@buzlarkralicesi
|
-44/1- ❝Lâl❞ Akşama kadar odamdan çıkmadım. O adam gelir falan diye kafayı vurup yattım, biraz uzanıp dinlendim. Onunla karşılaşmak istemiyordum. Her ne kadar sonsuza dek kaçamayacağımı bilsem de. Akşam kapı çaldı. İsteksiz de olsa içeri girme izni verdiğimde Polina geldi. "Ne var?" diye sordum aksi bir ses tonuyla. Sanki buraya gelmem kızın suçuymuş gibi triplere girmem anlamsızdı biliyordum ama öfkeme engel olamıyordum. "Bay Miloradov sizi akşam yemeğine bekliyorlar efendim." "Aç değilim, inmeyeceğim." derken başımın altındaki yastığı düzeltip keyfimi bozmadan uzanmaya devam ettim. Polina denen kız ise böyle bir yanıtı kabul etmiyormuş gibi tip tip baktığında rahatsız oldum. "Sağır mısın kardeşim, duymadın mı söylediğimi? Git patronuna ilet!" Polina'dan herhangi bir yanıt veya tepki gelmeyince yatakta doğruldum. Beni duymuyormuşcasına heykel gibi karşımda dikiliyordu. Hışımla yataktan kalktım. "Sana da patronuna da şimdi..." Soylene söylene merdivenlerden aşağı indim. Nikolai yemek masasının baş köşesine oturmuş beni bekliyordu. "Hoş geldin." Benim aksime oldukça sakindi. Tabii, istediği olan birine göre normaldi. İstediği her şeyi bir bir elde ediyordu. Cebren ve hileyle bile olsa. Onun aksine bir öfkeye "Sen çok olmaya başladın ama!" diye girdim söze. Bana sinir bozucu bir sakinlikle bakıyor olması sinirimi daha da tepeme çıkarıyordu. "Her şeyi bana tehditle yaptırabileceğini mi sanıyorsun?" "Yemeğe inmen için seni tehdit ettiğimi hatırlamıyorum." Karizmasından ödün vermiyordu. O sakin ve cool sesiyle tüm kadınları kendine âşık edebildiğini mi sanıyordu acaba çok merak ediyordum. Oturup bir gün onunla terapi yapmak isterdim doğrusu. Kim bilir nasıl bir ruh hastası çıkardı içinden. Tabii önce kendimi tedavi etmeliydim, kabul. "Yardımcın vicdan azabı gibi tepemde dikilip psikolojik baskı yaptı ama." Oturduğu sandalyeyi hafifçe itekleyerek yavaşça kalktı. Kaşları aşağıya doğru yumuşak iniş yaparken gerçek karakterinin aksine sempatik biri gibi görünüyordu. "Bak, bunun için seni tehdit edecek değilim. Ama teklifimi kabul edip bu eve kendi rızanla geldin." Ciddiyetle devam etti açıklayan bir sesle. "Bu evin bazı kuralları var. Akşam yemekleri çok önemlidir." Etrafıma bakındım, sonra da gözlerimi masanın her birinin boş olduğuna emin olduğum sandalyelerinde gezdirdim. "Gördüğüm kadarıyla bu evde de bu masada da iki kişiyiz. Buna göre eğer çift kişilikli değilsen akşam yemekleri de evin kuralları da sadece senin için bir önem arz ediyor." Keyifle kaşlarını kaldırıp tebessüm etti. "Hazırcevapsın, bunu seviyorum." "Merak ediyorum, taşaklarını tekmelediğimde de cesaretimi sevecek misin?" Pasif agresif şakama az öncekinden daha keyifli bir sırıtışla karşılık verdi. "Ne sırıtıyorsun pişmiş kelle gibi?" "Ah, Lâl... Lâl..." Odanın içinde volta atarak adımı söyleyen adama "Ne var be, adımı mı ezberliyorsun?" sorusunu yönelttim. O güldükçe sinirim daha çok bozuluyordu. "Ne gülüyorsun be manyak mısın? Sana diyorum!" Keyifli kahkahaları sonlandığında sıradan yüz ifadesini takındı. Oldukça ciddi bir konu konuşacak gibiydi. "Seni tanımak istiyorum, Lâl. Ve beni tanımanı." "Sen bizi gerçekten flört eden iki sevgili ya da nişanlı falan mı sanıyorsun? Ben buraya bir anlaşma yaptığımız için geldim, senin kara kaşına kara gözüne değil." İstifini bozmadan beni dinleyen adama "Seni tanıma gibi bir gayem yok." demekten de çekinmedim. "Sana gelince... Hakkımda her şeyi biliyorsun zaten, ne öğreneceksin?" "Sen istemiyor olabilirsin. Ama ben istiyorum." "Seninle bir kere tanıştık. Meğer tanıştığım sen değilmişsin, maskenmiş. Yeni bir yüzünle tanışmak istediğimi sanmıyorum. Yeni ve sahte yüzünle..." "Lâl, böyle düşünmeni anlıyorum. Ama o zaman öyle olması gerekiyordu. Şimdiyse ne yakın koruman ne de Dokuz olarak karşındayım. Kendi kimliğimle, Nikolai Miloradov olarak buradayım." Ben sessiz kalınca ekledi. "Ve seni tanımak istiyorum. Bunun için bana fırsat vermeni istiyorum." "Ne öğrenmek istiyorsun? Donumun markasına kadar her şeyi bilmiyor musun zaten?" Öldü sandığım abimi bile biliyordu. Vural'ın bana yaptıklarına kadar her şeyi. Şimdi ne öğrenmeyi umuyordu ki? Son sözüm üzerine başını önüne eğip sessizce güldükten sonra bana baktı. Gözlerime. "Ben içini, kalbini merak ediyorum. Mesela..." Kısa bir an düşündükten sonra muhabbet açmak için bir şey bulmuş görünüyordu. "Nelerden hoşlanırsın? "Onu bilmiyorum da... Beni tehditle, şantajla evine kapatan zorbalardan hoşlanmadığım kesin." Tek kaşını kaldırarak sahte bir hayret gösterisi sergilemekten çekinmedi. "Öyle mi? Ben özel jetiyle seni dünyanın öbür ucuna kaçıran İtalyan mafyalardan hoşlandığını duymuştum ama... Kuşlar yalan mı söyledi yoksa?" "Ha ha ha, çok komik!" Alaycı sesimin gerginliği gayet anlaşılırdı. "Sen o konuyla bunu bir mi tutuyorsun?" "Ben bir fark göremiyorum. Aksine, ben seni buraya kapatmadım. İstediğin zaman istediğin yere gidebilirsin. Burada hapis değilsin." "Nasıl yani?" Benim şaşırmama benden daha çok şaşırmış gibiydi. "Evet, neye şaşırdın? Hatta istersen Club V'deki işine devam edebilirsin bile." Kısa bir an düşündükten sonra ekledi. "Ki ne senin ne de Riccardo'nun bunu isteyeceğini sanmıyorum ama... Senin kararın." Söylediklerine hayret ettikten sonra teyit ettim. "Yani şimdi ben buradan çıksam gitsem-" "Kimse peşine takılmaz. Ha özel şoför istersen orası ayrı. Tüm çalışanlarım emrinde olacak." Ne yapmaya çalıştığını, neyi amaçladığını anlamaya çalışıyordum. Anlamıyordum. Yüzüne şaşkınlık ve merakla baktım. Bu özgüven nereden geliyordu, anlamak güçtü. "Nasıl bir adamsın sen?" Sanki aklımı okumuş gibi "Kendine güvenen bir adamım." yanıtını verdi. "Riccardo gibi bir ordu dolusu düşmanım yok. Seni tehlikeye sokmam, her zaman korurum." Karmaşık bir yüz ifadesiyle ona baktığımda samimiyetine inanmıştım ama bu ona olan nefretime olumlu bir katkı sağlamıyordu. "Bak, aslında Riccardo'yla çok fazla ortak yönümüz var." Valent'le onun arasında ne gibi bir ortak yön olabilirdi ki? Anna dışında. "Onun gibi ben de güçlü bir mafya ailesinin tek varisiyim. Ama onun gibi ben buna mecburum zırvalarına sığınmıyorum. Ben seçimimi yıllar önce yaptım. Kendi kaderimi çizdim. Ailemden koptum. Kirli bir yaşam istemiyorum. Sevdiğim kadınla mutlu bir hayat istiyorum." Bunu gözlerimin içine bakarak söylemişti ama ben gözlerimi kaçırdım. Onun gözlerime bakmasını bile Valent'e bir ihanetmiş gibi hissediyordum. En iyi yaptığım şeyi yaptım ben de. Laf sokmak. "Kirli bir hayat istemiyorsun ve seks partileri düzenlenen, sapkın fanteziler içeren bir kulübün var, doğru mu anladım?" Omuz silkerek "Kimse aziz değildir." yanıtını verdi Nikolai. Kurduğu cümlede bir şifre sezmiş gibi "Sen de öyle." diye mırıldandım. Bu kez daha muhatap olmak isteyen yüksek bir sesle sordum. "Yani, o şeyleri sen de mi yapıyorsun?" Sana ne Lâl, bu seni neden ilgilendiriyor? Yo, ilgilendirir tabii. Valent'i itham ettiği şeyleri yapıyorsa bu büyük bir çelişkidir. Güvenilirlik aranmaz. "İnsanların canına mâl olacak şeyler yapmıyorum." Yani fantezileri vardı. Kadınları bir seks oyuncağı gibi kullanmaktan çekinmiyordu. Valent'i ondan ayıran tek şey, bir kadının ölümüne sebep olmadığıydı. Ya da bilinen bir cinayete karışmadığı. Kim bilebilirdi ki onun da böyle tehlikeli biri olmadığını? Kim nasıl garanti edebilirdi bunu? "Hepiniz iğrençsiniz biliyorsunuz değil mi?" Bakışlarım ve sesim iğrenir gibi bir aşağılama içeriyordu. Nikolai ise bundan hiç etkilenmedi. "Ben kimseye istemediği bir şey yapmıyorum, yapmam. Beni Riccardo'yla karıştırma." Onu Valent'le kıyasladığım için gücenmiş gibiydi. "Oldu, karıştırmam." Masaya oturduğumuzdan itibaren yaptığım tek şey tabağımdakileri didiklemek olmuştu. Buradaki yemekleri güvenip yiyebileceğimden bile emin değildim. Bir Vural vakasını dahi kaldıramazdım. "Yemeğine dokunmadın." Nikolai'nin çok düşünceli tavırları üzerine onunla yüz yüze gelmemeyi tercih ettim. "Aç olmadığımı söylemiştim." "Korkma, içinde uyku ilacı yok." "Yapmazsın diyemiyorum." "Kafanda kurduğun fantezi benim için pek zevk veren bir aktivite sayılmaz." Çapkın bakışlarını yüzüme dikmişti arsızca. "Karşımdaki kadının yaptıklarımın her anını hissetmesini ve zevk almasını tercih ederim." Kısa bir an düşündükten sonra gözlerimi kıstım. "Sen hastasın biliyorsun değil mi?" Duraksadım. O an çok alakasız da olsa aklımda beliren soruyu sormaktan geri duramadım. "Ailen nerede?" Alakasız gibi görünse de bir insanın karakterini belirleyen en baskın etkenlerden biridir bu. İnsanın en derin yaralarını bu travmalar besler. Ölene dek. Miloradov rahatsız olmuştu. Doğru noktaya parmak basmıştım. Tanışmayı o istemişti. Bana kızmaya hakkı yoktu. "Rusya'da." Kısa öz bir yanıtın benim için pek de ikna edici olmayacağını anlamış olsa gerek, ekledi. "Don Anton Lovino Miloradov. Rusya'nın en güçlü uyuşturucu kartelinin başı." Bambaşka bir amaçla sormuş olmama rağmen aklım başka bir soruya kaydı. "Peki, senin ailen ve Valent'in ailesi..." "Ne düşündüğünü anladım. Ama Riccardo ailesiyle aramızda bir düşmanlık yok. Yani bu aileler arası bir çatışma değil. Bu benimle Riccardo arasında. Şahsi bir mesele. Bu yüzden onu mahvetmek isterken soyadımı ve bana getirdiklerini kullanmadım." O zaman bu varlık nereden geliyor diye düşündüğümü anlaması zor değildi. Çünkü insanın aklına ilk gelen soru buydu. "Şuan sahip olduğum her şey bana ait." Ailesinden ekseriyetle uzak durmasını sağlayan sebebi merak etmemek elde değildi. "Ailenle arandaki bu sorun ne?" Birdenbire beni ilgilendirmeyen çok derin bir konuya girmiştim. Balıklama daldığım bu konu yine dillere destan merakımı ateşlemişti. Soğukkanlılıkla "Ailemle aramda bir sorun yok." yanıtını verdi Nikolai. "Çünkü ailem yok." "Nasıl yani?" Duymazdan gelen bir ifadeyle kaşları havalandı. "Bugünlük bu kadar yeter." Bakışları tek lokma almadığım tabağıma kaydı. "Yemeğini ye. Hasta olmanı istemem." Temkinli bir ifadeyle yemeğimi yerken kaçamak bakışlarım Nikolai denen bu adamı süzüyordu. Yalnızca bir mafya olduğu için mi kopmuştu babasından, ailesinden? Yoksa ardında başka sebepler de mi vardı? Onun bu gizemli duruşuna bir anlam veremesem de bunun da bir zamanı olduğunu düşündüm. Belki öğrendiğimde işime yarayacak bir bilgiydi bu. Zaman gösterecekti. Ertesi gün uyandığımda saat neredeyse on ikiyi geçiyordu. Gece küp gibi uyumuşum. Bu kadar geç saatlerde uyanmamı yadırgamıştım doğrusu. Zorla tutulduğum evde bu kadar rahat uyuyabilmeme ve umursamazlığıma kendim bile şaşırmış durumdaydım anlatacağınız. Ilık bir duştan sonra giyindim. Pietro'yla çok acil ve önemli bir şey olmadıkça irtibata geçmeyeceğimize dair konuşmuştuk. Bu yüzden onu aramadım. O da beni aramadı. Kıyafet dolabına döndüm. Havalar iyice ısınmıştı. Beyaz bir atlet ve turkuaz mavisi bir şort etek giymiştim. Merdivenlerden indiğimde Nikolai'yi ortalıkta görmediğime memnun olmuştum. Havuz başına inip şezlonglardan birine oturdum. Anlaşılan bu evde canım çok sıkılacaktı. Sessiz sedasız, ruhsuz bir evdi sanki. İlk izlenimim buydu. Kocaman, sessiz bir hapishane. Şezlonga uzanıp dergi kurcalamaktan başka bir aktivite bulamadım kendime. Yaklaşık kırk beş dakika aylak aylak takıldıktan sonra havuz başına Nikolai geldi. Aramızda herhangi bir konuşma geçmedi, başıyla selam verdikten sonra tişörtünü çıkararak havuza atladı. Ben gelip sözle taciz eder, sakız gibi yapışır sanmıştım ama şaşırtıcı bir biçimde konuşmadı. Darlamadı. Ben de bozmadım. Elimdeki dergiyi kurcalamaya devam ettim. Aptal aşk testleriyle dolu dergiler. Ona âşık mısın? O sana ne kadar âşık? Sekste hangi pozisyon aşkınızı anlatıyor? Bazen editörlerinin amuda kalkarak beynine kan gitmeden yazdığından şüphelendiğim tuhaf testlerle aşk hayatını yönlendiren insanların olduğunu düşünmek bir parça ürperticiydi. Ama büyük konuşmak istemiyordum çünkü bu evde böylesine sıkıcı birkaç günüm daha geçerse Valentino'yla ilişkimizi gözden geçirirken bu testleri çözmeye başlayabilirdim. Aptal aptal birkaç soruya verdiğimiz cevaplar hoşlandığımız kişiyle ilişkimizi nasıl şekillendirebilirdi ki? Saçma. Yüzerek benim olduğum yere doğru gelen ve havuzun kenarına tutunarak beni izleyen adama döndüm. "Bir şey mi diyeceksin?" diye sordum. Kısa bir an daha beni izledikten sonra "Seni burada görmek güzel. Bütün gün odana kapanırsın sanmıştım." dedi yalnızca. "Vücudum güneş görmesin de senin yüzünden hasta mı olayım?" Saçma bir savunmaydı, kabul ediyorum. Bazen sinirlenince ya da gıcık olunca küçücük bir çocuk beyniyle savunma yapabiliyordum. Başını öne eğerek gülen ıslak adam kaşlarını indirmişti. Muhtemelen bu şekilde baktığında karizmatik göründüğünü zannediyordu. "Elbette bunun olmasını istemeyiz." Göz göze gelmemeye çalışarak saldırıya devam ettim. "Ayrıca ben senden önce geldim buraya. Sen sonradan geldin." "Tamam, beni takip eden bir sapık olduğunu söylemedim. Savunmaya geçme hemen." Hayatı savunmayla geçen birine savunma yapma demek de çok etkili bir tavsiye sayılmazdı. Duymazdan geldim. O da yüzmeye devam etti. Düzgün ve kaslı vücuduyla güçlü kulaçlar atarak beni etkilediğini mi sanıyordu acaba? Yani beni bu evde tutmak için uygulayacağı taktikler bu boyuttaysa vay hâline. O an sırtındaki dövmeyi gördüm ve hatırladım ani bir aydınlanma yaşayarak. Moskova'daki otelin havuzunda. Ters dokuzların birbirine sarıldığı bir dövme. İlk gördüğüm anda nasıl da anlamamıştım. Kendime engel olamadığım o an "Aslında kimliğinle ilgili en önemli ipucunu sırtında saklıyormuşsun." dediğimde bakışları bana döndü. "Hayır, saklamıyordum. Hatırlasana, Moskova'daki otelin havuzunda-" "Gözümün önündeymiş, farkına varamamışım. Ne aptalmışım." "Kendine haksızlık etme. Dokuz'un ben olduğumu bilemezdin." Hafifçe zıplayıp vücudunu yükseltti ve havuzun kenarında oturdu. "Ayrıca dövmemle gizli bir mesaj verme gayem yoktu." Sırtını göstererek omuz silkti. "Yengeç burcuyum." Pietro sakın canını tehlikeye atma dese de emelime ulaşmak için tehlikeye atılmaya hazırdım. Çünkü ben malım. Laf dinlemez saf bir aptalım. Ve buraya boşuna gelmemiştim sonuçta. Nikolai'nin teklifini kabul ederek ve buraya gelerek tehlikeye kucak açmıştım zaten. Şezlongdan usulca kalkıp atletimi sıyırdım ve çıkardım. Ardından da eteğimi. Bikiniden çok da farkı olmayan renkli iç çamaşırlarımla suya atladım. Tehlikeye meydan okuyan bir ifadem vardı. Ondan korkmadığımı görüyordu Nikolai. Tehlikenin karşısına dikilip gözlerinin içine baktığımı. Kıvrıla kıvrıla havuzda yüzerken göz ucuyla ona bakmaktan çekinmedim. Valentino'nun adının yazılı olduğu dövmeyi göğsümü gere gere göstererek yüzdüm. Bakışlarını benden ayırmayan adam düşünceli görünüyordu. Oturduğu yerden beni izlediğini saklama gayreti taşımayan adam "Orada benim adımın yazmasını isterdim." diye mırıldandı duyabileceğim bir tonda. "Tüm izlerini silmek isterdim." Bense yüzüstü yüze yüze yanına kadar geldim ve suyun tepesinde adamın karşısına dikildim. "Ama orada Valentino'nun adı yazıyor." Cesaretimle gurur duyarak ekledim. "Çünkü bu bedenin de, bu kalbin de tek sahibi o. Valentino." "Biliyorum." Dişlerini sıkarak sabrını zorladı. Sakin kalmak için özel bir çaba gösterdiği açıktı. "Ama Lâl... Gerçekten tüm o yaptıklarına rağmen mi?" Benim hakkımı benden çok savunan bir avukat gibiydi. Kraldan çok kralcı gibi. "İş kisvesi altında seni ihmal etti, arka plana attı, seninleyken bile eski karısıyla görüştü, gerçekten sevseydi bunları yapar mıydı?" Herhangi bir yanıt vermediğimi gören adam "O seni hak etmiyor!" dedi hınçla. Burnumdan soluyarak "Sana ne bundan!" diye tısladım daha üstün bir saldırganlıkla. "Sen benim avukatım mısın? Valent'in kapalı kapılar ardında beni ne kadar sevdiğini nereden bilebilirsin?" Son cümlemin imasıyla gözlerini kaçırdı. Yüzü öfkeden mi utançtan mı bilmiyorum, kızardı. "Onu sevdim. Çok sevdim, Nikolai. Öyle sevdim ki tüm korkularıma rağmen onun bebeğini taşıdım karnımda. Doğurmak istedim." Aynı saldırgan imayla "Tekrar soruyorum, tüm yaptıklarına rağmen mi?" sorusunu yöneltti Nikolai. "O kadınlara yaptıklarına rağmen..." Sessiz kaldım. Zayıf noktama saldırıyordu. Gerçekten Anna'nın ölümüne sebep olup olmadığını düşünmemi ve beynimi meşgul etmemi sağlıyordu. Sistematik olarak bunun düşünce yetimi etkilemesine ve ruh sağlığımı bozmasına sebep oluyordu. Bilerek ve isteyerek. Karşı saldırıda bulunmak farz olmuştu artık. Gözlerine baktım cesurca. "Onunla savaşırken sen ne oluyorsun peki?" Dikkat kesilen bakışlarına karşılık devam ettim. "Ne derler bilirsin, kim bir canavarla çarpışmayı göze alırsa, bir canavar olmayı da göze alsın. Çünkü karanlığa uzun süre bakarsan, karanlık da senin içine bakmaya başlar." Onu onun silahıyla vurduktan sonra havuzdan çıkıp havluyla kurulandım ve hiçbir şey söylemeden çıkıp gittim. Aklımdaki düşünceleri yönetmesine izin veremezdim, vermemeliydim. ❝Valentino❞ Bakışlarım Montrel'e dikilmişti. Benim "Nereye gitti?" soruma karşılık karşımda duran Montrel'in "Miloradov'un evine." sözleri beynime çivilenmişti sanki. Sorgulayan bakışlarım üzerine "Onun evine yerleşmiş." diye eklerken söylediği şeye vereceğim tepkiden korkmuş, çekinmiş görünüyordu. Bu evden çıkıp gittiğinde onu yok sayıp hiç yaşamamış gibi davranmamı bekliyor olamazdı Lâl. Nereye gittiğini merak edeceğimi, onu takip ettireceğimi tahmin etmiş olmalıydı. Ama o bunu bile bile Dokuz'un inine gitmişti. Hayır. Bu olamazdı. Mümkün değildi. Lâl artık beni sevmiyor olabilirdi, başkasına hisleri bile olabilirdi. Ama böyle ışık hızıyla bu tür bir kararı veremezdi. Her şeyi bu kadar çabuk unutup yok sayamazdı. Bunu bana yapmazdı. Emin olmak istiyordum. Yanlış bir şeyler olmalıydı bu durumun içinde. "Emin misin?" "Evet efendim. Lâl Hanım Miloradov'un evine girerken görülmüş. Artık orada yaşadığını da çok sağlam bir kaynaktan öğrendim." Gözlerimle görmedikçe inanmak istemedim ama duyduklarımın yanlış çıkması durumunda olacakları göze alamazdı karşımdaki adam. Yalan söyleyebilecek bir konumda değildi. Duyduklarıma inanamasam da öfkeyle doldum, sertçe masaya indi yumruğum. Deli gibi öfkeliydim. Arkamda duran Pietro ve Luigi kısa süren sessizliğin üzerine yine zıt fikirlere sahip oldukları düşüncelerini dile getirmekten kaçınmadılar. Pietro "Sakin ol Valent." dedi önce. Böyle bir durumda sakin kalınabilirmiş gibi. Benim herhangi bir yanıt vermeme fırsat kalmadan Luigi hışımla tepki verdi. "Ne sakin olmasından bahsediyorsun sen Pietro? Bu büyük bir ihanettir! Valentino aile. Lâl aileye ihanet etti! Ayrıca burada kaldığı süre boyunca bize ait gizli bilgiler edinebilecek kadar içimizdeydi! Şimdi rüzgâr tersine döndü diye bunları kullanmayacak mı sanıyorsun?" "Tanrı aşkına Luigi, ne gizli bilgisinden bahsediyorsun sen? Sanki onun yanında doğru düzgün iş mi konuşuyorduk? Ayrıca Lâl öyle biri değil, bir şeyler bilse de öyle bir şey yapmaz." "Ona bakarsan sizin tanıdığınız Lâl bunları da yapmazdı." Beynime çekiç iniyormuş gibi hissettim o an. Sıkışmış gibiydim sanki. "Susun! Yeter!" diye bağırırken kendimde değildim sanki. Aralarında tartıştıkları şey benim âşık olduğum kadındı. Benim tanıdığım kadın. Tanıdığımı sandığım kadın. Sakinleşmeye çalışarak yutkundum. "Beni yalnız bırakın." Odada yalnız kaldığımda ne düşüneceğimi bilmiyordum. Ne hissedeceğimi de. Bildiğim, bildiğime inandığım her şeyin yalan olduğunu kabul etmek istemiyordum. Bu kadar yanlış olamazdı bildiğim gerçekler. Her şey yalan olamazdı. ❝Lâl❞ Bir kot ve gri tişörtle özensiz bir biçimde aynanın önünde saçlarımı topladım. Yine dün akşamki gibi yardımcısı gelip başımın dibinde beklesin istemiyordum. Bu yüzden çağırılmadan aşağı indim. Akşam yemeği henüz hazır değildi. Nikolai ise salonda oturuyordu. Düşünceli bir ifadesi vardı. Gözleri hipnoz olmuş gibi tam karşıya bakarken dalgın görünüyordu. Göz ucuyla bana baktığında ben gelmeden önce ne düşündüğünü merak etmemek elde değildi. Yine ne hinlikler peşindeydi acaba? Ben bir şey söylemeden aramızdaki sessizliği "Riccardo seni takip ettiriyor." sözüyle bozdu adam. "Benim evimde olduğunu biliyor." "Senin evinde olmam bir sır mıydı?" Ellerimi ceplerime koydum. "Valent'in peşimi öyle basitçe bırakacağını düşünmüyordun herhâlde." Tek kaşımı kaldırarak meydan okudum ona. "Senin istediğin de bu değil miydi zaten?" Birbirimizin yüzüne sessizlikle bakarken zil çaldı. Kısa bir süre sonra da Polina geldi salona. "Bay Miloradov, Valentino Riccardo geldiler." Bu anı bekliyormuş gibi şaşırmaktan çok uzak yüz ifadesiyle bana döndü. "Doğru bildin, istediğim buydu." Polina'ya "İçeri al." diye karşılık verdikten sonra yardımcısının gidişini izledi. Gözleri tekrar beni bulduğunda "Bu beklediğimiz bir şeydi." dedi ciddiyetle. Uyaran bir ses tonuyla ekledi. "Rolünü iyi yap, Lâl." Allah'ın cezası pislik. Bundan zevk aldığına emindim. Valent'i gözlerinin önünde bitirmek için sabırsızlandığına da. Şimdi gerekeni yapacaktım. Ama bu, ona boyun eğeceğim anlamına gelmiyordu. Onunla yüzleşmeye hiç hazır değildim. Valent'i terk etmek ya da ondan ayrılmak başka bir şeydi, Nikolai'yi veya bir başkasını ona tercih edip yaşananları yok saymak başka şeydi. Düşmanının evine yerleşmekse bambaşka bir şeydi. Korktuğum şeyden daha çok kaçamazdım. İçeri hışımla Valentino girdiğinde bunu daha iyi anladım. Bakışları ikimizi de süzdü lav gibi bakışlarıyla. Gözlerinin içine bakmadan üstünkörü yüzünde gezindi bakışlarım. "Senin ne işin var burada?" Girizgâhı atlayıp sorumu duymazdan gelen adam "Belki sen burada ne işin olduğunu açıklamak istersin." diye karşılık verdi. Kollarımı kavuşturup ona arkamı döndüm. "Sana hesap vermek zorunda değilim. Git buradan." Birkaç adımla bana yaklaştı ve kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Nikolai'nin tehditkâr bakışlarına kinle karşılık verdi ve bana döndü. "Sana tek bir şey soracağım." Dimdik gözlerime baktı. "Bu adam seni burada zorla mı tutuyor Lâl? Sana zarar verdi mi?" Gayet sakin bir ifadeyle "Beni kendinle karıştırma, Riccardo." dedi Nikolai. Dişlerinin arasından "Kapa çeneni, piç kurusu." diye hırlarken hızla çektiği silahını karşısındaki adamın alnına dayadı. Nikolai ani bir refleksle eş zamanlı silahını ona doğrulttu. Birbirlerini vurmak için tek bir adım kalmışken buna gerek olmadan bakışlarıyla birbirilerini dövüyorlardı. Aralarına girip "Saçmalamayı kesin." dedim sıradan bir ses tonuyla. Sanki birbirilerini öldürmek üzere değillermiş gibi bir umursamazlık vardı üzerimde. Bir süre tehditkâr bakışlarını sürdürdükten sonra yavaşça silahlarını indirdiler. El bileğimi kavrayan Valentino, Nikolai'yi görmezden gelerek "Toparlan, gidiyoruz Lâl." dedi yalnızca. Onunla geleceğime emindi. Nikolai ise herhangi bir hamleyle engel olmasa da "Onu zorla götüremezsin. Lâl kendi kararlarını kendi verebilir." diyerek onu yarasını kaşıyarak öfkelendirmekten geri durmadı. "Kes sesini orospu çocuğu!" Usulca kolumu Valent'ten kurtardım. "Ben bir yere gelmiyorum Valentino." Sesim ister istemez çekingen çıkmıştı. Sanki onu yalancı çıkardığım için kendime kızıyordum. Mahcup hissediyordum. O da en az benim kadar şaşkın görünüyordu. "Ne?" "Kimse beni burada zorla tutmuyor. Ben buraya kendi isteğimle geldim." "Sen ne dediğinin farkında mısın Lâl?" "Sürekli bana yalanlar söyleyen biriyle kalmak istemedim." Yutkundum acı acı. "Ve Nikolai kimliğini gizlemek dışında bana karşı her zaman dürüst oldu." "Lâl, saçmalama." Uyaran ses tonuyla "Bunun geri dönüşü olmaz." diye ekledi. "Belki de sen haklıydın, Valentino." İleri gittim. Sınırları zorladım her zaman olduğu gibi. Gitmesi için. "Hani bana sormuştun ya, Nikolai seni öptüğünde bir şey hissettin mi diye..." Onu kendi silahıyla vurmak. Bunun bana zevk değil acı verdiği açıktı. Ama tuhaf bir histi bu. Ne zevk ne acı. Ne hepsi ne de hiçbiri. Ben şuan ikimizin de kalbindeki oyuğu kazıyordum. Sadist, mazoşist biri gibi acının tatlı şerbetinden içiyordum. Ona da kendime de acı çektirmekten hastalıklı bir zevk duyuyordum. Bana söyledikleri için onu cezalandırıyordum. Merakıma yenilip onu kaybetmeye uzanan bu yolda yürüdüğüm için kendimi cezalandırıyordum. Kısacası tüm kararları ben veriyordum. Doğru veya yanlış. Bu noktaya gelmemizin sebebi bendim. En az Valentino kadar suçluydum. "Belki de haklıydın." Söylediklerimle yüzündeki ifade... Tarifsiz bir hâl aldı. Buz gibi. Kaskatı. Soğuk, ıssız ve tekinsiz. "Sana inanamıyorum. Benim sevdiğim kadın mı bu karşımda konuşan?" "Yanlış. Gerçekleri gizlediğin, aptal yerine koyduğun ve hep bir köşeye fırlatıp attığın kadın karşındaki." Bakışlarım gözlerine dikildi cesaretle. Yaptığım şey yanlış dahi olsa söylediklerim doğruydu. Beni ne kadar yok saydığı doğruydu. En azından bu kadarı doğruydu. "Duymak istediklerini duydun. Git şimdi." Söylediklerime karşılık sadece yabancı bir bakış bıraktı ve gitti. Omzumdaki eli hissedene kadar Valentino'nun gidişini ve ardında bıraktığı ıssız boşluğu izledim. Arkamdaki adam "Sen doğru olanı yaptın." dediğinde onu öldürmek istiyordum. "Kes sesini." Öfkeden kavrulmuş bakışlarımı ona diktim ve elinden kurtulmak için sertçe geri çekildim. "Bir daha bana dokunurken o elini kırar götüne sokarım." Onu yok sayan bakışlarla merdivenleri çıkmaya başladım. "Akşam yemeğine katılmanı bekleyeceğim." diyen adama dönmeden iki elimin orta parmağını göstererek karşılık verdim. Ve odama çıktım. Kapımı kilitledim. Sanki kendimi güvende hissetmem için bu yeterliymiş gibi. Yarın ilk işim şu kapılara takılan anahtarlı kilitlerden almak olacaktı. O yavşak her canı istediğinde beni rahatsız edemeyecekti. Başımı yastığa koyup uyumaya çalıştığımda yukarıda tıkırtılar, şıngırtılar duymaya başladım. Umursamadım. Yastığı başıma sarıp sesleri duymamaya gayret ettim. Yarın için enerji toplamam gerekiyordu. Savaşmam gereken bir Miloradov vardı. Ona boyun eğdiğimi sanan bir Miloradov. Bense boyun eğmekten çok uzaktım. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! ✨ Yeni bölümümüzü okudunuz. Nasıl hissediyorsunuz? Sizce sonraki bölümde neler olacak? Ve siz neler olmasını isterdiniz? İstek sahnelerinizi, tahmin ve teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Valentino bu duyduklarından sonra nasıl bir tavır takınacak sizce? Lâl'in sonraki adımı ne olacak? Buraya yazabilirsiniz. Geçen bölümde okurların ikiye bölündüğünü gördüm. Valentino ve Nikolai hakkındaki detaylı duygu ve düşüncelerinizi de burada duymak isterim açıkçası. Bu bölüm fark ettiğiniz herhangi bir detay oldu mu? Olduysa onunla ilgili de yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. Hayalinizdeki Lalentino sahnelerinizi de buraya alabilirim. Sevgiler, bol kokulu öpçükleer! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |