino sırrını anlatacak mı? Ve eğer anlatmazsa Nikolai bu gerçeği anlatması karşılığında Lâl'den ne isteyecek? Bu konudaki tahmin ve düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. ✨ Bol yorumlarınızı bekliyorum, unutmayın ki yorumlarınız benim için çok çok önemli. Ne kadar çok yorum, o kadar hızlı yeni bölüm. 💫 Fazla gevezelik yapmadan bombayı attım kaçıyorum, keyifli okumalar diliyorum efenim. Sevgiler, bol kokulu öpçükleer! 😘

 

•••

 

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

 

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

 

Loading...
0%