Yeni Üyelik
63.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 43

@buzlarkralicesi

-43-

❝Valentino❞

Lâl ile muhteşem bir gece geçirmiştik. Ya da ben öyle sanıyordum. Bütün gece dönüp durmuştu. Bir şeyleri kafasına taktığı kesindi. Sormadım. Çünkü yanıtını biliyor olmaktan korkuyordum. Bana soracağı sorulardan korkuyordum. Hiçbir şeyden korkmayan ben, Valentino Riccardo, Lâl'in bana soracağı sorulardan korkuyordum.

Banyodan çıktığımda yeni uyanmıştı. Yüzündeki yorgun tebessüme bakılırsa hâlâ pek dinlenmiş sayılmazdı. "İyi uyudun mu?" diye yanıtını bildiğim bir soru sordum.

"Evet."

"Sevindim. Gece sürekli dönüp durdun da."

"Valentino, aslında ben..." Dün geceden beri bir şeyler söylemek istediği açıktı ama sanırım artık dürüst olmaya karar vermişti. Benden daha dürüst.

"Dün geceden beri bana söylemek isteyip söyleyemediğin şeyler vardı zaten. Farkındayım." Bundan daha fazla kaçamazdım. "Evet, dinliyorum."

"Sen bana kızacaksın biliyorum ama..." Ona değil kendime kızdığımın farkında değildi aslında. "Valentino ben böyle yaşayamıyorum."

"Nasıl?"

"Aramızdaki bu sır duvarıyla."

"Ne sırrı Lâl? Sır falan yok."

"Valentino lütfen bana yalan söyleme. Hiç olmazsa gözümün içine baka baka yapma bunu. Sarhoşken itiraf ettin bana. Söyleyemediğin bir şeyler var." Söyleyemediğim şeyler. "Bak, ben de sana yalanlar söyledim. Geçmişimle ilgili bir sürü sır sakladım. Bu çok mu fayda sağladı bize? Neler yaşadık, en çok bu durumdan ders almamız gerekirken sen benden bir şeyler saklamaya devam ediyorsun."

"Lâl, yeter artık. Senden önceki her şey senden önceydi, geçmişte kaldı. Ayrıca bu senin o basit sırlarına benzemiyor. Senin masum sırlarından değil bu."

"Bir cinayete ortak olmak basit bir sır mı Valentino? Birinin yerine geçmek çok mu basit bir sır gibi geldi sana? Düşmanının kızı olmam? Sen beni bunlara rağmen sevmedin mi? Her hâlimle kabullenmedin mi?" Bana yaklaştı ve yüzüme dokundu. Sıcak elleri, ince parmakları yanaklarımı okşarken içimi nasıl sevgiyle doldurduğunu tarif edemiyordum. O çok masumdu. Sırlarının onu kirlettiğini düşünmesine rağmen bir bebek kadar masumdu. Benimle kendini bir tutuyordu. Bilmiyordu. "Sen neden bana böyle bir şans vermiyorsun? Her ne varsa bana neden söylemiyorsun? Böyle yaşayamıyorum, görmüyor musun? Aramızda hep bir duvar var sanki. Birbirini tanımayan iki insan gibi. Geçirdiğimiz bunca zamana rağmen hem de. Bu çok samimiyetsiz geliyor anlıyor musun?" Gözlerime aşkla ve sevgiyle bakan kadının benden kopmasından korkuyordum. Çünkü ben bile kendimi kabullenemezken onun beni bu şekilde sevebileceğine inanmıyordum. "Valentino, seni seviyorum. Her ne boksa söyle şunu."

Ona söylemeyi her şeyden çok isterdim. Gerçekten. Aramızda tek bir sır kalmamasını. Onun benim karım olmasını. Çocuklarımız olmasını. Aile olmayı. Ama tüm bunları tek bir cümleyle kaybedebilirdim. Bu yüzden yalan söyledim. "Sır falan yok."

"Valentino, daha az önce söyledin. Benim aklımla oynama. Bir şey olduğu açık. Sarhoş olduğun gece söyledin. Beni kaybetmekten korktuğun için saklıyorsun, işleri içinden çıkılmaz noktalara sokuyorsun. Neyse söyle kurtul!"

"Seni ilgilendiren bir şey yok, Lâl. Olsaydı söylerdim."

Yüzünde kırgın ve üzgün bir ifade belirdi ve bu beni yaraladı. Bunu yapan bendim. Ancak bu benim seçimim değildi. "Peki, Valentino. Sen bilirsin." Yanaklarımdaki elleri aşağı indi. "Ama bu şekilde davranmaya devam edersen, korktuğun o şey başına gelecek gibi görünüyor." Gözlerindeki hüznün perdesi. Bu endişe vericiydi.

İma ettiği şeyi sorguladım. "Ne demek istiyorsun?"

"Bu sırrı söylersen beni kaybetmekten korkuyordun ya hani, eğer aramıza sırlar sokmaya devam edersen olacağı bu." Gözlerinde oldukça kararlı bir bakış hâkimdi. "Beni kaybedeceksin, Valentino." Hayır. Hayır, onu kaybedemezdim. Ama anlattığım takdirde de kaybedeceğimi adım gibi biliyordum.

"Lâl, saçmalama lütfen." Nefes alamadığımı hissettim. "Senin sinirlerin bozulmuş."

O ise meydan okumasından bir adım geri atmadı. Gözlerime baktı ve söylediklerimi duymazdan gelerek "Ben duşa giriyorum." dedi. Banyoya girerken arkasından bakakaldım.

Lâl. Ellerimin arasından kayıp gitmesine izin veremezdim. Gözümün önünde gidiyordu. Benden uzaklaşıyordu. Geçmişte yaptığım bir hata yüzünden. Onu kaybediyordum. Tanrım. Ne yaparsam yapayım buna engel olamıyordum. Suskunluğum da onu kaybetmeme engel olamıyordu, söyleseydim de beni bırakıp gidecekti. Bu sırrın ağırlığını kaldıramazdı. O çok hassas bir kızdı. Hiçbir şeyi umursamayan özgür kız imajının altında çok narin bir kız çocuğu yatıyordu. Onu tanıyordum. Bunu kaldıramazdı.

Kahvaltıya indiğimizde hâlâ bana karşı tepkili olduğu ortadaydı. Üstelik bir lokma bile yememişti. Dün de hiçbir şey yememişti. Bu gidişle hasta olacaktı.

"Uzatacak mısın?"

"Neyi?"

"Tartışmamızı."

"Farkındaysan ağzımdan tek kelime çıkmadı."

"Yemek yemiyorsun. Bu bana karşı bir protesto değil mi?"

"Kendini bu kadar önemseme, Valentino. Bu hayatta her şey seninle ilgili olmak zorunda değil." Gözlerini devirip ekledi. "Geçen gün tartıldım, 500 gram fazlam çıktı. Ben de diyet yapmaya karar verdim."

Elinde içtiği iğrenç görünümlü içeceğe baktım. "Ne yani, hiçbir şey yemeden yalnızca o iğrenç yeşil sıvıyla mı besleneceksin?" Kendine dikkat etmiyordu. Zaten normalde de çok yemek yemiyordu, böyle giderse zayıflayacağım diye bağışıklık sistemi çökecekti. "Hasta olursun."

"Hâlâ umurunda olmam çok tatlı gerçekten."

Beni iğnelemeden bu masadan kalmayacağına bahse girebilirdim. Ve beklediğim gibi de oluyordu. Sabırlı olmaya çalıştım. "Lâl, aramızda her sorun olduğunda seni önemsememekle mi suçlanacağım?"

"Valentino beni önemsiyor olsaydın bana karşı dürüst olurdun. Zamanında sen de benden bunu istememiş miydin? Ben sana karşı dürüst olmadım, aklımdaki soru işaretlerini seninle paylaşmadım diye başımıza onca şey geldi. Hiç mi ders almadık Allah aşkına? Sen benden Andrea konusunu sakladın, ben yıllar önceki kazayla ilgili şeyleri öğrendiğimde gelip seninle yüzleşmedim diye başımıza gelenler yetmedi mi? Ya Zita'nın hamile olma ihtimalini sakladın diye bebeğimizi kaybettik ya biz! Gerçekten, yeni bir sır daha mı?" Oldukça dürüst bir biçimde "Bak, bu kez arkandan iş çevirmeden direkt sana geldim." dedi. "Yüzüne karşı soruyorum, yine anlatmıyorsun."

Haklıydı. Bu zamana kadar başımıza ne geldiyse sırlardan, yalanlardan, yanlış anlamalardan dolayı gelmişti. Ama bu içinde bulunduğumuz durum benim seçimim değildi. Bu, diğer sırlara benzemiyordu. Onun iyiliği için bunu yapıyordum. Ve sırrı öğrenmeden onun iyiliği için yaptığımı asla anlamayacaktı. Sadece inatlaştığım için anlatmadığımı düşünecekti. Ne diyebilirdim ki, yapmam gerekeni yapıyordum. "Lâl, sır falan yok diyorum-"

Lâl ise "Yeter!" diye bağırarak masaya vurduğunda kendime geldim. Şaşkındım. O kadar ani olmuştu ki böyle bir şeyi beklemiyordum. "Daha fazla beni aptal yerine koyma. Aklımla oynama." Fısıltıyla "Yeter." dediğine sabrının taştığını anlamıştım.

Normal şartlar altında ortalığı ateşe veren Lâl, bu kadar sabırlı davrandığına bile şaşırtmıştı beni. Ne vardı sanki ondan önceki hayatımı yok saysa, görmezden gelse?

Masadan kalkıp bahçeye çıkan kızı seyrettikten sonra başımı ellerimin arasına alıp çaresizce düşündüm. Ne yaparsam yapayım her iki yolun ucunda da onu kaybetmek vardı. Ama belki ona olanları anlatmasaydım zamanla aştığımız her sorun gibi bunu da aşabilirdik. Mahremiyetime saygı duyup sakinleşebilirdi. Aksi hâlde her şeyi anlatırsam onu kaybetmem dışında bir ihtimal yoktu.

Sabırlı olmalıydım. Alttan almalıydım. Bu geçici bir süreçti. Onu kaybetmek istemiyorsam sakin kalmalıydım. Zor zamanlar geçiriyordu. Sırtındaki yükleri almalıydım. Onu iyi hissettirecek şeyler yapmalıydım. Sevgimle onu geri kazanabileceğimi biliyordum. Ona olan aşkımın gerçek olduğunu da. Aşamayacağımız bir şey yoktu.

❝Lâl❞

Hydra'dan çıkıp eve geldim. Arabadan indiğimde ayaklarım beni taşımıyordu sanki. Kalan son gücümle kapının önüne kadar gelebildim.

Bahçede Pietro ile karşılaştık. Beni görür görmez bir şeylerin ters gittiğini anlayıp kaşlarını çattı. "Lâl, iyi misin?" Söyledikleri uzaktan gelen bir uğultu gibi doluyordu kulaklarıma. Algılayamıyordum. Bunun farkına varan adam kolumdan tutup beni içeri soktu. "Beni duyabiliyor musun?"

Merdivenlerden inerken beni görünce Valentino'nun aşağı inen adımları daha da hızlandı. "Lâl?" Pietro'ya döndü. "Ona ne oldu?"

"Bilmiyorum. Kapıda karşılaştık. Kendinde değil gibiydi."

Valentino kollarımdan tutup beni salona götürdüğünde adım atmakta güçlük çektim. Ayaklarım pelte gibiydi. Yere yığıldım. Ama gözlerim hâlâ hafif aralıktı, Pietro ve Valentino'nun başımda olduğunu, bana seslendiğini, her şeyi duyabiliyordum.

Kollarının arasında benu sıkı sıkı tutan adamın yüzü endişeliydi. "Lâl! Bir cevap ver bana. İyi misin?" Bir şey söyleyecek durumda olmadığım için aşağı yukarı salladım başımı. Pietro'ya baktı. "2 gündür doğru düzgün yemek yemedi. Tansiyonu düşmüş olmalı." Beni kucaklayıp koltuğa yatırdı. Bir an gözlerim kapandı.

Kendime geldiğimde Pietro gitmişti. Valentino başımda durmuş saçlarımı okşuyordu. Gözlerimi araladığımı gören adam heyecanlandı. "Lâl! Uyandın sonunda." Azarlamayla karışık endişeli bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Bütün gün diyet yapacağım diye aç kalırsan olacağı bu. Sana hasta olursun demiştim."

Hafif doğrulduğumda hâlâ sersem gibiydim. "Ben iyiyim."

Koltukta doğrulmama yardımcı olan Valentino "Gel, otur şöyle." derken sorgulayıcı bir ifadeyle bana bakmaya devam ediyordu. "Doktor çağırıyorum."

"Yok, gerek yok. Bu diyet işini biraz abarttım sadece, o kadar."

"Yine de doktor bir baksın."

"Yemek yersem geçer, tamam."

Yanağıma dokunan adam endişeyle yüzüme baktı. "Lâl, son zamanlarda hiç iyi görünmüyorsun. Senin için endişeleniyorum."

Hissettiklerinde yanılmıyordu. Beni çok iyi tanıyordu. Ama "Bir şeyim yok Valentino, üstüme gelme." demekte buldum çareyi.

Başını benim hizama indiren adam yumuşak bakışlarıyla "Hâlâ kızgın mısın bana?" sorusunu yöneltti. Ah, Valentino. Keşke sana kızacak durumda olsaydım. Kalbim sıkışıyordu. Ne yapacağımı bilemez hâldeydim. Aniden sıkı sıkı sarıldım ona. Valentino da şaşırmıştı. Omuzlarımdan tutup gözlerime baktı. "Ne oldu?" Şefkatli çıkmıştı sesi.

Onsuz kalma korkusu beni mahvetmişti. Onun ölmesi ya da ondan ayrılmak zorunda olmak. Her iki şekilde de onsuz kalmış oluyordum. Hangisi daha kötüydü? Her iki durum da cehennem ateşinden beterdi benim için. Dayanamazdım. Göz göre göre onu ölüme yollayamazdım. Ne olursa olsun her şeyi ona söylemeliydim. Şuan baş başaydık. Onunla konuşabilirdim. Kim nereden bilecekti ki? Yakalarına yapıştım korkuyla. "Valentino, sana söylemem gereken çok önemli bir şey var."

"Nedir?"

"Ben bugün-"

Tam o anda telefonu çaldı. Merakla aramayı yanıtladı. İtalyanca işle ilgili konuştuklarını bilecek kadar anlıyordum. Bir an bana döndü. "Bu konuşma biraz uzun sürebilir. Çalışma odasında konuşsam daha iyi olur, başını ağrıtmayayım."

Adam merdivenlerden çıktıktan kısa bir süre sonra kış bahçesinden o adam girdi. Beni Hydra'ya götüren Nikolai'nin adamı. İtaarkâr görüntüsünün altında tehditkâr bir ifade gizliydi. "Lâl Hanım, benden bir isteğiniz var mı?"

"Yok, seni çağıran mı oldu?" Az önce yapmaya çalıştığım şeyden dolayı suçüstü yakalanmış gibi hissettiğim için ister istemez gergin bir karşılık vermiştim.

Ellerini önünde birleştirip bana yaklaştı, kısık ve uyarıcı bir ses tonuyla "Bay Miloradov, yanlış bir şey yapmadığınızdan emin olmamı istedi." dedi.

Her yerdeydiler. Her yerde! Kendimi koca evde kapana kısılmış bir fare gibi hissediyordum. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Dışarıya yalnız başımıza çıkamadığımız için evde baş başayken konuşmayı denemiştim ama olmuyordu. Her yanımız Valent'in gibi görünen ama Nikolai'nin casusu olan adamlarla doluydu. Hangisi gerçekten Valent'in adamıydı, hangisi casustu anlamak güçtü. Bildiğim şeylerden ziyade bilmediğim şeyler beni daha çok korkutuyordu. Karanlık bir gölgeyle savaşıyor gibi hissediyordum.

Sakinlikle "İzninizle..." diyerek girdiği yerden çıkan adamı seyrederken nefes alamadım. İzleniyordum. Her adımım izleniyordu. Takip altında olmak korkunç bir duyguydu. Gözünün içine baka baka Valentino'ya yalan söylemek kadar korkunç.

Gece Valent'in uyuduğundan emin olduğumda sessizce yataktan kalktım. Yokluğumu fark etmediğinden emin olduktan sonra üzerimi bile değiştirmeden eşofmanlarımın üzerine hırka geçirip evden çıktım.

Her adımımı takipte olan Nikolai'nin adamı beni arka bahçede bekliyordu. Diğer korumalara görünmeden evden çıkardı beni. Sessizlikle dolu bir yolculuk oldu ama adamın sürekli dikiz aynasından bana baktığını görebiliyordum. En sonunda bana baktığı an "Ne bakıyorsun be? Önüne dön!" diye azarladım adamı. Biraz daha bakmaya devam ederse arabadan indirip bütün sinirimi ondan çıkaracaktım.

Hydra'nın önünde durduk. Nikolai kapının önünde, elleri kot pantolonunun cebinde etrafına bakınıyordu. Üzerinde kaslarını geren ince beyaz bir penye, altında kot pantolon vardı. Yakın korumamken giydiklerinin çok zıddı bir tarz. Bizim geldiğimizi gördüğünde sırtı dikleşti.

Arabadan indim. Ellerini ceplerinden çıkaran adam bana doğru bir adım attı. "Hoş geldin." Elini belime koymaya yeltenince sertçe geri çekildim. Bozuntuya vermedi. "Teklifimi düşündün mü?"

"Buraya bunları konuşmaya gelmedim."

Kabullenerek başını sallayan adam "Pekâlâ..." diye karşılık verdi. "Gerçekleri öğrenmeye hazır mısın?"

"Ne varsa çıksın artık ortaya. Kabak tadı vermeye başladı." Bıkmıştım. Kelimenin tam anlamıyla bu sırrın peşinde koşturmaktan yorulmuştum. Üstelik uğruna feda ettiklerimi düşündükten sonra.

"Hazırsan içeri geçelim."

Önümden yürümeye başladı. Daha önce girmiş olduğum bu gergin ortamı tanıyordum. Club Hydra. Korumaları aşıp ışıltılı tünelin ardından yine o büyük alandan geçmiştik. Koltuklarda cüretkârca oynaşan yarı çıplak çiftlere gözüm kaydığında yanaklarım alev aldı.

Bir adım önümde yürüyen adam bana bakarken dudakları kıvrıldı. "Utandın." Nereden çıkardın dercesine kaşlarımı kaldırınca açıklama gereksinimi duydu. "Kızardın." Yanıt verme gereği duymadım ama yanımdaki adam bık bık bık susmadı. "Bence yukarı çıkmamalıyız."

"Nedenmiş o?"

"Bu görüntü bile utanmana sebep oluyorsa özel odalarda olanları görmemeni tavsiye ederim." Merdivenlerden yukarı çıktığımızda gürültülü müziği gerimizde bırakmıştık. "Riccardo gibi birine göre fazla masumsun."

"Masum falan değilim, çenen çalışacağına ayakların çalışsın hadi yürü." Geçiştirmeye çalıştığımı gören adam başını öne eğip kıkırdar gibi güldü. Bu durum daha çok sinirimi bozuyordu. Ben tef gibi gerilirken onun bu kadar sakin kalması. "Ne sırıtıyorsun gevrek gevrek?"

Bir yanıt vermedi. Daha önce kapısından döndüğüm odanın olduğu koridorda yürürken kırbaç şaklaması, canhıraş inlemeler gibi rahatsız edici sesler kulağıma dolarken tırnaklarımı terlemiş avuçlarıma bastırıp sakin kalmaya çalıştım. Çok gergindim.

Kapının önüne geldiğimizde bacaklarım titriyordu. Dizlerimin bağı çözülmeye öyle hazırdı ki. O an çok saçma bir şeye takıldım ve aniden "Geçen sefer geldiğimde burada benimle konuşan maskeli adam sen değildin, değil mi?" diye sorguladım.

Kartı kapıya tutmak üzereyken geri çekildi ve yüzüme bakmadan "Değildim." yanıtını verdi.

"Kimdi?"

"Ivan'dı."

Ivan. Ivan. Ivan...
Hatırlamıştım sanırım. Masum yakın korumam Nikolai'nin arkadaşı olarak tanıştığım adamı hayal meyal hatırlıyordum. Beni tanıyormuş gibi konuşması da şüphe uyandırıcıydı zaten. Parçaları birleştirmek basitti.

Adam yeniden kapı kartını okutmaya uzandığında duraksadı ve bana döndü. "Son kez soruyorum... Bunları öğrenmeye hazır mısın?"

"Bu sırrı öğrenmek için göze aldıklarımı düşünürsek, hayır dememi bekliyor olamazsın." Biraz düşündüm ve istemsizce kaşlarım çatıldı. Aklımın tuhaf soru işaretleriyle dolduğunu fark ettim. "Siyah bilekliğin anlamı neydi?"

Kartı avcunda hapseden adam kapıdan bir adım geri çekildi. Kısa bir an düşündükten sonra "Gel benimle." diyerek girmemiz gereken odayı geçip koridorun sonuna kadar geldi. Siyah merdivenlerden yukarı çıkmaya başladığımızda kendimi tehlikeye giriyormuş gibi hissettim.

"Nereye gidiyoruz?" Merdivenleri çıktık ama hâlâ bir yanıt alamadım. "Sana soruyorum, nereye götürüyorsun beni?"

Mor bir kapıya çıktı merdivenin sonu. Kapı açıldığında camdan bir oda karşıladı bizi. Daha önce iğrenç teklifini sunduğu o oda gibi burada da bir bar tezgahı ve arkasında da küçük askılar vardı. Askılards ne olduğunu anlamadığım renkli şeyler vardı. Biraz yaklaştığımda o şeylerin bileklik olduğunu fark ettim. Hâlâ sessizlik hâkimdi aramızda.

Sanki kısır gününe gelmişiz gibi "Bir şey içer misin?" diye sordu sıradanlıkla.

"Goygoyu bırak da asıl konuya gel. Altın günü yapmak için toplanmadık burada."

Nikolai'den herhangi bir açıklama gelmesi birkaç dakikayı buldu. "Tüm sorularını yanıtlamak için buradayım. Sonrasında odaya gideceğiz." Gayet hazır bir biçimde beni bekliyordu. "Evet, ne merak ediyorsan sorabilirsin."

"Siyah bileklik ne anlama geliyordu?"

Askıdaki bileklikleri gösterdi. "Club Hydra'da her rengin bir anlamı vardır. Kırmızı bileklik, sadizmi sembolize eder, mor bileklik ise mazoşizmi. Bazı fantezi severler ilişki sırasında izlenmekten zevk alırlar. Mavi bilekliği seçenler ilişkilerinin izlenmesini isteyenlerden. Beyaz bileklik ise sadece izleyenler için. Onlar başkaları ilişkiye girerken izlemekten zevk alırlar." Gözlerinden çapkın bir bakış geçip gittiğinde hakkımda ne düşündüğünü anlamakta güçlük çekiyordum. "Sen hariç." diye mırıldandı. "Senin Hydra'ya geldiğinde beyaz bilekliği seçeceğini adım gibi biliyordum."

"Hakkımda her şeyi bildiğini sanmaktan vazgeç, Nikolai. Bir bok bildiğin yok senin."

"Sandığından çok daha iyi tanıyorum seni."

Hayran bakışlarını es geçip söylediklerini görmezden geldim. "Sorumun cevabını alamadım."

Kısa bir an düşünüp derin nefes aldı. "Siyah bileklik, VIP müşterilere verilir. Her tarzda yeniliğe ve fanteziye açık olmalarının yanı sıra tanınmış ve kulübün özel müşterilerine aittir. Yani senin gibi kapıdan ilk girene verilmez." Elleri ceplerinde gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Başka soru?"

"Ben... Doğru mu anladım?" Valentino. Siyah bileklik.

Onaylayarak başını salladı. "Evet, Valentino Riccardo bizim VIP müşterilerimizdendi."

Kesik kesik nefes alıyordum. "Tamam, olabilir. Valentino'nun benden önce böyle bir geçmişi varmış. Fantezileri varmış. Eee? Bu Valentino'dan nefret etmemi mi sağlayacak yani?"

"Elbette hayır." Rahat duruşunu bozmayan adam eteğindeki taşları dökmek için sabırlı görünüyordu. Henüz bitmemişti ve bitmeyecekti anlaşılan.

İç sesim yeterince felaket senaryoları kurarken kriz geçirmem işten bile değildi. "Ne söyleyeceksen söyle, geveleyip durma."

"VIP müşterilerimiz genellikle psikopatik tipler dersem genelleme yapmış olmam sanırım. Tecrübeyle sabit. Çoğu psikopat ya da sosyopat. Riccardo onların en canlı kanıtı."

"Valentino'yu kötülemeyi kes de ne biliyorsan onu anlat."

Gözlerime baktı. Valent'i içimde bitirmenin bu kadar kolay olmayacağını anladığında iç geçirdi. "Başka sorun yoksa odaya geçelim istersen." Geldiğimiz yerden dönmemiz için beni mor kapıya buyur etti.

"Anna kim? Valent'le, seninle bağlantısı ne? Ve ona ne oldu?"

Zembereğimden boşalmış gibi aceleyle soruları sıraladığımı gören adam sakinliğinden ödün vermeden bakışlarını mor kapıya dikti. Kapıdan çıktık ve merdivenlerden aşağı indik. Yer yer karanlık, yer yer loş ışıklandırması olan koridorda yürüyüp 79 numaralı odanın önüne geldik. "Anna'nın hikâyesi bu kapının ardında başlıyor. Yalnız..." Samimiyetle tedirginlik duyan adam dürüstçe "Sen bunları öğrenmeye hazır mısın emin değilim." diye sordu.

Acı acı güldüm. "Uyduruyorsun değil mi?" Alaycıydı bakışlarım. "Valent'i kötülemek istiyorsun. Aslında anlatacak hiçbir şeyin yok. Sadece bana tuzak kurmak için ortaya bir şey attın değil mi?"

"Ben yalancı değilim Lâl. Asıl yalancı olan yatağındaki adam." Tüm kararlılığıyla kartı kapı manyetiğine tuttu ve açılan kapıyı aralayıp içeri girmemi bekledi. "Hadi gel, acı gerçekleri gör. Ama gördüklerin seni mahvederse..." Yutkundu. "Seni uyarmadığımı söyleyemezsin."

Aralanan kapıdan temkinli bir biçimde içeri girdim. Nikolai'nin de arkamdan geldiğini hissediyordum. İçeri girdiğimde gördüklerime inanamadım. Her ne kadar gelmeden önce bu fikre alıştırılmış olsam da görmek, o anı yaşamak... İnanılmazdı.

İçerisi neredeyse ortalama ev genişliğinde bir odaydı. Ortada kocaman bir yatak vardı. Siyah saten çarşafları olan bir yatak. Köşede sergilenmek üzere raflardan oluşan bir dolap vardı. Üzerinde çok şey vardı. Yabancısı olduğum birçok şey. Bir seri katilin işkence aletlerine benzer şeyler.

Sanırım oradaki en masum şey türlü şekillerde kelepçelerdi. Çeşitli boy ve ebatlarda el ve ayak kelepçeleri tasmalar, kırbaçlar, vibratörler, ağız topları, kıskaca benzeyen tuhaf korkunç görünümlü şeyler... Ne işe yaradıklarını sormaya bile korkuyordum. Tuhaf demirden şeyler görünce şok oldum ve merakıma engel olamadım. Ne ara "Bunlar ne?" sorusu dudaklarımdan çıkmıştı anlayamadım bile.

Kollarını kavuşturmuş duvara yaslanan adam çok sıradan bir soru sormuşum gibi yanıtladı. "Göğüs klipsi." Bakışlarım duvara asılı şeylere baktığımda ben daha sormadan "Onlar da kadınlar için çeşitli fantezi deri esaret kostümleri ve seks salıncağı gibi şeyler." diye açıkladı. Ben şoku atlatabilmiştim ama o sıralamaya devam ediyordu. "El kelepçeli yatak pozisyon aparatı, anal-vajinal zevk topları, kucak eş taşıyıcı kemer kelepçeli seks salıncağı, esaret kafesi, çelik kegel egzersiz topları, anal plug ve tıkaçlar, demir askılar-"

"Yeter, sus!" Duyduklarıma ve daha fazla duyacaklarıma tahammülüm kalmamıştı.

"Neden?" Soru sormaktan çok had bildirme gibiydi tavrı. Haklıydı da aslında. Bunu ben istemiştim. Burada olmayı. "Bunları sen duymak istiyordun Lâl. Şimdi neden susmamı istiyorsun?" Uzun uzun durdu ve tepkilerimi seyretti. Bense tepkisizdim. Herhangi bir şey söylemedim ama dehşet içindeydim. "Riccardo böyle biri. Geçmişi, seks hayatı karanlık. Hayatından sayısız kadın geçti bu şekilde. Katerina da onlardan biriydi. Aslında sana tüm bunları sana anlatmak için de yanıp tutuşuyordu. Öğrenip Riccardo'yu terk etmen onun işine gelirdi. Ama istese de aralarındaki ilişkinin boyutunu anlatamazdı. Başına gelecekleri biliyordu çünkü. Birlikte olduğun adam korkunç biri. İçinde tehlikeli bir canavar yatıyor. Sen kabul et ya da etme ama gerçek bu."

Gözümü bile kırpmadan inkâr ettim. "Niye inanacakmışım ki sana? Bu odayı böyle düzenlemişsin, siyah bilekliği de çatı katına koymuşsun belki. Bunlar neyi ispat edecek?" Bana sevdiğim adamın çok aksine birini göstermeye çalışıyordu. Karalama kampanyasıydı bu belki. Her söylenene hemen inanacak mıydım? Kabul ediyorum, aptalın tekiydim. İnsan olarak merakım ve şüphelerim beni yönetiyordu ve çoğu zaman da başıma bela oluyordu. Ama Valentino'yu bu kadar çok severken nasıl öyle kolayca her söylediğine inanabilirdim ki? Ayrıca böyle biri bile olsa onu sevmeme engel olabilir miydi?

Başını aşağı yukarı sallayan adam "Haklısın." dedi net bir ifadeyle. Rafların en altından laptop ve USB çıkardı. Laptopu açtıktan sonra USB'yi taktı ve bazı dosyaları kurcaladı. "Bakmaya gücün yetebilecekse onun vahşi yüzü, köleleriyle ilişkileri burada, kayıt altında."

Koyu kestane saçlarıyla yatağa sere serpe uzanmış kadın, elleri ve ayakları kelepçelenmiş, demir bir askıya bağlıydı. Sert kırbaç darbeleri, üzerinde yaptığı şeyler, acımasız hamleleri, karşısındakinin insan olduğunu unuttuğu saniyeler. Kim bilir, belki devam etseydim daha kötü şeyler olacaktı. Zira bu kadarını izlemek bile bana yetmişti.

Video kayıtlardan sadece bir tanesinin birkaç dakikasını bile izlediğimde midemden ağzıma bir safra tadı geliyordu. Mide öz suyum ağzıma kadar gelmişti. Acı acı yutkundum. Gözlerimi kaçırdım. Bakamadım. Başım dönmeye başladı. Hatırladığım tek şey Nikolai'nin kolumdan tutup düşmemi engellemesiydi. O an bana ne dediğini bile algılayamıyordum. İyi misin falan diyordu herhâlde. Dudak hareketlerinden anladığım buydu.

Yatağın karşısındaki koyu kırmızı berjere yığılır gibi oturdum. Ellerim berjerin oymalı kenarlarına tutunmuştu. Yıkılmış bir hâlde öylece sevdiğim adamın arka yüzüyle tanışıyordum. Nikolai ise daha yumuşak bir ifadeyle devam etti. "Sana bunları söylemek benim için de çok zor. Ne olursa olsun sana acı çektirmek istediğim son şey olur."

Onun zırvaları umurumda bile değildi. "Benimleyken de bu tür bir ilişki yaşadı mı? Herhangi bir kadınla, burada veya başka bir yerde-" Konuşmayacak kadar kötü oldum bir an. Hırıltılı bir nefesle boğazım tıkandı. Söylediklerine inandığımı peşin peşin göstermiş bulunuyordum bu tepkimle. Oysa Valentino'nun burada olduğuna dair bir kanıt yoktu henüz elimde. Siyah bileklik dışında. Onu da Nikolai koymuş olabilirdi çatı katına. Olamaz mıydı? Olabilirdi tabii. Amacı Valent'i bitirmek değil miydi? Oluyordu işte. Gözümde bitirmeye çalışıyordu onu.

Nikolai ise kendisinden beklemediğim bir dürüstlükle başını iki yana salladı. "Bildiğim kadarıyla hayır. Yaptığını da sanmıyorum. Seni kaybetmeyi göze alamayacağını biliyorum." Gözleri dalgın dalgın üzerimde gezinirken aniden yumuşaklıktan çok uzak bir acımasızlıkla katılaştı. "Ama içindeki vahşi aslan kafesinden kurtulmak için anını kolluyor, buna eminim. Eski zevklerine dönmesi için bir adım bile yeter."

Öğrendiklerimi sindirebilmek için birkaç dakikaya ihtiyacım vardı. Sanki sindirilebilecek bir şeymiş gibi. Onun sütten çıkma ak kaşık olmadığını biliyordum. Bu bir sürpriz değildi benim için. Ama onu öyle çok sevmiştim ki sanki Valent'in acımasızlığı hep hak eden kötü insanlara işliyormuş gibi konumlandırmıştım aklımda. Başkan ve Vural gibiler mesela. Ya da başka mafya düşmanları falan. Kadınlara ve çocuklara zarar verebilecek biri değildi o. Olamazdı. Karşımdaki adamın dürüst yanıtları ve tüm söylediklerin somut olarak kanıtlayabiliyor olması da bana hiç yardımcı olmuyordu. Kendi mahkememde sevdiğim adamı savunmaya çalışırken argümanlarımı çürütüyordu. Başımı iki yana salladım saldırgan bir ifadeyle. "Hayır." Gözyaşlarımı yok sayıp akan burnumu sertçe çektim. "Hayır, Valent böyle biri değil." İşaret parmağımı sertçe salladığımda söylediklerinden dolayı onu suçluyor gibiydim. "Sen benim kafamı karıştırmaya çalışıyorsun. Valentino'yu bana kötülemeye çalışıyorsun."

"Kayıtlara rağmen mi?"

"Yalan hepsi. Yanlış."

"Bunu nasıl yapabilirim ki?"

Sorduğu soruya mantıklı bir yanıtım yoktu. Ama bildiğim tek şey, Valent'in böyle vahşi biri olmadığıydı. "B-Bilmiyorum. Bir şekilde çeşitli akıl oyunlarıyla beni kandırmaya çalışıyorsun."

"İnan bana Riccardo'yu bitirmek için ekstra bir şey yapmama gerek bile yok. Gerçekte nasıl biri olduğunu bilmen bile yeterli gelecektir."

Aklım o an bambaşka bir soruyla sarsıldı. "Peki... Anna?" Öfkem ve şaşkınlığım yerini daha büyük bir meraka bırakmıştı. "O kim? Ona ne oldu? Valent'le ve seninle bağlantısı ne?"

Yüzü gölgelendi adamın. Eninde sonunda bunu soracağımı bekliyor olduğu açıktı. "Anna benim sevdiğim kadındı. Birbirimizi çok seviyorduk. Âşıktık." Kandırılmış bir yüz ifadesiyle ekledi. "Ya da ben öyle sanıyordum." Yorgunlukla kaşları havalandı bir an. "Onun için benim olan her şeyden vazgeçmiştim. Elimin tersiyle itmiştim. Ama... Tanıdığımın, âşık olduğumun dışında bir Anna olduğunu bilmiyordum. Tuhaf zevkleri olduğunu. Birlikte olduğumuz süreçte şüphelendiğim şeyler olmuştu ama çok üzerinde durmamıştım."

"Ne gibi?" Başkalarının hayatıyla ilgili bir detayı neden bu kadar merak ettiğimi ben de bilmiyordum. Ama sanırım bana anlattığına göre bir şekilde benim hikâyemin bir ucuna bağlanacağını hissettiğim için bu merakımı tetikliyordu.

"Sert ilişkilerden hoşlanıyordu." Ses tonu sıradan çıkmıştı. Sanki boş vermiş gibi. Ancak yüzü hiç de öyle hissettirmiyordu. "Ama... Bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim. Bu kadar ciddi olduğunu, uç noktalarda olduğunu düşünmemiştim. Beni Riccardo'yla aldattığını da çok sonradan öğrendim." İşte Anna'nın hikâyesini benim hikâyeme bağlayan ucu. Nefesimi tuttum. "Riccardo, Anna'nım tuhaf zevkleri gibi sapkın zevklere sahip bir adamdı. Onları birbirine bağlayan ortak noktaları buydu. Riccardo bir noktada Anna'nın tuhaf zevklerini karşılayan adamdı. Aynı şekilde Anna da Riccardo'nun vahşi seks fantezilerini uygulamak için kullandığı bir oyuncaktı. Rahat takılıyorlardı. Beklentisiz. Açık ilişki yaşıyorlardı."

"Valentino yapmaz." Bu çok saçmaydı. İşin içinde bir karışıklık, yanlış anlama vardı. Tamam, görünen o ki Valentino'nun tuhaf, belki de korkunç zevkleri vardı ama elinin altında o kadar kadın varken onun bile bile bir ihanet çemberine dahil olacağını düşünmüyordum. "Anna'nın sevgilisi olduğunu bile bile onunla böyle bir ilişki yaşamaz. Hayır. Kabul etmiyorum bunu."

Sakin bir ifadeyle omuz silkti Nikolai. "Haklı olabilirsin. Riccardo gerçekten Anna'nın benimle olduğunu bilmiyor olabilirdi." Öte yandan az önceki sözlerini çürütebilecek kuşkulu bir yüz ifadesiyle ekledi. "Ama biliyor da olabilirdi. Açıkçası ben senin kadar kesin konuşmayacağım."

"Çünkü Valentino'yu benim kadar tanımıyorsun." İstemsiz bir gülümseme sardı dudaklarımı. Onu düşününce hep böyle oluyordu. "Onun kalbindeki şefkati gördüm ben. İçindeki iyiliği gördüm. Valentino'nun kalbinin içini gördüm." Sözlerim sevgi dolu bir sayıklama gibi çıkmıştı. Hayran olduğum birini anlatır gibi. Ne yazık, onun bu yanıyla tanışmak. Aklım öyle karmaşıktı ki onu savunurken bile aklımdaki şüphe ve hayal kırıklıklarıyla savaşıyordum. Karnımdaki bebeğimizi okşayan adamla az önceki videoda bir kadına cansız bir oyuncak gibi duyarsız davranan adam içimde kanlı bıçaklı bir kavgaya girişmişti.

Aklımın içindeki sanal savaşa "Riccardo'nun senden önceki hayatı oldukça karanlık." diyerek nokta koydu Nikolai. "Çok sapkın zevkleri olan bir adam aslında o. Bir canavar. Korkarım ki sen onu yalnızca tanıdığını sanıyorsun. Çünkü o seninleyken kendi gibi davranmıyor. Sadece seni elinden kaçırmamak için rol yapıyor." İtiraz edeceğimi hissetmiş gibi hızla devam etti. Bir şeyleri kanıtlamak ister gibi hararetli çıkmaya başladı sesi. Zita da biliyor onun bu yanını, Katerina da. Onun sert zevklerini, sapkın seks yaşantısını bilen birçok kadın var ama hiçbiri sana bunu anlatamaz. Çünkü köle sahip ilişkisi yaşadığı bu kadınlar hem ondan, acımasızlığından korkar hem de her birinin kesinlikle sessiz kalmalarını emreden gizlilik sözleşmeleri var." Asıl konuya gelmek için sabırsızlanan adam elleri ceplerinde odanın içinde volta atmaya başladı. Sanırım kendini rahatlatmak için yürüyor ve benimle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Bu da onun rahatlama yöntemi olmalıydı. "Anna'ya gelince... O da az önce söylediğim gibi sert ilişkileri severdi ve Riccardo'nun sapkın zevklerinin kurbanı oldu."

Onun sertçe yutkunduğunu gördüğümde sakin kalmaya çalışarak "Anna'ya ne oldu?" diye sordum. Titrek çıkmıştı sesim.

"Başta severek, isteyerek hatta zevk alarak girdiği bu ilişkiden çıkmak istese de çıkamadı. Ve bu ilişkinin sonucunda öldü."

Öğrendiğim gerçeklerin ağırlığı altında ezilirken çektiğim acıyı hafifletmeye çalışmamı engelleyen tek şey devamına dair merakımdı. Beni bitiren merakım. "Nasıl öldü?"

"Vücuduna fazla miktarda verilen elektrik akımından dolayı."

"Ne?" O an öğrendiğim her şeyin yalan çıkmasını ya da gerçekse hafızamı kaybetmeyi istedim.

"Bu yüzden korkuyorum, Lâl. Sana zarar gelmesinden. Riccardo benden sevdiğim kadını, Anna'yı aldı. Çaldı. Sana da aynı şeyleri yapacak, zarar verecek. Seni gerçekten avcunun içine aldığına emin olduğunda, tanıştığın o aşk adamının aksine biriyle tanışacaksın. O korkunç biri. Bir canavar." Anna'nın adı geçen her cümlede olduğu gibi yüzüne acı çeken bir ifade oturdu. "Anna'nın ölmesini bile umursamadı. Şimdi Anna'nın bir mezarı bile yok."

"Tamam, sus. Yeter." Nefes almam zorlaşmıştı. Kendimi oksijenden yoksun bir küpün içine hapsedilmiş gibi hissediyordum. Bu hissi çok iyi biliyordum. Başkan'ın beni hapsettiği mahzende kapalı kaldığım o zamanlarda olduğu gibi nefes alamıyordum.

Yığılacak gibi olduğumda Nikolai tuttu. "Lâl, iyi misin?" Avuçlarım terliyordu. Sonra alnımda soğuk soğuk terler. Beni gözlemleyen adamın bunu fark etmesi kısa sürdü. "Sen iyi değilsin."

Kollarından kurtulmaya çalıştığımda hırıltılı nefes aralarımda "Bırak beni." diyebilmiştim.

"Sana tüm bunların yalan olduğunu söylemeyi çok isterdim. Yalan cennetini gerçek kılmayı. Mutlu olmanı çok isterdim, Lâl. Ama gerçekleri sana anlatmasaydım her şey çok daha kötü olacaktı. Buna eminim. Çünkü Riccardo gerçekten çok iyi bir manipülatör. Ve bir kadını nasıl avcunun içine alacağını çok iyi biliyor. Üstelik etrafında bu kadar kadın onunla olmak için can atarken." Kafamda soru işaretleri olabilme ihtimaline karşı "Bunların kanıtlarını görmek isteyebilirsin ama şimdi iyi değilsin. Bunu kaldıramazsın. Hazır olduğunda merak ettiğin başka soruları da kanıtlarıyla yanıtlayabilirim." diye ekledi.

Başka ne kalmıştı ki? Tüm sorularımın yanıtını almıştım. Anna'yı Valent'in öldürdüğüne dair bir kanıt olduğuna da inanmıyordum. Görsem de inanmazdım. Görmek istemezdim. Allah'ım, deliriyordum.

Hydra'dan çıkıp eve gelene kadarki zaman kayıp gibiydi bende. Aklım başımda değildi sanki. Kendimde değildim. Hatırladığım tek şey gece yarısı yatağıma uzanıp her şeyin bir rüya olmasını dileyerek uyumaya çalışmamdı.

Sabah uyandığımda kolumu kaldıracak hâlim yoktu. Gece boyunca terlemekten sırılsıklam olmuştum. Alnımda gezinen elim Valent'e ait olduğunu hissedince korkuyla geri çekildim. Sevdiğin adamdan korkmak. Bu mümkün değildi. Ben bu anı daha önce yaşamıştım. Başkan da bunu yapmaya çalışmıştım. Aptal gibi de inanmıştım. Ama bu kez biraz farklıydı sanırım. Bu kez Valent alelade benden bir şey saklıyordu, beni aptal yerine koyuyordu ve öğrenmemi istemediği o korkunç sırrını öğrenmiştim. Aklımda onu aklamaya çalışıyordum. Ben nasıl ki bir cinayete şahit olmuşsam bu da öyle bir kazaydı belki. Saçmalama, Lâl. Bir kadının öldüğünü, öldürüldüğünü bildiğin hâlde onun celladına hak vermeyi düşünemezsin. O kadar kadın cinayeti olup biterken öldürülen kadınlara ihanet olur bu. Hayır, Valentino onlardan biri değildi. Olamazdı. Ama hakkında söylenenler? Kanıtları.

Alnıma dokunan adam "Tanrım... Çok ateşin var, yanıyorsun." derken sesindeki endişeyi hissetmek güç değildi. Öte yandan durduk yere hasta olmama anlam veremeyen adam kuşkuyla ekledi. "Senin bir şeyin var."

"Biraz hastayım, Valentino. Yorgunum. Hepsi bu." Yan dönüp tekrar uyumaya çalıştım.

Yanımda oturan adam elini belime sardığında "Sen benimle bir şey konuşacaktın dün?" sorusunu yöneltti adam.

Toparlamaya çalışıyordum. "Bilmiyorum, unuttum." Artık içinde bulunduğum durumu Valentino'ya anlatmak için çok geçti. Bunu yapamayacağımı da tecrübe etmiştim zaten. Her yerde gözü kulağı olan Nikolai odalara dinleme cihazı bile koymuş olabilirdi. Yoksa adamı bir şeyleri anlatacağımı nasıl anlayacaktı ki?

"Doktor-"

"Valentino, bana doktor deyip durma. Doktordan kusacağım artık." Bu sürekli hastalık hâli canımı sıkmıştı. Hastalık hastası olmuştum resmen. Ya da belki yaşadığım duygusal travmalar vücudumda somut hastalıklara dönüşüyordu. İkisi de çok acınasıydı ve bu yüzden yatağa hapsolmamak için zoraki yataktan kalktım. "Şimdi bir duş alacağım ve iyi olacağım."

"Lâl, emin misin? Hiç iyi görünmüyorsun." Bana bu kadar endişeli ve şefkatli bakan bir adamın vahşi bir canavar olduğuna inanmak güçtü. Ama düşmanlarına karşı ne kadar acımasız olabildiğini bilmek tüm ezberimi bozmaya yeterdi. İçinde iki farklı Valentino barındırabileceğine olan inancı da diri tutuyordu.

Duştan çıktığımda biraz daha iyi hissetsem de o halsizlik ve hastalık hâli devam ediyordu. Valentino ikna olmamış görünüyordu. "İyi olduğuna emin misin? Eğer iyi değilsen toplantımı erteleyeceğim. Gitmeyeceğim."

"Buna gerek yok, gerçekten. Ben iyiyim. Zaten birazdan kendi işlerimle ilgileneceğim. Kulübe gideceğim."

"Bu hâlde kulübe gidemezsin. Gitmek zorunda da değilsin."

"Zorunda olduğum için gitmiyorum zaten. Böyle daha iyi hissedeceğim. Evde yatmak beni daha çok hasta eder."

Onaylayarak başını salladı adam. Tam olarak ikna olmuş gibi görünmese de benim olaya nokta koymamla birlikte üstelemedi. "Bir toplantı için şehir dışına gitmem gerek. Akşama döneceğim."

"Tamam."

Alnımdan öpüp "Ben gelene kadar kendine dikkat et." dediğinde gözlerine baktım. Şefkatli bakışlarına. Aşağı yukarı salladım başımı ve gidişini seyrettim.

O gittikten 1 saat kadar sonra ben tam giyinip hazırlanmış çıkarken bahçede Pietro'yla karşılaştım. Onu beklemiyordum. "Pietro... Hoş geldin." Valent evde yokken pek uğramazdı. Bu yüzden şaşırmıştım. "Hayırdır böyle?"

"Valent'le çalışacaktık."

Kısa bir an sorguladıktan sonra "O çıktı." yanıtını verdim. "Şehir dışında toplantısı varmış."

Abartısız bir şaşkınlık yaşayan adam "Planlarda bir değişiklik oldu anladığım kadarıyla." dedi ve kaşlarını çattı merakla. "Bana neden haber vermedi ki?" Cebinden çıkardığı telefonuna baktı. "Şarjım bitti."

"Ondan ulaşamamıştır herhâlde."

"Muhtemelen." Benim hazırlanıp çıkmak üzere olduğumu fark edince "Sen nereye böyle?" diye sordu.

"Kulübe gidecektim prova için."

"Seni bırakayım."

"Zahmet olmasın?"

"Yo, hayır. Zaten oraya uğramam gerekiyordu. Valent'le toplantımız ertelendiğine göre diğer işlerimle ilgilenmeliyim." Meraklı kaçamak bakışları yüzümde gezinen adamın bir karın ağrısı olduğu kesindi. "Hem seninle yolda biraz konuşalım istiyorum."

Başımı hafif yana yatırıp "Tamam o zaman." diyerek onu takip ettim ve arabasına bindim.

❝Dokuz❞

Rahatsız bir uyku çekmiştim bu gece. Dönüp durmuştum düşüncelerle. Lâl'i bıraktığımda hiç iyi görünmüyordu. Nasıl olmuştu acaba? Arayıp soramazdım. Haddimi bildirirdi. Attığı yumruğun acısı hâlâ yüzümdeydi. Isırdığı kolumdan bahsetmiyordum bile. İstemsiz bir gülüşle doldu dudaklarım. Tanıdığım kadınlara pek benzemiyordu. Farklı bir sevgi ve nefret dili vardı. Birini sevdiğinde de nefret ettiğinde de ilginç tepkiler verebiliyordu. Buna alışmam biraz zaman alacaktı belli ki.

Israrla çalan telefonumu komodinin üzerinde el yordamıyla bulup aldığımda arayanın Ivan olduğunu gördüm. Yine öfkesini kusacağına emindim. Sağ elimle gözlerimi ovuşturduktan sonra aramayı yanıtladım. "Evet."

"Nikolai sen ne yaptığının farkında mısın?"

"Ne yapmışım?"

"Lâl'e yaptığın tekliften bahsediyorum!"

Sanki telefonun diğer ucundaki adam yüzümü görüyormuş gibi tek kaşımı kaldırdım şüpheyle. "Sen benim kararlarımı mı sorguluyorsun?"

Ivan'ın öfkeli ses tonu kulaklarımı doldururken ne kadar endişe içinde olduğunu anlamak benim için zor değildi. Onu çok iyi tanıyordum. Öfkesinin endişesinden ileri geldiğini biliyordum. "Bu kadar önemli uluslararası devlet sırlarını bir kızı sikmek için mi kullandın?"

"Sözlerine dikkat et yoksa senin beynini uçururum, Ivan." Onun ağzı bozuk hâllerine alışıktım ama Lâl hakkında ileri geri konuşmasına tahammül edemiyordum. Bir an sakinleştikten sonra açıkladım. "Ayrıca benimle birlikte olmasını falan istemedim ondan."

"Ne istedin o zaman?"

"Sadece Riccardo'yu terk edip bana gelecek."

"Ya gelmezse?"

"Gelecek."

"Nikolai, ya gelmezse?" Bu kez keskin bir ses tonuyla tekrarlamıştı sorusunu.

Bu düşünmek istediğim bir ihtimal değildi. Bu yüzden yok saydım. "Kapatıyorum."

Telefonu kapatıp komodine bıraktığımda doğrulduğum yatağa gömülüp ellerimle yüzümü kapadım. Birkaç saniye düşünceli ruh hâlimi yok saymaya çalıştıktan sonra yataktan kalktım ve banyoya girdim. Soğuk suyla yüzümü yıkadım ve havluyla kurulanırken aynadaki yansımama baktım.

Lâl gelecekti.

❝Lâl❞

Akşam eve dönüş yolunda kafamda bazı şeyler netleşmişti. Ne yapacağımı artık biliyordum. Valentino'yla konuşacaktım. Ancak eve döndüğümde Valent'in hâlâ gelmediğini görünce bir süre bekledim. Gece yarısı olduğunda hâlâ gelmemişti. Saat çok geç olmuştu. Bu yüzden yapmak istediğim konuşma sabaha kalmıştı artık.

Soyunup dökündüm ve pijamalarımı giyip yatağa uzandım. Sabaha karşı hava henüz aydınlanmamışken uykuyla uyanıklık arası bazı tıkırtılar duyduğumda Valent'in geldiğini anlamıştım. Gözlerim kapalıyken adamın yatağa uzanıp kollarını bana sardığını hissederek tekrar uykuya daldım.

Sabah olduğunda huzursuz bir gece geçirdiğim için biraz uykusuz kalmıştım. Valent yatakta yoktu. Çalışma odasındaydı ya da kahvaltıya inmişti anlaşılan. Giyinip aşağıya inmek için hazırlandığımda son kez aynada kendime baktım. Bunu yapacaktım.

Aşağıya indiğimde Valentino kahvaltı masasında oturmuş gazete okurken kahvesini yudumluyordu. Az sonra olacaklardan habersizdi. Ve ben de onu nasıl inandıracağımı düşünüyordum. Sakinleşmeye çalıştım ve masaya doğru yaklaşıp karşısına oturdum.

Beni gören adam "Günaydın." dedi gülümseyerek. "Bugün daha iyi görünüyorsun."

Bense "Günaydın." diye mırıldanırken onaylayarak başımı salladım. "Evet, iyiyim."

"En sevdiğin kahvaltılıkları hazırlattım, Nina getirir birazdan." Elindeki gazeteyi katlayıp masaya koyarken "Menemen bile yaptı." dedi gülerek.

O bu kadar neşeliyken konuyu nasıl açacağımı bilemez hâlde gıcık tutmuş gibi öksürdüm. "Valentino, benim seninle konuşmam gereken önemli bir şey var."

Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra masaya bıraktı ve ciddiyetle bana döndü. "Dinliyorum."

"Ben..." Başımı eğip kucağımdaki ellerimle oynarken aklımdaki cümleleri nasıl toparlayacağımı düşünüyordum. "Valentino, ben ayrılmak istiyorum."

"Ne?" Duraksadı. "Ne saçmalıyorsun sen Lâl?" Karşımda ne olduğunu anlayamayan bir adam duruyordu. Şaşkınlıkla kaşları çatılmış, söylediklerimi mantık süzgecinden geçirip algılamaya çalışıyordu.

Bense sakin ve kararlı duruşumu bozmadım. "Bak, ben çok düşündüm. Bu bir anlık verilmiş kararlardan değil." Aceleyle ekledim. "Beni ikna etmeye çalışma çünkü bunun faydası olmayacak." Kararlı ifadem her şeyi açıklıyordu.

"Nereden çıktı bu şimdi birdenbire?" Allak bullak bir yüz ifadesiyle gözlerime bakıyordu. "Neler oluyor Lâl?"

"Bir şey olduğu yok. Yani... En azından birdenbire olan bir şey yok." Ayrılık isteğim yalandan olsa da duygularım gerçekti. Bu yüzden dürüstlükle duygularımı dile getirdim. "Valentino ben sana defalarca sordum. Bir şey var mı dedim. Yok dedin. Her sorduğumda geçiştirdin. Seni uyardım, beni kaybedeceksin dedim, ona rağmen gerçekleri anlatmamakta direttin. Bu bile artık bana eskisi kadar değer vermediğini gösteriyor. Beni kaybetmekten korkmadın, çocuk eğler gibi geçiştirdin. Ben bu yalanlarla, sırlarla yaşamak istemiyorum." Yutkundum acıyla. "Bu yüzden... Ayrılmamız ikimiz için de en iyisi olacak."

Sağ eli çenesindeki kirli sakalları okşayan adam iç geçirdi. "Lâl, gerçekleri öğrenmen neyi değiştirecek?"

Başımı iki yana salladım "Hiçbir şeyi." derken. "Artık bir önemi yok." Umudumu kesmiştim. Her şeyi öğrenmiştim zaten. Eğer ondan duysaydım, ne bileyim... Belki her şey daha farklı olabilirdi. Gerçekleri değiştirmezdi belki ama her şeyi ondan öğrenmiş olurdum.

"Tek sebep geçmişimdeki aptal sırlar mı, Lâl? Bu yüzden beni terk ediyorsun yani öyle mi?" Duraksadı adam. Reddediyordu şiddetle. Geçmişimdeki aptal sırlar diye basite indirgediği şeyin bir insanın ölümü olması tüylerimi diken diken etti o an. "Bu kadar basit bir şekilde benden ayrılmak istediğine inanmamı mı bekliyorsun? Hoşça kal ve bitti, bu kadar mı?" Ona göre bu basit bir sebepti anlaşılan.

"Seni uyardım, Valentino. Her şeyi anlatmak için son bir şansın vardı. Ama sen onu elinin tersiyle ittin. Beni kaybetme pahasına hem de. O an bizden birçok şeyi aldın aslında, farkında değilsin." Gözlerim dolsa da bu kez ağlamamakta kararlıydım. Ayrıca Valent'in ayrılmak için bu bu sebebi yeterli görmediğinin de farkındaydım. Aklında hâlâ kuşkular var gibiydi. O an inanması için mecburen yalan söyledim. "Ben... Artık sana eskisi gibi duygular hissetmiyorum." Hem de hâlâ köpek gibi âşık olmama rağmen.

Yüzünde yıkılmış olduğunu görebiliyordum. Hayal kırıklığı emareleri yüzüme çarpan bir tokat gibiydi. "Ne demek bu?"

Gözlerimi kaçırdım. Onun o hâline daha fazla bakamazdım. "Ne demekse o demek işte." Geçiştirme sırası bendeydi şimdi. Bu bir intikam savaşı değildi ama bunu yapmaktan başka çarem yoktu. "Bir süredir kafam karışıktı ama artık netim. Sana eskisi kadar âşık değilim."

Cesaret edip "Başkası mı var?" diye sorduğunda donup kaldım.

"Ne?" Bunu nasıl düşünebilirdi bilmiyordum. Onu bu kadar severken hem de. Saçmalama, Lâl. Senin istediğin de bu değil miydi zaten? Ne kadar kolay inanırsa o kadar iyi değil miydi senin için?

Lafı dolandırmadan en başında aklında olan soruyu sordu. "Nikolai'ye karşı bir şeyler mi hissediyorsun?" Aklında olan soru diyorum, çünkü Nikolai'nin beni öptüğünü öğrendiği andan itibaren bunu düşündüğüne emindim. Gerçek ya da değil, bunu defalarca düşündüğüne emindim. Zaten bunu bana sorma cüretini daha önce de göstermişti. İnanmayan bakışlarla başını iki yana sallayıp "Yo, hayır. Bu mümkün değil." dediğinde inkâr mekanizmasının haklı olduğunu ona söylemek isterdim. Ayrılmak istiyor olmasaydım.

Nikolai'ye karşı bir şeyler mi hissediyorsun? Dümdüz sorduğu bu soru normalde beni sinirlendirirdi. Ne dediğini kulağın duyuyor mu, ne saçmalıyorsun sen, bu ne cüret diye başlardım kalaylamaya. Belki ikinci bir tokat bile gelebilirdi yüzüne. Ondan ayrılmak için bu kadar paralanmıyor olsaydım, Nikolai beni öpmüş olmasaydı. Oysa benden ayrılmasını isterken bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. "Artık bunları konuşmak yersiz." diyerek ucu açık bıraktım sorusunu. Ondan başkasını sevmem mümkün olabilirmiş gibi. Yine de öyle düşünmesine izin verdim. Zaten o da dünden razı değil miydi buna? Ben bunu bana yakıştırmaz diye beklerken aniden yaftalamıştı bunu bana.

Buz gibi soğuk bir ifadeyle geri çekildi adam. İçinde sönmüş bir yanardağ yükseliyor gibiydi bakışları. Sustu. Hiçbir şey söylemedi. Ölüm gibi tehlikeliydi sessizliği.

Bakışlarımı gözlerine diktiğimde amaçsızca bir karşılık bekliyordum ondan. Bir yanıt. Bir tepki belki de. "Bir şey söylemeyecek misin?"

Öfkeyle karışık bir alayla tebessüm etti. "Söylenecek her şeyi sen söylemedin mi zaten?" Yüzüme bakmıyordu. "Bana söyleyecek bir şey bırakmadın." Birkaç dakika öylece sessizliğe saplanıp kaldığımızda onun çektiği acıyı paylaşıyordum. Bilmiyordu. Olgunlukla karşılayan biri gibi yüzünü bana dönebildi sonunda. "Seni yanımda zorla tutamam, Lâl. Beni istemiyorsan seni bu eve zincirleyecek değilim." Aslında yüzünde defalarca gideceğimi söyleyip dururken sonunda kehaneti çıktığı için yaşadığı buruk bir gurur ifadesi vardı.

Usulca masadan kalktım dümdüz bir sesle "Anlayışın için teşekkür ederim." yanıtını verirken.

"Anlayışın için teşekkür ederim mi?" Alaycı bir gülüşle karşılık veren adam dengesi bozulmuş bir biçimde masaya sert bir yumruk vurduktan sonra kalktı ve bahçeye çıktı. Hiçbir şey söylemeden gitti. Öfkeli adımları kış bahçesinden dışarıya yönelirken ağlamamak için bir sebebim kalmamıştı.

Yukarı çıkıp iki parça eşyamı küçük bir çantaya koyduktan sonra evden ayrılmak için aşağı indim. Valentino ortalıkta görünmüyordu. Bahçeye çıktığımda Luigi'yle karşı karşıya geldik. Bakışları düşmanını görmüş gibiydi. Benim bir şey söylememe kalmadan "Sonunda rahatlamışsındır umarım. Valent'i bitirdin." diye girdi söze.

"Luigi, bak-"

"Daha en başından ona iyi gelmeyeceğini biliyordum. İkinizin de birbiriniz için zehirli olduğunu." Soğuk, sakin ancak bir o kadar da kindardı ifadesi. "Seni en başında uyarmıştım. Bodrum'da. Bizimle gelmemeni söylemiştim. Beni dinlemedin, buraya geldin. Eğer o gün beni dinleseydin işler bu noktaya gelmeden biterdi. Ama şimdi... İşleri içinden çıkılmaz bir düğüm hâline getirdin."

"Ben böyle olsun istemedim, Luigi."

"Eminim istememişsindir. Ama oldu işte. Önce onu kendine âşık ettin, dengesini bozdun. Aşkın gözünü kör etmesine, aklının önüne geçmesine sebep oldun. Gözünün önünü bile göremez hâle geldi. Senden başka bir şey göremez oldu. Eski Valentino Riccardo'dan geriye bir şey bırakmadın. Ve şimdi elini kolunu sallayarak gidiyorsun." Bir şey söylememe fırsat bırakmadan beni kovmaktan beter etti bakışlarıyla. "Git şimdi. Arkanda onun enkazını bırak ve git."

Dayak yemiş gibi lafları yedikten sonra evi terk ederken kesik kesik nefes aldım. Son kez onu görmeme bile izin vermemişti. Yok olmuştu sanki. Sırf karşılaşmamak için buhar olup uçmuştu.

Bahçenin önünde Nikolai'nin adamı arabayla beni bekliyordu. Sorgusuz sualsiz bindim arabaya. Dikiz aynasından bana bakan adamı görmezden geldim ve yuvam dediğim yere son kez baktım. Yuvam. Tuhaf bir kelime.

❝Valentino❞

Ellerim ceplerimde bahçede durmuş etrafı seyrederken toparlanıp giden kadının arkasından bakıyordum öylece. Bir sırrın varlığı bile bizi ayırmaya yeterken Lâl bunu öğrenseydi ne olacaktı? Her iki durumda da onu kaybedeceğimi biliyordum. Söylememeyi tercih ettim. Yine kaybettim.

Aslında acı ama gerçek, ilişkimiz üzerine bir kumar oynamıştım. Ve kumarı kaybettim. Ne pahasına olursa olsun aşkımız bunu da aşar diye düşünmüştüm ama... Aşamadı. Onu da suçlayamıyordum. Bu ani ayrılık kararına anlam veremesem de kendine göre sebepleri vardı. Sırlardan, yalanlardan bıkmıştı. Kendi hayatındaki sırlar, benim hayatımdakiler. Bitmek bilmeyen ve gün yüzüne çıkmayı bekleyen yığınla gerçek. Kim bu kadarına tahammül edebilirdi ki? Ancak beni asıl yaralayan, kalbinde başkası olup olmadığına dair net bir cevap verememiş olmasıydı. Bu kadar muğlak konuşmasaydı onu ikna etmeye çalışırdım, bu kadar çabuk vazgeçmezdim.

Daha önce hissetmiştim. Fakat yalnızca basit bir kıskançlık olarak adlandırmıştım içimdeki bu hissi. Çünkü Lâl benden başkasını sevemezdi, benim de ondan başkasını sevemeyeceğim gibi. En azından öyle sanıyordum. Nikolai gelip onun kafasını karıştırmıştı. İlişkimizin en savunmasız döneminde çıkagelmişti. Onu öpmüştü. Belki de bu öpücükle Lâl'in kafasını karıştırmıştı. Amacına ulaşmıştı. Onu kaybetmeni sağlayacağım demişti ve yapmıştı dediğini. Sakladığım şeylerle ve sessizlik yeminimle ona yardımcı olmadığımı söyleyemezdim.

Arkamdaki seslerin ardından Luigi ve Pietro gelmişti. Önce Pietro'nun sesini duydum. "Neler oluyor Valent? Lâl elinde çantayla nereye gidiyor öyle?"

Benim yanıt vermeme bile kalmadan "Ne olacak, evi terk ediyor işte." diye karşılık verdi Luigi. Sesindeki kin, daha önce bunların olacağını bilen o kendinden emin ifadeden bir şey kaybetmemişti.

Aralarındaki sessizliği dinledikten sonra aldığım derin nefesi bıraktım. "Lâl gitti."

Luigi "Neden onu durdurmadın? Neden gerçekleri anlatmadın Valentino? Gerçeklerin saklı kalması Lâl'in gitmesinden daha mı önemliydi?" diye benden hesap sorarken bunu Pietro'dan beklediğimi fark ettim. Pek Luigi'den beklenen bir hareket değildi. O Lâl'i pek sevmezdi. Ama söz konusu kim olursa olsun objektif biri olduğunu unutmuşum. O bu olayda herhangi birini desteklemiyordu, gerçeğin peşindeydi.

"Ne değişecekti ki, Luigi? Gerçeği öğrendikten sonra da beni terk etmeyecek miydi? Şimdi olduğu gibi."

"Ama en azından aranızda yalan kalmamış olacaktı. Bir şansınız olacaktı."

"Olmayacaktı, Luigi. Lâl Anna'yla ilgili gerçeği öğrendiğinde zaten yüzüme bile bakmadan beni terk edecekti. Böylesi daha iyi oldu." Bu kez yenilgiyi peşin peşin kabul etmiştim. İçimde kurduğum her cümleye beslediğim pasif bir öfke vardı ve onu dışarı çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum. Lâl'in yanında kontrolden çıkmamak için çok çaba sarf etmiştim. Masaya vurup ayağa kalktığımda sakin olmam gerektiğini tekrarlayıp durmuştum kendime. Şimdiyse Luigi ve Pietro'yu arkamda bırakıp hışımla içeri girdim. Kahvaltı masası karşımdaydı. Her sabah neşeli sohbetler, espriler ve güzel vakit geçirdiğimiz o kahvaltı masası. Artık yarın sabaha uyandığımda Lâl burada olmayacaktı. Böyle bir masa olmayacaktı. Onun neşesiyle süslenmeyecekti burası. Öfkeyle masa örtüsünü çekip her şeyi dağıttım. Yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Toplayabileceğim bir ilişki kalmamıştı. Her şey bitmişti.

❝Lâl❞

Uzun bir yolun ardından beni getiren araba büyük bir evin önünde durdu. Her köşesinde adamlar olan, bir kale gibi korunan evden içeri yanımdaki adam sayesinde girdiğimde yeni hapishanem burası demek, diye geçirdim içimden.

Herkes gibi olmayı çok isterdim. Ya da zayıf noktası, zaafları olmayan biri olabilmeyi. Hayatımın her aşamasında beni vurabilecekleri bir zayıf noktam olmuştu. Ve o zaaf beni çeşitli hapishanelere kapatmıştı. Küçükken bu zaaf abimdi. Başkan'ın hapishanesinde kalmama sebep olan şey. Vural'a ve Başkan'a boyun eğmek zorunda bırakan şeylerden biri oydu. Sonra sırlarımın açığa çıkmasıydı beni durduran. Ancak çok sonra özgürlük tutkum ağır basmıştı. Sanırım kendimi Halikarnas'a attığım dönem zayıf noktamın kalmadığı bir dönemdi. Evet, herkes kadar saklamak istediğim sırlarım vardı. Belki de herkesinkinden biraz daha fazla. Ama kaçabilmiştim. Hayatım için bir şeyler yapabilmiştim. Elim kolum bağlı hissetmiyordum. Şimdiyse en büyük zaafım Valentino'ydu. Onu kaybetmeye dayanamazdım. Hem de onu mahvedip arkamda bırakma pahasına. Eğer Valent'in canıyla tehdit edilmemiş olsaydım yine de abimi geri kazanmak için bu teklifi kabul eder miydim? Bilmiyordum. Sanmıyordum. Bana onun yaşadığıyla ilgili çok somut deliller göstermesi gerekebilirdi. Sağlam bir gerekçem olmalıydı. Ancak Valentino'yu nişan alan o tetikçinin silahından çıkmak üzere olan kurşun aklımı kaybetmem için yeterliydi. Ne olursa olsun ona bir şey olmasına dayanamazdım. Bir canavar olsa da, olmasa da.

İçeri girdiğimde üzerimi aradıktan sonra geldiğimi haber verdiler. Elimde küçük çantayla holde beklerken tüm bu düşünceleri aklımda döndürüp durdum. Acaba abim gerçekten yaşıyor muydu? Yaşıyorsa neredeydi? Bunca zaman neden hiç aramamıştı beni?

Tamam, Lâl. Bunları düşünme. Bu kadar çok düşünmek seni delirtecek. Holün ucundaki merdivenlerden aşağı inen Nikolai beni gördüğüne şaşkındı.

Onun bir şey söylemesine fırsat vermeden "Teklifini kabul ediyorum." dedim düz bir sesle. Buraya gelişimle gerekli cevabı vermemişim gibi.

Şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırırken ellerini iki yana açan adam ise gayet memnun görünüyordu. "Bu kadar çabuk geleceğini tahmin etmemiştim. Beni çok mutlu ettin."

"Seni mutlu etmek için gelmedim." Dürüstlüğümden ödün vermeden yanıt verdikten sonra bir adım daha attım holde ilerlemek için. "Valentino'nun canını korumak için geldim. Onu arkamda perişan bırakıp da geldim. Senin yüzünden. Yine senin yüzünden, kalbimde tedavisi olmayan bir oyuk bırakarak geldim." Bunları söylerken nefes alabilmek zordu. Devam ettim. "Ve abim için geldim. Onu bana vereceksin." Şüphe dolu imalarımı gizlemeden ekledim. "Tabii gerçekten yaşıyorsa."

Karşımdaki adamın ise yüzünde midemi bulandıran bir rahatlama vardı. "Onu sana vereceğim. Sen bana geldiğine göre..."

Merdivenin başına geldiğimde bana doğru bir adım atan adama baktım ve ondan uzaklaşmak için bir adım geriledim. "Benim de şartlarım var."

Ondan uzak kalma isteğime saygı duyarak başını salladı. "Dinliyorum."

"Buraya gelmiş olabilirim ama bu her istediğine boyun eğeceğim anlamına gelmiyor." Beni merakla dinleyen adama açık açık şartlarımı söyledim. "O hastalıklı kafanda ne hayaller kuruyorsun bilmiyorum ama bana asla dokunamazsın. Ayrı odalarda kalacağız. Mümkünse en uzak odalarda."

"Sana rızan dışında dokunmayacağımı söylemiştim zaten." Bunu bir şart olarak kabul etmemiş gibi geçiştirerek devamına odaklandı. "Başka?"

"Buraya gelmem, evlenme teklifini kabul ettiğim anlamına gelmiyor. Seni tanımıyorum. Sana güvenmiyorum. Sırf bir tehditle de seninle nikâh masasına oturamam. En azından zaman geçmesi gerekiyor. Bu yüzden evlilik konusu askıda."

Ilımlı bir ifadeyle "Kabul." diyerek başını salladı Nikolai. "Sen nasıl istersen öyle olacak her şey. Seni hiçbir şey için zorlamayacağımı bilmeni isterim."

Alaycı bir gülüşle başımı salladım tehditkâr teklifi aklıma geldiğinde. "Ya, ne demezsin."

"Lâl, hakkımda ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Senin gözünde bir canavarım. Sana kabul etmek zorunda hissettiğin bir teklif sundum. Beni tanımıyorsun. Ama gerçek anlamda tanıdığında bunun sana yaptığım bir iyilik olduğunu göreceksin. Seni asıl canavardan kurtarmaya çalıştığımı-"

"Tatavayı kes. Ben bunları dinlemeye gelmedim." Kendini göz koyduğu bir prensesi canavarın elinden kurtaran kahraman sanıyordu. Benim o canavara âşık olduğumu bilmiyormuş gibi. Ne acınası. Dikkatli gözlerimle etrafı taradım. "Eee burada böyle duracak mıyım?"

"Affedersin." Henüz yeni aklına gelmiş gibi merdivenlerden yukarısını işaret etti. "Polina sana odanı göstersin." Çağırdığı kadın yanımıza geldiğinde "Benim birkaç işim var, akşam yemeğinde görüşmek üzere." diyerek merdivenleri indi. Sanki nereye gittiği umurumdaymış gibi bir de açıklama yapıyordu. Allah'ın ruh hastası.

Adının Polina olduğunu öğrendiğim koyu sarı saçlı orta boylu, vücut hatları düzgün kadın sessizlikle odamı gösterdikten sonra "Bir isteğiniz olursa emrinizdeyim." diyerek odadan çıktı. Arkasından baktığım kadının ince bacakları ve biçimli vücudu ister istemez hayranlıkla süzmeme sebep olmuştu. Bütün çalışanlarını bu kadar güzel mi seçiyordu acaba?

Merdivenleri çıktıktan sonra ikinci odaydı bana verilen oda. Epey büyük bir odaydı. Etrafı inceledikten sonra kapıyı açıp dışarıda biri olup olmadığına baktım ve tekrar odaya girdim. Bütün odayı arayıp taradım, her deliğine baktım. Her şey yolundaydı.

Ses kayıt cihazı falan olmadığına emin olduğumda banyoya girdim ve suyu açtım. Temkinli bir ifadeyle iç çamaşırımdan çıkardığım telefonla numarayı tuşlayıp kulağıma götürdüm. İlk çalışta açtı. "Ben geldim. Şuan Nikolai'nin evindeyim." Her ne kadar su sesi yardımcı olsa da sessiz konuşmaya dikkat ettim.

Hattın diğer ucundaki ses "Bütün odayı aradın mı?" diye sordu.

"Aradım, merak etme her şey yolunda."

"Bir şeyden şüphelendi mi?"

"Hayır, şüphelenmedi. Teklifine boyun eğdiğimi düşünüyor." Planımızın ilk ayağını sorunsuz gerçekleştirdiğimiz için bir nebze rahatlamıştım.

Dün kulübe giderken Pietro'yla karşılaşıp arabada konuşmasaydık şimdi bu noktada olmazdım. Bende bir şeyler olduğunu hisseden ve konuşmak isteyen Pietro'ya karşı çözülmek üzereydim. Arabadan indiğimiz zaman ona baş başa kalmak istediğimi söylediğimde biraz garipsemesine rağmen kulüpte gizli bir odaya götürdü beni. Varlığından benim bile haberim olmayan gizli bir oda. Orada bizi kimsenin duymayacağına emin olduğumda her şeyi anlattım. Baştan sona. Nikolai'nin tüm planını, teklifini, içeri sızan adamları, Valent'in hayatının tehlikede oluşunu. Ve aklımdaki planı onunla paylaştım. Nikolai'nin daha kaç adamı içimize sızmıştı bilmiyorduk. Yalnızca bir tanesinden haberdardım. Ama temkinli bir biçimde ağzımızı sıkı tutarsak daha fazlasını öğrenebilirdik. Bunun en etkili yolu da Nikolai'nin teklifini kabul etmem olacaktı. Hem Valentino'nun hayatını tehlikeye atmamış olacaktım, hem teklifine boyun eğmiş gibi görünecektim, hem de istediğim bilgiye erişebilecek kadar yakınında olacaktım.

Pietro başta bunu kabul etmedi. Şiddetle karşı çıktı ama bundan daha mantıklı bir yol olmadığına onu ikna ettiğimde kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Üstelik ona güvenip her şeyi anlatmıştım. Yine de beni cıscıbıldak Nikolai'nin evine gönderecek hâli yoktu. Gizli bir telefon ve silah vermişti bana. Üzerimi aradıklarında bulamayacakları bir yere saklayabileceğim kadar küçük bir silah. Kendimi nasıl koruyabileceğimi az çok biliyordum. Silah kullanmayı, dövüşle kendimi savunmayı. Valentino sayesinde. Bu yüzden Pietro'yu ikna etmem zor olmamıştı.

Telefonun diğer ucundaki Pietro'nun sesi gergin ve endişeliydi. İç geçirdi. "Valentino beni öldürecek." Tedirgindi. Benim aklıma uyduğu için daha şimdiden pişman gibiydi. Valentino'nun arkasından iş çevirmiştik. Onun iyiliği için bile olsa. Pietro gibi sadık biri için bu çok zor bir görevdi. Onu sakinleştirmem gerekebilirdi.

"Merak etme, bir şey olmayacak. Her şey yolunda. Valent olanları öğrendiğinde suçu üzerime alırım. İkna kabiliyetimin ne kadar gelişmiş olduğunu biliyor. Seni suçlamaz." Daha şimdiden onu merak etmeye başlamıştım. Kim bilir nasıldı şimdi... "Valentino... O nasıl?"

"Delirmiş durumda. Senin onu gerçekten terk ettiğini hatta Nikolai'ye karşı bir şeyler hissettiğini falan düşünüyor." Duraksadı. "Gerçekten bu kadarına gerek var mıydı? En azından Nikolai'ye âşık olduğunu düşünmesine gerek yoktu."

"Başka türlü ayrılık fikrine ikna olmayacaktı. Bir şeylerin ters gittiğini anlayacaktı." Aptal. Ondan başkasını sevebileceğimi düşünmesi bile başlı başına aptallıktı. Ama onu terk edebilmek için bahane ararken bu işime bile gelmişti. "Bırak, öyle düşünmeye devam etsin."

"Telefonu iyi yere sakla. Ve güvende hissetmediğin an beni ara." Gerginlikle nefes alıp veren adamın tedirginliğini hissedebiliyordum. "Seni tehlikeye soktuğum için çok suçluluk duyuyorum."

"Bu benim seçimimdi, Pietro. Sen olsan da olmasan da ben bunu yapacaktım. Tek başıma da olsa bu planı uygulayacaktım. Sen beni yalnız bırakmadın yalnızca hepsi bu." Valentino'nun onun için ne kadar değerli olduğunu bildiğim için dürüstlükle gerekçelerimi paylaşmaktan çekinmedim. "Valent'i başka türlü koruyamazdım. Abimin yerini öğrenmemin de başka yolu yoktu."

"Sen yine de o orospu çocuğuna güvenme. Yalan söylüyor olabilir. Seni avcunun içine almak için ölmüş abini kullanıyor olması olası. Umutlanıp hayal kırıklığına uğramanı istemem."

"Tamam, dikkat edeceğim söz veriyorum. Hayatımı tehlikeye atacak bir şey yapmayacağım. Sen Valentino'ya bir şey çaktırma yeter. Bırak, şimdilik beni kötü bilsin." Ayak seslerine benzer sesler duyduğumda aceleyle "Kapatıyorum." diyerek yanıt beklemeden telefonu kapattım ve iç çamaşırıma sakladım.

Suyu kapattım ve banyodan çıkıp odaya geçtim. Kapı çaldı. İçeri Polina girdi. "Temiz çarşaf getirdim."

Temkinli bir ifadeyle gözlerine baktım. "Teşekkürler." Çarşafları bırakıp giden kadının arkasından bakarken rahat bir nefes aldım. Yatağa oturduğumda camdan dışarıya baktım.

Hadi bakalım Nikolai Miloradov, iyi olan kazansın.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 💫 Waoww, çok uzun bir bölüm ve bomba gibi beklenmedik bir son. Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Bazılarınızın hikâyeye, olanlara kızgın olduğunun farkındayım ama unuttuğunuz bazı şeyler var. Her şey güllük gülistanlık olsaydı bu hikâyeyi okumazdınız, ben de yazmazdım. Yani kimse tamamen huzurlu, sakin bir hikâyeyi sıkılmadan okumaz. Hikâyenin amacı çatışmadır zaten. Uç noktalarda işlenen olaylar bizi merakta bırakır. Bu yüzden karakterlere sinirlenebilirsiniz hatta nefret bile edebilir ama bunu kişiselleştirip hikâyeden nefret etmenizi istemem. Buna gerek yok. Böyle hissedenler var mı bilmiyorum ama yine de söylemek istedim. Sürükleyici bir hikâye okuyor olduğumuzu unutmadan okursak o kadar da hayal kırıklığına uğramayız bence. Sonuçta gerçek bir hikâye ve gerçek karakterler değil bu insanlar. Bu kadar kin kusmaya gerek yok. 🥲 Kamu spotu bitmiştir. Her neyse. Bu bölüm tam olarak neleri bekliyordunuz, beklemediğiniz neler oldu? Onu da buraya yazabilirsiniz. Bu bölüme rekor bir yorum bekliyorum artık, 8000 bin kelimeyi geçmişiz. 😍 Yeni bölüm hakkındaki tahmin, teori ve istek sahnelerinizi buraya yazabilirsiniz. Ve son olarak bu bölümü redofwoman , sevdik16 , konusmamahakki , sineemakiin ve mabelanddipperxzs okurlarıma armağan ediyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükleer! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%