Yeni Üyelik
68.
Bölüm

❅ Napoli'de Bir Gece | 47

@buzlarkralicesi

-47-

❝Lâl❞

Bir yapboz parçasını daha birlikte yerine yerleştirdikten sonra gururla gülümsedik. "İşte oldu." dedim. Nadia'yla zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. İkimiz de sessizlik içinde dinlenip kendimize vakit ayırabiliyorduk. Ancak bu kez farklı bir şey oldu.

Sandığımın aksine aramızdaki sessizlik bozuldu. "Abimi seviyor musun?"

Beklenmedik bu soruyla şok oldum. "Sen, konuşabiliyor musun?" Benim yanımda daha önce hiç konuşmamıştı. Bu yüzden konuşup konuşamadığını bilmiyordum.

Genç kız gözlerimin içine bakarak başını salladı. Kısa bir an sonra "Abimi seviyor musun?" diye sordu yeniden.

Bu sorudan kaçamayacağım ortadaydı. "Ben..." Yanaklarımı şişirip nefesimi bıraktım. Ne diyebilirdim ki? Kalbimin sahibi belliydi. Ama Nadia için abisi Niko'nun ne demek olduğunu da çok iyi biliyordum. Bu yüzden gerçekleri pat diye yüzüne söyleyerek kalbini kırmaktan korkuyordum.

Yanıt gelmeyeceğini anlamış gibi "O çok iyi biri. Ve sevilmeyi hak ediyor." dedi Nadia. "Artık onun mutlu olmasını istiyorum." Yavaşça başını sallayarak düzeltti. "Mutlu olmanızı istiyorum."

Nadia'nın abisine değer veren bir kız kardeş olarak böyle düşünmesinden daha doğal bir şey göremiyordum. Ancak bilmediği bir şey vardı ki bu da Nikolai'yle mutlu olamayacağımızdı. Başkasına âşık biriyle mutlu olunmazdı. Miloradov da bunu anlayacaktı. Tabii buna vakti olmadan terk edileceğini göz önünde bulundurmazsak.

Odadan çıktığımda Nikolai kapının önünde elleri ceplerinde duvara yaslanmış bana bakıyordu. Onu karşımda görmeyi beklemiyordum. "Sen de mi buradaydın?" Adamın kendi evinde gezinmesi kadar doğal bir şey yoktu ama yine de bu yerli yersiz karşıma çıkmasından hoşlanmam gerektiği anlamına gelmiyordu.

Olduğu yerde doğruldu. "Seni bekliyordum."

"Hayırdır, ne için?"

"Senin için bir sürprizim var."

"Sürprizlerden hoşlanmam." Yalandı bu. Sürprizleri severdim. Hele sevdiklerim tarafından yapılan yerinde sürprizler fena hâlde tavlardı beni. Burada tek sorun, sürprizin sevdiğim biri tarafından yapılmadığıydı. Üstelik sırası olduğunu da düşünmüyordum. Bunca derdin arasında bir de Nikolai'nin sefahat aktivitelerini düşünemeyecektim.

"Bundan hoşlanacaksın." O kadar ısrarcıydı ki kabul etmek zorunda kaldım. "Seni bir yere götüreceğim."

Sabırla nefes verdim. "Miloradov, umarım beni bir ormana götürüp boğazımı kesersin yoksa sürprizin hoşuma gitmezse vaktimi boşa harcadığın için canını fena hâlde sıkarım." İsteksizce onu takip etmeye başladım.

❝Nikolai❞

Bahçede kahvemi yudumlarken etrafı seyrediyordum. Lâl yine Nadia'nın odasındaydı. Onların bu kadar iyi anlaşması, Nadia'nın onu böylesine sevmesi, Lâl'in onunla şefkatle ilgilenmesi inanılmazdı. Zamanla Lâl, Nadia'nın en güvendiği insanlardan biri hâline gelmişti. Onun iyileşmesine yardımcı oluyordu. Bunu beklemiyordum. Bir kez daha hayran olmuştum ona. Rüyalarımda bile göremeyeceğim bir kadındı Lâl. Mükemmeldi. Ve ben onunla evleniyordum.

Her şeye rağmen bazı gerçeklerin farkındaydım. O hâlâ Riccardo'yu seviyordu. Ona âşıktı. Bu yüzden onu kazanmak için savaşmam gerektiğinin de farkındaydım. Ben de savaşacaktım Ellerimi kirletmem gerekse bile.

Numarayı tuşladım ve yanıt vermesini bekledim. "Ne istiyorsun piç kurusu?"

Güldüm. Öfkeli sesi her şeyi yeterince anlatıyordu. "Bilmen gerekir diye düşündüm." Hattın diğer ucunda sessizlikle bekleyen adama "Çok yakında Lâl ile evleniyoruz." dedim. "Seni de aramızda görmekten mutluluk duyarız."

"Ne saçmalıyorsun sen?"

"İnanmıyorsan evleneceğimiz gün törenimize davetlisin."

Telefon suratıma kapandığında Riccardo'nun ne kadar öfkelendiğini anlamak benim için zor değildi.

Kahvemi bitirdiğimde içeri girdim. Aylak aylak etrafta gezindikten sonra sıkıldığımı hissettim. Merdivenlerden yukarı çıkıp Nadia'nın odasına kadar geldiğimde ellerim ceplerimde duvara yaslanmış onun çıkmasını bekliyordum.

Lâl odadan çıktığında karşısında beni görmeyi beklemediği kesindi. "Sen de mi buradaydın?"

Yaslandığım duvardan doğruldum. "Seni bekliyordum."

Merakla gözleri kısıldı. "Hayırdır, ne için?"

"Senin için bir sürprizim var."

"Sürprizlerden hoşlanmam."

"Bundan hoşlanacaksın." İsteksiz olduğu belli bir biçimde kabul etti. "Seni bir yere götüreceğim."

Nefesini serbest bıraktı. "Miloradov, umarım beni bir ormana götürüp boğazımı kesersin yoksa sürprizin hoşuma gitmezse vaktimi boşa harcadığın için canını fena hâlde sıkarım."

Dudaklarım kıvrılırken keyifle güldüm. Espri yeteneğine her zaman hayran olmuşumdur.

❝Valentino❞

"Bilmen gerekir diye düşündüm. Çok yakında Lâl ile evleniyoruz. Seni de aramızda görmekten mutluluk duyarız."

Duyduklarımla donup kaldım olduğum yerde. "Ne saçmalıyorsun sen?" Böyle bir şey mümkün değildi. Lâl beni kızdırmak için bile olsa bu kadar ileri gitmezdi. Benden intikam almak için bu kadarını yapmazdı.

"İnanmıyorsan evleneceğimiz gün törenimize davetlisin."

Telefonu kapatıp öfkeyle elimde sıktıkça yüzüm alev almıştı. Bu mümkün değilse Nikolai nasıl bu kadar kendinden emin olabilirdi? Pietro'ya döndüm. "Ne diyor bu O orospu çocuğu?" Luigi de Pietro da merakla bana bakarken "Lâl ile evleneceklerini söylüyor." dedim inanmaz bir biçimde.

Luigi önce Pietro'ya, sonra bana baktıktan sonra dişlerini sıktı. "Lâl böyle bir şey yaptıysa bu kez gerçekten çizmeyi aştı!"

Sakin fakat kafası karışık bir şekilde "Lâl böyle bir şey yapmaz." diyen Pietro ise söylediklerine kendi de inanmaya çalışır gibiydi. "Böyle bir şeyi kabul etmez."

"O adamın evinde kalıyor ama!"

"Bu başka, Luigi!"

Luigi şüpheyle gözlerini kısarak "Senin bir bildiğin mi var?" diye sordu kardeşine.

"Bildiğim ne olabilir ki? Sadece Lâl'i tanıyorum."

O pisliğin söyledikleriyle duyduklarıma bile şüphe duyarken "Lâl'i ben bile tanıyamamışım, sen nasıl tanıdığını sanıyorsun..." diye söylendim. Kendi içimdeki düşünceler bana düşman gibi beynimde bir mezar kazıp duruyordu. Beni cezalandırmak için bu kadar ileri gidebilir miydi? Ya da gerçekten ona karşı bir şeyler mi hissediyordu?

Pietro ve Luigi çıktığında odada bir o yana bir bu yana yürürken düşündüğüm tek şey, gerçeği öğrenmem gerektiğiydi. Bu doğru olamazdı. İnanmak güçtü. Ama eğer doğruysa buna engel olmalıydım. Onunla konuşmalıydım. Gerçeği ancak bu şekilde anlayabilirdim.

❝Lâl❞

Lüks bir gelinlik mağazasına girdiğimizde gözlerimi devirdim. "Bu ne şimdi?"

Tavrımı umursamayan Nikolai açık yüreklilikle "Evlilik teklifimi kabul ettiğini hatırlıyorum." diye yanıt verdi.

"Gelinlik gibi abartılı bir şeye gerek yok." Sonuçta bu düğün olmayacak.

Adam "Bence var." diye karşılık verirken kendinden emin görünüyordu. "Her şey gerektiği gibi olmalı. İlk defa evleniyoruz." Beni baştan aşağı süzerken iç geçirdi Nikolai. "Seni gelinlikle görmek için sabırsızlanıyorum." Hiç beklemediğim bir biçimde ellerimi tutup gözlerimin içine baktı. Ellerimi geri çekmek için hamle yaparken bu kararıma saygı duymakla yetindi adam. "İki gün sonrası için en iyi organizasyon şirketiyle anlaştım."

Hayretle "Bu kadar çabuk mu?" diye sordum.

Biraz şüphe uyandırıcı bulmuş olacak ki tek kaşını kaldırarak "Yavaş mı ilerlemesini isterdin?" sorusunu yöneltti. Kararımdan emin olup olmadığımı ölçmeye çalışıyor gibiydi. "Abine kavuşmak için sabırsızlandığını sanıyordum." Yalancı şerefsiz.

Tamam, bunu biliyor olabilirsin ama sakın son ana kadar belli etme Lâl. Öfkene hâkim olmayı öğrenmelisin. Normalde bana sorup haber vermeden böyle bir karar vermesine inanılmaz öfkelenirdim ana iyi tarafından baktım. Almak istediğim intikam için kendi elleriyle zemin hazırlıyordu. Beklememe veren yoktu. "Öyle tabii de..."

"Kararından emin değil misin yoksa?" Sorgulayan bir ifadeyle arka cebindeki telefonu eline aldı. "İstersen arayıp erteleyebilirim."

"Yo, hayır. Böylesi daha iyi." Birkaç saniyeliğine hiçbir şey yapmadan öyle birbirimize baktık. "Ne?" Herhangi bir şey söylemeden bana bakan adama "Sen de mi gelinlik deneyeceksin?" diye sordum.

Başını öne eğerek güldü. "Hayır, seni izleyeceğim." Cana yakın gülümsemesiyle ekledi. "Üzerinde nasıl duracağını merak ediyorum. Görmek istiyorum."

"O gün göreceksin zaten." Önemli bir bilgi verir gibi kaşlarımı kaldırdım. "Hem düğünden önce gelini gelinlikle görmek uğursuzluk getirir."

"Uğursuzluklara inanmam."

İnatla kalmak istiyordu. Öne sürerek başka bahanem kalmamıştı. Bu yüzden onunla uğraşmayı bıraktım ve bu soytarılığın bir an önce bitmesi için elimi çabuk tutmaya karar verdim.

Güler yüzlü ve ilgili bir biçimde bizi karşılayan mağaza sahibi "Hoş geldiniz Lâl Hanım, biz de sizi bekliyorduk." diyerek deneme kabini ve platformun olduğu yere buyur etti. Askıda ayrılmış bir sürü gelinlik vardı ve belli ki hepsi benim denemem için ayrılmıştı. Bu kadar çok gelinliği görünce o kadar bunaldım ki başım döndü.


Victorian tarzı korse efekte sahip düşük omuzlu, kupürleri abartı olan bir gelinlik askısı uzattı kadın. "Size çok yakışacak."

Kollarını birbirine bağlamış Nikolai ise kaçamak bakışlarla beni süzüyordu. Canım sıkılıyordu. O yanımdayken rahat olamıyordum. İsteksizce askıyı alıp kabine girip denedim. Aynada kendime baktım. Olmuştu. Tamam, yeter, olur bu dedim kendi kendime. Abartı falandı ama giydiğim ilk gelinliği beğenerek bu romantik komedi soytarılığına bir son vermek istiyordum. Bu yüzden kabinden çıkmadan "Tamam, bu gelinlik oldu! Bunu alabiliriz!" diye seslendim.

Nikolai sesinin yakından geldiği ve güldüğü belli olan sesiyle "Dışarı çıksan da biz de görsek." demesi üzerine perdeden dışarı yalnızca kafamı çıkardım. Kabinin yanındaki duvara yaslanmış kollarını kavuşturan adam bana bakıyordu.

Köşedeki mağaza sahibi kadın gülerek yüzüyle onayladı. "Bir potluk varsa düzeltmemiz için az bir zaman var."

İsteksizce kabinden çıktım. Tüm gözler benim üstümdeyken huzursuz hissediyordum. Üstelik Nikolai bana öyle dalgın dalgın bakarken.

Memnuniyetini ve hayranlığını gizlemeksizin "Çok..." diye mırıldandı ve nefes aldı. "Güzelsin."

"Bence de çok yakıştı."

Kadının sözü üzerine aynada kendime bakarken "Bence çok abartılı oldu." diyerek fikir belirttim. "Daha sade bir şey yok mu? Kefen mesela?"

Kadın söylediğimden hiçbir şey anlamadan birkaç saniye baktıktan sonra "Daha sade bir şey istiyorssanız..." dedi ve askıdaki başka bir gelinliği seçip uzattı. "Bir de bunu deneyin isterseniz."

Başımla onaylayarak Nikolai'ye döndüm. Bu kez daha kararlı bir biçimde "Senin beklemene gerek yok." dedim. O buradayken diken üstünde hissediyordum. "Böyle şeyleri kadınlar halleder. Sen git."

Baş işaretiyle kadını gönderdi ve baş başa kalmamızı sağladıktan sonra bana doğru bir adım attı. Gözleri hâlâ beni baştan aşağı süzüyordu. "Yanımda rahat hissetmediğinin farkındayım. Senin için ne kadar zor bir karar olduğunun da." Gözlerimin içine baktı samimiyetle. Samimi sanıyordum. Diğer yalanları gibi. Anlaşılan Oscarlık bir oyuncuymuş. "Ama sana defalarca söylediğim gibi, hiçbir şey için acelem yok. Sen istemedikçe sana dokunmayacağım. Sonsuza dek bekleyebilirim." Son kez beni süzdükten sonra aldığı nefesi usulca verdi. "Şimdi gidiyorum. Ama iki gün sonra düğünümüzde seçtiğin gelinlikle seni görmeyi sabırsızlıkla bekleyeceğim." Arkasını dönüp gitti.

Tüm yalanlarına rağmen bu kadar dürüst görünmeyi nasıl başarıyordu acaba? Bunun üzerine çok çalışmış mıydı? O anki öfkeyle kadının elime tutuşturduğu yine abartılı kupürleri ve dantelleri paketinden taşan saçma sapan gelinliği yerine koydum. Daha sade bulduğum bir gelinliği askıdan alıp kabine girdim.


Tül kolları olan ufak göğüs dekolteli saten bir gelinlik denedim. Daha sadeydi. Duruma daha uygun. Gerçi şu anki duruma uygun tek şey siyahlar içinde bir yas elbisesiydi, onu da burada bulamazdım. Ayakkabıma takılan eteğin ucunu düzeltmek için eğildim. Amma da cafcaflıydı bu gelinliklerin hepsi. En sadesinin bile eteğinde olmadık şeyler vardı. Ayakkabımdan eteğin ucunu kurtardıktan sonra doğrulduğumda kabinin duvarında kollarını birbirine bağlamış bana baktığını görüp irkildim.

Şaşkınlığımı atlattıktan sonra öfkeyle kaşlarımı çattım. "Senin ne işin var burada?" Sessizlikle suçlayıcı bakışları beni süzüyordu. "Sana soruyorum Valentino, ne arıyorsun burada? İzinsiz nasıl girersin bu kabine?" Hayretle kaşlarını kaldıran adamın alayla karışık öfkeli bakışları altında ezilmeme ramak kalmıştı.

"Evleniyormuşsunuz."

Gerçeği ona söyleme gibi bir niyetim yoktu çünkü eğer söylersem bütün plan mahvolurdu. Bu yüzden "Evet." dedim. Şuan ne düşündüğünü anlayabiliyordum, hak da veriyordum ama Nikolai'ye yaptıklarını ödetmeliydim. Eğer Valent'e anlatırsam beni burada tutmazdı, alır götürürdü. Bense bunu istemiyordum. Benim Niko'yla meselem şahsiydi. Ve intikamımı alacaktım.

Kolları öfkeyle serbest kalırken bana bir adım attı. Gözlerinde oynaşan alevler tüm bedenimi yakıyordu. "Nasıl yaparsın bunu?" İfadesiz bir biçimde durduğumu gören adam daha da çileden çıktı. "Cevap ver!"

"Ne yapıp yapmayacağımı sana soracak değilim, Valentino!"

Bir adımda bedenlerimizi birbirine yapıştıracak kadar bana yaklaşan adam yüzüme bakıyordu. "Beni severken onunla nasıl evlenirsin? Beni böyle mi cezalandırmayı düşünüyorsun?"

"Valentino kimseyi cezalandırdığım yok." Başımı yan çevirdim burun buruna geldiğimizde. "Bırak beni."

"Lâl, çok büyük bir hata yapıyorsun. Neye bulaştığının farkında bile değilsin."

"Sen bile beni korkutamazken Niko'dan mı korkmamı bekliyorsun?"

"Her şeyi bir kenara bırak..." Yüzümü ondan uzaklaştırmaya çalışsam da burnunu burnuma sürterek dudakları dudaklarıma fısıldamaya devam etti. "Beni severken onunla nasıl evlenirsin? Hâlâ beni severken..." Tehlikeli bir yakınlıktı aramızdaki. Vücudum o bana yaklaştıkça alarm veriyordu. Onun kokusu bile sarhoş olmama yetiyordu.

Yutkundum ve gözlerine bakmamaya çalıştım. "Hâlâ seni sevdiğimi nereden çıkarıyorsun ki?"

"Balo tuvaletinde benim için ıslanan kadın mı bunu söyleyen?" Dudakları dudaklarıma değerken ateşli mırıltıları beni kendimden geçirmeye hazır gibiydi. "Altımda inleyen..."

Başımı geriye atarak "Yeter!" dedim nefes nefese. "İstemiyorum. Bitti."

"Biten nedir?"

"Nikolai'yle evleniyorum, Valentino. Bunu kabullensen iyi edersin."

Keskin fısıltıma karşılık cin çarpmışa dönmüş gibi geri çekildi adam. Yüzüme şaşkın bakışlar atarken öfkesi ve hayreti gözlerimin önünde yaşıyordu. "Seni tanıyamıyorum artık. Ne yaptığının farkında mısın, Lâl?"

"Yaptığım her şeyin farkındayım."

Uyaran ifadesiyle gözlerimin içine bakan adam dişlerini sıktı. "Bu yaptığın şeyin geri dönüşü olmaz, biliyorsun değil mi?" Kabinin perdesine doğru yürüyerek çıkmadan önce "O adama evet demeden önce bunu iyi düşün. Geri dönüşü olmayan bir yoldasın." dedi ve gitti.

Yüz ifadesi ve ses tonuyla buz kesmiştim. Donup kalmıştım bu ürkütücü konuşmasından sonra. Benim Nikolai'ye evet dememin büyük bir savaşı başlatacağını ima edip uyarıyordu. Niko'nun bitirdiği savaşı Valent yeniden başlatacaktı. Evet deseydim tabii. Demeyeceğime göre bir sorun yoktu.

Üzerimi değiştirip kabinden çıktığımda giydiğim son gelinliği hazırlanması için onayladım. Telefonum çaldığında mağazadan çıkmak üzereydim. "Alo."

"Lâl Alsancak'la mı görüşüyorum?"

"Evet benim, buyurun? Siz kimsiniz?"

"Kliniğimizde yaptırdığınız testin sonucuyla ilgili arıyorum sizi. Bugün gelebilmeniz mümkün mü?"

Hattın diğer ucundaki kadının aceleci tavrından ötürü tedirgin oldum. Ters giden bir şey var gibiydi. "T-Tabii de... Bir sorun mu var?"

"Telefonda bilgi veremiyoruz maalesef. Bugün gelebileceğiniz saati söylerseniz randevu oluşturuyorum."

"Tamam, yani... Ben müsaitim, geliyorum iki saat içinde."

"Peki, iyi günler dileriz."

Telefonu kapattığımda beynim allak bullak olmuştu. Neler olup bittiğini anlamadığım için şoförü eve gönderdim ve taksiyle gitmeye karar verdim. Henüz ne olup bittiğini bile bilmezken ortalığı birbirine katmanın bir anlamı yoktu.

Kliniğe geldiğimde merakım biraz daha artmıştı ama telefonu ilk aldığım anki kadar panik hâlinde değildim. Doktor da sıradan bir yüz ifadesiyle beni yanına aldı. Önündeki test sonuçlarına tuhaf bakışlar attıktan sonra "Acilen çağrıldığım için biraz panik oldum açıkçası. Bir sorun mu var?" sorum üzerine bana döndü.

"Sizinle açık konuşacağım Lâl Hanım, neyiniz olduğunu bulamadık. Rutin testlerdeki değerlerde bazı anormallikler var ama net bir şey çıkmadı. Öğrenmek için daha kapsamlı bir teste girmeniz gerekecek."

Doktorun karmaşık sözleriyle ne düşüneceğimi bilemedim. Alacağım yanıtla içimi rahatlatmak için sordum. "Ölümcül değil ama değil mi?"

Dürüstlüğünden hiçbir şey kaybetmeyen doktor "Olabilir." yanıtını verdiğinde beynimde acil durum alarmları çalmaya başlamıştı bile. O an anladım, doktor neyim olduğunu üç aşağı beş yukarı biliyordu ama yeni testlerin sonucunu görmeden söylemek istemiyordu. Belki de test bahanesiyle beni oyalıyordu. Yine de söylediği gibi kapsamlı testler için gerektiği gibi örnek verdim, bin bir çeşit teste girdim, girilmedik röntgen, MR bıraktığımı düşünmüyordum.

Örnekleri verdikten sonra yeniden doktorun yanına döndüğümde kararımı vermiştim. Vakit kaybına gerek yoktu, neden şüpheleniyorsa bana söyleyecekti. "Doktor Bey benimle açık konuşur musunuz?"

"Anlamadım."

"Anladığım kadarıyla siz bir şeylerden şüpheleniyorsunuz ve testin sonuçlarına kadar konuşmaya niyetiniz yok. Beni endişelendirmemek için tahminlerinizi gizliyorsunuz ama buna gerek yok. Benimle açık konuşabilirsiniz çünkü ben öğrenmek istiyorum. Neyim var?"

"Henüz net bir şey yok. Bu semptomlar stres ve üzüntüden dolayı da olabilir, daha ciddi bir sebebi de olması mümkün tabii." Başını yana eğdiğinde nazikçe geçiştirdiğinu hissettim. "Biz psikolojik olmasını umuyoruz."

En iyi ihtimali ummasından daha doğal bir şey yoktu. Ancak işin aslı çok daha farklıydı, anlamak zor değildi. "Şüphelendiğiniz asıl şey nedir söyler misiniz? Bakın istediğiniz tüm testlere girdim. Ama beni oyaladığınızın farkındayım. Gerçek neyse onu söyleyin lütfen."

Köşeye sıkıştırıldığının farkında olan adam "Konuşabileceğim bir yakınınız yok mu?" diye sordu. Bu bile düşündüklerimi doğrular nitelikteydi.

"Hayır, yok. Bana her şeyi anlatabilirsiniz. Gerçekten." Paniğimi gizlemeye çalışıyordum. Güçlü kalmaya. "Kaldırabilirim."

"Hastalığınızın ne olduğunu bulamadığımız konusunda samimiydim, Lâl Hanım. Ama açık konuşmak gerekirse tecrübelerime güvenerek söyleyebilirim ki bunun psikolojik, basit bir hastalık olduğunu düşünmüyorum.

"Ne demek bu?"

"Hastalığınız her neyse, semptomları kanserle çok benzer. Ama testlerde herhangi bir kanser hücresi ya da buna benzer bir virüs göremedik. Test sonuçlarınızdaki değerler ne kadar anormalse, diğer sonuçlarınız bir o kadar normal. Kanserle benzer ama ne olduğunu anlayamadığımız bir hastalık."

"Peki, bulaşıcı mı?"

"Hayır, değil. Bu konuda müsterih olabilirsiniz. Ama henüz neyiniz olduğunu maalesef bulamıyoruz."

Kötümser bir ifadeyle başımı sallayarak onayladım. "Ne olduğunu anlayamadığınız için tedavi de edemiyorsunuz."

"Maalesef. Amerika'daki bir meslektaşımla bu konuda kontak kurup durumu anlattım. Sizinle aynı semptomları gösteren bir hastası olmuş. Sanki bağışıklık sistemi vücudunda hayalet kanser hücreleriyle savaşıyor gibiymiş. Zamanla semptomlar ağırlaşmış ve sıklaşmış. Ağrıları artmış."

"Hâlâ hayatta mı?"

"Maalesef, hastalığın ne olduğunu anlayacak zamanı kalmadan hastayı kaybetmişler. Otopside de bir şey bulunamamış." Sessizlik. Ölümcül bir sessizlik geçip gitti. Söylenecek her şeyi bitirmiş gibiydik.

Allah'ım bu nasıl bir şeydi böyle? Ben buraya ne için gelmiştim, başıma ne gelmişti. Nasıl bir hastalıktı ki bu beni sinsice sarmıştı? Ben bunu nasıl fark edememiştim? "Ben... " Yutkundum. "Ben bu kadar ciddi bir şey beklemiyordum. Hiçbir sorunum yoktu benim."

"Henüz çok başındasınız ama zamanla semptomlar dayanılmaz bir hâl alacak. Burun kanaması, kanla karışık kusma, inanılmaz baş ağrıları, baş dönmesi, göz altlarında kahverengi halkalar, soluk bir beniz, baş dönmesi, geceleri uyutmayan vücut ağrıları, hiçbir şey yapmasanız bile aşırı yorgunluk... Bazen hafifleyecek ama sonra yine aynı şekilde ağırlaşacak. Meslektaşımın bahsettiğine göre ölmeden 1 ay önce hastasının tam olarak iyileştiğini sanmışlar çünkü hastalığın bir uyku dönemi oluyormuş. Tüm testler normal çıktıktan 1 ay sonra maalesef hastayı kaybetmişler. Hastalığın özelliği de bu sanırım. Virüslerin kuluçka dönemi gibi sakin geçen bir dönemden sonra yeniden uyanması ve semptomların artması."

Yüzüm nasıl bir hâl almıştı bilmiyordum ama pek iyi olmasa gerekti çünkü doktor "Şuan net bir şey yok, biz yine de test sonuçlarını bekleyelim." diyerek beni avutmaya çalışıyordu.

"Bu testlerin sonucu ne zaman çıkar?"

"Çok sürmez, biz sizi haberdar ederiz."

Paniğimi ve üzüntümü gizlemeye çalıştım çünkü bu hâldeyken doktor bana doğruları söyleme konusunda çekince yaşıyordu. "Bu hastalık olduğu kesin mi?"

"Yüksek ihtimal. İlk testin sonucundaki anormal değerler yüksek ihtimalle bunu doğruluyor." Sonucunu bildiğimiz bir gerçeği konuşuyorduk. Sakinliğimi korumaya çalışırken "Umudunuzu yitirmeyin, moralinizi düşürmeyin. Tıp her geçen gün çok gelişiyor." diye ekledi adam.

Ben ne ara ölmek üzere olan insanların avutulduğu sözlere maruz kalacak hâle düşmüştüm? Moralim alt üst olmuş bir biçimde klinikten çıktım. Ayakta bile duramayacak kadar kötü ve umutsuz hissediyordum.

Taksiye binip eve döndüm. Yol boyunca ağladığım için kızaran gözlerimi kapatıcıyla gizlemeye çalıştıktan sonra ödemeyi yapıp arabadan indim. İçeri girdiğimde ağlamaktan bitap düşmüştüm ve yorgundum.

Büyük salonda oturan adam beni merdivenlerin başında görüp "Ah, geldin mi? Şoförü yollamışsın. Bu gelinlik alışverişleri bu kadar uzun mu sürüyormuş? Biraz şaşırdım doğrusu." dedikten sonra yüzüme dikkatle bakıp yanıma geldiğinde kaşları çatıldı. "Lâl... Neyin var?"

"Yok bir şeyim."

"Emin misin?"

Zaten canım burnumdaydı, bir de bunu ayağımın altına alıp Allah'ına kavuşturacaktım şimdi. "Kocam oluyorsun diye her şeyi bilmek zorunda değilsin! İşine bak!" Öfkeyle merdivenleri tırmanıp odama çıktım. Yatağa kapanıp ağladığımda olanlara inanamıyordum. Duyduğum, bu öğleden sonra yaşadığım her şeyin bir kâbus olduğunu sanıyordum hâlâ. Telefonum çaldığında arayan Pietro'dan başkası değildi. Açmadım. Bu durumda onunla konuşamazdım. Kesin bir şey olduğunu anlardı. Ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilmiyordum. Hiçbir zaman ölmekten korkmadım. Hatta yaşadığım hayattan kurtulmak için ölmeyi bile denedim ama olmadı. Sanırım benim korktuğum ya da üzüldüğüm şey ölmek değildi. Valentino. Ondan ayrılmak. Sonsuza dek.

Bütün gece üzüntüden uyuyamadım. Biraz ağladım biraz sustum, biraz ağladım biraz sustum derken sabah oldu. Ne yapacağımla ilgili hâlâ bir şey bilmezken düşündüğüm tek şey Valentino'ydu. Eğer bu hastalıktan ölmezsem üzüntüden ölecektim. O öğrenirse çok üzülürdü. Mahvolurdu. Söylemeyecektim. Gerçi şuan benden nefret ediyordu ama... Bilirsiniz işte, nefret varsa aşk da vardır. Bir insan önemsemediği birine nefret duymaz.

Kahvaltıya indiğimde gözlerimdeki kızarıklığı gizlemek için makyaj yapacak dermanım bile yoktu. Her ne kadar kapatıcıyla kamufle etmeye çalışsam da kahvaltı masasında Niko'nun anlaması çok sürmedi. Bok gibi görünüyordum. Karşımda oturan adam merakla "Bu hâlin ne? Çok kötü görünüyorsun." dedi. Sesinden şaşkınlığı anlaşılıyordu.

"Yok bir şeyim. Uyuyamadım sadece."

"Burada benimle olduğun için mi bu hâldesin?"

Tabağımı didiklerken omuz silktim. "Hayır, alakası yok." Sanki evet desem bir şey değişecekti. Nikolai'nin amacı belliydi. Bu hikâyenin kötü adamı olmak için yemin etmiş gibiydi. Uzatmaya gerek yoktu.

"Lâl, seni böyle görmek bana hiç iyi gelmiyor. Eğer burada olduğun için bu hâldeysen gidebilirsin. Seni zorla tutmuyorum, biliyorsun. Ama böyle olma lütfen."

"Nikolai, ikimiz de tek derdinin Valentino'yu delirtmek, ondan intikam almak olduğunu biliyoruz. Biri âşık olduğu kadının önünde başka kadınları becermez. Bu aşk zırvalarını falan da git anana yuttur. O yüzden bu şovlara, artistliklere gerek yok. Birbirimizi kandırmayalım tamam mı?"

"Neler söylüyorsun sen Lâl?"

Hayretle yüzüme bakan adam dürüstlüğüme alışmıştı ama bu kadarına o bile şaşırmış durumdaydı. Cesaret hapı yutmuş gibiydim. Ben bile söylediklerimin çok sonra farkına vardım ama hiçbirinde pişman olmadım. "Neyse ne işte! Duyacağını duydun."

Sessizlik içinde kahvaltımızı yaptık. Doğrusunu söylemek gerekirse iki taraf da bir şey yemeden sofradan kalktık. Nikolai dışarıda işleri olduğu için çıktığında bugün bu moralle Nadia'nın yanına da gitmek istemedim. Bu ona da iyi gelmezdi.

Kış bahçesindeki koltuğa oturup sağ elim başıma yaslı bir biçimde ne kadar süre camdan dışarıyı seyrettim bilmiyordum. Doktor hastalığın başında olduğumu söylemesine rağmen her geçen saniye çok az vaktim kaldığını düşünüp dertleniyordum. Bazen istemsizce ağlıyordum. Ama bütün gün oturup makus talihime ağlamanın bir faydası olmadığını da biliyordum.

Klinikten telefon geldi. Bu anın gelmesini hiç istemiyordum ama aramışlardı işte. Dünden beri bu anı kafamda canlandırıp durmuştum. Telefonumun çalması, klinikten çağırılmamı, kötü haberi almamı... Gelip çatmıştı işte o gün. Ne çabuk çıkmıştı sonuçlar. Her şey ne çabuk gelişiyordu. Düşüne düşüne giyinip hazırlandım, kimseyi yanıma almadan taksiye binip kliniğe doğru yola çıktım.

Yolda dün Pietro'nun telefonuna yanıt vermediğim aklıma geldi. Kim bilir başıma bir şey geldiğini düşünüp ne kadar endişelenmiştir. Onu aradım. Çalar çalmaz da açtı. Öfkeyle beni azarlamaya başladı. "Neredesin sen? Ne halt ettiğini sanıyorsun? Dünden beri neler düşündüm biliyor musun? Neredeyse Valent'e gidip her şeyi anlatacaktım!"

"Sakın öyle bir şey yapma."

"Yapmadım ama yapacaktım. Senden haber alamayınca çılgına döndüm! Nerelerdeydin?"

"Başım tutmuştu, erken uyudum. Uyanınca da aradığını gördüm. Aradım işte. Merak etme ben iyiyim."

"Sevindim." İyi olduğum konusunda anlaştığımız andan itibaren gündem değişti. "Ne yaptığını sanıyorsun sen Lâl? Anlatır mısın bana? Nikolai'nin seni kandırdığını öğrendin ama bir şey yapmadın. Bir şey yapmak şöyle dursun, gidip adamla evlenmeyi kabul ettin! Ne yapmaya çalışıyorsun Tanrı aşkına? Burada işleri ne kadar karıştırdığının farkında mısın?" Kısa bir an sonra şüpheyle "Yoksa gerçekten Nikolai'ye karşı bir şeyler mi hissetmeye başladın? Âşık mı oldun ona?"

"Saçma sapan konuşup da benim sinirlerimi tepeme çıkarma Pietro." Biraz sakinleştim devam ederken. "İşlerin ne kadar karıştığını tahmin edebiliyorum Pietro ama öğrendiklerimden sonra o evden ceketimi alıp çıkacak değilim. Ona öyle bir darbe vuracağım ki kendine bile gelemeyecek. Çünkü bunu hak etti."

"Nasıl yani, anlamadım. Sen intikam almak için Nikolai ile mi evleneceksin? Bak, bunun geri dönüşü olmaz Lâl. Sebebi ne olursa olsun-"

"Evlilik falan yok Pietro. Teklifini kabul ettim çünkü onu masada bırakıp rezil rüsva edeceğim. Valent'in itibarını zedelemeye çalıştığı gibi ben de onunkini zedeleyeceğim. Yaptıkları yanına kalmayacak."

"İyi de... Buna gerek var mı gerçekten? Öğrenirse ve sana zarar vermeye kalkarsa seni nasıl koruyacağım?"

"Merak etme, bir şey olmayacak. Şimdi kapatmam lazım. Sonra görüşürüz." Telefonu kapattığımda kliniğe gelmiştim. Kapıdan içeri girdiğimde az çok alacağım cevabı biliyordum. Ve öyle de oldu.

Test sonuçlarına bakan doktor negatif bir yüz ifadesiyle başını iki yana salladı. "Maalesef, yanılmadığım kesinleşti."

Dünyam başıma yıkıldı. Bunu beklediğim hâlde kesinleşmesi ve doktorun ağzından duymam beni yıkmıştı. "Peki, şimdi ne yapmam gerekiyor?"

"Şuan için tedavi edemesek de ilerleyen dönemlerde artacak ağrılarınız için bazı ağrı kesiciler verebilirim. Ve hastalığı seyredebilmemiz için sık sık kontrole gelmeniz gerekiyor."

Onaylayarak başımı salladım ve klinikten çıktım. Zaten şu saatten sonra yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Tüm umutlarım sönmüştü. Taksiye binip sessizce etrafı seyrettim. Bütün gün resmen bir şehir turu yaptıktan sonra kendimi Valent'in şirketinin önünde inerken buldum. Kalbimdi buraya gelmek isteyen. Usulca içeri girdim ve kendisiyle görüşmek istediğimi bildirdim. Toplantıda olduğunu söyleseler de içeri aldılar.

Neyse ki hâlâ yüzümü bile görmek istemeyecek kadar nefret etmiyordu benden. Çok fazla bekletmeden içeri aldı beni. Toplantısı çabuk bitmişti anlaşılan. Kapıdan Luigi, Pietro, Manrico ve tanımadığım bir sürü adam çıkarken Luigi yargılayıcı bakışlarını üzerimden eksik etmiyordu. Manrico ondan daha profesyoneldi, bana olan nefretini daha diplomatik bir biçimde gizleyebiliyordu. E yılların tecrübesi. Pietro ise elindeki dosyalarla çıkarken ne oluyor dercesine bakış attığında merakına yenildiği belliydi. Burada ne aradığımı merak ediyor olmalıydı. Ben de burada ne aradığımı merak ediyorum. Belki de hayatımın aşkı olan adamı.

Oda boşaldığında içeri girip kapıyı kapattım. Büyük camların önünde duran adam sert ve acımasız bakışlarıyla bakıyordu yüzüme. "Ne istiyorsun? Neden geldin?" Sessizlikle onu izledim. Bana öfkeyle bakan yüzünü bile öyle özleyecektim ki. "Sana gereken her şeyi söyledim. Gerekli uyarımı yaptım. Hâlâ Nikolai'yle evleneceksen burada ne arıyorsun?" Kapısına gelen bir yabancıyı kovar gibi merhametten yoksun söylemişti bu sözleri. Bana öfkesinin büyük olduğu açıktı.

Bense hiçbir şey söylemeden ona doğru yürüdüm. Tam karşısında durup gözlerine baktım. Nefretle harmanlanmış hırçın aşkıyla dolu gözlerine. Ellerim yüzünü avuçladı. Dudaklarından sevgiyle, aşkla bir öpücük çaldım. Sıkı sıkı sarıldım ona. Sanki bir daha sarılamayacakmış gibi. Bu son görüşmemizmiş gibi. Bedenim benden bağımsız hareket ediyordu. Ama pişmanlık duymuyordum. Onun kokusunu çektim uzun uzun içime. Parmak uçlarımda yükseldim. Ellerim yanaklarını kavrarken başımı onun boynuna gömdüm başımı. İstemsizce hıçkırıklarım boğdu beni, bir süre konuşamadım. Yalnızca ağladım.

Yüzümü elleri arasına alan adamın gözlerinde az önceki öfke ve acımasızlıktan eser yoktu. "Lâl, neler oluyor?" Merhametle yumuşamış yüzü meraklı ve endişeliydi. Hiç konuşacak durumda değildim, sadece hıçkırıklarımdan arta kalan zamanda doya doya gözlerine bakıp hasret gideriyordum. Meraktan deliye dönen Valentino "Nedir bu hâlin?" sorusunu yöneltti.

Yutkundum. Yüzüm gözyaşlarımla ıslanmış olmasına rağmen nemli dudaklarım yüzünün her zerresini öpmeye başladı. "Seni seviyorum, Valentino. Ne olursa olsun bunu unutma olur mu? Ben olmadığım zamanlarda bile." Ellerim saçlarını okşadı. Onun içinde yalnızca bana gösterdiği kırgın bir erkek çocuğu olduğunu biliyordum. Şimdi ona şefkat gösteriyordum. "Sonsuza kadar da bu böyle olacak."

Almak istediği yanıtı duyan Valentino'nun yüzü önce mutlulukla aydınlandı. Sonra başka şeyler aklına gelmiş olacak ki adam "O piç kurusu seni orada zorla mı tutuyor?" diye sordu öfkeyle. Omuzlarımı sıkı sıkı tutup sarstı. "Tehdit mi ediyor seni, söyle!" Bu seferki öfkesi bana değil, Miloradov'aydı. Çok belli. Ses tonu kısılmış ve şefkate bulanmıştı. "Anlat bana. Senin için yapamayacağım şey yok biliyorsun."

Onu endişelendirdiğimi ve kafasını karıştırdığımın çok sonradan da olsa farkına varıp bir adım geri çekildim. Ellerim gözyaşlarımı sildikten sonra yeniden ona döndüm. "Kimse beni yanında zorla tutmuyor. Ben sadece..."

"Sen sadece ne, Lâl? Neden onunlasın o zaman? Onunlaysan neden bana geldin? Balo tuvaletinde neden benimle seviştin? Az önce söylediklerin neydi?" Ardı ardına yanıtlayamayacağım sorular bombardımanına tutmuştu beni. "Ne yapmaya çalışıyorsun Lâl?" Yanındaki masayı yerle bir edip bağırdı. "Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?"

"Hayır, Valentino dur." Sağ elim burun direğimde gezinirken onun dengesiyle oynadığının farkındaydım. Bu yüzden "Yapma." diye fısıldadım yalnızca.

Soluk soluğa sakinleşmeye çalışan adam "İkimiz arasında bir seçim yapamıyor musun? Kafan mı karışık?" Söylediği şeyleri düşünürken daha da sinirlendi ve masaya yumruğunu vurdu. "Tanrım, delireceğim!"

Bıkkın bir nefes verirken çaresizce etrafıma bakınıyordum. "Valentino, bu öyle bir şey değil." Kısa zamanda o kadar çok şey olmuştu ki dengem alt üst olmuştu. Doktorun söylediklerinden sonra da Valentino'yu görmeden duramayacakmış gibi hissetmiştim ama belli ki onu da kendi çukuruma sürüklüyordum çünkü onun da benim gibi dengesi bozulmuştu. "Buraya gelmem bir hataydı, özür dilerim. Lütfen, unutalım." Sağ elimle yüzümü ovuşturduktan sonra "Çok zayıf bir anımdaydım, boşluktaydım ve buraya nasıl geldim bilmiyorum. Sadece burada olmak istedim. Seninle. Ama hataydı." diyerek açıkladım ve kapıya doğru yürüdüm. "Lütfen, özür dilerim."

Kapıdan çıkmak için hamle yapacakken arkamdaki adamın sesiyle olduğum yere çivilendim. "O kapıdan çıkıp gidersen bunun bir dönüşü olmaz, Lâl. Bunu bilerek ver kararını."

İşleri yokuşa sürmek zorunda mıydı bilmiyordum ama ona eskisi kadar kızamıyordum. Bir yanım onu haklı buluyordu çünkü. Ancak biliyordum ki bu kapıdan çıkıp gitmek zorundaydım. Benim için ne kadar zor olsa da o kapıdan çıktım ama arkamda bir enkaz bıraktığımın farkındaydım. Ben çıkar çıkmaz odada büyük bir gürültü koptuğunda da düşüncelerim doğrulanmıştı.

Ben korkağın tekiydim. Sırf kendimi yalnız hissettiğim için, sırf onu sevdiğim için gelmiştim buraya. Ona ne olacağını düşünmemiştim bile. Şimdiyse benim yüzümden deliye dönmüştü. Tam yaraları iyileşirken yeniden kanatmıştım. Bencil sürtüğün tekiydim. Onsuzluğu da hak ediyordum.

En az kendim kadar nefret ettiğim biri varsa o da Nikolai'ydi. Bu duruma gelmemizde onun payı yadsınamazdı. Eve geldiğimde bahçede dolanan adam beni görünce hızla yanıma geldi ve kolumu tuttu. "Neredesin sen?"

Onu daha önce hiç böyle göremediğim için biraz şaşırmıştım. "Sana ne." Kolumu ondan kurtardığımda gözlerindeki öfke ve endişeyle yüzleştim. "Ne o, evden kaçtığımı falan mı sandın?"

"Başına bir şey geldi sandım." Kontrolü kaybettiğinin farkına varan Nikolai biraz sakinleştiğinde yüzünü elleriyle kapatıp birkaç saniye öyle kaldı. Tekrar bana döndüğünde eski Nikolai'ye biraz daha yakındı. "Lâl, böyle olmaz."

"Böyle olmayan nedir?"

"Eğer evleniyorsak, sen benim karım olmaya evet dediysen en azından nereye gittiğini ya da nasıl olduğuna dair bana haber vermelisin. Bak, ben üzerime düşeni yapıyorum. Sana güveniyorum ve peşine kimseyi takmıyorum. Sen de-"

"Ben de kocama olan sorumluluklarımı yerine getirip her saniyemi ona bildirmeliyim öyle değil mi? Madem kocamın beni becermesine izin vermiyorum, en azından kendini önemli hissetmesi için bunu yapmalıyım. Bunu mu demek istedin?"

Alaycılığıma karşılık "Bunu söylemek istemediğimi çok iyi biliyorsun." yanıtını verdi. "Beni provoke etmeye çalışma, Lâl. Sen zararlı çıkarsın." Sesindeki o uyaran tehditkâr ton canımı sıkmıştı.

Ben mi zararlı çıkardım? O kimdi ki beni tehdit ediyordu? Kendini ne sanıyordu? Bu adamın Valentino Riccardo'nun ilk karşılaştığı Lâl ile tanışma zamanı gelmişti de geçiyordu bile. Arkamı ona döndüm ve garaja doğru yürüdüm. Beni takip etmiyordu.

Garaja geldiğimde görevlilerden birine kapıyı açmasını söyledim. İkiletmeden açtı. Garajda gözüme çarpan en pahalı spor arabayı gösterdim. Nikolai Miloradov'un en pahalı oyuncaklarından biri, son model gri Bugatti'sini. "Onu hazırla."

Görevli birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra söyleneni yaptı. Arabayı alıp evin çıkışına doğru yürüdüm. Nikolai orada öylece ayakta duruyordu. Beni görünce merakla yüzüme baktı. Ne yaptığımı anlayamadığı belliydi. Önünde durdum. "Bin." Yüzüme ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir ifadeyle baktı fakat yanıt alamadığı için söyleneni yapıp yanımdaki koltuğa oturdu.

Trafiğin yoğun olduğu yerlerde normalin biraz üstündeki hızla giderken Nikolai "Ne yapmaya çalışıyorsun Lâl, benim sabrımı mı sınıyorsun?" diye sordu. "Bir çeşit sabır testi mi bu?" Herhangi bir yanıt vermeden önüme baktım. Sessizliğim canını daha da sıkmışa benziyordu. "Tek derdimin seni becermek olduğunu mu sanıyorsun? Bunun için neden seninle evlenip aile kurmak isteyeyim? Bu şeyin daha derin ve anlamlı bir duygu olduğunu anlayamıyor musun?" Yine yanıt vermedim. "Seninle konuşuyorum, Lâl. Sorularıma yanıt ver." Trafiğe kapalı bir yola girdiğimde hızımı iyice arttırmıştım. Şaşkın ve panik hâlini gizlemeye çalışan adam "Ne yapıyorsun?" diye sordu. Tetikteydi.

"Ben kimsenin kölesi değilim, Miloradov. Bana emir veremezsin." Biraz daha hızlandım. Sözlerim artık her kelime başı es verir düzeyde devam etti. "Ben, senin, Hydra'da, düzdüğün kadınlara benzemem. Benimle düzgün konuşacaksın. Bana hesap sormak senin haddin değil."

"Tamam, Lâl. Yavaşla biraz artık. Bu şakanın dozu kaçmaya başladı."

"Şaka olduğunu kim söyledi?"

"Lâl, yavaşla. Birazdan ikimiz de paramparça olacağız yoksa."

"Korktun mu yoksa?" Dudağım yana doğru kıvrıldı. "E haklısın. Ben de olsam korkarım." Aniden direksiyonu sola kırdığımda şiddetiyle resmen üstüme yattı Nikolai. "Kaybedecek bir şeyi olmayan insandan herkes korkar."

"Lâl yeter artık!"

Hızla giden arabayı aniden frenledim. İkimiz de darmadağındık. Birkaç saniye toparlandıktan sonra Nikolai'ye döndüm. "Kime bulaştığını unutma, Miloradov. Karşında kim olduğunu da. Ben Lâl Alsancak'ım. Kimse bana emir veremez, hesap soramaz. Ben, canım isterse bilgi verir, haberdar ederim. Kimse beni yönetemez." Hızla soluk alıp veren adam gözlerini devirip bana bakıyordu. "Ne kadar tehlikeli biri olduğumu hatırlatmak istedim. Kiminle dans ettiğini unutmuş gibisin."

Nasıl bir manyakla karşılaştığını hatırlıyormuş gibi suratıma baktıktan sonra önüne döndü. Hâlâ kendine gelebilmiş değildi, derin nefesler alıp veriyordu.

Düğün sabahı gözlerimi araladığımda yataktan kalkmak bile istemedim. Mide bulantım dayanılmaz bir hâl aldığında adımlarımı banyoya kadar zorladım. Son günlerde hiçbir şey yemediğim hâlde mide öz suyuma kadar her şeyi çıkardım. Aynaya baktığımda bok gibi görünüyordum. Çok bitkin ve soluktu yüzüm. Kapının çaldığını son anda duysam da yanıt vermeye fırsat kalmadan içeri Nikolai girdi. Yüzü meraklı ve endişeliydi. Umursamadım. "İyice alıştın izin almadan odama girmeye! Çık dışarı!"

"Defalarca çaldım kapını. Artık sesler beni endişelendirmeye başladığında dayanamadım."

"Dayanacaksın!" Bir adım üzerine yürüdüm. "Bu odaya öyle kafana göre girip çıkamazsın."

Söylediklerimden çok yüzüme odaklanmış adam endişeli görünüyordu. "Lâl, iyi değilsin." Yeni aklına gelmiş gibi sordu. "Doktora gittin değil mi?"

"Gittim, Nikolai kaç kere söyleyeceğim?" Onu ilgilendiren tek kısmı hakkında bilgilendirdim. "Hamile falan değilim."

"Umrumda mı sanıyorsun?" Yüzü duygusal bir hâl almıştı. "Evlilik teklifimi kabul ettin, bu saatten sonra bebeğin beni senden vazgeçireceğini mi düşünüyordun?" Ne dediğini idrak etmeye çalışıyordum mel mel bakarak. "Sen istediğin takdirde düşmanımın bebeğine baba da olurdum."

"Ne saçmalıyorsun Nikolai, çekil şuradan." Kıyafet dolabıma yöneldim.

"Ama asıl sorun bu değil, değil mi?" Kuşkuyla bana baktı. "Başka bir şey var."

"Bir şey yok, Nikolai. Kıçından element uydurma."

Bana doğru yürüyüp kollarımdan tuttu yumuşakça, gözlerime baktı. "Lâl, eğer ciddi bir şey varsa bilmem gerekir. İçimden bir ses kötü bir şey olduğunu söylüyor."

Gözlerimi kaçırdım. "İçindeki ses kıçından uyduruyor." Dolabın önünde asılı gelinliğe baktıktan sonra askıyı yatağa serdim ve dolabı açtım. "Hadi çık da giyineyim."

"Nadia seni sordu."

"Ben onu görmeye giderim birazdan."

"Tamam." İsteksiz de olsa arkasına baka baka odadan çıktı adam.

Odada yalnız kaldığımda Valent'le son konuşmamız düşmüştü aklıma. O kapıdan çıkıp gidersen bunun bir dönüşü olmaz, Lâl. Bunu bilerek ver kararını. Dönüşü olmayan o yola girmiştim sonunda.

Başımı çevirip az önce yatağa serilmiş gelinliğe baktım. Hayır demek için fazla abartılı bir törendi. Nikolai Efendi'nin salak salak hevesleri işte.

Düğün için hazırlanmaya başlamadan önce Nadia'nın odasına geldim. Başladığımız yapboza devam ediyordu. Sakinlikle tüm parçaları boşluğa deniyordu. Bu ona iyi gelmişti. Birlikte bir şeylerle meşgul olmak. Beni görünce heyecanla aydınlandı bakışları. "Büyük gün." dedi yalnızca.

Onaylayarak başımı sallarken isteksizliğimi gizlemeye çalışıyordum. Yapacağım şeyden pişmanlık duymuyordum ama rahatsız hissettiğim tek şey Nadia'nın da üzülecek olmasıydı. Onu duruma biraz olsun hazırlamak istiyordum. Yanına oturdum. "Nadia, bazen sevdiğin iki insan ilişkilerini yürütemeyebilir. Bu iki tarafın da suçu değildir. Anlıyorsun değil mi?"

Bir süre gözlerime bakan kız hayal kırıklığıyla "Düğün olmayacak, değil mi?" diye sordu. Gözleri sulanmıştı.

Herhangi bir yanıt vermedim. Evet veya hayır demeden elini tuttum. "Her zaman yanındayım, biliyorsun."

Onu ağlarken görmemek için gözlerimi kaçırarak odadan çıktım. Uzun bir hazırlanma sürecinden sonra odada yalnız kalmıştım sonunda. Küçük bir not yazdım ve aynanın önüne koydum. Kapı çaldı. Bugün bile Nadia dışarı çıkamayacağı için onun yerine organizasyon görevlilerinden biri girdi içeri. "Hazırsanız Bay Miloradov sizi bekliyor."

Onaylayarak başımı salladım ve kadının arkasından dışarı çıktım. Kapının önünde Nikolai kravatlı beyaz takım elbisesiyle özenli ve karizmatik görünüyordu. Bence terk edildikten sonra davetliler arasında kendine eş bulması zor olmayacak. Bu düşündüklerim eski Lâl'in kafasından geçenlere çok benziyordu. Belki de bu hastalığın en güzel yanı eski Lâl'e dönüşmemdi. Halikarnas'ta kaybedecek bir şeyi olmayan o kıza.

Parlayan gözleri beni hayranlıkla süzerken mırıldandı. "Çok güzel olmuşsun. Hayallerimden bile daha güzel." Yutkundu. "Yargıç geldi, bizi bekliyor."

"Yargıç mı? Burada nikâhları rahip kıymıyor mu?"

"Rahipler yerine yargı memurları da tercih edilebilir. Kilise bir Müslüman ve bir Hristiyan'ın nikâhını onaylamaz. Kaldı ki ben Hristiyan bile değilim. Bir Müslüman ve bir ateistin nikâhını kıyacak rahip tanımıyorum."

Anlaşılan inançlı bir Hristiyan olmadığı için yargı memurunu tercih etmişti. Hristiyan olmayan biri neden kilisenin onayını beklesin ki?

Aşağı indiğimizde bahçede muazzam bir ortam kurulmuştu. Harika bir kır düğünü dekore edilmişti. Memur bizi bekliyordu. Bizim için hazırlanan platformda memurun arasında karşılıklı yerimizi alınca tören başladı.

"Bugün burada bu iki insanın hayatını birleştirmek için toplandık..."

Memurun söylediği her şey kulağımda bulanıktı. Duyduğum tek şey Nikolai'nin kendisine yöneltilen soruya ağırbaşlı bir mutlulukla "Evet." demesiydi.

Davetlilerin olduğu alanın en arkasında Valentino'yu görüyordum. Bir an rüya görüyorum sandım ama gerçekti. Memurun bakışları bana döndüğünde aynı soruların bana çevrildiğini anlamıştım.

Nikolai ve memur merakla bana bakarken beklediğim an gelmişti. Derin bir nefes alıp davetlilere baktım. Beklediğimden kalabalıktı. Tanımadığım bir sürü insan vardı. Ivan'la göz göze geldikten sonra Nikolai'ye baktım. Gözlerimi kapatıp "Hayır." dedim. Başta Nikolai olmak üzere herkes çok şaşkındı. Davetliler arasında uğultu başlamıştı. Alanın arkasına baktığımda Valentino yoktu. Hayal mi görmüştüm yoksa gitmiş miydi? Tekrar Nikolai'ye döndüm. "Üzgünüm, bunu yapmayacağım."

Herkes şoktayken hızla oradan uzaklaştım ve bahçe kapısından dışarı çıktım. Nereye gittiğimi bile bilmeden üzerimde gelinlikle yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Çok uzun yollardan geçtim. En sonunda bir taksiye binip rastgele bir mağazanın önünde durdum. Taksiyi bekletip mağazadan günlük kıyafetlerle üzerimi değiştirip gelinliği orada bıraktım. Yeniden taksiye bindiğimde akşam olmak üzereydi. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Valent'in yanına gidemezdim. Son konuşmamızdan sonra yüzüm yoktu. Olsaydı bile her şeyi geride bırakıp eskisi gibi devam edemezdik ki. Anna konusu yüzünden ilişkimiz derinden sarsılmıştı. Belki de en iyisi Nikolai'yi olduğu gibi Valentino'yu da geride bırakıp yolima bakmaktı. Hem hastalığım yüzünden kimseyi üzüntü içinde bırakmaya da hakkım yoktu. Yaşamımdan geri kalan ne kadar zaman varsa kendimle geçirmeliydim. O an bir karar verdim. İstanbul'a dönemeyeceğimi bildiğim için tam olarak nereye gideceğimi bilmiyordum. Bu yüzden bir otele gitmek istedim.

Uzun ve karanlık bir yol üzerinde taksinin önünü bazı arabalar kesti. Farların ışığı gözlerimi alıyordu. Valentino'nun adamları olduğunu düşünürken iki adam geldi. Biri taksicinin kafasına sıktıktan sonra dehşet içinde arkada şok olmuş olan bana döndü. İki adam beni çekiştirerek arabadan indirirken adamlardan biri çığlıklarımı susturmak için eliyle ağzımı kapatırken diğeri arkamdan enseme bir şey batırdı. İğnenin yakıcı etkisiyle gözlerim kayıp giderken sonsuz bir boşluğa düşmüş gibi hissettim ve kendimden geçtim.

❝Nikolai❞

Hayır demişti.
Ben şok içinde arkasından bakakalırken o çıkıp gitmişti bile. Olanlara anlam veremiyordum. Davetliler bir bir dağılırken eve girip yukarı, Lâl'in odasına çıktım. Bunu neden yaptığını anlamak için bir ipucu aradım odada. Etrafı dağıttım öfkeyle. Evlilik teklifini kendi kabul etmişti. Onu zorlamamıştım. Şimdiyse beni nikâh günü herkesin içinde terk etmişti. Bana bunu neden yapmıştı ki?

Aynanın önündeki not dikkatimi çekti. Merakla yaklaşıp notu aldım ve okudum.

"Birini aptal yerine koyup kullanmak nasıl bir histir, anlamış olduğunu umuyorum.

 

Lâl."

 


Öfkeyle kâğıdı parçalara ayırdım. Yüzüm öfkeden alev alevdi.

 

Siktir.

 

Tüm bunlar ne demek oluyordu?


...

*

YAZAR NOTU: Hi guys! 🌻 Nasılsınız bakalım? Yeni bölümü geciktirmeden yayınlamaya çalıştım, umarım beğenirsiniz. ❤️ Bölümümüzü nasıl buldunuz? Buraya yazabilirsiniz. Sizce Lâl'i kaçıranlar kim? Tahminlerinizi de buraya alabilirim. Peki, şimdi ne olacak? Valentino resti çektiği hâlde Lâl onu dinlemedi, sırf intikam uğruna düğüne kadar sürdürdü işi. Valentino, Lâl ve Nikolai cephelerinde neler olacak? Teorilerinizi buraya yazabilirsiniz. Yeni bölümü düzenleme fırsatım olmadı, hatalar varsa nazar boncuğu olsun. 🧿 Gevezeliği bırakıyorum ve şimdi sahne sizin, bol yorumlarınızı bekliyorum. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘

•••

SOSYAL MEDYA
Wattpad: -BuzlarKralicesi
Instagram: buzlarkralicesioffical
YouTube: Gülay Sena Dündar
Tiktok: @halikarnastabirgece
Tiktok Kişisel: @buzlarkralicesiofficial

HİKÂYENİN INSTAGRAM HESAPLARI
@halikarnastabirgece
@lalalsancakofficial
@valentinoriccardoofficial
@lalentinofanclub

Loading...
0%