Yeni Üyelik
67.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 46

@buzlarkralicesi

-46-

❝Valentino❞

Bir sabaha daha Lâl'in olmadığı odada uyandığımı var sayarsak pek de keyifli olduğumu söyleyemezdim. Canım oldukça sıkkındı. Öfkeliydim ama neye ya da kime öfkeli olduğumu bile tam olarak tanımlayamıyordum. Biraz Lâl'e, biraz onu bir şekilde elinde tutan Nikolai piçine, çokça kendime. İşleri bu noktaya getiren bendim ama yine ben düzeltecektim.

Yatağın yanındaki komodine yaslı duran keman çarptı gözüme. Ona hediye ettiğim keman. Elime istemsizce kemana gitti, kendimi onu okşarken buldum. Bir şekilde onun temas ettiği bir şeye dokunurken ona olan özlemimi gideriyor gibiydim. Onu çalarken çıkardığı büyülü sesler kulağımda yankılanırken anılarımız canlanıyordu ve bu istediğim bir şey olmasına rağmen canımı yakıyordu. Çünkü o yanımda değildi.

Yatağa oturmuş bıraktığı kemana boş gözlerle ne kadar baktığımı bilmiyordum ama kendime geldiğimde usulca onu yerine bırakıp giyindim ve odadan çıktım.

Bahçeye geldiğimde onu gördüm. Azize. Bahçe girişindeki kontrol noktasında duruyordu ve içeri alınmayı umuyor olmalıydı. Burada ne aradığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Hiç istemememe rağmen içeri girmesine izin verdim. Yanıma geldi. "Ne istiyorsun? Neden geldin yine?"

"Valentino seninle konuşmak istiyorum."

"Bana oyun oynadın ve hâlâ hayattasın. Bunun için minnettar olman gerekirken yine buradasın. Kendini öldürtmek mi istiyorsun?"

"Kötü bir başlangıç olduğunun farkındayım ama inan bana aramızdakiler sadece bir işti. Şahsi bir mesele değildi. Dokuz'la kurduğumuz bir plandı, hepsi bu. Ama Dokuz'unki şahsi bir mesele, yanılıyor muyum?" Hiçbir bok bilmediği belli olan kadın tek kaşını kaldırarak benden yanıt bekliyordu. Oysa karşımdaki kadın ona yanıt vermem ya da açıklama yapmam gerektiği için falan burada değildi. Bense onun yüzüne dahi bakmıyordum. Onu muhatabım kabul etmediğini anlamalıydı.

"Bana soru sorabilecek bir pozisyonda değilsin. Eğer söyleyecek önemli bir şeyin yoksa..." Onu çıkarmaları için adamlarıma bakış atmak üzereyken yeniden panik hâlinde savunmaya geçti kadın.

"Valentino, dinle beni. Sadece sana yardım etmek için geldim."

"Bana yardım edebilecek belki de son insansın, Azize. Lâl'in yerine geçip beni kandırmaya çalıştın ve bunu yaparken bir saniye bile utanıp suçluluk duymadın. Buna rağmen hayatta kalmana izin verdim çünkü sana acıdım. Ben canını bağışladığım için hayattasın. Şimdi bana yardım edebileceğini mi söylüyorsun?"

"Dokuz hakkında çok önemli şeyler biliyorum desem, bu da mı ilgini çekmez?"

İddialı yüz hatlarının yanı sıra ona sürekli Dokuz diye hitap etmesi dikkatimden kaçmamıştı. "Bahse girerim gerçek adını bile bilmiyorsun. Onun hakkında benim bilmediğim ve senin bildiğin ne söyleyebilirsin ki?"

"Ailesiyle ilgili sakladığı sırlar olduğunu düşünüyorum. Gizlediği bir aile üyesi olabilir."

"Eee?"

"Eee ne? Bu çok önemli bir sır Valentino. Bunun altını araştırırsan dişe dokunur bir şey bulabileceğine eminim."

"Bu söylediğin şeyi öğrenmek için sana ihtiyacım bile yok, farkındasın değil mi? Bana katabileceğin yeni ve önemli hiçbir şey yok. Benim ulaşamayıp senin ulaşabileceğin bir şey olamaz."

Bana doğru bir adım daha atarken gözlerimin içine baktı kadın. "Valentino, senin için her şeyi yaparım. Senin için çalışmak istiyorum, sana itaat etmek istiyorum. Bak, eğer dilersen bir şekilde onunla kontak kurup yeniden onun adına çalışıyormuş gibi yapıp sana bilgi sızdırabilirim. Sana sadakatimi kanıtlayabilirim." Yakalamak için aahibinin sopayı atmasını bekleyen bir köpek yavrusu gibi bana bakıyordu.

Onun sadakatiyle ya da herhangi başka bir şeyiyle ilgilenmiyordum. Ona güvenmiyordum, güvenmemem gerektiğini de biliyordum. Dahası, onu ve verebileceği herhangi bir şeyi de önemsemiyordum. Altı boş iddialardı hepsi. Elleri yakalarıma dokunmaya çalıştığında "Senin için her şeyi yaparım. Sadece istemen yeterli." dedi ama buna müsaade etmeyip geri çekildim. "Bana dokunabileceğini nereden çıkardın bilmiyorum ama Azize, bir daha bunu denersen senin için hiç iyi şeyler olmaz."

Niyetini açık ve net bir şekilde biliyordum. Farkında olmayacak kadar aptal değildim. Ya askerim ya da yatağımdaki kadın olarak bir şekilde yanımda var olmak istiyordu. İkincisi mümkün değildi, içten içe bilse de Lâl'e olan benzerliğinden dolayı denemeye devam ediyordu. İlki için de güvenimi kazanması gerektiğinin farkındaydı. Bir şekilde var olmak istemesini anlayabiliyordum. Çünkü arkasında kimse yoktu, kalmamıştı. Bir taraf olmak istiyordu ve doğru tarafın ben olduğumun da farkındaydı. "Affedersin, özür dilerim. Senin yanındayken kendime hâkim olamıyorum."

Söylediklerini duymazdan gelerek "Eğer iletmen gereken önemli bir bilgi olursa Pietro ya da Luigi yoluyla ulaşırsın." dedim. "Aklına her estiğinde benimle birebir bağlantı kuramazsın." Bir adım geri çekildi kadın. "Git şimdi. Ben çağırmadan da gelme bir daha."

Onaylayarak başını sallayıp hiçbir şey elde edemeden çıkıp gitti.

Lâl

Burada günler ilk zamanların aksine su gibi geçiyordu artık. Nadia'yla daha sık vakit geçirmeye başlamıştık. Kendisi hâlâ odasından çıkamıyor olsa da ara sıra beni odasına bile kabul ediyordu. Ona kitap okuyordum ve beni küçük bir çocuk gibi ilgiyle dinliyordu. Birlikte yapboz yapmaya başlamıştık. Bu birlikte yapboza başlama olayı bizi farkında olmadan biraz daha yakınlaştırmış hatta buluşma saatlerimizi daha düzenli bir hâle bile sokmuştu. Çoğu zaman ilişkimiz sessizlik içinde geçse de birlikte güzel vakit geçiriyorduk. En azından buradaki sıkıcı günlerim biraz anlamlı hâle gelmişti.

Bugüne gelirsek... Bütün gün odama kapandığım için sıkılmıştım açıkçası. Hiç ses seda olmadığından Nikolai evde yok herhâlde diye düşündüm ve odadan çıkıp aşağı indim. Salonu gezinirken yemek odasının karşısında, merdivenlerin ortasında kalan geniş alanda büyük bir piyano karşılamıştı beni. Daha önce burada böyle bir şey olmadığını net bir şekilde hatırlıyordum. Yeni olmalıydı. Üzerinde belli belirsiz bir kâğıt olduğunu görünce merakla yaklaştım ve notu elime alıp okudum.

"Nadia ve abisinden küçük bir hediye. Bizim için yaptıklarından sonra teşekkür gibi düşün. Kabul et lütfen.

 

Niko."


Delirmişti herhâlde. Böyle pahalı bir hediyeyi kabul edeceğimi düşünüyor olamazdı. Piyanoya baktım. Elbette bunu kabul etmeyecektim. Ama yine de biraz çalmamda bir sakınca yoktu. Suç işlemeye hazırlanan çocuklar gibi etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Gerçi biri görse ne olurdu sanki? Suç işlemiyordum sonuçta.

Usulca oturup parmaklarımın beni götürdüğü diyarlara gidip çalmaya başladım. Müzik. Beni belki de sakinleştiren tek şeydi. Valentino'nun güvenli kollarında olma hissini saymazsak.

Ne kadar süre çaldığımı hatırlamıyordum ama parmaklarım karıncalanmaya başladığına göre uzun süre olmuştu. Kendimi kaybetmiştim sanki. Öyle iyi gelmişti ki. Başımı kaldırıp merdivenlerin ortasına baktığımda bir köşede Nikolai ve Nadia'nın beni dinlediğini görmüştüm. Nadia merakla, Nikolai ise ilgi ve memnuniyetle bakıyordu. Birileri tarafından izlenme hissi beni zaman zaman utandırır. Hiçbir şeyden utanmayan arsız bir kız neden böyle bir şeyden utanır bilmiyorum ama... Utancımı unutmama sebep olan şey ise Nadia'nın odasından çıktığını fark etmiş olmamdı. Nikolai de en az benim kadar şaşırmış görünüyordu. Parmaklarım piyanodan uzaklaşıp müzik bittiğinde genç kız odasına geri kaçsa da bunun büyük bir gelişme olduğunun ikimiz de farkındaydık.

Aklımı kurcalayan şeylerden biri de Nikolai'nin kardeşi Nadia'ya olan bağlılığıydı. Onunla ilişkileri çok farklı ve yoğundu. Her şeyden önce böyle özel gereksinimleri olan biriyle ilgilenmek oldukça zor ve sabır gerektiren bir şeyken Nikolai kız kardeşine karşı beklediğimden çok daha sabırlı ve hassastı. Ve tüm bunları büyük bir samimiyetle yapıyordu. İlk zamanlar Nadia benimle karşılaştığında hep Nikolai'nin arkasına saklanıyordu. Sanki bu dünyada güvendiği tek kişi oymuş gibi. Tek dayanağı gibi.

Merdivenleri çıkıp Nikolai ile yüz yüze geldiğimizde "Seni gizlice dinlediğimiz için üzgünüm ama... Çok güzel çalıyordun." dedi elleri ceplerinde olan adam. "Bölmek istemedim." Kaşlarını kaldırarak hayretini gizlemedi ve ekledi. "Nadia da bayıldı. Kendini kaybedip odasından dışarı çıktığını var sayarsak..."

"Nadia senin için çok değerli değil mi?"

"Tahmin edemeyeceğin kadar çok."

Kendi içimde durumu sorgularken gözlerimi kıstım. "Senin kardeşine karşı bu kadar hassas ve merhametli olduğunu gördükten sonra Hydra'daki kimliğine ve hayatına alışmak zor." Onu çapraz sorguya alan bir polis tavrıyla devam ettim. "Bana tanıttığın kimliklerinden biri sahte gibi geliyor."

"Herkesin karanlık bir yüzü vardır." Bunu söylerken yüzünü ciddiyetle süzdüm. Kendini kanıtlama ya da savunmaya geçme gibi bir gayesi yoktu.

"O kadınlara ne yapıyorsun?"

"İstemedikleri bir şeyi değil." Bir an duraksayıp ekledi. "Görmeye hazır olduğunda gösterebilirim." Tek kaşımı kaldırıp ne diyeceğini merakla bekledim. "Hydra'ya gel."

Hydra'ya gel mi? O kadınlara yaptığını ima ettiğim şeyleri benim gözümün önünde yapacağını mı kast ediyordu? Yok artık.

Öte yandan Nikolai'den bağımsız olarak Valentino'nun geçmiş yaşantısı geldi aklıma. Katerina'yla konuşmaları. Katerina beni kast ederek o kız sana istediklerini veremez demişti. Valentino benden önceki yaşantısını özlüyor olabilir miydi? Gördüğümün dışında Hydra'da olanları bir parça da bu yüzden merak ediyordum işte. Üyelerine cennetten bir parça vaat eden o yerde olanları.

Yanından ayrılmadan önce "Ha bu arada..." diyerek birkaç adım attım. "Piyano gibi pahalı bir hediyeyi kabul edeceğimi düşünme bile." Onun itaatkâr bir baş işaretiyle karşılık vermesi üzerine yanından ayrıldım. Ancak söyledikleri aklımdan çıkmadı bir türlü.

Günlerce bunu düşündüm. Nikolai'nin normal şartlarda asla kabul etmeyeceğim teklifini. Bu fikirden uzaklaşmak için Pietro'yu aradım. Neyse ki bu sefer normal bir ses tonuyla açmıştı telefonu. Yine olmadık bir zamanda yakalamadığım için memnundum.

"Orada işler nasıl gidiyor?"

Yukarıdan gelen seslerden bahsettiğim için Pietro o seslerle ilgili bir şey öğrenip öğrenmediğimi merak ediyor olmalıydı hâliyle. O konuyu açmadan ben girdim söze. "Yukarıdan gelen sesler tahmin ettiğim gibi bir şey çıkmadı Pietro." Ona söyleyip söylememe konusunda kısa bir ikileme düşsem de ondan asla bir şey gizlememem gerektiğini biliyordum. Benim asıl ailem Valentino'ydu. Bunu bana kimse unutturamazdı.

"Neymiş peki?"

"Bak, bu gizli bir bilgi. Eğer bahsedersem kesinlikle aramızda kalmalı."

"Merak etme, sırrın benimle güvende. Bana güvenebileceğini biliyorsun."

"Biliyorum." Biraz gizem yaratmak için '"Şimdi sıkı dur." deyip derin bir nefes aldım ve söyledim. "Nikolai'nin herkesten gizlediği hasta bir kardeşi var."

"Ne?" Pietro da en az benim ilk öğrendiğim an kadar şaşırdı. Tuhaf bir biçimde adamın aklında acil ikaz lambaları çalmış gibi "Her ihtimale karşı o adama dikkat et, Lâl." diyerek uyarıda bulundu. "Senin ne kadar merhametli biri olduğunu biliyorum, bu yüzden uyarıyorum. Onun yumuşak karnını görüp iyi biri olduğuna emin gibi davranma. Ona güvenme. Her zaman tetikte ol. Ve tehlike hissettiğinde bir saniye bile kaybetmeden bana haber ver."

"Merak etme. Bu iş bitmek üzere, Pietro. Abimle ilgili ipucu bulabileceğim bir yer biliyorum." Kapı tıklatıldığında panik oldum. "Biri geldi, ben seni sonra ararım." Alelacele telefonu kapattığımda sakinleşmeye çalışarak içeri girmesi için izin verdim.

Nikolai girdi içeri. Kısa bir an sessizliğini koruyup beni tedirgin etse de hiçbir şey anlamadığı açıktı. "Merhaba, rahatsız etmedim umarım."

"Ne vardı?"

"Yarın akşam bir yere davetliyiz. Ve bu davete seninle katılmak istiyorum."

"Benimle mi?" İsteksizliğimi gizlemeksizin nefes verdim "Gelmek zorunda mıyım?"

"Müstakbel nişanlım olarak, evet."

Mecburen ağzımın kenarıyla "İyi, peki." dedim ama bu durum iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı bile. Eskiden Valentino'yla katıldığımız davetlere şimdi kolumda başkasıyla mı katılacaktım? Can sıkıcı bir durum. Bunlar bana tersti. Bu yüzden ne yapıp edip bir an önce peşinde olduğum bilgilere ulaşmalıydım. Bunun için elimi çabuk tutmam gerekiyordu.

Nikolai işleri için evden ayrıldığında odasını aramaya karar verdim. İşe etrafı kolaçan ettikten sonra odasına girmekle başladım. Odayı da kamera olmadığına emin olana kadar arayıp taradım. Dolaplarını karıştırdım. Bir sürü Rusça yazılar, makale gibi yabancı terimler, işle ilgili dosyalar falan. Kısacası ilgimi çekecek pek de bir şey yoktu. Masasındaki çekmeceleri karıştırırken birinin kilitli olduğunu fark ettim. Hep bu tür masalarda kilitli duran bir çekmece olurdu ve küçükken merak ederdim. İçinde önemli bir şey olmasa bile. Ancak bu kez içinde önemli bir şey olma ihtimali çok yüksekti. Onu açıp açamayacağımı düşünürken ve açmaya çalışırken içeri aniden Nikolai girdi. Nefesimi tuttum. Kahretsin. Bu beklediğim bir şey değildi.

Sakinlikle odanın ortasına doğru geldi. Yavaş adımları beni daha da tedirgin etmişti. Şuan evin geçiyordum, uğradım diyemeyeceğim bir alanındaydım. Nikolai'nin odasında. Dolayısıyla yalan söyleyecek veya bir bahane uyduracak durumda değildim. O da bunun farkında olacaktı ki "Sanırım kamera ararken gözden kaçırdığın bir yer vardı." dedi ve maket uçaklarından birinin pervanesinden çıkardığı gizli kamerayı gösterdi. Başını iki yana sallayarak güldü. "Kaldı ki kamera olmasa bile her hareketinden haberim oluyor, bilgin olsun." Onun her zaman bir adım önümde olması canımı sıkıyordu. "İyi ki ajanlık gibi bir meslek seçmemişsin. Bu işleri hiç beceremiyorsun."

"Peki sen nesin, Rus ajanı mı?" Bu benzetmem üzerine güldü. Bense geri adım atmak yerine karşısına dikildim cesurca. "Kimsin sen Nikolai?"

"Gerçekten tanımak istiyor musun?" Bakışlarının ima barındırdığını anlamak zor değildi.

Hiçbir şey söylemeden odadan çıktım ve kendi odama gittim. O da beni durdurmadı. Odamda bir başıma kaldığımda düşünecek çok vaktim oldu. Bu cendereden bir şekilde çıkmalıydım. Ne derler bilirsiniz; dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın. Bütün gün düşündüm taşındım ve Hydra'ya gitmeye karar verdim.

Akşam olduğunda Nikolai yine evde yoktu. Nerede olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi. Evden arta kalan vakitlerinin çoğunu Hydra'da geçiriyor olması sır değildi. Beyaz bir atlet ve siyah deri pantolonumu yatağın üzerine bıraktım. Beyaz spor ayakkabımı da yatağın kenarına çıkardım. Giyinip hazırlandıktan sonra kapıya çıktım. Bahçe kapısında bekleyen arabalardan birine bindim ve şoföre "Club Hydra'ya." dedim.

Sorguya çekilmeden araba çalıştı ve Hydra'nın önüne kadar geldim. Buraya her geldiğimde dizlerimin bağları çözülüyordu. Şimdi olduğu gibi. İçeri girdim, beyaz bilekliğimi aldım ve görevli hiçbir şey söylemeden siyah bir kart tutuşturdu elime. Siyah kartın üstünde parlak harflerle VIP yazıyordu. "Bu ne?" diye sordum.

"VIP kartınız, Lâl Hanım."

Bana adımla seslenmesi tuhaf hissettirmişti ama asıl soru işaretlerimi cevaplamak istedim. "Ne işe yarıyor bu?"

"Hydra'da tam erişime sahipsiniz. İstediğiniz her yere girebilirsiniz."

"Nasıl yani?" Hayretimi gizleyemedim. "En gizli yerlere bile mi?"

Başını sallayarak "En gizli yerlere bile." diye onayladı beni görevli. "Bay Miloradov sizin için hiçbir yerin gizli olmayacağı talimatı verdi. Tam erişim hakkına sahipsiniz. Bu sayılı kişilere ait bir haktır."

"Kimlere?"

"Şuan için yalnızca Bay Miloradov ve size ait bir hak."

Miloradov, sınırları çizmişti. Kartları açık oynuyordu. Ben buranın sahibiyim ve sahibi olduğum her şeyi seninle, nişanlım unvanını taşıyan seninle paylaşıyorum demek istiyordu. Aman ne etkileyici. Nikolai böyle bir emir verdiğine göre en azından burada benden sakladığı herhangi bir şey olmadığını anlamıştım. Biraz hevesim kaçsa da geri adım atmadım.

Görevliyi takip ettim ve merdivenleri çıktığımda özel localara giden girişte durdum. Emin misin, Lâl? Bak, bunun geri dönüşü olmayabilir. Buraya kadar geldiğime göre sanırım emindim. "Lütfen buyurun," diyerek beni koridorun iç kısmına buyur etti görevli. "VIP oda sizin için hazırlandı."

İçini bilmediğim bir odaya sorgusuz sualsiz girecek değildim. Kapıya geldiğimde bir adım geri atıp önünde durdum. "Ne var o odada?"

"İzlemek istediğiniz her şey."

İzlemek. Bu da demek oluyordu ki hiçbir şeye zorlanmayacaktım. Kolumdaki beyaz bilekliğe son kez baktıktan sonra odaya girdim. Siyahlarla döşeli kocaman bir oda karşılamıştı beni. Bir duvarın tamamı camdan bir izleme paravanıyla kaplıydı.

Usulca ilerleyip cama baktığımda görevli düşüncelerimi okuyormuş gibi "Bu özel bir cam." dedi açıklama gayesiyle. "Siz camın arkasını görürken camın arkasındakiler sizi göremez."

Bir süre camın arkasındaki yuvarlak, boş platformu izledim. Platformun üzerinde yuvarlak bir yatak vardı, üstünde de yatağa bağlı el ve ayak kelepçeleri. Bir süre sonra Nikolai ve bir kadın girdi içeri. Platformun kenarında durdular. Kadın uzun sayılabilecek bir boyda, ince ancak dolgun ve kıvrımlı vücut hatlarına sahipti. Çilek sarısı saçları omzuna dökülüyordu. Usulca yatağa uzanıp dans eder gibi cilveli kıvrak hareketlerle dönüp durdu. Yüzüstü sürünerek Niko'nun yanına geldi ve önünde durdu. Vücudunu adama sürtüp durdu. Elleri adamın kemerinde dolanıp çözdü ve pantolonunu çıkarıp kalçalarını okşadı. Eli onun iç çamaşırına uzandığında başımı çevirip bakmamaya çalıştım ama neler olup bittiğini de düşünmeden edemiyordum.

Bir süre bakmamak için gayret etsem de merakım kazandı. Tekrar dönüp baktığımda kadın iç çamaşırlarını çıkarmış ve itaat eder gibi Niko'nun önünde diz çökmüştü. Elleri yeniden baksırına uzanmış adama muamele çekmek için hazırken adam elleriyle onu engelleyip sırtüstü yatırdı. Kontrolün elinde olmasını istiyordu. Önce ellerini, sonra da ayaklarını kelepçelere yerleştirip kilitledikten sonra eline aldığı kauçuk kırbacı kadının çıplak göğüslerinin arasından yavaşça göbeğine ve hâlâ iç çamaşırıyla örtülü bacaklarının arasındaki üçgende gezdirdi. Seksi kadının beli zevkle kıvrılırken onun bacakları arasına dizlerinin üstünde eğilen Niko kölesiyle göz temasını bozmadan külodunu usulca aşağı indirdi.

Az önce kadının üzerinde kıvrılarak kendisini tahrik etme çalışmalarına kayıtsız gibi davranan adam şimdi dilini göbeğinden göğüs aralarında dolandırıyor, kadını zevkten titretiyordu. Kadının üçgeninde kırbacı şaklatırken kadının dudaklarından dehşet dolu tutkulu bir çığlık koptu. Niko'nun bakışları bir anlığına benim baktığım cama döndü ve imalı bir biçimde sanki beni seyretti. Ürktüm. Hani beni görmüyordu?

Görevliye döndüm. "Bizi görmediğine emin misiniz?"

Gayet kendinden emin bir ifadeyle "Elbette." yanıtını verdi adam. Yalan söylemediği açıktı. "Camın özelliği bu."

Oysa camın arkasındaki adamın beni gördüğüne neredeyse emindim. Sanki beni gözleriyle soyuyor gibiydi. Burada onu izlediğimi biliyor gibi. Onu izlemek hem rahatsız edici hem de merak uyandırıcıydı. İzlemek istemesem de kendime engel olamıyordum bu yüzden.

Altında kıvranan kadının sertçe içine süzüldüğünde kadının zevkle haykıran iniltileri, adamın koluna saplanan tırnakları, Niko'nun acımaktan çok uzak hamleleri ve beni göz hapsine tutan bakışları...

Ben az önce olanları oturup odada düşünürken görevlinin çıktığını, yalnız kaldığımı ve içeri Nikolai'nin girdiğini fark etmem zaman almıştı. Sanki az önce altındaki kadını zevkten sarsan bir seks makinası değilmiş gibi elleri ceplerinde sakinlikle beni süzüyordu. "Aradığın cevapları buldun mu?"

Başımı kaldırıp ona baktığımda sorgulayan ifademe engel olamadım. "Beni görüyor muydun?"

"Hayır." Bir adım daha yaklaşıp gözlerime baktı. "Ama camın arkasında beni izlediğini hissediyordum." Kısılmış gözleri onu izlediğimde yaşadığı zevki gizlemiyordu. "Geleceğini biliyordum." İç geçirdi. "Bu öyle bir his ki... Seninle aramızda öyle tuhaf bir bağ var ki anlatamam."

Omuzlarıma uzanan ellerinden kurtulup geri adım attım. "Seninle aramızda hiçbir bağ yok, Miloradov. Olamaz." Odanın çıkış kapısına uzanıp hiçbir şey söylemeden Hydra'dan çıktım. Arkamda Nikolai ile birlikte arabaya yürüdüm.

Sessizlik içinde arabaya binip eve gittik. Yol boyunca hiç konuşmadık. Bu benim işime gelmişti.

Bütün gece yatakta dönüp durdum. Onun beni hayal ederek başka biriyle birlikte olduğunu bilerek, camın arkasında beni seyrederek başka bir kadını inletmesini görmeme rağmen hiçbir şey olmamış gibi burada uzanmam tuhaf histi. Ürperticiydi. Tuhaf bir biçimde bana bir şey yapmayacağını biliyordum ama bilmem gerekenden fazlasını biliyor olmak da rahatsız ediciydi. Bir namlunun ucundaymış gibi tehlikeli.

Yarın akşamki davete kadar hiç karşılaşmadık. Akşam olduğunda ise davet için getirilen kıyafete baktım. Sorgulamadan giydim çünkü zaten bir şeyleri sorgulayamayacak kadar kafam karışıktı.


Siyah dantelli, uzun kollu, uzun etekli ve derin yırtmaçlı elbiseyi giydikten sonra kırmızı tonlarının hâkim olduğu bir makyaj yaptım. Aynada kendime baktığımda hazır görünüyordum.

Kapı çaldığında hazır olduğuma emindim. Her kimse girmesine izin verdim. İçeri Nikolai girdi. Bir süre beni hayranlıkla süzdükten sonra iç geçirdi. "Çok güzel görünüyorsun." Baştan aşağı süzen gözleri çapkındı. "Daha güzel olabilir miydin?" Dudakları kıvrılırken başını iki yana salladı yavaşça. "Sanmıyorum."

Baş işaretiyle geçiştirerek karşılık verdim. Herhangi bir yanıt vermek gelmedi içimden. "Hadi gidelim şu boktan davete. Kafam kaldırmıyor artık gürültü patırtı."

Güldü adam. "Emekli yaşlı teyzeler gibi konuşman bile çok sempatik." Girmem için kolunu uzattı.

"Bence sen hâllenmek için yer arıyorsun." Uzattığı koluna baktım. "Şimdiden role girmemize gerek yok, birbirine âşık nişanlı rolü oraya kadar bekleyebilir."

"Nasıl istersen." Kabullenen bir bakışla beni önünden yürümem için buyur etti. "Orada nasıl davranman gerektiğini biliyorsun."

"Hı aynen biliyorum. Aşkından ölüyormuşum gibi, çok mutlu iki nişanlı gibi davranmamız gerekiyor." Alaycı ses tonum yeterince açıklayıcıydı. "Eksik yanım kaldı mı?"

Söylediklerime keyifle gülmekle yetindi adam. Yüzü yüzüme yaklaştı ve "Bu söylediklerinin gerçek olacağı güne kadar bekleyeceğim." derken sağ baş ve işaret parmağı çenemi okşamaya kalktı.

Hemen geri çekildim. "Hoşt!" Adımlarım merdivenlere yönelirken "Daha çok beklersin." diye söylendim.

Arkamdan elleri ceplerinde gelen adam merdiven tepesindeki aynadan göz kırptı. "Beklerim. Benim acelem yok."

Davete geldiğimizde salona girmek üzere kolunu uzattı adam. "Hazır mısın?"

"Asla olmayacağımı biliyorsun." İsteksizce koluna girdim. "Seni sevmeyen bir kadını bunlara mecbur etmek seni Valentino'dan daha mı üstün kılıyor sanıyorsun?"

"Üstünlük umrumda bile değil, Lâl. Benim istediğim tek şey sensin. Seninle mutlu olmak. Ben bunun uğruna tüm savaşlarımı bitirdim. Riccardo bana bir mutluluk borçlu."

"Onun için beni kullanıyorsun."

"Seni kullanmıyorum." Beni durdurup gözlerimin içine baktı. "Seni seviyorum. Hepsi bu."

"Ama ben seni sevmiyorum."

"Sevmek anlık olan bir şey değil. Zaman gerekir. Önce tanımalısın. Benim zamanım var. Beklemeye hazırım."

Sabit fikrini değiştiremeyeceğimi bildiğim için yanıt vermedim. Salondan içeri girdiğimizde bir balo salonu dolusu insan vardı. Bazıları tek ve gruplar hâlinde kadınlar ve erkekler, bazıları ise gülümseyerek sohbet eden çiftlerden oluşuyordu. Nikolai birkaç arkadaşıyla tanıştırdıktan sonra sıkıcı konuşmalara dâhil olmaktan bunalmıştım. Etrafta dolaşan garsondan bir içki almak için arkadaşlarıyla konuşan Nikolai'den ayrıldığımda bu davetin bir an önce bitmesi için dua ediyordum. Tam o sırada onu gördüm.

Salonda gözüme çarpan ilk şey oydu. Valentino da oradaydı. Yanında Pietro, Luigi ve Manrico da vardı ve Valent'in gözleri benim üzerimdeydi. O benden önce fark etmişti burada olduğumu. Dişlerini sıkmış delici gözlerle bana bakıyordu. Arkadaşlarıyla sohbete dalmış Nikolai'nin yanına gelip sabırsız çocuklar gibi onu çekiştirmeye başladım. Arkadaşlarına tebessüm ederek İngilizce "Anlaşılan, sevgili nişanlım bensiz bir dakika bile kalamıyor." diyerek kaşlarını kaldıran adam benimle geldi. Yalnız kaldığımızda meraklı bakışları üzerimdeydi. "Neler oluyor?"

"Beni bilerek buraya getirdin değil mi? Buradaki herkes Valent'i tanıyor, beni tanıyor. İlişkimizi biliyor. Kaldı ki Valentino'nun da burada olduğunu biliyordun. Valentino bizi görsün, öfkelensin istedin. Herkes beni senin yanında görsün. Değil mi? Planın buydu."

"Planlı değildi ama sürpriz de olmadı."

"Valentino'yu itibarsızlaştırmaya çalışıyorsun."

"Riccardo'yu gözünde fazla büyütüyorsun. Zaten sadece babasının soyadına ait olan itibarın arkasında yaşayan birinden bahsediyoruz. İtibarı bile yalnızca ona ait değil."

"Söylediklerinin hiçbiri doğru değil. Ayrıca itibarı da dâhil elinde hiçbir şeyi olmasa bile ben Valentino'yu seviyorum anladın mı?"

"Ama o sana aynı hassasiyeti göstermedi. İlk pürüzde elini bıraktı. Tutkulu aşkınızın üzerinde kara bulutlar dolaşırken bebeğinizi kaybettiğinizde seni yapayalnız bıraktı. İtibarı için bebeğinizi feda etti." Tek kaşı kalktı düşünceli bir ifadeyle. "Eh, bu kabul edilebilir bir durum."

"Ne zırvalıyorsun sen be? Kapa çeneni!"

"Gerçekleri söylüyorum. Çiftler bebek kaybı gibi travmalar yaşadıktan sonra aralarındaki tutku bitebiliyor, zamanla kardeş gibi olabiliyorlar. Sizin tutku dolu aşkınızın üzerinde dolaşan kara bulutlar gibi."

"Senden âlâ kara bulut mu var?" Öfkeyle fısıldadım. "Siktir git! Onun hakkında bir bok bildiğin yok."

Öfkeyle yanından ayrılıp tuvalete girdim. Aynanın önünde ellerimi tezgâha dayamış kendime bakıyordum. Şu durumda en öfkeli olduğum kişi kendimden başkası değildi. Nikolai'nin kurduğu oyuna her geçen gün biraz daha çekildiğime inanamıyordum. Elim kolum bağlıydı. İçeri Valentino girdiğinde tüm öfkemi ondan çıkardım. "Sen de yettin artık be! İyice yol belledin kadınlar tuvaletini! Çık dışarı!"

Söylenmelerime kulak asmıyor gibi yarım ağız güldü elleri ceplerinde olan adam. "Bunu da yaptın yani. O adamın kollarında buraya da geldin."

Umursamaz görünmeye çalışarak aynadaki yansımama baktım. Onunla göz göze gelmemeye çalışıyordum. "Senin de burada olduğunu bilmiyordum."

"Benim de burada olduğumu bilmiyordun." Homurdanarak tekrar etti söylediklerimi inanmaz bir biçimde. Adım adım bana yaklaştı. "Tek savunman bu mu?" Sırtıma çarpan sert göğsü ve elleri vücudumu mengene gibi sarmıştı.

"Ne yapıyorsun, bırak beni!" Kollarından kurtulmak için çırpındım. Çırpındıkça onun kollarında buldum yine kendimi. "Bırak." diye fısıldadım çaresiz bir öfkeyle.

Başı sağ omzumdan yükselip yüzüme yaslanırken aynadaki yansımama baktı. "Seni bırakayım mı? Gerçekten mi?" İnanmaz bakışları beni süzüyordu. "Bunu bana en son söylediğinde benden hamile kalmıştın, unuttun mu?"

"Valentino, bırak!" Ona karşı koyamamak ürkütücü bir güçtü. Onun dokunuşlarının büyülü gücü. Büyülü ve tehlikeli. Kendi irademe hâkim olamamak. "Bırak." Erkeksi kokusunun burnuma dolmasına engel olamıyordum. "Lütfen." Kolları belimi sarıp beni kendine döndürdüğünde çırpınamayacak kadar düşmüştüm ağına. Yalvarırcasına çıkmıştı lütfen kelimesi dudaklarımdan. Ellerim yüzünü avuçlamıştı bile. "Bunu yeniden başlatma, Valentino."

Gözlerime baktı ve dudaklarımı sert bir tutkuyla öpmeden önce "Hiç bitmemişti ki." diye mırıldandı. Dudakları dudaklarımı öpmekten yorana kadar buna devam etti, sonra boynuma indi. "Onunla buraya nasıl gelirsin..." diye homurdanırken kıyafetimin omuzlarını sıyırmıştı bile. "Onu sevmiyorsun bile." Öpüşleri hırçın dalgalar gibi göğüslerime indiğinde konuşmaya devam etti. "Sana dokunmasına bile tahammül edemiyorsun."

"Valentino..." Onun kollarından kurtulmaya çalışsam da bunun için samimi bir çaba harcadığımı söyleyemezdim. Bana dokunuşları bile yeniden uyanmama sebep oluyordu.

"Benim sana dokunduğumda olduğu gibi zevkten titremiyorsun." Kulağıma eğilip "Herkesi kandırabilirsin. Ama beni kandıramazsın." diye fısıldadıktan sonra kulak mememi emdi, dilini kulak arkamdan boynuna kadar düzensiz hamlelerle indirdi. "Sen bana aitsin. Yalnızca bana..."

Elbisemin eteğini yukarı sıyırıp yırtmacını araladı. Bacaklarımı açıp arasına ustalıkla yerleşti. Pantolonundaki sert baskı bacaklarımın arasında patlamak üzere olduğunu hissettiriyordu. Ellerim saçlarında rotasını kaybetmiş bir biçimde gezinirken ben de içimde olmasını en az onun kadar istediğimi inkâr edemeyecek durumdaydım. Bacaklarımı biraz daha araladım ve dudaklarıyla sertçe göğüslerimi emen ve dişleyen adamın iç çamaşırımı hızlıca çıkarıp içime girmesine izin verdim. Dudaklarımdan engel olamadığım sert bir inleyiş koptuğunda herhangi birinin duymuş olma ihtimalini düşünmeden edemedim. Ellerimi ağzımla kapatırken büyük bir suç işlemiş gibi hissediyordum. Ama o an öyle bir durumdaydım ki bu gibi şeyleri önceden düşünüp kendime engel olamıyordum. Tıpkı iniltilerimi durduramadığım gerçeği gibi.

Elleri kalçalarımı sıkıp kendine daha da fazla çekerken nefes alamıyordum. Ama bu insanı doruklara çıkaran heyecan verici bir histi. İçimdeki hamleleri beni kendimden geçirirken "O kadar ıslanmışsın ki içine girmekte zorlanmadım bile." diye mırıldandı. "Hâlâ seni bırakmamı istiyor musun?"

Ona olan zaafımı yüzüme vururken acımasızdı ve haklıydı. Bana dokunuşları yadsınamaz bir biçimde harekete geçmemi sağlıyordu. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi içime patladı tüm aşk tohumları. Dudaklarından kontrolsüz bir inilti çıktığında benimle aynı kıvranışı hissettiği apaçıktı. İkimiz de zevkin doruklarına çıktığımızda vücudum bir pelte gibi onun göğsüne yaslanırken kendimi zorladım ve ondan uzaklaştım. Nefes nefese "Çık git buradan." diyebildim yalnızca.

Kemerini bağladıktan sonra bakışları bana döndü. "Bir şey var." dedi şüpheyle gözlerini kısarak. "Bana söylemeyeceğini biliyorum, inkâr edeceğini de. Ama çözeceğim, Lâl. Neler döndüğünü anlayacağım. Kollarımda zevkten titremene rağmen benden neden ölümüne uzak durduğunu öğreneceğim."

"Bir şey döndüğü yok. Bizi bu hâle senin yalanların getirdi."

"Bu yüzden mi gerçek her neyse bana anlatmıyorsun?"

"Gerçek diye bir şey yok, Valentino. Bittiğini kabullen artık."

"Bunu saniyeler önce kollarımda inleyen kadının söylemesi çok ironik."

"Valentino. Sözleşmeyle beni kulübe bağlaman, olmadık yerlerde karşıma çıkman, benimle burada sevişmen... Bu yaptıkların her şeyi zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor."

Beni duymazdan gelerek "Seni ona bırakmayacağım." derken tehditkâr bir biçimde işaret parmağını sallıyordu. "Eğer beni artık sevmediğine bir an bile inansaydım peşini bırakırdım. Ama böyle olmadığını ikimiz de bilmiyoruz." Benimle polemiğe bile girmeden tuvaletten çıktı. Biliyordu. Bir şey olduğunu biliyordu. Belki de hissediyordu. O kadar emindi ki benimle tartışmıyordu bile. Çok dikkatli davranmalıydım. En azından Nikolai'den istediklerimi elde edene kadar.

Toparlanmam dakikalarımı almıştı. Üstümü başımı düzeltip aynaya baktığımda yüzüm kıpkırmızıydı. Hafif bozulan makyajımı tazeledim ve yüzüme çeki düzen verip tuvaletten çıktım.

Salona döndüğümde Nikolai bir adamla konuşuyordu. Uzun boylu, kemik rengi takım elbiseli esmer ve kirli sakallı hoş bir adamdı ve onu daha önce hiç görmemiştim.

Nikolai o yabancı adama dişleri arasında "Bizden uzak dur." diye mırıldanırken benim onları duymadığımı düşünüyor olmalıydı ama duymuştum. Onlara yaklaştığımda aralarındaki sohbetin gergin atmosferini dağıtmışlardı. Gözleri bizi süzdükten sonra Nikolai'ye elini uzattı adam. İtalyanca konuşmaya başladı. "Nikolai, seni burada görmek ne büyük sürpriz."

Göz ucuyla bana bakan adam, az önceki tehditkâr konuşmasının aksine sıradan bir tavır takınma gayreti gösterdi. "Fabricio." İsteksizce elini sıktı Nikolai. "Seni burada beklemiyordum."

"Aynı şekilde ben de." Adam bana döndü. Bakışları imalıydı. "Sonunda tanışma fırsatı bulabildik." Sanki beni tanıyor gibi elini uzattı. "Fabricio Castelli." Adam elini bana uzatırken Nikolai bakışlarıyla adamı bıçaklıyor gibiydi. Bu durumdan hiç hazzetmediği belliydi.

Parmaklarımın ucuyla nezaketen el sıkıştım. "Lâl Alsancak." Castelli. Bu soyadı bana nereden tanıdık geliyordu acaba? Çıkaramamıştım.

"Sizi tanıyorum."

Merakla kaşlarımı çatarak cevap bekledim. "Ben hatırlayamadım sizi."

"Siz beni tanımıyorsunuz zaten. Ben sizi tanıyorum." İmalı ses tonuyla ekledi. "Valentino Riccardo aracılığıyla." Açık yüreklilikle "Valentino benim çok eski dostumdur." diyerek devam etti. Sonra aynı iğrenç imalı bakışlarını Nikolai ile benim üzerimde gezdirdi. "Tabii, aşkın nereden geleceği belli olmuyor."

Tam ağzının payını vermek için ağzımı açtığımda elimi tutarak beni durduran Nikolai "Evet, aynen öyle." dedi ve konuyu kapattı. "Her neyse, daha sonra görüşürüz Fabricio. Hoşça kal."

Alelacele beni Fabricio Castelli denen adamın yanından kaçırırcasına uzaklaştırdığında ona döndüm. "Ne oluyor?"

"Anlamadım?"

"Kimdi o adam? Neden bu kadar tedirgin oldun onunla konuşmamdan?"

"Seni öfkelendirdi, neredeyse gerçeği söyleyecektin." Ciddi bir dürüstlükle "Ben seni korudum." dedi. "O tehlikeli bir adam. Ve emin ol Riccardo'yla değil de benimle birlikte olduğunu bilmesi senin hayatını kurtarır. Söylediklerinin aksine Valent'in dostu falan değil. Onu yok etmek isteyen düşmanlarından biri." Keyifsiz bir yüz ifadesiyle ekledi. "Ve Riccardo'yla aynı fikirde olmak benim için ne kadar can sıkıcı bilemezsin ama ne yazık ki ikimiz de Castelli ailesinden hazzetmeyiz."

"Düşmanımın düşmanı benim dostumdur kuralına ne oldu?"

"Şimdilik rafa kalktı." Merakla onu seyrettiğimi fark eden adam "Sırf Riccardo'yu öfkelendirmek için pislik biriyle anlaşmaya oturacak kadar onursuz değilim." diye açıkladı. "Benim de prensiplerim var." Son kez uyarırcasına gözlerime baktı. "Ondan uzak dur." Yeni aklına gelmiş gibi kuşkuyla sordu. "Sen nerelerdeydin? Çok uzun süre ortalardan kayboldun."

Renk vermemeye çalışarak her zamanki iğneleyici tavrımı takındım. "Tuvalete gitmek için senden izin almam gerektiğini unutmuşum kusura bakma."

Neyse ki uzatmadı. Aksi hâlde bende sabır kalmamıştı, aniden Valentino'yla olduğumu söyleyip anlaşmayı bozabilirdim. O kadar sıkılmıştım yani. Ancak bu, şu aşamada stratejik bir hata olurdu. Çektiğim bunca şey boşa gitsin istemezdim.

Eve döndüğümüzde odama kapandım. Aklım karmakarışıktı. Valentino'yla yaşadıklarımız beynime çakılan yeni bir çivi gibiydi. Uyumaya çalıştım. Tüm gece dönüp durdum.

Sabah çok erken kalktım. Bahçede biraz yürüyüşe çıktım. Temiz hava biraz iyi gelecekti. Özellikle benim beynimin oksijene ihtiyacı vardı çünkü çok mantıksız kararlar veren bir beynim olduğunu inkâr edemezdim. Kulaklıklarımı takıp müzik dinlerken biraz yürüdüm, koştum.

Yaşarım, bunu sana sormam
Bu hayat benim, esir olmam sana
Evrende küçücük bu dünya
Ama büyük, lan, o egomdan
Yaşarım, bunu sana sormam
Bu hayat benim, esir olmam sana
Evrende küçücük bu dünya, bak
Ama büyük lan o egomdan, ha-ha
Severim, gelir bi' anormal
Gülerim, gelir bi' anormal, ulan
Sana mı kaldı koca dünya? Bak
Dönüyo', dönüyo' bu devran, he-hey
Yazmışlar beni gerçeğin hükmüne filozoflar
Bu yıldızlar sorulur Oz diye sarhoştan
Sormuşsan, sen de bi' yol beni bulmuşsan
Başka bi' çağdayken gel yaşamaya çalış bu yüzyılda, bak
Almışlar, beni bi' ilah, bi' silah gibi yere koymuşlar
N'olur gerçeğim uğruna kendimi müzikle vurmuşsam, ha?
Dağılan beynim sürreal akşamlarına bi' süpernova
Zamanda yolcular anladı beni "Niye?" diye hiç şaşırmadan, yo-oh
Aşınmadan, gül sen o fikrimi aşırmana
Zaten yavşaklar yapamaz bi' uyuz gibi kaşınmadan, la-ayn
Bu sisteme ait değilim ve hiçbi' yobazlığa ait değil
Yaşarım geldiği gibi, lan, kimse bu ruhuma sahip değil, Oz
Şahitliğim, bu hayattaki tek şahitliğim
Yaratır yine bi' anarşistliği, lan, sökmez bana senin artistliğin, göt
Egoysa on misliyim, evet ama gömüyorum her narsistliği
Kırarım tüm zincirleri, layn, kimse bu aklıma sahip değil
Kimse bu aklıma sahip değil
Kimse bu aklıma sahip...
Kimse bu ruhuma sahip değil (Kimse bu ruhuma sahip değil)
Kimse irademe sahip değil
Yaşarım, bunu sana sormam
Bu hayat benim, esir olmam sana
Evrende küçücük bu dünya
Ama büyük lan o egomdan
Yaşarım, bunu sana sormam
Bu hayat benim, esir olmam sana
Evrende küçücük bu dünya, bak
Ama büyük lan o egomdan, ha-ha
Severim, gelir bi' anormal
Gülerim, gelir bi' anormal, ulan
Sana mı kaldı koca dünya? Bak
Dönüyo', dönüyo' bu devran, he-hey
Yaşarım, bunu sana sormam, sormam (...yere koymuşlar)
Sormam, sormam (...kendimi müzikle vurmuşsam, ha?), sormam
Sormam (...vurmuşsam, ha?), sormam, sormam
(...süpernova)


Hayatımın kontrolü ellerimden kayıp gidiyordu. Her şeyi yoluna sokmam gerekiyordu. Bunun bir yolu olmalıydı. Tüm bunları düşünürken eve yaklaşmıştım. Telefonum çaldı. Arayanın Pietro olduğunu görünce yavaşladım. Dışarıda daha rahat konuşurduk, etrafımda gardiyanlar olmadan. Aramasını yanıtladım.

"Sana söylemem gereken çok önemli bir şey var."

"Dinliyorum." Pietro'nun sesinde tuhaf bir his vardı ve bu sebepsizce korkmama yol açtı.

"Söylediklerinden sonra tüm bağlantılarımı kullanıp araştırdım. Ama abin Engin'in yaşadığına dair tek bir bilgi yok. Bunu söylemek benim için çok zor ama büyük ihtimalle Nikolai seni kandırıyor. Abinle alakalı zaafını kullanarak seni yanında tutmaya çalışıyor."

Yüzüm alev alev yanmaya başladı. Yanaklarım iki alev topu gibi cayır cayırdı. Duyduklarımla öfkelenmiştim. Neredeyse onun samimiyetine inanmak üzereydim. Neredeyse. "Gözden kaçırdığımız bir detay olamaz mı? Yani abim kesinlikle yaşamıyor, öyle mi?"

"Çok üzgünüm."

Telefonu kapattım ve elimde öfkeyle sıktıkça sıktım. Beni aptal yerine koymuştu, kandırmıştı. Acımasızca umutlarımla oynamıştı. Ben de ona aynı şeyi yapacaktım. Onu kandırıp umutlarıyla oynayacaktım. İmzamı beynine atmadan intikamımı almış sayılmazdım. Benimle oynamanın bedelini ödeyecekti.

Eve girdiğinde Polina'dan Nikolai'nin odasında olduğunu öğrendim. Merdivenleri çıkıp odanın geldiğimde kapıyı çaldım. Niko'nun sesini duyunca içeri girdim. Önündeki kahvesini yudumlayıp bir eliyle maketiyle dalgınca oynarken beni gördüğüne şaşırdığı belliydi. "Lâl..."

Söyleyeceklerimi uzatmaya niyetim yoktu. Her zamanki girizgâhı yok sayan hâlimle konuya daldım. "Nikolai, evlenme teklifin hâlâ geçerli mi?"

"N-Ne?" Allak bullak olmuş yüz ifadesiyle şaşkındı adam. "Tabii, elbette geçerli." Hayretle ekledi. "Lâl, sen yoksa..."

"Evlilik teklifini kabul ediyorum." Buz gibi soğuk ve duygusuz bir ifadeyle söylemiştim bunu. Bön bön yüzüme bakan adamın söylediklerimi idrak ettiğinden emin değildim. "Tek seferde anladın mı yoksa tekrar etmem gerekecek mi?"

"Sen ciddi misin?"

"Şaka mı olmasını isterdin?"

"Hayır, hayır! Ben-" Aniden ayağa kalktı ve sağ eli alnına giderken şaşkınlıkla güldü. "Şuan bunların güzel bir rüya olmasından korkuyorum sadece. Lâl, beni dünyanın en mutlu adamı yaptın." Beklemediğim bir hamle geldi, gelip sevinçle bana sarıldı.

Onunla temas etmek, isteyeceğim son şeydi. Ama istediğim bir şeyi de elde ettiğimi inkâr edemezdim. Amacım tam olarak buydu. Nikolai'yi önce dünyanın en kutlu adamı yapıp göklere çıkarıp düğün günü terk edip umutlarını yıkmak. Onu itibarsızlaştırmak. Tıpkı Nikolai'nin bana ve Valentino'ya yaptığı gibi.

...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌞 Yeni bölümle karşınızdayım ama bu kez yazar notunu uzatmayacağım çünkü yeni bölümün tadını çıkarın istiyorum! 💖 Bölümü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Yeni bölüm hakkındaki tahmin, teori ve istek sahnelerinizi de buraya alabilirim. Veee geçen bölüm Lâl'in Ozbi Sana Sormam dinlemesiyle alakalı istek sahneyi aldığımdan beri bu şarkıyı dinliyorum. Gerçekten de şarkı Lâl için yazılmış gibi. 👌🏻 Umarım istek sahneyi isteyen güzel dostumuz beğenmiştir. ❤️ Son olarak hayalinizdeki Lâlentino sahnelerini de buraya yazabilirsiniz, gördüğünüz gibi istek sahnelerinize ve yorumlarınıza çok önem veriyorum. Bu yüzden yorumlarınızı eksik etmezseniz çok ama çok sevinirim. Sizin için bir şekilde internet paketi yaptım, yani bir süre daha yeni bölüm paylaşabileceğim bir ortam hazırladım, siz de ona göre bol yorum yaparsanız çokça mucuklarım sizi. 💋 Sevgiler bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%