Yeni Üyelik
62.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 42

@buzlarkralicesi

-42-

❝Lâl❞

Yorgun argın eve döndüğümde Valentino da yeni gelmişti, yatak odasında üzerini değiştiriyordu. Odaya girdiğimde kol düğmelerini çözerken bakışları beni buldu. "Ah, geldin mi?" Bir iki adım attığımda o daha hızlı adımlarla yanıma geldi ve bana sarıldı. Başını boynuma gömüp kokumu içine çektiğinde "Yorgun görünüyorsun." diye mırıldandı.

Benimse hâlâ kafam karmakarışıktı. Dalgındım. "Evet, yorucu bir gündü." Aklım hâlâ o pisliğin söylediklerindeydi. Her gerçeğin karşılığını isteyeceğim de ne demek oluyordu? Ve bana anlatacakları ne denli feci bir şeydi ki bu kadar öteleniyordu? Öğreneceğim sırlar beni meraka düşürürken bunun karşılığında benden ne isteyeceğini de düşünmeden edemiyordum.

Kafamın çok dolu olduğunu fark eden adam "Her şey yolunda mı?" diye sordu. Elleriyle kollarımı kavramış, merakla gözlerime bakıyordu.

Kendimi toparlamaya çalışarak hızla salladım başımı. "Hı hı, bir sorun yok. Sadece biraz fazla yoruldum hepsi bu."

İkna olmuş görünen adam elimi tutup beni yatağa oturttu. "Gel, otur şöyle biraz dinlen." Yanımdaki yerini aldı.

Başımı göğsüne yasladığımda ona kafamdaki soruları sormak için yanıp tutuşuyordum ama bu sakinliği ve huzuru da bozmak istemiyordum. Sağ elim ensesini sararken boynuna gömdüm başımı. "Valentino..."

"Hımm...?"

"Seni seviyorum."

Güldü. "Ben de seni seviyorum da... Nereden çıktı şimdi bu?" Sanki altında bir şeyler olduğunu sezmiş gibi sakin bir merakla bana baktı.

"Hiç... Sadece... Seni kaybedersem nefes alamayacağım geldi aklıma. Biliyorsun, biraz hassasım bu dönem."

"Biliyorum. Ben de seni ihmal ettim, farkındayım. Ama telafi edeceğimden kuşkun olmasın."

"Valentino." Duraksadım ve gözlerine baktım.

Bir şey olduğunu anlayan adam da söyleyeceğim şeye odaklandı. "Evet, güzelim?"

Ona sormak için kafamdaki sorular dudaklarımı zorluyordu. Dokuz'la ne derdi olduğunu, Anna'nın kim olduğunu ve ne alakaları olduğunu sormak istiyordum ama... Dilimin ucuna gelse de soramadım hiçbirini. Her sorduğumda Valent'in bu konuda ne kadar katı olduğunu düşündüm. Bana karşı her zaman anlayışlı olan adam bir anda küplere biniyordu. Yine aynı şey olacaktı. Durduk yere kavga başlayacaktı. Huzurumuz bozulsun istemedim. Beni saran kolları gevşeyen adamın dudaklarından bir öpücük çalıp kanatları altına girdim. "Sarıl bana."

Sorgulamadan kollarını sardı bedenime. Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Sürekli ilgi isteyen minik bir bebeğim var, ne hoş." Sesi hem şakacı hem de durumdan memnun bir ifadeyle çıkmıştı.

Yorgun bir tebessümle güldüğümde dudaklarımız birbirini buldu. Mıknatıs gibi bir çekimle, tuhaf bir harmoniyle ve büyük bir açlıkla dudaklarımız birbirini içmeye başladı. Dudaklarımdan ayrılan adamın elleri kalçalarımı avuçlayıp beni havaya kaldırdığında heyecanlandım. Kucağına yumuşak bir iniş yaptığımda "Seni özledim." diye homurdanarak dudaklarımı öpmeye devam etti. Öpüşleri hem bir kadife kadar yumuşak hem de tutkunun her tonunu barındıran bir sertlikteydi. İkisini de bünyesinde barındıran tuhaf bir denklem. Aç dudakları dudaklarımdan çeneme, boynuma indi. "Seni çok özledim." Tutkudan koyulaşmış bir ses tonuyla söylemişti bunu. Islak dudakları kıyafetimin üzerinden, göğüslerimin arasındaki boşluktan göbeğime kadar inerken elleri kıyafetimin düğmelerini yırtarcasına çözüyordu.

Ellerim ellerinin üzerine kapandığında sırtım geriye doğru kıvrıldı. "Valentino." Kontrolsüz ve yorgun bir inilti koptu dudaklarımdan. Onunla güç savaşı yapamayacak kadar yorgundum ve onu istiyordum.

Avuçları göğüslerimi kavradığında hafifçe başını kaldırıp sersemlemiş bakışlarla gözlerime baktı. "Şimdi bana senin de istediğini söyle." Büyüleyici bakışları ikna olmam için yeterliydi ama o bununla da kalmadı ve "Hemen şimdi." diye inledi.

Ellerim göğüslerimin arasına daldırdığı başına ve dağınık saçlarına gitti. Bana dokunuşlarıyla kendimden geçerken iki kelimeyi bir araya getirmem o kadar zordu ki. Avuçları göğüslerimi okşarken ona hayır demek pek de mümkün değildi. Onun yarı inler sözüne karşılık iniltilerimle karşılık verdim. "Valentino... İstiyorum."

"Duyamadım?"

Oyunbaz ses tonuna karşılık "İstediğimi çok iyi biliyorsun." diye mırıldandım nefessiz kalmış bir biçimde.

Kollarını vücuduma sarıp aniden beni ters yüz etti ve sırtüstü yatağa yatırdı. Üzerimde emeklerken dili göbeğimi ve göğüslerimi yalıyordu. Kararmış gözleri yeniden yüzümü bulduğunda nefesimi tuttum. Bakışları içimi titretiyordu. Dudakları aralanarak dili benimkine karıştı ve müthiş bir uyumla dans ettiler. Bacaklarının arası patlayacakmış gibi gerilmiş, kadınlığımı zorluyordu. Avuçları göğüslerimi sararken dudaklarımın içine "Benim kadar istiyor olamazsın." diyerek inledi. "Seni öyle özledim ki." Elleri aşağıya inip bacaklarımı araladı ve omuzlarına yasladı. Bacaklarımın iç kısmına ıslak öpücükler ve dil darbeleri bırakırken iç geçirdi. Üzerimde hafif yükselerek pantolonunun kemerini çözüp baksırını indirdi. Elbisemin eteklerini belime kadar sıyırırken "Üzgünüm." diye mırıldandı. "Daha fazla dayanamayacağım." Bakışları benden onay ister gibiydi. Suskunluğumla onayladığımda iri varlığını ıslaklığıma usulca bastırdı. Henüz giriş kapımı zorlayan varlığının yarısı bile içimi doldurmamışken ağzımdan kaçan güçlü inlemeyle alt dudağımı ısırıp kendimi sıktım ve iniltilerimi engellemeye çalıştım. Parmaklarım çaresizce çarşafı kavrayıp sıktı. Üzerimdeki adamsa bundan son derece memnun görünüyordu. "Bana inlemek senin için neden bu kadar zor?" Çarşafa dolanmış parmaklarımı yakalayıp ellerimi başımın üstünde birleştirirken "Kendini dizginlemeyi bırak ve keyfini çıkar." diye mırıldandı.

İçimi sonuna kadar doldururken aklımı kaybetmiş gibiydim, konuşabilecek durumda değildim. "V-Valentino... Ben... B-Ben... Ah!"

Parmakları saçlarıma dolanmış, vahşi bir hayvan gibi içimdeki doluluğu ileri geri hareket ettirirken patlayacakmışım gibi hissettim. Sanki içimdeki varlığı büyüdükçe büyüyor, oraya sığmıyor gibiydi. Az sonra tüm duvarlarımı yıkıp patlatarak dışarı çıkacakmış gibi. Korkunç bir tutku. Tehlikeli bir duygu. Tıpkı içime boşalmak üzere olan adama hissettiğim bağımlılık gibi. Zehirli, tehlikeli. Ve korkunç.

Bedenim titreyerek rahatladı. Valentino ise üzerime yığıldı. Aynı anda orgazm olmuştuk. Vücudum keyifli bir yorgunlukla kendini bırakırken gözlerim kapanmak üzereydi. Ellerim istemsizce adamın ensesine ve beline sarılmış bir biçimde uyuklar vaziyete geldim.

"Çok yoruldun." Valent'in sesiyle gözlerimi açmadan başımla onaylayarak yanıtladım. Kaşları mahcubiyetle havalanan adam elimi kavrayıp parmaklarını parmaklarıma kenetledi. Elimi öptü. "Üzgünüm. Dayanamadım ve bu hâlde zorladım."

Yorgun bir gülüşle karşılık verdim. "Benimle zorla sevişmişsin gibi davranmayı kes." Alaycı şakama güldüğünde keyifle gözlerimi kapadım.

"Baştan çıkarmanın suç sayılmaması ne hoş."

Kıkırdadık neşeyle. İçimde tuhaf bir huzur vardı. Tuhaf ve kısa süreli. Düşünecek gücü topladığımda hepsinin yok olacağını, her zamanki düşüncelerin kafama doluşacağını biliyordum. Bu yüzden şu kısa süreyi dinlenerek değerlendirmek istedim.

Üzerimden kalkıp yanıma uzandığında dirseği üzerine yükselip beni seyreden adama baktı uykudan kısılmış gözlerim. "Kendini çok yoruyorsun." Saçlarımı okşadı. "Bugün hiç yemek de yememişsin. Bir şeyler hazırlatmamı ister misin?"

"Hayır, sadece uyumak istiyorum." Onu kolundan çekip sırtüstü yatmasını sağladım ve başımı göğsüne yaslayarak kendime konforlu bir yer hazırladım. Gözlerimi kapatıp uyumak için eşsiz bir konfor. Onun kalbinin tam üstü. Ancak üzerimdeki yorgunluğa rağmen uyku tutmadı.

Bütün gece Nikolai'nin söylediklerini düşündüm. Aklımda dönüp durdu ima ettiği şeyler. Ona güvenemezdim, biliyordum. O hâlde kime güvenebilirdim? Normal şartlarda Valent'e güvenebileceğimi adım gibi biliyordum ama bahsi geçen sır ona aitken, konu bu kadar onunla ilgiliyken ve defalarca sormama rağmen hiçbir şey anlatmazken bu konuda ona nasıl güvenebilirdim ki? Defalarca sordum, ona şans tanıdım. Ama anlatmadı. Anlatmamayı tercih etti. Bir çocuk gibi pışpışlayarak geçiştirdi beni. O zaman kime soracaktım bunu? Kimden öğrenebilirdim gerçekleri? Luigi ve Pietro desem zaten Don Riccardolarına sadakatinden dudakları mühürlüydü. Kime güvenebilirdim ki?

Denize düşen yılana sarılır. Acı ama gerçek. Tüm gerçeği kanıtlayabileceğini iddia eden Nikolai'ye sormaktan başka çare görünmüyordu. O tüm kanıtlarıyla gerçekleri önüme serdiğinde inanıp inanmamak ise bana kalmıştı. Onun da karşılığında benden ne isteyeceğini sormaya bile korkuyordum. Bir an her şeyi unutup gözlerimi kapadım ve uyumaya çalıştım.

Kendime geldiğimde sabah olmuştu. Banyodan gelen su sesiyle gözlerimi araladım. Vücudum tutulmuş gibiydi. Yavaşça doğruldum ve gövdemi sağa sola döndürerek tutulan yerlerimi iyileştirmeye çalıştım. Duştan saçlarını kurulayarak çıkan adam beni görünce "Uyandın demek." sözüyle birlikte yüzü neşeyle aydınlanıyordu. "Günaydın."

Keyifli yüzüne karşılık uykulu gözlerimle tebessüm etmeye çalıştım. "Günaydın."

"İyi uyudun mu?"

Yalan söyledim "Evet." diyerek. Bütün gece düşünceden doğru dürüst uyuyamamıştım ki.

"Sevindim. Gece sürekli dönüp durdun da."

Belki de bu konuşmamız için bir işaretti. Nikolai pisliğinin de dediği gibi ona son bir şans vermeye karar verdim. "Valentino, aslında ben..."

Elindeki havluyu berjere bırakan adam hiçbir şaşkınlık belirtisi göstermeden bana odaklandı. "Dün geceden beri bana söylemek isteyip söyleyemediğin şeyler vardı zaten. Farkındayım." Sırtı dikleşti. "Evet, dinliyorum."

Bir anda tüm dikkatini bana verdiğinde ne tepki vereceğimi bilemedim. Tabii söze nasıl gireceğimi de. Tutukluk yaşadım. Zaman kazanmak için yataktan kalkıp üzerime ince bir sabahlık geçirdim. O zamana kadar kafamı toplamaya çalıştım. "Sen bana kızacaksın biliyorum ama..." İçim içimi yiyerek de olsa cesaretimi topladım ve bundan daha fazla kaçamayacağımı kendime hatırlattım. "Valentino ben böyle yaşayamıyorum."

"Nasıl?"

"Aramızdaki bu sır duvarıyla."

Bezgin bir yüz ifadesiyle gözlerini devirdi. "Ne sırrı Lâl? Sır falan yok."

"Valentino lütfen bana yalan söyleme. Hiç olmazsa gözümün içine baka baka yapma bunu." Beni duymazdan gelir gibi boş gözlerle etrafa bakıyordu. "Sarhoşken itiraf ettin bana. Söyleyemediğin bir şeyler var." Dürüstlükle devam ettim. "Bak, ben de sana yalanlar söyledim. Geçmişimle ilgili bir sürü sır sakladım. Bu çok mu fayda sağladı bize? Neler yaşadık, en çok bu durumdan ders almamız gerekirken sen benden bir şeyler saklamaya devam ediyorsun."

"Lâl, yeter artık. Senden önceki her şey senden önceydi, geçmişte kaldı. Ayrıca bu senin o basit sırlarına benzemiyor. Senin masum sırlarından değil bu."

"Bir cinayete ortak olmak basit bir sır mı Valentino? Birinin yerine geçmek çok mu basit bir sır gibi geldi sana? Düşmanının kızı olmam? Sen beni bunlara rağmen sevmedin mi? Her hâlimle kabullenmedin mi?" Ona bir adım attım. Yüzünü ellerimin arasına alıp yanaklarını okşadım. Güzellikle söylesin istiyordum. "Sen neden bana böyle bir şans vermiyorsun? Her ne varsa bana neden söylemiyorsun? Böyle yaşayamıyorum, görmüyor musun? Aramızda hep bir duvar var sanki. Birbirini tanımayan iki insan gibi. Geçirdiğimiz bunca zamana rağmen hem de. Bu çok samimiyetsiz geliyor anlıyor musun?" Gözlerine sevgiyle baktım. Sevgi her şeyi iyileştirebilecek tek şeydi belki de. "Valentino, seni seviyorum. Her ne boksa söyle şunu."

Gözlerini kaçırarak uzaklara daldı. "Sır falan yok."

"Valentino, daha az önce söyledin. Benim aklımla oynama. Bir şey olduğu açık." Sakin kalmaya çalışıyordum ama hiç kolay olmuyordu. "Sarhoş olduğun gece söyledin. Beni kaybetmekten korktuğun için saklıyorsun, işleri içinden çıkılmaz noktalara sokuyorsun. Neyse söyle kurtul!"

İlk kez gözlerimin içine baktığında bu kez kararmış gözleri alev saçacak kadar korkutucuydu. "Seni ilgilendiren bir şey yok, Lâl. Olsaydı söylerdim."

Çok kesin bir nokta koymuştu konuşmamıza. Bu beni hiç olmadığı kadar tedirgin etmişti. İçimdeki yarayı kaşımaya devam ediyordu bu tavırları. Hatta kızarıp kanatana kadar kaşıyacaktı da. "Peki, Valentino. Sen bilirsin." Yanaklarına dokunan ellerim bir darbe yemiş gibi aşağıya düştü. "Ama bu şekilde davranmaya devam edersen, korktuğun o şey başına gelecek gibi görünüyor."

"Ne demek istiyorsun?" Gözlerini kısmış şüpheyle bana bakıyordu. Sanki bir meydan okuma sezmiş gibiydi.

"Bu sırrı söylersen beni kaybetmekten korkuyordun ya hani, eğer aramıza sırlar sokmaya devam edersen olacağı bu." Geri adım atmaksızın gözlerine baktım. "Beni kaybedeceksin, Valentino." Bunun olmasına izin vermeyeceğini biliyordum. Son kez şansımı denemek istiyordum.

Yüz ifadesi allak bullak olan adam bir süre sessiz kaldı. Tam bir şeyleri anlatacak diye ümitleniyordum ki beni yanılttı. Sırrı söylemek yerine "Lâl, saçmalama lütfen." diyerek kestirip atmayı tercih etti. "Senin sinirlerin bozulmuş." Ya beni gerçekten kaybetmekten korkmuyordu -ki bu benim için yaptıklarından sonra pek inandırıcı değildi- ya da sırrı aynı kararlılıkla beni çocuk gibi avutarak saklayabileceğini sanıyordu. İkisi de benim için birbirinden kırıcıydı. Çünkü beni yalanlarla yaşamaya mahkûm eden adam yine sevdiğim, âşık olduğum adamdan başkası değildi.

Son kez gözlerine baktıktan sonra "Ben duşa giriyorum." diyerek kendimi banyoya kapattım. Bedenimi suyun altına attığımda köşeye sıkışmış hissediyordum. Beni kaybetmeyi göze alabilecek kadar sırrına sadıktı. Güvenebileceğim tek kişinin de böyle biri olması tuhaf hissettiriyordu.

Duştan çıktığımda Valentino odada değildi. Kıyafet dolabımı açıp elime ilk gelen şeyleri seçtim. Göğüs dekolteli uzun kollu ince bir kazak, altına da canlı toprak tonlarında leopar desenli bir etek giydim.


Aynada kendime bakarken Valent'in son bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Kararlı duruşu. Bir duvar gibi boş bakışları. Anlatmamaya çok kararlıydı. Ne söylersem söyleyeyim ikna olmayacak gibiydi. Onu bir konuda hiç bu kadar kararlı görmemiştim. Yıllarca beklesem bile bana bu sırrı anlatmayacaktı. Gözlerinde görmüştüm. Peki ben bu soru işaretleriyle mi yaşayacaktım? Benden önceymiş canım, bana ne deyip geçecek miydim? Birileri yeniden bu sırrı kullanıp aramızı bozmaya çalışana kadar halı altına mı süpürecektim? Hayır. Ben bunu yapamazdım. Böyle yaşayamazdım. Kendimi tanıyordum. Hem gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır, yanlış bir zamanda ortaya çıkmasını mı bekleyecektim? Ya biz evlendikten ve çocuklarımız olduktan sonra ortaya çıkarsa? Ben bunu bekleyemezdim.

Odamızdan çıktığımda merdivenlere yöneldim. Valent de çalışma odasından çıkmış merdivenlere geldi. Yan yana iki yabancı gibi merdivenlerden aşağıya indik. Kahvaltı masası hazırdı. Ama ben bir şey yemeyecektim. Geçen gün tartıldığımda kilo aldığımı görünce canım sıkıldı. Diyete girmeye karar verdim. Mutfağa girip kendime detoks suyu hazırladıktan sonra masaya döndüm. Valentino oturmuş kahvesini içiyordu. Beni görünce masaya oturana kadar gözleri beni takip etti. Elimdeki içeceğe baktı ve eline aldığı gazeteyi okuyarak kahvesini içmeye devam etti. Yemeğini yerken benim yalnızca içeceğimi içtiğimi görünce kaşlarını çattı. "Uzatacak mısın?"

"Neyi?"

"Tartışmamızı."

"Farkındaysan ağzımdan tek kelime çıkmadı."

"Yemek yemiyorsun." Merakla kaşlarını çattı. "Bu bana karşı bir protesto değil mi?"

"Kendini bu kadar önemseme, Valentino. Bu hayatta her şey seninle ilgili olmak zorunda değil." Gözlerimi devirdim trip atar gibi ama açıklamaktan da geri duramadım. "Geçen gün tartıldım, 500 gram fazlam çıktı. Ben de diyet yapmaya karar verdim."

Yüzünde hafif ekşimtrak bir ifadeyle elimdeki içeceğe baktı. "Ne yani, hiçbir şey yemeden yalnızca o iğrenç yeşil sıvıyla mı besleneceksin?" Uyaran bir bakışla "Hasta olursun." dedi.

"Hâlâ umurunda olmam çok tatlı gerçekten." Yalandan olduğu çok belli bir tebessümle karşılık verdim.

"Lâl, aramızda her sorun olduğunda seni önemsememekle mi suçlanacağım?"

"Valentino beni önemsiyor olsaydın bana karşı dürüst olurdun. Zamanında sen de benden bunu istememiş miydin? Ben sana karşı dürüst olmadım, aklımdaki soru işaretlerini seninle paylaşmadım diye başımıza onca şey geldi. Hiç mi ders almadık Allah aşkına? Sen benden Andrea konusunu sakladın, ben yıllar önceki kazayla ilgili şeyleri öğrendiğimde gelip seninle yüzleşmedim diye başımıza gelenler yetmedi mi? Ya Zita'nın hamile olma ihtimalini sakladın diye bebeğimizi kaybettik ya biz! Gerçekten, yeni bir sır daha mı?" İnsanüstü bir çaba göstererek sakin kalmaya gayret gösterdim. "Bak, bu kez arkandan iş çevirmeden direkt sana geldim. Yüzüne karşı soruyorum, yine anlatmıyorsun."

"Lâl, sır falan yok diyorum-"

Sabrım taştı, "Yeter!" diye bağırarak masaya vurdum. Benim bu tepkime karşılık şaşkın bir yüz ifadesi oturdu adamın suratına. O da benden böyle bir tepki beklemiyor olmalıydı. "Daha fazla beni aptal yerine koyma. Aklımla oynama." Nefes aldım ve "Yeter." diye fısıldadım.

Masadan kalkıp bahçeye yürüdüm. Cam pervazına dayanıp bana bakan Pietro'yla karşı karşıya geldim. "Pietro... Sen ne zaman geldin?" Tartıştığımızı belli etmemeye çalışan sakin bir tavır takınsam da nafileydi.

"Kavganıza şahit olacak kadar buradayım."

Herhangi bir şey söylemek istesem de konuşamadım. Ne diyebilirdim ki? Sorularımın cevabı onda olsa da bana söyleyecek değildi sonuçta. Neden nefesimi boşa harcayacaktım?

O ise konuşmamı beklemeksizin "Valent'in içindeki canavarı uyandırma, Lâl." diye söze girdiğinde afalladım. Sesindeki ciddi, uyaran ton beni gerçek dünyaya döndürdü sanki. Pietro'yu ilk kez bu kadar ciddi görüyordum. Korkmalı mıydım? "O canavarı ehlileştirmek Valentino'nun yıllarına mâl oldu. Emin ol o canavarı uyandırmak istemezsin."

"Ama ben-"

"Merak kediyi öldürür, derler. Şuan mutlu musunuz? Senin için önemli olan bu. Geçmişin peşini bırak. Aksi hâlde sonuçtan pişmanlık duyabilirsin."

Arkama döndüğümde Valentino masada değildi. O da öfkelenip evin başka bir yerine gitmiş olmalıydı. Yanımdan geçip giden Pietro'ya baktığımda duyduklarım zaten karışık olan aklımı daha da bulandırmaya yetmişti. Ben kime âşık olmuştum? Her şeyi göze aldığımı düşünürken bir mafyaya âşık olmaktan daha tehlikelisi olamaz sanıyordum. Daha tehlikeli ne olabilirdi? İçinde kaç farklı kişilik barındıran biriydi âşık olduğum adam? Herkesin korktuğu bu Allah'ın belası sır neydi? Öğrenmem lazımdı. O an kendimden bağımsız da olsa vermiştim aslında kararımı. Bedeli ne olursa olsun.

Ceketimi ve çantamı alıp evden çıkmaya karar verdiğimde Valentino'nun adamlarından biri peşime düştü. Omzumun üzerinden ona baktım. "Sen nereye, hayırdır?"

"Don Riccardo'nun kesin emri, efendim. Yalnız gidemezsiniz. Her nereye giderseniz sizinle gelmek durumundayım. Lütfen zorluk çıkarmayın."

"Bana bak, ben zorluk çıkarmam çünkü zorluğun kendisi benim anladın mı? Kaybol şimdi." Önümü kesen adama gözlerimi devirdim. "Don Riccardo'nun ne dediği beni hiç enterese etmiyor. Ben nereye nasıl istersem öyle giderim." Omzuna vurdum onu silkelercesine. "Şimdi git patronuna benden selam söyle."

Usulca kulağıma uzanan adam "Nereye gideceğinizi biliyorum. Bay Miloradov geleceğinizi biliyor. Bana güvenebilirsiniz." diye mırıldandı.

"O kim be?"

Usulca cebinden sadece yarısını çıkarıp gösterdiği karta baktım. Hydra. Nikolai. Parçalar birleşmişti. Karşımdaki adam o orospu çocuğunun Valent'in içindeki ajanlarından sadece biriydi. "Benimle gelin lütfen." Birlikte arabaya yürürken sanki aklımdan geçenleri okuyormuş gibi "Don Riccardo'ya Bay Miloradov için çalıştığımı söylemenizi önermem, efendim. Söyleseniz de bir şeyi değiştirmez, bizden çok var. " dedi adam. Ruhsuz ve duygusuz bir robot gibi. Beni ihbar edersin, ben öldürülürüm ama ajanlardan diğeri devreye girer. Bunu demek istemişti değil mi? Kanım dondu. İmha edilme, öldürülme tehlikesine karşı bu kadar soğukkanlıydı. Kendisine bunu yapan etrafındakilere neler yapmaz, Lâl... Valent'in etrafı bu pisliklerle mi doluydu?

İçimdeki endişeyi bastırmaya çalışırken Hydra'nın önüne gelmiştik. Hâlâ adamın söylediklerinden dolayı şoktaydım sanki. Buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyordum. Arabadan indik. Ön kapıdan girmeyi beklerken farklı bir yerden geçtik. Yanındaki başka bir kapıdan içeri girdik ve lila rengi ışıklarla dolu bir tünelin içinde ilerledik. Önümde yürüyen adam bana yarısını gösterdiği kartı cebinden çıkarıp elektronik bir kapının yanındaki şeffaf dikdörtgene gösterdi. Kapı küçük manyetik bir sesle açıldı. Beni buraya getiren adam girmedi, beni içeri buyur etti.

Temkinli bir biçimde içeri doğru yürüdüğümde beni yüksek bir merdiven, onun tepesinde de Nikolai bekliyordu. Ceplerinde olan elini beni görünce çıkardı ve iki yana açtı. "Hoş geldin. Seni bu kadar çabuk beklemiyordum."

Arkama döndüğümde elektronik kapı kapanmış, beni bırakan adam kapının arkasında kalmıştı. Sakinliğimi korumaya çalışarak nefes alırken aklımı okuduğuna inandığım Nikolai "Korkma, istediğin zaman gidebilirsin. Sana bir şey yapacak değilim." dedi.

Temkinli adımlarla merdivenlerden yukarı çıktım. "Adına sır dediğiniz bu şeyden çok sıkıldım."

"Her şeyi bitirmek senin elinde." Merdivenin tepesine geldiğimde yana çekilip bana yol verdi. İçki barı ve koltuklardan oluşan bir locaya benziyordu. İçki barına yürüyen adam "Ne içersin?" diye sordu.

"Delirdin herhâlde. Senin elinden bir şey içecek kadar aptal mıyım sanıyorsun?"

Alaycı bir gülüşle kaşlarını kaldırdı. "Sen ne sanıyorsun? İçkine ilaç atıp seni yatağa atacağımı mı?"

"Yapmazsın diyemiyorum."

"Nekrofili tercihim değildir." Alaycı tavrından arınmış bir ciddiyetle "Sen istemediğin takdirde sana dokunmam." dedi.

"Ve emin ol, bana dokunmanı asla istemeyeceğim." Onu ciddiye almadığımı belli eden bir ifadeyle geçiştirdim. "Asıl konumuza gelelim. Gerçekleri anlatman karşılığında benden ne isteyecektin?"

"Riccardo'ya sorman gereken tüm soruları sordun mu?"

"Onunla ilişkim seni ilgilendirmez. Velev ki senden öğrenmek istedim gerçekleri. Nasıl kanıtlayacaksın? Ve karşılığında benden ne isteyeceksin?"

"Kanıt kısmı kolay." Kesin bir ifadeyle devam etti. "Ama seni bir konuda uyarmalıyım. Şartımı açıkladıktan sonra geri dönüşün olmayacak, Lâl. İyi düşün."

"Ne demek geri dönüşü olmayacak?"

"Eğer şartlarımı öğrenmekte kararlıysan, işler bir sırrı öğrenmekten çok daha farklı bir boyuta geçecek. O yüzden gerçekleri Riccardo'dan öğrenmen için son bir şans verdim sana."

"Ne demek istediğini anlamıyorum. Benden ne istiyorsun?"

"Buraya geldiğine göre sen benden bir şeyler istiyorsun."

"Laf ebeliği yapma!" Sinirlerimi tepeme getirmeyi başarmıştı sonunda. "Benden ne isteyeceksin?"

Kendisine bir içki dolduran adam bardağını bara koydu ve kısa bir an düşündükten sonra ellerini ceplerine soktu. "Senin için yapması zor bir şeyi. Ama karşılığında, verdiklerinden çok daha fazlasını alacaksın." Cesur ve kendinden emin duruşundan ödün vermiyordu. "Şimdi sunacağım teklife hazır mısın?"

"Bana o boktan teklifini sun." İki adımda karşı karşıya geldiğim adama meydan okuyan bakışlarla karşılık verdim. "Hemen şimdi."

Keyfi yerine gelen adam içkisinden bir yudum aldıktan sonra locada ileri gerk volta attı. "İstediğin tüm sorulara sınırsız yanıt alacaksın. Hepsine. Kanıtlarıyla. Karşılığında..."

"Karşılığında ne?"

"Karşılığında Riccardo'yu bırakıp bana geleceksin."

Kaşlarımı çattım. "Ne?" Ne boktan bir teklifti bu! Şok olmuş bir biçimde yüzüne baktım. Şaka yapıyor gibi görünmüyordu. Az önce bana istemediğim takdirde dokunmayacağını söyleyen adam neden benden böyle sözleriyle çelişkili bir şey istiyordu? Beni ne sanıyordu bu arsız herif? Aptal düşüncelerimin arasında ufak çaplı şoku atlattığımda yüzüne yumruğumu indirdim. "Sen kendini ne sanıyorsun be?" Yediği yumrukla şaşkına dönen adam eliyle yumruk attığım gözünü kapadı inleyerek. Canı yanarken bir süre donup kalmış bir biçimde bana baktıktan sonra sırıtmaya başladı. Ruh hastası. "Piçe bak! Neyim ben, orta malı mı?" Düşündükçe daha da sinirleniyordum. Tekrar üstüne saldırdım. "Seni var ya, gebertirim!"

Beni sakinleştirmek için kollarımdan tutarken geri adım atarak ellerinden kurtardım kendimi. Ama yeniden dirseklerimi kavrayan adam bu kez mengene gibi sarmıştı. Beni kontrol altında tutmaya çalışması daha çok öfkelenmeme sebep oldu. Bir an bile düşünmeden sağ kolunu ısırdım. "Sıçtırtma eline koluna, ağzına sıçarım senin bak!"

"Ah!" Acıyla inleyen adam kolunu mu gözünü mü tutacağını şaşırmış bir biçimde güldü. "Sen tam bir kaçıksın." Birkaç dakika acısının dinmesini bekledikten sonra bana döndü. "Lâl, beni yanlış anladın."

"Anladığım tek şey ne sana söyleyeyim mi? Sen çıkarcı götverenin tekisin. Ve beni hiç tanıyamamışsın." Bu aptal teklifin devamını bile dinlemeyecektim. Bu teklifi kabul edeceğimi düşünmesi bile başlı başına bir aptallıktı zaten. Sanki Valent'siz nefes alamayacağımı bilmiyormuş gibi.

Merdivenlere yönelirken bu kez kolumdan tutma cesareti gösteremeyen Nikolai'nin seslenişiyle durdum. "Elimde anlaşmamızla alakalı ilgini çekecek başka şeyler de var." Arkama dönüp onun tükürmelik suratına baktım. Yumuşak melek yüzünün arkasındaki şeytanla tanışıyor olmalıydım. "Sana sunduğum teklifin karşılığında yalnızca Riccardo'nun büyük sırrını öğrenmeyeceksin." Barın arkasındaki çekmeceden bir CD çıkardı ve havada salladı. "Birincisi, Vural'da yok edildiğini sandığın video kayıtlarının tek kopyasını alacaksın." Sakin bir nefes alıp açıkladı. "Bir cinayet ve..." Yüzünde küçük bir utanç ve hüzün gördüm CD'yi bar tezgâhına bırakırken. "...bir tecavüz." Ağzından çıkan kelimeyle mahcup olmuş gibi başını öne eğdi.

Yutkundum. Şahit olduğum, üzerime yıkılan cinayet ve... Vural'ın bana tecavüz ettiği gecenin kayıtları. Allah'ım, yer yarılsa da yerin dibine girsem. Kesin izlemiştir. Sence şuan tek derdimiz bu mu Lâl? Gerçekten mi?

Az önceki cesareti ve keyifli ifadesinden eser yoktu. Daha ciddi ve hüzünlü bir bakış geçip gitmişti gözlerinden. "Gerçekten üzgünüm, Lâl."

"Nereye üzgünsün fırsatçı pislik! Şov yapma da derdini söyle."

Derin bir nefes alıp gözlerime baktığında yutkundu. "Açıp bakana kadar o görüntülerde ne olduğunu bilmiyordum bile. Emin olmak için görüntüleri izlemek zorunda kaldım. Ve gördüklerim..." Samimi üzüntüsü ya da mahcubiyeti umurumda bile değildi.

"Yeter." Gözlerimi kaçırdım. Nefesim kesilmişti sanki. "Bana acıyacağına kendine acı sen. Kimsenin acımasına ihtiyacım yok benim."

"Sana acımıyorum, Lâl. Bu acıma duygusu değil. Sadece..." Hırıltılı nefes alıp kısık sesle duymadığıma emin olacağı bir sesle "Acı çekiyorum." diye fısıldadı. Ama hesaba katmadığı şey, bunu duymuş olduğumdu. Sanki benden daha fazla acı çekebilirmiş gibi. Hepsi şovdu.

Söylediklerini duymazdan geldim. Kendimi toparlamaya çalışarak sordum. "İkincisi?" Anlamayan gözlerle bana baktığında açıkladım. "Birincisi kayıtlar diyordun, ikincisi?"

"Hem kayıtları alacaksın, hem de senden esirgenen çok değerli bir şeyi sana vereceğim."

"Neymiş o?"

"Öldü sandığın abin, Engin Günday'ı."

Dudaklarımın arasından "Ne?" fısıltısı dökülürken bilinçsizce geri adımlar attım.

"Doğru duydun. Abin Engin ölmedi."

Ayaklarımın bağı çözüldü, düşecek gibi oldum. Nikolai tam düşecekken beni belimden yakaladığında ona kızamayacak kadar şok içindeydim. Abim. Engin abim. Hayır. Bu mümkün değildi. İnanma, Lâl. Seni avcunun içine almak için yalan söylüyor. Yalanın dik âlâsı bu. Seni kandırıyor, görmüyor musun? Zayıf noktandan yakalıyor seni. İzin verme. Sert bir hamleyle kollarından kurtuldum. "Yalan söylüyorsun. Engin abim öldü! Gözlerimle gördüm! Cenazesine katıldım!"

"Bildiğin her şey o kadar eksik ve yanlış ki..." Kendinden emin, söylediklerinin arkasında duran bir adam vardı karşımda. Kendisine öyle güveniyordu ki, söylediği her şeyi kanıtlayabilecekmiş gibi korkusuzdu. "Şunu kabul etmen gerek Lâl, Riccardo'nun ulaşamayacağı kadar çok bilgiye sahibim. Tıpkı Riccardo'nun Vural'daki cinayet videosuna ulaşıp tecavüz videosuna ulaşamaması gibi." Tezgâhın üzerindeki CD'yi gösterdi bakışları. "Ben buldum ama. Gördüğün gibi." Zafer kazanmış bir komutan edasıyla göğsü kabarmıştı. "Ben her zaman Riccardo'dan bir sıfır öndeyim. Etrafı casuslarımla dolu. Tek bir emrimle Riccardo'yu öldürtebilirim, bu güce sahibim ama yapmıyorum. Çünkü bu kadar basit ve kolay olsun istemiyorum. Acı çeksin istiyorum."

Dilim tutulmuştu, adamın söylediklerine karşı konuşamıyordum bile. Daha bir şoku atlatmamışken diğerleri üst üste geliyordu.

"İstediğim şey çok basit, Riccardo'yu terk edip bana geleceksin. Bunun karşılığında Riccardo'yla olan hesabımı kapatacağım."

Sırtım duvara yaslandı, bakışlarım tavana dikildi bilinçsizce ve "Neden?" diye fısıldadım. Yüzüm Nikolai'ye döndüğünde merakla bana bakıyordu. "Benden neden böyle bir şey istiyorsun? Daha az önce ben istemeden bana dokunmayacağını söylerken nasıl Valent'i bırakıp sana gelmemi istersin? Bu nasıl bir çelişki?" İnlercesine acı çeken bir ses çıktı dudaklarımdan. Saatler süren bir kavgadan dayak yemiş bir biçimde çıkmışım gibi hissediyordum. "Neden benden böyle bir şey istiyorsun? Madem derdin Valent'le, neden onu öldürebilecekken onu terk edip sana gelmemi istiyorsun? Onunla hesabını kapatman bu kadar basit bir şarta mı bağlı? Bu sana ne kazandıracak ki?"

"Senin bana gelmen benim için bir önem ifade ediyor. O benden çok değerli bir şeyi aldı. Hayatımı aldı. Onun hayatı da sensin. Sen geldiğinde ödeşmiş olacağız. O benden çok değerli bir şey aldı, ben de ondan aldım diyeceğim ve onunla düşmanlığımı bitireceğim. Onunla uğraşmayacağım. Adamlarımı geri çekeceğim, Riccardo'yu öldürmeyeceğim. Ve onunla tüm bağlarımı koparacağım."

Bu şu demek oluyordu, teklifimi kabul etmediğin takdirde sana Valentino'yu öldürmeme gibi bir garanti veremem. Çok saçma. Ona güvenmiyordum. Güvenemezdim. Söylediklerinin doğruluğuna nereden emin olacaktım? Beni getiren adam dışında Valent'e ihanet eden casuslar olduğunu nereden bilecektim? Belki bana blöf yapıyordu.

Beni dumura uğratmaya doyamayan adam "Ve benimle evlendiğin gün sana ait olan video kayıtlarının tek kopyasını sana vereceğim." diyerek bombayı patlattı. Onunla evlenmek mi? Delirmiş olmalıydı. "O videolar bir daha hiçbir yerde karşına çıkmayacak, garanti ediyorum. Düğün günümüzde, bana evet dediğin an düğün hediyesi olarak sana abini, Engin'i vereceğim. Hem Riccardo'nun hem de Engin'in hayatını kurtarmış olacaksın. Ve ailene, abine kavuşacaksın." Karşıma dikildi ve gözlerime baktı. "Bir evetle kazandıklarına değmez mi?"

"Seninle evlenmek mi?"

"Evet. Ve emin ol, seni Riccardo'dan daha iyi koruyacağım. Kimse kılına dahi zarar veremeyecek."

Soluk borum bir bıçakla kesiliyormuş gibi hırıltılı nefes arasında "S-Sus!" diye inleyebildim acıyla. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Odadaki tüm oksijen çekilmiş gibiydi. Gözlerimi tavana diktim yüzüne bakmaktan kaçınarak. "Sana inanmıyorum. Söylediğin hiçbir şeye inanmıyorum. Bu aptal teklifi kabul etmeyeceğim." Yere düşmüş çantamı alarak çıkışa doğru yürümeye çalıştım. Ayaklarım beni taşımıyordu. Sanki ayaklarıma beton bağlanmış gibi.

O sırada Nikolai "İnanmamakta haklısın. Sen zeki bir kadınsın, sözler senin için yeterli gelmeyebilir." diyerek yeniden durmamı sağladı. "Tamam, sana küçük bir şey göstereceğim."

Beni yolumdan ettiğine değecek bir şey mi çıkacak diye cansız gözlerle ona bakarken adam bar tezgâhında duran tableti eline aldı. Bazı tuşlara bastıktan sonra tableti bana çevirdi. Canlı bir kamera görüntüsüydü bu. Yüksek bir gökdelenin tepesinde çekiliyor gibiydi. Görüntülerde Valent karşıdaki binada, bir toplantı odasındaydı. Etrafında yabancı adamlar. Tam yanı başında da Pietro duruyordu. Görüntüyü çeken her kimse önce Valentino'nun toplantı görüntülerini gösterdikten sonra kamerayı yanı başında duran, binanın tepesinde yüzüstü uzanmış, karşı binaya nişan alan silahlı bir adamı gösteriyordu. Yüzü kar maskesiyle kaplıydı. Nefesimi tuttum. Olduğum yerde kalakaldım. Elimdeki çanta kolumdan süzülüp yeri boyladı. Sağ elim kalbimin üstüne kapandı.

"Videoyu çeken benim adamım. Riccardo'yu hedef alan tetikçi de öyle. Riccardo'nun kendisiyle birlikte koruma olarak toplantıya soktuğu adamlarından bazıları da bana hizmet ediyor. Ama takdir edersin ki şüphe çekmemeleri için Riccardo'yu onlara vurduramam. Her toplantıdan önce üzerleri titizlikle aranıyor. Bu mümkün olamayacağı için uzaktan birinin öldürmesini daha uygun buldum. Onlar tetikçiyi ararlarken videoyu çeken adamım tetikçiyi imha edecek, kendisi de illegal yollarla çoktan ülkeden çıkışını yapmış olacak. Riccardo'nun adamları daha ne olduğunu bile anlayamadan herkes buhar olup uçacak. Tek bir iz bile kalmadan o büyük İtalyan ailesinin başındaki Riccardo yok edilmiş olacak." Tüm bunları anlatan kendisiymiş gibi ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı Nikolai. "Ha bunu istediğim için yapmıyorum. Bana kalırsa ölmek onun için çok basit bir ceza. Valentino Riccardo için çok basit bir son." Gözlerimin içine baktı iddialı bir ifadeyle. "Bunu bana inanmayacağını bildiğim için yaptım. Sevdiğin adamın hayatı senin ellerinde. Onu tek bir kurşunla mı öldürmek istersin yoksa yokluğunla her gün mü ölmesini tercih edersin?"

İkisini de tercih etmezdim. Gerçek bir tercih hakkı verilmiş olsaydı. Soluk borum biri tarafından sıkılıyormuş gibi hissediyordum. Nasıl bir soruydu bu? Ben nasıl böyle bir seçim yapabilirdim ki? İki kötü karar arasından daha az kötü olanı seçmem gerekiyordu. İyi bir seçenek yoktu. Nasıl seçebilirdi?

"Sana söyledim. Eğer bana gelirsen, şartlarımı öğrenmek istersen işler çok farklı bir boyut kazanır dedim. Kast ettiğim buydu." Nikolai arka cebinden telefonunu çıkardı ve ekranı tuşladıktan sonra kulağına götürdü. Eş zamanlı olarak görüntüleri çeken adamın da telefonu çaldı, yanıtladı. Yanımda duran Nikolai aradığı adamına "Hazırlanın." derken gözünü bile kırpmadı. "Vurun dediğim anda."

Nefesimi tutmuş olanları izlerken üzerimde sayısız zincirlerle sarmalanmış hissediyordum. Ölüm sessizliğinde kaç saniyem geçti bilmiyordum. Tablete kilitlendim. Nikolai'nin karşı tarafa söylediği her şey bir bir oluyordu.

Nikolai gözlerimin içine baktı ve telefonun diğer ucundaki adama "Vurun." derken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

Tetikçi nişan aldı. Her şey saniyeler içinde oluyordu. Gözlerimin önünde karşı binadaki camın kırılma sesi, Valent'in başına nişan alınan silahın patlaması, onun kanlar içinde yere yığılması. Olabilecekler bir anlığına kafamın içinden geçip gittiğinde benden geriye bir şey kalmadı. Valentino. O benim her şeyimdi. Ona bir şey olursa yaşayamazdım. Her şeyi durdurmak benim elimdeydi. Saniyelerle yarışıyordum. Adam Valent'i vurmaya hazırlanırken hıçkırıklara boğulmuş bir biçimde Nikolai'nin koluna abandım. "Dur! Durdur onu!"

Aynı anda Nikolai "Durun, hiçbir şey yapmayın." dedi hattın diğer ucundaki adamına. Sesi benim aksime aceleden çok uzak, son derece sakin çıkmıştı. Onun sözüyle nişan alan adam geri çekildi. Nikolai telefonu kapattı. Ellerim onun kolundan sıyrıldığında yeri boylamıştım. Hıçkırıklar içinde ağlıyordum. Nefes almayı bile unutmuş bir biçimde ağlıyordum yalnızca. "İşleri bu noktaya sen getirdin, Lâl. Benim istediğim bu değildi. Sadece... Boş biri olmadığımı anlaman gerekiyordu."

Eğilip beni kaldırmaya çalışan adamdan yerde geri geri sürünerek uzaklaştım. "Dokunma bana!" Yutkunmak istiyordum ama yutkunamıyordum. "Sen ne iğrenç bir adammışsın."

"İşleri dönülmez noktaya sen getirdin. Ben seni uyardım. İkiniz için de bir şans verdim. Her şeyi öğrenmek için bana gelen sendin. Eğer gelmeseydin bugün hiç yaşanmayacaktı."

"Ayaklarım kopsaydı keşke!"

"Ama geleceğini de adım gibi biliyordum."

"Sus!!

"Her gerçeğin bir bedeli var demiştim."

"Allah belanı versin!"

"Bu teklifimi kabul ettiğin anlamına mı geliyor?" Bakışları ifadesizdi. Ne hissettiğini ya da düşündüğünü asla anlayamazdınız.

"Bu gebermen için beddua ettiğim anlamına geliyor."

Söylediklerime gücendiği açık, duymazdan gelmeye çalışan adam "3 günün var. 3 koca gün." dedi. "Teklifimi düşün. 3 günden 1 dakika sonra bile gelsen işe yaramayacak. 1 dakika bile geç gelirsen kıyametine engel olamazsın."

Yerden kalkmaya çalışırken başım döndü, tekrar dizlerimin üstüne düştüm. Eğilip "İyi misin?" diye sorduğunda gözlerim kararıyordu. İğrenç pislik. İyi olup olmamam umurundaymış gibi rol yapması mide bulandırıcıydı.

Görüş açım bulanıklaştığı hâlde görünmez düşmanlarla savaşıyor gibi ellerimi salladım bana yaklaşmaması için. "Sakın dokunma bana." Acı acı yutkundum. "Sakın." Kendime gelmem dakikalarımı aldım. Kesik kesik nefesler alabiliyordum yalnızca. "Valentino onu kendi isteğimle terk ettiğime inanmaz. Onu aniden terk etmem şüphe uyandırır."

"Teklifime evet dediğin anda onu terk etmen için tatmin edici bir sebep yaratacağımdan emin olabilirsin." Tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Onu yeniden Zita'yla bir mekânda görmen ayrılman için yeterli bir sebep olur mu?"

Her şeyi düşünmüş, planlamıştı. En ince ayrıntısına kadar. Valent'in arkasından iş üstüne iş çevirmemi istiyordu. Beni buna teşvik ediyordu. Ama asıl korkunç olan, bir noktada Nikolai'nin haklı olmasıydı. Ona kendi ayaklarımla gelmiştim. Tüm bunlara sebep olan bendim. Acı içinde mırıldanırken buldum kendimi. "Valentino bensiz yaşayamaz."

"İşte tam bu yüzden bana gelmeni istiyorum. O benim hayatımı aldı elimden. Ben de onunkini alacağım. Denklem çok basit."

"Ben de onsuz nefes alamam." Yalvarır gibi çıkmıştı sesim. Gözlerimde istemsizce beliren o acınası ifadeyi silip atmaya çalışırken karşımdaki adama karşı öfkeyle doldum. "Ama bu senin umurunda bile değil zaten, değil mi?" Utanmadan bir de bana âşık olduğunu falan söylemişti. Yalancı. Düzenbaz. Beni oyunları için kullanmaktı tek amacı. Ve amacına da ulaşmıştı. Gerçekten seven biri bunları yapar mıydı zaten? Benim aptallığım. Yutkundum ayağa kalkmaya çalışırken. "Affedersin, unutmuşum."

"Lâl, hayır." Bana yaklaşmakta tereddüt eden adamın yumuşamış bakışları samimi gelmiyordu artık bana. Ne kadar sahici görünse de inanmıyordum artık. "Senin acı çekmeni istemiyorum ben-"

"Tamam, sus." İğrenerek baktığım adama yüz çevirdim. "Duymak istemiyorum." Tüm gücümü toplayarak duvara tutundum ve ayağa kalktım.

"Şuan beni kötü biri olarak tanıyorsun. Ama değilim. Sadece yaşadıklarımı bilmediğin için böyle sanıyorsun." Uyarıcı bir tonla ekledi. "Ha, umarım tüm bu gördüklerine rağmen eve gittiğinde olanları Riccardo'ya anlatıp çözüm yolu bulmayı düşünmezsin." Bir adım daha atıp benimle burun buruna gelen adamın yüzüne bakmamaya çalıştım. Ben gözlerimi kaçırdıkça o gözlerini gözlerime dikti. "İçinde bulunduğun bu durumun benden başka bir çözümü yok." Bunu öyle kesin bir dille söylemişti ki, inkâr edilemez bir gerçek gibi. "Elimin kolumun nerelere uzanabileceğini bugün gördün. Yine de denemekte özgürsün."

"Sana asla güvenmiyorum."

Omuz silkti. "Güvenmekten başka çaren yok." Haklıydı. Allah kahretsin ki haklıydı. Güvenmesem ne olurdu ki? İnanmadığım ilk anda Valentino öldürülürse ne yapabilirdim? Artık bu durumun benim tercihimden çıktığını görebiliyordum. İşler raydan çıkmıştı. "Ama yine de iyi niyetimin göstergesi olarak sana açık çek veriyorum. Başlangıç olarak o çok peşinden koştuğun sırrı öğreneceksin. Riccardo'nun sırrını. Hem de teklifimi bile kabul etmeden. Bana güvenmen için yeterli bir başlangıç bence. Teklifimi kabul edersen de diğer söz verdiklerime sahip olacaksın." Yüz ifadesi ciddiyete büründüğünde ise ekledi. "Teklifimi reddedersen her şeyi kaybedeceksin." Huşu içinde aramızdan geçip giden ölüm sessizliğini dinledim.

İçim tir tir titrerken "Şimdi mi?" diye fısıldadım nefesim kesilirken. "O gün bugün mü?"

Sağ eli ön cebine gitti ve kulübe ait oda kartını çıkardı. "Gece yarısı Hydra'da seni bekliyor olacağım." Uzattığı kartı aldım. "Her şeyi öğreneceksin." Gözlerim kartın üzerindeki manyetiğin üzerinde ve parlak yazılarla kazınmış oda numarasında dolandı. 79 numaralı oda. Cennetten bir parça. Ya da cehennemin ta kendisi.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Bomba gibi bir bölümle geldim, bol şaşırmalı, bol küfürlü ve bol sövmeli! 🔥 İşlerin kızıştığı bir bölüm. Eee, ne hissediyorsunuz? Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. ❤️ Unutmadan, bu bölümü milaakhmedova , Esrazdemir963 , elifelif542 okurlarıma armağan ediyorum. İthaflarda yer alan, almayan hepiniz iyi ki varsınız. 😍❤️ Bol yorumlarınızı beklediğimi çok iyi biliyorsunuz. Hikâye, kurgu ve olaylar hakkındaki detayları fikir ve düşünceleriniz benim için çok çok önemli, okumaktan çok keyif alıyorum. 💫 Çok bıçaksırtı bir noktadayız, yeni bölümde neler olacak sizce? Lâl bu teklifi kabul edecek mi? Ya da nasıl bir çözüm üretecek? Bu konudaki tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükleer! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%