@buzlarkralicesi
|
-45- ❝Lâl❞ Odamda deli danalar gibi bir o yana bir bu yana yürürken hâlâ şoku atlatabilmiş değildim. Neler olduğunu anlamak mümkün değildi. Kimdi bu zincirlere vurulmuş kız? Nikolai'nin hayatı hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Sadece bu gece babasıyla tanışmıştım, bir de en yakın arkadaşım dediği Ivan'ı tanıyordum işte. Valentino'yla da düşmanlıklarının sebebinin Anna olduğunu biliyordum hepsi o. Anna. Acaba... Zincire vurulmuş kız Anna olabilir miydi? İyi de bu çok saçmaydı. Madem Anna Nikolai'yleydi, neden Nikolai Valentino'yla düşman olsun ki? İstediğini zaten almış olurdu. Ayrıca Anna ölmüştü. Nikolai bana öyle demişti. Gerçi onun söylediklerine ne kadar güvenmeliydik bilemiyordum ama. Sonuçta on lafından dokuzu yalan, biri şüpheliydi. Ama mantıklı düşündüğüm zaman Anna onunlaysa benim burada olmamın bir anlamı da olmazdı, Valentino'yla düşmanlıklarının da. Tabii Nikolai Anna'yı cezalandırmak istemiyorsa ve kendisini Valentino'yla aldattığı için de Valent'e diş bilemiyorsa. Kapımın kolu hareketlendiğinde bir adım geri çekildim. Kapıyı kilitlemiştim elbette. Nikolai'nin zırt pırt buraya gelmesine izin veremezdim. Üstelik bu son olanlardan sonra ne kadar tehlikeli olabileceğini tahmin edemiyordum. Hışımla kapıyı çaldı adam. "Lâl, aç şu kapıyı!" Benden ses gelmeyince beklediğimden daha sakin bir ifadeyle "Kapıyı açar mısın lütfen?" diye sordu. Ben bu olaydan sonra içindeki canavar çıkar ve her yere saldırır diye düşündüğüm için tereddütlüydüm ama o gayet sakindi. "Bana bir şey yaparsan seni vururum!" Bu sözüm üzerine güldü bile kapının arkasındaki adam. "Ne saçmalıyorsun Lâl, aç şu kapıyı da konuşalım." Silahımı elime alıp kapıya yaklaştım. "Bak açıyorum. Ama yanlış bir hareketinde..." Kapıyı açtım usulca. Sonra elimde silahla duvara yasladım sırtımı. "Sakın bana dokunayım deme!" "Neden sana dokunacakmışım?" "Sırrını öğrendim de ondan. Benden kurtulmak bile isteyebilirsin." Onun serinkanlılığının aksine ben gereksiz panik olmuştum. Elimdeki silahı bırakmadan odada dolaşmaya başladım. Pietro'nun sözünü dinlemeyip yine başımı belaya sokmuştum. Öğrenseydi çıldırırdı herhâlde. Karşımdaki adama döndüm şok içinde. "Az önce neler oldu öyle Nikolai? Kimdi o kız? Sen ne çeşit bir ruh hastası manyaksın ki kızı oraya kilitledin? Ne yapıyorsun ona orada?" "Öğrenmeden durmayacaksın değil mi? Yaramaz kız çocukları gibisin. Hiç rahat durmuyorsun." Sıradan bir ifadeyle ofladı. "Bu kadar meraklı olmak zorunda mıydın? Şimdi sırrımı öğrendiğin için seni de öldürmek zorunda kalacağım." Gayet ciddi bir yüz ifadesiyle "Ben hoş bulduğu kadınları kaçırıp tecavüz eden ve evine hapseden bir ruh hastasıyım. İşim bitince de kurbanlarımın kanını içiyorum." dedikten sonra yüzümdeki dehşete dayanamayıp güldü. "Ah, Lâl. Şu hâline bak. Şimdi gülmekten öleceğim." Şaşkınlıkla ona bakıyordum. Yüzleşmemiz hiç de beklediğim gibi gitmiyordu. Normalde bana kızıp bağırmasını hatta zor kullanıp o kız gibi beni de zincirlemesini bekliyordum ama yapmadı. "Ne gülüyorsun be manyak?" Elimi kapıya doğru salladım. "Kimdi o kız? Anna mı? O ölmedi değil mi? Bana yalan söyledin, onu cezalandırmak için hapsediyorsun. Beni de Valentino'dan intikam almak için kullanıyorsun değil mi? Söylesene!" "Bu kadar kısa sürede böyle sürükleyici bir senaryo yazdığına göre kesinlikle bu yeteneğini değerlendirmelisin." Durdu. "Gerçeği öğrenmeden durmayacaksın değil mi?" "Durmayacağım! Gerekirse bütün haber kanallarına tek tek çıkıp o kızın hakkını savunacağım! Hapishanelerde sürüm sürüm süründüreceğim seni!" Bir psikopatla konuşulmaması gereken üslup, madde 37. Herhâlde bu konuşmadan sonra arabuluculuk hakkım olsa bile kaybederdim diye düşünüyorum. O ise söylediklerime karşılık elleri ceplerinde başını öne eğmiş gülüyordu yalnızca. "Durup durup ne manyak gibi gülüyorsun oğlum?" "Hakkımda düşündüklerine gülüyorum. Beni ne sanıyorsun, eli kanlı bir katil mi?" "Değil misin?" "Değilim." Başını iki yana salladı. "Anlayacağın, burada senin düşündüğün gibi bir hikâye yok, Lâl." "O kız kim o zaman?" "Nadia." Yüz ifadesi aniden ciddi bir hâl almıştı. Az önceki eğlenen adamdan pek eser yok gibiydi. Bakışları biraz buruktu. "Kız kardeşim." Söylediği her şeye hemen inanacak değildim şuan. Sözlerinde mantık hatası arıyordum. "Neden o hâlde, o odada kilitli?" Daha yüksek sesle bağırdım. "Neden zincirledin onu?" "Herkesin güvenliği için." Aklım karmakarışık bir hâldeydi. Duyduklarımı mantıklı bir zemine oturtmaya çalışıyordum. "Ne demek bu?" Sağ elimi belime atıp uydurduğunu düşündüğüm hikâyeye eklemeler yaptım. "Geceleri kurt kadın falan mı oluyor da odasına hapsedip zincirliyorsun?" "Kız kardeşim Nadia, hasta Lâl. Evden çıkmak şöyle dursun, odasından bile çıkamaz o. Kimseyle iletişim kuramaz, konuşamaz. Çok yakınları hariç insanlarla ilişki kuramaz, herkesten korkar. Korkunca da saldırganlaşabilir. Kendine ya da insanlara isteği dışında zarar verebilir. Yukarıda bunların sadece küçük bir kısmını gördün. Bu yüzden onu zincirlemek zorundayım. Bunun ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsin. Ama mecburum." Ağzım dilim bağlanmıştı sanki. Dalgınlıkla sayıkladım. "Demek babanın görmek için ısrarda bulunurken tartışma konunuz Nadia'ydı." "Sen bizi mi dinledin?" Elleri hâlâ ceplerinde olan adam başını iki yana sallarken onaylamaz bir ifadeyle bana bakıyordu. Sanki bir çocuğu kınayan ebeveyn gibiydi. "Öğrendin işte. Rahatlamışsındır umarım." "Ben seni tek çocuk sanıyordum." "O konu biraz karışık." "Nasıl yani?" Anlatmaya pek niyeti olmadığını görünce üstelemedim. "Peki, nasıl böyle oldu? Yani neden odasından çıkamıyor?" Azad edilmek ister gibi "Bu konuyu kapatabilir miyiz artık?" diyerek kibarca konuya nokta koymaya çalıştı. Herkesin bir yumuşak karnı vardır. Nikolai'nin de zaafı kardeşi olmalıydı. Bu yüzden daha fazla soru sormamaya karar verdim. Yanıtları samimi ve inandırıcı gelmişti. Ayrıca henüz dillere destan merakım ve sorgulama gücümle hikâyesinde boşluklar ya da mantık hataları bulamamıştım. İsteği üzerine onaylayarak başımı salladım. "Bir de, lütfen bir daha o odaya yaklaşma. Yabancılardan çok korkuyor. Onu sakinleştirmekte çok zorlandım. Sana zarar gelmesini de, onun korkmasını da istemem. Tekrar aynı şeyler yaşansın istemiyorum." Israrla "Lütfen." diye tekrarladı. Başımı sallarken bu isteğine saygı duydum. "Tamam, özür dilerim." O kızın korku dolu bakışları gözlerimin önünden gitmiyordu. "Peki, şimdi iyi mi? Yani benim yüzümden..." "Merak etme, iyi. Beni görünce sakinleşti." "Sana çok düşkün anladığım kadarıyla." "Yakın hissettiği sayılı kişilerdenim. Babamla bile benim nezaretimde görüşüyor. Annesine çok düşkündü ama o da ölünce... Birbirimizle kaldık işte." İki kardeş birbirine dayanmış en sonunda. Kim bilir bu ailede de ne hazin hikâyeler saklıydı, ne kırgınlıklar, ne travmalar. Yaşadıklarımı her düşündüğümde aklıma Anna Karenina'da okuduğum o ünlü söz gelir. Mutlu aileler hep birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır. Biz bir aile olmayı becerememiştik. Küçükken çok istemiştim ama olmamıştı. Koskoca Gündayların arasında kendime bir yer bulamamıştım. Şimdi o kızı öyle gördüğümde aklıma bir kabahat işlediğimde mahzene kapatıldığım günler gelmişti. İstemsizce gözlerim dolmuştu. Bunun farkına varan adam "Seni üzdüm mü?" diye sordu. "Bak, ne düşündüğünü anlayabiliyorum ama onun için üzülme lütfen. Nadia böyle yaşamaya alışkın. Başka türlü nasıl yaşanır bilmiyor. Hiç tatmadı. Onun için en güvenli yaşam tarzı bu. Dışarıdansa odası onun için güvenli bölge. Hiçbir şeyi eksik değil." "Özgürlüğü hariç." Sağ elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken onun için bir şeyler yapabilmeyi diledim. O an gerçekten istedim bunu. "Keşke onun için bir şeyler yapabilsem." "Yapılabilseydi ben yapardım zaten. Ama olmadı. Çok fazla doktorla görüştüm. Elimden geleni yaptım ama bunu onun da istemesi gerekiyormuş. Kendini dış dünyaya kapattığı için şuan pek mümkün görünmüyor. Bilinçli, normal bir insan gibi düşünemiyor. Neyi isteyip istemediğine bile karar veremiyor. Küçük bir çocuktan farksız. Ben olmazsam kendini koruyamaz." Tek kaşımı kaldırdım merakla. Nemli gözlerim meraklı ve şüpheciydi. "Sen bizim yanımızda yakın korumayken burada nasıl yürüyordu işler? Yani eğer senin dışındakilerle iletişim kuramıyorsa Nadia'ya kim bakıyordu, kim ilgileniyordu onunla?" "Odasına kimseyi sokmuyordu zaten. Polina kapısının altındaki bölmeden yemeğini bırakır. Temel ihtiyaçlarını görür. Ben de boş zamanlarımda soluğu onun yanında alırdım. Zaten ben evdeyken de hep bir arada olmayız." Ben sessizce yutkunup ağır ağır başımı sallarken bakışları yüzümü süzdü. "Sana... İstemediğin şeyleri hatırlattım sanırım." Sessiz kaldım. Çözülmeye hazır bir düğüm gibiydim. Dolup taşmıştım. "Ben... Ancak Günday ailesi bu kadar mutsuz olabilir diye düşünürdüm." "Babanın seni hapsettiği mahzenden mi söz ediyorsun?" Bir elektrik akımına kapılmış gibi sarsıldım. "Sen nereden biliyorsun?" "Abin anlatmıştı." "Abimle konuşuyor musunuz? Yani böyle şeyleri, bunları, ailemizle alakalı..." "Ara sıra." "Seni tanıyor mu? Kim olduğunu biliyor mu? Benim seninle olduğumu biliyor mu?" "Yavaş ol lütfen." Heyecana kapılıp taramalı tüfek gibi sorularımı sıraladığımın farkında bile değildim. Kaptırmış gidiyordum. "Hepsini zamanı gelince abinden dinleyeceksin. Şuan bilmen gereken tek şey, abinle irtibat hâlinde olduğum. Beni tanıyor, arada bir dostça konuşuyoruz hepsi bu." Samimiyetle gözlerime baktı. "Seni çok özlüyor. Görmek için sabırsızlanıyor. Ona fotoğrafını gösterdim. Hayranlıkla parmakları gezindi fotoğrafında. Ne kadar büyüdüğünü ve güzelleştiğini söyledi. Küçükken bile bu kadar güzel olacağı belliydi, dedi." Kirpiklerim havalandığında gözlerimdeki ıslaklık yanaklarıma yayıldı. "Beni kandırmıyorsun değil mi? Umutlarımla oynamıyorsun." Gözlerim yalvarırcasına bakıyordu. "Söylediklerin yalansa... Yalan bir umutsa bu, beni ittiğin o suyun altında boğulurum." Kollarımdan tutup güven veren bir yüz ifadesiyle "Sana yemin ederim, umutlarınla oynamıyorum." dedi. "Zamanı geldiğinde abini kendi ellerimle vereceğim sana." Ona inanmaktan başka çarem yoktu. En azından şuan için. Bir adım geri atıp kollarından kurulduğumda onaylayarak başımı salladım. Odada yalnız kaldığımda bir süre uyumaya çalıştım. Yatakta dönüp durdum ama uyku tutmadı. Bir o yana bir bu yana dönmekten kollarım uyuşmuştu. Gece yarısı dilim damağım kuruduğunda komodine uzandım. Cam şişedeki su bitmişti. Mutfağa inmek için odamdan çıktım. Merdivenlerden aşağı inerken Nikolai'yi gördüm. Salonda başını elleri arasına alıp oturmuş, düşünceli görünüyordu. Önce görünmeden mutfağa geçmeyi düşünsem de ister istemez konuşmak istedim. Abimle ilgili yeni bir şeyler öğrenmek için. Bir bilgi kırıntısı için. Bir adım atıp durdum. Hâlâ ona uzak bir mesafedeydim. "Ayaktasın." "Uyku tutmadı." "Düşüncelisin." Gözlerimi devirerek "Kim bilir yine kimin hayatını karartmak için planlar kuruyorsun." diye mırıldandım imayla. Tıksırırcasına güldü başı öne eğikken. "Laf sokarken bile çekici olabilen bir kadın olduğunu sanmazdım." "Bu afili sözlerle kaç kadını etkilediğini merak bile etmiyorum." İçimden onun bu kadar düşünceli olmasının sebeplerini öğrenmek geliyordu. Nikolai ile aramızda çok tuhaf bir bağ vardı ve her seferinde bu bağ devreye giriyordu. Adam aklımdan geçenleri hissediyormuşcasına şeyler söylüyordu. "Bu ve bunun gibi soruların yanıtlarını almak senin elinde." "Özel hayatını merak etmiyorum." Mutfağa doğru yürümeye başladım. Her zaman son sözü söyleyen olmak çok zevkliydi ama bu adamla pek de başarıya ulaşabildiğim söylenemezdi. En azından son sözü söyleme konusunda. Peşimden mutfağa gelen adam "Ama hayatımı merak ediyorsun." diyerek duvara yaslanıp bana baktı. "Çünkü bunları neden yaptığımı anlamaya çalışıyorsun. Ve ne kadar ileri gidebileceğimi bilmek istiyorsun." Cam şişemi ve bardağı suyla doldurduktan sonra işbirliği için dünden razı olan adama dönüp "Ne öneriyorsun?" diye sordum bir nefes vererek. Köşedeki içki şişesini alıp havaya kaldırdı. "1 Tekila, 1 sır?" Soru işaretiyle bakarken ne demek istediğini anlayabilmiş değildim. Ancak mutfak masasına oturduktan sonra Nikolai oyunun kurallarını anlattığında anlayabilmiştim. Kollarımı kavuşturup "Ben senin yanında sarhoş olmam." dedim kesin bir dille. "Bu senin elinde." "Nasıl?' "Oyunun kuralları basit. Sorulara yanıt verirsen sarhoş olmazsın." Merakla bakan gözlerime karşılık oyunun kurallarını anlatmaya başladı. "Aslında bu oyunun iki versiyonu var. Birincisi, karşısındakinin sırrını öğrenmek isteyen kişi daha önce hiç şunu yapmadım gibi bir cümle kuruyor. Karşı taraf da eğer daha önce bunu yapmışsa bir shot atıyor." Bu hoşuma gitmemişti. En azından cevaplamak istemediğimiz soruları pas geçebilmeliydik. "İkinci versiyon?" "İkinci versiyonda da, karşı tarafa bir soru soruyorsun. Eğer karşı taraf bu soruyu yanıtlamak istemiyorsa pas geçmek için shot atıyor. Sorulan tüm soruları yanıtlarsan shot atmak zorunda kalmazsın. Dolayısıyla sarhoş da olmazsın." Memnuniyetle "Bu hoşuma gitti." dedim. Cevaplamak istemeyeceğim en fazla kaç soru olabilirdi ki? Önümüzde nizami bir biçimde sıralanmış shot bardakların doldururken "Önce hangimiz başlıyoruz?" diye sordu Nikolai. Elbette bu fırsatı kaçırmadım. "Ben başlarım." Aklımdan geçenleri okuyormuş gibi "Öncelikle sorulacak sorularla ilgili bir hatırlatma yapmam gerek." diyerek söze girdi. "Aramızdaki gizliliği ihlal etmeyecek sorular sorarsan daha sağlıklı yanıtlar alırsın." Alçak herif. Abimle ilgili direkt sorular sorarsam yanıtlamayacağına dair mesaj veriyordu. Yine de bir açık yakalayıp şansımı denemek istiyordum. Şimdilik ısınma turlarıyla başlayıp dikkat dağıtmalıydım. "Ailenle sorunun ne?" Bu soruyla hafif gerildiğini anlayabiliyordum. Böyle bir soru beklemediğinin farkındaydım. Belki biraz bel altı bir soru olmuştu ya da o daha bel altı bir soru bekliyordu. Mesela abimle ilgili. "Sana daha önce de söyledim. Ailem yok, dolayısıyla onlarla bir sorunum da yok." "Oyunun kurallarında böyle dolambaçlı cevap verip sıyrılmak var mıydı ya?" Güldü. Sorgulayıcı tavrım hoşuna gitmiş gibiydi. "Pekâlâ, daha açık bir yanıt vereyim." Kısa bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Ben, Don Anton Lovino Miloradov'un soyunu sürdürebilmek için milyon dolarlar harcayarak laboratuvar ortamında dünyaya getirilmiş bir veliahtım. Yani beni seven bir annenin karnında ya da kucağında sevgiyle büyüyen normal bir çocuk olarak dünyaya gelmedim." "Nasıl yani? Tüp bebek gibi bir şey mi?" "Gibi." Gibi, demişti. Yani tam olarak öyle değil ama onun gibi bir şey. Kafam karışmıştı. Bu ilginç bir hikâyeye benziyordu. "Anton Miloradov senin gerçek baban değil mi?" "Onun genlerini taşıyorum." Bundan pek memnun değil gibiydi. Ben de üstelemedim. Bu durumdan memnuniyet duyan adam hemen kendisine geçen soru hakkını değerlendirdi. "Sıra bende." Korkunun ecele faydası yoktu. "Dinliyorum." Ayrıca da kimseye veremeyeceğim bir hesap yoktu. "Riccardo'yla nasıl tanıştınız?" "Bodrum, Halikarnas'ta bir barda. Bar onunmuş, o zamanlar bilmiyordum. Ailemden kaçıp yeni bir hayat kurmak için oradaydım. Sarhoş olup sahneye çıktım, şarkı söyledim. Sonra da sahneden inip kafam güzelken onu öpmüştüm. Böyle kesişmişti yollarımız." Dalgın ve belki gizli bir hayranlıkla anlattıklarımı dinleyen adam başını salladı. "Ne romantik bir tanışma hikâyesi." "Sen bozmasaydın sonu da romantik olabilirdi." "Bir konuda anlaşalım küçük hanım, aranızdaki güzel şeyleri ben bozmadım." "Ya he he, laga lugayı bırak." Onu geçiştirip soru sorma sırama sahip çıktım. "Abim bu ülkede mi?" Buna yanıt vermek yerine shot atan adama öldürecekmiş gibi baktım. "Adisin." "Cevap vermek zorunda olmamama rağmen sana bir jest yapıyorum. Abinin nerede olduğunu söyleyemem ama gayet sağlıklı olduğunu söyleyebilirim." "Allah razı olsun ya." Alaycı yüz ifadesiyle yanıt verdiğimde başını öne eğip güldü adam. Şimdi soru sorma sırası ondaydı. Bundan kaçamayacağımın farkında olduğum için bıkkınlıkla "E hadi sor." dedim. Gözleri bir ok gibi ışıldarken delici bakışlarının hakkını veren münasebetsiz bir soru sordu. "İlk birlikte olduğun adam Riccardo muydu?" Ahlaksız bir soruydu bu. Oldukça da manasız. Ama hem saklayacak bir şeyim yoktu, Valent'in ilk aşkım olduğunu göğsümü gere gere söyleyebilirdim. Hem de bunun için shot atma hakkı kullanıp sarhoş olmaya yaklaşmak istemedim. "Normalde böyle terbiyesizce bir soruya yanıtım üç yumruk, beş tekme olurdu ama dua et oyundayız." Tek kaşını kaldıran adam "Cevap?" diye sordu utanmadan. "Evet, o benim için ilkti. Her anlamda." Yalnızca ilk sevişme değil, ilk kez kalbimin bu kadar hızlı atmasına sebep olan ilk aşkımdı. Hâlâ hatırladığımda midemde kelebekler uçmasına sebep oluyordu. Bu yalnızca aşk değildi, aşkın da ötesinde bir şeydi. Hayretle bana bakan adam şaşırmış görünüyordu. "Ne yani, ondan önce hiç erkek arkadaşın olmadı mı?" "Oldu ama o tür bir ilişki yaşamadık. Valent'e hissettiğim gibi bir şey hissetmedim ona karşı." "Ben o kadar uzun süre tanıştığınızı bilmiyordum." Kafası karışmış görünüyordu. Bu yüzden "Uzun yıllardır tanışmıyoruz zaten Valentino'yla. Onunla tanıştığımda 26 yaşındaydım." "Nasıl yani, sen 26 yaşına kadar hiçbir erkek arkadaşınla o tür bir ilişki yaşamadın mı?" Onun gibi birine göre hayret edilecek bir durumdu bu anlaşılan. Güldüm. "Evet, şaşıracaksın biliyorum ama insanlar seks yapmadan da yaşayabiliyorlar. Ne tuhaf değil mi?" Son cümlem onunla dalga geçtiğimi alelade ortaya döküyordu. Bu konunun gereksiz uzadığını düşündüğüm için "Tek soru hakkın olmasına rağmen birden çok yanıt aldın, fark etmedim sanma. Şimdi soru sorma hakkı bende." diyerek kontrolü ele aldım. "Tek çocuk olduğunu sanıyordum, eğer anlattığın gibi tek seferlik bir dünyaya gelme hikâyen varsa Nadia nasıl kardeşin olabiliyor?" "Nadia, Anton Miloradov'un gayrı meşru bir ilişkisinden doğdu. Annelerimiz aynı değil. Ayrıca erkek olmadığı için büyük Miloradov'un çok asil soyunu sürdüremezdi. Gayrı meşru olmayan bir erkek çocuğa ihtiyacı vardı." Alaycı, kin dolu cümlelerle açıkladığı durum bana birçok şeyi çağrıştırmıştı. Başta hayatlarımızın ne kadar benzediğini. Dudaklarımın arasından "Çok benziyoruz." diye kontrolsüz bir mırıltı çıkmıştı. İstemsizce geçtiğimiz yolların birbirine ne kadar benzediğini düşünüp durdum. "Ne bakımdan?" Onun meraklı bakışlarına karşılık "Benim de bir ailem yok." dedim omuz silkerek. "Başkan, kayıp kızı Azize'nin yerine koymak için illegal yollarla evlat edindi beni. Ne kadar tanıdık bir hikâye değil mi?" "Yani sen Azize'nin yerine geçmek istemedin." "O kadar küçük yaşta nasıl böyle bir şey isteyebilirdim ki? Ben sadece bir ailem olsun istemiştim. Diğer normal çocuklar gibi." Gözlerim diğer normal çocukları düşünerek imrenme hissiyle daldı. Hiçbir zaman sahip olmayacağımı bildiğim o ailenin yasını tuttu sanki saniyelerce. "Gerçekten, yaşadıkların için üzgünüm Lâl. Anlattıklarına bakılırsa hayatlarımız arasında ciddi bir benzerlik var." "Öyle." Bu konunun daha fazla uzamasını istemediğim için "Hadi, sor." diyerek soru sorma sırasının ona geçtiğini hatırlattım. "Soru hakkımı pas geçiyorum." "Nasıl yani?" "Dilersen bana bir soru daha sorabilirsin." Kucağıma düşen fırsatın hoşuma gitmediğini söylersem yalan olurdu. Bu fırsatı iyi değerlenmeliydim. "Nadia neden bu hâlde?" Nikolai düşünmeden bir shot attı. "Bu konuda konuşmak istemiyorum. Kimsenin kardeşime acımasını da." "Ona acımıyorum, Nikolai. Sadece yardım etmek istiyorum hepsi bu." "Yaptığımız anlaşmayı unutma, Lâl. Lütfen ondan uzak dur." Her konuda kuralları esnetebilen ılımlı adam, söz konusu kardeşi olduğunda aniden etrafına duvarlar örüyordu. Onun zayıf noktası da Nadia'ydı anladığım kadarıyla. Buna saygı duydum. Tamam, dercesine başımı salladım ama içimden bir ses o kıza yardımcı olabileceğimi söylüyordu. Yaralarımız tanıdıktı. "Çift soru hakkını doğru kullanamadın, o yüzden soru sorma sırası bende." Gözlerini masaya diken adam bana döndü. "Riccardo'da neye âşık oldun? Âşık olduğun onun neyiydi?" Çenemi kaşıdım düşünceli bir ifadeyle. "Bu zor bir soru." Onun her şeyine âşıktım. Nasıl bu noktaya gelmiştim, tam olarak hangi aşamada bu adam benim nefesim olmuştu bilmiyordum ama ona ait her şey benim için dünyanın en güzel şeyiydi. "Ona dair her şeye aşığım." "Biliyorum. Ama ilk kez bunu hissettiğinde onun neyine âşık olmuştun?" Biraz düşündüm ve omuz silktim. "Bilmiyorum. Ama sanırım ben hiç bu kadar güzel sevildiğimi hissetmemiştim daha önce. O beni çok güzel sevdi. Bakışı, gülüşü, bana dokunuşu." Her ne kadar duyduklarından memnun olmasa ve rahatsızlık duysa da anlattıklarımı dikkatle dinliyordu adam. Hem hoşuna gitmese de kendi kaşınmıştı, sorduğu soruyla bu yanıtları kendisi istemişti. "Bence sen onu bir baba figürü yerine koydun. Aşk sandığın şey de seni koruyup kollama içgüdüsü." "Belki de. Ama bu ona gerçekten âşık olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Birçok anlamda ilkleri onunla yaşadım ben." Gözlerinin önünden geçtiğini düşündüğüm sahnelerin aksine "Sadece ilk seks deneyimimden bahsetmiyorum." diye ekledim. "Bana silah kullanmayı o öğretti. Sonra dövüşmeyi. Her şeyden önce, o hayatıma girmeden önce kimse benim için, beni mutlu etmek için bir şey yapmazken o mutlu olmam için birçok şey yaptı. Bana kendimi gerçekten sevilmeye değer biri gibi hissettirdi." "Sen zaten sevilmeye değer bir kadınsın, Lâl. Hem de çok sevilmeyi hak ediyorsun." Bakışları hayranlığını gizlemekten çok uzaktı. "Dünyadaki tek kadınmışsın gibi sevilmeyi hak ediyorsun. Sırf bunu sana ilk hissettiren Riccardo diye ona âşık olmuşsun. Ne yazık. Keşke ondan önce benimle karşılaşsaydın." Omuz silkip rahat bir ifadeyle ve imalı bakışlarla "Kader." dedim esrarengiz bir biçimde. "Demek ki Valentino'ya âşık olmam gerekiyormuş. Birbirimizi tamamlamamız gerekiyormuş belki de kim bilir." Verdiğim yanıt pek hoşuna gitmişe benzemiyordu. Onu tekme tokat ya da hakaret dışında da incitebildiğimi gösteriyordu ifadesi. Kısa bir aradan sonra Nikolai "Hadi, sor." dedi etkilendiğini gizleyen dümdüz bir sesle. "Sahi, aşk demişken... Sen hiç âşık oldun mu?" "Âşık olduğumuzu sandıklarımız sayılmıyor değil mi?" "Anna'dan bahsediyorsun galiba." Evet, dercesine başını salladı. "Ona çok âşık olduğumu sanmıştım. Hatta onsuz yaşayamam diye düşünmüştüm. Ama zamanla bunun aşk değil de alışkanlık olduğunu anladım." Onaylayarak başımı salladım. "Pekâlâ, eğer âşık olduğumuzu sandıklarımız sayılmıyorsa..." Başımı iki yana salladım. "Hayır, sayılmıyor." Eğer sayılıyor olsaydı ben de Batur'u saymak zorunda kalırdım ama ona olan duygularımın aşk olmadığı, bir kurtuluş yolu olduğu çok açıktı. "O zaman hiç âşık olmadım." Kaçamak bakışları beni süzerken ekledi. "Seni tanıyana kadar." "Tamam." Belli ki bana buradan ekmek çıkmayacaktı. Abim dışında Nadia'yla ilgili merak ettiklerimi de yanıtlamadığına göre bu gece burada merakımı giderecek bir yanıt yoktu. Hiç beklemediğim bir anda "Sana hoşuna gitmeyecek bir itirafta bulunmak istiyorum." dediğinde merak ediyordum. Ne diyeceğini. Bu itirafın ne olduğunu. "Bu müstehcen bir şey." Duymak istememe gibi bir hakkım var mıydı? Sanmıyordum. O yüzden isteksizce "Dinliyorum." dedim. "Kısa zaman önce, sırf sana benzediği için bir kadınla yattım." Midem düğümlendi o an. Ne diyeceğimi bilemedim. Olmayacak şey değildi, olabilirdi ama bunu direkt olarak bana söylemesiyle ne yapacağımı bilemedim. Ne tepki vermeliydim, ne diyebilirdim ki? Bunu bana neden söylemişti şimdi? "Ben..." "Onu senin yerine koydum. Ona dokundum ve onunla tutkulu bir şekilde sevişirken seni hayal ettim." "Tamam, lütfen. Yeter." Yutkundum. Kontrolüm dışında gelişen şeylere nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Bu sağlıksızdı. En az Valent'in beni rüyalarında görmesi kadar. Hatta belki de daha sağlıksızdı. İçten içe hiç sahip olamayacağını bildiğin bir kadını hayal ederek başkalarıyla tatmin olmak. Masadan kalktım sakince. "Sanırım bu geceyi noktalasak iyi olacak. Çoktan zamanı gelmişti." Cam şişemi aldım. "İyi geceler." Arkama bile bakmadan merdivenlerden yukarı çıktım ve odama girdim. Duyduklarım bile cin çarpmışa dönmeme sebep olurken hakkımda söylediklerini unutmaya çalıştım ve uyudum. Sabah zırıl zırıl çalan telefon sesiyle uyandım. Arayan Haldun abiydi. Saat henüz erkendi. Sağ elimle gözlerimi ovuşturduktan sonra aramasını yanıtladım. "Efendim Haldun abi, karga bokunu yemeden beni aramana sebep olan şey nedir tam olarak?" "Lâl, o İtalya'da neler oluyor şuan söyler misin bana?" "Neler oluyor derken abi, anlamadım?" "Kulüpte neler oluyor öyle Allah aşkına? Cumartesi günü programı ekmişsin, sahneye çıkmamışsın ve bir gerekçe belirtmemişsin. Bir şeyler ters gidiyor ve menajerin olarak en son ben duyuyorum." Haldun abinin sesi ilk defa bu kadar ciddi çıkıyordu. Boşta kalan elimle yüzümü ovuştururken yatakta doğruldum. Keyfim kaçmıştı. Durumu dosdoğru anlattım maalesef. "Biz Valent'le ayrıldık. Ama halledeceğim merak etme." "Bak Lâl, iş başka aşk başka. Tamam, fırtınalı bir ilişkiniz olabilir, ayrılmış olabilirsiniz. Ama kulüpteki işler için sözleşmen var unutma." "O ne demek abi?" "Valentino'nun avukatı aradı beni. Sözleşmeniz var, kulüpteki işine sözleşmen bitene kadar devam etmen gerekiyor." Oldukça resmi bir dille ekledi. "Bu durum ciddi, Lâl. Adına bilbordlar basıldı, sosyal medyadan duyurular yapıldı. Sahne almadığın takdirde bu sebepten zarara girerlerse büyük sıkıntı yaşarız. Programı gerekçe belirtmeden aksatamazsın. Aksi hâlde Riccardo isterse ağır yaptırımlar uygulayabilir. Ve istedikleri tazminatın altından kalkamayız." Valentino'nun bunu silah olarak kullanıp sorun hâline getireceğini düşünmemiştim. "Valentino mu söyledi bunları?" Hayret etmiştim. "Avukatı söyledi dedim ya." "Tamam Haldun abi, ben halledeceğim merak etme." Telefonu kapattığımda donup kalmıştım. İşin yalnızca duygusal boyutuna bakarken bunların başıma geleceğini hiç düşünmemiştim. Valent'e güvendiğim için de sözleşmeyi doğru dürüst okumamıştım bile. Demek aramızdaki duygusal ilişkinin sonlanmasından dolayı beni iş hayatında cezalandırmayı planlıyordu ha. Tamam, olsun. Bir şekilde içini soğutması gerekiyorsa beni hırpalamasına izin verecektim. Bana istediğini yapabilirdi. Yeter ki daha fazla acı çekmesin. Kahvaltıya indiğimde durumu Nikolai'ye açmam gerektiğinin farkındaydım. "Nikolai seninle konuşmam gereken bir konu var." "Dün geceki konuşmamdan ürktüğünün farkındayım, Lâl. Ama emin ol sana zarar verecek biri değilim. Fazla dürüst bir itiraftı, sana söylediğim için pişman değilim ama tekrar ediyorum, sen istemediğin takdirde sana dokunmam." Aynı şeyleri temcit pilavı gibi önüme getiren adamın ne düşündüğü umurumda bile değildi. Çünkü bu kahvaltının gündemi farklıydı. "Nikolai ben başka bir konuda konuşacağım." Sandalyesine yaslanıp dikkat kesildi. "Seni dinliyorum." Anlatacağım şeyi şimdiden merak etmiş görünüyordu. Durumu kısaca anlattım. "Anlayacağın, kulüpteki işime devam etmem gerekiyor. Aksi hâlde Valentino'nun sözleşmeye dayanarak bana ağır yaptırımlar uygulama hakkı var." Yavaş yavaş başını aşağı yukarı salladı adam. "Riccardo'nun böyle bir hamle yapacağını tahmin ediyordum." "Kulüpteki işime devam etmeliyim, Nikolai. Sen bu konuda ne düşünürsün bilmem ama sözleşme şartları açık." Nikolai beklediğimin aksine ılımlı yaklaştı. "Lâl, daha önce de söyledim. Sen gitmek istedikten sonra yapmak istediğin her şeyde özgürsün. Tek sorun sözleşme fesih ödemesiyse öderim, biter gider." "Öncelikle böyle şeyi kabul etmem zaten Nikolai. Benim imzaladığım bir sözleşmenin fesih ödemesini sen yapamazsın. Ayrıca bu sözleşme o tür bir sözleşme değil. Maalesef tek taraflı bir sözleşme söz konusu değil, bunu Valent'in de istemesi gerekiyor ve işleri bu kadar yokuşa sürdüğüne göre bunu kabul etmeyecektir." "Tamam, problem değil. Eğer gitmek istiyorsan kulübe gidersin Lâl. Tekrar ediyorum, istediğin her şeyde özgürsün. Dilersen seni kulübe şoför götürebilir. Dilediğin takdirde sen de gidebilirsin. Nasıl rahat hissedersen..." Seçeneklerimi önüme seren adama karşı ben de ılımlı karşılık verdim. "Sanırım kendim gitsem daha iyi olacak. Durup dururken Valentino'yu kışkırtmaya gerek yok." Valentino'nun kulübüne Nikolai'nin şoförüyle gittiğimi düşünemiyordum bile. Sinirden deliye dönerdi herhâlde. Tüm bu huzursuzlukları düşündükçe mide ağrılarım daha da artıyordu. Bir bitki çayı istedim, belki midemdeki bu dalgalanmayı durdururdu. Yüzünde memnuniyetsiz bir endişeyle bana bakan Nikolai ise karmaşık görünüyordu. "Lâl, bu böyle olmayacak. Bugün bir doktora görünsen iyi olacak." "Nikolai bir şey olduğu yok, ben kendimi tanıyorum. Psikolojik bir durum bu. Eskiden de oluyordu bu bana." İnanmaz bakışlarla başımı salladım. "Yani senin düşündüğün gibi hamile falan değilim." "Olsun, sen yine de bugün doktora git." Tehditkâr bir yüzle ekledi. "Eğer sen gitmezsen ben bir adamımı görevlendirip zorla doktora gitmeni sağlamak zorunda kalacağım haberin olsun." İsteksiz de olsa "Tamam, giderim bugün." dedim çünkü başka türlü bu işin peşini bırakacağı yoktu. Yukarı çıkıp kulübe gitmek için hazırlandım. Beyaz bir atlet, gri beyaz dizden biraz yukarıda kareli bir etek giydim. Aşağı indiğimde Nikolai yoktu, evden çıktım ve bahçe çıkışındaki kapının önünden bir taksi çevirdim. Yeniden Valentino'yla karşılaşmak biraz ürkütücü hissettiriyordu. Belki de heyecan verici. Onunla yeniden karşılaşmak demek, kontrolden çıkacak olaylara hazırlıklı olmak demekti. Zembereğinden boşalmış beklenmedik temaslar. Ah, hayır. Lâl, sakın buna sebebiyet verme. Müsaade etme buna. Sakın. Tek bir hareketinle planını mahvedebilirsin. Önce zorla da olsa söz verdiğim gibi doktora gittim. Son günlerdeki baş ağrısı, baş dönmesi ve midemdeki dalgalanmalardan bahsettim. Doktor rutin bir test istedi ancak hamile olmadığıma emin olmama rağmen bu konuda test sonucunu beklemek istemedim. Malûm, daha önce de buna benzer bir olay yaşamıştım hatta evde yaptığım test de beni yanıltmıştı. Bu yüzden ultrasonla hızlı bir şekilde bakılmasını istedim. Gerekli kan örneklerini verdikten sonra doktorun isteği üzerine ultrasona girdim. Doktor bir süre dikkatle baktıktan sonra bana döndü. "Korkulacak bir şey yok, hamile değilsiniz." Buna sevinmek ya da üzülmek gibi bir his besleyemiyordum çünkü yeterince karmaşık bir olayın içindeydim. Valentino'dan bir bebek istemiyor değildim hatta belki de bu hayatta en çok istediğim şeylerden biri onunla aile kurmaktı. Ama hayatımızın karmaşık dönemlerinde -ki bu dönemler genellikle hayatımızın tamamını kapsıyordu- bir bebek fikri her şeyi altüst edebiliyordu, bunu en acı şekilde tecrübe etmiştim. "Peki, bu şiddetli baş ağrılarım ve mide bulantılarım neden oluyor?" "Test sonuçları çıkmadan kesin bir şey söyleyemem. Psikolojik de olabilir, ciddi bir hastalığın habercisi de olabilir." Tüm kötü ihtimalleri bir kenara bırakır gibi yarım yamalak bir tebessümle ekledi kadın. "Biz en iyisi bunu test sonuçları çıkınca konuşalım." Sedyeden doğrulup peçeteyle karnımı silerken onaylayarak başımı salladım ama doktorun ifadesi düşünceli ruh hâlimi daha da beslemişti. Yine de kötü şeyler düşünmemem konusunda kendimi telkin ettim. Kulübün önüne geldiğimde derin bir nefes alıp içeri girdim. Umarım Valentino burada değildir diye düşünsem de buna kendim bile inanmıyordum. Buraya gelmemi sağladıysa bir planı olmalıydı. Hazırlıklarımın yapıldığı odaya geldiğimde saç ve makyaj ekibi henüz gelmemişti. Programın başlamasına da epey vardı zaten. Kısa bir süre sonra kapı açıldı ve içeri o girdi. Buraya gelirken onunla karşılaşacak olmamız benim için sürpriz değildi. Başka ne için patronluğun verdiği üstün gücünü kullanıp beni buraya getirtmiş olabilirdi ki? Onunla göz teması kurmadan "Kapısız evden mi geldin Valentino, çıplak da olabilirdim." diye söylendim. "Seni çıplak görmek felaket olurdu. Hiç görmediğim için." İmalı ses tonu ve suçlayıcı bakışları üzerimdeyken sağlıklı davranabilmek benim için güçtü. Hiçbir şey olmamış gibi ifadesiz davranmaya çalışıyordum. Hâlâ onu gördüğümde böyle davranmak benim için imkânsıza yakındı. "Ne istiyorsun Valentino? Buraya kazandırdığım üç kuruşun peşinde olmadığın çok açık. Derdin ne? Beni hizaya getirmek mi, hırpalayıp acı çektirmek mi? Yoksa kendini cezalandırmak mı? Ne? Hangisi?" Elleri ceplerinde bana yaklaştı usulca. "Bilmem." Omuz silkti. "Açıkçası hiç düşünmedim." Tek kaşımı kaldırdım hayretle. "Valentino Riccardo ve bir şeyi düşünmeden yapmak? Bu çok inandırıcı gelmedi bana." "Lâl Alsancak, her Cumartesi buraya geleceksin ve işini yapacaksın." Bana arkamdan daha da yaklaştı ve az önce oturduğum aynanın önünde eğilip benimle yüz yüze geldi. "Her geldiğinde beni göreceksin. İhanet ettiğin adamı." Ona ihanet ettiğimi düşünüyordu. Haklıydı. Sessizce nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Valentino, bunun hiçbirimize bir faydası olmaz." "Öyle mi dersin?" Karşımızdaki aynaya baktığında benim de bakışlarım aynadaki yüzüyle buluştu. "Beni terk edip o piç kurusuna gittin. Sanki aramızda hiçbir şey olmamış gibi. Hâlâ bana âşık değilmişsin gibi." "Valentino, yapma." Aynadaki yansımasına bakmamaya çalışıyordum. Çünkü hâlâ ona her baktığımda içim titriyordu, kalp atışlarım hızlanıyordu. O ise aynaya bakmam için ne gerekiyorsa yapıyordu."Bu şekilde kaçabileceğini mi sanıyorsun? Sanki birbirimizi hiç sevmemişiz gibi." Aralıksız bir biçimde aynada bana bakıyordu. Her zerreme. "Şimdi bakmaman neyi değiştirir ki? Aynaya her baktığında yine beni göreceksin." Haklıydı. Üstelik bunun için bir aynaya bile ihtiyacım yoktu. Yastığa her başımı koyduğumda, gözlerimi her kapadığımda, banyoda suyun altına girdiğimde, gözlerimi yere diktiğimde, nefes aldığımda, su içtiğimde. Her zaman ve her yerde. O vardı. Yalnızca o. Böyle bir şeyi bitirmeye kimin gücü yetebilirdi ki? Değil Nikolai, tüm dünya bir araya gelse de mümkün değildi bu. Oturduğum yerden kalkıp geri geri gittim. "Valentino, bunu yapma. Bunu bize yapma." Yalvarırcasına fısıldadım. "Lütfen." İntikam almak isteyen suçlayıcı bakışları yüzümü delip geçiyordu. "Biz diye bir şey bıraktın mı?" Son anda aklına gelmiş gibi gözlerini kıstı. Yüzünde sinsi bir ifade vardı. "Neyi yapmayayım Lâl?" Bana yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı... Ben geriledikçe o ilerledi. Duvara yaslandığımı fark ettiğimde başımı yan çevirdim. Ona bakmamaya çalıştım. O ise buna bir saniye bile izin vermiyordu. "Hâlâ beni sevmediğini söyleyebilir misin?" "Valentino, lütfen... Bunu konuşmamızın bir faydası olmaz." "Tüm bunları beni cezalandırmak için yaptığını anlamıyor muyum sanıyorsun?" Ben ona ne kadar bakmıyorsam Valentino o kadar gözlerini kaçırmıyordu benden. Sanki her şeyi biliyordu, hissediyordu."O adamın sana dokunmasına izin vermediğini. Ona âşık olmadığını. Hâlâ bana âşık olduğunu. Benim için yandığını." "Valentino, yeter." Bir eli belimi kavrayıp kalçalarıma indiğinde diğer eli elbisemin eteklerindeydi. Bacaklarımı örten eteklerin yukarı sıyrılmasına yardım eden parmakları çıplak kalan baldırlarımı yakıyordu. "Sana her dokunduğumda hâlâ benim için yandığını, kül olduğunu. Küllerinden yeniden doğduğunu." Hâlâ onun dokunuşlarına kayıtsız kalamıyordum ve bu beni hem kızdırıyor hem de korkutuyordu. Onu sevmek benim seçimim değildi. Bu tamamen kalbimin seçimiydi. Ve kalbim bunu yaparken bana sormamıştı hiç. Şimdiyse ne kadar korkunç biri olduğunu bile bile, bununla yüzleştiğim hâlde Valentino Riccardo'ya âşık olduğum gerçeğini kalbimden söküp atamıyordum. Bacaklarımdaki ellerini sertçe çektim üzerimden. "Valentino, dokunma bana!" Onu kendimden uzaklaştırma cesareti göstermem dakikalarımı almıştı. Çünkü ne olursa olsun, nasıl biri olduğunu bildiğim hâlde vücudum bana dokunmasını istiyordu. Bunun için çıldırıyordu. Hayretle bana bakan adam gözlerimdeki öfkeyi mi görmüştü bilmiyordum ama bir adım geri attı. Onun suskunluğundan faydalanarak söze girdim. "Biz diye bir şey bırakmadın diyorsun. Peki senin yalanların, Valentino? Bizi bitirmek için bu kadar direnç gösteren inadın? Senin hiç mi suçun yok?" Öfkeli bakışları yere inmişti Valentino'nun. "Sana defalarca söyledim. Ne olursa olsun benimle paylaş, ben seni yine severim dedim. Ama sen ne yaptın? Beni aptal yerine koydun! Çocuk gibi oyaladın durdun! Aklımla oynadın, zekâmı hafife aldın. Beni, duygularımı önemsemedin. Sürekli dürüstlükten bahsediyorsun. Büyük Valentino Riccardo, kendisine gelince dürüstlük naralarını ne de çabuk unutuyor öyle?' "Ve sen de soluğu Nikolai denen adamın evinde aldın öyle mi?" "Bizi senin yalanların bitirdi Valentino. Ne düşünmek istersen onu düşün ama bu söylediğimi asla unutma. Bu ilişki bittiyse eğer, senin yalanlarının da başrolde olduğunu unutma." "Peki senin ihanetin, Lâl?" "İhanet sadece senin sandığın gibi bir kalıba girmiyor Valentino. Sen gözümün içine baka baka yalan söylerken bize ihanet ederek başlattın bu savaşı." Bu kez gözlerini kaçırmayan taraf bendim. Ona gözlerimdeki ateşle yüzleşme şansı verdim. "Şimdi bu intikam ateşinde yanan tek kişi olmayacağım." İşaret parmağımla kalbinin olduğu yeri resmen oydum. "İkimiz de yanacağız." Konuşma fırsatı bile vermeden odadan çıktım. O gün bir daha karşılaşmadık. Tekrar odaya döndüğümde Valentino yoktu, saç ve makyaj ekibi de beni bekliyordu. Sorunsuz bir şekilde programı tamamladık ve eve döndüm. Yol boyunca bugün Valentino'yla yaşadıklarımızı düşünmeden edememiştim. Hangimiz daha haklıydık ya da hangimiz daha suçlu, umurumda bile değildi. Düşündüğüm şeyler bunun çok dışında şeylerdi. En başından beri bir yerlerde yanlış yapıyorduk ama nerede olduğunu anlayamıyordum. Hâlâ onu delice seviyordum. O ise bana kızgın olsa bile, ne kadar intikam ateşiyle yanıyor olursa olsun ondan başkasıyla olamadığımı anlıyordu, hissediyordu. Ona olan hastalıklı aşkımın farkındaydı. Eve döndüğümde Nikolai yoktu. Onunla karşılaşmadığıma son derece memnundum. Dün geceki konuşmamız yeterince huzursuz etmişti beni. Bana bu denli tuhaf duygular hisseden bir adamla o kadar yakın olmak tedirgin ediyordu. Bu yüzden ne kadar az karşılaşırsak o kadar iyiydi. Hem belki de onun yokluğundan istifade edebilirdim, ha? Nikolai bu düşüncemden haberdar olsaydı çok kızardı biliyorum ve umurumda da değildi ama ben Nadia'ya yardımcı olmak istiyordum. İçimden bir ses ona faydalı olabileceğimi söylüyordu. Sanki onunla iletişim kurabilirdim, ona yardımcı olabilecek güç içimdeydi, hissediyordum. Bu yaptığım şey ne kadar doğruydu bilmiyordum ama sanırım onu kendimle özdeşleştirmiştim. Geçmişte yaşadıklarımla Nadia arasında bir bağ kurmuştum belki de, bilemiyordum. Geçmiş, karanlık bir dehliz hepimiz için. Bazen bilinçaltımız ya da geçmişte yaşadıklarımız bizi kontrol dışı şeyler yapmaya yönlendirebilir. Onun odasının önüne geldiğimde de buna benzer bir şeyler hissediyordum. Kapısını tıklattım yeniden. "Nadia, merhaba. Ben Lâl." Söz dinlemeyen yaramaz çocuklar gibiydim. Yapma, dedikleri hâlde yapıyordum ama belki de çocukların bu keşif gücü de anlamsız cesaretlerinden geliyordu. Bu yüzden akıl almaz yaratıcı güçleri yetişkinlerden kat kat fazlaydı. Belki de bu yüzden sürekli kendimi yaramaz bir çocuk gibi hissediyordum. Bu küçüklüğümden beri böyleydi. Büyüdüm, yine bana söylenenin tam tersini yapıyorum. İflah olmaz bir arsızlık vardı bende. Herhangi bir ses gelmeyince devam ettim. "Dün akşam biraz tatsız bir tanışma oldu. Sanırım seni rahatsız ettim, üzgünüm. Biraz konuşabilir miyiz?" Kapının arkasından huysuz ve anlamsız bir ses çıktı. İstemediğini ve olumsuz bir tepki verdiğini anlasam da hemen vazgeçme gibi bir niyetim yoktu. Böyle bir tepki vermesi çok doğaldı, beni henüz tanımıyordu bile. Arkamda Polina'nın sesini duyduğumda irkildim. "Lâl Hanım, ne yapıyorsunuz?" Alaycı bir ses tonuyla "Nadia'nın odasının önünde piknik yapıyorum, birazdan mangal yakacağım." diye yanıt verdim kıza. "Görmüyor musun, iletişim kurmaya çalışıyorum." "Lütfen, yapmayın! Onu korkutuyorsunuz! Bay Miloradov bundan hiç hoşlanmayacaktır." Başlayacağım şimdi Miloradov'una da, diye içimden geçirmeme rağmen sakin kalmaya çalışarak bir nefes aldım. "Lütfen bize biraz izin ver." Pek niyetli görünmeyen kıza "Lütfen." diye ısrarla ekledim. En sonunda benimle baş edemeyeceğini anlayınca isteksiz bir biçimde gitti kız. Herhâlde koştura koştura patronuna haber uçurmaya gitmişti. Bense bu durumdan hiç etkilenmedim, korkmadım ya da geri adım atmadım. Şansımı denemek istiyordum. Nadia'yı hayata döndürmek istiyordum. Başına ne gelmişti bilmiyordum ama böyle yaşaması adil değildi. Bu yüzden kapının arkasından onunla konuşmaya devam ettim. Dürüstçe duygularımı paylaşmak istedim. "Biliyor musun Nadia, sen çok güçlü bir kızsın. Seni henüz tam olarak tanıyamasam da bunu gözlerinde gördüm. İnanmayacaksın belki ama seni çok iyi anlıyorum. Senin hayatına benzer şeyler yaşadım. Beni anlamadılar. Ama sen benden daha güçlüsün. Savaşacak gücün var. Senin de arkanda kapı gibi bir abin var. Benim gibi..." O an aklımda abimin yıllar önceki görüntüsü canlandı. Şimdi nasıldı acaba? Değişmiş miydi? Ne kadar değişmişti? Yaşlanmış mıydı? Benim hayalimde hep o gördüğüm son hâli, genç ve yakışıklı adam vardı. Kim bilir şimdi nasıl görünüyordu... "Siz ikiniz çok güçlü bir ekipsiniz." Arkamda öfkeli bir fısıltı ensemi yalıyordu. "Ne yapıyorsun sen?" Yüzümü ona döndüğümde oldukça öfkeli görünüyordu. "Sana bu odadan uzak dur demiştim. Bunun nesini anlamadın?" Öfkesinde haklıydı ama benim de geri dönmeye niyetim yoktu. Girmiştim bir yola, olumlu ya da olumsuz bir sonuç almadan durmayacaktım. "Nikolai tamam, haklısın. Ama lütfen hemen kızma. Nadia'ya da bana da bir şans ver." Onu susturup durdurmayı başardıktan sonra kapıya geri döndüm. "Nadia, farkında mısın bilmiyorum ama sen çok değerli birisin. Bu hayatta herkesin var olma sebebi olduğuna inanıyorum. Hepimizin dünyaya bir geliş sebebi var. Ve belki sana bunu daha önce söylememiş olabilirler ama iyi ki varsın. Belki bana bunu birileri söylemiş olsaydı kendimi bu kadar yalnız ve kimsesiz hissetmezdim ama sen benim gibi hissetme istiyorum. Bu dünya için, bizim için değerlisin. Seni anlıyoruz ve önemsiyoruz. Ve... Eğer istersen seninle vakit geçirmek, arkadaş olmak istiyorum. Ama istemezsen... Saygı duyarım. Sadece ben bu evde çok yalnızım. Seninle arkadaş olmak bana iyi gelecek. Hissediyorum, bu ikimize de iyi gelecek." Kapının arkasından herhangi bir ses gelmeyince süngüm düştü. Ona ulaşamıyordum ya da belki farkında olmadan bir hata yapıyordum. Belki de durum bu kadar komplike değildi, yalnızca bu konuşma için doğru zamanda değildik. Bilmiyordum. Arkamı döndüğümde kapıya yaslanıp bana bakan adam yargılayıcı bakışlarıyla başını iki yana salladı. "Bunun işe yaramayacağını söylemiştim, Lâl. Bu odadan uzak durmanı da. Neden söylediklerimi yapmak senin için bu kadar zor?" Ben tam karşımdaki adama kendimi savunmak için bir şeyler söylemeye hazırlanırken kapı aralandı ve arkasındaki kız yüzünü göstermeden yalnızca elini çıkararak kapının önüne bir şey koydu ve hızla kapıyı yeniden kapattı. Bir süre olanları anlamaya çalışıp kapanan kapıya baktıktan sonra iki adım attım ve kapının önüne bıraktığı şeye baktım. Bu ahşaptan yapılmış bir kuş figürüydü. Elle yapılmış gibi bir hâli vardı. Kuşu elime alıp arkama döndüğümde ayaklarından birini diğerinin önüne atıp kollarını kavuşturarak duvara yaslanan adam da en az benim kadar hayret doluydu. Bense şaşkınlığımın yanında bir de merak duygusu hissediyordum. Memnuniyet dolu bir merakla kaşlarımı çatarak elimdeki kuşu gösterdim. "Bu neydi şimdi?" Benimle konuşmak istememişti ama kapının önüne kuş bırakmıştı. Şaşkınlıkla kaşlarını kaldıran adam "Seni sevdi." dedi. Hayreti ve mutluluğu ses renginden okunuyordu. "Seninle arkadaş olmayı kabul ettiği anlamına geliyor." Nikolai'nin söylediği şeyle sevinç duydum. Henüz yeni tanışıyor olmamıza rağmen Nadia'nın kalbine dokunmuştum. Bir adım atmıştık. Küçük bir adım. Ve işe yaramıştı. "Onun da kalbini fethettin." İnmiş kaşlarının altından kaçamak bir bakışla ekledi. "Tıpkı abisininki gibi." Söyledikleri üzerine öksürdüm ve lafı değiştirmek için "Bu ona da iyi gelecek." dedim. "Bana iyi geldiğin gibi ona da iyi geleceğine eminim." Az önceki höt söt adamın şimdi bana inançla bakması, samimi söylemleri elimi kolumu bağlamıştı. Ona hissettiğim merhametten bile rahatsızlık duyuyordum. "Nikolai, lütfen bu şekilde konuşma." Yanından çekip gitmek için hamle yaptığımda omuzlarımdan yumuşakça tutup durdurdu beni. "Lâl, dün geceki itirafımla seni korkuttum, farkındayım. Özür dilerim ama mizacım dürüst olmaya alışık bir yapıya sahip olduğu için düşündüklerimi direkt söylüyorum." Sanki aramıza yalanla dolanla giren o değilmiş gibi dürüstlükten bahsetmesi çelişkisini yüzüne vurur gibi baktığımda başını sallayarak ekledi. "Normal şartlarda yalan söyleyen biri değilimdir. Gel gör ki seninle tanıştığımızda şartlar normal değildi." Gözleri hayranlıkla gözlerimi süzerken "Daha önce kimseye seni seviyorum demedim." dedi. Kesin bir dille belirtti. "Anna'ya bile." "Buna inanmamı mı bekliyorsun?" "İnanmak ya da inanmamak senin seçimin. Ama onu sevdiğimi düşünürken bile ona seni seviyorum demedim. Bilinçli yaptığım bir şey değildi. Bunu çok sonradan fark ettim." Gözlerini benden ayırmadan "Ama seni seviyorum, Lâl." diyerek bildiğim bir itirafta bulundu. Omuzlarımı tuttuğu ellerinden kurtulmak için geri adım attığımda söylediklerinden rahatsızlık duyduğumu anladı. "Biliyorum, sen bana karşı böyle bir şey hissetmiyorsun. Hâlâ Riccardo'yu sevdiğini de biliyorum. Bunun bana ne kadar acı verdiğini tahmin bile edemezsin." "O zaman bırak da gideyim." "Bunun acımı dindireceğini mi sanıyorsun?" "Seni sevmeyen bir kadının gözlerinde başkasına olan aşkını görmek acı vermiyor mu?" Dürüstlükle gözlerini kapayarak onayladı. "Veriyor." Kurduğu tek kelimelik cümle son nefesini verir gibi çıkmıştı dudaklarından. "Ama belki de tüm bu yaşananların bir anlamı vardır." Soru dolu bakışlarıma karşılık açıkladı. "Kader bizi bir araya getirdiyse belki de bu bir işarettir." "Nikolai..." "Ben şansımı denemek istiyorum, Lâl. Bana bir şans vermen için beni tanımanı istiyorum. Seni ne kadar sevdiğimi ispatlamama izin ver. Hiç olmazsa birbirimizi tanımamıza izin ver. Bize zaman ver." "Biz diye bir şey yok, Nikolai. Olamaz da." Mecburi bir onay ifadesiyle başımı sallarken anlayışlıydım. "Burada olmamı istediğin için buradayım. Ama ötesi olmaz. Boşuna umutlanma." "Tamam, Lâl. Şuan burada olman bile benim için çok anlamlı. Sonrasına da sonra bakarız." ❝Valentino❞ Manrico "Doğru olanı yaptığına emin misin, Valentino?" diye sorarken düşündüğüm şeyden bir an bile şüphe duymuyordum. "Eminim Manrico. Yaptığım her şeyin bir sebebi var. Beni sorgulamaktan vazgeçin." Yaşlı adam onaylayarak başını sallarken saygılıydı ancak benim kadar emin olmadığı her hâlinden belliydi. "Ben Lâl'i tanıyorum, Manrico. Bu yaptıkları hiç normal değil. Yaptığı bu şeyin beni ne kadar kızdırıp tahrik edeceğini biliyor. Basit bir öfkeden değil bu, yaptıkları gizli bir sebebe bağlı. Benim bilmediğim, gizli bir sebebi var. Bir şeyler oluyor." "Belki de yalnızca gerçekleri söylemediğin için sana öfkelidir ve intikam almaya çalışıyordur." Manrico'nun sözünü "Ne fark eder?" diyerek böldü Luigi. "Onun bu yaptığı şey düpedüz ihanet! Bu su götürmez bir gerçek! Neden yaptığının ne önemi var? Lâl, koskoca Don Riccardo'nun düşmanına giderek onu küçük düşürdü, Valent'e ihanet etti! Onun itibarını zedeledi! Şimdi o köklü Riccardo ailesinin lideri hakkında neler konuşuluyor farkında mısınız?" "Kapa çeneni Luigi." diyerek abisini susturdu Pietro. Sonra bana döndü. "Valent, eğer bunun işe yarayacağını düşünüyorsan sorun yok." Merakla çenesini kaşırken "Sözleşmedeki hukuki haklarını kullanarak onu kulübe gelmeye zorladın, daha da öfkelenmesine ve sana karşı nefret beslemesine sebep olmaz mısın?" diye sordu Manrico. "Utanmadan bir de Valent'e nefret mi besleyecek?" Pietro sonunda "Kızın en yakın arkadaşıyla düzüşürken sesin çıkmıyordu, şimdi işler yolunda gitmeyince mi kötü oldu?" diyerek abisine patladığında benim bir şey söylememe gerek kalmamıştı. "Tanrı aşkına artık kapa çeneni Luigi!" "Pietro sen Lâl'in avukatı mısın?" "Tamam, susun." Sakinliğimi koruyarak "Ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum. Kulüp konusu sayesinde Lâl ile bağlantımı koparmamış olacağım. Ve arkamdan neler döndüğünü öğreneceğim." dedim net bir şekilde. Pietro "Peki, Azize konusunda ne yapmayı düşünüyorsun? Bir karar verdin mi?" diye sordu merakla. "Henüz vermedim. Açıkçası Azize'nin bir anlık hırsla bize anlaşma teklif ettiğini düşünüyorum. Bana kalırsa bir halt bildiği de yok. Ama yine de iletişimi koparmayın. Çok önemli bir bilgi paylaşmadıkça da benimle muhatap etmeyin. Bu kadar sorunun arasında bir de onunla uğraşamam." Dışarıdan görünen suskun duruşum fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Aslına bakılırsa öfke içindeydim. Lâl, uzun zamandır sadık adamım ve onun yakın koruması taklidi yapan düşmanımın yanındaydı. Nikolai. Dokuz. Ve o orospu çocuğunun her açıdan şansını denediğine emindim. Ne demişti bana? Onu kaybetmen için ne gerekiyorsa yapacağım. Ona sahip olmaya çalışacaktı çünkü o piç kurusu âşık olmuştu. Şuan güvendiğim tek şey Lâl ile birbirimize duyduğumuz aşkın gücüydü. Birbirimize çok öfkeliydik ama bu gerçeği görmemize engel değildi. Lâl bana ne kadar öfkeli olursa olsun bana olan aşkını içinden söküp atamazdı. Benden başkasının ona dokunmasına izin veremezdi. Söz konusu her saniye kafasını karıştırmaya çalışan o pislik olsa dahi. İşim bittiğinde ona ne yapacağımı çok iyi biliyordum. Onu öldürecektim. Gözümü bile kırpmadan. Sakinliğimi korumak için çok büyük bir çaba harcıyordum çünkü öfkemin beni kör edeceğini biliyordum. ... * YAZAR NOTU: Hi guys! 💫 Yeni bölümü geciktirdiğim için özür dilerim öncelikle. İnanın internetin bile çekmediği bir yerdeyim. Aslında temiz hava, doğal ortam falan çok hoş, dinlendirici ama ne yazık ki dış dünyadan biraz uzaktayım ve bu yüzden zorunlu da olsa bir sosyal medya detoksundayım diyebiliriz. Ama bu durumu çözeceğim, sadece biraz sabır. 💖 Yeni bölümümüzü nasıl buldunuz? Nadia'yla ilgili konunun böyle bir şey çıkmasını bekliyor muydunuz? Ve bölümü okurken tat aldınız mı, neler hissettiniz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Lâl'in neyi var? Ve Valentino bu bilmeceyi nasıl çözecek? Bu konudaki tahminlerinizi de buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki teori, tahmin ve istek sahnelerinizi buraya, hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini buraya yazabilirsiniz. Sizleri aşırı aşırısı sevdiğimi çok iyi biliyorsunuz! Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘 ••• SOSYAL MEDYA HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI |
0% |